30 Aralık 2010 Perşembe

Samsunum-1 Neyin Karşılığı?



"İDO'dan hibe mi?" diye sormuştum, gazete55.net'te Yanıt gelmedi... Sonra bu köşeden kamuoyunu bilgilendirmeye davet ettim... "Tık" yok!
***
           
Dün Büyükşehir Belediyesi'nin vermediği bilgilerden bil bölümünü aktardım size... Samsunum-1, 2008 model, Fethiye'de tur işinde çalışan... Son turunu Ekim ayı sonunda yapan... 2 milyon 150 bin Euro'ya  Yanı 4 milyon 300 bin TL'ye satışa çıkarılan... İmparator adlı yolcu gemisiydi.
***
           
Belediyenin basına sızdırdığı bilgilere göre...  2,7 milyon TL'ye alınmıştı... Belediyenin resmi kayıtlarında... "Büyükşehir Belediyesi Kuzey ülkeleriyle gemi seferleri düzenlemek için gemi satın alacak" ibaresinden başka bir şey yer almıyordu...  Ve 2010 yılı içinde... Büyükşehir Belediyesi'nin gemi alım ihalesi yaptığı hiç bir kaynakta yok. Devletin resmi ihale bültenlerinde bile...
***

Peki, hangi yolla İmparator adlı gemi Samsunum-1 yapıldı?  İhale yoluyla olmadığı kesin? Doğrudan alım yöntemiyle mi? Olabilir... Parça parça... 35 bin TL'lik bölümler halinde almış olabilirler(!) 77 ayrı doğrudan alım yapıp... Gemiyi 77 parçaya ayırıp...  Sonra da "hokus pokus" diyerek mevcut haline getirmiş olabilirler mi? Mümkündür!
***

Ya da...  İDO'dan değil ama İBO'dan, İSO'dan ya da MEMO'dan hediyedir... Buna genelde 'hibe' diyorlar! İşte sorun böyle bir hibede düğümleniyor... Samsunum-1'i Büyükşehir Belediyesi'ne hibe eden kim?  Ve neyin karşılığında hibe etti? Büyükşehir Belediyesi'ne küçük küçük arsa parçacıkları hibe edenlerin... Rantı nasıl hamuduyla götürdüğünü defalarca yazmıştım... Küçücük arsalara karşı, imar hakları yüzde 100 artırılanlar olduğuna göre... 2 milyon 700 bin TL'lik gemi hibe edenler... Samsun'dan neyi götürdüler? Samsun'un hangi arsası...  Hangi ihalesi... Hangi taşınmazı... Hangi taşınırı verildi ki?  Böylesine büyük bir gemi hediye edildi? Samsunum-1 neyin karşılığı?

/Erdem EROL
30.12.2010

29 Aralık 2010 Çarşamba

İmparator


http://www.denizpazari.com/ Deniz taşıtlarının satış ve benzeri ilanlarının yer aldığı internet sitesi... Ve burada bir ilan... İlan numarası 18976 "Özel Yapım 42 m. boyunda 10 m. genişliğinde Lüks Restaurant, Bar ve Günlük Turlar için inşaa ettirilmiş Yolcu Gemisi... Yolcu kapasitesi 400 kişidir. Tüm donanım ve aksesuarlar birinci sınıf malzemeden imal edilmiştir. Türk loydu tarafından yapım aşamasında denetlenmiş ve klaslı olarak inşa edilmiştir. Türk Uluslararası gemi siciline kayıtlıdır. Evrak ve Belgeleri tamdır. Mutfak tam donanımlı olarak paslanmaz kromdan yapılmıştır. Üst güverte, baş üstü, yan koridorlar, kıç üstü ve platform tik kaplanmıştır. Korkluk ve merdivenler paslanmaz kromdan yaptırılmıştır. Modeli 2009...  Fiyatı 2.150.000 Euro.  İlan veren: Çağrı Görkem Demiröz  Şehir : Ankara Telefon, GSM... Ve geminin resmi de var... Adı: İMPARATOR!
***

vessel_details Burası da tüm dünyadaki gemilerin kayıtlarını bulunduruyor... Gemi detayları yazıyor... Her gemiye özel verilen rakam ve numaralar var...

MMSI (Gemi kimlik numarası): 271007002   Callsign (Gemi tanınma işareti): TCMC9  Modeli 2008 Geminin adı ise İMPARATOR
***
                
Bir başka bilgi Fethiye'de... MMSI: 271007002  Callsign: TCMC9 Bu numaraları taşıyan gemi 2009 ve 2010 yıllarında Fethiye'de tur yapıyor... Müşterilerini Türk ve Yunan adalarında gezdiriyor... Geminin adı da İMPARATOR!
***
                
Ve...  http://www.marinetraffic.comGemilerin kayıtlarını tutan bir internet sitesi... Orada da bir geminin kaydı var...

