31 Aralık 2012 Pazartesi

Eczacılık Mesleğine Yazık Edildi..

Yazımın başlığına bakarak yanlış bir ifade kullanılmış diye düşünmeyiniz. Bu başlığı bilerek koydum. Çünkü eczacılık mesleği hızlı bir şekilde tükenişe sürükleniyor. Hükümetin uyguladığı sağlık politikası, eczacılık mesleğini yapılamaz hale getirmiştir. Son derece ağır teorik ve uygulamalı bir eğitim sonrası eczacılık fakültelerini bitiren eczacıların mesleklerini uygulayabilecekleri üç alan vardır. Bunlar, ilaç sanayisinde çalışmak, devletin sağlık kurumlarında sorumlu eczacılık yapmak veya serbest eczane açmaktır. İlaç sanayisinin ve Devletin eczacı kadrosunun sınırlı olması nedeniyle eczacıların % 90 ı ister istemez serbest eczacılığa kaymaktadır.

Eczacılığın serbest meslek olması yanında, ilaçta faturasız giriş-çıkış olmaması nedeniyle önceki yıllarda diğer serbest mesleklere göre çok daha yüksek vergi vermeleri, eczacıların büyük paralar kazandığı görüntüsünü yaratmış ve bu mesleğe olan ilgi ve cazibeyi artırmıştır.. Eczacıların halkın sağlık sorunlarında ilk başvurduğu adres olması, her yönü ile düzenli işletmeler oluşu bu mesleğin saygınlığını da artırmıştır. Özellikle küçük yerleşim yerlerinde ki eczacılar, o toplumun en saygın ve önemli üç dört kişisinden birisi olmuştur.

Ne var ki, son yıllarda her köşede bir üniversite açma furyası, Türkiye’ de ki eczacılık fakültesi sayısını bir anda 23 e,  eczane sayısını da 24.000 e yükseltmiştir. Bu sayısal artış ve son yıllarda ki uygulamaların eczacıların aleyhine işlemesi, eczanelerin birçoğunu gizli iflasa sürüklemeye başlamıştır. Yine üzülerek söylemek gerekirse, geçmişte sayıları çok olmasa da, bazı eczacıların adının karıştığı suiistimaller de yapılan işin sağlık ile ilgili olmasının da etkisi ile bu mesleğin saygınlığına büyük zararlar vermiştir.

Zaten ciddi ekonomik sorunlarla uğraşan eczaneler, son yıllarda bir de zincir eczaneler korkusunu yaşamaya başlamıştır. Aslında eczaneler için tehlike çanları, 1984 yılı sonunda KDV Kanunun yürürlüğe girmesi ile başlamıştı. Eczanelerin önemli çeşitleri arasında bulunan ve ıtriyat olarak tanımlanan kozmetik ve parfümeri çeşitlerine KDV konulması ile bu çeşitlerin eczanelerde satışı hızla azalırken, bu çeşitler KDV almadan satış yapan eczane dışı satış alanlarına kaymıştır.

Daha sonra eczanelerin sattığı bazı çeşitlere yasaklar getirilirken, veteriner ilaçlar için de veterinerlere satış hakkı verildi. Böylece eczanelerin çeşit alanı iyice daraltılmış oldu. Bu sırada dünya ilaç şirketlerinin baskısı ile reçete dışı ilaçların satışının da eczane dışına kaydırılma çalışması başladı. Sonuçta, özel koruma koşullarında satılması gereken bebek mamaları dahi süper market raflarında yer almaya başladı.

Eczanelerin resmi kar oranının % 20 olarak kabul edilmesi ve bu orana göre vergi vermesinin maliye açısından zorunlu kılınması da, eczaneleri mama ve benzerlerini daha az karla satabilen marketlerle rekabet edemez duruma düşürmüştür. .  Reklâm yasağı ve benzeri kısıtlamalar altında çalışan ve tek fiyatla satış yapması zorunlu olan eczaneler korumasız bırakılmıştır.

Eczanelerin canlı sağlığı ile ilgili olarak çok önemli sorumluluk taşıması ve ilacın sıradan ticari bir mal olmadığı gerçeği, ilaç fiyatlarının artırılmaması kolaycılığı adına, dünden bugüne tüm hükümetler tarafından sürekli göz ardı edilmiştir. Son on yıl öncesine kadar ülkemizde yaşanan yüksek enflasyonlar nedeniyle ilaca sürekli zam yapılırken, eczacılar ve bağlı oldukları eczacı odaları inatla ilaç fiyatlarının Türkiye’de çok yüksek olduğunu savunmuştur. Buna rağmen uluslararası ilaç tekellerinin baskısı ile zamlar devam etmiştir.

Tüm bu dönemlerde ilaç fiyatlarının artmasının eczanelerin karlılığını artırmasına rağmen, Türk Eczacılar Birliği ve eczacı odaları olarak ülkemiz çıkarlarını ön planda tutan eczacılar, ilaç fiyatlarının artırılmasından şikâyetçi olmuş ve fiyatların düşürülmesi taleplerinin bayraktarlığını yapmıştır. Son beş altı yıldır iktidarda ki hükümet, enflasyonun durdurulması ile ilaç zamlarını önce durdurmuş, sonra da eczacıların yıllardır savunduğu ilaç fiyatlarının yüksekliğine el koymuştur. Kısa sürede ilaç fiyatları bir anda ¼ , hatta daha da aşağılara düşmüştür. Çok değil daha 5–6 yıl önce 90.00 TL. Satılan bir ilacın fiyatı 15–20 TL. düşmüştür.

Yakın geçmişte zam diye tutturan ilaç firmalarının bu düşük fiyatlarla nasıl ilaç sattığı sorgulanmazken, yıllarca bu ülkenin hazinesinin soyulmasının hesabı da sorulmamıştır. Ancak ülkemiz ve halkımız adına yararlı olan günümüz hükümetinin ilaç politikası, yıllarca ilacın çok yüksek fiyatlarla satıldığı konusunu haykıran eczacıya yeni bir darbe olmuştur. Çünkü her ilaç fiyat düşüşünde, eczacının önceden daha yüksek fiyatlı olarak alıp rafına koyduğu ilacı düşürülen yeni fiyatı ile satmak zorunda bırakılmıştır. Tek alıcı konumunda tekel haline gelen SGK’nın, reçeteleri bilgisayar ortamında ve son ilaç fiyatından kabul etmesi, eczacıyı elindeki ilacı zararına satmak zorunda bırakmıştır.

Sağlık Bakanlığı ve SGK Genel Müdürlüğü’nün Türk Eczacılar Birliği ile yaptığı görüşmelerde fiyatı düşürülen ilaçların fiyat farkının ilaç firmaları tarafından karşılanacağını söylemesine rağmen, firmaların çoğunluğu bu farkları vermekten kaçındığı için eczaneler karsız, hatta zararına ilaç satmak zorunda kalmıştır. Tek alıcı konumuna gelen SGK, başka alıcısı kalmayan eczaneleri bu kez de bu olumsuzlukla karşı karşıya bırakmıştır. Oysa eczacılar yıllardır kar oranlarının düşük olduğundan yakınarak, en azından diğer ülkelerde ki kar oranlarının ve meslek haklarının kendilerine de verilmesi için uğraşıyordu.

Bu hakkı alamayan eczaneler, o süreçte ecza depolarının verdiği peşin ıskontolar ve diğer ek ıskontolarla ayakta durmaya çalışıyordu. Son dönemde ilaç fiyatları düşürülürken, eczanelerin depolardan aldığı tüm ek ıskontolar da, “Kamu kurumu ıskontosu” adı altında SGK’ya kaydırılmıştır.  İlaç fiyatlarının üçte bire, dörtte bire düşürülmesi ile günlük satışları yarı yarıya azalan eczanelerin karlılığı da otomatik olarak düşerken, yukarıda ki nedenle ek gelirleri de elinden alınmış oldu. Mevcut karlarla dahi ayakta durmakta zorlanan ve bu ek karların da alınması ile giderleri sürekli artan eczaneler kapanmakla karşı karşıya kalmıştır.

80 milyonluk Türkiye ilaç pazarına daha çok kar amacıyla göz diken ilaç tekelleri, bu süreçte sürekli olarak serbest eczane sektörünü yok edecek dayatmaları gündeme taşıdı. Ne yazık ki bu olumsuzluklar, toplumun yıllardır en önemli sağlık danışmanı konumunda ki eczaneleri yok olma noktasına getirmiştir. Üzülerek söylemek gerekirse, geçmiş dönemlerde her şartta üyelerine sahip çıkan Türk Eczacılar Birliği ve Eczacı odaları da son dönemlerde sivil toplum kuruluşları üzerinde artan baskı ve diğer yöntemler nedeniyle olacak, eski etkinliğini yitirmiştir.

Sağlık Bakanlığı ve SGK ile yapılan görüşmelerde hükümetle ters düşmemek adına, yapılan dayatmaları önleyemez hale gelmiştir. Türk Eczacılar Birliği, eczanelere dayatılan bir sürü angaryanın karşılığı olarak reçete başına 25 kuruş gibi eczacıyı aşağılayan bir bedelin verilmesini, başarı olarak sunmuştur. Her yıl bir Eczacılık Fakültesi’nin açıldığı bir ortam da, beş yıl sonra yürürlüğe girecek ve eczacıların istediği yerde eczane açmasını önleyecek olan, “Nüfusa göre eczane açılabilmesinin” yasalaştırılması, ileri ki yıllarda eczacılık fakültesinde okumanın da cazibesini yok edecektir. Bir yandan eczacı sayısını ihtiyaçtan fazla artırmak, diğer yandan eczacının eczane açabilmesini imkânsız hale getirmek nasıl bir çelişkidir? Anlamak mümkün değildir.

Hükümetin “Muayenelerden para alınmıyor” görüntüsünü sağlamak için eczanelerde alınmasını şart koştuğu ve eczacıyı hasta ile karşı karşıya getiren muayene ücreti toplama angaryasını dahi engelleyemeyen Türk Eczacılar Birliği, eczacıların güvenini kaybetmeye başlamıştır. Yakın geçmişte ülkesinin çıkarları için ilaç fiyatlarının düşürülmesini savunan eczacılar, bu duyarlılıklarının karşılığını adeta cezalandırılarak görmüş ve mesleklerinin ellerinden alınması durumuyla karşı karşıya bırakılmıştır. Türkiye’nin en düzenli çalışan ve devletine en dürüst vergi veren kurumlarının başında gelen bir meslek gurubu, doyumsuz uluslar arası ilaç tekelleri ile hükümetin sağlık sektörüne bakış politikalarına kurban edilmiştir.

Böyle giderse, ilaç dağıtım pazarını ( Eczaneleri) uluslar arası süper marketleri aracılığı ile eline geçirecek dünya ilaç tekellerinin, ileride hangi fahiş ilaç fiyatlarını bu ülkeye dayatacaklarını hep birlikte göreceğiz. Uyuşturucu ve alışkanlık yapan ilaçlar konusunda eczanelerin sağladığı kontrol sistemi de yerle bir olacaktır. Merak ediyorum, bu ülke gençliğinin en büyük belası olan uyuşturucu kullanımı o zaman nasıl bir patlama yapacaktır? Bunun faturasını kim, nasıl ödeyecektir.

Uzun lafın özeti, günlük hesaplar ile yıllardır sorunlarına duyarsız kalan eczacılar, tüm haklarını kaybetmek tehlikesi ile karşı karşıya kalmıştır. Bu ülke insanına her türlü desteği veren bu sektöre yazık olmuştur. Bu ekonomik çıkmaz kısa sürede çok sayıda eczanenin kapanmasına neden olacak, ayakta kalanlarda uluslararası eczane zincirlerine teslim edilecektir. 30.000 i aşan eczacı, 24.000 bulan eczane sayısı ve asgari 3–4 çalışanı ve aileleri ile birlikte yaklaşık 500.000 kişi daha işsizliğe mahkûm edilecektir. Eczacı, geçmişte olduğu gibi kendisine sahip çıkan Türk Eczacıları Birliğini özlemektedir..

Geçmişte eczacıların kar oranlarını düşüren dönemin sağlık bakanı ile bir bayram öncesi yapılan görüşmeden ayrılırken, kendilerinin bayramını kutlayan bakana, “Bize bayramı zehir ettiniz, bir de bayramımızı kutluyorsun” diyerek elini uzatmayacak kadar dik durabilmeyi becermiş TEB yöneticilerini özlüyoruz.. Kurallar içersinde çalışarak haklı bir saygınlık kazanmış bu meslek gurubuna yazık edilmiştir..  Mesleğinin son dönemlerine gelmiş deneyimli bir eczacı olarak, tüm meslektaşlarımı ve meslek kuruluşlarımızı davalarına daha fazla sahip çıkmaya ve onur duydukları mesleklerinin ellerinden alınmasına karşı koymaya davet ediyorum. Umarım bu kötüye gidiş bir şekilde önlenir.. Yarınlarımızın bugünümüzden daha iyi olması dileğiyle...

/Sadi SUBAŞI
31 Aralık 2012

Türkiye'ye 'Afiş'e Olduk...

Günlerdir Samsun'un EMITT Fuarı için hazırladığı 'afişleri' tartışıyoruz.. Yap boza döndü.. Samsun'u 'tanımadığı' anlaşılan bir reklam şirketinin hazırladığı afiş ile 'Türkiye'ye Afiş'e olduk adeta.. Önce 'oldukça yetersiz bir afiş hazırladılar', bunu kamuoyunun gündemine getirince, tepkiler çığ gibi yükseldi.. Atatürk Anıtı niye yok diye eleştirince, sonra ise Cumhuriyet tarihi ile ilgili misyonunu ön plana çıkaran bir afiş hazırlandı.. Bu kez de kültürel ve doğa dokuları eksikti..

Çok zor muydu acaba böylesine bir afiş hazırlanırken, 'Samsun'un olmazsa olmazlarını' belirleyebilmek.. Ama EMITT Fuarı ile ilgili hazırlanan afişte, eksiklik olacağı aslında baştan belliymiş.. Samsun'un katılacağı bir fuar için dışarıdan bir reklam ajansı ile temasa geçilmiş.. 'Hani Samsun'da var, Samsun'dan al' diyorduk ne oldu.. Hadi onu da geçtik, afişin hazırlanmasıyla ilgili kimse üzerine sorumlulukta almıyor.. Kültür Müdürlüğü bizim haberimiz yok diyor.. Büyükşehir Belediyesi ise 'bizim bir katkımız olmadı' savunmasını yapıyor.. O zaman bu afişleri 'kim hazırladı', kime danıştı, kim olurunu verdi. Koca bir kentin vizyonu hakkında 'son sözü kim söyledi'..

Hal böyle olunca, afişi hazırlayan şirkete suç bulmamak lazım.. Samsun dışından bakınca, balık kafesleri ilginç gelebilir elbette..  Biraz gökyüzü, biraz yeşillik, bir de cami koydun mu, al sana Samsun tanıtımı.. Bir de balık tutan adam heykeli kondurdun mu, tamamdır Samsun.. Bu kadardır hepsi. Yeterlidir anlatmak için; demiş olmalı ajans.. Şimdi kafalar daha da karıştı anlaşılan. Dün apar topar hazırlanan bir tasarımla Atatürk Heykeli ve Bandırma Vapuru'nun olduğu yeni bir afiş hazırlandı.. Ama bu kez de afiş Cumhuriyet tarihi ile sınırlı kaldı.. Samsun'un bu misyonu olmazsa olmazıdır elbette.. Ama doğal güzellikleri ve Cumhuriyet öncesi tarihi nerede?..  Basit bir kolaj ile hepsini anlatmak bu kadar zor olmasa gerek..

Sanırım afişi hazırlayan ajansa oldukça yardımcı olduk.. Kötü niyetli değiller elbette ama 'hiçbir kurumun üzerine sorumluluk almadığı noktada' bu kadar oluyor demek ki.. Bakalım sonuç olarak EMITT Fuarı'na hangi afişle katılacağız, en merak ettiğim de bu aslında..
****

Samsun'daki sel afet olamadı..
Samsun'un yaşadığı sel felaketini 'bir çok kişi afet olarak' kabul etmedi ama yetkililer ısrarla 'afet' dedi.. Biz daha ilk günden itibaren 'kusurların felaketi olarak' yorumladık.. Samsun'a sel sonrası gelen bakanlar da 'bu bir afet' dedi..

Ama bakın Maliye Bakanlığı, Samsun'daki seli afet olarak yorumlamıyor ve esnafın vergi borçlarını yapılandırma kapsamına almıyor... Şimdi hangi bakış açısına inanacak vatandaş, anlamak zor.. Rize, Van ve Kütahya’da yaşanan seli doğal afet kabul eden bakanlık, esnafın vergi borcunu taksitlendiriyor ama  Samsun’daki sel felaketini ise afet olarak görmüyor.. Artık karar verin.. Samsun'un 3 Temmuz akşamı yaşadığı ve 13 kişinin hayatını kaybettiği sel 'afet mi değil mi'?.. Felaket olduğunu biliyoruz da, bu taban tabana ters uygulamalar da 'tam bir felakete dönüştü'..

31.12.2012
/A.YENER CABBAR

28 Aralık 2012 Cuma

Halimiz Harap!

Sezonun ilk yarısı tamamlandı… Samsunspor takımının hali ortada… Hiçbir babayiğit fevkaladenin fevkinde kelimesini telaffuz etmez, edemez… Rakamlar gerçeği yansıtıyor… Sahasında kazanamayan tek takım… En az galibiyet alan takım… En çok berabere kalan takım… Kendi evinde en az puan toplayan takım… Sonuç; 17 maçta toplanan 15 puan…

Çok istikrarlı olmasa da, durumu idare ettiği anda  hocası ile yolları ayırdıktan sonra hem kör, hem de topal hale düşen bir takım… Kenti idare edenlerin sırt çevirdiği, zenginlerinin de sadaka bile atmadığı bir takım… Sahipsiz şehrin, adamın mumla arandığı bir kentin, kör kuyularda merdivensiz bırakılan bir takım… Sezonun başında ve ortasında umutsuz ve mutsuz edilen bir camia… Yaşayıp görürsek Mayıs ayını söyleyecek sözümüz yine olabilir…

İcazet Makamı
İlk yarının değerlendirmesini yapmak üzere basının karşısına umumi heyeti ile birlikte çıkan Emin Kar’ı dinlerken aklım iki konuya takıldı… Diyor ki başkan! “Yönetime aday olacaklar 5 Ocak tarihine kadar listeleri ve projeleri ile birlikte kulübe müracaat etsin”… Sormazlar mı adama, “sen icazet makamı mısın ?” diye.

Adayları ön seçimle mi belirleyeceksin? Aday olan –ki şu an öyle birinin varlığından söz etmek mümkün değil- 9 Şubat’ta genel kurula gelir, listesini sunar, kendini ve ekibini ifade eder, seçime girer, kazanır ya da kazanamaz… İşin kuralı budur, bildiğim kadarıyla… Böyle bir açıklama da bulunurken yanındaki yöneticilerin Emin Kar’ı uyarmadı… O’nu dinleyen basının minik kuzularının da ağızlarını bıçak açmadı…

Neden Görevden Aldın?
Samsunspor’u haftalardır meşgul eden konu Ali Kemal Gedikli- Hasan Şengün ve Emin kar arasında yaşanan sıkıntı… Gizli savaşa dönen bu olay takımın başarısızlığına neden oldu… Öncelikle görev tanımlarına bir bakalım… Emin Kar, kulüp başkanı ve seçilmiş yönetim kurulu üyesi… Ali Kemal Gedikli,  Futbol şube sorumlusu ve seçilmiş yönetim kurulu üyesi… Hasan Şengün, Kulübün Genel Koordinatör unvanı verilmiş maaşlı çalışanı…

Onca yönetici varken, Kar ve Şengün kulübe mali destek toplama adına her yere birlikte gidiyor, Şengün her uzatılan mikrofona teknik direktör edasıyla konuşuyor, aldığı maaş tartışılıyor vs vs… Bir deplasmana götürülmediği için Başkan Kar, kankasına sahip çıkıp Ali Kemal Gedikli’ye karşı cephe alıyor… Sonrası malum…

Önce Gedikli, sonrasında Erhan Altın istifa ediyor… Bu istifalar takımı fırtınalar içerisinde dümeni kırılan tekneye dönüştürüyor… Ali Kemal Gedikli sustukça Kar ve Şengün konuşuyor… Biri ‘Gedikli istifa etmedi, ben görevden aldım’ diyor… Diğeri, kulübün maaşlı personeli değil, yöneticisi edasıyla ‘kulübe gelir temin etmek için çok çalışıyorum, toplanan paralarda emeğim büyük’ iddiasında bulunuyor… Basınımızın mümtaz temsilcilerinden hiç biri öne çıkıp başkana şu soruları sormuyor…

“Siz tüm transferleri gerçekleştirsin, işin parasal boyutunda da tasarruf kullansın diye Gedikli’ye tam yetki vermediniz mi?”
“Bu kadar güvendiğiniz adam ne gibi bir usulsüzlük, yolsuzluk yaptı da görevden aldınız?”
“Bu açıklamayı neden o vakit değil de şimdi yapıyorsunuz?”
“Hasan Şengün’ün Gedikli’in işlerine karışma ve müdahale etmesine neden kayıtsız kaldınız?
“Başkanlık vasfınızı ve arkadaşlık hatırınızı kullanıp bu ikili ile bir araya gelip, neden barışı sağlamadınız ?”
“Yoksa sizde Gedikli’den rahatsızlık mı duymaktaydınız?
“Bu mevzu uzadıkça en büyük zararı Samsunspor’un gördüğünü görmediniz mi?”

Siz ve ekibinizin eleştirilerden  büyük rahatsızlık duyduğunuzu biliyorum ama ne yapayım kendimi tutamıyorum içimden söküp atamayacağım, sizler gibi, taraftarlarımız gibi, büyük Samsunspor sevgisi var… Öyle, ‘ben görevden aldım deyip kesip atamazsınız’ Karşınıza alıp konuştuğunuz basın merak edip sormadı… Şimdi ben soruyorum ve de cevap bekliyorum… Lütfen bir açıklama yapar mısınız?…

28 Aralık 2012 Cuma
/Resul AKÇAY

26 Aralık 2012 Çarşamba

Samsun'u Bekleyen 'Susuzluk' Tehditi..

Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz günlerde Samsunspor tesislerinin  karşısındaki yolda çalışma yapan SAMGAZ'ın çalışmasını 'izinsiz' diyerek  durdurdu.. SAMGAZ ise 'iznimiz var' diyerek Büyükşehir'le ilgili suç duyurusunda  bulunacağını açıkladı.. Bulundu mu bulunmadı mı, bilmiyorum.. Ama işlerin nasıl karışık olduğuyla ilgili daha da önemlisi var.. Geçtiğimiz günlerde de Karayolları 7. Bölge Müdürü Arif Çobanoğlu ilginç bir  açıklamada bulundu.. Viyadük, kanalizasyon ve diğer tesisat işlemlerinde taşeron firmaların  kamulaştırma beledi ödememek için karayolunun kenarında alt yapı çalışması  yaptığını ve bunun tehdit oluşturduğunu söyledi..

Hatta dikkati çekebilmek için çok uç noktada bir de örnek verdi.. "Allah korusun bir doğalgaz hattına zarar verseler, bir kaza olsa savcılık  oluruz" dedi. Olmaz olmaz demeyin.. Samsun Eti Bakır'da yaşanan bir kapak montesi  faciasında 7 can verdi. Yani kaza olabilir nitelikte önemli bir uyarı yaptı.. Uyarıyı yaptı da ne oldu, kimse buna kulak astı mı?.. SAMGAZ'ı yol kenarında çalışma yapıyor diye durdudan Büyükşehir Belediyesi,  bu uyarılar sonrası Müdür Çobanoğlu'nun sözlerinden yola çıkarak, "Durun"  dedi mi bilmiyorum..

Dememiş olmalı. Çünkü deseydi Belediyevleri mevkiinde yapımına başlanan  viyadük çalışmasında 'yaşanması muhtemel tehlike' nedeniyle uyarıları  dikkate alırlardı.. Almamış olmalılar ki; bakın şimdi durum ne halde.. Atatürk Bulvarı'nın Çarşamba istikametindeki yol, yaklaşık bir ay önce trafiğe  kapatıldı. Araçlar geçiş için 500 metre boyunca yol kenarındaki kaldırımdan  bozma hattı kullanıyor..
Ve sıkı durun.. Bilirkişilerin iddiasına göre kaldırımın altından ise Çarşamba Gökçeçakmak  Barajı'ndan Samsun'a bağlanan içme suyu boru hattı geçiyor.  Hatta  Yüksek Mimar Mahmut Konuksever konuya hakim..  Borunun çapını bile söylüyor..  

"Samsun'a içme suyu sağlayan 220 cm iç çapındaki çelik gömlekli öngerilmeli  beton borular var orada. Ve kesinlikle o yükü çekmez. En iyi ihtimalle bileşim  yerlerinden su kaçırmaya başlar" diyor..
Peki bu arada SASKİ İçme Suyu Daire Başkanı Hasan Altınışık, ne diyor?.. "Geçtiğimiz Cuma günü bölgede çalışma yaptık ve kaldırımda çökme tespit  ettik. Durumu aynı gün Karayolları. Bölge Müdürlüğü'ne ilettik" .. İyi de 'ne demek şimdi bu'.. SASKİ'nin ilettiği makam yani Karayolları zaten bu konudan veryansın ediyor..

Hatta anlaşılan taşeronlara söz bile geçiremiyorlar ki, kamulaştırma bedeli  ödemek istemiyorlar, diye dert yanıyor.. Karayolları yetkililerin söylediği ise tam bir muamma; "Bölgede kullanılacak  başka yol yok".. Yani Samsun çaresiz.. Yetkililer ise 'bizler gibi seyirci durumunda'.. Hatta mağdur ve şikayetçi.. Bize de geriye yapacak tek şey kalıyor.. Dua edelim. Hep birlikte 'bir çökme olmasın, kaza yaşanmasın' diyelim ve  bugünlerimize de şükredelim..  Umarız, yaklaşık 17 yıl önce oraya döşenen borular halen sağlamdır,  üzerinden tonlarca ve yüzlerce geçen araçlara dayanırlar ve Samsun içme  susuz kalmaz.. Evet dua edelim.. Borular patlamazsa, çatlamazsa da şükredelim.. Şükredelim ama bir aydır dayandığına göre 'o sağlam boruları oraya  döşeyen', Samsun'a bu içme suyunu sağlayan rahmetli Büyükşehir Belediye  Başkanı Muzaffer Önder'e ve dönemin DSİ Bölge Müdürü Ünal Mesci'nin de  hakkını verelim..

/A.Yener CABBAR
26 Aralık 2012

Samsun'u Bekleyen 'Susuzluk' Tehditi..

Büyükşehir Belediyesi, geçtiğimiz günlerde Samsunspor tesislerinin  karşısındaki yolda çalışma yapan SAMGAZ'ın çalışmasını 'izinsiz' diyerek  durdurdu.. SAMGAZ ise 'iznimiz var' diyerek Büyükşehir'le ilgili suç duyurusunda  bulunacağını açıkladı.. Bulundu mu bulunmadı mı, bilmiyorum.. Ama işlerin nasıl karışık olduğuyla ilgili daha da önemlisi var..

Geçtiğimiz günlerde de Karayolları 7. Bölge Müdürü Arif Çobanoğlu ilginç bir  açıklamada bulundu.. Viyadük, kanalizasyon ve diğer tesisat işlemlerinde taşeron firmaların  kamulaştırma beledi ödememek için karayolunun kenarında alt yapı çalışması  yaptığını ve bunun tehdit oluşturduğunu söyledi.. Hatta dikkati çekebilmek için çok uç noktada bir de örnek verdi.. "Allah korusun bir doğalgaz hattına zarar verseler, bir kaza olsa savcılık  oluruz" dedi. Olmaz olmaz demeyin.. Samsun Eti Bakır'da yaşanan bir kapak montesi  faciasında 7 can verdi. Yani kaza olabilir nitelikte önemli bir uyarı yaptı..

Uyarıyı yaptı da ne oldu, kimse buna kulak astı mı?.. SAMGAZ'ı yol kenarında çalışma yapıyor diye durdudan Büyükşehir Belediyesi,  bu uyarılar sonrası Müdür Çobanoğlu'nun sözlerinden yola çıkarak, "Durun"  dedi mi bilmiyorum.. Dememiş olmalı. Çünkü deseydi Belediyevleri mevkiinde yapımına başlanan  viyadük çalışmasında 'yaşanması muhtemel tehlike' nedeniyle uyarıları  dikkate alırlardı.. Almamış olmalılar ki; bakın şimdi durum ne halde..

Atatürk Bulvarı'nın Çarşamba istikametindeki yol, yaklaşık bir ay önce trafiğe  kapatıldı. Araçlar geçiş için 500 metre boyunca yol kenarındaki kaldırımdan  bozma hattı kullanıyor.. Ve sıkı durun.. Bilirkişilerin iddiasına göre kaldırımın altından ise Çarşamba Gökçeçakmak  Barajı'ndan Samsun'a bağlanan içme suyu boru hattı geçiyor.  Hatta  Yüksek Mimar Mahmut Konuksever konuya hakim..  Borunun çapını bile söylüyor..  "Samsun'a içme suyu sağlayan 220 cm iç çapındaki çelik gömlekli öngerilmeli  beton borular var orada. Ve kesinlikle o yükü çekmez. En iyi ihtimalle bileşim  yerlerinden su kaçırmaya başlar" diyor.. Peki bu arada SASKİ İçme Suyu Daire Başkanı Hasan Altınışık, ne diyor?..

"Geçtiğimiz Cuma günü bölgede çalışma yaptık ve kaldırımda çökme tespit  ettik. Durumu aynı gün Karayolları. Bölge Müdürlüğü'ne ilettik" .. İyi de 'ne demek şimdi bu'.. SASKİ'nin ilettiği makam yani Karayolları zaten bu konudan veryansın ediyor.. Hatta anlaşılan taşeronlara söz bile geçiremiyorlar ki, kamulaştırma bedeli  ödemek istemiyorlar, diye dert yanıyor.. Karayolları yetkililerin söylediği ise tam bir muamma; "Bölgede kullanılacak  başka yol yok".. Yani Samsun çaresiz..

Yetkililer ise 'bizler gibi seyirci durumunda'.. Hatta mağdur ve şikayetçi.. Bize de geriye yapacak tek şey kalıyor.. Dua edelim. Hep birlikte 'bir çökme olmasın, kaza yaşanmasın' diyelim ve  bugünlerimize de şükredelim..  Umarız, yaklaşık 17 yıl önce oraya döşenen borular halen sağlamdır,  üzerinden tonlarca ve yüzlerce geçen araçlara dayanırlar ve Samsun içme  susuz kalmaz..

