24 Ağustos 2011 Çarşamba

Görev Bilinci

Ramazandan önceki günlerin birinde, yazlıktaki evin balkonunda kahvaltımızı yaparken, bir çöp kamyonu süratle evin önünden geçti, köşeyi döndü ve çöp bidonun yanında frenlerini de hayli zorlayarak durdu. Tabii ki ara yolda, yer yer kaplaması bozulmuş zemin üzerindeki yoğun bir toz bulutunu da kaldırarak. Şoföre durması için işaret ettim, arkasındaki işçiler bidonu boşaltırlarken, o da bekledi. Kamyonu çok hızlı sürdüğünü, her sabah aynı şekilde köşeyi döndüğünden toza bulandığımızı söyledim. Hızını kesmek için de frenlerine oldukça kuvvetli bastığını ve zorla durabildiğini de anlatmaya çalıştım. Ama çok itibar etmedi söylediklerime. Egzozun yere doğru eğik olduğunu ve bu yüzden toz kalktığını, “gerekiyorsa konuyu ilgililere” aksettirmemiz gerektiğini salık verdi. Konuşmamız sırasında sinirlendiğini hissettim, sonrasında yine hızlanarak gitti.  

Daha sonraki günlerde ise, mahalleden çöp alan diğer şoförlerin çöp toplamalarının daha ahenkli ve daha sakin olduğunu gözledik hanımla.

Yine birkaç sene önceydi, kış günlerinin birinde,  100. Yıl Bulvarında arabamla giderken, Kilise civarında yol kenarındaki bir kişi dikkatimi çekti. Tam kavşaktaki trafik ve işaret panolarının bir tanesinin başında bir temizlik işçisi, yanına bir temizlik kovası koymuş elindeki süngerle, kirlenen panoları temizlemeye çalışıyordu. Hatırladığım aylardan şubat olduğundan, karlı ve buzlu da bir havaydı. Panonun üstüne sıçramış çamur lekeleri, havanın da etkisiyle buzlanmış olduğundan çıkarılması için epeyce uğraşmak gerekiyordu. İşçi dışarıdaki soğuğa rağmen, sabırla kovanın içindeki deterjanlı suya süngeri daldırıp, tekrar tekrar silip, ardından birde kuruluyordu. Yaptığı temizliğin istediği gibi olup olmadığını anlamak için karşısına geçip bakması ise gerçekten görülmeye değerdi.

Kenara park ettiğim arabamın içinden hemen Belediyenin Temizlik İşlerini arayıp bu Görevşinas İşçinin bu çalışmasından dolayı, bulunduğu görev yerini de belirterek kutladım Müdürlüğü.

Bazen sabahları, bazen iş çıkışlarında ve genellikle günün yoğun saatlerinde aracınızla şehir içinde seyir halindeyken şayet önünüzde bir çöp kamyonu çöp topluyorsa canınız bir hayli sıkılabilir. Yapılan işin önemini bilerek o çöpün toplanmamasının ne derece beter bir iş olduğunun bilincinde olsanız dahi bunalırsınız. Ne kadar acele ederseniz edin o kamyona mahkûmiyetiniz onun arkasında devam edecektir. Aslında bu görevi sırasında, ana kulvarlarda müsait olan ceplere girerek trafiğin akışına müsaade etmesi mümkün olsa dahi, Şoför Bey arkasındakilerin geçişine müsaade etmemektedir. O çöp kokusunu duyarak ister istemez bekler durursunuz.

Buna benzeyen, trafikteki bir diğer nöbet şeklinde ise toplu taşım halk otobüslerinin duraklardan yolcu almaktaki rahatlıklarıdır. Yolun müsait olduğu geniş kısımlara veya ceplere girmeleri trafik akışına hiç de mani olmazken tam yol ortasında yolcunun tamamını almaları, arkasındakilerin epeyce bir zamanı boşuna geçirmelerine sebep olmaktadır. Bu anlayış Bankalar Caddesindeki İşbank’ın önünde veya Saathane Meydanında veya Subaşındaki durakların önlerinde, yukarıda anlatılanlardan hiçte farklı değildir.

 Yukarıdaki paragraflarda belki de her gün sıkça karşılaştığımız Şehir Hizmetlilerinin iş ve görev kesitlerinden devamlı yaşanan birkaç tane örnektir. Aslında kişi, ister beğensin isterse beğenmesin yaptığı ve ekmeğini kazandığı işini gönül aşkıyla yapması veya yapmaması diğer yaşayanlar tarafından mutlaka izleniyor. İnsanlar bu küçük nüansları hem izliyor hem de etkileniyorlar.

Takdir görmek veya intizara sebep olmak da işini yapanların kendi tercihleri olsa gerektir.

İyi haftalar. 
24.08.2011
/Sacit ACAR

19 Ağustos 2011 Cuma

Çarşamba’nın Turizm Değerleri

Gögceli camii ile başlanacak geziye; şehir merkezindeki bedestan, su değirmeni, tarihi çınar/kavlağan ağaçları; Şeyh Habil köyü camii; Ordu Köyü camii, kalesi ve türbesi; baraj gölleri ve Kabaceviz şelaleleri ile devam edilebilir.

Gezinin İlk Durağı GÖĞCELİ CAMİİ

Doğu yakada Göğceli Mezarlığı içinde bulunmaktadır.  1206 yılında çivi kullanılmadan tamamen ahşap malzeme ile yığma olarak yapılan ve Anadolu’daki en eski ve en büyük ahşap camidir. İbadete açık olan cami, dünyada da en eski ahşap yapılardandır.  Göğceli mezarlığı içindeki ve mezarlığı batı tarafında Canlı Sokağı başında bulunan tarihi çınar/kavlağan ağaçları da bu arada görülebilir. Ayrıca belediyenin yakınındaki bedestan ve batı yakadaki su değirmeni ve çınar/kavlağan ağacının görülmesi gerekir.


İkinci Durak Şeyh Habil Camii

Bu camiye Göğceli mezarlığının batısındaki canlı köyü yolundan gidilir. Yaycılar köyü ile Şeyh Habil köyleri arasında mezarlık içindedir. Göğceli camii ile aynı yıllarda yapıldığı bilimsel araştırmalar sonucu belirlenmiştir. Göğceli camii ile benzer özellikler taşımaktadır.


Üçüncü Durak Ordu Köyü

Tâceddinogulları Beyliği’nin Niksar’dan sonraki merkezidir. Tacettinoğulları Beyliği Samsun’dan Ünye’ye kadar olan yörenin Türkleşmesini ve İslamlaşmasını sağlamışlardır.

Ordu KöyündeTaceddinoğlu Hasan Gazi tarafından 1420’li yıllarda yaptırılmış olan ahşap cami Göğceli camiine göre ahşap işleme açısından daha zengindir. Cami Cuma namazlarında ibadete açık olduğundan ziyaret için köy imamı ile irtibat kurulmalıdır.  Ordu köyündeki kale ve buradaki Hasan Gazi türbesi ziyaret edilmesi gereken yerlerdir.


Dördüncü Durak Kabaceviz Şelaleri

Ordu köyünden Yeşilırmak’ın batısına geçilerek Kabaceviz köyüne ve şelalere ulaşılır. Kabaceviz Şelaleleri bölgenin görülmeye değer turizm alanlarından biridir. Treking, dağcılık, piknik ve foto safari için yerli ve yabancı turistlerin ilgi odağıdır. Yaklaşık 60 metre yüksekliğinde olan şelaleden akan suyun süzülüşü görülmeye değerdir.


Beşinci Durak Porsuk Köyü Mezarlık Camii

Kabaceviz köyünden Çarşamba’ya dönerken Porsuk köyü mezarlığı içinde bulunan ve 1860 yılında inşa edilen cami ahşap oyma işçiliğinin en güzel örneklerinden biridir. Cami sadece Cuma namazlarında ibadete açıktır. Bu nedenle ziyaret için köy imamı ile irtibat kurmak gerekmektedir.


Altıncı Durak Adapark Ve Göl Restoran

Geziyi Ada parktaki Göl restoranda yemek yiyerek sonlandırabilirsiniz.

/Av. Safa TEMİZ
19.08.2011

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Kim Kirletti Bu Denizi

Sağlık Müdürlüğü... "Bu insanlar Ramazan dinlemiyor, oruç dinlemiyor... Çıpıldak çıpıldak olup denize giriyor. Şu suya bir bakın bakalım... Bu çıpıldakları görüp...  Sudaki koli basili nüfusu artıyor mu?" demiş. Hıfzı Sıhha Kurulu görevlileri de ellerine aldıkları kavanozlara... Denize girilen 26 plajdan su doldurmuşlar... Ve o sular incelenmiş... Bir de ne görsünler: 26 kavanozdaki sudan 19'unda bulunan koli basililer neredeyse koloni kurmuş! Hemen yaygarayı koparmış müdürlük: "Valla sular 19 yerde sular kirli. Denize girerseniz hastalanırsınız!"
***

 26 plajdan 19'unda deniz kirli çıkmış ama... Kimse sormamış "Neden?" diye! Oysaki... Memleketimizin en büyük yerel yönetim mekanizması... Her 100 Samsunludan 43'ünün 'beğendiği'... Medarı iftiharımız... Samsun Büyükşehir Belediyesi her yere tabela asmadı mı? Hem 7-8 yıldır o tabelaları görmüyor muyuz? Aramızda uzağı göremeyenler var diye o tabelaları billboardlara dönüştürmedi mi? "Denizimize kanalizasyon akmıyor!" diye! Yani... "Samsunlu toplu halde denize etmiyor!" açıklaması yapmadı mı?
***

Şehrin denizine kanalizasyon akmıyorsa başka bir şey vardır... Birileri kasten yapıyordur bu işi... Belki gece denize işeme ve çatlama seansları yapıyordur birileri topluca... Kim bilir? Birileri, "Mübarek Ramazan günü çıpıldak olup denize giriyorlar, adamı dinden imandan çıkarıyorlar!" diye belki tüm mahalleyi, tüm aşireti toplayıp gece yarısı denizi WC olarak kullanıyordur... Sonra da "Hadi girin bakalım!" diye oradaki kafelerin birinde oturup keyifle izliyordur!
***

Yoksa... Denizden kum çalmanın yerini, fosseptik boşaltma araçlarını denizde temizleme uygulaması mı çıkardılar! Mutlaka bunlardan biri olması gerekir! Bu ihtimalleri yok sayıp "Denize kanalizasyon akmıyor!" tabelaları asan Büyükşehir'e yalancı mı diyeceğiz yani? Olmaz... olmaz! Adamın canını sıkmayın...  Büyükşehir'imiz ve Başkanı Yılmaz'a iftira attırmayın boş yere (!) Kimler bağırsaklarındaki koli basillerini denize boşaltıyorsa… Çabuk çıksın ortaya!

17.08.2011
/Erdem EROL

14 Ağustos 2011 Pazar

Tekkeköy'deki Kiliseler Halk Eğitim Merkezi Olsun..

Tekkeköy'deki tarihi kiliselerin restore edileceği haberi, çarşıyı biraz karıştırmışa benziyor. Meseleyi bilen de bilmeyen de topa girince; mesele mecrasından çıktı, ucuz siyasi polemiklere malzeme edilmeye başladı ne yazık ki... Naçizane, mübadele, Karadeniz'deki Rum kültürü ve Yunanistan'dan gelen mübadillerin kültürleri hakkında çalışmaları bulunan birisi olarak birkaç kelam da biz edelim:

 BİR: Tarihi kiliseleri restore edip başka bir amaçla sosyal hayata kazandırmak fikri doğrudur. Bu konuda bilhassa Kapadokya'daki bazı kentlerde çok güzel örnekler vardır. Bu düşünceye öncülük eden Başkan Hayati TEKİN'i eyyamcılık yapmayıp cesur davrandığı için kutlamak gerekir. CHP'li başkanın önerisine karşı siyaset üstü duruş sergileyen AK Partili İl Genel Meclisi üyelerine de ayrıca "bravo" diyorum.

 İKİ: Ancak, kiliselerin restore edildikten sonra ne amaçla kullanılacağı çok önemlidir. Bölgedeki Pontus – Rum geçmişine atıfta bulunulacak bir tesis kurulması sakıncalıdır. Halk eğitim merkezi, kültür evi, restoran, kafeterya, resim – heykel galerisi, kütüphane, sağlık ocağı olabilir. Ama mesela mübadele müzesi olmaz! Yunanistan'daki Ortodoks Kilisesi'nin organize ettiği bir kısım fanatik Pontusçunun buraya gelip korsan ibadet yapmasının önüne nasıl geçeceğimizi düşünmek zorunda kalabiliriz çünkü... (Zaten Alaçam'da bir mübadele müzesi açılış için Kültür Bakanı'nı beklerken aynı şehirde ikinci bir mübadele müzesi kurmanın da bir anlamı yoktur. Türkiye'deki üç mübadele müzesinden ikisinin Samsun'da olması da ayrı bir tuhaflık olur zaten...)

ÜÇ: 19 Mayıs tarihi, Türkiye'de Kurtuluş Savaşı'nın ilk adımının atıldığı gün olarak kutlanır. Buna karşın Yunanlılar bu tarihi sözde Pontus soykırımı anma günü olarak kabul ederler. Yarın öbür gün bir 19 Mayıs günü Samsun'da ayin provokasyonu ile karşılaşırsak sakın şaşırmayın. Bu nedele bu kilise restorasyonu işini olabildiğince "mübadele ve ibadet yeri" kavramlarının dışına çıkarmak icap eder.

DÖRT: Benim naçizane önerim, Altınkaya (Kelkaya), Aşağıçinik ve Karaperçin'deki kilise kalıntılarının halk eğitim merkezi yapılmasıdır. Zira burada oturan mahalle sakinlerinin bu tür bir merkeze ihtiyacı var. Antyeri'ndeki kilisenin durumu ise biraz farklı, burası yerleşim alanına sapa kalıyor. Antyeri'ndeki kalıntıların restorasyondan sonra "Tarım müzesi" olarak değerlendirilmesi düşünülebilir. Zaten Tekkeköy'de birkaç sene sonra tarım tamamen bitecek gibi görünüyor.


Lozan Anlaşmasının Karşılıklılık İlkesi

Bu konuda atladığımız bir husus da Lozan Anlaşması... Restorasyon yapacağım diye Türkiye ve Yunanistan arasında "karşılıklılık" ilkesini ortaya koyan Lozan Anlaşmasının ruhuna aykırı hareket etmemek gerekir.

 Misal, Batı Trakya'daki Türk azınlığın hakları ile İstanbul Rumlarının hakları hep karşılıklılık ilkesi ile değerlendirilir. Bu bizim milli politikamızdır.Bu nedenle Tekkeköy'deki kiliselere karşılık karşı tarafta camilerin restorasyonu zorlanmalıdır.

Tekkeköy'deki Kiliseler Restore Edilirken Kavala'daki Camileri Unutacak Mıyız?

Ege ve Marmara'daki belediyelerimiz, Dışişleri Bakanlığı ile ortak çalışarak Balkanlar'daki Türk eserlerini restore etmeye çalışıyor...

Kosova, Bosna, Bulgaristan ve Makedonya'da pek çok Türk – İslam eseri, bu sayede kurtarıldı.Oysa Yunanistan'da mübadele ile terk ettiğimiz bölgelerdeki mimari kültürel varlığımıza hiç kimse el atmadı.Keşke Samsun Büyükşehir Belediyesi, Tekkeköy Belediyesi, İl Özel İdaresi işbirliği yapıp bu konuya bir el atsa.


Kavala Belediye Başkanı Bir Fırsat Olabilir Mi?

Geçtiğimiz aylarda Selanik Belediye Başkanı İstanbul'a geldiğinde Lozan Mübadilleri Vakfı ile biraraya gelip ortak projeler konuştu. Selanik'teki Türk eserlerinin korunması doğrultusunda  önemli adımlar atıldı böylece... Sözün gelişi Selanik Belediyesi, kentteki en önemli Türk eserlerinden 'Bey Hamamı ve Yedi Kule Zindanları'nı turizme ve sosyal hayata kazandırmaya karar verdi. Mesela "Bey Hamamı" modern sanat galerisi olacak.

Öte yandan Kavala Belediye Başkanı da geçtiğimiz günlerde Samsun'daydı. Eğer biraraya gelme olanağı olsaydı, Samsun Mübadele Derneği tarafından kendisine Samsun ve Kavala'daki mimari kültürel mirasın karşılıklı onarılması teklif edilebilirdi.

Doğrusu düşünmeden edemiyorum, adamcağıza Çarşamba kasketi giydirip hayatında ilk defa çay içirmeye kalkacağımıza mübadillerin de katıldığı bir Türk – Yunan barış gecesi yaşatsaydık daha iyi olmaz mıydı?

Mesela Tekkeköy'deki kiliseler ve Kavala'daki camilerin karşılıklı olarak onarılması için ortak bir Avrupa Birliği Projesi üretilip kaynak yaratamaz mıydık? Böylece Samsun'un öz kaynaklarını bu iş için kullanmamış olurduk. Kimbilir, belki hala bu fırsat kaçmamıştır?


Sayın Valimizden İstirhamımızdır

Tekkeköy'deki kiliselerin turizme ve sosyal hayata kazandırılmasını isteyen Başkan Hayati TEKİN, iyi niyetlidir... Kiliselerin onarıldıktan sonra başa bela olabileceğinden çekinenler de kötü niyetli değildir. Peki bu konuda orta yol nasıl bulunacak?

Siyasetçiler ve karar alıcılar, lütfen bu konuda yetkin bir sivil toplum örgütü olan Samsun Mübadele Derneği'ni bir defa dinlemeyi düşünsünler ve son kararı Dışişleri Bakanlığı ile istişare ederek versinler.Keşke Sayın Valimiz, bir toplantı yapıp ortak bir noktada buluşulmasını sağlasa... Yoksa bu pilav daha çok su kaldırır.Son bir söz de bu konuya "aşırı" gözlüklerle bakanlara... 1924'te mübadele ile gidenlerin büyük çoğunluğu kiliselerinde Türkçe dua eden, mezar taşlarında bile Türkçe kullanan, soyadları Türkçe olan Hristiyan Türklerdi... Gidenlerin neredeyse hiçbirisi hiç Rumca bilmiyordu. Kendilerine "Karamanlı" diyorlardı ve Kapadokya'daki Türk Ortodoks Kilisesi'ne bağlı idiler.

Üstelik, Çinik'teki Ak Kilise, mübadeleden sonra karakol olmuş, ilkokul olmuş, postane olmuş, belediye binası olmuş; bundan sonra restore edilip halk eğitim merkezi olsa Pontusçu Rumlar mı faydalanacak, yoksa Çinikli Türkler mi? İnsaf yahu!

Ben milliyetçiliğin de bir kalitesi olması gerektiğine iman ediyorum ve yanıldığımı da hiç sanmıyorum...

14.08.2011 
/Mümin BOZKURT

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Hakkını Vermek

Büyükşehir Belediyesi; Meslek Odalarına, Koruma kurulu ve Pazar Mahallesi Muhtarlığına bir yazı göndererek Saathane Meydanında yapılacak olan planlama ve Çevre Düzeni Planlaması ile ilgili olarak adı geçen kurumları belediyedeki toplantıya davet etti. Tabiidir ki yapılacak olan bu teknik toplantı, bir keyfiyetin değil de ilgili yönetmeliklerin bir gereği olarak yapılmaktaydı. Yani bir bilgilendirme ile sivil toplumu ve koruma kurulunu da durumdan haberdar etmeye yönelikti.

 Büyükşehir Belediyesi, Saathane Meydanının batısında Büyükşehir Belediyesinin karşısına isabet eden bir bölümünde bir kısım tarihi dokuyu koruyup, ağırlıklı olarak kantariye, toptan ve yarı toptan esnafın bulunduğu bölümün yıkılarak meydanlaştırılmasına dair bir planlamanın çalışmasını hızlandırıyor. Bu süreçte de gerek o bölgede ticari olarak yaşayan esnafla, gerekse Belediye Başkanlığı arasında rahatsızlık veren elektrikli bir ortam oluşmuş durumda. Çok basit bir fiziki planlama gerçeği gibi algılansa da durum pek de öyle değil aslında.

 Bu bölgenin Samsun tarihi açısından önemini daha önceki haftalarda Saathane isimli yazımda birazda nostaljik duygularımla, yarım yüzyıla dayanan bir yaşanmışlığın ışığında anlatmıştım. Çünkü bölgenin dini ve ticari geçmişi bugün hayatta olan tüm Kentlilerin malumu olduğu gibi, yok sayılması da hiç mümkün görünmemektedir. Bölgenin fiziki yapısını değiştirerek yarınlara taşımanın öyle birdenbire akşamdan sabaha mümkün olmaması bu yüzden garip görünüyor bana. İlgililerce “Şimdiki yaşanacaklar birdenbire ortaya çıkmış değil ki, kaç yıldır bu planlama çalışmaları yapılıyor. Planlar askılarda kalarak, tanıtıldı” gibi türlü hamasi açıklamalar yapılacaktır, ama durum öyle göründüğü gibi de değildir.

 Bu bölge planının yenilenmesi her şeyden önce reformist bir mantıkla yapılmamalıdır. Hele hele “Bu bölgenin yenilenmesi, benim rüyalarımdı” demek hakkı sadece Samsun yaşayanlarının bile değildir. Bu bölge tüm Samsun çevresinden maada, Karadeniz Bölgesinin bile ayakaltı olmuştur. Samsuna yarı toptan ve toptan ticarete gelmiş her türlü ticari zevat işini gördükten sonra Lezzet Lokantasının döner kebabını yemeden gitmiş midir acaba? Bu çevreyi bilen herkesin hafızasında bölgenin yaşam kırıntıları mutlaka vardır ve hep canlı, diri kalmak isteyecektir.

  Planlama çalışmalarının hızlanmasıyla ilgili Meclisteki görüşmeler sırasında esnafın tedbir almadığını söyleyen Belediye Başkanının “Esnafın başını bekleyemem” demesi çok sert ve acımasızdır. Bu bölgenin Kent Vitrini olarak görünmesi ve algılanması, başkanın Siyasi Sicilini etkileyecektir ama çok kıvrak ve hoşgörülü bir zamanlamayı da gerektirmektedir. Çünkü gelecekte, Başkanın çalışma portföyü incelendiğinde bazı planlama kararlarının keşke de öyle olmasaydı dedirten ve hoşa gitmeyen görüntülerini ortadan kaldırmak mümkün olmamaktadır. Çünkü zaman aleyhte geçmektedir. Ve de, bazı işler için söylenen bir darbımesel vardır ki yapan kişinin “ Pardon, affedersiniz, hatalı oldu!” demek hakkı yoktur.  Bu durum Belediye Başkanları için mutlak geçerlidir.

  İşte böyle gergin geçen Belediye Meclisi Temmuz ayı oturumunda “Buna benzer konuların komisyonda bir ay beklemesini öneriyorum” diyen MHP li üye İsmail Sevindik belki de oturumun en can alıcı teklifini yapmıştır. Aceleyle alınan kararların telafisi mümkün olmadığı gibi sonradan dökülen sirke kabını doldurmamaktadır. Mimarlığının yanı sıra Meclis Üyeliğinin de hakkını vermek gibi bir sınavı geçmek Sevindik’ e nasip olmuştur.  Siyasi Platformda ve Meclis oturumlarında Mesleki Etik herhalde en anlamlı böyle gösterilebilirdi.

  İyi Haftalar.
 13.08.2011
/Sacit ACAR

12 Ağustos 2011 Cuma

Almanya'da Cami Ya Da Tekkeköy'de Kilise

Gençliğimizin mücahitleri yaşlanıp ahir ömürlerinde müteahhitliğe terfi ettikten sonra, garip işler oluyor güzel ülkemizde ve bu arada şirin kentimizde. Muhalefet yıllarında Ayasofya'yı Müslüman ibadetine açmak için yola çıkan eski arkadaşlarımızın devri iktidarında kıyıda köşede kalmış kiliselerin bulunup onarılarak Hıristiyan ibadetine açılmasını; onların savruluşu ve ülkemin geleceği adına dehşet ve üzüntüyle izliyorum.

Tekkeköy'ün Sayın Belediye Başkanı ile Samsun İl Özel İdaresinin saygıdeğer üyelerinin çoğunluklu bir kısmının Rumlardan kalma bazı kilise harabelerini halkın kesesinden onarıp -ne demekse- "kültüre ve turizme kazandırma!" perdesi arkasından ihya etmeye kalkmaları da bana aynı hüznü ve dehşeti yaşatıyor.  

Samimiyetlerinden ve değerlerimize bağlılıklarından zerre kadar şüphe etmediğim, şüphe etmeyi onlara ve kendime karşı saygısızlık kabul ettiğim nice zevat da " Tekkeköy'deki (doğrusu Tekkeköyü olacak) kiliseleri Almanya'daki camiler" ile mukayese yanlışına düşüyorlar. Almanya'da var olan cemaat -yapmak zorunda oldukları dini ibadetleri için- kendi paralarıyla kendi camilerini yapıyor. Buradaki olayın bununla uzaktan yakından benzer tarafı yoktur. Burada olmayan bir cemaat ve yapılmayan bir ibadet için hiç de ihtiyaç duyulmayan üç kilise birden hem de bu halkın kendi ihtiyaçlarının karşılanması için bu devlete verdiği vergilerle yeniden yapılıyor.

Neymiş; kültüre ve turizme kazandırmakmış! Başbakan'ın ifadesiyle söylemek gerekirse, sevsinler sizin turizm ve kültür anlayışınızı! Adama sorarlar kaç liralık yatırım yapacak kaç paralık turizm geliri sağlayacaksınız diye. Adama sorarlar attığınız taş ürküttüğünüz kurbağayı değdi mi diye. Turizm ve kültür işin perdesi, olay basit bir batı taklitçiliği, medeni olmanın batıdan aferin almakla eş olduğunun sanılması.

Karardan sonra Tekkeköy Belediyesi ve Tekkeköy Kaymakamlığı'nın internet sitelerine girdim ve kırk kelimelik üç cümleyle karşılaştım; şaşırdım ve üzüldüm. Tekkeköy'ün tarihi iki sitede aynı kelimelerle anlatılıyor, tek metin iki sitede birden kullanılmış. O kırk kelimelik üç cümle aynen şöyle: "Osmanlı döneminde burada Türkler ve Bizans döneminden kalma Rum halkı barış içerisinde yaşamışlardır. Ancak I. Dünya Savaşı sırasında Türk ve Rum halkı arasındaki barış bozulmuştur. Kurtuluş Savaşı sonrası yapılan Lozan Antlaşması gereği buradaki Rum halkı Batı Trakya Türkleriyle yer değiştirmiştir."

Ne demek "Ancak I. Dünya Savaşı sırasında Türk ve Rum halkı arasındaki barış bozulmuştur" demek? Ne barışı, ne bozulması? Rumlar resmen devletlerine ihanet etmişlerdir, mesele de bundan ibarettir ve bu kadar basittir? Gerçek niye gizlenir, niye tek emeli vatanını savunmak olan ve bunun için aslan gibi evlatlarını cephelerde bırakan Türk halkı ihanet içindeki Rum azınlıkla aynı kefeye konulur ve barışın bozulması denen uydurmanın bir tarafı olarak ilan edilir? Bu kendinden korkmak, kendinden utanmak ve gerçeklerden kaçmak neyin nesi? Mübadeleyi Milli Mücadeleye ve Lozan'a bağlamak ve sanki Rumların gidişine hayıflanmak! Biz Milli Mücadeleyi yapsak da yapmasak da gitmeyeceklerdi eğer ihanet etmeselerdi. Gidişleri Milli Mücadelenin ve Lozan'ın dayatması değil ihanetlerinin sonucudur. Keza Balkan Türklerinin gelişleri de tamamen Yunan zulmünün neticesidir. Hainlerle mağdurları aynı kefeye koymak niye?

Beyler, bu pilav madem ateşe konuldu, daha çok su kaldırır; yeri ve zamanı geldikçe konuyu tekrar tekrar ve tüm boyutlarıyla ele alırız. Ancak şu kadarını söyleyelim ki, bu kararı almak başkadır, uygulamak daha başkadır. Ben gerek Samsun Valiliği'nin ve gerekse Samsun halkının bu paranın o hayale harcanmasına izin vereceğini sanmıyorum.

12.08.2011
/Osman KARA

11 Ağustos 2011 Perşembe

Stadyum Samsun

Gündem hızlı değişiyor, yakalamakta ve takip etmekte zorlanıyoruz. Çoğu zaman da -şimdi olduğu gibi- gerisinde kalıyoruz.Bakan Kılıç'ın daha bakan olmadan ve hatta seçimden önce vaat ettiği ve Başkan Yılmaz'ın geçen hafta müjdelediği "Stadyum Samsun"u zamanında yazamadım. Derdim 19 Mayıs'ın perdelenmesi, unutturulması değildi, onu zaten Sevgili Erdem Erol tam zamanında ve çok da hoş bir üslupla yazdı; İsmail Başaran da aynı konuyu kendine has tavrıyla işledi. Benim derdim "19 Mayıs'ın inkarı ve unutturulması" değil, böyle bir niyeti ne Sayın Bakan'a ne Sayın Başkan'a reva görürüm ne de ciddiye alırım. Çünkü 19 Mayıs ruhu "istiklali tam ve hakimiyet-i milliye" ruhudur, şimdiki gençlerin anlayacağı kelimelerle söylemek gerekirse "tam bağımsızlık ve milli egemenlik" ruhudur. Onu unutturmaya ve öldürmeye hiç kimsenin gücü yetmez, velev ki isteyenler ve perde gerisinden yönetenler ABD ve AB bile olsa.

Benim derdim "Stadyum Samsun" tamlamasındaki anlamsızlık ve Türkçe katliamı. Başkan Türkçeyi çok iyi bilen çevrelere uzak değil, o çevrelerle arasında Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanı Necmi Çamaş gibi bir önemli isim var. Sayın Çamaş OMÜ camiasını iyi tanır, Türkçe dostlarıyla dostlukları vardır. Umarım en kısa zamanda ya Başkan ister ya "durumdan vazife çıkartarak" kendiliğinden sorar ya da OMÜ'deki Türkçe dostları yahut da hocaları başvuru beklemeden yanlışın üstüne giderler de doğru Türkçeyle çok daha doğru ve çok daha anlamlı bir stadyum ismi bulur ve kente kazandırırlar.