Gemi Tipi: Pleasure Craft Boy x Genişlik: 38 m X 10 m Kaydedilen Hız (En Çok / Ortalama): 10.4 / 8.7 knots Bayrak: Turkey [TR] Çağrı İşareti: TCMC9 MMSI: 271007002 Geminin adı ise SAMSUNUM-1
***
                
Şimdi bu bilgileri okumaktan sıkılanlar soracak... Nedir bu? Her ne kadar kayıtlarda önceki ismi boş bırakılmış olsa da... Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin 2,7 milyon TL'ye alındığı ifade edilen Samsunum-1 yolcu gemisinin... Fethiye'de tur işlerinde çalışan... Kayıtlara göre 2008, sahibine göre 2009 model... Geminin adının İMPARATOR olduğudur! 2 milyon 150 bin Euro fiyatla satışa çıkarıldığıdır.
***
                
Eeee...   "Eeee"si yarın!

/Erdem EROL
29.12.2010

28 Aralık 2010 Salı

Samsunum-1


AKP'liler de orada toplantı yapıyor... Büyükşehir Belediye Başkanımız Yusuf Ziya Yılmaz konuklarını ağırlıyor... Muhtarları... Bürokratları... Yaşlıları... Gençleri... Başkanımız Yılmaz'ın sayesinde belki de birçoğu hayatlarında ilk kez yolcu gemisine biniyor...  Hem de deniz şehri Samsun'da...
***

Tekneye binenlerin yüzde 99'u denizden Samsun'un nasıl göründüğünü ilk kez görüyorlar... Samsunum-1 yolcu gemisine binerek... İlk kez deniz üzerinde gezintinin keyfini çıkarıyorlar! Önemli bir hizmet...  "Ayranımız yok içmeye..." şeklinde başlayan sözü söyleyenler olsa da... Güzel hizmet!
***
            
Ama Samsunum–1 nereden çıktı?  Samsunum–1 yolcu gemisi... Büyükşehir Belediyesi'nin gazetelerde verdiği bilgiye göre;

2,7 milyon TL'ye malolmuş?  42 metre uzunluğu... 10 metre genişliği... 12 silindirli... 400 yolcu kapasiteli!
***
            
Peki, nasıl Büyükşehir Belediyesi'nce alındı? İstanbul Deniz Otobüsleri (İDO) bu sıralar gemi dağıtıyor... Bir gemi Trabzon'a verdi... Bir gemi de Rize'ye... İkisi de 750 yolcu kapasiteli! Ama Samsunum-1'in nereden geldiği belli değil?  İDO mu hibe etti? Yoksa başka birileri mi? İhale ile mi alındı? Yani... 2,7 milyon TL kimin cebinden çıktı? Nasıl çıktı?  İşte bu sorular yanıt bekliyor... Samsunlu bu soruların cevabını merak ediyor...  Eminim ki Büyükşehir Belediyesi... Bu soruların yanıtlarını... Samsunum-1 spekülasyon malzemesi olmadan verecektir!
***

Vermezse... Verecek birileri çıkar elbet! Ama Büyükşehir'in gemisinin bilgilerini kamuoyu ile paylaşmak... Birilerine değil! Büyükşehir Belediyesi ve onun Başkanı Yılmaz'a düşer! Siz ne dersiniz? Yoksa düşmez mi?

/Erdem EROL
28.12.2010

27 Aralık 2010 Pazartesi

Samsun Yeter mi?


Nüfus cüzdanında 'Samsun' yazıyor diye...  Samsun'dan milletvekili adayı olması doğru mu? Doğru yanıtı bakın kim veriyor... Samsun Dernekler Federasyonu (SADEF) Genel Başkanı Kaya Aşçı... AK Parti İl Başkanı Adem Güney'i ziyaretinde... Seçimde İstanbul'da kendilerini temsil edecek Samsunlu milletvekili adaylarının çıkarılmasını istediklerini... İstanbul'da yaşayan yaklaşık 450 bin civarında Samsunlunun İstanbul'da, Samsunlu adayların çıkarılmasını istediğini belirtti ve destek istedi.
***
           
Böyle isteğe can kurban! Samsun'daki siyasetçiler, sivil toplum kuruluşları güçleri yettiği kadar buna destek vermeli... İstanbul'da, Ankara'da ya da İzmir'de... O illerde seçilecek milletvekillerinden ne kadar çok Samsunlu olursa... Samsun bundan karlı çıkar...
***
           
Ancak... Bazıları var ki... Kimi dernek, kimi vakıf başkanı... Hepsi de, ölüyü diriyi halledip... Gözlerini Samsun'a dikmişler... Samsun'daki 9 milletvekilinden biri olmak için çırpınıyorlar... Her yolu deniyorlar!
***
           
Bürokraside olana laf yok elbette...  Ancak Samsun'dan ayrılalı yıllar olmuş... İstanbul'da çeşitli siyasi görevlerde bulunmuşlar... Orada ev almışlar, mülk sahibi olmuşlar... Samsun'la bağları sadece akraba ve babadan kalma mallar...  Bir de nüfus cüzdanında yazan 'Samsun' ibaresi! İşte böyleleri seçim yaklaşırken gözlerini Samsun'a çeviriyor... Hani kendileri büyük şehirlerde küçük görevlerde de olsa siyaset yapıyorlar ya... Büyük şehirlerin küçük görevlerinin, Samsun'un büyük görevlerini hak etmeyi gerektiriyor sanki... Şimdiden yoklamalar çekiyorlar... Kimileri aday adaylıklarını şimdiden dillendiriyor!
***
           
Ne Samsun'a çivi çakılırken varlar... Ne Samsun'un sevincinde ne üzüntüsünde... Samsun, Samsunlu ve Samsunspor için kıllarını oynatmazlar... Ama sıra koltuğa gelince... Samsun'da yaşayanları değil...
Kendilerini layık görürler oraya!
***
           
Doğrusu Kaya Aşçı'nın söylediğidir...  Samsun dışında yaşayan Samsunlu... Bulunduğu ilin, yaşadığı kentin koltuğuna talip olmalıdır...  Zaman zaman yanlış tercihler yapılsa da... Samsun'da o koltuğa layık... O koltuğu hakkıyla dolduracak... Binlerce Samsunlu ve Samsun sevdalısı vardır!

/Erdem EROL
27.12.2010

Başbakan, Samsun Ve Otel


Başbakanımız Otelciler Federasyonu Genel Kurulu'nda kızmış... "Samsun gibi bir vilayette doğru dürüst bir tane otel yok..." Herkes dut yemiş bülbül... Sadece genel kurulda değil... Samsun'da da!
***

O zaman biz seslenelim Başbakan'a...  Sayın Başbakan... Valla doğru dürüst bir otelle bol yıldızlıları kastediyorsanız... Yapılıyordu... Sizin belediye başkanınızın sattığı arsanın üzerinde... Bundan 3 yıl önce...  İki bakanınız gelip temel attı! Ama sonra...  Atılan temel bile yok oldu... Arsası tarla kaldı! Sonra süresi bitti...  Belediye başkanınız kendi katılmadığı bir oturumda 3 yıl daha süre verdi...
Soruşturma başlatıldı...  Evet diyenler muhtemelen yargılanacak... Başkanınız da onlara keyifle bakacak(!)
***

Sayın Başbakan...  Sizin "doğru dürüst" kriterlerinize uyar mı bilmem ama... Samsun'a gelip de konuştuğunuz meydanın yanındaki Tekel Binaları da projede üstü oteldi...  Sizin Belediye Başkanınız yine aynı mecliste orayı ticaret alanına çevirdi...
***

Valla Samsunlular olarak biz her türlü fedakarlığı yaptık...  Sırf DLH'nın bulunduğu alana otel yapılsın diye... Raylı sistemin daha çok maliyetli Baruthane altından geçmesine göz yumup... Keseden çok daha fazla para ödemeye ses çıkarmadık...  Atakum'da iyi oteller olsun diye... Birine verilen imar hakkının, diğerlerine verilmemesini umursamadık... Devlet kurumlarının boşaltılıp adrese teslim verilmesine... "Doğru dürüst" otel olacak diye seyirci kaldık! Ama sizin Başkanınız Samsun'a hala "doğru dürüst" bir otel dikemedi!
***

Eee tabi siz de var kabahat! Teşvik sistemini belirlenirken... Boru hatlarının kimin döşeyeceğini bile bile... Samsun'da boru hattı döşemeye bile verdiniz... Ama kapsamlı turizm yatırımlarını yeteri kadar teşvik etmediniz...  O teşvik sisteminde...  İstenilen arsaya... Bedelini de devlet ödemek üzere...10 yıl vergisiz...  Çalışanların sigortasını hazinenin (milletin kasası) ödediği... Yapıldığı yerin denizin bile sahipliğinin verildiği...  Bir teşvik getirseydiniz! Bize göre çok doğru ve dürüst olmasa bile... Sizin tanımınızla "doğru dürüst" bir otelimiz olurdu! Siz de bu sözleri söyleyerek yorulmazdınız!

/Erdem EROL
 27.12.2010

22 Aralık 2010 Çarşamba

Kent Konseyleri…

Toplum katılımının her alanda giderek daha önem kazandığı günümüzde yeni bir kavram olan kent konseyleri bu anlayışı destekler yapılanmalar olarak öne çıkıyor. Kenti, dolayısıyla kentte yaşayan bireyleri ilgilendiren her alanda çalışmaların yapılabileceği bu yapılanmalar kimine göre Yerel Gündem 21' lerin bir devamı niteliğindedir. Ancak çıkış noktası buralardan da alsa kent konseyi yapılanmaları yerel gündemlerin aksine toplumsal katılımı daha genişletecek nitelikte gibi görünmektedir.

Samsun'da ilk olarak Atakum'da oluşturulan kent konseyi yapılanması geride bıraktığımız bir yıl içerisinde Samsun'da bulunan diğer ilçelerdeki yapılanmalarla sayısını artırmıştır. Son bir yıla bakıldığında Türkiye genelinde de Samsun'daki artışa bir paralellik izlenmektedir. Bir şekilde Kent konseyleri Türkiye'de üzerinde şimdilik sadece nicel değerlendirmeler yapabilsek de giderek daha fazla ilgi duyulan ve önemsenen demokratik yapılanmalar olarak dikkatimiz çekmektedir.

Her kesimden toplumu oluşturan bireylerin kendi bilgi birikimlerini, yeteneklerini, uzmanlıklarını yerel yönetimlerin kısıtlı da olsa ayni ve nakdi destekleriyle birleştirip yaşam alanlarına doğrudan katkı haline getirdikleri bu yapılanmalar, hem birlikte yaşamının birlikte üretmeye dönüştüğü hem de katılımcılık ve sorumluluğu paylaşma noktasında sosyal kültürel ekonomik gelişime katkı sunabilecek potansiyele sahiptir.

Bütün bu niteliklere sahip yapılanmaların ne yazık ki istenilen ölçüde toplum tarafından tanınmadığını, bizzat şahit olduğum Atakum Kent Konseyi sürecinde izlemekteyim. Ancak genel kurulunu yani çekirdek yapısını demokratik kitle örgütleri, mahalle temsilcileri, siyasal parti temsilcilerinin oluşturduğu bir yapılanmada dahi geniş toplum katmanlarına kısa sürelerde ulaşılabileceğini düşünmek biraz fazla iyimserlik olur diye düşünüyorum. Aynı zamanda hala Kent Konseyi algısının zihinlerde berraklaşamadığı gerçeği buna eklendiğinde "fazla aceleci olmayalım…" demek çok da yanıltıcı olmaz.

Bir yılı aşkın süredir Atakum Kent Konseyi'ndeki deneyimlerimiz bize meclisler ya da çalışma gurupları bünyesinde sürecin içine çalışma sürecine dahil olanların ve devamlılık gösterenlerin yapılanmayı daha iyi kavrayabildiklerini ve memnuniyet verici çalışmalara imza atabildiklerini bizlere göstermiştir. Önemli olduğunu düşündüğüm iki husus; birincisi böylesi demokratik yapılanmaların belirli bir anlayışa sabitlenmesi daha sade bir ifadeyle siyasallaşması, diğeri de               Türkiye'de ne olduğu neye hizmet ettiği anlaşılamayan dernek adı altında bazı çıkar gurupları tarafından kullanılmasıdır.

Her iki sorun bugün için güncel nitelikte olup çoğu Kent Konseyi yöneticileriyle paylaştığımız,  ortaklaştığımız ve üzerine gitmekte kararlı olduğumuz sorunlar niteliğindedir.

Yaşanabilecek sorunlar bir yana, artık kentlerde yaşayan yurttaşlar için kendi yaşamlarına geniş boyutta katkı sunacakları,  kentin yönetimine katılabilecekleri, müdahil olabilecekleri bir yol belirmeye başlamıştır.

Herkese bu yolda sağlıklı mutlu huzurlu yolculuklar dilerim.

22.12.2010
/Dr Murat ERKAN

16 Aralık 2010 Perşembe

Yavuz Selim Yardımlaşma Derneği (2)

Derneğimiz faaliyetlerine devam ediyordu. Bütçemiz bizim her ay verdiğimiz paralardan oluşuyor, dernek çalışmalarına yeterli geliyordu. Başka çalışmalar da yapabilir miyiz diye düşünüp tartıştık.

Ramazan öncesiydi ve Şehirde bir esnaf dostumuz yiyecek yardımı yapmak istiyordu. Bizde bir şeyler katar, fakir fukaraya erzak dağıtabilirdik. TMO da pirinç piyasa fiyatının üçte birine satılıyor, ancak ikişer kilo veriliyordu. Dernek yönetimi olarak TMO yönetimini ziyaret ettik. Resmi yazıyla 5-6 cuval pirinç alabileceğimizi öğrendik. Ramazandı ve hepimizin pirinç ihtiyacı vardı. Altı cuval pirinç satın aldık. Bir cuvalını derneğe bağışlayarak beş cuvalını paylaşarak evimiz için satın aldık. Hem ucuza evimize pirinç almış, hem de ramazan erzaklarına 50 kilo pirinç katmıştık. Bu çalışmayı duyan Amo Dede amcamız bakkalından birer litrelik 20 sıvı yağı derneğe bağışladı. Erzakları ölçtük, tarttık, torbalara yerleştirdik. Sıra hak sahiplerini belirlemeye gelmişti.

Elimizde kağıt kalem mahallenin en yoksulundan başlayarak liste yapmaya başladık. A..., B..., ...., Çororo Memet dediğimizde Başkan Yusuf, -Onu yazmayın,.ben ona kendim erzak alıp veririm, dedi. Hepimiz şaşırdık. Cororo Memet Yusuf'un eniştesiydi ve mahallenin en yoksullarındandı. Yusuf da zengin sayılmazdı. Hepimizden daha fazla ihtiyaç sahibiydi... Bu davranış bizi isim önerirken iki kere düşünmeye sevk etti. Kendimizin ikna olduğu listeye göre gece karanlığında erzakları ev ev dağıttık. Çoğu paketi Teneke Mahallesi'ne ayırdık. O gece yatarken hepimiz çok huzurluyduk...

Ertesi gün akşamı iş dönüşünde evde anamın hışmı ile karşılaştım. -Niye A...'ya, Z...'ye erzak vermediniz, bak kadınlar size beddua ediyorlar, dedi. -Yahu... Anacığım herkeze veremezdik ki.. Sonra biz bunları kendi paramızla aldık, beddua etmeye hakları yok ki? -İyi de oğlum elalem konuşuyor...-Konuşan konuşsun anam, biz doğruyu yapıyoruz, güzel şeyler yapıyoruz...

Bütçemizi artırabilirmiyiz diye düşündük. Mahalle içinde bir piyango çekilişi yapalım dedik. Bin bilet satsak bir milyon toplarız. Yedi yüzünü hediye olarak dağıtırız üç yüzü derneğe kalır. Bu arada unutulmaya başlayan Hıdrellez eğlencelerini de gündeme getiririz. Tartıştık hepimizin hoşuna gitti. Çalışmalara başladık. Biletlerimizi bastırdık. Satışa sunduk. Hep beraber hediyeleri seçmek ve satın almak için kılı kırk yardık. Çeyrek lira, beş litrelik sıvı yağ, havlular, tencereler, çoraplar, çemberler, kumaş, basma, gibi çok sayıda olmasına özen göstererek hediyeleri seçtik. Bilet satışları iyi gidiyordu. Biz zaten kara vermiştik. Kalan biletleri bizler satın alacaktık. Ancak hepsini bitirdik. Çekilişi Hıdrellezde yapacaktık.

Orta mahalleye sazları ve ses çihazlarını yerleştirdik. Temeli atılmış bir evin üstünü çekiliş ve şov alanı belirledik. Gençler müzikle oynamaya eğlenmeye başladılar. Yoğurtta para bulma yarışına başladık. Teneke mahallesi, Yavuz Selim Mahallesi, herkes alandaydı... Melek Mamut Amca ben yarışacağım dedi. Üç tepside üç yarışmacı parayı bulmak için yüzlerini yoğurdun içine daldırdı. Herkez kahkahalara boğuluyordu. Mahmut Ağabey ağzında para başını kaldırdı. Mikrofonu uzattık. Yoğurt içindeki yüzüyle -EN BÜYÜK FENERBAHÇE!... diye bağırdı. Herkez kahkahalara boğuldu...

Güzel ve neşeli bir gündü. Her bir çekilişi farklı kişilere yaptırdık. Kazananlar sevinirken kaybedenler hiç üzülmedi. Amorti olarak çorap dağıttık. Hem güldük,oynadık,güldük, Güzel bir gün yaşadık. Tatlı yorgunluğumuz bize farklı fikirler verdi...

/Metin ÖZBASKICI

8 Aralık 2010 Çarşamba

Okulun İlk Günü

Anam yüzümü sildi. Siyah önlük ve beyaz yakalıkla, kollarımdan kavrayarak bir baktı. Gözleri parlıyordu. Okula başlıyordum. Dördü kız olan beş cocuğunun en büyüğü; oğlu okula başlıyordu. Kucakladı beni. Bütün umudu bendim. O ardımdan bakarken evden çıktım. Evin avlusu ana baba günüydü. Sanki bütün mahalle oradaydı. Büyük çocuklar avlumuzda satılan simit ve saleplerini yerken ilk başlayanlar heyecan ve korku içindeydiler. Ağlayanlar okuldan korkanlar büyük gürültü oluşturuyordu. Korkmamak elde değildi. Ağbiler anlatıyordu... öğretmen kızılcık sopasıyla vuruyor... kocaman iğneyle aşı yapıyorlardı... Bütün bunlar okul korkusu yaratıyordu minik yüreğimizde. Zaten mahallede 3. sınıftan sonra okula devam eden pek nadirdi. Okulu bırakan cocukların anaları , "Okumayı öğrendi ya... Askerde mektubunu yazsın yeter..." diyerek teselli oluyordu. Kimsede çocuklarının okuyup doktor öğretmen olması ümidi yoktu... Olmazdı... olamazdı...