Evet dua edelim.. Borular patlamazsa, çatlamazsa da şükredelim.. Şükredelim ama bir aydır dayandığına göre 'o sağlam boruları oraya  döşeyen', Samsun'a bu içme suyunu sağlayan rahmetli Büyükşehir Belediye  Başkanı Muzaffer Önder'e ve dönemin DSİ Bölge Müdürü Ünal Mesci'nin de  hakkını verelim..

26.12.2012
/A.YENER CABBAR

25 Aralık 2012 Salı

Kar Topu Ve Aile Hekimliği -2

Genel  yayın  yönetmenimiz  Samsun’daki  sorunların  yoğunluğunu  anlattığı  yazısının başlığında  Sorunlar  Kar  Topu  gibi çoğalıyor cümlesini  kullanmıştı.  Bunun üzerine  Aile Hekimliğindeki  sorunları  ve  talepleri  geçen  yazımda  bir  kısmını  iletmiştim.

Bugün  1.basamak  sağlık  hizmeti  veren  hekimlerin  kar  topu  yumağı  gibi  artan  sorunları  ve  çözüm  önerilerini  paylaşmaya  devam  edeceğim:

*Aile hekimlerinin kendi çalıştıkları  ASM’ nin çalışma programını; tanımlanmış görev, yetki ve sorumluluklar çerçevesinde kendileri belirlemelidir ve ilgili idarece onaylanmalıdır.

*Sağlık hizmetinin ertelenemez, ikame edilemez, sürekli olarak herkese eşit ve nitelikli olarak verilmesi gereken bir kamu hizmeti olduğu dikkate alınarak; ASM’ lerin sınıflandırılma uygulamalarından ve esnek mesai dayatmalarından vazgeçilerek, tüm ASM’ lerde verilen hizmetlerin aynı standartlara kavuşturulmalıdır.

*ASM çalışanlarına her yıl 30 gün ücretli izin ile ihtiyacı oranında istirahat izninin ücrette herhangi bir kısıtlama yapılmaksızın verilmeli, yıllık izinlerin ertesi yıla devredilebilmesi sağlanmalı ve yıllık izin tarihleri çalışanlarca belirlenmelidir.

*Bilindiği gibi yıllık izin; belirli bir süre çalışılmasının karşılığı olarak verilen dinlenme hakkıdır. Nitekim Anayasa’nın 50. maddesi ile bir hak olarak tanımlanmış ve güvenceye alınmıştır;

“MADDE 50- Kimse, yaşına, cinsiyetine ve gücüne uymayan işlerde çalıştırılamaz. Küçükler ve kadınlar ile bedenî ve ruhî yetersizliği olanlar çalışma şartları bakımından özel olarak korunurlar. Dinlenmek, çalışanların hakkıdır.”

57 sayılı Devlet Mamurları Kanunu’nun 102. ve 103. maddelerinde de “yıllık izin” ve “izinlerin kullanılışı”, 104. maddede “mazeret izni”, 105. maddede “hastalık ve refakat izni” düzenlenmiştir. Bu maddelerde; yıllık, mazeret veya hastalık izinleri sırasında memura, kendi yerine görev yapacak başka bir kişi bulması zorunluluğu getirilmemiştir. Keza “Birbirini izleyen iki yılın izni bir arada verilebilir.” denilerek, hakkın belirli bir süreye kadar korunması amaçlanmıştır.

4857 sayılı İş Kanunu’nun 53 ve devamı maddelerinde de yıllık ücretli izin hakkı ve uygulaması düzenlenmiş; yıllık ücretli izin hakkından vazgeçilemeyeceği, yıllık izin süresinde ücretin kesilemeyeceği, yıllık iznin işveren tarafından bölünemeyeceği…güvence altına alınmıştır. Dolayısıyla aile hekimliği uygulamasında da çalışanın “dinlenme hakkı” nın güvenceye alınması, yıllık ve hastalık izinleri süresince ücret ve sosyal haklarda herhangi bir kesinti yapılmaması, çalışana kendi yerine çalışacak kişiyi bulma yükümlülüğü getirilmemesi ve yıllık izin tarihlerinin çalışanlar tarafından belirlenmesine olanak tanınması gerekir.

*ASM çalışanlarına, (yasalarda tarif edilmiş olağanüstü durumlar hariç) kendisine bağlı nüfusa birinci basamak sağlık hizmet sunumunu içeren görev ve sorumluluklar dışında, nöbet ve benzeri isimler altında angarya niteliğinde ek görev ve sorumluklar verilmemelidir.

*Bilindiği gibi Anayasa’nın 18. maddesinde, “Hiç kimse zorla çalıştırılamaz. Angarya yasaktır.” denilmiştir. Bu nedenle yalnızca aile hekimliği hizmetinin gerektirdiği, bu hizmetin getirilme amacına uygun nitelikte ve birinci basamak sağlık hizmetlerinin sunulması çerçevesinde düzenlemeler yapılmalıdır.

Bu çerçevede aile hekimliği hizmetinin zorunlu bir unsuru olmayan hizmetlerin (defin nöbeti, acil nöbetleri vs gibi) talep edilmesini mevzuatın zorunlu kılmadığı, bu ve benzeri hizmetlerin “uygulama” adı altında dayatılmasını, hekim ihtiyacının olduğu her yere oldubitti madde değişiklikleriyle aile hekimlerinin görevlendirilmek istenmesini kabul etmek mümkün değildir.

Yukarıdaki açıklama doğrultusunda; cezaevleri, kreş, bakımevleri gibi özel hizmet gerektiren gruplara sunulacak birinci basamak sağlık hizmetlerinin, ihtiyaca uygun düzenlenmiş kurum hekimlikleri tarafından verilmelidir.

*Aile hekimlerinden, yasal dayanağı ve belirli standartları olan raporlar dışında kalan rapor düzenlenme istemlerinin önüne geçilmelidir.

*Mobil hizmetlerde ulaşım ve sağlık hizmeti verilecek yer, hizmetin sürekliliğinin sağlanması ve niteliğinin arttırılabilmesi için, Sağlık Bakanlığı tarafından sağlanmalıdır.

*Aile Hekimliği Birimi tarafından ulaşılabilen kayıtlı kişilerin periyodik muayenesi; Türk Tabipleri Birliği ile ilgili mesleki dernekler tarafından hazırlanıp, belirli aralıklarla güncellenen periyodik muayene rehberine uyularak yapılmalıdır.

*ASM’ lerde aile hekimleriyle birlikte hizmet veren hemşire, ebe, sağlık memuru, ATT gibi sağlık çalışanlarının, mesleki unvanları olmadan ‘eleman’ olarak adlandırılmasından vazgeçilmeli, mesleki itibarlarını koruyan unvanları kullanılmalıdır.

*ASM’ de çalışan hekimlere sendikalar tarafından belirlenen yoksulluk sınırı rakamlarının en az 2 katı kadar olmak kaydıyla, net temel ücret ve bu ücrete ek olarak kayıtlı kişi sayısı oranında ve bölgesel koşullar gözetilerek  ayrıca bir ek ücret ödenmelidir. Ödenen toplam ücret üzerinden SGK primlerinin ödenmeli ve ele geçen toplam ücretlerin emekliliğe tam olarak yansıtılmalıdır.

Bilindiği gibi Anayasa’nın 55. maddesinde “Ücrette adalet sağlanması” hükmü düzenlenmiş olup,
“MADDE 55. – Ücret emeğin karşılığıdır. Devlet, çalışanların yaptıkları işe uygun adaletli bir ücret elde etmeleri ve diğer sosyal yardımlardan yararlanmaları için gerekli tedbirleri alır.” denilmiştir.

/Cem ŞAHAN
25 Aralık 2012

24 Aralık 2012 Pazartesi

İsyanım, Bir Başka Samsunumuz Olmadığı İçin..

Son üç hafta da yazdığım köşe yazılarım “SUNUŞ” ile bazı dostlarımızı üzdüğüm konusunda yakınmalar olduğu, direkt veya dolaylı yoldan bana iletildi. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki, benim yaşam felsefem, bilerek kimseyi üzmeme izin vermez. Hiç bir yazımda kişisellik yoktur. Yazdıklarımın temeli, ya ülkemin Laik, Çağdaş düzeninin olmazsa olmazına veya Samsun’un uğradığı haksızlıklara isyanıma dayanır. Belki de çok kişinin söylemeye çekindiği yanlışları düzelmesi için cesaretle gündeme taşımam, bazıları tarafından yanlış algılanmış da olabilir.

Ancak şunu da belirtmek isterim ki, bu yazılarım için çok sayıda Samsunludan da destek mesajları alıyorum. Yazdıklarımın da her zaman arkasında durdum. Bugün de duruyorum. Sanıyorum, Samsun’un uğradığı haksızlıklara ve Samsun’da olan yanlışlara değinen köşe yazarının sayısının az olması da, bu konuda duyarlılık göstererek tavrını açıkça ortaya koyanları hedef haline getirmektedir.

İsyanım, yeri gelince yapılan az sayıda ki bazı güzel şeyleri sürekli gündem de tutarak, Samsun’u “Kuzey Yıldızı”, “Karadeniz Bölgesi’nin lideri” diye tanımlamalar veya “Samsun uçuyor“ diye cilalamalar ile bu kentin gittikçe artan sorunlarının göz ardı edilmesinedir.. İsyanım, Samsunlunun geçmişi arar duruma düşürülmesinedir.. Çünkü bir kent sürekli geçmişini arıyorsa, o kentte sorunlar var demektir.. İsyanım, bir kentin kalitesinin bir göstergesi olan eğitim de Türkiye sıralamasında 30. sıraların altına düşmesinedir..

İsyanım, bu kentte işsizliğin sürekli artmasınadır.. İsyanım, bu kentte sayısı zaten az olan ve önemli istihdam alanı yaratan tesislerin özelleştirme adı altında kapatılarak insanların sokağa dökülmesine ve işsiz sayısının artırılmasınadır.. İsyanım, kapanan tesislerin yerine 500 ve üzeri işçi çalıştıracak yeni tesislerin kurulmamasınadır. İsyanım, Samsunlu yatırımcıların adeta Samsun’a yatırım yapmasını imkansız hale getiren, “Teşvik Yasasının” genişletilmesi sırasında sadece Samsun’un bu yasa kapsamına dışına itilmesinedir..