Başkan Yılmaz'ın daha önce isim konusunda iki yanlıştan döndüğü biliniyor. Birisi şimdi "Bulvar AVM" denilen eski sigara fabrikası binasının yerine verdiği "Reggie Alışveriş Merkezi" adıydı. O zaman da yazmıştım "Reggie/Reji" denen kuruluşun bir Düyun-u Umumiye kepazeliği olduğunu ve batılı alacaklılar/tefeciler adına Türk köylüsünü ve hazinesini soyup soğana çevirdiğini; Reji kolcularının ellerinde en az yirmi bin Müslüman Türk köylüsünün kanı bulunduğunu. Bir süre kaldı tabela yerinde daha sonra indirildi, şimdilerde de tamamen unutuldu. Başkanın dönmek erdemini gösterdiği bir diğeri yanlışı da adı son derece isabetli bir şekilde "Kurtuluş Yolu" olarak değiştirilen Protokol Yolu yanlışıydı. Anlattılar, ondan da döndü. Dönmediği bir yanlış var, Amisos Tepe; halbuki oraya önerilen Bayrak Tepe ya da Bayrak Tepesi ne güzel ve de ne anlamlı.Umarım ondan da bu "Stadyum Samsun" yanlışından da döner. Dönerse hem kendisi, hem Samsun ve ama hepsinden de önemlisi Türkçe kazanır.

11.08.2011
/Osman KARA

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Söğüşlenen Samsun (!)

Bizim siyasetçiler ağızlarını açınca mangalda kül bırakmıyor...  AVM temeli atıyor... "Bakın Samsun'a ne hizmetler geliyor!" Market açılışı yapıyor... "Samsun'a kanat taktık uçuruyoruz!"  Lokantanın kurdelesini kesiyor... "Samsun'un hızına yetişilemiyor..."  Bir firmanın kiraladığı binayı hizmete sokuyor... "Samsun'a çağ atlattık çağ!" diyorlar! Oysa atlanılan çağ, dönem ve devir değil... Kanalizasyonu olmayan evlerden akan atık suyun üzerinden!
***

Ne diyor rakamlar? Samsun'dan 6 ayda 186,2 milyon dolarlık ihracat yapıldı... Güzel! Ya diğer rakamlar... Samsun'da 454 milyon dolarlık ithalat yapıldı...  Yani... Samsun cebindeki 186 milyon dolar ile...  454 milyon dolarlık harcama yaptı...  Basit mantıkla 268 milyon dolar borç!
***

Son yıllarda siyasetçilerimiz, şehrin ileri gelenleri kaç fabrikanın temelini attı... Kaçının açılış kurdelesini kesti? Başbakan, Samsun'a her gelişinde birçok açılış yaptı... Sayın bakalım bunları... Köprü...  Menfez...  Asfalt... Bakım yapılmış bina... Çocuk parkı...  Benzer kıl tüy... Rakamları koyun önümüze...  Başbakan 10 yılda Samsun'da kaç fabrikanın temelini, kaç fabrikanın kurdelesini kesti! Açıklayamazlar...  Çünkü yok!
***

Birde kalkıp, kalkınan Samsun diyorlar... Yanlış! Onun gerçek anlamı söğüşlenen Samsun!  Üretmeyip, geleceğini de yok eden... Belediyeleriyle, kurumlarıyla, sanayicisi, tüccarıyla... Borç içinde yaşayan, yaşamaya mahkûm edilen Samsun!

10.08.2011
/Erdem EROL

7 Ağustos 2011 Pazar

Kırmızı Kurdele

Kim etkinlik yapsa aynı manzara...  Atakum konser verir... Tablo aynı... İlkadım şölen yapar... Manzara aynı... Canik de farklı değil... Büyükşehir'in etkinliklerinde daha abartılmış bir görüntüye şahit olursunuz...
***

Seçim meydanlarında sloganları 'içinizden biridir'... Ya da "Sizden biri"... Ya da "Halkla birlikte yönetilen belediye"... Ama bir kuru konserde bile ayrım yaparlar...  Çekerler bir kırmızı kurdele... Arada da bir iki metre boşluk! Kırmızı kurdelenin sahneye yakın tarafına... Başkan, bürokrat, meclis üyesi, müdür... Ya da başkandan torpilliler oturur...  Arka tarafta çoğu zaman sandalye bile yoktur... Ama onları seçen, maaşını veren halk ayaktadır!
***

Sanki seçimler...  Bu tür etkinliklerde ön sıralarda ve koltuklarda oturması gerekenlerin tespiti için yapılır... Hep tecrit, hep tecrit!  Araya konulan mesafede ayrı bir hakaret unsuru... Üst sınıfın (!), alt sınıfın (!) kokusunu hissetmemesi içindir sanki...
***

Ama sadece bunu yapanlarda değil ki kabahat! Bizim millette... Birilerinin oturduğunu... En erken kendileri gelmiş olmalarına rağmen, en son gelenlerin önlerine geçtiğini görür... Kırmızı kurdelenin kendisi için belirlenmiş sınır olduğunu kendisi anlamasa bile oraya yaklaştığında görevlilerce anlatılır...  Açık açık... Kırmızı kurdelenin önündekiler birinci sınıf, kendilerinin ikinci hatta üçüncü sınıf vatandaş ilan edildiğini anlamaz!
***

Sorsan... Konser düzenlemişler elbette onlar önde oturacak der... Düzenlenen konserin, getirilen sanatçının, hatta kırmızı kurdelenin önündekilerin kıçlarının altına konulan koltukların parasını kendi ödediğini düşünmez ki!
***

Eh böyle olunca da... Fıkrada olduğu gibi... Kırmızı kurdelenin önündekilerde ayakta oturacak derman... Arkadakilerin de iskemleye koyacak oturtma organları olmaz!

