Dünya’da bugünkü sistemlerle petrol türevli hammaddeler ile enerji üretimi sürdürüldüğü taktirde ortaya çıkabilecek sonuçlardan yalnız bir tanesine kısaca bir göz atalım.
Doğalgaz çevrimli Termik Santral tesislerinin artması halinde, fazla değil 20 yılın sonunda karbondioksit gazı iki kat daha fazla bir oranda atmosferi ısıtacak ve doğal olarak deniz suları da yaklaşık 20-22 cm daha yükselecektir. Bunun da anlamı kıyı kesimlerde yaşayan insanlarımızın yeni bir göç dalgasına maruz kalmaları demektir. Çünkü deniz sularının yükselmeleri ile bu bölgelerde önemli oranda su baskınları yaşanacaktır. Samsun’da bilindiği üzere
Bu olayın bir boyutudur. Diğer yandan atmosfere sera gazı salınımlarının minimize edilmesine yönelik dünya ülkelerinin çeşitli alternatifler ürettikleri bir gerçektir. Örneğin yaklaşık 178 ülkenin imzalamış olduğu Kyoto Protoko’lü çerçevesinde Türkiye’nin de söz konusu protokole taraf olduğu ve % 5 oranında sera gazı salınımının önleneceği taahhüt edilmiştir. Hal böyle olunca, ilgili protokolün vecibeleri yerine getirilemeyeceğinden, verilen taahhütler askıda kalmaktan da öte, atmosferin ısınması riskine katkıda bulunulmuş olunacaktır.
1970’li yıllarda tüm dünya’da yaşanan petrol krizinin tekrar yaşanmayacağını hiç kimse iddia edemez. Petrol krizlerinin yaşanması bizim gibi enerji üreten hammaddeler için dışa bağımlı olan ülkelerdeki enerji maliyetlerinin yükselmesi demektir. Enerji maliyetleri yükseldiğinde de, iğneden ipliğe her tür ürünün fiyatlarının artışı önlenemeyecek ve ülke kalkınmış anlamında iniş trendi içine sürüklenecektir.
Atmosfere, denizlere kısaca tüm yeryüzüne ısı ve gaz emisyonları olmayan yenilenebilir enerji kaynaklarını ise prim verilmez. Çünkü bu tür enerji kaynaklarına prim verildiğinde, siyasi ve kişisel rantların önü kapatılmış olacaktır. Çok uluslu şirketler ile çıkar ilişkilerine girilemeyecektir. Kamu adına kurumların başında genel müdür kimliği ile oturan kişiler, sadece aldıkları maaşlar ile yetinmek zorunda kalacaklardır. Çocuklar ABD’de okuyamayacaklar, gelinler ve kızlar doğumlarını oralarda yapamayacaklardır.
Örneğin rüzgâr enerjisinin üzerinde hiç durulmaz. Çünkü bu tesislerin kurulum süresi 3 veya 4 ayı geçmez. Ülkemizin özellikle Güneydoğu Anadolu, Akdeniz, Ege, Doğu ve Orta Anadolu bölgelerimizin, rüzgar enerjisi için en verimli bölgeler olduğu da bir gerçektir. Böylesine zengin bir coğrafyanın doğal nimetlerinden istifade etmekle öncelikle dünya’da yaşanabilecek muhtemel petrol krizlerinden etkilenilmeyecek ve dışa bağımlılığımız tamamen ortadan kalkacaktır.
Rüzgâr enerjisinin de kaynağını oluşturan güneşimizi zaten tarif etmeye gerek yoktur. Ancak bizim gibi kısa sürede enerji ihtiyacını gidermek zorunda olan ülkeler için rüzgâr enerjisi çok caziptir. Çünkü kuruluş anından itibaren 3 ay içinde enerji üretilebilmesi mümkündür.
Samsun’da lisans işlemleri prosedürlerini aşan 6 adet Termik Santral tesisi kuruluşuna talip olan firmalar, bölgedeki az gelişmişli silahını kullanarak çeşitli vaatler ve mesnetsiz taahhütler ile, köylülerin topraklarını satın almışlardır. Köylüler arazilerini sattıklarında tek düşünceleri, gelecek nesillerinin de istikballerinin güvenlik altına alınması olmuştur.
Çünkü kendilerine bu şekilde sözler verilmiştir. Örneğin Terme’deki Termik Santral müellifleri OMV yetkilileri bu plağı defalarca çalmışlar, hatta rakamda vererek yaklaşık 900 kişiye istihdam sağlanacağı balonlarını uçurmuşlardır. Oysa Santralde çalışacak toplam daimi istihdam sayısı 50 veya 60 kişiyi geçmeyecektir. Çalıştıracaklarını İfade ettikleri 900 kişilik istihdam sadece 1 yıl için inşaat safhalarında çalıştırılması gereken inşaat işçileridir.
STÖ’lerin de tutumunu anlamak mümkün değildir. OMV tribünlerini getirmiş ve çalışmalarının finaline doğru hızla ilerleme kaydetmektedir. Yaklaşık 2 aydan bu yana adeta kent sus gemisine binmiştir. Hiç kimse zehir kusan santraller için artık seslerini yükseltmek gereğini duymamaktadırlar.
Toplumun seslerinin kısılamayacağı, hiçbir çıkar ve menfaatle satın alınamayacak önderlere ve kalemlere ihtiyacı vardır. Gerek siyasi ve gerekse kişisel rant elde etmek uğruna eğer doğru bilinen değerlere karşı mücadele edilemeyecek ise, topluma karşı olan sorumlulukların yerine getirildiği düşünülemez.
Her yıl % 4-5 oranında artan enerji ihtiyacına karşılık, en fazla 30 veya 40 yıl sonra tükenecek olan fosil rezervlerinin dünya üzerinde yarattığı olumsuzlukların faturalarını her akşam TV’lerin başında kahrolarak izlemekteyiz. Hava kirliliği bir yana Bugün Pakistan’da yaşanan sel afetlerinin yarın bir başka ülkede ve hatta ülkemizde yaşanmayacağının kimse garantisini veremez. Nitekim son yıllarda çeşitli illerimizde ve son olarak da Rize’de yaşanan afetleri kader diye nitelendirmek kafalarımızı kuma gömmektir.
Araçlarımızın egzozundan çıkan kurşunun dahi binlerce çocuğun özürlü olarak doğmasına neden olduğu, petrol türevli hammaddeler ile üretilen enerjinin insanlığın modern ve müreffeh yaşaması için bir araç olmayıp, aksine yaşam argümanlarını yok ettiği, atmosferin artan ısısı ile eriyen buzulların da körüklediği yükselen denizlerin şehirleri yutmayacağı bir dünya için, özellikle siyasi iradenin gerekli sorumluluğu üstlenerek ülkemizde petrol türevli kaynaklar ile üretilecek enerji tesislerinin sayılarını artırmak yerine, kapılarına kilit vuracak önlemleri almak zorundadırlar. Aksi takdirde bugün OMV yarın ise bir başka firma gelir ve zehir kusan santralleri burnumuzun dibinde inşa eder.
/Süleyman SALUR
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder