15 Haziran 2006 Perşembe

Muallimlerimiz...



Öğretmenlerimizin üzerimizdeki etkisini, yıllar geçse de, yaşımızı başımızı alsak da unutamayız. 1950’li yıllardaki ‘muallimlerimiz”den bir kesit. Hepsinin kendine göre bir rengi vardı. En renklisi olan Refet beyin ilk dersini anımsıyorum. Sınıfa girip; “Adım Refet, bazıları bana Raafet derler. Raafet değil!”



Ellili yılların ortalarına kadar Alaçam’da tek okul, merkez okulu şimdiki Atatürk İlkokulu. İncirli, Etyemez, Kozköy, Killik, Bekiroğlu, Çoroğlu, Göçkün, Karlı, Kargalı, Yenice köyleri bu okula gelirlerdi.

Ünlü muallimlerimiz vardı. En kidemlisi Zeliha Güven hanımdı. Eski Türkçe’den latin alfabesine geçildiği sene öğretmenliğe başlamış babamı okutmuş, halamı okutmuş, beni ve en küçük kardeşimizi de okutarak, emekliye ayrılmıştı. Alaçam’lı Hüseyin Duralı bey, Nafiz bey, Faika hanım, Süleyman bey... Şimdilik anımsadıklarım...

O yıllarda ‘yerli-mübadil’ ayrımı vardı. Okul ağırlıklı olarak mübadillerin bulunduğu mahallede olduğu için sık sık kavgalar olurdu. Okulda başlayan bu kavgalar, şimdiki belediye binasının arkasında çayda ‘taş harbi’ ile devam ederdi. Benim kuşağımın yerli-mubadil çocuklarında başında taş yarası olmayan yoktur. Kendimize özgü sloganlarımız vardı: “Yerli yerli yer dibine macir ...... dibi dibine” yerliler de “Macir macir mal dibine yerli ......  dibi dibine”...

Baş muallim İbrahim Sümer bey, bizim bu kavgalarımızın önüne geçmek için zannedersem velilerimizle konuşuyor ve bazı önlemler alıyor. Biz çay içinde taş harbi yaparken o eski belediye binasından bizi gözetliyor. Harbe katılanların önde gelenlerini ertesi gün okulun önünde, tüm öğrencilerin ve öğretmenlerin önünde bağırıp çağırarak yerlileri okulun bodrumuna, mübadilleri tavan arasına kilitliyor ve öğle yemeğine salmıyor. Okul mübadil mahallesinde olduğundan mübadiller pek aç kalmıyordu. İbrahim beyin bu traji-komik yöntemi de bu kavgaları önleyemedi. Ve Fatih İlkokulu açılarak yerliler bu okula gittiğinden bizim ‘taş harp’leri de sona erdi.

1954-55 öğretim yılında bugünkü kaymakamlık lojmanına ortaokul açıldı. İkinci yıl merkez ilkokulunun yanında Doğan Kitaplı’ların binasına taşındı. İlk müdürümüz duyma özürlü İngilizce öğretmeni idi. Doğan Kitaplı’ların binasında türkçe öğretmenimiz Hamdune Ülgen, Tarih-Coğrafya öğretmenimiz Sevim Küçükaltan ve matematik öğretmenimiz aynı zamanda müdür Refet Oktan...

Refet beyin ilk dersini anımsıyorum. Sınıfa girdi; “Adım Refet, bazıları bana Raafet derler. Raafet değil Refet soyadım Oktan” Şöyle sınıfı bir dolaştı ve devamla; “Allah baba dünyayı ve tüm canlıları yaratmış bakmış ki eşek yok. Gitmiş derenin kenarına eşek çamurunu yoğurmuş eşek kalıbını almış. Kalıba eşek çamuru koyup can verip salmış, can verip salmış. Bakmış ki dünya eşekle dolacak, çamur artmış. Ne yapsın insan kalıbını almış, çamur eşek çamuru, kalıp insan kalıbı... Çamuru koyup can verip salmış, can verip salmış. İşte aranızda eşek çamurundan yapılmış adamlar bulunuyor, dikkat edin...”

İlk dersine böyle başlayan Refet Oktan şimdiki ortaokul yapılınca tayinini İstanbul’a aldırdı...

