28 Mart 2015 Cumartesi

Nevruz 2015’in Samsun Yıldızları

Samsun Nevruz Ateşi bu yıl Alaçam’ın Umutlu Köyü’nde (Artık mahalle oldu) yakıldı. Havanın azizliği programda birkaç eksikliğe yol açsa da insanlardaki coşku görülmeye değerdi. Tarihinde ilk kez Nevruz resmi kutlamaları bir köyümüzde gerçekleşiyordu. Karda olsa tipide olsa sonuç bütün açısından önemliydi, çevreye etkisi, değeri tartışılmazdı. Kar yağışının tipiye çevirmesi, özellikle sahne zemininin üzerinde durulmaz hale gelmesi, bize çok kıymetli bir topluluğu fark ettirdi. Adeta sahnenin bütün olumsuzluğuna karşı direne direne gösterilerini büyük bir başarı ile tamamlayan Minikler Kafkas Halk Dansları Topluluğu muhteşemdi. Yaygın medyada Birçok ana haber bültenine bile konu oldu. Bütün ülke tanıdı onları.

Topluluk 2006 yılında Samsun un Terme İlçesi’nde Terme Adige Kültür Derneği olarak kurulmuş. 2007-2010 yılları arasında Uluslararası Halk Dansları ve festivallerine ve Türkiye de çeşitli yerel festivallere de katılmış ve önemli başarılara imza atmışlar.

2012 yılında topluluğun sanat yönetmenliğini yapan aynı zamanda eğitimcisi Sevgili Fatih BAŞTUĞ un Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı personeli olarak göreve başlamasıyla bu topluluk; Minikler Grubu Kuzey Kafkas Halk Dansları Topluluğu olarak faaliyetlerini Samsun merkeze taşır. Aynı tarihte ayrıca Büyükler Grubu Kuzey Kafkas Halk Dansları Topluluğu da faaliyete geçer.

Bizim ülke gündemine gelen bu harika miniklerimiz, Büyükşehir Belediyesi Konservatuvarı’nın Yeni Dönem Minikler Grubu Kuzey Kafkas Halk Dansları Topluluğu olarak 6 aylık çalışması sonunda ilk gösterileri Alaçam’da her halleriyle görülmeye değerdiler. Gelin gösterileriyle ayakta alkışlanan ülke gündemine düşen ve yaş ortalaması 12 olan bu miniklerimizi tek tek tanıyalım: Serra Sevi ERİM, Aslı SARAÇ, Kaan KARA, Oğuz Sulhan KIRIK, Serenay BEKTAŞ, Zeynep ÖZDEMİR, Hatice Beyza AYDEMİR, Sabriye CANBULAT.

Başta eğitmenleri ve sanat yönetmenleri Fatih BAŞTUĞ olmak üzere emeği geçenleri tebrik eder, başarılarının devamını dileriz. Elbette bu yavrularımızı sanatla buluşturan sevgili ebeveynlerini de ayrıca ve özel olarak kutlamak gerekir. Aferin çocuklar, sizlerle gurur duyduk. Nice başarılara… Güzel günlere uyanın efendim. Sağlıcakla kalın…

/Uğur DEDE
28.03.2015

26 Mart 2015 Perşembe

Kocadağ’da Aslında Ne Oluyor

Dün ‘Kocadağ Keldağ olmasın’ başlıklı yazımda, Kocadağ’da maden arandığını yazdım. Bir Allah’ın kulu da çıkıp “Hemşerim yanlış yazdın” demedi. Beni yakından tanıyanlar, belki nezaketen tepki vermemiş olabilirler ama yahu bir kişi bile çıkıp  “Haber yanlış” demedi. Oysa Kocadağ’da maden aranamadığını bu şehirde çok kişinin bildiğini zannediyorum. Evet, Kocadağ’da maden aranmıyor. Bildiğiniz taş aranıyor, taş. Taşını alıyorlar Kocadağ’ımızın. Bunu yaparken de Samsun’un akciğeri olan Kocadağ’ın ormanlarını yok ediyorlar. O yazıdaki hata bilerek ve taammüden yapılmıştır. Samsun’un tepkisini ölçmekti amacım. Çünkü biliyorum ki Samsun halkı duyarsız bir toplum oldu.

Kendisini ‘Direnen Kadın’ olarak tanıdığımız Melike Özman bizi uyarmasaydı, Samsun’un kumsallarını yok ederek yapılan o sahil yolu, Dünya Mirası olan Kuş Cennetine kadar uzanmıştı şimdi. Burada bir parantez açarak Diyarbakır’a atanan Samsun Eski Valisi Hüseyin Aksoy’a da bu konudaki duyarlılığı nedeniyle teşekkürümüzü de etmiş olalım. Bir iki gazeteci, çok az sayıda yürekli insan destek verdi ama şu sahil yolu meselesinde Melike Özman’ın tek başına direndiğini söylesek abartmış olmayız.

Biliyorsunuz Termik Santraller kurarak Samsun’u zehirlemeye çalışıyor birileri. Şenol Kul ve TERÇEP (Terme Çevre Platformu) üyesi bir iki gönüllü ki, sayıları 50 civarındadır ancak. Sadece onların itirazını duyuyoruz. “Gerekirse kendimi feda ederim” diyen Terme Belediye Başkanı Şenol Kul, bunu iktidara mensup bir siyasetçi olarak söylüyorken, Samsun ne yazık ki onu yalnız bırakıyor. Duydunuz mu “İstemeyiz” diye yeri göğü inleten itiraz sesi. Duyamazsınız. Benim duyabileceğimize dair umutlarım da yok oldu artık.

Bak Gerze halkı nasıl duyurdu sesini. O ses öylesine gür çıktı ki, Gerze’de kurulması düşünülen Termik Santral için alınan ÇED raporu bile iptal edilmiş. Gerzeliler tehlikeyi savuşturmuşlar. Biz ise öyle celebe başını uzatan uysal koyun gibi durduğumuzdan olsa gerek, Terme için tehlike sürüyor hala. O ÇED raporunun iptal edildiğine dair haberlerin de doğru olmadığı anlaşıldı. Tim Avrasya ve diğerleri için ÇED süreci devam ediyor yani. Merak eden, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının internet sitesinden durumu takip edebilir.

Sanırım bizi iyi tahlil etmiş birileri. Bu vurdumduymaz hallerimizi biliyor olmalılar ve “ÇED Raporu iptal edildi” gibisinden söylentileri de sanırım o nedenle yayıyorlar. Galiba gazımızı alıp, zaten zayıf olan direncimizi tümden kurmayı amaçlıyorlar. Lütfen biraz daha duyarlı olalım. Çünkü başka Samsun yok.

/Ragıp GÖKER
26.03.2015

25 Mart 2015 Çarşamba

Kocadağ 'Keldağ' Olmasın

Turgay Sözen, bir Samsun sevdalısıdır. Şu sıralar İzmir'de yaşar ama Samsun'la nefes alıp Samsun'la nefes verir. Samsun'la yakından ilgilenir yani onu demek istiyorum. Turgay Sözen yaz aylarından beri beni arar ve "Ne olacak bu Kocadağ'ın hali?" diye sorar. Bunu ilk söylediğinde itiraf edeyim ki Kocadağ'da olup bitenle ilgili yeterli bilgiye sahip değildim. Turgay bunu söyledikten sonra sosyal paylaşım sitesindeki Samsun platformu adlı bir gurup tarafından da sık sık Kocadağ'da yapılanlarla ilgili paylaşımları görünce gerçekten de bu konuya duyarsız kaldığımı anladım.

Samsun Basınında da bu güne kadar Kocadağ'da yapılanlarla ilgili bir haber okumadığımı söylemeliyim. Sorumluluğu üzerimden atmak için söylemiyorum ama biz toplu olarak Kocadağ'a duyarsız kalmışız. Ne mi oluyor Kocadağ'da? Anlatayım. Maden aranıyor. Aransın tabi bunda bir sakınca yoktur. Topraklarımızda maden bulunması iyidir. Ve bizim topraklarımızdan çıkan herhangi bir madenin ülkemiz ekonomisine katkı sağlayacak olması da gurur vericidir. Bu benim de çok hoşuma gider.

Devlet Kocadağ'dan maden çıkartmak için üç firmaya lisans vermiş. Şirketlere maden arama izni veren devlet şartnameye "Kazdığınız yere ağaç dikeceksiniz" diye madde de koymuş. Ancak buna rağmen şimdi Kocadağ'da öyle bir görüntü oluşmuş ki. Mevcut durumu size şöyle tarif edeyim 'dağın şakulü kaymış'. Kocadağ olmuş, ‘Keldağ’ yani. Dağa artık ağaç bile dikilemez, dikilse de bir artık asla eskisi gibi olamaz bir hale dönüşmüş. Öyle yani. Bu öyle bir hal ki Kocadağ, asla eski halini alamaz artık. O üç firma kazdıkları o yerlere ağaç da dikseler, dağ eski görüntüsüne asla kavuşamaz. Yahu bi Kocadağ’ımız vardı. O da elimizden gidiyor. Ne yazık...!

/Ragıp GÖKER
25.03.2015

23 Mart 2015 Pazartesi

Samsun’da Kültürel Alanda Artıları Ve Eksiler

Samsun’un Osmanlılar tarafından alınmasından öncesi dönemlerde sırasıyla, Gaşkalar, Paflagonlar, Hititler, Frigyalılar, Krimmerler, Lidyalılar, Persler, Bizans, Selçuklular, Rumlar ve Cenevizliler gibi çok değişik devletlerin işgaline uğraması nedeniyle tarihi boyunca değişik medeniyetleri de bünyesinde yaşatmıştır.

Böylesine değişik kültürlerle harmanlandığı için Samsun çok zengin kültür mozaiğine sahiptir. Ne var ki tarihinden gelen bu güçlü kültürel zenginlik, bu istilalar sırasında çıkan yangınlar ve 1970’lerden sonra kültür düzeyi yüksek Samsunluların büyük kentlere göç etmesi, onların yerini değişik kırsallardan gelen eğitimsiz ve kültürsüz bir yapının alması ile sona ermiştir.

Samsun son yirmi yıldır yakın geçmişinde kaybettiklerini yeniden yaratma çabasını göstermektedir. Buna rağmen, yapılan güzel işlerin yanında hala bazı yanlışların yapılıyor olması üzüntü vericidir.

Bugün ki köşe yazımda bu doğrular ve yanlışlardan bir demeti sizlerle paylaşmak istiyorum.


Doğrular:
Atatürk Kültür Merkezi; Uzun bir bekleyişten sonra hizmete giren AKM Samsun’un kültürel etkinliklerine canlılık getirmiştir. Bir yandan Devlet Opera Balesi Müdürlüğü’nün sahneye koyduğu Opera ve Bale sunumları ile klasik müzik konserlerine, diğer yandan da her geçen gün sayıları artan Türk Sanat Müziği Korolarına ev sahipliği yapmaktadır. Samsun açısından gurur duyulacak bir başka şey de, özellikli izleyici gerektiren bu yapıtlarda salonun hınca hınç dolmasıdır.