07.08.2011
/Erdem EROL

2 Ağustos 2011 Salı

Eğlence Adası

Zamanlama konusunda çok dikkatli davranma isteğime rağmen hala hatalar yapıyorum. Yani, ölen bir dostun yakınına taziye ziyaretine gidilmesi nasıl ki ilk duyulduğu anda zorunluluk kazanıyor veya kaza haberi ilk geldiği anda mecburiyet olarak hastaneye koşmayı gerektiriyorsa dahi, ben hep bir adım sonrasında duruma hazır hissediyorum kendimi. İlk kara haber geldiğinde; “acaba insanlar telaşlı mıdır, şimdi zamanı mıdır?” diye düşünüyorum, kendimi dinliyor ve gerekenleri bazen sonra ya bırakıyorum. Ama bazı durumların mazereti maalesef olamıyor zamanında yapılması gereken her ne varsa yapmak lazım geldiğini geçen yıllar öğrettiği gibi sonrasında da, hiçbir kelam ilk anda söyleneceklerin yerini tutamıyor.

Bu ilk paragrafı bana yazdıran konu ise yine zamanında dile gelmesi gerekenleri bir adım sonra gündeme taşıdığım ve paylaştığım için olsa gerek. 12 Temmuz 2011 tarihli Büyükşehir Meclis Oturumunda; Atakum ilçemize, dolguyla oluşturulacak bir ada imar planı teklifi gündeme gelerek karar verilmiş. İlk duyduğumda; acaba “Ayvalık’taki Cunda Adası benzerimi olur, yoksa Boğazdaki Galatasaray Adasına mı benzeyecek diye” düşündüm. Yoksa Birleşik Arap Emirlikleri mi bizi heyecana getirdi diye geçti aklımdan. Çünkü son dönemlerde bazı projelerin gündeme gelmesi belki de ütopya dünyamızı, gerçek yaşam ortamına pek kolay taşıdığımız için çok olağan hatta doğru bile geldi bana. Turizm için bir adıma ihtiyaç varsa bunun atılması için kesinlikle beklemeye, zaman kaybetmeye, oyalanmaya gerek yok ki zaten olayın lokomotifliğini yapan Başkanlar, bu şehrin özbeöz kendi çocukları ve idarecileri.

Amma velakin böylesine iddialı böylesine avangart projelerin yapımından önce bazı önceliklerin de takipte olması gerekmiyor mu? Sahillerimizin bu günkü durumları ne derece sağlığa temizliğe kullanıma uygundur acaba? İkinci konutların çoğaldığı yazlıkçıların akın ettikleri Kurupelit, Çatalçam, Taflan sahillerinde insanlar hangi şartlarla yaşamakta ve denize girmektedirler. Bunun gözleyeni, kontrol edeni, takip edeni ve edenleri, sahillerle ne derece ilgilidir acaba?

Her olayı kritik etmek, her olumsuzluğu ortaya dökmek değil amaç ama bazı konularda da böyle birdenbire arkaya bakmadan öne fırlamanın başarı veya başarısızlık olarak değerlendirilmesi pek de anlaşılır olmuyor.

Taflan sahilinin durumu ortada; Erenköy’de yapılan Balıkçı Barınaklarının ters akıntısı Taflandaki sahili adeta 1 karışlık bir kullanım darlığına düşürdü. Ama bu kadar dar, bu kadar sıkışık sahilde koca drenaj büzlerin ağızları denize doğru müthiş bir görüntü kirliliği oluşturduğu gibi, daha önceden kullanılamadan kırılmış büz artıkları da güzelim kum sahilin ortasında adeta denize girmeye engel oluyor, yasaklıyor. Daha da garibi denizin içinde dahi böyle kütlelere ayağınızın takılması bile mümkün. Dikkat ediyorum tam bir aydır; kumu tarayan, düzelten, çöp toplayan bir aracı ben göremedim. Denize ailesiyle giden komşum Hanife Hanım, her sabah mevcut deniz malzemeleriyle birlikte sahile bir de tırmık götürüyor. Bunlar belki doğal ve gözden kaçmış incelikler ama Taflan’da, yine sahilde, yine kıyıda hem de tam Avukatlar Sitesinin önünde iki adet kullanılarak atılmış kirli bebek bezi var ki tamı tamına 24 gündür aynı yerde hala duruyorlar. Bu da biraz ayıp oluyor değil mi? Eğlence Adası fikri beni çok heyecanlandırdı, ama sonrasında da birazda düşündürdü.

 İyi Haftalar 
02.08.2011
/Sacit ACAR