/İsmail Yeşilyurt

12 Haziran 2006 Pazartesi

Galip ÖZTÜRK


Yılın İşadamı /GALİP ÖZTÜRK
1992 yılında Metro Turizm’i kurdu. Yolcu taşımacılığı sektöründe bir çok ilke imza atarak Metro Turizm’i Türkiye’nin en çok otobüs çalıştıran firması haline getirdi. Halen Metro Turizm Yatırımlar Grubu Yönetim Kurulu Başkanı ve Büyük  İstanbul Otogarı’nı işleten Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı.

Metro Turizm Yatırımlar Grubu

Çalıştırdığı 700 otobüs ile Türkiye’nin en büyük otobüs filosuna sahip Metro Turizm, Marmara, Ege, Akdeniz, İç Anadolu ve Karadeniz bölgesine her gün ortalama 750  sefer düzenliyor. Yılda 240.000 sefer gerçekleştiriyor ve 8.500.000 yolcu taşıyor. 70 noktada 575 bilet satış acentesi bulunuyor. Grup, ulaşım, finans, medya, sigorta, turizm, kargo, ikram ürünleri ve otelcilik sektörlerindeki 29 şirkette 7.500 kişiyi istihdam ediyor. 2005 cirosu 250 trilyon TL.


Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri A.Ş.
Büyük İstanbul Otogarı’nın işletmeciliğini yapıyor. 2005 yılı cirosu 29 trilyon.

Uluslararası Anadolu ve Trakya Otobüsçüler Derneği (UATOD)
Karayolu ile uluslararası ve şehirlerarası yolcu taşımacılığı sektörünün 35 yıllık sivil toplum kuruluşu UATOD’un 2000-2005 yılında Yönetim Kurulu Başkanlığını yaptı. Firma sahibi düzeyinde 437 üyesi bulunan UATOD Büyük İstanbul Otogarını 140 milyon dolara yaptı ve işletmeciliğini Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri A.Ş.’ye devretti.

TBMM komisyonları ve Ulaştırma Bakanlığı düzeyinde aktif görevler üstlendi
Cumhuriyetin kuruluşundan beri ilk defa 2003 yılında bir yasaya kavuşan karayolu ile uluslararası ve şehirlerarası yolcu taşımacılığı sektörünün uluslararası standartlarda çağdaş hizmet verebilmesi ve gelişmesi için yasal alt yapı çalışmalarında TBMM komisyonları ve Ulaştırma Bakanlığı düzeyinde aktif görevler üstlendi.

Tüm Otobüsçüler ve Otobüs İşletmecileri Federasyonu (TOFED)
Türkiye genelinde sektörün yüzde 95’ini temsil eden otobüs firma temsilcilerinin ve işletmecilerinin oluşturduğu 59 dernek tarafından 2005 yılı başında İstanbul’da kuruldu ve Kurucu Genel Başkanlığına Galip Öztürk getirildi.

Karayolu ile uluslararası yolcu taşımacılığı sektörü:
7.5 milyar dolar yatırımı bulunan sektör, 11.377 otobüsü, 350 bin çalışanıyla 2005 yılında 95 milyon yolcu taşıyarak 3.5 milyar dolar iş hacmine ulaştı.


Bir Başarı Öyküsü:

Bilinmeyen yönleriyle Galip ÖZTÜRK
1 Ocak 1965 Ayvacık/SAMSUN doğumlu olan Galip Öztürk Topkapı Otogarı’nda 1987 yılında işveren olmayı başarabilmiş birisi. 1992 yılında Metro turizm’i kurmuş. Aradan 8 yıl geçtikten sonra, o zaman 30 yıllık bir dernek olan Uluslararası Anadolu ve Trakya Otobüsçüler Derneği ile Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanlıklarına seçildiğinde yaşı henüz 35 idi. O dernek (UATOD) Türkiye’de otobüs işletmeciliğinin beyni, şirket (BİOİAŞ) ise kalbi durumundalar.
    

“Yaş otuz beş! yolun yarısı eder.
Dante gibi ortasındayız ömrün.
Delikanlı çağımızdaki cevher,
Yalvarmak, yakarmak nafile bugün,
Gözünün yaşına bakmadan gider”

diye başlıyor, Cahit Sıtkı’nın ünlü şiiri. Yolun yarısını çoktan geçenler hedefledikleri noktanın çok gerisindeyken, veya bu yaşlarda birisi önemli bir kurumun başına geldiğinde, ona kıskançlıkla bakıp, “Bu genç yaşta bu görevi yürütmesi çok zor. Ağırlığının altında ezilir gider” diye düşünen bazı yaşlı başlı veya kelli felli adamlar ülkemizde bol miktarda varken, bu tür insanların; Galip Öztürk’ün tam da otuz beş yaşında Metro Turizm’i önemli bir noktaya getirdikten sonra Uluslararası Anadolu ve Trakya Otobüsçüler Derneği ve Büyük İstanbul Otobüs İşletmeleri A.Ş.’nin Yönetim Kurulu Başkanı olmasını kolay hazmedilebilecek bir başarı öyküsü olarak yorumlamaları beklenemezdi.

Çok sözler edildi ona dair ve çok tartışıldı başarıları. Ama o, “koltuk meraklısı” olmadığını ve belirlediği hedefler doğrultusunda adım adım yürüyen sistemli bir insan olduğunu 2005 yılının ortalarına doğru, UATOD ve kendi önderliğinde kurulan TOFED Başkanlık görevlerinden ayrılarak ortaya koyduğunda 40 yaşındaydı.

Bugün karayolu yolcu taşımacılığı sektöründe çeşitli ve önemli kurumlar, kuruluşlar bulunuyor. Ancak, Galip Öztürk’ü sevenler ve sevmeyenler, onun eski ve yeni çalışma arkadaşları, muhalif olanlar, olmayanlar, kendisine “Otogarın başı” sıfatını yakıştırma densizliğini gösterenler dahil herkes, onun ağzından çıkacak herhangi bir lafı dikkatle takip ediyor. O konuştu mu, herkes susup, onu dinliyor. Bu özelliklere sahip olanlara da her lisanda “lider” deniliyor.

Otobüs işletmeciliği sektörünün lideri Galip Öztürk’le Metro City’deki Metro Şirketler Grubu’nun merkezinde, yaşama dair her şeyi konuştuk. İstedik ki, TOFED Dergisi’nin “Portreler” sayfalarına, rengarenk bir insanı konuk ederek başlayalım. Sorulmamışları biz soralım, bilinmeyenleri bize anlatsın. Klasik gazetecilik hastalıkları da zaten, özellikle bu tür özel ve çok renkli kişiliklerle gerçekleştirilen röportajlarda depreşir.

YENİLİKLER ADAMI

Soruyorum; “Metro Şirketler Grubu hızla büyüyüp gelişiyor. Otobüsle yolcu taşımacılığı sektörü dışında da yatırımlarınız oluyor. Artık Metro, bir şirketler grubu haline dönüştü. Siz Metro’yu kurarken bu noktayı hedeflemiş, tahayyül etmiş ve görmüş müydünüz? Cevabı, çok samimi, samimi olduğu kadar da çarpıcıydı:

“Metro 1992 yılının 11. ayında kuruldu. Bırakın Metro’nun kurulduğu 1992 yılını, ben 1987 yılındaki hayallerimi gerçekleştirdim. Metro Turizm bugüne dek, sektöre bir çok konuda öncülük etti. Çevresindeki firmalar örnek oldu, teşvik etti. İkramın çeşitliliği ve kalitesi, servis ağının yaygınlığı nedeniyle eleştirildim, zaman zaman. Ben insanımızın daima en fazlasını hak ettiğine inanıyorum. Bütün bu gelişmeler baktığımda, hedeflediğim yerdeyiz diyebiliyorum. Otobüs sayısı itibarıyla en yakın rakibimizden üç misli daha fazla otobüs çalıştırmaktayız. Biz aslında, bir organizasyon sistemi oluşturup, uygulamaya koyduk. Şu anda 600-700 otobüsle, yolcu taşımacılığı yapmıyor olmak gerçekten büyük ve önemli bir iş. Ama bu yapı da değişiyor. Zaten şu an itibarıyla bile, Metro Turizm kurumsallaşma yolunda önemli mesafeler kat eden, bu sektörde halka açılmaya en yakın şirket. Bilançosunu ortaya koyan istisnai bir kuruluş. Şimdi, çeşitli firmaları bünyesinde toplayan bir şirket olacağız. Kiralık otobüs çalıştırmadaki bire beş oranı, bire ikiye iniyor. O zaman yeni duruma göre kuruluşumuzu yapılandırmamız gerekiyor.