Büyükşehir Belediye Başkanlığı tarafından Atakum ’da yaptırılan Atakum Kültür Merkezi de AKM’NİN karşılayamadığı sanatsal etkinlikler yanında, sosyal içerikli toplantılara da ev sahipliği yaparak çok önemli bir eksiği gidermiştir. Emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Samsun Ticaret ve Sanayii Odası’nın Büyükşehir Belediyesi ve Valilik desteği ile Tekkeköy’de gerçekleştirdiği Samsun Ticaret Merkezi de çok önemli etkinliklerin yapılmasına zemin hazırlamıştır.
Büyükşehir Belediye Başkanlığı’nın, tarihçilerin Terme bölgesinde yaşadıklarını yazdıkları Amazonlar Efsanesini yaşatmak amacıyla Batı Parkta yaptığı “AMAZON KÖYÜ” yerli ve yabancı turistlerin ilgi alanı olarak Samsun’un kültür ve turizmine ivme kazandırmıştır.

Amisos Tepesin de Samsun’un eski tarihini simgeleyen kalıntıların bulunduğu mağaraların ve çevresinin düzenlenerek teleferik hattı ile de Batı Park’a bağlanması, burayı yerli ve yabancı turistlerin ilgi alanı haline getirilmiştir.

İlkadım Kenti Samsun’u simgeleyen bir müze olan “GAZİ MÜZESİ” de geçtiğimiz yıllarda bir sivil toplum kuruluşu tarafından Valilik ve Büyükşehir Belediyesi’nin de desteği ile yeniden yaratılmış ve eski virane halinden kurtarılarak yerli ve dışardan gelen ziyaretçilerin hayran kaldığı bir kültür merkezi haline getirilmiştir.

Yine geçtiğimiz yıllarda Atatürk’ün Anadolu’yu işgalden kurtarmak için başlattığı Kurtuluş Savaşı’nın ilkadımı atmak üzere 19 Mayıs 1919 da Samsun’a geldiği Bandırma Vapuru’nun birebir örneği yapılarak Doğu Park’ta hizmete alınmış ve burası da Samsun’un en önemli tanıtım ve kültür merkezlerinden birisi olmuştur.

Mustafa Kemal’in 19 Mayıs 1919 da Samsun’a ilkadımını attığı iskelenin bulunduğu yerde yaptırılan temsili iskele ve Bandırma Vapuru maketi ile Mustafa Kemal ile Samsun’a çıkan silah arkadaşlarını hatırlatan portrelerinin yer aldığı sunum Samsun’un tarihine ve kültürüne ışık tutmaktadır.

Samsun’un tarihini yansıtan eski evlerinin ardı ardına kişisel çıkarlara kurban edildiği bir dönemden sonra elde kalanların geç de olsa korumaya alınması ve “Acem Tekkesi” ile başlayan yenileme çalışmalarının devam ediyor olması umut verici gelişmelerdir.

Yanlışlar:
Samsun’da yıllar önce kurulmuş ve Samsun Folklorunu araştırma alanında eşi bulunmayan tek kuruluş olarak çok önemli hizmetler yapan bir kuruluş ne yazık ki kapanma noktasına gelmiştir. Sözünü ettiğim kuruluş, Anadolu Folklor Vakfı Samsun Şubesi’dir. Bu vakıf 1985 de Valiliğin Fuar Birliği aracılığı ile tahsis ettiği Yaşar Doğu Spor Salonu yanında ki bir salonda hizmet veriyordu. Başında tanıyan herkes tarafından destek gören Hikmet Gürcan’ın bulunduğu vakıf, yıllardır köylerde yaptığı özverili çalışmalarla Samsun türkülerini araştırmış ve bilinmeyen onlarca Samsun Türküsünü gün yüzüne çıkarmıştır. Yine kırsalda yaptığı araştırmalarla köylerde ki kadınlarımızın çeyiz sandıklarını inceleyerek Samsun Folkloruna ait yöresel giysileri topluma tanıtmıştır. Folklor kurslarında yetiştirdiği folklor grupları ile yurt dışında katıldığı birçok yarışmada birincilikler alarak Samsun’un ve ülkemizin tanıtımını yapmıştır.

Bu kuruluş şimdi kapanma noktasına gelmiştir. Nedeni ise, bulundukları yerin Bütünşehir Yasası ile Samsun Büyükşehir Belediyesi’ne geçmesi sonrası, burasını boşaltmak zorunda bırakılmasıdır. Çalışmalarını yapabilecekleri bir yerin gösterilmemesi ve böyle bir yeri kendi imkânları ile sağlayamamaları nedeniyle seksene yakın öğrencinin bulunduğu Anadolu Folklor Vakfı kapatılmak üzeredir.

Düne kadar yapılan törenlerde başka yörelerin oyunlarının sergilendiği Samsun’u, derlediği Samsun Folklorunun örnekleri ile bu ayıptan kurtaran bir vakfın kapanması, Samsun kültürü adına çok büyük kayıp olacaktır. Umuyorum kentimizin yöneticileri bu vakfın kapanmaması için bir çözüm bulacaklardır.

Samsun, başlangıçta özetlediğim tarihinden gelen çok zengin kültür birikimlerini hoyratça harcamış ve günümüze taşıyamamıştır. Konsolosluklar kenti Samsun, 1950’li yılların öncesinde, Türkiye’de İstanbul dışında hiçbir kentte bulunmayan konser ve tiyatro salonlarına da sahip bir kenttir.

Ne yazık ki Samsun yalnız bunları kaybetmekle kalmamış, kentlerin geçmişte ki tarihini ve medeniyetini anlatan kalesini de imar yanlışlarına kurban etmiştir. Son günlerde Saathane bölgesinde yapılan düzenlemeler sırasında ki kazılarda Danişmentliler tarafından yapılmış olan Samsun Kalesinin uzantıları ortaya çıkmış ve Samsun Müze Müdürlüğü’nün müdahalesi ile gözetim altına alınmıştır. Şimdi Samsun Tabiat Varlıklarını Koruma Kurulu toplanarak burası ile ilgili alacağı kara beklenmektedir.

Ama üzülerek söylemek isterim ki, korkarım bu durdurma işlemleri bir şekilde aşılacak ve burada ki düzenlemeler devam edecektir. Böylesine umutsuz oluşum bundan 4-5 yıl öncesine dayanan bir deneyime dayanmaktadır. Bir Pazar sabahı avukat bir arkadaşım arayarak hiçbir yetkiliye ulaşamadığı için bir tarih katliamına seyirci olmak zorunda kaldığını söyleyerek yardım istedi. Arkadaşımın iş merkezinde bulunan bürosuna evrak almak üzere geldiği sırada, hemen yanlarında yapılan temel kazısın da gördüğü manzara tam bir tarih katliamıydı. Kazı da kale surları çıkmış ve iş makineleri aracılığıyla bu kale surları parçalanarak kamyonlara yükleniyordu.

O tarihlerde Sam-Sev Başkanlığı görevini sürdürüyordum. Hemen İl Kültür Müdürünü arayarak durumu bildirdim. Geçte olsa kazı durduruldu. Ama burası Samsun’du. Ne oldu? Nasıl oldu? Bilmiyorum. Birkaç gün sonra kazı devam etti ve inşaat tamamlandı. O günlerden aklımda kalan şey, bu kentin bir yöneticisinin, “Bu kalenin aynısını yapacağız” Olmuştu. Saathane’de çıkan kale surları, işte bu yok edilen kale surlarının devamıdır. Belli ki o sırada daha önce yapılan binaların da temelleri altında bu surların uzantıları yer almaktadır.


Sonuç: 
Samsun kültürü adına sadece iki tanesini belirttiğim bu yanlışlar, Samsun’un hemen her sorunun da ortaya çıkmaktadır. Bu yanlışların altında yatan neden ise, bu kenti yönetenlerin bu kente yeterince sahip çıkamaması ve ortak akla önem vermeyen “Ben yaptım oldu”  anlayışıyla kenti yönetmeleridir. Bu dün de böyleydi. Ne yazık ki, bugün de böyle..

Anadolu Folklor Vakfı’nın yaşatılmasına ve Samsun Kalesine ait buluntuların korunmasına yönelik kararlar, umutları yeşertecek veya Samsun günlük çıkarlara kurban edilmeyi sürdürecektir.

Samsunlular, lütfen bu süreci dikkatle izleyiniz. Yorumunu sonra da sizler yapınız. Güzel şeylere tanık olacağımız bir hafta dileğiyle.

/Sadi SUBAŞI
23.03.2015

21 Mart 2015 Cumartesi

Kaynak Göstermeyenleri Mahkemeye Vereceğiz

Türk Dil Kurumu, 'müsait' sözcüğüne verdiği gerçek dışı anlamla itibarını büyük ölçüde zedeledi ama cinsiyet ayrımcılığı söz konusu olmayan sözcüklerde hala güvenilir... İntihal'i çoğumuz biliriz. Sözlükteki karşılığı şöyle: Aşırma! Bunun bir örneği, denetimsizce alıp başını giden, her geçen gün mantar gibi çoğalan internet medyasında yaşanıyor hem de fütursuzca...

Ben uzun yıllar Dünya Ekonomi-Politika gazetesi ile Doğan Haber Ajansı'nda çalıştım. Az buçuk yerel gazete deneyimim de var. Şenol Çakır hakeza, basında bir zoru başarıp 30 küsur yıl Doğan Haber Ajansı ile Hürriyet'te çalışmış bir gazeteci. DHA'da (DHA olmadan önce Hürriyet Haber Ajansı) çalışırken bölgemizdeki 6 il ile 100'e yakın ilçenin bir o kadar muhabirinden gelen haberleri tamamlar, redakte eder, gerektiğinde haberin vuku bulduğu yere gidilir, haber yeniden yapılır, öyle servis edilirdi.

Onca zaman bir kere bile bir muhabirin emeğinin üstüne oturup imzasının yerine kendi imzamı attığımı bilmem. İmza bir yana herhangi bir haber için o haberi yapan muhabire gönderilen para ödüllerine (büronun ortak başarısı diyerek şefin önermesine rağmen) ortak olmuşluğum yoktur. Kaynak göstermeden bir kimsenin sözünden alıntı yaptığım vaki değildir... Şenol Çakır hakeza! (ki O, Türkiye'nin dört bir tarafında, iki yıla yakın Güneydoğu'da benzer şekilde ilçe muhabirleriyle birlikte çalıştı.)

Niye biliyor musunuz? Çünkü bu bir hırsızlık! Hem de EMEK hırsızlığı ve benim, başkasının emeğini çalmayacak kadar emeğe saygım var... Hakeza Şenol Çakır'ın da... Ancak internet gazeteciliğine başladığımızdan beri, iki yıldır üzülerek görüyoruz ki, bu iş almış başını gitmiş!

Biz iki tane ajansın, Anadolu Ajansı ile Cihan Haber Ajansı'nın abonesiyiz. Her ay onlara belirli bir para ödüyoruz kullandığımız haberler için. Gazetecilik geçmişimizden gelen istihbarat kaynaklarımızın verdiği istihbaratlarla yaptığımız özel haberlerimiz, her biri birbirinden kıymetli köşe yazarlarımızın yazdığı son derece önemli, bilgilendirici yazılarımız var...

