21 Mayıs 2010 Cuma

Medvedev ve Samsun

Rusya Devlet Başkanı Dimitriy Medvedev'in ülkemizi ziyaretinde Samsun'u da yakından ilgilendiren gelişmeler oldu.İki ülke arasında imzalanan anlaşmalardan;Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Federal Veterinerlik ve Bitki Karantina Servisi arasında tahıl ve ürünlerinin kalite ve güvenilirliğinin sağlanması konusunda memorandum,

●Türkiye'den Rusya Federasyonu'na kanatlı et ve işlem görmemiş kanatlı et ürünlerinin gönderme şartları konusunda Tarım ve Köyişleri Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Federal Veterinerlik ve Bitki Karantina Servisi arasında mutabakat zabtı,

●Enerji ve Tabii Kaynakları Bakanlığı ile Rusya Federasyonu Enerji Bakanlığı arasında Karadeniz Bölgesindeki ham petrolün Samsun-Ceyhan Ham Petrol Boru hattının (Güzergâh değişti, ismi değişmedi)  önceliği temel alınarak güvenli taşınmasına yönelik işbirliğine ilişkin mutabakat zaptı,

●Türkiye Cumhuriyeti ile Rusya Federasyonu hükümetleri arasında Kafkas Samsun Limanları üzerinden demir yolu feribotu ile uluslararası karma taşımacılığın organize edilmesi hakkında anlaşma,

Samsun'u yakından ilgilendiriyor.

Bazı yabancı basın kuruluşlarında "Eksen kayması mı?" diye yorumlansa da imzalanan anlaşmaların hayata geçmesi Samsun için önemli.Un ihracatı, kanatlı et (Tavuk) ihracatı, karşılıklı demir yolu taşımacılığının trenferi ile artması olası gibi görünüyor.Şimdi Samsun'un bu gelişmelere hazırlık yapması, anlaşmaların altyapısını oluşturması gerekiyor.Zira yapılan anlaşmalarda aksaklık olması durumunda anlaşmaların feshi de mümkün olduğuna göre !...

Sevgi ve saygı ile

21.05.2010
/Kadir GÜRKAN

15 Mayıs 2010 Cumartesi

Samsun Basınından Anılar


Adem Bilir, bende derin bir yaradır; o benim için bir gazeteciden öte bir dost, bir kardeş ve bir hicrandı; olabileceği kadar olmayan, olmamakta direnen o insana hala yanarım. Nihat Dalay da, Nazif Demirel de ne yazık ki, kabiliyetleri ve kaliteleriyle hak ettikleri yerde hiç olmadılar; olmak istediler mi, bilmiyorum, pek de sanmıyorum. İsyanları, kırgınlıkları vardı ama onların hüznü ve isyanı kendilerinden değil, toplumun dertlerinden kaynaklanıyor ve sadece ondan besleniyordu. 


Biz Nazif Demirel’de takılıp kalmıştık, Sevgili Necmi Hatipoğlu “babamın arkadaşı” diyerek hem Samsun basınının o saçı gibi kendisi de isyankar yazarı Nihat Dalay’ı hem de hayatı bir fırtına hızında ve hiddetinde yaşayan ve sahilleri döve döve yorulan ve sonra kumsalda sessizce kaybolan dalgalar misali yorgunluğunu ailesinin kucağında dinlendiren onun babası, bizim arkadaşımız ve ağabeyimiz İsmet Hatipoğlu’nu hatırlattı.

Sadece Nihat Dalay ve İsmet Hatipoğlu mu, bu camianın şu kısa tarihinde kaybettiklerimiz ve kendi hay huyumuz arasında unutup gittiklerimiz?.. İlter Nur’dan Adem Bilir’e, Mete Günay’dan Bahri Altay’a, Ertuğrul Veyisoğlu’na bir dostlar mezarlığı vardır onları tanıyan her gazetecinin kalbinin bir köşesinde.

Profesyonel gazetecilik sürecinde galiba ilk kaybımız, daha doğrusu benim bildiğim ilk kayıp Hürriyet Haber Ajansı’nın o güler yüzlü, dost canlısı büro şefi Mete Günay’dır. Ankara’dan gelmişti Samsun’a bir karlı kış gününde Ankara’ya taşınırken Elmadağı’nda geçirdiği trafik kazasında kaybetti hayatını.

O sarı ve düşük bıyıkları, krem rengi pardösüsü ve yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemesiyle hatırlarım, önce Hürriyet Haber Ajansı, daha sonra Milliyet Heber Ajansı'nda çalışan ve genç yaşta vefat eden başarılı foto muhabiri Ertuğrul Veyisoğlu’nu.

Adem Bilir, bende derin bir yaradır; o benim için bir gazeteciden öte bir dost, bir kardeş ve bir hicrandı; olabileceği kadar olmayan, olmamakta direnen o insana hala yanarım. Nihat Dalay da, Nazif Demirel de ne yazık ki, kabiliyetleri ve kaliteleriyle hak ettikleri yerde hiç olmadılar; olmak istediler mi, bilmiyorum, pek de sanmıyorum. İsyanları, kırgınlıkları vardı ama onların hüznü ve isyanı kendilerinden değil, toplumun dertlerinden kaynaklanıyor ve sadece ondan besleniyordu.

İsmet Hatipoğlu ve Erdal Çetin’i yazmayacağım, zira daha önce, ölümlerini duyduğum ve acılarının en yoğun olduğu anda yazdım; bir daha aynı yazıyı yazamamaktan korkuyorum.

Orhan Üçler hem doğma büyüme Samsunlu hem de çekirdekten gazeteci değildi. Samsun’a Amerikan Radar Üssü’nde çalışmak için gelmiş; önce sendikacı, sonra da gazeteci olmuştu. O güne kadar kazandığı her kuruşu Hürsöz gazetesinde batırdı, geriye para pul bırakmadı ama onurlu hatıralar bıraktı.

Avni Kaynar’dan Selahattin Şahinkaya’ya, Mehmet Egeli’den Bahri Altay’a, İhsan Tanyeri’den Abdullah Uyaroğlu’na, Ağaların Ağası Ethem Ağa’dan, Türk Haberlerin şimdi soyadını unuttuğum o beyefendi muhabiri Uğur’a, Salih Güvenli’ye kadar kaybettiklerimizin listesi her geçen gün biraz daha kabarıyor.

Bir değişmez ve ilahi kaderdir bu; gelen gidecektir. Gitmeye direnmek değildir yapmamız gereken... İyi, güzel ve doğru eserler bırakabilmek ve sevgiyle, saygıyla anılabilmektir.      
/ Osman KARA

4 Mayıs 2010 Salı

Bir Başka Samsun


Dün bu topraklarda bir başka Samsun vardı.

İl Müftüsü Osman Şahin bir aziz şehidin tabutu önünde “bu yavrumuza dünyaya taalluk eden bilcümle hakkınızı helal ediyor musunuz” diye soruyor, otuz bin insan ciğerlerinin ve hançerelerinin tüm gücüyle haykırıyordu: Helal olsun… Helal olsun… Helal olsun…

Bir şehit tabutunun karşısında el pençe divan duran otuz bin insan. Kadın, erkek, genç, yaşlı, okumuş, okumamış, zengin, fakir, köylü, kentli ama hepsi Türk, hepsi Müslüman otuz bin insan. Kimisi bu topraklarda doğmuş, kimisi Anadolu’nun bir çorak bölgesinden nasip aramak için buralara gelmiş, kimisi Kafkas kimisi de Balkan göçünü yaşamış acılı ailelerin çocukları, ama hepsi bu milletin evladı ve toprakların sevdalısı.

Samsun Müftüsü İbrahim Şahin soruyor “bu evladımıza dünyaya taalluk eden komşuluk ve insanlık haklarınızı helal ediyor musunuz?” Otuz bin göğüs önce alabildiğine doluyor bu ülkenin temiz havasıyla ve sonra sanki patlayan Karadeniz’e nispet yaparcasına boşalıyor gök gürler, fırtına kopar gibi: Helal olsun… Helal olsun… Helal olsun…

“Şehidim hakkını bize helal et” diyen bir grup gencin dışında kimse “Ey aziz şehit; hakkını bize helal ediyor musun” diye sormuyor. Kimsenin aklına mı gelmiyor yoksa sormaya yüzümüz mü yok? Ama sormuyoruz, soramıyoruz.

Büyük Cami çevresini tıka basa dolduran kalabalık sessiz, kalabalık suskun ama kalabalık belli ki barut fıçısı; bunu gözlerden ve ara sıra tek tük de olsa kendisini kontrol edemeyen bireysel patlamalardan anlamak mümkün. Kalabalık özellikle Samsun milletvekillerine ve hele de Ahmet Türk’e geçmiş olsun ziyaretine giden milletvekili ekibine liderlik eden AK Parti Grup Başvekili Suat Kılıç’a tepkili. “Samsun burada Suat Kılıç nerede” sloganları bu tepkinin sonucu.

Bir başka Samsun vardı” dedik ya, başlarken, gerçekten de bir başka Samsun vardı dün cami avlusunda, caddelerde, meydanlarda ve şehitlikte. Herkes vardı ama milletvekilleri yoktu. Sadece iktidarın değil muhalefetin milletvekilleri de yoktu. Kimsenin de Anayasa görüşmelerin anlayacak hali yoktu. Bayındırlık ve İskan Bakanı Samsun Milletvekili Mustafa Demir’in iki gün önce bir işyeri açılışına katılması ama cenazede olmaması tepkinin büyümesine neden oluyordu.

Aziz şehidin cenazesi yaklaşık on kilometrelik bir yolda omuzlar üzerinde taşındı. Kadınlar, nereden nasıl gelmişler anlamak mümkün olmayan kadınlar, o on kilometrelik yolun sağında solunda öbek öbek toplanmış şehit evlatlarına son görevi için saatlerce beklediler. Kiminin bebeği kucağındaydı, kimisi torunun elini sıkıca tutmuştu. Hemen hepsinin boşta kalan elinde bir Türk bayrağı ve hemen hepsinde dileğinde “şehitler ölmez vatan bölünmez” sloganı ile aziz şehidin ruhuna hediye edilmiş bir Fatiha vardı.

Samsun şehitliğinde Samsun vardı, devlet vardı ama Samsun şehitliğinde dün benim dikkatimi bir grup sivil çekti. Hepsi zıpkın gibi bir grup genç. Duruşlarından, bakışlarından ve saç tıraşlarından belli ki, aziz şehidin silah arkadaşlarıydı onlar. Dağın ayazı fena yakar adamı; onları da yakmış, hepsi karayağız. Yürekleri gibi tenleri, duruşlarından belli ki, tenleri gibi yürekleri de yanık. Acı var o yüzlerde ama yılgınlık ve hele de korku yok. Anlaşılan, vatan görevinden izinli gelmişler arkadaşlık görevini yapmak için. Birer birer varıp yanına silah arkadaşlarının kardeşine sarıldılar sımsıkı, sanki arkadaşlarına ya da kendi ana bir öz kardeşlerine sarılır gibi. “Yalnız değilsin, artık biz de senin ağabeyiniz” diyorlardı.

Şehidin tabutuna sarılan Türk Bayrağı Samsun Garnizon Komutanı Tümgeneral Ömer Bayraklı tarafından babasına verilirken onlar ağlamak istiyor lakin ağlamıyorlardı. Ne komutana yakışırdı ağlamak ne de şehit babasına. Ama ben ağlıyordum… Benimle birlikte Samsun ağlıyordu.

Nur içinde yat aziz şehidimiz… Nur içinde yatın aziz şehitlerimiz…

Siz bu toprakları vatan, bu halkı millet yaptınız… Ne olur hakkınızı bize helal ediniz… Size layık olmasak bile…

/Osman KARA
04.05.2010