İsyanım, devletimizin gelir kaynağı olan çok sayıda tesisin küreselleşme ve özelleştirilme adı altında yabancı tekellere teslim edildiği gibi Samsunluyu ayakta tutan tek gelir kaynağı olan ticareti de çökertecek dev market zincirlerinin ve Büyük İş Merkezlerinin gelişine alkış tutulmasınadır..    İsyanım, bu İş Merkezlerine yerel firmaların alınmamasına karşı koymayan ve bu konumda ki üyesi yerel firmalara sahip çıkmayan ticaretten sorumlu sivil toplum kuruluşlarına, sahip çıkmayan siyasetçilerimiz ve yerel yöneticilerimizin duyarsızlığınadır..
İsyanım, bu kente alkışlayacağımız tesisler yerine hiçbir ilin kabul etmediği, istihdama hiçbir katkısı olmayan “Mobil Santral”, “Termik Santral” veya hava kirliliğini artıran yatırımların dayatılmasına, hatta “Gelin Samsun’a yapın” denmesinedir.. İsyanım, Samsun’un her kötü konuda olduğu gibi hava kirliliğinin en yüksek iller sıralamasında 2. lik gibi bir ayıba mahkûm edilmesinedir. İsyanım, siyasilerin verdiği tüm sözlere rağmen Samsun’un “Cazibeli İller” kapsamı dışında bırakılmasınadır..   İsyanım, bu kentin adının ekonomik ve sosyal sorunlar nedeniyle gittikçe artan cinayet, tecavüz, hırsızlık, organize suç çeteleri ile ulusal basında haber olması ayıbınadır..

İsyanım, çok sayıda kurumun bölge müdürlüklerinin başka illere kaydırılmasına, Teşvik Yasasında olduğu gibi Samsun’u yönetenlerin ve temsil eden siyasetçilerinin suskun kalmasınadır.. İsyanım, Samsun’da ölümle sonuçlanan şüpheli vakaların otopsi incelemesini yapacak Bölge Adli Tıp Merkezinin bir başka ilde olması nedeniyle doku örnekleri yanında, zaman zaman da olsa cenazelerin bu merkezlere gönderilmesi ile acılı ailelere bu ayıbın reva görülmesinedir.. İsyanım, son kırk yılda onlarca tarihi yapının kitabına uydurularak yok edilmesine de katkısı olan “Kültür ve Tabiatı Koruma Kurulları” karar yeri olan “Röleve ve Anıtlar Müdürlüğü’nün”, Samsun yerine bir başka bölge kentinde oluşunadır..

İsyanım, tarihi Ondokuzmayıs Misyonuna dahi yeterince sahip çıkamayışımızadır.. İsyanım, ilçe takımları Süper Lig’de yer alırken, Samsunspor’un bir alt lig olan PTT Liginden de düşmemeye oynamasına ve Samsun’u bu ayıpla baş başa bırakan kent yöneticilerinedir.. İsyanım, böylesine sorunlarla bölgemiz de bırakın lider kent olmayı, her geçen gün sıradan bir kent olmaya sürüklenirken kendi içimizde anlaşılmaz ilişkileri güçlendirerek bu çöküşe çanak tutulmasınadır..

Benim yazılarımdan dolayı üzdüğüm dostlarımın, bana bu pencereden bakması için yazdım bunları. Bu yazdıklarımı, bu kentte yaşamaktan mutlu olan ve Samsun’dan bir hafta uzak kalınca bu kenti ve insanlarını özleyenlerin çok iyi anlayacağını biliyorum. Köşe yazarı, “Şakşakçılık yapmaz..Bozuk giden işlerin düzeltilmesi için eleştiri yapar ve yol gösterir” ilkesine inanan birisi olarak köşe yazıları yazıyorum.

Şu konuyu da belirtmekte yarar görüyorum. Bir Samsunlu olarak ve kentsel sorunlarının azaltılması için çaba harcamış birisi olarak, Samsun’un güzelleşmesi için çaba gösterilmesinden tabii ki ben de mutlu oluyorum. O nedenle de, Büyükşehir Belediye Başkanımız Sayın Yusuf Ziya Yılmaz’a ve kendi çaplarında da bu yönde çaba harcayan, yanlışları söyleyen, projeler sunarak cesur tavır sergileyen sivil toplum kuruluşlarına teşekkür ediyorum. Git gide daha da sıradan bir kent olmaya doğru sürüklenen Samsun için hala bölgenin lideri olduğu söylenebiliyorsa, bu yazdıklarım ve vurguladığım önceliklerim yanlış demektir.

Eğer gerçek bu ise, yanlış yapmış ve boşuna kürek çekmişim demektir. O zaman, bir Samsunlu olarak bugüne kadar beni anlayan ve destek verenlerin affına sığınarak, üzdüklerimden özür dilemek boynumun borcudur. Ne yapalım ki, bu kentte yaşıyor ve bu kenti seviyoruz. Bunlarda bu kentin gerçekleri.. Her şeye rağmen iyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
24 Aralık 2012

Alkışlar Gençlere

Geride kalan haftaların aksine Samsunspor kadrosunda bariz değişimlerin olduğu bir maç izledik... Besim hoca zaten kısıtlı olan kadrodan 4 oyuncuyu gözden çıkarma yürekliğini göstererek bir cesaret örneği sergilemişti...  Kararlılığını gençlere inandığını göstererek sürdürdü... Hani derler ya ' çaresizseniz, çare sizsiniz'  diye... Hocanın hali ruh iyesi de böyleydi...

Soner kaleyi Atilla'dan devralmış, sarı kart cezalısı Lokman’ın yerine Ercan,  N'sunbu'nun yerine de Doğan takıma kondurulmuş, yedeklerde ise kurtarıcı olarak, babadan torpilli Yankı Şengün,  Burhan, Oğuzhan ve Mehmet hocalarından gelecek görev emrini beklemekteydiler... Takımın sağ bek görevine monte edilen Canberk haftalar ilerledikçe futbolunun üzerine koymaya devam ediyor... Dün çalışkanlığıyla, gözüme ve gönlüme girdi... Sadece O değil elbet... Ercan ve Doğan ilk kez oynamalarına karşın sırıtmadılar.... Besim hoca yaptığı hamle ile Samsunspor'a umut olacak iki ismi daha sundu desek yanlış olmaz... Adana temsilcisine karşı kora kor, dişe diş bir mücadele sergileyen Samsunspor rakibine pozisyon dahi vermeden maçı tamamladı... Böylesi sulu kaygan zeminde her iki ekibin kaleye şut çekmeyi düşünmemesi çok enteresan bir durum...

Umut edilen golü karambol oluşumundan beklemek futbol mantalitesine ne kadar uygundur bilinmez...  Samsunsporlu futbolcuların gol bölgelerinde yakaladıkları pozisyonlarda kafalarını kullanamamaları büyük talihsizlikti... Maçın başında Doğan, ikinci yarının ortalarında ise Ahmet Arı mutlak fırsatlardan yararlanma becerisini gösteremediler... Sancılı ve sıkıntılı bir süreçten geçilirken zor bir deplasmandan puanla dönmek küçümsenmeyecek bir durum... Bu maçtan kazanç hanesine genç futbolcu kazanımı ve bir puan yazdırılmıştır... Ligin ilk yarı perdesi kapandı... 17 maçta, 1 galibiyet 12 beraberlik alıp, sahasında maç kazanamadan devreyi kapatan bir takımın ikinci yarıda fark yaratacak sonuçlara imza atması kaçınılmaz bir durumdur... Yoksa akıbeti malumdur...

24 Aralık 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

Samsun'da Kazanıyorlar Ama 'Samsun'a Katkıları Ne'

Her yıl ballandıra ballandıra açıklarlar.. İstanbul Ticaret Odası'nın raporuna giren Türkiye'nin ilk 500 şirketi.. Samsun'dan 5 firma hemen her yıl Türkiye'nin ilk 500 şirketi arasında yer alır, çok şükür.. Yani bir deyişle; Türkiye'nin 'en büyükleri arasındadır'.. Yerel basında 'boy boy resimleri verilir', manşet haberlerle 'işte göğsümüzü kabartanlar' diye manşetler atılır.. Samsun Ticaret ve Sanayi Odası'nın başkanı da çıkar, 5 firmayı başarılarından dolayı kutlar, hatta şükranlarını bile sunar.. 'Kentin yüz akları olarak lanse eder' kamuoyuna..

Açıklanan raporlarda ayrıntılar da vardır..  5 firma bir önceki yıla göre gelişme göstermişlerdir.. Yani daha büyümüşlerdir. Bütçeleri daha da artmış, gelişip, serpilmişler.. Kazandıkları para bir yıl öncesine göre artmıştır.. İyi de Samsun'da kazanıyorlar ama Samsun'a vergi, SSK ve çalıştırdığı işçiden başka ne katkıları var acaba.. Samsunlu ile ne kadar paydaş.. Mesela hangisinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk projesi var..  Doğaya, çevreye, ekonomiye, el sanatlarına, kadına ne gibi sürdürülebilir 'sosyal sorumluluk' projeleriyle katkı veriyorlar.. Uluslararası arenada 'kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle' nasıl yer almışlar..  Türkiye'nin ilk 500 şirketi olma özelliğinin dışında, 'içinde insan olan hangi projeleriyle' isimlerini duyurmuşlar... Doğayla ilgili, çevreyle ilgili hangi çalışmalarda sponsorluk ve önderlik yapmışlar..

Samsun'a koydukları katkıları 'hangi platforma' anlatabilmişler.. İsmine okul yaptırmak, selzedeye bir kaç bin lira bağışlamak, spora '3 -5 kuruş katkımız olsun' gibi 'günlük yaklaşımların ötesine 'ne katkıları var acaba' gerçekten bilmiyorum.. Bağış gibi bir yaklaşımı  da 'kurumsal sosyal sorumluluk olarak görmüyorum' zaten..  Sürdürülebilir olmayan her şey 'gelip geçici ve kalıcı olmayacağına göre', sorumluluk da olamaz elbette.. Çoğunun ismini 'şirketini ne kadar büyüttüğü ile duymaktan' başka hangi özelliğiyle hatırlıyoruz ki.. Kazandıklarıyla öne çıkan, kazandırdıklarıyla bilinmeyen Samsun'un en büyükleri, ilk 500'teki diğer şirketlere baksın görecektir..  Hemen hepsinin sürdürülebilir, el tutulur, gözle görülür kurumsal sosyal sorumluluk projeleri var..