Sözün özü SAMSUN HABER HATTI'ndaki haberler büyük bir emekle, bir o kadar da maliyetle hazırlanıp servis ediliyor... Ancak bir bakıyoruz ki herhangi bir haber sitesi, hiçbir emek sarfetmeden bizim yazı ve haberlerimizi alıp kaynak göstermeden kullanıyor!

Olur mu? Olmaz! Bir, iki... üç, beş... Önceleri pek önem vermedik. Birkaç kez yazı ya da sözlü olarak uyardık ama sonra baktık, bu intihal benzeri durum artıyor; biz de bir karar aldık. Bundan sonra yazı, haber veya röportajlarımızı kaynak göstermeden kullanan siteleri mahkemeye verip, hakkımızı yasal yollardan arayacağız. Çünkü bu aslında bir suç! Bilinsin istedim... *Eminim bu yazı alınıp kullanılmayacaktır(!)

/İlknur YAMAK
21.03.2015

16 Mart 2015 Pazartesi

Mahkemelere Takılan Samsun

Sayın Yener Cabbar Cuma günü köşesinde, “Samsun Her Zaman Manşet Olur” Başlıklı yazısında, İlkadım Kenti Samsun’un Türkiye’de her zaman manşet olan ilklerini sıralamıştı.

Ben de, çok da övünülecek bir şey olmayan ve Samsun’a çok ilginç bir konuda ilk olma derecesi kazandıracak şu mahkemelik işleri bir hatırlatayım. Lütfen atladıklarımı da sizler ekleyiniz.

Bu mahkemelik konuların çok önemli bölümünün 2000 yılı sonrasında meydana gelmesi ise, bir rastlantı olmayıp yazımın sonunda altını çizeceğim bir tarzla ilgilidir.

MOBİL SANTRAL: Yıl 2001. Birçok ilin yöneticilerinin karşı çıkarak illerine sokmadığı kanser santrali olarak anılan “Mobil Santral”, Kent yöneticimiz tarafından Samsun’a davet edilmiş ve gizli saklı inşaat başlamıştı. Sivil Toplum Kuruluşları oluşturdukları “Çevre Birlikteliği” ile önce İdare Mahkemesinde yürütmeyi durdurma kararları aldırıyor, sonra da “Çevre Birlikteliği” Üyesi Baro Başkanlığı’nın çabaları ile Danıştay tarafından Mobil Santralın ruhsatı iptal ediliyordu.   
YABANCILAR PAZARI: Yıl 2006. Yabancılar Pazarı’nın şimdiki yerine kaydırılması ile ilgili projenin “Dolgu alanlarında yapılaşmayı yasaklayan” Yasaya aykırı olması ve “Kıyı Kenar Çizgisinin” dışında yapılaşmaya gidilmesi nedeniyle, Samsun Mimarlar Odası Şube Başkanlığınca taşındığı İdare Mahkemesi tarafından iptal edilmiştir.

SİGARA FABRİKASI: Sigara Fabrikası’nın Ballıca’da yapılan yeni binasına taşınması sonrası bu tarihi yapı Büyükşehir Belediyesi’ne devredilmişti. Bu binanın AVM yapılması kararından sonra Sigara Fabrikası’nın arkasında kalan boş alana ek bina yapılması projesi de İdare Mahkemesine taşınıyor ve Samsun İdare Mahkemesi tarafından bu düzenleme de iptal ediliyordu.

RAYLI SİSTEM: Samsun’da hiçbir kurumun yapılmasına itiraz etmediği halde son anda yapılan güzergâh değişikliği ve köprünün yeri nedeniyle, Raylı Sistem’de mahkemelik oluyor, ancak bu konuda ki itirazlar kamu yararı gözetilerek ret ediliyordu.    

KIYI KENAR ÇİZGİSİ: 2009 da Kıyı Kenar Çizgisinin Serbest Bölgeyi içerisine alacak şekilde değiştirilmek istenmesi de mahkemelik oluyordu. Mimarlar Odası’nın İdare Mahkemesi’nde açtığı davayı İdare Mahkemesi’nin, “Mimarlar Odası dava açamaz” Kararı vermesi üzerine, dava Danıştay’a taşınıyor ve Danıştay’ın “Açabilir” Kararı üzerine yeniden açılan dava ise hala devam etmektedir.

CANİK VİYADÜĞÜ: Kirazlık arkasından yapılması planlanan “Samsun Ordu Çevre Yolu” projesini de aksatacak bir başka proje gündeme alınıyor ve Canik’te yapılacak bir viyadük ile devamında Kirazlık yönünde yapılması planlanan katlı yol projesi de, “Nazım Planlarında” olmadığı ve “Gerekliliği için yeterince bilimsel ve teknik araştırma yapılmadığı” gerekçesi ile mahkemelik oluyordu. Başta Canik Belediye Başkanı’nın da itiraz ettiği bu proje de, Mimarlar Odası tarafından İdare Mahkeme’sin de açılan dava sonrası iptal ediyordu. Büyükşehir Belediyesi Meclisi acil toplantı yaparak katlı yol projesini Kent Nazım Planına işleyerek yapımını sürdürüyordu.

BÜYÜK OTEL: Büyük Otel’in yıkılarak yerine çok katlı bir bina yapılması projesi ise, “Dolgu Alanları ile ilgili Kanununa” aykırı olması ve “ Kıyı Kenar Çizgisini” İleri kaydıracağı için açılan dava sonrası İdare Mahkemesi projeyi iptal ediliyordu.

SHERATON OTEL: Samsun’a renk katacak beş yıldızlı Sheraton Otel inşaatı için DLH’ nın belli bir alanının kamu kullanımından çıkartılarak otel alanına dönüştürülmesi için “Ayrıcalıklı imar planı” yapılması, yer seçimi, kıyı kenar çizgisi dışına çıkması ve doğal yüksekliği aşan kat sayısı nedenleriyle yargıya taşınıyordu. Samsun İdare Mahkemesi “Yürütmeyi Durdurma Kararı” veriyor, Büyükşehir Belediyesi yeni bir plan tadilatı yaparak inşaatı ruhsatlandırıyor ve inşaatın devamını sağlıyordu. Yeniden açılan dava devam ederken inşaat sürüyor ve otel açılıyordu.

PROTOKOL CAMİSİ: Şu anda dahi belli saatlerde trafik sıkışıklığı yaşanan Atakum girişinde ki Tarım Meslek Lisesi’nin bulunduğu yere 15 bin kişilik Protokol Camisi yapılmak üzere okulun boşaltılması projesi, okul aile birliği ve Atakum Kent Konseyi ile Mimarlar Odası tarafından İdare Mahkemesine taşınıyordu. Sonuçta İdare Mahkemesi, okul Aile Birliği ile Atakum Kent Konseyi’nin açtığı davayı sonuçlandırıyor ve projeyi iptal ederek burasını tekrar okul alanı olarak tescil ediyordu.
KUMSAL VE DENİZ DOLGUSU: Atakum ile 19 Mayıs Kuş Cenneti arasında ki Türkiye’nin en güzel kumsalının ve denizin kayalarla doldurularak yol yapılmasına yönelik uygulamada, “Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’ndan onaylı olmaması ve kıyı kanunu ve ilgili yönetmeliklerine uygun olmadığı” Gerekçesi ile Mimarlar Odası tarafından yargıya taşınıyordu. Açılan dava sonrası, İdare Mahkemesi bilirkişiye dahi gerek duymadan yürütmeyi durduruyordu. Uygulama başladıktan sonra Büyükşehir Belediyesi Meclisi, sahil şeridine ait Nazım imar Planı ile uygulama imar planlarını aynı anda onaylamış, buna da Mimarlar Odası 2. Bir dava açarak itiraz etmiş olup, dava devam etmektedir.
***

Neredeyse en önemli projelerin mahkemelik olması, bir kısmımın yargı tarafından iptal edilmesi, bir kısmının da proje ve imar değişiklikleri sonrası devam edebildiği, bir kısmının ise yargı sürecinin hala devam ediyor olması, çağdaş bir kent olma iddiasında ki bir kente yakışıyor mu?

“Bu sivil toplum kuruluşları da her şeye karışı çıkıyor” Diyerek savunma yapmak, kent yönetimine haklılık kazandırabilir mi?

Çağdaş demokrasilerde toplumun çıkarlarına sahip çıkmak, toplum adına ilgi alanlarında denetim yapma görevleri olan sivil toplum kuruluşları bu görevleri nedeniyle suçlanabilir mi?


İletişim Ve Uzlaşı Çok Şeyi Çözüyor.

Aynı kent yönetimin ilk döneminde Samsun adına çok önemli bir proje, sivil toplum kuruluşlarının desteği ile gerçekleştirilmişti.

Fuar’ın kapanması ile kentin önündeki dolgu sahası kaderine terkedilmiş ve uyuşturucu kullananların mekânı haline gelmişti. 1999 yılında Samsun’da Büyükşehir Belediye Başkanlığı’na Sayın Yusuf Ziya Yılmaz seçilmiş, 2000 yılında da Valiliğe de Sayın Muammer Güler atanmıştı.

SAM-SEV’ in geçmiş dönemlerde de gündeme taşıyıp da ilgi gösterilmeyen Samsunluyu denizle buluşturma projesi, yeni kent yönetimine sunulmuştu. Başta Mimarlar Odası olmak üzere sivil toplum kuruluşlarının da desteği alınarak başlatılan “Sahilimi İstiyorum” Kampanyasını Valinin desteğini de alan Büyükşehir Belediye Başkanımız Yusuf Ziya Yılmaz sahili temizliyor, demiryolu raylarını asgariye indiriyor ve deniz dolguları da yaparak Samsun’a çok güzel bir sahil kazandırıyordu.

Denizi doldurmak yasal değildi. Mimarlar Odası o zaman da vardı. Ama onlarda prensiplerine aykırı olduğu halde, uzlaşı sağlandığı için kent çıkarını gözeterek karşı çıkmamış ve hiçbir mahkemelik olay olmadan “Sahil yolu” Tamamlanmıştı.

O zaman ki kent yönetiminin, “Uzlaşmacı ve iletişime açık anlayış tarzının” Yerini, günümüz de “Ben yaptım oldu” Anlayışı aldığı için sivil toplum kuruluşlarının görüşlerini almak gereksiz görülmeye başladı.

İşte bugünkü yargı süreçlerinin tek nedeni budur.

Büyükşehir Belediye Başkanı her konuda son kesin kararı verecek tek yetkili kişi olması nedeniyle, kent için önemli bir proje uygulamaya konulacağı zaman projenin konusuyla ilgisi olan sivil toplum kuruluşları ile görüşülse ve onların önerileri dikkate alınsa ne kaybedilir?

O zaman, Büyükşehir Belediye Başkanın inandırıcı bulmadığı önerileri dikkate almaması da yadırganamaz. Öyleyse bu zıtlaşma ortamını yaratmanın haklı bir gerekçesi olabilir mi? İşte bunu anlamakta sıkıntı çekiyorum.

Projelerin gecikmesinin ve kent dinamikleri ile gerginlik yaratmanın bu kente verdiği zararlara değer mi?

İletişim kurmak ve toplumun önerilerini paylaşarak uzlaşma ortamı sağlamak bu kadar mı zor?  Yazık. Gerçekten çok yazık.. 

/Sadi SUBAŞI
16.03.2015

14 Mart 2015 Cumartesi

Spaşigonun Mirası

Babaannem ailemizin neşesi, elli küsur yaşıma geldim onun gözünde hala  "sarı moskofum" diye sevdiği bir çocuğum. Öfkelense de, sevse de kırlaşmış sarı saçlarımı koparırcasına çeker damarlarından akan kanı görülen ince kemikli elleriyle. Sırtımı pataşlar, yarı Türkçe çoğu Çerkesce, “şpaşigom, haytakırım, sarı çiyanım” nidalarıyla bir kedi yavrusunu severcesine okşar beni hala. Oturduğu yerden beri koca evi çekip çevirir;  herkese emirler yağdırır; bağı, bahçeyi ahırdaki inekleri, kümesteki kuluçkaları bile yönetir. Aslında evde herkes bildiğini yapar ama Babaannemden komut almak herkesin vazgeçemediği bir alışkanlıktır. Çiftlik işlerindeki yardımcılarımız bile bu kurallar dahilinde hareket ederler, oturduğu pencereden tüm avluyu görecek bir  perspektife sahiptir  koca Göşefiş, Ecips köyünün sarı saçlı  prensesi...            

Ahırda inekleri sağan kızın bakracındaki sütün miktarını bile kontrol eder eğer fazla görmüşse sütü  "ha bzı danayı acından öldüreceksin ne varsa sağmışsın” diye azarlar, kümes hayvanlarına biraz fazla yem saçılacak olsa  "bunlar bizi açlıktan öldürecekler ambarda ne varsa döküyorlar boklu tavuklara" diye bağırır tabi bu bağırmaların hepsi Çerkezce olduğundan kimse bir şey anlamaz sadece annem-80 yaşındadır- "tamam nan ben şimdi söylerim bir daha yapmazlar diye onu teskine çalışır. Annemin, babaanneme olan saygısına hayranım aralarındaki konuşmaları tamamen Çerkezcedir ve ailede hiç kimse bu konuşmayı çözemez Çerkezce bilenler bile konuşmaları öyle hızlı ve öyle akıcıdır ki yüksek dağlardan akan akarsuların çakıl taşlarına çarparak çıkardığı sesler gibi bir armoni gibidir, saatlerce gizli gizli onları seyrederim.             

O sabah babaannemde her günkünden farklı bir telaş vardı. Herkesi paylıyor, direktifler yağdırıyor etrafında kedi yavrusu gibi dolanmama rağmen gözü beni bile görmüyor hatta" ayakaltında dolaşma" diyerek payıma düşeni de alıyorum. Anneme sordum "göşefiş’in telaşı ne garnizona teftiş için rus general mi gelecek" diye annem "Göşefiş’in yaşayan tek arkadaşı olan saşıji’nin teşrif edeceğini söylüyor ve bu telaşın sebebi de aydınlanmış oluyor. Babaannem  kümesteki kesilecek tavukları, pişirilecek yemeklerin listesini bir gün önceden belirttiği için  köşesinden teftişe devam ediyor bu tarihi anı kaçırmamam lazım  ne yapıp edip bu davete bir şekilde katılmam gerek Saşıji,yi en son görüşüm babaannemle onların köyüne yatılı ziyarete gidişimizdi nereden baksan 40 yıl geçmiş ...sarı saçlarımı okşamış ve sımsıkı sarılmış sonrada avuç dolusu  cak-caklı şeker vermişti çiğnedikçe ağızda nane aroması bırakan sakızımsı bir  şekerleydi tadını hala damağımda hissediyorum. 

Cecil köyü, köyümüzün karşısında kuş uçuşu yakın bir köy uzansan dokunacak kadar yakın, çağırsan duyulacak kadar içimizde ama arada yaz kış azgın azgın akan Yeşilırmak var ki çağıltısından ne el uzanır, ne avaz işitilir.Kaf dağında ecips köyünde de komşu olan bu iki komşu köy insanları kaderin cilvesi demeli burada da komşu olmuşlar ancak burada araya dikenli teller ve kara kalpaklı rus askerleri değil aşılması fermana mahsus azgın bir nehir girmişti,köylerin erkekleri bir şekilde bu azgın suları aşarak düğünlerde ,cenaze törenlerinde bir araya gelebiliyorlar ama kadınların ve yaşlıların kavuşmaları için 80 kmlik bir yolun aşılması gerekiyor, nenejim’in ve sırma saçlı ahretliğinin bu görece mesafeyi aşamamışlıkları hasret ateşini harlıyandı saşiji nenejimin tadı damağımda iz bırakan şekerlerinin özlemi ile işlerimi yarı bırakıp eve her zamankinden erken döndüm ,bu manzarayı belki bir daha görmek mümkün olmayacaktı ve bu buluşmayı kayda alacaktım kasabadan gelirken bir arkadaşımdan kamerasını da almıştım ,konukların yanına çıkmadan önce Nefset’e (amca kızım) kameranın nasıl kullanılacağını gösterip her ne olursa olsun muhakkak kayıt etmesini ve sonuna kadar çekime devam etmesi yönünde kat,i talimatı da vermeyi ihmal etmedim,çekim sonrası bunları iki Çerkez prensesine izletip tepkilerini görmeyi çok istiyordum bundan daha önemlisi o bir azgın derenin çağıldaması gibi konuştukları senfonik çerkesceyi belgeleyecek hem de gençliklerinde düğünlerdeki çapkınlıklarını anlattırıp Çerkez psaşelerinin gönül oyunlarını öğrenecektim.

Göşefij sultan bütün köye haber salmış Kızılot köyündeki tüm yaşlı kadınlar evin salonunda yer minderlerine oturmuşlar göşefij ile saşiji,nin 40 yıllık özlemlerinin muhabbetini dinliyorlar konuşulanların tek kelimesini anlamıyorum ama sanki ilahi bir arya dinler gibi gönül huzuru içinde onları gözlüyorum kapı aralığından içeri girip bu muhabbetin büyüsünü bozmak istemiyorum ama içten içe de çocukluğumun sırma saçlı saşijisini kucaklamaya da can atıyorum tüm bunlar Nefset’in kamerası kayda alıyor. Anneannem anlatırdı göşefiş,in gençliğinde kırdığı cevizleri güzelliği ve zexeslerdeki kuğu gibi süzülmeleri ile tüm Çerkez köyleri delikanlılarının yüreğinde bıraktığı yangın yerini, güzelliğinin farkında olan tüm narsistler gibi yaktığı gönül ateşlerinden vahşi bir haz duyarmış bu nedenle de hiç bir Çerkez delikanlısının "kaşen"liğinide kabul etmezmiş bu durum yiğit Çerkez abreklerinin yüreklerindeki ateşi ve umudu da aynı oranda körüklermiş..tüm gençlere çapkın bakışlar fırlatır ama hiçbiriyle göz göze gelmezmiş anlayacağınız bir ateş-i dilber bizi koca göşefij, bu Afitap-ı dilberin nasıl olup ta şpaşigo kıtıj smayl’a aşık olduğu da ayrı bir öykü konusu ama bunu kime sorduysam doğru bir bilgiye ulaşamadım ne zaman Göşefij,e bu konuyu açacak olsam Çerkezce ağza alınmayacak küfürler işitip azarlandım,ama bu gün ne yapıp edip sözü buraya getirip bu bir daha bir araya gelmesi mümkün olamayacak konuklarla bu işi çözecektim hem de belgeli görsel ve sesli olarak....seni gidi çapkın Göşefij şimdi düştün elime:)

Kapının arkasından odayı gözlediğimi gören annem öfkeyle "haynep haytakır bo haynep" diye azarlayarak ,saşıji nenej gece konuğumuz sabaha kadar oturup sohbet edersin hadi yıkıl şimdi biri görecek laf olacak diyerek kovaladı beni. akşamın olmasını iple çektim ağırlıklı konuklar gittikten sonra salona girip mavili gözlerinin feri sönmüş yaşlılıktan iki büklüm olmuş saşıjiyi kucaklayıp havaya kaldırdım ne olduğunu anlayamadığından korkunç bir çığlık attı öyle ki kadıncağızın sesine tüm ev halkı odaya doluştu saşiji hala kollarımın ucunda bir bebek gibi çırpınıyor göşefij,in bastonu sırtımda patlayınca saşıji,yi yere indirdim,Göşefij ne yapmış etmiş ahretliğini kollarımdan almıştı:))) nefes nefese kalan saşıji inceçik zarif kollarını boynuma dolayıp sarı saçlarımı koparırcasına çekip yarı Türkçe çoğu Çerkezce şpaşığo...şpaşiğo diye öpüp okşamaya ve ağlamaya başladı,ama ne ağlama ...ne ağlama sanki karşısında duran Kaf dağının demir üstadı şpaşigo kıtıj smayll, göşefij bu ağlamadan hiç hoşnut olmadı elindeki bastonu kuvvetlice bir daha vurup sırtıma "yıkıl deli şpaşigo" diye azarladı beni,...Aslında yıllar önce anneannemden göşefij,in şpaşigo smayl’a olan aşkının öyküsünü dinlerken satır arasında smayl’ın aslında şaşiji ile kaşen olduğunu ama nasist göşefij,in de içten içe Şpaşigo,ya aşık olduğunu ama şpaşigonun kendisine yüz vermemesi üzerine ne yapıp edip onun aklını çeldiğini anlatmıştı.Göşefiş ve şaşiji ile o akşam geç saatlere kadar sohbet ettik,lafı döndürüp dolaştırıp şpaşigo hıtıj smayl dedeme getirmeye çalışıyordum ama her seferinde Göşefiş fırınlanmış fındık dalından bastonuyla kafama vurup sohbetin seyrini değiştiriyordu,oysa ben her Dedem şpaşigo diye üstüne basa basa dedemin adını andıkça şasıjinin ince narin elleri avuçlarımda yavru bir tutsak serçe yavrusu gibi kıpır kıpır ediyordu feri sönmüş mavi gözlerine bir ışık yansıyordu tanyeri ağarmaya başlıyordu biz sohbeti bitirememiştik annem "hadi oğlum kalk ta yatsın nenejler" demese sabaha dek konuşacaktık. Çerkez güzellerine iyi sabahlar dileyip kalkıyordum ki şaşıji koynundan bir şey çıkartıp gizlice avucuma sıkıştırdı ,güzelleri öpüp odama çekildiğimde avucumdaki solmuş bir ipek mendile sarılı armağanın düğümünü çözmeye çalışıyordum ve ağzımda 40 yıl önce şaşijinin verdiği nane aromalı cak-caklı sakız şekerlerin tadını hissediyordum düğüm öylesine sıkı atılmıştı ki tüm çabalarıma rağmen çözemedim mendili yıpratmak istemediğimden fazlada zorlamadım uyandığımda anneme çözdürürüm diye başucuma koyup Kafdağı dolu düşlere dalarak uykuya daldım.