-Ana ben arkadaşlarımla gidiyorum, dedim anama el sallayarak. Arkadaşlarımla koşarak çimenliğe geçtik. Mahallenin arkasıydı. At yarışlarının yapıldığı teyyare meydanı olarak kullanılmış çok geniş bir çimenlikti. Hidrellezde bütün Samsun buraya gelir piknik yapardı. Alan tel ile çevrilmişti. Pala dediğimiz ve çok korktuğumuz bir bekçi tarafından korunuyordu. Çimenliğin kenarından okula doğru yürüyor, koşuyor, koşuyorduk. Heyecanlıydık. Okulumuz yeni açılan bir okuldu. Öğretmenlerin nezaretinde toplandığımız bahçede sınıflara ayrıldık. Mahalleden dokuz arkadaşımla aynı sınıftaydık. Birbirimizle olan samimiyetimiz diğer öğrencilerin dikkatini çekiyor, bize biraz korkarak bakıyorlardı. Kimbilir bizim hakkımızda neler düşünüyorlardı. Bahçede Yalnız gördüklerinde hemen Çingene diyerek öfkelerini kusuyorlardı. Çok eziliyor ve üzülüyorduk.Bu yüzden hep beraber gezmeye çalışıyor ve sık sık kavgalara tutuşuyorduk.

Okul yeni olduğundan öğretmen açığı bulunuyordu. Bizim öğretmenimiz yoktu. Beşinci sınıftan bir öğrenci sınıfta öğretmenlik yapmaya çalışıyor; ancak koşturmamızı ve gürültümüzü engelleyebiliyordu.... Okula içinde 20 yapraklı bir defterin olduğu çantayla gidiyordum, 4. ve 5. Sınıflarda okuyan çocukların dolu dolu çantalarına "Ne zaman benim de bu kadar kitabım olacak." diye imrenerek bakıyordum...

Birkaç hafta sonra büyük sel olmuş bir ay gibi okula gidememiştik. Tekrar okula başladığımızda sınıfımıza öğretmen atanmıştı. Biz henüz henüz kalem tutmayı öğrenmeye başlarken ilk karne zamanı yaklaşmıştı. Öğretmenimiz bizi sıkı sıkı çalıştırıyor, diğer sınıflarla aradaki farkı kapatmaya çalışıyordu. Sınıftaki dokuz Çingene arkadaş en arkada yanyana oturuyorduk. Bir gün öğretmenimiz -Kim adını soyadını yazacak, çalışkanlar grubuna girecek, dedi.

Önümüzdeki sırada oturan Ali tahtaya kalktı. Ali AK yazdı ve aferin aldı, çalışkanlar grubuna girdi. Ben de çalışkan olmak istiyordum... Öff!!!! Benim adım soyadım ne kadar uzun dedim kendime. M-e-t-i-n Ö-Z-B-A-S-K-I-C-I. Ne gerek vardı bu kadar uzun isim koymaya... Ne olursa olsun çalışkanlar grubuna girmeliydim. O akşam yaza yaza adımı yazmayı öğrendim. Sabah sınıfa girer girmez: -Ben adımı yazıyorum öğretmenim, dedim. Yazdım ve öğretmen beni arkadaşlarımın yanından kaldırdı. Önsıralardan birine oturttu. Yeni sıra arkadaşlarım bana iyi davranmasına rağmen rahat değildim. İlk tenefüste eski sırama, mahalle arkadaşlarımın yanına geçtim. Öğretmen biraz da kızarak tekrar beni yeni yerime aldı. Öğretmenin ilgisi hoşuma gitmişti, çalışkanlar sırasında oturmak da keyif veriyordu... Mahallede bütün komşuların ve akrabaların çok zeki olduğumu, bu celimsiz pısırık cocuğun doktor olacağını söylemesi bana haz veriyor ve ben daha çalışkan olmaya gayret ediyordum.
Bir gün ders arasında Dayımın oğlu Raci eliyle sıraya vuruyor, ramazan davulcusu gibi ritm atıyordu. İçeri öğretmenimizin girdiğini farkedemedi bile. -Ne o Çingenelerin davulcusu mu geldi?, dedi öğretmenimiz. Bizler bir anda yüzümüzün kızardığını herkezin bize baktığını hissettik. Dokunsalar ağlayacaktık. Zaten ne zaman sınıfta birinin kalemi silgisi kaybolsa ilk şüpheli biz oluyorduk. Çingene olmak ne kadar zordu. Herkesin bizimle alay etme hakkı vardı sanki. Pek çok Çingene bu duygularla okuldan ve çevreden soğumuş, okuyacam da ne olacak önyargısıyla erkenden okulu bırakmıştı.

