17 Ocak 2014 Cuma

Hastane Spazmları


İki sene kadar önce bir kalp rahatsızlığı nedeniyle özel bir hastanede By Pass ameliyatı geçirmiş, daha sonrasındaki bir haftalık nekahet süresini de yine bu hastanede tamamlamıştım. Alelacele yatırılarak ameliyat edildiğim bu süre sonunda tuhaf bir şaşkınlık içindeydim.

Sağlık konusunda, Türk insanının bir Lale devri yaşadığını kim bilir kaç defa eşe dosta söylediğim gibi bu köşede birkaç defa da yazdım. Gerçekten de sağlık konusunda müthiş bir evre yaşanıyor. Hangi süre ve süreci yaşıyorsak yaşayalım, insana kıymet veren, hastane önlerindeki umutsuz insan yığınlarının şifa bularak, yüzünü güldüren öyle bir zamana geldik ki buna aşk olsun demek geliyor içimden.

Çok zaman geçmedi. Daha 3 veya 5 yıl öncesinde, şu andaki Samsun Gazi Devlet Hastanesinin, yani eski SSK’nın bahçedeki, Poliklinik denilen ilave 2 katlı yapının içinde, doktor kapıları önünde yaşananlar ve o kuyrukların bitmez tükenmez sabır zorlanmalarını unutmak ne mümkün! Diyelim ki bir rahatsızlığınızdan dolayı bu hastaneye gelerek muayene olmak düşüncesindesiniz. Bir sabah çok erken yani sabah namazı sıralarında gelip de kuyruğa girdiniz ve bekliyorsunuz. Hadi diyelim ki bu zamana karşı insani tüm direncinizi kullanarak Doktor Hanım veya Beylerin karşısına çıkmak mutluluğuna eriştiniz de sizi sadece ve sadece 30 saniye dinleyebildi. Dikkat edin muayene diyemiyorum, çünkü muayene olmak çok özel durumlarda ve onların muayenehanesinde ve de paranızla olabiliyordu. Size alelacele yazdığı ilacınızı bahçedeki diğer binada, uzun kuyruklarda ve canınızı dişinize takarak, saatlerce bekleyerek, didişerek aldınız. Bu ilaçların doğruluğu yanlışlığı ve dozunu öğrenmek için tekrar doktorunuza görünmeyi acaba deneyebilir miydiniz? Tabii ki bütün bu safhaları yeniden ve başka bir hastalık kapmadan ve de sinir-stres katsayılarınızı alt üst etmeden becerebilirseniz, ilacınızla ve hastalığınızla baş başa kalabilirdiniz.

Ama hastanenin o can alıcı temposuna her ay girip de sıralı ilaçlarınızı almak gibi bir mecburiyetiniz, yani kalp ve şeker gibi bir başka illet ve marazınız da varsa, Yüce Allah hem sizin ve de benim yardımcım olsun! Çünkü bu durumdan kurtulmanın tek çaresi bu dünyadan pılıyı pırtıyı toplayıp gitmekti. Ne paranız ne mevkiiniz işe yarıyor, torpil geçmiyordu tanıdık selamı da işe yaramıyordu falan feşmekân.

Ya da bu hastanelere düşen bir yakınınız, ananız babanız kardeşiniz gibi yakın birileri var ve siz onları günün herhangi bir anında ziyaret etmek isterseniz ne yapabilirdiniz? Günün hangi saatinde o hastanede ziyaret yapılabiliyorsa, o saatin haricinde içeri gir girebilirsen. İki cihan bir araya gelse kapıdaki mareşali(!) aşamazdınız. “Aman kardeşim yaman kardeşim” yakarmaları, ya küçük bir hediyeyle aşılır ya da hiç mümkün olamazdı. Sanki hastanenin o muhteşem havası, o mükemmel düzeni sizin içeri girişinizle bozulacak bütün esrarını da yitirecekmiş gibi. Adam bütün garibanlığı ile taşradan, civar ilçelerden gelmiş, hastası içeride, kendi kapı önlerinde perişan ama içeri alınmaz horlanır, ne yazık ki derdinin çaresi de yoktur.

Daha buna benzer nice nice hikâye devletimin hastanelerinin kapılarında yaşanarak gelinmiştir bu günlere. Türk insanı hastalıktan değil hasta olmaktan korkmuştur uzun yıllar. İtilmekten kakılmaktan, ilaç alamamaktan, sıra beklemekten, doktor muayenelerine gidip vizite ödemekten, bıçak ücreti için ameliyat pazarlığı yapmaktan bıkmış, tükenmiş, usanmıştır. Bu arada evini, ineğini satan, derdine çare, hastalığına ilaç arayanlar da ganidir. 