Annemin "kalk oğlum nenejler seni kahvaltıya bekliyorlar" sesiyle uyandım,"anne şu mendilim düğümünü çözüver" diye şasijinin verdiği ipek mendili anneme uzattım. Annem meraklıdır "nedir bu? nereden buldun? Hangi bizi verdi bunu? sorularını duymazdan gelip çözülmüş mendili kaparcasına aldım elinden içersindekini benden başkasının görmesini istemiyordum kadıncağız şaşkın şaşkın giderken "delej şpaşigo" diye bağırıyordu.... Artık tarihi aşkın sırrı avuçlarımın içindeydi açıp bakmak için kendimle mücadele etmedeydim bir yanım bakma::! derken içimdeki deli şapsığ aç ulan dedenin sırrını görmek en doğal hakkın diyordu, bu gelgitler içersinde kıvranırken odamın yüzyıllık karaağaçtan yapılmış tarihi kapısı hışımla açıldı. Göşefij fırınlanmış fındık dalı bastonunu sallayarak "delej şpaşigo ,yaldızlı davetiye mi bekliyorsun yürü sofraya" diyerek beni önüne kattı,aslında bu "göşefj,in tarzı değildi benim odama geldiği vaki değildir,ama afitap-ı devran Göşefij sultan kaçın kurrası, eski kulağı kesiklerden akşam saşiji,nin avucuma sıkıştırdığı mendili görmüş ve beni uyandırma bahanesiyle gizlice bu mendilin sırrını öğrenmeye gelmişti,...Artık elimdesin Göşefij sultan bende şpaşigonun torunuysam seni meraktan çatlatmazsam banada Cemil hoca demesinler.....Salona girdiğimde şasijinin duvarda asılı duran dedemin resmini buruş buruş elleriyle okşarken  gördüm ,hemen  beni görmemesi için geri çekilip kapı aralığından izlemeye koyuldum ,mavi gözlü çerkes kızı  "çerkesce ağlıyordu( (Bazı dostlarımın ağlamanın çerkescesi mi olur dediklerini duyar gibi oluyorum...evet insanlar anadillerinde ağlarlar,anadillerinde severler,sevilirler bunu bizim gibi iki kültür arasına sıkışıp hibritleşenlerin anlaması da anlatması da  mümkün değil)buruşmuş yanaklarından süzülen gözyaşlarını tülbentinin ucuyla silerken Çerkezce bir şeyler söyledi ne kadar isterdim bu sözlerin anlamını bilmeyi..bilsem de bunları yazıya dökebilirmiydim bilmiyorum.

Babaannem Göşefij sultanın alt kattan hizmetlilere verdiği direktiflerin sesi geliyor Aslında çiflikte herkes işini bildiğince yapıyor ama Göşefij sultan her sabah ÇERKESCE onları azarlıyarak görev talimatı vererek "ben daha ölmedim " uyarısı yapıyordu. Çerkesce söylenerek üst katın yorgun ahşap merdivenlerini gıcırdatarak tırmanmaya başladı onun geldiğinin sesini duyan saşiji nenejim son kez dedemin resmini okşayıp yerine oturdu, bende   arkadan onu kucaklayıp  havaya kaldırdım  bir kuş kadar hafifti kollarımın arasında çırpınırken "delaj spajuk cale" diye feryat ediyordu. Göşefij odaya girip saşiji,yi kolalımın arasında çırpınırken görünce elindeki  fırınlanmış fındık dalı bastonuyla sırtıma esaslı bir  vuruş yaptı, canım gerçekten yandı,  çoğu zaman sopasıyla vururdu bana ama hep şakacıktan vuruşlardı onlar...bu seferki can acıtmak için vurulmuş gerçek bir vurmaydı,bu aynı zamanda bir  mesajdı bana Saşijinin akşam avucuma gizlice koyduğu ipek mendile sarılı  gizemli armağanın merakıyla vurulmuş bir sopaydı,Ehh Göşefij sultan bende şpaşigo kıtıj Smayl,ın torunuysan bu dayağın acısını senden  çıkartmaz mıyım? Sofraya oturduk.  Akşamdan ambardaki kurutulmuş mısırların içine gömülü iste kurutulmuş peynirler, taze tereyağında kızartılmış, manda kaymakları, her biri bir ameleyi doyuracak üyüklükte halüjler, Göşefij sultana ait hiç kimsenin el süremediği oğul balı bir kuş sütü eksik masada. Göşefij asasıyla pelit ağacından yapılmış döşemeye vurarak "Habizizz" diye anneme seslendi, elli küsur yaşındayım Annemin babaannemin sofrasına oturduğunu görmemiştim annem elinde demlik ve çaydanlıkla odaya girip çaylarımızı doldurdu, Göşefij sultan ;""sende otur" dedi Çerkezce annem şaşkın şaşkın bakıyordu Göşefij sultan  sesini biraz daha yükseltip "oturma" buyruğunu yineledi annem 73 yaşında zavallı kadın genç bir gelin mahcubiyetiyle masanın kıyısına tüneyiverdi. Anladımki Göşefij sultan bir şeylerden rahatsızdı, "yaktım çıranı nenejim avucumdasın artık... İki ahretlik kahvaltı boyunca  Çerkezce sohbet edip durdular, ben zaman zaman annemi dürtüp "ne dedi","ne dedi" diyerek zoraki mütercimlik yaptırıyorum.zavallı annem 60 yıldan sonra ilk defa oturduğu kaynana sofrasında yemek mi yiyor,dayak mı belli değil fısıltı alinde konuşmaları bana anlatmaya çalışıyor,anladığım kadar sohbetin konusu  ulu dedem "şpaşigo smayl" dedem.Göşefij nenejim her "şpaşigo smayl" dedikçe şaşijinin   etinden et koparılıyormuşcasına irkildiğini gözlüyorum hayretle.Daha hayretlik bir konu Göşefij öyle uzun boylu dedemden söz etmez, edilmesinide sevmezdi ne zaman dedeme ilişkin birşeyler soracak olsam,"dejal şipasigo" der kısa cevaplarla geçiştirirdi bu sabah  sanki  şaşigoyu rüyasında görmüşcesine şpaşigo aşağı,şpaşigo yukarı hep dedemi konuşuyordu.bunun şaşiji ile ve şaşijinin akşam avucuma gizlice sıkıştırdığı ipek mendilin düğümünün içindeki ile alakalı olduğunu  anlamamak için saf olmak lazımdı,elimle çeketimin cebindeki ipek mendili kontrol ettim ..duruyordu sofradan kalkar kalkmaz ilk işim kuytu bir köşeye gidip bu mendilin sırrını öğrenecektim."Size afiyet olsun" deyip kalkmak için izin istedim Göşefij sultan kesin,sert bir dille "tıs" diye kükredi  öyle bir "tıs" deyiştiki bu kutsal bir itaatkarlıkla  gayri ihtiyari oturdum.                                                                      ./.

Göşefij ,"Kahvelerimizi balkonda içeceğiz Habzi " diyerek anneme kahvaltının bittiğini sofrayı kaldırabile talimatını verdi, bana da "sende bir yere kaybolma şakuray bizimle oturacaksın" diyerek şasijinin koluna girip Balkondaki  bambudan örülmüş tarihi koltuklarına yöneldiler.Anladım ki bugün tarihi bir gün olacak ŞPAŞİGONUN MİRASININ  sırrı aydınlanacaktı,Tamişge şasiji nenejim yorgun,ağlamaktan bizar olmuş küçülmüş,küçülmüş  oyuncak bebeklere dönmüştü mavi gözleri çakmak çakmaktı ama.Afet-i devran  Göşefij sultan balkondaki koltuğundan    çiflik çalışanlarına yerli-yersiz  direktifler vererek onlar üzerinden bana ve şasijiye karşı otorite tesis ediyordu.

Uzun bir sessizlikten sonra  Göşefij sultan  yarım yamalak kırık Türkçesiyle bana dönerek" Çıkart bakalım şu soykayı cebinden  deli şpaşigo" diye gürledi,  onun bu  tavrını çok iyi bilirdim bu durumlarda itiraz edilmez  ,karşı konulmazdı elimi cebime attım  tam çıkaracaktım şasijinin çakmak çakmak bakışlarıyla  kesişti bakışlarım, yalvarır bir edayla "yapma ne olur" diyordu sanki...İlk kez babaanneme direniyordum ,kararlı bir ses tonuyla" tamam Nenej   mendilin içindekini göstereceğim ama bir şartla."dedim  Göşefij,de belliki ilk kez kendisine karşı bu kararlı çıkışımdaki  durumu anlamış olacak ki "söyle bakalım şartını şurtunu" dedi ,"Annemde buraya gelecek sende şpaşigo ile olan evliliğinin macerasını  çerkesce anlatacaksın annemde  Türkçe olarak anında bana anlatacak ,böylece  .Çerkesçe anlatacaksın ki Şasiji,de tanık olacak yalan katamayacaksın" Amacım hem çerkesce anlatımı sağlayıp Şasijinin tanıklığını sağlamak hemde  olayı kameraya çekip belgelemekti. Göşefij bastonunu  döşemeye hızlı hızlı üç kez vurdu bu  Anneme "yukarıya gel " mesajı idi

Annem elinde kahve fincanlarıyla  geldi kahveleri ikram ettikten sonra  Göşefijin,"geç otur şöyle" komutuyla  sedirin kıyısına ilişti bende sandalyemi annemin yanına çekip "Anne şimdi Göşefijin Çerkesçe anlatacağı herşeyi kelimesi kelimesine bana anlatmanı istiyorum sakın Haynep-maynep diye atlama ve yorum katmayasın" dedim.

O  sabah kahvaltısı Göşefij,le son yemeğimiz oldu asırlık  çınarımız kahvesinden  aldığı ilk yudumla birlikte koltuğuna yığılıp kaldı, Şaşiji hariç tüm  hane halkı bu sinsice gelen ölüm karşışında  ne yapacağımızı şaşırmiş çırpınırken sadece şaşiji soğukkanlılğını ve metanetini koruyordu ve ölümün bu kadar olağan karşınalışını ben o gün  şaşijide gördüm  ben  şaşkınlıktan ağlayamıyordum bile avucumda solmuş ipek mendil  koltuğunda  yüz yıllık bir yaşam yorgunluğun yüküyle uyuyan Göşefij,e kilitlenip kalmıştım Şaşijini"şpaşiğo calog, hadi göşefij,i yatağına götür" demesiyle  kendime geldim ,Annem  Göşefij,in yatağını  gelin yatağı gibi hazırlamıştı "vasiyetiydi oğlum "dedi öfkeyle karışık şaşkınlığımı görünce,Göşefij,i  son yolculuğuna uğurlamak için rutin hazırlıkların yapılması için köy gençleri toplanmıştı,çevre köylere cenaze haberi için araçlar yola çıkmış camilerden "Kızılot köyü halkından merhum şpaşigo Smay,lin hanımı,öğretmen Yunus Biçer,in  annesi, öğretmen Cemil Biçer,in babaannesi Göşefij hanım vefat etmiştir cenazesi….. Bir yerlerde okumuştum "ölüm  kaş ile göz arasındadır" ne manalı bir sözcükmüş, insan bazı gerçeklerin ayırdına yaşadıkça varıyor Hey hat..   