Tenefüste çok üzgündük. Diğer cocukların bakışları daha fazla batmaya başlamıştı sanki... -Biz okuyalım cocuklar dedim. Biz çoğundan akıllıyız. Görmüyor musunuz aptal H...'yi. -O bile bizi beğenmiyor, diyerek onlara güven ve hırs vermeye çalışıyordum. İçimde o ezikliği dışlanmışlığı yaşasam da... Aman cocuklar bir yanlış yapmayalım diyordum.

Okuldan çıkarken yollarda bize laf atan çocukları sıkıştırıyor, döverek öfkemizi alıyorduk... Yıllar sonra çok sıkı dost olduğumuz arkadaşlarımızdan biri olan Tuğrul zaman zaman çay sohbetlerinde burnunu nasıl kanattığımızı anlatır durur. Bizi tanıdıkca sevmis ve sıkı dostlarımızdan biri olmuştu... Pek çok dostlarımız gibi....

/Metin ÖZBASKICI

1 Aralık 2010 Çarşamba

Ben Çingene miyim?

Kendimi tanımaya başladığım yıllardan beri hep kendime bunu sordum. Ben Çingene miyim!? Çingene mahallesinde yaşıyorum. Anam, babam, dedem, nenem; bütün soyum Çingene. Çok iyi olmasa da Çingenece konuşabilirim. Demek ki Çingeneyim.

Benim Gacolardan farkım nedir!? Tenim biraz esmer olsa da, Gacolarda da pek çok esmerler var. Türkçe konuşup, Türkçe yazıyorum. Türkçeyi herkesden daha güzel kullanıyorum. Yoksulum. Fakirim, gecekonduda yaşıyorsam çok istediğimden midir?!!!. Giyim tarzımın, anamın, eşimin uzun eteğinin, şalvarının gül dallı olması çok mu ayıp? Sanki Anadolu'nun köylerinde, kasabalarında döpiyez giyiliyor!!!

Biz evimizde sokakta çarşıda yüksek sesli konuşuruz. Saklayacak bir şeyimiz olmadığındandır. Neşeliysek, gülüyor, oynuyorsak hiç derdimiz tasamız yok mu sanırlar? En büyük amacımızın evimize ekmek getirebilmek olduğunu, küçük dünyamızda mutlu olduğumuzu, hayattan büyük ikramiye beklemediğimizi, amorti ile mutlu olabildiğimizi niye düşünmezler ki? Hayat hep siyah beyaz değil, bizi niye böyle kabul etmezler ki? Çingeneyim demekten niye utanayım, Çingenece konuşmaktan niye utanayım ki?!!

Bize niye dinsiz, imansız diye bakarlar? Niye bize İslam'ı yakıştırmazlar?!! İslam dininin beynelminel din olduğunu tüm insanlığa indiğini bilmezler mi?!!! İnsanların kardeş olduğunu, üstünlüğün takva da olduğunu bilmezler mi?!! Yoksa, yoksa onlara mı ibadet yapmamızı beklerler?!!! Niye kendilerine bunları sormazlar? Biz Müslümanız. Ve inandığımız için Allah'a kulluk etmeye çalışırız, bizde riya yoktur. Biz tüm insanları severiz, yaradandan ötürü...

Evet ben Çingeneyim.. Mahallenin dışına çıktığımda bana bunu hissettiyorlar. Benimle alay edebilmek için sebep arıyorlar. Bana Çingene demek onlara keyif veriyor. Beni uzak tutmak istiyorlar. Bana her türlü kötü sıfatı yakıştırıyorlar. Bense eziliyor ve yalnızlaşıyorum, daralan bir çemberde hapsoluyorum. Beni tanıyan değerli arkadaşlarımın, dostlarımın bana uzanan elleri ile yaşama tutunuyorum. O kadar çok arkadaşım var ki, diğerlerini azınlık olarak görüyorum...