İşte bugünlerde sağlık konusunda yaşananları Lale Devri diyerek anmak bunun için manalıdır. Çünkü insanımız artık aşıdan, gripten, kırıktan, diyalizden, hatta onkolojik muayeneden korkmamaktadır. Nasıl olsa çaresi biraz da üstüne fark vererek yapılabilmektedir. Sanki o soru sormaya cesaret edilemeyen, o korkulan, doktor ve yardımcı sağlık elemanları gitmiş, gülerek cevap veren, yol gösteren, şefkatini hissettiğiniz yeni bir sağlık zümresi gelmiştir. Hatta hastane kapılarına doktorunuzu seçebilirsiniz, hasta hakları gibi levhalar asıla gelmiştir. Gerçi bu konularda halk yeteri kadar bilgilenememiş, nelere muktedir olduğunu bilememektedir ama yine de bir gelişmenin olduğu her yönüyle anlaşılmaktadır. İnsancıklar, nihayet insan olduğunun farkına varmış sağlıklarına da önem verildiğini hissetmeye başlamışlardır ki bu bile yaşamı değerli kılmıştır.

Bu günden sonra yapılacak olan iş kendi kendimizi denetlemektir ki maalesef bunu başaramıyoruz işte. Geçenlerde bir yakınımı Gazi Devlet hastanesine tedavi amaçlı yatırınca gördüm ki bazı konuları kökten halletmek bile yetemiyor. İki kişilik bir odaya temizlik amacıyla giren görevli hanım aynı temizlik fırçasını hem WC yi temizlemekte kullanıyor hem de lavaboyu ovuyor. Oldu mu şimdi? Hani hijyen, hani eskilerin tabiriyle şart şurt? Şimdi gelip de Sağlık Bakanı mı denetlesin oda temizliğini yapanları. Hastanedeki idari amirlerin gün içinde zaman zaman ani denetimler yapmaları gerekmez mi? Belki de arada çıkıp da teftiş ve temizlik amaçlı katlarda dolaşsalar bu bile yeterli olabilir. Bu gevşek işçi grubu izlendiğini bilse belki de daha titiz davranacak, daha dikkatli iş görecek. Ama çayıra salınca yapılanların çoğu işe yaramıyor. Ve kolaylıkla hallolacak birçok konu, becerilen ve yapılan tüm zorluk ve güzellikleri bir anda silmeye yetiyor.

İzlediğim kadarıyla Gazi Devlet ve Doğumevi Hastanelerinde müthiş bir yemek israfı da var. Yapılan ve dağıtılan yemeklerin çoğu layıkıyla yapılmadığı için hastalar ve refakatçileri tarafından tadılmadan çöpe dökülüyor. Mutlaka bu hizmet bir şirket tarafından ihale ile alınmıştır. Ama hem kalori hem de kalite kontrolü de birisi tarafından yapılmaktadır ama nasıl kabul edilmektedir? Çöpe dökülen hizmet gerektiği gibi yapılamıyor demektir. Aslında birçok sağlık kurumunda yemeklerin artık düzeldiğini, hastalar ve yakınları tarafından yenebildiğini duyuyor ve mutlu oluyorum. Ama Gazi Devlet Hastanesi ve Doğumevinin yemek kalitesi bugünkü şartlarda sınıfta kalmıştır. Belki özel şartlarda bir mecburiyet durumunda yenebilir diye düşünüyorum.

Bir diğer önemli husus da oda tefrişleriyle alakalı. Hasta sayısının ikiden fazla olduğu odalar var mıdır bilmiyorum ama iki yataklı odalara koltuk özelliğinde olan, ama açılan çek yat türündeki mobilyalardan ve de birer küçük buzdolabı konabilse arada görülen kara böceklere de rastlanılmaz. Ayrıca, tüm odalar da özel oda niteliğine dönüşmüş bile olabilir. Bunu da birçok iş sahibi gönüllü ve yardım amaçlı yapmaya hazırdır ki kendimden biliyorum. Buna uygun bir kampanyayı destekleyecek bir sürü hamiyet sever çıkacaktır.

Hem de sadece ismini kapıya yazarak!

Denemesi çok kolay.

Çünkü yoktur artık hastane önünde incir ağacı!

İyi haftalar
/Sacit ACAR
 06.11.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder