20 Temmuz 2010 Salı

Eski Köy Adları


Konu başlığımız "Yasak edilen Kürt Köylerinin İsimleri Geri Verilsin mi, Verilmesin mi?" ama konu sadece Kürtçe isimlerle sınırlı olmayıp ülkemizin genel bir sorunudur.

Coğrafi yer isimlerinin değiştirilmesi fikrinin ilk kez 1910 yılında ortaya çıktığını, ancak resmi adımın 13 Mayıs 1913'te çıkarılan İskân-ı Muhacirin Nizamnamesi ile atıldığını biliyoruz. "Türkçe olmayan isimlerin sistemli olarak değiştirilmesi doğrultusunda atılan adımlar, savaşa girilmesiyle birlikte hızlanır. 5 Ocak 1915'te Enver Paşa tarafından askeri kıtalara gönderilen talimatnamede ; “Osmanlı memleketinde, Ermenice, Rumca veya Bulgarca, hâsılı İslam olmayan milletlerin lisanıyla anılan vilayet, sancak, kasaba, köy, dağ, nehir isimlerinin Türkçeye tahvili uygulamasının süratle gerçekleştirilmesi gerekmektedir.” (Bkz. Ayhan Yüksel, “Trabzon Vilayetinde Yer Adlarını ve İdari Yapıyı Değiştirme Girişimleri” Doğu Karadeniz Araştırmaları, s.21)


Yer adları değiştirme konusu, Cumhuriyet döneminde 1940’lı yıllarda İçişleri Bakanlığı çalışmalarıyla başlıyor. 8589 sayılı genelge de ifade şu, “anlaşılmasında güçlük olan ve Türkçe olmayan kelimelerin yer adlarının köy isimlerinin Türkçeleştirilmesi”. Bu dönemde Dünya Savaşı nedeniyle bir duraksama yaşanıyor. Bunun ardından 1949’da kanuni bir zemine kavuşuyor. İhtisas kurulu kuruluyor. Bu ihtisas kurulu 70 - 75 bin kadar yer adını toparlıyor. Bunları incelemeye başlıyor. 10 Haziran 1949 gün ve 5442 sayılı İller İdaresi Kanunu’nun, 11 Mayıs 1959 gün ve 7267 sayılı kanunla değiştirilen 2. maddesine eklenen bir fıkra uyarınca, İçişleri Bakanlığı İller İdaresi Genel Müdürlüğü bünyesinde oluşturulan bir komisyon tarafından, Türkiye genelinde 12 binin üzerinde köy adı değiştiriliyor.

Son günlerde ise AB dayatmalarıyla değiştirilen bu yer adlarının eskilerine dönüşler başlamış durumda. İstek olmasa bile tabelalarda eski ve yeni her iki isim de birlikte yazılmaya başlandı.

Osmanlı İmparatorluğunun 1520 yılı tahrir defterlerine göre çıkarılan haritada yer alan Türk köyü "Gelemet" bile isim değişikliğinden nasibini almış durumda. "Sonradan Köy" anlamına gelen "Sordan Köyü" de Akbulut Köyü oluvermiş. Resmi kayıtlar ne derse desin halk ne diyorsa o odur.