Ama isterseniz fazla uzağa gitmeyin.. Samsun'dan bir örnek vermekte mümkün.. Hem de ilk 500'te olan şirketleri geride bırakarak uluslararası arenada kurumsal sosyal sorumluluk değerlendirmesinde 'alkışlanan bir şirket' var.. 2010'da Samsun'un yaşamına girdi ama dokunmadık yer bırakmadı.. Bu sürede 14 KSS projesi hazırladı ve hayata geçirdi.. Kadın Emeği Pazarı'nı kurdu, internet üzerinden online satışı üstlendi. Gençlere 'icatlarını getir değerlendirelim' dedi. Başarılı öğrencilere her yıl ödül verdi özendirdi, Orta Karadeniz'in unutulmaya yüz tutmuş kültürüne ışık oldu, destekledi, seminerler, toplantılar düzenledi.

Bölge bölge gezdi. Çevreyi doğayı koruyalım dedi, kökeni Samsunlu bir şirket olmamasına rağmen 'Samsunlu şirketler kılını kıpırdatmazken' Bafra'da nesli tükenmekte olan dikkuyrukları koruma altına aldı. Orman Bakanlığı'na proje sundu, sponsorluğunu üstlendi. Bölgenin tarihini aydınlatalım diyerek, her türlü çalışmaya destek sözü verdi, günümüzün koşulları karşısında küçük atölyelerde yaşam savaşı veren el zanaatlarını yerel kültürü korumak adına da kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerin ustalarını buldu, maddi destek verdi, 'siz yaşamalısınız' dedi; sanayileşme karşısında dirençlerine destek oldu..

Ve Samsunlu bıçak ustası ve diğerleri önceki gün İstanbul'da Kadir Has Üniversitesi'nde düzenlenen "İşletme 2023; Cumhuriyetin 100. Yılında Kurumsal Sosyal Sorumluluk Pazaryeri” Organizasyonu’nda, uluslararası bir jürinin karşısına çıktı. Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği/Corporate Responsibility Europe (CRE) 2012'nin en başarılı KSS projelerine Türkiye'nin önde gelen ilk 500 şirketinden yoğun katılım oldu.  Samsun'daki 5 şirket proje gönderdi mi, sanmıyorum ama devler şirketlerden 18'i değerlendirmeye alındı.. Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği'nin uluslararası yetkililerinden oluşan jürisi o ustaları izledi, yerlisi yabancısı ayakta alkışladı ve 'ŞÜKRANLARIMIZI SUNUYORUZ' dedi onlara ve mesleklerini günümüze taşıdıkları için şükran plaketi verdi.

Onları bugünlere taşıyan, onlara destek olan, para kazandığı bölgeye kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle de 'paydaşlık' aşılayan, Anadolu'ya kıvılcım olan o şirkete de 'Uluslararası Yılın Sosyal Sorumluluk birincilik ödülünü' oy birliği ile verdi. Herkes ayakta alkışladı..  Samsun'un adını uluslararası organizasyonda duyuran, bölgemizdeki ustaları 'binlerce kişinin karşısında' şükran plaketi verdiren o şirket de göğsümüzü 'laf olsun diye değil, gerçekten kabarttı'.. O şirket Çalık YEDAŞ.. ikincilik ödülünü Doğan Organik, üçüncüklük ödülünü Orta Anadolu ve Jüri Özel Teşvik Ödülü ise Doğuş Otomotiv’e aldığına göre, ödülün önemini siz düşünün artık.. Büyüklük; parayla, bütçeyle, serpilip, gelişmeyle ölçülmüyor.. 'Çevrene, bölgene, insana, doğaya ne kattığınla' değerlendiriliyor.. Yürekten kutluyorum..

/A.Yener CABBAR
24 Aralık 2012

Samsun'da Kazanıyorlar Ama 'Samsun'a Katkıları Ne'

Ballandıra ballandıra açıklarlar.. İstanbul Ticaret Odası'nın raporuna giren Türkiye'nin ilk 500 şirketi.. Samsun'dan 5 firma hemen her yıl Türkiye'nin ilk 500 şirketi arasında yer alır, çok şükür.. Yani bir deyişle; Türkiye'nin 'en büyükleri arasındadır'.. Yerel basında 'boy boy resimleri verilir', manşet haberlerle 'işte göğsümüzü kabartanlar' diye manşetler atılır.. Samsun Ticaret ve Sanayi Odası'nın başkanı da çıkar, 5 firmayı başarılarından dolayı kutlar, hatta şükranlarını bile sunar.. 'Kentin yüz akları olarak lanse eder' kamuoyuna..

Açıklanan raporlarda ayrıntılar da vardır..  5 firma bir önceki yıla göre gelişme göstermişlerdir.. Yani daha büyümüşlerdir. Bütçeleri daha da artmış, gelişip, serpilmişler.. Kazandıkları para bir yıl öncesine göre artmıştır.. İyi de Samsun'da kazanıyorlar ama Samsun'a vergi, SSK ve çalıştırdığı işçiden başka ne katkıları var acaba.. Samsunlu ile ne kadar paydaş..

Mesela hangisinin Kurumsal Sosyal Sorumluluk projesi var..  Doğaya, çevreye, ekonomiye, el sanatlarına, kadına ne gibi sürdürülebilir 'sosyal sorumluluk' projeleriyle katkı veriyorlar.. Uluslararası arenada 'kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle' nasıl yer almışlar..  Türkiye'nin ilk 500 şirketi olma özelliğinin dışında, 'içinde insan olan hangi projeleriyle' isimlerini duyurmuşlar... Doğayla ilgili, çevreyle ilgili hangi çalışmalarda sponsorluk ve önderlik yapmışlar..

Samsun'a koydukları katkıları 'hangi platforma' anlatabilmişler.. İsmine okul yaptırmak, selzedeye bir kaç bin lira bağışlamak, spora '3 -5 kuruş katkımız olsun' gibi 'günlük yaklaşımların ötesine 'ne katkıları var acaba' gerçekten bilmiyorum.. Bağış gibi bir yaklaşımı  da 'kurumsal sosyal sorumluluk olarak görmüyorum' zaten..  Sürdürülebilir olmayan her şey 'gelip geçici ve kalıcı olmayacağına göre', sorumluluk da olamaz elbette.. Çoğunun ismini 'şirketini ne kadar büyüttüğü ile duymaktan' başka hangi özelliğiyle hatırlıyoruz ki..

Kazandıklarıyla öne çıkan, kazandırdıklarıyla bilinmeyen Samsun'un en büyükleri, ilk 500'teki diğer şirketlere baksın görecektir.. Hemen hepsinin sürdürülebilir, el tutulur, gözle görülür kurumsal sosyal sorumluluk projeleri var.. Ama isterseniz fazla uzağa gitmeyin.. Samsun'dan bir örnek vermekte mümkün.. Hem de ilk 500'te olan şirketleri geride bırakarak uluslararası arenada kurumsal sosyal sorumluluk değerlendirmesinde 'alkışlanan bir şirket' var.. 2010'da Samsun'un yaşamına girdi ama dokunmadık yer bırakmadı.. Bu sürede 14 KSS projesi hazırladı ve hayata geçirdi..

Kadın Emeği Pazarı'nı kurdu, internet üzerinden online satışı üstlendi. Gençlere 'icatlarını getir değerlendirelim' dedi. Başarılı öğrencilere her yıl ödül verdi özendirdi, Orta Karadeniz'in unutulmaya yüz tutmuş kültürüne ışık oldu, destekledi, seminerler, toplantılar düzenledi.

Bölge bölge gezdi. Çevreyi doğayı koruyalım dedi, kökeni Samsunlu bir şirket olmamasına rağmen 'Samsunlu şirketler kılını kıpırdatmazken' Bafra'da nesli tükenmekte olan dikkuyrukları koruma altına aldı. Orman Bakanlığı'na proje sundu, sponsorluğunu üstlendi. Bölgenin tarihini aydınlatalım diyerek, her türlü çalışmaya destek sözü verdi, günümüzün koşulları karşısında küçük atölyelerde yaşam savaşı veren el zanaatlarını yerel kültürü korumak adına da kaybolmaya yüz tutmuş mesleklerin ustalarını buldu, maddi destek verdi, 'siz yaşamalısınız' dedi; sanayileşme karşısında dirençlerine destek oldu..

Ve Samsunlu bıçak ustası ve diğerleri önceki gün İstanbul'da Kadir Has Üniversitesi'nde düzenlenen "İşletme 2023; Cumhuriyetin 100. Yılında Kurumsal Sosyal Sorumluluk Pazaryeri” Organizasyonu’nda, uluslararası bir jürinin karşısına çıktı. Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği/Corporate Responsibility Europe (CRE) 2012'nin en başarılı KSS projelerine Türkiye'nin önde gelen ilk 500 şirketinden yoğun katılım oldu.  Samsun'daki 5 şirket proje gönderdi mi, sanmıyorum ama devler şirketlerden 18'i değerlendirmeye alındı..

Avrupa Kurumsal Sosyal Sorumluluk Derneği'nin uluslararası yetkililerinden oluşan jürisi o ustaları izledi, yerlisi yabancısı ayakta alkışladı ve 'ŞÜKRANLARIMIZI SUNUYORUZ' dedi onlara ve mesleklerini günümüze taşıdıkları için şükran plaketi verdi. Onları bugünlere taşıyan, onlara destek olan, para kazandığı bölgeye kurumsal sosyal sorumluluk projeleriyle de 'paydaşlık' aşılayan, Anadolu'ya kıvılcım olan o şirkete de 'Uluslararası Yılın Sosyal Sorumluluk birincilik ödülünü' oy birliği ile verdi. Herkes ayakta alkışladı..

Samsun'un adını uluslararası organizasyonda duyuran, bölgemizdeki ustaları 'binlerce kişinin karşısında' şükran plaketi verdiren o şirket de göğsümüzü 'laf olsun diye değil, gerçekten kabarttı'.. O şirket Çalık YEDAŞ.. ikincilik ödülünü Doğan Organik, üçüncülük ödülünü Orta Anadolu ve Jüri Özel Teşvik Ödülü ise Doğuş Otomotiv’e aldığına göre, ödülün önemini siz düşünün artık.. Büyüklük; parayla, bütçeyle, serpilip, gelişmeyle ölçülmüyor.. 'Çevrene, bölgene, insana, doğaya ne kattığınla' değerlendiriliyor.. Yürekten kutluyorum..

24.12.2012
/A.YENER CABBAR

23 Aralık 2012 Pazar

Kar Topu Ve Aile Hekimliği -1

Genel  yayın  yönetmenimiz  Samsun’daki  sorunların  yoğunluğunu  anlattığı  yazısının başlığında  Sorunlar  Kar  Topu  gibi çoğalıyor cümlesini  kullandı. Evet… Sağlık  alanında  ve  sağlık  emekçilerinin  sorunları da  kar  topu  gibi çoğalıyor.. Kent  hafızası  ve  belleği de  giderek  zayıflıyor. Fikri  takip, gücü  takipe  dönüyor.

Birinci  Sağlık  Hizmetlerinin  Aile  Hekimliği  sistemine  dönüştürülmesi  sürecinde  o zamanlar  yönetimde  bulunduğum  Tabip  Odası  karşı  çıkmıştı. Zamanın  iktidar  milletvekili , Aile  hekimliğinin  IMF  ve  Dünya  Bankası  projesi  olduğu bilimsel  raporlar  ile  ortaya  koyan  oda  yöneticilerini  Vatan  Hainliği  ile  suçlamıştı:

‘’Bu uygulamaya Samsunda bulunan sözde bir sivil toplum örgütü karşı çıkıyor. Doktorları temsil ettiğini söylüyor ve doktorların bu projeyi istemediğini belirtiyor. Onların istedikleri kırsal kesimde halka hizmet götürmek yerine, döner sermaye olan yerde çalışmaktır. Bu da bir vatan hainliğidir.’’ 11. Ağustos.2006 yazısında  Necdet  Uzun milletvekilinin  bu  sözlerine  karşı  çıkmıştı: ‘’Ne demek sözde kuruluş?..Tabipler Odası sözde kuruluşsa, Baro da öyledir...Mühendis Odaları da...Bu birinci yanlıştır...İkincisi ve en büyüğü ise, Vatan hainliği suçlamasıdır...Bu ağır ithamdır...Tabipler Odası projeye karşı çıkıyorsa, bunun nedenlerini sorgulamak ve tartışmak gerekir’’ 6  yıl  geçti. Samsun’un  sağlığı  iyiye  gitmiyor.

Aile  Hekimliği  yapan  hekimler  ve  sağlık  emekçilerinin  özlük  hakları  kayıpları  hızla artıyor! Sistem  emek  sömürüsü  üzerinden  sürüyor. İktidar  sistemi  sorgulamaktansa  gelinen  noktada  suçu  sağlık  çalışanlarına  yüklüyor. Örneğin 28.ekim.2012 de Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Faruk Çelik, "Aile hekimliği reçete yazan sistem haline geldi. Reçete yazan bir sistem olmaktan çıkartılması gerekiyor. Aile hekimliği reçete, ilaç yazmak yarışı olmamalı" açıklaması yapmıştı… Aile  Hekimlerinin Onların özverisine  rağmen  alan  her  geçen  gün  daralıyor.. Bildiğiniz  gibi,  temel  çalışma  biçimleri  sözleşmeli  çalışma..

Her  yıl  Ocak  ayında sözleşmeleri  yenileniyor.. Şimdi  Aile  Hekimleri  TTB  bünyesinde  sorunlarını  ve  sözleşme  öncesi  Taleplerini  ve çözüm  önerilerini  sunuyor.. Birinci  Basmak  Sağlık  Hizmetlerini: Birinci basamak sağlık hizmetleri koruyucu, teşhis, tedavi ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini bir arada kapsayan, bir yaşam boyu sürekli erişilebilen, diğer basamaklarla eşgüdüm içinde çalışan, ekip hizmeti temeline dayanarak sunulan ve toplumca benimsenen bir kamu hizmetidir olarak  tanımlıyorlar.

*İş güvencesi içeren, mesleki bağımsızlığı koruyan, kamu görevlisi statüsünde çalışılmasını sağlayan yasal düzenleme yapılmalıdır. Bilindiği gibi sağlık hizmetleri, nitelikleri gereği diğer kamu hizmetlerinden farklı, ertelenemez, ikame edilemez, sürekli olarak herkese eşit ve nitelikli olarak verilmesi gereken bir kamu hizmetidir. Bu nedenle de, Anayasanın 2. maddesindeki sosyal hukuk devleti ilkesinden ve devletin bu alandaki sosyal ödevlerinden bağımsız düşünülemez. Bir başka ifadeyle, bu kamu hizmetinin devlet tarafından sunulması, ödevlerinin de bir gereği ve doğal sonucudur. Anayasa’nın 128. maddesinde de, “Devletin, kamu iktisadi teşebbüsleri ve diğer kamu tüzel kişilerinin genel idare esaslarına göre yürütmekle yükümlü oldukları kamu hizmetlerinin gerektirdiği asli ve sürekli görevler, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle görülür” hükmü düzenlenmiştir. Bu nedenle temel kural, “asli ve sürekli görevlerin, memurlar ve diğer kamu görevlileri eliyle gördürülmesi” olduğundan, ASM’ lerde verilen kamu hizmetinin de kamu görevlisi statüsündeki çalışanlar eliyle yürütülmesini gerektirir.

*Yukarıdaki tespit doğrultusunda; ASM’ lerin kamu binalarında hizmet vermesi, demirbaş malzemelerinin sağlanması, bina ve demirbaşların her türlü bakım onarım ihtiyacının zamanında ve tam olarak  Sağlık Bakanlığı tarafından karşılanması için gerekli yasal düzenlenme yapılmalıdır.

*Birinci basamak sağlık hizmeti belirli bir nüfusa bölge tabanlı olarak verilmelidir.
*Haftalık çalışma süresinin en fazla 40 saat olarak belirlenmeli ve bu süreyi aşmayacak şekilde düzenleme yapılmalıdır. Zira bilindiği gibi 657 sayılı Devlet Memurları Kanununun 99. maddesinde; “Memurların haftalık çalışma süresi genel olarak 40 saattir” denilmektedir. Keza işvereni devlet ve özel sektör olsa dahi, ücretli olarak çalışanlara ilişkin uluslararası sözleşmeler düzenleyen Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO)’nün Türkiye tarafından da imzalanmış olan;
*1935 tarihli 47 No.lu Sözleşme “40 Saatlik Çalışma Haftası Sözleşmesi” adını taşımakta ve çalışanların haftalık çalışma saatlerini 40 saat olarak belirlemektedir.
*1977 tarihli ve 149 sayılı Sağlık Çalışanları Sözleşmesi’nin 6. maddesinin referansına göre de sağlık çalışanları açısından haftalık çalışma saati 40 saat olarak belirlenmiştir.
*Avrupa Birliği Parlamentosu 1993 yılında yayınladığı 104/EC sayılı direktif, hekimlerin haftalık çalışma süresinin 40 saat olduğunu saptamıştır. Adı geçen direktif 2003 senesinde 88/EC sayılı direktif ile revize edilmiştir. Bu direktife göre de, haftalık çalışma saati 40 saati aşmayacaktır. Hekimlerin günlük çalışma süresi de 8 saat ile sınırlanacak ve zorunlu durumlarda en çok 10 saate çıkarılabilecektir. Ancak bu durumda bile yılda en az 24 hafta ortalama 8 saatlik çalışma süresinin tutturulması zorunlu kılınmıştır.

Sayılan ulusal ve uluslararası mevzuat ışığında, sağlık hizmetinin sürdürüldüğü ASM’ lerde görev yapan çalışanların haftalık çalışma süresinin 40 saat olarak belirlenmesi gerekir.

/Cem ŞAHAN
23 Aralık 2012

Samsun Ve Fuar…

Samsun, Türkiye’nin ilk milli fuarına sahip ilimiz. Her yıl 1-31 Temmuz tarihleri arasında açık kalırdı. O yıllardaki ziyaretçi sayısı tam 1 milyon 500 bindi. Tüm marka olmuş kuruluşların stantları vardı. Fuarın ziyaretçileri sadece Samsunlular değildi. Tüm Karadeniz akın ederdi Samsun’a. Samsun’un en iyi tanıtım aracı idi. Fuarın uluslararası hale getirilebilmesi için planlar yapılıyordu. Ne olduğunu anlayamadan hızlı bir çöküş dönemine girdi. Her geçen yıl kan kaybeden Samsun Fuarı yok oldu,  gitti.

Anadolujet tarafından, Samsun Valiliği, Samsun Büyükşehir Belediyesi, Ondokuzmayıs Üniversitesi, Samsun Ticaret ve Sanayi Odası’nın katkılarıyla düzenlenen ‘Aile Şirketlerinde Marka Zekası-BQ ve Kurumsallaşma’ konulu söyleşide STSO Başkanı Salih Zeki Murzioğlu, Samsun’un 80’li yılların başında kaybettiği ‘fuar kenti’ unvanını 2013 yılında geri alacağını söyledi. Alır mı, bilinmez.

Samsun’un fuarlarıyla da anılması amacıyla 'Fuar ve Kongre Merkezi' yapılıyor. Katkısı küçümsenemez. Fuarcılık anlayışı ülkemizde hayli değişti. O bilindik fuarlardan sadece İzmir Enternasyonal Fuarı kaldı. O da hayli kan kaybetmiş durumda. Gerçi İzmir’in bu önemli fuarı ayakta kalmalı. Yaşatılması bence gerekir. Yeni anlayışla gerçekleştirilen fuarcılık, geniş kitlelere hitap etmekten uzak. Birkaç gün, bilemedik bir hafta süren fuarların ziyaretçileri ilgi duyanların ötesine çıkmıyor. Bu fuarlar genellikle sektörel bazda.