Dedem Babam hep bu dışlanma ve eziklikle yaşadı. Bizim yanımızda Çingenece konuşmaktan kaçındılar. Çingeneceyi öğrenmeyelim istediler. Çingeneceyi öğrenmezsek sanki Çingene olmaktan kurtulacaktık!!! Tütün tarlalarında çalışmaya başladığımız yaşlarda artık bazı kelime ve cümleleri öğrenmemiz gerekiyordu. Çalışma esnasında; kalan süreyi, zamanı, sepette kalan fideyi, hızlanmayı, dinlenmeyi ayarlamak; paylaşmak, uyarmak için Ağanın yanında Çingenece konuşma ihtiyacı hissediliyordu. Pitordo, Muk, Poqani poqani, çar kobor,Tordo, Baro avola, Boşon, Niklo,Tovol, Akati, Ca, Maca, Vakır, Mavakır, Pani an, Çor gabon, Naş gibi sık kullanılan kelimelerle yönlendirilirken Çingeneceyi de öğreniyorduk...

Yaşam alanı daracık sokakları ile tek gözlü barakalardan oluşan mahallemizde Çingene olmak bir sorun olmuyordu. Herkez birbirini sever sayardı. . Bazı anlaşmazlıklarda büyükler devreye girer, konu tatlıya bağlanırdı. Mutluyduk. Yoksulluk tek endişemizdi. Mahallemizde Gacolardan farkımız olduğunu hissetmezdik. Ta ki mahalle dışına çıkana kadar...

Mahalle dışında küçüklerin çekingen, ürkek, korkan bakışlarının yanında; büyüklerin alaycı, hakir, aşağılayıcı bakışları bizi şehre yabancı yapıyordu. . Çok rahatsız oluyorduk. Mecbur olmasak mahalleden hiç çıkmayacaktık. Ancak okul hayatı, iş hayatı mahalle dışındaydı. Yoksa bize mahallemizin küçük evleri daracık sokakları yetiyordu!!! Mahallemizde mutluyduk. Okula giderken toplu olarak gidiyorduk çünkü diğer cocukların ürkek ve korkan bakışları yanlız kaldığımızda nefrete ve acımasız hakaretlere dönüşüyordu. Çingene... ile başlayan hakaretler bizi üzüyor ve bizi mahalleye hapsediyordu. Eğitimden kopuyor, gelişemiyorduk.

Çingene olarak hayata atıldığınızda, pek çok itilme ve kakılmaya göğüs germek zorundasınız. Toplumun hoşuna giden güzel bir davranışınız sadece sizi; kötü bir davranışın ise bütün mahallenizi ve Çingeneleri kapsadığını düşünerek yaşamak çok zordur. Bunun içinde toplumda hep iyi ve güçlü olmalısınız. Çingene olarak yaşamak yürek ister... Belki de bu zorluklara göğüs geremeyeceksiniz; kaçacaksınız, mahalenizden dostlarınızdan ayrılacak, sizin Çingene olduğunuzu bilmedikleri mahallelere yerleşecek, Çingeneliğinizi inkar edeceksiniz. Yine de Çingene kelimesinin geçtiği her sohbette içiniz burkulacak, yüzünüz kızaracak ama maalesef kendi insanlarınızı savunamayacaksınız.

Hiç Çingene olarak yaşamayı hayal ettiniz mi? Bir deneyiniz. Yeni bir toplumla tanışırken kendinizi çingene olarak tanıtın. Önünüzde yıkılmaz kocaman duvarlar oluştuğunu göreceksiniz. Yaşamadan konuşmak en kolayı. "Niye okumuyorsunuz? Niye okutmuyorsunuz?" diye sormak en kolayı. Yıların getirdiği eziklik ve dışlanmayla oluşan psikolojik ve sosyolojik tranvayı aşmak sanki çok kolaymış gibi... Küçük hedefleri benimsemek zorunda bırakılmış bir insanı çemberin dışına çıkarabilmek maalesef o kadar kolay değil...

***

Devletimizin Roman açılımı projesi bizi umutlandırıyor. Başbakanımız bizim gönlümüzü alıyor. Devletimiz yaşadığımız dezavantajları kaldırmak istiyor. Çare bilimsel olmalı. Akademisyenler bizi dinlemeli, psikolojik ve sosyal yapımıza uygun sosyal gelişim politikaları üretmeli, devletimiz bunu uygulamalı ve başarmalıdır.

Ben herkesden daha fazla TÜRK'üm. Ülkemi ve milletimi seviyorum. Ülkeme ve insanlarına daha faydalı olmak istiyorum.Tüm vatandaşlık görevlerimi severek yapıyorum. Ben insanım. Ben iyi bir vatandaşım. Ülkemde Çingene olmak beni ancak yüceltir. Çingeneler Allah'ın en çok merhamet ve sevgi bahşettiği insanlardır. Bu kadar itilmeye, dışlanmaya, yalnızlığa rağmen suç odaklarına karşı direnmektedirler... Ve ben onlarla, insanlarımla gurur duyuyorum. Onları seviyorum...

/Metin ÖZBASKICI