50 ŞİRKETLİ DEV ORGANİZASYON
30 ayrı noktada o ilin adıyla anılan Metro Turizm şirketi olarak yapılanıyoruz. Samsun Metro Turizm, Ankara Metro Turizm gibi. Tüm bu şirketler Metro Turizm Organizasyon firması altında çalışacaklar. Her firma kendi hesaplarında özerk olacak, ama hatlar, planlamaları Metro Turizm Organizasyon tarafından yapılacak. Bu organizasyona katılmak isteyen firmaları da, mali yapılarını inceleyerek bu sisteme dahil edebileceğiz. Böylece toplam 50 otobüs şirketini işleten bir organizasyon olacak Metro turizm. Bu yıl sonuna dek 20, 2007 sonunda da hedeflediğimiz rakam olan 50’ye ulaşacağız. Sonuçta, ben istikrarlı büyümeye önem veriyorum. İşimize bakıyorum. İlk hedefim, 1987’den bugüne dek, her zaman insan sevgisiyle, insana hizmet oldu. Böyle olunca da başarı arkasından geliyor. Tüm bu gelişmelerle taşıma sektöründeki vizyonumuz da değişmiş olacak. Turizm alanında gerçekleştirdiğimiz girişimler sonucunda, 700 alt IATA acentası ile uçak bileti satmaya başladık. Metro Turizm’de yukarıda açıkladığım organizasyonla beraber, Metro Turizm marketing hizmeti vermeye başlayacak. Yurtiçi, yurtdışı turları ve incentive turizm dalındaki faaliyetlerimizle, turizm alanında 2007 tarihinde 200 trilyon liranın üzerinde ciro hedefledik.”            

VAN ET

Galip Öztürk sorularımı yanıtlarken, bir yandan da karşısında duran borsa ekranına bakıyor, arada bir ceo telefonundan kendisine borsa hakkında sorulan soruları yanıtlıyordu. Aklıma hemen Van-Et olayı geldi. “Van Et hisselerinden sizin başkanlığınızdaki bir yönetim kurulu kurulmasına yetecek kadar hisse almışsınız, gazetelerde böyle yazıldı.  Bugüne kadar yaptığınız işlerden farklı olan bu alana girecek misiniz? Bu konuda düşünceleriniz ve planlarınız neler?” diye sordum. İşte cevabı:

“Bilgi tecrübe her işte çok önemli. Ama bilgiyi satın almak istihdam yaratmaktan geçer. Yani, patron ruhunu taşıyabiliyorsanız, bilgiyi satın alabilirsiniz. Bu ülkenin yetiştirdiği o kadar değerli insanlar var ki, siz yeter ki iyi bir işletme kurun, başkalarının işiyle uğraşmayın. Önünüzde duran işe sahip olun. Onun için hangi sektör olursa olsun ben o sektörün tüm teknik ayrıntılarını bilemem. Örneğin, hayatımda hiç otobüs kullanmadım. Ama otobüsçüyüm. Otobüsün nasıl kullanıldığını çok merak etmem. Çünkü ben şoför değilim. Ama iyi bir otobüs işletmecisi olduğumu düşünüyorum. İyi organizasyonlar oluşturduğumu düşünüyorum. Bu sektörde ciroda, Maret, Pınar, Van Et sıralaması var. Ama marketingde Van-Et yok. Onun için Van Et’in Yönetim Kurulu’nu herhangi bir sorun olmadan teslim alırsak Van Et’te de iyi bir organizasyon ile, çok iyi yerlere ulaşacağımıza inanıyorum. Yani İstanbul’da marketlerde Van-Et ürünlerini insanlara sunacağız. Bu konuda iddialıyız. Sektöre henüz girmeden, sektörün sorunlarıyla ilgilendim. Yüzde 70 tezgah altında üretimi olan bir sektör. AB sürecine girdiğimiz için, yine de şanslı olduğumuzu düşünüyorum. Bu süreç dünya ile bütünleşme süreci. Bu süreçte biz tezgah altı üretimin ortadan kalkacağını düşünüyoruz. Bu işi ciddi yapan, Pınar, Maret gibi, Vanet’in de ön plana çıkacağına, burada bizim organizasyon anlayışımızla Vanet’i çok iyi yerlere getireceğimiza inanıyorum.