/Cemil BİÇER
14.03.2015

10 Mart 2015 Salı

Çarşamba’nın Ortasından Akıyor Irmak

Yerleşim alanları insan yaşamının hafızası gibidir, her taşında, ağacında, sokağında, camisinde, çeşmesinde yaşadığımız günlerin acı tatlı anılarını barındırır. Yaşamın ilerleyen yıllarında zaman zaman bunlara bakarak geçen günleri buruk ama doyumsuz bir tad ile anımsarız.                  

Okuduğumuz okul,  yaz tatillerinde sürüklenerek gittiğimiz cami  müştemilatlarındaki  kuran kursları, teneffüs aralarında  toz,toprak yuvarlanıp yaptığımız hınzırlıklar hala  belleğimizde aynı heyecanı ile durmuyor mu?

ilk  aşkımız, ilk acemi öpüşmelerimiz, ilk sigara içmelerimiz, komşunun bahçesinden  olgunlaşmaya fırsat bulamamış erik çalmalarımız, köşe başı büfelerden  cebimizdeki beş,on kuruşları denkleştirip dal işi sigaraları zulalayıp  ırmak aşağısında  ilk şarap içişimiz,ilk cuma namazına gidişimiz, ilk cenaze törenine katılışımız hayatımız tüm ilklerini anımsadıkça o ilkleri yaşadığımız çoğu ölüp gitmiş kankalarımızı anımsadıkça hangimizin  gözleri yaşarmıyor,hangimizin boğazı düğümlenmiyor dostlarım?.

Çocukluğu ve ilk gençliğini bu kasabada yaşamış olup adadaki mahmuzlarda "çimmemiş" ölümle dans edercesine kulaç atmamış olanımız var mıdır?  Kaçımız parkçı Muzafferin mekanı park çay ocağında açık pastura, gel-gelli poker oynamamıştır, stadyumdaki bayram törenlerinde mayıs güneşinde hangimizin kolları bacakları istakoz misali kızarmamıştır, anlı şanlı sinemalarımızda suare aralarında okul müdür yardımcılarına yakalanmamak için on dakikalık film aralarını sidik kokulu tuvaletlerde saklanarak geçirmemişizdir? Hangimiz pazar günlerinin kutsal bir ayine gider gibi büyük bir zevk ve iştiha ile merdivenli sokaktaki Halil usta fırınını önünde içtima almamıştır? Yaz akşamları uzun çarşıdan Emin dayı büfesinden sıcacık kavrulmuş tuzlu fıstık ve ayçekirdeklerini cebine doldurup yazlık sinema bahçelerinde saatlerce çekirdek çitleyerek ilk vizyon yabancı filmleri izlememiştir? Ya mahalle kavgaları, ötca gece-beri gece çekişmeleri, mahalleler arası futbol maçlarında sesimiz kısılana kadar yaptığımız amigolukların çığlıkları hala bir eski duvarda,bir yaşlı ağaç dalında asılı durmuyor mu?

Tüm canlılar gibi şehirlerde doğar büyür ve ölürler dostlarım,  yalnız "Kasabaların ölümü" daha ağlangaçlı oluyor, daha bir can yakıcı geliyor bana, bunu ilk kez Merdivenli sokaktaki pidecimizin yıkılışında hissetttim, yeni yapılacak olan belediye SARAYImız için yapılan istimlak ile birlikte çocukluğumun,ilk gençliğimin   doyumsuz anılarını da yıktıklarında hissetmiştim, eminim benimle birlikte bu acıyı o dönemde yaşanmışlığı olan tüm hemşehrilerim hissetmiştir .Ama insanoğlu acıya şerbetli derlerdi çok doğru imiş , ilerleyen yıllardaki değişen konjöktür  ve dışardan ithal yaşam algısı bu yıkımları daha vahşi bir boyuta taşıdı,  Çarşambanın asıl sahibi olan soylu insanlar birer ikişer göç etmeye başladılar -bir daha dönmemecesine- giderken tüm anılarını ve yaşanmışlıklarını da beraberlerinde götürdüler,köyden hızlı bir göç başladı Çarşambaya, bu   iki yönlü göç furyası o kadar ani ve hızlı olduki  yaşanacak travmanın sancılarını yıllar sonra hissetmeye başladık..... Bugün yaşadığımız  "nostaljik" sancıların sonuncularıdır hissettiklerimiz. Yeni Çarşamba’lılar için ne uzun çarşının bir anlamı vardı, ne Ali baba'nın. Nurettin Tarı onlar için sıradan bir kasaba bakkalı idi, bizim için bir kültür anıtı olan Eşref Aka onlar için artık herhangi bir gazete bayii, Bizim için bir münevverler kulübü olan Şehir kulübü ise onların gözünde bir "işret" ocağı gibi görünüyordu bize ait ne varsa hoyratça tükettiler yeni komşularımız, artık paranın ve köylülüğün saltanatı başlamıştı, galvaniz el yapımı tenekelerde eşşek sırtında evlerimizdeki içi sırlı küplere kaynak suyu  taşıyan sakalarımız    bile, pet şişeli fabrikasyon  klorlu sularına hükmen yenik düştüler.             

Çarşambanın bu konjöktürel yeni sahipleri köylerinin kültürlerini de beraberinde getirdiler. Artık çöplerimiz için çöp bidonlarına ihtiyaç kalmadı, "annemler bu akşam müsaitseniz size misafirliğe gelecekler" anlayışı siyah beyaz televizyon dizilerinde komik bir replik olarak anılır oldu. Yeni okullar yeni öğretmenler ve hızla artan kontrolsüz nüfus kasabamızın ağır çekim film gibi yaşamını da etkilemişti, herkesin birbirini tanıdığı, MERHABA’laştığı Çarşamba ölmüştü adeta. Yeni komşularımız kasaba yönetiminde de haklı olarak yer almak istediler. Devir "mühür kimdeyse SÜLEYMAN odur" devri olmuştu. Yeni yöneticilerimiz çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin anılarını besleyen tüm köhne(!), binaları yıkmaya başladılar, Artık ne Saray sinemamız var, ne Güneş sineması, en son Yıldız sineması kalmıştı yaralı bir serçe kuşu misali melül mahzun duran, bir mürteci vakfı arsasına tamahen zimmetine geçirdi orayı da. 

Çocukluğumuzun, öğrencilik yıllarımızın en güzel anılarının arenası Şehir stadını da yıktılar geçen yıl. Şimdi yerinde 3oo dairelik şaibeli-ucube bir apartmanlar yığını ve yeni ÇARŞAMBALI, yöneticilerimizin "Ahde vefa" anlayışları gereği bize armağan ettikleri,  temeli yüzlerce mahalle bakkalı ve esnafının ahı, bedduası ile harçlanmış anlı şanlı VEFA AVM  miz var nur topu gibi, hepimize hayırlı olsun... Unutmadan söyleyelim AVM’ mizin son sistem ses teknolojisi ile donalı birde butik sinema salonu varmış, ben gidip görmedim görenlerin yalancısıyım, "gidip görmedim, görmek istemedim", "içimdeki Saray, yıldız ve Güneş sinemalarımız aziz hatıralarını öldürmemek için. "  Ama en çok ağladığım olay; içinde yüzlerce yıllık manolya ağaçlarının mis gibi koktuğu ortasındaki ışıklı fıskiyeli havuzu ile yaz gecelerinde birbirinden şık bayanların zarif kibar sohbetlerini yaşatan şehir parkının bir amele parkına dönüştürülmesi olmuştur. Dostlarım, kasabamızın  kadim insanları, insan hatıraları ile birlikte büyür, yaşar ve onlarla ölür, hatıralarınızın  zamansız katledilmesine izin vermeyin” dememin bir anlamı kalmadı artık, ÇARŞAMBA eski ÇARŞAMBA değil, ÇARŞAMBALI eski ÇARŞAMBALI  değil,  "BAKİ KALAN KUBBEDE BİR HOŞ SEDA İMİŞ. 

/Cemil BİÇER
10.03.2015

Çarşamba’nın Ortasından Akıyor Irmak

Yerleşim alanları insan yaşamının hafızası gibidir, her taşında, ağacında, sokağında, camisinde, çeşmesinde yaşadığımız günlerin acı tatlı anılarını barındırır. Yaşamın ilerleyen yıllarında zaman zaman bunlara bakarak geçen günleri buruk ama doyumsuz bir tat ile anımsarız.         

Okuduğumuz okul,  yaz tatillerinde sürüklenerek gittiğimiz cami müştemilatlarındaki kuran kursları, teneffüs aralarında  toz, toprak yuvarlanıp yaptığımız hınzırlıklar hala  belleğimizde aynı heyecanı ile durmuyor mu? ilk  aşkımız,ilk acemi öpüşmelerimiz, ilk sigara içmelerimiz, komşunun bahçesinden  olgunlaşmaya fırsat bulamamış erik çalmalarımız, köşe başı büfelerden  cebimizdeki beş, on kuruşları denkleştirip dal işi sigaraları zulalayıp  ırmak aşağısında  ilk şarap içişimiz,ilk cuma namazına gidişimiz, ilk cenaze törenine katılışımız hayatımız tüm ilklerini anımsadıkça o ilkleri yaşadığımız çoğu ölüp gitmiş kankalarımızı anımsadıkça hangimizin  gözleri yaşarmıyor,hangimizin boğazı düğümlenmiyor dostlarım?                                                     

Çocukluğu ve ilk gençliğini bu kasabada  yaşamış olup adadaki mahmuzlarda "çimmemiş" ölümle dans edercesine kulaç atmamış olanımız var mıdır?,   kaçımız parkçı muzafferin  mekanı park çay ocağında  açık pastura, gel-gelli poker oynamamıştır. Stadyumdaki bayram törenlerinde Mayıs güneşinde hangimizin kolları bacakları istakoz misali kızarmamıştır. Anlı şanlı sinemalarımızda suare aralarında okul müdür yardımcılarına yakalanmamak için on dakikalık film aralarını sidik kokulu tuvaletlerde saklanarak geçirmemişizdir? Hangimiz pazar günlerinin kutsal bir ayine gider gibi büyük bir zevk ve iştiha ile merdivenli sokaktaki Halil usta fırınını önünde içtima almamıştır? Yaz akşamları uzun çarşıdan Emin dayı büfesinden sıcacık kavrulmuş tuzlu fıstık ve ayçekirdeklerini cebine doldurup yazlık sinema bahçelerinde saatlerce çekirdek çitleyerek ilk vizyon yabancı filmleri izlememiştir? Ya mahalle kavgaları, ötca gece-beri gece çekişmeleri, mahalleler arası futbol maçlarında sesimiz kısılana kadar yaptığımız amigolukların çığlıkları hala bir eski duvarda, bir yaşlı ağaç dalında asılı durmuyor mu?

Tüm canlılar gibi şehirlerde doğar büyür ve ölürler dostlarım. Yalnız "Kasabaların ölümü" daha ağlangaçlı oluyor, daha bir can yakıcı geliyor bana, bunu ilk kez Merdivenli sokaktaki pidecimizin yıkılışında hissettim, yeni yapılacak olan belediye SARAYImız için yapılan istimlak ile birlikte çocukluğumun,ilk gençliğimin   doyumsuz anılarını da yıktıklarında hissetmiştim, eminim benimle birlikte bu acıyı o dönemde yaşanmışlığı olan tüm hemşerilerim hissetmiştir. Ama insanoğlu acıya şerbetli derlerdi çok doğru imiş. İlerleyen yıllardaki değişen konjöktür ve dışardan ithal yaşam algısı bu yıkımları daha vahşi bir boyuta taşıdı.  Çarşamba’nın asıl sahibi olan soylu insanlar birer ikişer göç etmeye başladılar -bir daha dönmemecesine- giderken tüm anılarını ve yaşanmışlıklarını da beraberlerinde götürdüler,köyden hızlı bir göç başladı Çarşambaya, bu   iki yönlü göç furyası o kadar ani ve hızlı olduki  yaşanacak travmanın sancılarını yıllar sonra hissetmeye başladık.....


Bugün yaşadığımız  "nostaljik" sancıların sonuncularıdır hissettiklerimiz. Yeni Çarşamba’lılar için ne uzun çarşının bir anlamı vardı, ne Ali baba'nın. Nurettin Tarı onlar için sıradan bir kasaba bakkalı idi, bizim için bir kültür anıtı olan Eşref Aka onlar için artık herhangi bir gazete bayii, Bizim için bir münevverler kulübü olan Şehir kulübü ise onların gözünde bir "işret" ocağı gibi görünüyordu bize ait ne varsa hoyratca tükettiler yeni komşularımız, artık paranın ve köylülüğün saltanatı başlamıştı, galvaniz el yapımı tenekelerde eşşek sırtında evlerimizdeki içi sırlı küplere kaynak suyu taşıyan sakalarımız bile, pet şişeli fabrikasyon klorlu sularına hükmen yenik düştüler.             
            
Çarşambanın bu konjöktürel yeni sahipleri köylerinin kültürlerini de beraberinde getirdiler. Artık çöplerimiz için çöp bidonlarına ihtiyaç kalmadı. "Annemler bu akşam müsaitseniz size misafirliğe gelecekler" anlayışı siyah beyaz televizyon dizilerinde komik bir replik olarak anılır oldu. Yeni okullar yeni öğretmenler ve hızla artan kontrolsüz nüfus kasabamızın ağır çekim film gibi yaşamını da etkilemişti, herkesin birbirini tanıdığı, MERHABA’laştığı Çarşamba ölmüştü adeta. Yeni komşularımız kasaba yönetiminde de haklı olarak yer almak istediler. Devir "mühür kimdeyse SÜLEYMAN odur" devri olmuştu, yeni yöneticilerimiz çocukluğumuzun, ilk gençliğimizin anılarını besleyen tüm köhne(!), binaları yıkmaya başladılar. Artık ne Saray sinemamız var, ne Güneş sinaması. En son Yıldız sineması kalmıştı yaralı bir serçe kuşu misali melül mahsun duran, bir mürteci vakfı arsasına tamahen zimmetine geçirdi orayı da.                         

Çocukluğumuzun, öğrencilik yıllarımızın en güzel anılarının arenası Şehir stadını da yıktılar geçen yıl. Şimdi yerinde 3oo dairelik şaibeli-ucube bir apartmanlar yığını ve  yeni ÇARŞAMBALI, yöneticilerimizin "Ahde vefa" anlayışları gereği bize armağan ettikleri,  temeli yüzlerce  mahalle bakkalı ve esnafının ahı, bedduası ile harclanmış  anlı şanlı VEFA AVM’miz var nur topu gibi. Hepimize hayırlı olsun. Unutmadan söyleyelim AVM’mizin son sistem ses teknolojisi ile donalı birde butik sinema salonu varmış, ben gidip görmedim görenlerin yalancısıyım, "gidip görmedim, görmek istemedim" ,"içimdeki Saray, yıldız ve Güneş sinemalarımızın aziz hatıralarını öldürmemek için."  Ama en çok ağladığım olay; içinde yüzlerce yıllık manolya ağaçlarının mis gibi koktuğu ortasındaki ışıklı fıskiyeli havuzu ile yaz gecelerinde birbirinden şık bayanların zarif kibar sohbetlerini yaşatan şehir parkının bir amele parkına dönüştürülmesi olmuştur. Dostlarım, kasabamızın  kadim insanları, insan hatıraları ile birlikte büyür, yaşar ve onlarla ölür, hatıralarınızın  zamansız katledilmesine izin vermeyin. Dememin bir anlamı kalmadı artık, ÇARŞAMBA eski ÇARŞAMBA değil. ÇARŞAMBALI eski ÇARŞAMBALI  değil,  "BAKİ KALAN KUBBEDE BİR HOŞ SEDA İMİŞ. 

/Cemil BİÇER
10.03.2015

9 Mart 2015 Pazartesi

Samsun’un Geleceğini Karartacak Santraller Ve Susan Kent Yönetimi

Samsun’un geleceğini karartacak olan enerji üretecek santrallerin Samsun’a konuşturulması hikâyesinin başlangıcı 2000’li yılların başlarına rastlar.

Üzülerek söylemek gerekirse en büyük yanlış, bu kenti daha güzel günlere götürmek ve kenti geleceğe hazırlamak üzere oy verilmiş olan Büyükşehir Belediye Başkanımız tarafından davet edilen “MOBİL SANTRAL” ile başlamıştır.

6 numaralı fueloil ile çalıştırılacak olması nedeniyle zehir kusacak olan bu santral, daha önce planlanan illere sokulmamıştı. Başta o kentin belediye başkanları ile milletvekilleri göğüslerini siper etmiş ve bu santrali kentlerine kurdurmamışlardı

Yer aranan santral, en başta karşı çıkması gereken en önemli kent yöneticimiz tarafından Samsun’a davet ediliyordu. Hem de hiç kimseye duyurulmadan, iş yapım safhasına kadar getiriliyordu.

Samsun ezeli sorunuyla bir kez daha karşı karşıya kalıyor ve sivil toplum kuruluşları bu yanlışa direnirken kent yöneticileri ve o dönemin iktidar milletvekilleri, sanki bu kent adına seçilmemişler gibi sessizce izliyordu.

Buna rağmen SAM-SEV ve TMOBB öncülüğünde oluşturulan “Çevre Birlikteliği” Etrafında kenetlenen sivil toplum kuruluşları, bu yanlışa dur demek için büyük bir çaba harcıyordu. Sonun da bu birliktelik içerisinde yer alan Samsun Barosu, imkânsız gözüken bir işi başarıyor ve Danıştay kararı ile bu santralin ruhsatını iptal ettiriyordu.

Sonrasında olanları bu kentte yaşayan herkes biliyor. O nedenle detaylarına girmeyeceğim ama bu olayı neden gündeme getirdiğimi de hemen söyleyeyim.

Bir de belirtmek isterim ki, ülkemizin ihtiyacı olan enerji üretimine karşı olmam düşünülemez ama yer seçiminin böylesine yanlış ve sadece yatırımcının çıkarlarına hizmet edecek şekilde belirlenmesini kabul etmem mümkün değil. Zaten itiraz edenlerinde hepsinin karşı çıkış nedeni budur.

Evet, bu santral o gün için durdurulmuştu ama Samsun’un ezeli bir eksiği de açık seçik ortaya çıkmıştı.


“Samsun Sahipsiz Bir Kentti.”

İşte yönetici ve siyasetçilerinin neden olduğu bu “Sahipsiz Kent” Zaafımızı keşfeden çıkar çevreleri, gözünü Samsun’un en bereketli ovalarına dikti.

Bu arada yeni siyasi iktidar dönemi ile başlayan özelleştirmelerle Tekkeköy ve Çarşamba Ovası’nın en önemli tarım alanları olan Gelemen Üretme Çiftliği gibi yerler, modern tarım yapılacak maskesi altında çıkar çevrelerinin eline geçiyordu.

Bu önemli tarım alanlarını eline geçirenlerden birisi de, her iktidarın yanında yer almayı becermiş Rizeli bir yatırımcıydı. Bu yatırımcının bir özelliği Mobil Santral belasını Samsun’un başına sarması, değer bir özelliği de geçtiğimiz yıl milletimize dümdüz küfür edebilen birisi olmasıydı.

Milletine küfür etmekten çekinmeyen birisinin, Samsun’a ve çocuklarımızın geleceği olan ovalarımıza acıması düşünülemezdi. Öyle de oldu.

Tam da bu sırada Samsun’un bu ovalarının yer aldığı bölgesinin, “Enerji Koridoru” Olarak seçildiği yönünde duyumların gelmesi, tabii ki rastlantı değildi.

Sonun da korkulan oldu ve Tekkeköy, Çarşamba, Terme üçgeninde çeşit çeşit Termik Santraller oldubittiye getirilerek sıralanmaya başladı.

Nasıl olsa kent yönetimlerinin ve siyasi iradesinin suskun kalacağının hesaplandığı bir ortamda, sivil toplum kuruluşlarını susturmak kolay olacaktı.

Üstelik de, 2002 sonrası iktidara gelen siyasi iradenin sivil toplum kuruluşlarının bir kısmını susturan, bir kısmını ve yargıyı bağımlı hale getiren yasal düzenlemeleri de, işlerini kolaylaştırmıştı.

Bu nokta da, kömür ve doğal gazla çalışacak bu termik santrallerin yaratacağı zararları sıralayacak değilim. Onu ilgili sivil toplum kuruluşları raporlarla anlatıyor.

Söyleyeceğim şu; Sürüye saldıran aslanlarla yaptıkları pazarlık sonucu kendilerini kurtarmak için sürülerinde ki “Sarı kızı” Feda eden öküz sürüsünün başına gelenler gibi biz de, davayı “Mobil Santrali” Samsun’a davet ettiğimiz de kaybetmiştik.

Sonuçta gelinen nokta, gelecekte nüfusunun çoğunun kanserle boğuşacağı, tarım alanlarının ve su kaynaklarımızın en azından verimini kaybedeceği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bir Samsunlu olarak çok sayıda Samsunlunun da katılacağını sandığım bazı soruları, kentimizin seçimle gelen yerel ve siyasi yöneticilerine sormak istiyorum.

Samsun Halkının oyları ile kent yönetimine geldiğiniz ve siyaseten bu kenti temsil görevi aldığınız bir ortamda, bu kentin başına örülen bu kirli yatırımlar zinciri ile ilgili olarak neden ve nasıl suskun kalıyorsunuz?

Eğer, bunlar hiçbir sorun yaratmaz iddiasında iseniz, neden toplumu rahatlatacak bir açıklama yapmıyorsunuz?