/Çetin KOŞAR
20 Tem 2010

7 Temmuz 2010 Çarşamba

OMÜ ve Kadrolaşma

Samsun'un bacasız sanayisi, ilin mevcut envanterleri arasında en başta geleni, bu kentte siyasetin en fazla konuşulduğu, akademik ve idari personel açısından düşünce farklılığı ile görüş ayrılığının düşmanlık boyutuna ulaştığı, zaman zaman da çalışanların ekmekleri ile oynandığı bir yerdir Ondokuz Mayıs Üniversitesi (OMÜ).    OMÜ, son 10 yılda yerel ve ulusal bazda hiçte iyi anılmadı. OMÜ' de bu süre içinde bilimsel çalışmalardan ziyade daha çok dramatik filmlerin çevrildiğini görüyoruz. Çevrilen filmlerin başrol oyuncuları olarak akla hep rektörler gelse de; aslında yönetimin yanında ve yakınında olan üç beş tane titrek kafalı yağcı ve yalaka takımının yazdığı senaryolar uygulandı.Üç yanlış bir doğruya karşılık gelmiyor. Hatta bazı yanlışlar birçok doğruyu da alıp götürüyor. Sekiz yıl yönetimde bulunmuş bir ekibin yaptığı güzel işler elbette olmuştur ancak akılda onlar kalmıyor. Yapılan zulüm karşısında haksızlığa uğramış kalplerdeki kin ve nefreti hiçbir silgi silemiyor. 

 Sayın Bernay'ın ikinci dönem rektörlüğü döneminde seksenden fazla doktoralı araştırma görevlisinin sırf sağ görüşlü oldukları için kapı önüne konmuş olmaları insafla, izanla, insanlıkla ve solculukla izah edilebilecek bir olay mıydı? İşine son verilerek OMÜ'den uzaklaştırılan doktoralı gençler bağımsız Türk Yargısının verdiği kararlarla birer birer görevlerine iade edildiler. Bir olayda mahkeme bu yapılan yanlış bir uygulama diyorsa; buna sebep olan yönetim haksızlık yapmış ve hatta insanlara zulmetmiş demektir.  Kendisini bilim adamı olarak nitelendiren kişilerin başkalarına haksızlık yapmaya hakları var mıydı?

Kendisini sosyal demokrat ve çağdaş(!) olarak nitelendirerek; bugünlerde "OMÜ'de kadrolaşma var" diyen kişilerden, geçmiş dönemde insanlar kapı önüne konurken yapılan bu uygulamalar yanlış demeleri beklenirdi. Hiçbir sol görüşlü akademisyen bu yapılanlar yanlış, bu insanların çoluk çocuğu var, insanlar aç mı kalsın demedi.Gelelim şimdiki OMÜ yönetimine. Sayın Rektör, daha önce eleştirdiğin rektörün yanlış uygulamalarını taklit etmek zorunda değilsin. Bir kişinin unvan alabilmesi için milli görüşçü olması gerekmiyor ki. Kişi ister ülkücü, isterse sol görüşlü olsun atama ve yükseltme yönetmeliğindeki şartları taşıdığı sürece atanmalı. İnsanların özlük haklarıyla oynanmamalı. Bir kişiyi sırf sol görüşlü olduğu için mağdur ediyorsan; bil ki kıldığın namazın ve tuttuğun orucun sana hiçbir faydası olmayacak. Ne diyor Yüce ALLAH? Bana kul hakkıyla gelme! 2009 – 2010 yıllarında OMÜ'den emekli olan akademik ve idari personel için Rektörlüğün 20 Nisan 2010 tarihinde Konukevi'nde düzenlediği emekliler için "Onur Töreni"ne davet edilen emeklilerin yaklaşık yüzde 60'ı katılmadı. Emekliler bir anlamda bugünkü OMÜ yönetimini protesto etmiş oldu. Demek ki, mevcut rektör ve ekibi sevilmiyor. Müslüman insan, seven ve sevilen insandır. Unutmayınız ki, insanların sevgisini kazanmak, kin ve nefretini kazanmaktan her zaman daha kolaydır.

OMÜ'de kadrolaşma yerine, güçlü bir kadro oluşturulmalı. Bu kadro kişinin dünya görüşü ne olursa olsun nitelikli, üretken ve alanında söz sahibi olan öğretim elemanlarından oluşmalı. Kişinin kişisel tercihlerinden ziyade, dersine girdiği öğrenciye ne verebildiği ile bilime sağladığı katkı ön planda olmalı… 

07.07.2010
/Şerafettin ÖZIŞIK