Samsun cazibe merkezi olabilir mi? Sayın Murzioğlu, Samsun’un hızla büyük bir cazibe merkezi haline geldiğini öne sürüyor. Bence tartışılır. Cazibe merkezi olabilmesi için hayli aşama kaydetmesi gerekir. Bu aşamaların sağlanabilmesi için herkese büyük görevler düşüyor. Her neyse; Samsun tütününden sonra fuarıyla da ünlü bir ilimizdi. Her ikisini de yitirdi. Marka yoksunu kaldı. Bizden sadece hatırlatması.
(…)

23.12.2012
/Avni DEMİR
http://www.habergazetesi.com.tr/kose-yazilari/avni-demir/3624/samsun-ve-fuar-/

22 Aralık 2012 Cumartesi

Şehir Efsaneleri Ve Gerçekler

Yazmaktan  usanmayacağım. Sağlığın  piyasaya  açıldığı  süreçleri  10  yıldır  yalından  izliyorum. Kamu  hastanelerinin  nasıl  kamu-özel  ortaklığı  ile  sermaye  birikimine  aktarılacağı  sürecini de  sizlerle  paylaşacağım. Bunu  bir  görev  arz  ediyorum. Kamusal  Sağlığın  yok  ediliş  öyküsünü  yazacağım.  Her  gün  yüzlerce  bilgi  ulaşıyor  tarafıma. 60  yıllık  Türk  Tabipleri  Birliği’nin  birikimlerini  yakından  izliyorum. SES  sendikasının  çalışmalarını, Özgürlükçü  üniversitelerden  yükselen  sesleri, Yakından  takip  ediyorum..

Kamu  hastanelerin  tasfiyesinin  adı  Şehir  Hastaneleri  kuracağız  oldu. Politik  söylem  bu. Bu  köşede onlarca  gün  yazdım.. Şehir Efsanesine Dönen Şehir Hastaneleri Çok Yüklü Kamu Zararına Neden Oluyor   başlıklı bilgi  notunu  paylaşıyorum  sizlerle:

Şehir Hastaneleri konusu Başbakan’ın Konya’da yaptığı konuşma ile gündeme tekrar taşınmıştır. Gündeme taşınma biçimini teşkil eden “kuvvetler ayrılığı” kavramı, olmalı mıdır, Türkiye’de var mıdır, demokrasi ile yönetildiği iddia edilen bir ülkede Başbakan yargıyı kendine ayak bağı olarak görebilir mi başlıkları üzerinden kamuoyunda ve siyasetçiler arasında tartışılmaktadır. Biz bu tartışmaların ötesinde Şehir Hastaneleri hakkındaki gerçekleri yurttaşlarımızın dikkatine sunmakta büyük yarar görmekteyiz. Zira bunun gerek Başbakan gerekse Sağlık Bakanlığı tarafından yapılmadığını, konunun “vitrin” tarafıyla kamuoyu yaratılmaya çalışıldığını tespit etmekteyiz.

Çok çarpıcı bir durumdur, bu süreçte şimdiye kadar 13 ihale yapılmıştır, ödenecek paralar, şirketlerle yapılan sözleşmelerin esaslı unsurları hiçbir biçimde kamuoyuyla paylaşılmamakta, sürecin can alıcı yönleri kamuoyundan gizlenmektedir. Bunun da ötesinde kimi zaman gerçeği yansıtmayan açıklamalar yapılmaktadır. TTB’ de bu bilgilere ancak açtığı davalarda gelen belgeler aracılığıyla ulaşabilmektedir.

Sağlık Bakanlığı’nın bugüne kadar yaptığı 13 ihale ile belirlenebildiği kadarıyla önümüzdeki 25 yıl için 50 Milyar TL’nin üzerinde bir kamu borcu oluşmuştur. Verilerine ulaştığımız sekiz ihalede bugünün rakamlarıyla yaklaşık 3 milyar 880 milyon TL sabit yatırım öngörülmekte, buna karşılık sadece “kira” adı altında 25 yılda ihaleyi alan şirketlere yaklaşık 26 milyar 500 milyon TL  sabit yatırım bedelinin üzerinde fazladan paralar ödeneceği görülmektedir! Yapılan yatırımın sekiz katı sadece “kira” ödemesinden söz ediyoruz. Bir fikir vermesi bakımından çok yeni bir ihaleyi hatırlamakta yarar var. İki boğaz köprüsü ve tüm otoyolları kapsayan bir özelleştirme için elde edilecek gelir 5 milyar 720 milyon dolardır. Sadece sekiz ihalenin kamu zararı köprü ve otoyol özelleştirmesinden elde edilecek gelirin 2,6 katıdır!

Şirketlere ödenecek para sadece kira bedeli değildir. Hastanelerde görüntüleme, laboratuar, bilgi işlem, güvenlik, temizlik, yemekhane gibi aklınıza gelen tüm hizmetler yine bu şirketlere bırakılmakta, bunlar için de bu şirketlere “hizmet bedeli” adı altında yüksek paralar ödenmesi karara bağlanmaktadır. Üstelik yeni bir yasa tasarısıyla sağlık hizmetlerinin tümünün de bu şirketlere bırakılması söz konusudur.

Ancak bununla bitmemektedir, şirketler ayrıca hastanelerin çevresine kurdukları ticari alanları işleterek kar elde edecek, üstelik bu gelirleri KDV, Damga Vergisi ve Harçlardan muaf olacaktır. Bununla da bitmemektedir! Mevcut köklü devlet hastaneleri de “kampus dışı ticari alan” adı altında bu şirketlerin kullanımına verilebilmekte, bu alanlara otel, alışveriş merkezi gibi ticari yapıların kurulmasının önü açılmaktadır.

Başbakanımız neden bunlardan hiç söz etmemektedir?  Peki, bu yatırımları daha ucuza mal etmek mümkün müdür? Şüphesiz ki evet. Sağlık Bakanlığı İnşaat ve Onarım Daire Başkanlığı da yatırım yapmaktadır. Bir örneği hatırlatalım. Erzurum’da klasik ihale yöntemiyle yaptırılan 1200 yataklı hastane 193 milyon TL’ye mal olmuştur. Şehir Hastanesi olarak kamu özel ortaklığı modeliyle yaptırılan Kayseri’deki 1500 yataklı hastane için 3 milyar 443 milyon lira “kira” ödenecektir. Bu hastanenin sabit yatırım tutarı ise 427 milyon TL’dir! Sabit yatırımın sekiz katı, benzer yatak kapasitesindeki bir hastaneye ödenenin17 katı para ödenecektir. Burada bir kamu yararı olmadığı beş yıldızlı konforun yurttaşlar açısından beş yıldızlı soyguna döndüğü ortadadır.

Burada hekimlere ve sağlık çalışanlarına düşen kurulan düzenin çarkları altında ezilmekten başka bir şey değildir. Yurttaşların ise bu beş yıldızlı konfordan yüksek paralar ödeyerek yararlanacaklarını yapılan düzenlemeler ortaya koymaktadır. Mevcut hastanelerin kapatılmasından, tüm hastanelerin kentlerin belli bölgelerinde toplanmasından doğacak problemler, kimi illerde seçilen yerlerden kaynaklı sorunlar da vardır. Bursa’da planlanan şehir hastanesi yer seçimindeki problemler nedeniyle yargı tarafından iptal edilmiştir, Kayseri’deki alanın bataklık olmasından dolayı sorunlar yaşandığı bilinmektedir.

Çok önemli bir yanlış bilgilendirme daha ortaya atılmıştır. 25 ilde kurulacak Şehir Hastaneleri sayesinde yatak sayısının 43 bin 200 adet artacağı söylenmektedir ki hiçbir biçimde gerçeği yansıtmamaktadır. Şehir Hastanesi ihaleleri Yüksek Planlama Kurulu Kararı ile yapılmaktadır. Başbakan da bu kurulun üyesidir. Yüksek Planlama Kurulu, yapılacak şehir hastanelerine “ancak mevcut hastanelerin yatak sayısından, yapılacak hastanenin yatak sayısı kadar indirim yapılması” ya da “mevcut hastanelerin kapatılması” yoluyla izin vermektedir. Yani bu projelerle hastane ya da yatak sayısı artmamakta, karşılığında mevcut hastaneler kapatılmaktadır. Şehir Hastaneleri’nin yapıldığı model İngiltere ve Kanada’da yıllarca kullanılmış, yarattığı kamu zararı nedeniyle ciddi eleştirilere neden olmuş, pek çok hastaneyi iflasa sürüklemiş bir modeldir. Bu ülkeler işin içinden çıkmanın yollarını aramaktadırlar.

Peki, TTB’nin açtığı davalarda yargı neden yürütmeyi durdurma kararları vermiştir? Başbakan’ın “bir kelime yüzünden engelleme” olarak yorumladığı Danıştay kararlarında ihaleyi alan şirketlere mevcut hastanelerin ticari amaçla kullanılmak üzere verilmesi temel hukuka aykırılık olarak değerlendirilmiştir. Zaten devlete hizmet satacak, yaptığı binayı Sağlık Bakanlığı’na kiraya verecek şirketlere bir de kamuya ait mevcut hastane binalarının otel, alış veriş merkezi vb. yapmak ve işletmek üzere verilmesi hukuka aykırı bulunmuştur. Danıştay kararlarının dayanağı 2005 yılında iktidar partisi milletvekillerinin verdiği teklifle yasalaşan 3359 sayılı Yasanın Ek/7. Maddesi ve Bakanlar Kurulu kararıyla yürürlüğe giren Yönetmelik hükümleridir. Danıştay, Sağlık Bakanlığı’nın mevcut düzenlemelere aykırı olarak ihale yapmasını hukuka aykırı bulmaktadır. Hal böyleyken yargı üzerinde siyasi güç ve medya gücü kullanılarak baskı oluşturulduğu görülmektedir ki ülkemizdeki demokrasinin ileriliğinin açık bir göstergesidir.

Başbakanımızın önce “9 yıllık hayalim”  sonra da “bu fakirin 6 yıldır üzerinde ısrarla durduğu şehir hastaneleri” diye tanıttığı projelerden söz ediyoruz. Başbakanımızın “fakir” olduğuna kimse inanmamaktadır, ancak bu projelerin yarısı dahi bitmeden bu ülkenin gerçek fakirlerine en az 50 Milyar TL’ye mal olduğu görülmektedir. Gerçek rakamlarsa sır gibi saklanmaktadır.

Türk Tabipleri Birliği yeni, modern hastaneler yapılmasına karşı değildir. Bizim istediğimiz bilimin gereklerine uygun biçimde, kente ve çevreye saygılı, kamu yararı gözetilecek biçimde ve mevcut hastaneler korunarak yeni yatırımların yapılmasıdır. Tüm bunların tersine uygulamalara karşı çıkmamız “ayak bağı” olmaya çalışmamızdan değil, insanlığımızın, hekimliğimizin, kamu kurumu niteliğinde meslek örgütü olmamızın, kamu yararını gözetiyor olmamızın gereğidir.

/Cem ŞAHAN
22 Aralık 2012