Yok, eğer sizlerde bu santrallere kuşku ile bakıyorsanız, arkanızda güçlü bir siyasi irade varken, neden bu yanlışın önlenmesi için çaba harcamıyorsunuz?

Çağımızın korkulu rüyası olan “Küresel ısınma” tehlikesinin varlığına inanmıyor musunuz?

Yok, böyle bir tehlikeye inanıyorsanız, bu tehlikeyi en son yaşayacak ülkeler arasında olmamızı sağlayacak ovalarımızın ve akarsularımızın kirletilmesine neden seyirci kalıyorsunuz?

 Ve SAYIN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANIM SİZE SORUYORUM;

Bu kent için güzel işler yaptığınız bir gerçek. Böylesine güzel işler yapan ve kenti Avrupa kenti yapma iddiasında ki bir başkan olarak, kentin geleceğini karartacak kirli yatırımlara nasıl göz yumarsınız?

Yarattığınız bir eserin yok edilecek olması karşısında neden bir şeyler yapmıyorsunuz? Zararlı olduğuna inanmıyorsanız, neden açıklama yaparak toplumun korkularını silmiyorsunuz?

Etrafınızda ki her yaptığınızı doğru yanlış demeden alkışlayanları dinlediğiniz kadar, neden bu kentin diğer kesimlerine fırsat tanımıyorsunuz?

SAYIN KENT YÖNETİCİLERİMİZ VE MİLLETVEKİLLERİMİZ, LÜTFEN!

ARTIK KONUŞUNUZ. BİZLERDE HANGİ DOĞRU VE HANGİ YANLIŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ, ÖĞRENELİM.

Son olarak söylemek isterim ki, ileride bu kentin insanları, suyu ve toprağı zarar görmeye başlarsa bunun en büyük sorumluları bugün susan kenti yöneten ve temsil eden sizler olacaksınız.

Bu vebal kolay kolay altından kalkılacak bir vebal de olmayacaktır.

Umarım bu suskunluk biter ve kentini önemseyen çağdaş bir yönetim anlayışı Samsun’da yaşanmaya başlar..

“08 Mart Kadınlar gününü” hemen hergün bir kadınımızın kendini erkek sanan canavarlar tarafından katledildiği bir dönem de anmanın utancını bir erkek olarak derinden hissediyorum.

Tek dileğim, kadınlarımıza çağdaş ve özgürce yaşam hakkı tanıdığımız dönemleri yaşamak ve böyle ortamlarda kadınlarımızı kutlamaktır.

İyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
09.03.2015

Samsun’un Geleceğini Karartacak Santraller Ve Susan Kent Yönetimi

Samsun’un geleceğini karartacak olan enerji üretecek santrallerin Samsun’a konuşturulması hikâyesinin başlangıcı 2000’li yılların başlarına rastlar.

Üzülerek söylemek gerekirse en büyük yanlış, bu kenti daha güzel günlere götürmek ve kenti geleceğe hazırlamak üzere oy verilmiş olan Büyükşehir Belediye Başkanımız tarafından davet edilen “MOBİL SANTRAL” ile başlamıştır.

6 numaralı fueloil ile çalıştırılacak olması nedeniyle zehir kusacak olan bu santral, daha önce planlanan illere sokulmamıştı. Başta o kentin belediye başkanları ile milletvekilleri göğüslerini siper etmiş ve bu santrali kentlerine kurdurmamışlardı

Yer aranan santral, en başta karşı çıkması gereken en önemli kent yöneticimiz tarafından Samsun’a davet ediliyordu. Hem de hiç kimseye duyurulmadan, iş yapım safhasına kadar getiriliyordu.

Samsun ezeli sorunuyla bir kez daha karşı karşıya kalıyor ve sivil toplum kuruluşları bu yanlışa direnirken kent yöneticileri ve o dönemin iktidar milletvekilleri, sanki bu kent adına seçilmemişler gibi sessizce izliyordu.

Buna rağmen SAM-SEV ve TMOBB öncülüğünde oluşturulan “Çevre Birlikteliği” Etrafında kenetlenen sivil toplum kuruluşları, bu yanlışa dur demek için büyük bir çaba harcıyordu. Sonun da bu birliktelik içerisinde yer alan Samsun Barosu, imkânsız gözüken bir işi başarıyor ve Danıştay kararı ile bu santralin ruhsatını iptal ettiriyordu.

Sonrasında olanları bu kentte yaşayan herkes biliyor. O nedenle detaylarına girmeyeceğim ama bu olayı neden gündeme getirdiğimi de hemen söyleyeyim.

Bir de belirtmek isterim ki, ülkemizin ihtiyacı olan enerji üretimine karşı olmam düşünülemez ama yer seçiminin böylesine yanlış ve sadece yatırımcının çıkarlarına hizmet edecek şekilde belirlenmesini kabul etmem mümkün değil. Zaten itiraz edenlerinde hepsinin karşı çıkış nedeni budur.

Evet, bu santral o gün için durdurulmuştu ama Samsun’un ezeli bir eksiği de açık seçik ortaya çıkmıştı.


“Samsun Sahipsiz Bir Kentti.”

İşte yönetici ve siyasetçilerinin neden olduğu bu “Sahipsiz Kent” Zaafımızı keşfeden çıkar çevreleri, gözünü Samsun’un en bereketli ovalarına dikti.

Bu arada yeni siyasi iktidar dönemi ile başlayan özelleştirmelerle Tekkeköy ve Çarşamba Ovası’nın en önemli tarım alanları olan Gelemen Üretme Çiftliği gibi yerler, modern tarım yapılacak maskesi altında çıkar çevrelerinin eline geçiyordu.

Bu önemli tarım alanlarını eline geçirenlerden birisi de, her iktidarın yanında yer almayı becermiş Rizeli bir yatırımcıydı. Bu yatırımcının bir özelliği Mobil Santral belasını Samsun’un başına sarması, değer bir özelliği de geçtiğimiz yıl milletimize dümdüz küfür edebilen birisi olmasıydı.

Milletine küfür etmekten çekinmeyen birisinin, Samsun’a ve çocuklarımızın geleceği olan ovalarımıza acıması düşünülemezdi. Öyle de oldu.

Tam da bu sırada Samsun’un bu ovalarının yer aldığı bölgesinin, “Enerji Koridoru” Olarak seçildiği yönünde duyumların gelmesi, tabii ki rastlantı değildi.

Sonun da korkulan oldu ve Tekkeköy, Çarşamba, Terme üçgeninde çeşit çeşit Termik Santraller oldubittiye getirilerek sıralanmaya başladı.

Nasıl olsa kent yönetimlerinin ve siyasi iradesinin suskun kalacağının hesaplandığı bir ortamda, sivil toplum kuruluşlarını susturmak kolay olacaktı.

Üstelik de, 2002 sonrası iktidara gelen siyasi iradenin sivil toplum kuruluşlarının bir kısmını susturan, bir kısmını ve yargıyı bağımlı hale getiren yasal düzenlemeleri de, işlerini kolaylaştırmıştı.

Bu nokta da, kömür ve doğal gazla çalışacak bu termik santrallerin yaratacağı zararları sıralayacak değilim. Onu ilgili sivil toplum kuruluşları raporlarla anlatıyor.

Söyleyeceğim şu; Sürüye saldıran aslanlarla yaptıkları pazarlık sonucu kendilerini kurtarmak için sürülerinde ki “Sarı kızı” Feda eden öküz sürüsünün başına gelenler gibi biz de, davayı “Mobil Santrali” Samsun’a davet ettiğimiz de kaybetmiştik.

Sonuçta gelinen nokta, gelecekte nüfusunun çoğunun kanserle boğuşacağı, tarım alanlarının ve su kaynaklarımızın en azından verimini kaybedeceği gerçeği ile karşı karşıyayız.

Bir Samsunlu olarak çok sayıda Samsunlunun da katılacağını sandığım bazı soruları, kentimizin seçimle gelen yerel ve siyasi yöneticilerine sormak istiyorum.

Samsun Halkının oyları ile kent yönetimine geldiğiniz ve siyaseten bu kenti temsil görevi aldığınız bir ortamda, bu kentin başına örülen bu kirli yatırımlar zinciri ile ilgili olarak neden ve nasıl suskun kalıyorsunuz?

Eğer, bunlar hiçbir sorun yaratmaz iddiasında iseniz, neden toplumu rahatlatacak bir açıklama yapmıyorsunuz?

Yok, eğer sizlerde bu santrallere kuşku ile bakıyorsanız, arkanızda güçlü bir siyasi irade varken, neden bu yanlışın önlenmesi için çaba harcamıyorsunuz?

Çağımızın korkulu rüyası olan “Küresel ısınma” tehlikesinin varlığına inanmıyor musunuz?

Yok, böyle bir tehlikeye inanıyorsanız, bu tehlikeyi en son yaşayacak ülkeler arasında olmamızı sağlayacak ovalarımızın ve akarsularımızın kirletilmesine neden seyirci kalıyorsunuz?

 Ve SAYIN BÜYÜKŞEHİR BELEDİYE BAŞKANIM SİZE SORUYORUM;

Bu kent için güzel işler yaptığınız bir gerçek. Böylesine güzel işler yapan ve kenti Avrupa kenti yapma iddiasında ki bir başkan olarak, kentin geleceğini karartacak kirli yatırımlara nasıl göz yumarsınız?

Yarattığınız bir eserin yok edilecek olması karşısında neden bir şeyler yapmıyorsunuz? Zararlı olduğuna inanmıyorsanız, neden açıklama yaparak toplumun korkularını silmiyorsunuz?

Etrafınızda ki her yaptığınızı doğru yanlış demeden alkışlayanları dinlediğiniz kadar, neden bu kentin diğer kesimlerine fırsat tanımıyorsunuz?

SAYIN KENT YÖNETİCİLERİMİZ VE MİLLETVEKİLLERİMİZ, LÜTFEN!

ARTIK KONUŞUNUZ. BİZLERDE HANGİ DOĞRU VE HANGİ YANLIŞLA KARŞI KARŞIYAYIZ, ÖĞRENELİM.

Son olarak söylemek isterim ki, ileride bu kentin insanları, suyu ve toprağı zarar görmeye başlarsa bunun en büyük sorumluları bugün susan kenti yöneten ve temsil eden sizler olacaksınız.

Bu vebal kolay kolay altından kalkılacak bir vebal de olmayacaktır.

Umarım bu suskunluk biter ve kentini önemseyen çağdaş bir yönetim anlayışı Samsun’da yaşanmaya başlar..

“08 Mart Kadınlar gününü” hemen hergün bir kadınımızın kendini erkek sanan canavarlar tarafından katledildiği bir dönem de anmanın utancını bir erkek olarak derinden hissediyorum.

Tek dileğim, kadınlarımıza çağdaş ve özgürce yaşam hakkı tanıdığımız dönemleri yaşamak ve böyle ortamlarda kadınlarımızı kutlamaktır.

İyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
09.03.2015
http://www.hedefhalk.com/samsunun-gelecegini-karartacak-santraller-ve-susan-kent-yonetimi-602823yy.htm