ÖZTÜRK’ÜN BİR GÜNÜ

Kestirmeden soruyorum, aklımdaki soruyu: “Metro’nun Başkan Vekili ve kardeşiniz olan Talip Öztürk ile Ulaştırma Dünyası için yaptığımız bir röportajda size ‘atom karınca’ dediklerini söylemiş ve ‘Ağabeyim işine çok bağlıdır. Yemekte bile iş düşünür’ demişti. Galip Öztürk gerçekten işten başka bir şey düşünmez ve yapmaz mı? Başka uğraşı alanları yok mudur? Bir günü nasıl geçer?” Galip Öztürk sorumu şöyle cevaplandırdı:

“Bir defa benim çocukluğum Topkapı’da geçti. Bu sektörün içinde büyüdüm. Oradaki yaptığım iş gereği her zaman gece saat 01’den sonra eve gider, 04’ten sonra yatardım. Ticaret hayatımda zorunlu olmadığım sürece hiç 12’den önceye randevu verip, mesaiye başlamadım. 1987’den bugüne kadar olan süreçte işçi çalıştırdım. O günden bugüne dek, zorunluluğum olmadığı sürece, ben 12’den önce insanlarla görüşmedim. Sabah 09’da kalkarım. Kahvaltımı yapar, gazeteleri okurum. Saat 11 civarında işime gelirim. Sonuçta buradaki yoğunluk dereceme göre, akşama kadar iş düşünür, yapılanlar hakkında verilen bilgi ve raporları değerlendirir, yapılacaklar hakkında talimatlar veririm. Kardeşim doğru söylemiş. Buradan arabama binip eve giderken, karnımın açlığından daha çok işi düşünürüm. Benim çok sosyal bir yanım olduğu söylenemez. Çok fazla insanlarla iç içe olmayı, sosyal faaliyetlerde bulunmayı sevmem. Gereksiz sohbetlerin düşünce yeteneğimi engellediğine inanırım. Yeni bir şeyler istiyorsam, ne zaman bir şeyler üretecek olsam işte o zaman o isteklerim hakkında bilgi alacağım, üretimime katkıda bulunacak insanlarla beraber olmaya çalışırım. Böyle sosyallik olsun diye de çok kalabalık ortamlarda sohbet ortamlarında bulunmam. Bir şeyler alabileceğim ortamlarda olmak isterim. İş veya şartların getirisiyle sonuçta çevremde insansız olduğum da pek görülmemiştir. Ama zaman zaman yalnız olmayı da severim ve buna fırsat yaratmaya çalışırım.

YARDIMSEVER KİŞİLİĞİ

Bu cevaptan pek tatmin olmamıştım. Çünkü, Öztürk, ancak bir şeyler alabildiği insanlarla sohbet ettiğini görüştüğünü, doğrusu sohbeti ve görüşmeyi sevdiğini söylüyordu. Oysa, kendi gözlerimle iş hayatında bir çok kişiyle de görüştüğüne, bırakın onlardan bir şey almayı, onlara çok şey verdiğine şahit olmuştum. Dayanamayıp sordum: “Sizin bir de yardımsever kişiliğiniz var. İlk kez merhaba dediğiniz insanlara iş imkanı sağlamaktan başka, bir de kapınızı çalan herkese maddi manevi destek olduğunuzu biliyorum. Ayrıca doğduğunuz yere yani Samsun’a, sorumlu davranan vefalı bir hemşerisiniz. En son doğduğunuz yer olan Ayvacık Belde Belediyesi’ne yaptığınız grayder yardımı var. Ama iş hemşerilikle de bitmiyor sanırım. Bu yapınız nereden kaynaklanıyor,yardım ettiğiniz insanların size geri dönüşümü nasıl oluyor?” Sorumu sondan başlayıp cevaplandırıyor Öztürk:

“Ben  bir defa yardım ettiğim insanlardan asla dönüş beklemiyorum. Ben köy çocuğuyum. Kasabamız Çarşamba’da ilkokula gidiyordum. İlkokuldan sonra İmam Hatip Lisesi’ne gittim. Liseye giderken, arkadaşlarımın gazoz ile simit aldıkları ortamlarda, benim alamadığım günler oluyordu. Ama onları çok saygıyla karşılıyordum. Babaları tüccardı, esnaftı. Sonuçta onların onu hak ettiğini ama bir gün benim de bunları hak edeceğimi düşünüyordum. Çok çalışacak, ben de tüccar, esnaf olacaktım. Ama  olmayanlara mümkün olduğu kadar yardım da edecektim. O zamandaki düşüncelerim böyleydi. Yani çevremdeki insanlara yardım hayali kurduğumda 12-13 yaşlarındaydım. Bugün belki de yaşadıklarımın da etkisiyle ve çocukluğumda kurduğum hayaller doğrultusunda sadece memleketime de değil, gücümün yettiği herkese maddi veya manevi olarak yardım etmeye çalışıyorum. Ama yine de, o günlerde hayal ettiğim kadar bunu yapamadığım kanısındayım.

İHANETLERE TEPKİSİ

Türkçe’mize yerleşen, “Hiç bir iyilik cevapsız kalmaz” şeklinde, doğruluğu tartışılan deyim geliyor aklıma ve hem nasıl bir işadamı olduğunu öğrenmek ve hem de bu deyim doğruysa, karşılaştığı ihanetler karşısındaki tepkisini bilmek için soruyorum: “Siz kendinizi nasıl bir işadamı olarak görüyorsunuz? Çalışırken nasıl birisiniz? İnsanlara nereye kadar güvenir, nereden sonra dikkatli olursunuz? İş hayatınızda büyük ihanetler yaşadınız mı? Yaşadıysanız sizin tepkiniz ne oldu?” İşte Galip Öztürk’ün yanıtı:

“Yıllar önceki ihanetlere verdiğim tepki farklıydı, şimdikiler farklı. Tabii ki binlerce insanla beraber oluyorum. Benim Yönetim Kurulu Başkanlığı yaptığım şirketlerde, tanımadığım ortaklarım var. Ortaklarımdan olsun, beraber çalıştığım insanlardan olsun zaman zaman ihanetlere uğradım. Benim temel bir felsefem vardır. İnsana yatırımın kutsal olduğuna inanırım. İnsanın dünyadaki her şeyden daha değerli bir varlık olduğuna inanırım. İnsanın kötüsünün olmadığına, şartların insanları kötü yapabileceğine inanırım. Ve insanları sevmek benim temel ilkemdir. Arsızı da hırsızı da, her türlü yeteneğe sahip bir insan da, benim için değerlidir. Çünkü o insan olarak yaratılmıştır. Bugün insanlara çok pozitif bakıyorum. Olumsuzluklar veya senin sorundaki şekliyle ihanetler olduğunda, artık tepkim ondan uzaklaşmaktan ibaret oluyor. Ama kendime zarar veriyorum. Benim patronluğumun bazen insanlara hata yaptırdığını düşünüyorum. Çünkü ben özverili ve mütevazııyım. İstediğim zaman insanlar üzerinde çok iyi bir motivasyon uygulama yeteneğim olduğunu düşünüyorum. O benim elimde de değil. Bunu o insanı kullanmak için yada başka bir nedenle değil, o insana kendini yaşatma yeteneğine ulaştırmak için yapıyorum. Ama demek ki, bu samimiyetim, bu yaklaşımım bazen yanlış anlaşılıp, hatalı davranışlara neden oluyor. Ama artık, insanı iyice tanıyıp, iyi ve kötü halleriyle birlikte sevdiğim için yapılan hatalara ve hatta ihanetlere daha toleranslı olabiliyorum.