29 Ekim 2010 Cuma

Cumhuriyet Bayramı'nda 1977

Bayram yerine gidecektik. Sabah erkenden kalktım. Evden çıktım. Hava çok güzel güneşliydi. Bakkal Hasan'ın radyosundan marşlar çalıyordu. Evimizin avlusunun karşısında kücük bir bakkal işletiyordu. Bir tek onda radyo vardı mahallede. Her sabah erkenden radyoyu açar sanki sebil yapar gibi sesini sonuna kadar açardı. Mahalle çeşmesine gittim elimi yüzümü yıkadım. Bütün mahalle bu belediye çeşmesini kullanıyordu.


Hemen evimizin karşısındaki Emin Amuca'mın evinin önüne gittim. Camı tıktıkladım. Aydın Ağabey'ime seslendim. Bizi bayram yerine o ve arkadaşı Hüseyin getirecekti. Aydın şehirde orta bire, Hüseyin İmam Hatip Lisesi'nin birinci sınıfına gidiyordu. Şehri biliyorlardı. Ben Aydını beklerken diğer arkadaşlarım Mehmet, Mustafa, Memiş, Selahattin, Necati de yanıma gelmişti. Önce Hüseyin geldi. Aydın da evden çıktı. Hadi gidiyoruz dedi. İlk defa yanlız başımıza şehre gidiyorduk. Tek sıra yürümeye başladık. İp gibiydik. En boysuzu ben en arkada, Daltonları andırıyorduk.

Köprüyü geçtikten sonra Aydın bizi üst mahalleden, Elli Altılar'dan getirdi. Müthiş güzellikte bir caddede yürüyorduk. Ön bahceli 2 katlı evler rüya gibiydi. Bahcelerdeki çiceklerin kokusu her yanı sarıyordu. Bu evlerde Amerikalılar oturuyordu. Samsun'da o zaman Amerikan radarı vardı. Bazı evlerde de doktorlar gibi elit aileler yaşıyordu. Bizim çoğu tek göz küçük odalardan oluşan kulübelerimiz onların köpek kulübelerinden kötüydü. Ama mahallemizi çok seviyorduk. Daracık sokakları alçak damları bizim için hep oyun alanlarıydı. Gözlerimiz bir o evde bir bu evde bayram yerine gelmiştik. Atatürk Heykelinin önünde töreni izlemeye başladık. Askerleri avuçlarımız patlarcasına alkışladık.Yavru kurtlar geçerken cocuklara -Babam beni beşinci sınıfa gecersem yavru kurt yaptıracak, dedim. Henüz birinci sınıfa gidiyordum. Birbirimizi sıkı sıkı tutuyorduk. Kaybolmaktan korkuyorduk. Bayram yeri çok kalabalıktı.

Birden sert bir rüzgar peşinde sağnak yağmur başladı. Herkez kaçışıyordu. Aydın -Gelin cocuklar meydana doğru gidiyoruz, dedi. Tekrar kuyruk olup saçakların altından yürümeye başladık. En arkada ben ayakkabılarımdan cıkan lap lap sesleriyle sanki ritm atıyordum. Büyük selden sonra okulumuza gelen Kızılay Ekibi öğrencilere giyecek yardımı yapmıştı. Banada önden cıtcıtlı lastik ayakkabı vermişlerdi. Ayakkabımı hor kullanıyordum. Şimdi ayağımdaki ayakkabının topuğu düşmüş terlik gibi olmuştu. Ayakkabımdan sıçrayan çamur sırtıma kadar çıkmıştı.

Divan Pastanesinin önünden geçiyorduk. Cadde kenarındaki masada oturan bir beyefendi bana seslendi. -Küçük buraya gel. Otoriter bir sesti. -Buyur amuca, dedim. Hulisi Kentmen tipindeki beyefendi yanında süslü şapkalı hanımı ve biz yaşlarında kızı ile pasta yiyorlardı. Beyefendi cebinden 2,5 liralık çıkardı.-Al bunu git kendine bir ayakkabı al, dedi. -Yok amuca, dedim -Bana babam ayakkabı alacak, dedim. Kaşlarını indirerek -Bana bak oğlum. Al bu parayı git, ayakkabını al gel burada göreceğim,.dedi. -Ama, dememe kalmadı parayı avucuma sıkıştırdı. Hanımına, kızına baktım yüzümün kızardığını hissettim. Döndüm koşmaya başladım. Kuyruktan bayağı geri kalmıştım. Koşarak Aydın Ağabeyimi yakaladım. -Ağabey, dedim. -Pastahanede bir amuca bana 2,5 lira verdi, gidip bir ayakkabı alacam ve ona gösterecem. -Hani para, dedi. Avucumda sıkı sıkı tuttuğum parayı ona verdim. Paraya baktı -Hadi cocuklar Meşhur köfteciye gidiyoruz, dedi. Ben onun yüzüne bakarken. -Ne bakıyorsun zaten hepimiz açız. -Ama gaco... -Yürü oğlum bir daha seni nerede görecek...

Arkama baka baka kuyruğu takip ettim. O İstanbul beyefendisini hiç unutmadım. O zamanlarda Samsun'da İstanbul beyefendilerinin sayısı çoktu. Sonra kayboldular yerlerine köylü kurnazları doldu.

Ahh Amucacığım, yaşıyorsan Allah sana iyilikler versin. Yaşamıyorsan Allah sana, senin gibilere rahmet eylesin.

/Metin ÖZBASKICI

20 Ekim 2010 Çarşamba

Uyarı...

Rasathane köprüsünün altından geçerken görürsünüz; en az üç-beş adam köprünün altında beklemektedir. Çoğunluğu köyünden geçim sıkıntısı nedeni ile kente gelen, varoşlarda yaşamaya çalışan evine ekmek götürmek için gündelik ne iş olursa yapan yurttaşlarımızdır. Bazen öğle saatlerinde oradan geçtiğimde onları yemek yerken görürüm; Menü; soğan ekmek'tir...

Bir otomobil yanlarında durduğunda sanki birisi arkadan itiyormuşçasına çöktükleri yerden kalkarlar ve otomobilin etrafına doluşurlar. Ardından sessiz ve umutsuz bir itişme ile işi birbirlerinden kapmaya çalışır yaşlısı, genci... Bu yoksulluk tablosunda gözümüz ister istemez yaşlılara daha fazla takılır. Çünkü vicdan onları oralarda görmekten rahatsızdır... İnsanın yaşlılığında geçinebileceği, bu şekilde sokaklara düşmeyeceği düzenli bir geliri olması gerektiği düşüncesi bir kez daha belleğimizde canlanır.
             
Yapılması gerekenleri düşünmekten öte bir şey yapamadığımız içimize dert olur. Sonra gözden uzaklaşınca unutulur; Yaşlılar... Yoksullar... Ama ne kadar görmezden gelinse de, unutulsa da yaşam kendisini hatırlatır...

Bir gün küçük kızım sordu: "Baba, neden yaşlı amcalar ağır yük taşıyorlar?" Etrafında o kadar ilgisini çekecek şey varken neden buna takıldığını düşünürken ısrarla aynı soruyu yineledi... Nasıl bir yanıt vermem gerektiği üzerine düşünmeme bile fırsat olmayan o talihsiz anlardan birine yakalanmıştım. Çaresiz yanıtladım: Para kazanmak için...
            
Bir an duraksayıp hüzünlü bir sesle karşılık verdi: Yazık değil mi! Yoksulluğun, sosyal adaletsizliğin, eşitsizliğin iyice belirginleştiği yaşamımız için bambaşka bir uyarıdır bu; Apaçık... Yüzümüze karşı... Kaygısızca...

20.10.2010
/Dr Murat ERKAN

19 Ekim 2010 Salı

Samsun'da Karanlık Noktalar Var Mı ?

Önümde Ticaret ve Sanayi Odası'nca hazırlanan bir rapor var: "2010 Samsun İktisadi Raporu" İçinde bu kentle ilgili "ezber bozan" oldukça ilginç rakamlar yer alıyor. Zaman zaman bakarım, yazarken de faydalanırım.Ezber bozan istatistiklerden biri de "Ulaşım" alt başlıklı bölümde yer alıyor. Hep söylenenlerin aksine Samsun kişi başına motorlu taşıt sayısında Türkiye ortalamasının oldukça gerisinde. Üstelik son yıllarda bu makas daha da açılıyor. Yani birilerinin pompalamaya çalıştığı ve hatta "yutturduğu" gibi işler yolunda değil.

Samsun otomobil sayısı bakımından 2009 yılı itibariyle %1.30'luk pay ve toplam 92.222 otomobil ile 19. sırada yer alıyor. Ancak bin kişi başına düşen özel otomobil sayısına bakılınca ahval birden kötüleşiyor, 19'unculuktan 42'ciliğe geriliyoruz. Samsun'da bin kişi başına 74 araç düşüyor, Türkiye ortalaması ise 98 otomobil.Samsun'un ilk ona girdiği iki istatistik var; birisi minibüs, diğeri de traktör sıralaması. 2009 itibariyle 10.710 minibüsümüz, 42.763 de traktörümüz var. Her ikisinde de Türkiye 6'ncısıyız.

2000- 2009 arasını kapsayan istatistiklerin ortaya koyduğu iki acı gerçek daha var. Birisi Samsun'un ekonomisiyle ilgili, diğeri de trafik kazalarıyla. Yıllar itibariyle hemen bütün motorlu araç sayısında azalma var. Bu ekonomi üzerine sıkılan parlak nutuklara bir cevaptır diye düşünüyorum.Kazalarla, hele de "ölümlü kazalarla" ilgili rakamlar daha da acı ve mutlaka dikkat çekilmesi gereken rakamlar. Bu bölümü rapordan olduğu gibi alıyorum:

"Samsun 2008 yılında trafik kazası sayısı bakımından 1.898 kaza ve %1.82 pay ile 14'üncü sırada. Ölü sayısı bakımından 124 ölü ve %2. 93 pay ile 8'inci sırada, yaralı sayısı bakımından da 3.738 yaralı ve % 2.03 pay ile 13'üncü sırada yer almaktadır. Türkiye'de yaklaşık her 25 kazada 1 kişi hayatını kaybederken Samsun'da her 15 kazada 1 kişi hayatını kaybetmektedir. Türkiye'de kaza başına 1.77 kişi yaralanırken Samsun'da bu rakam 1.97'dir."

Bu rakamlar korkunç ve korkutucudur. İşin uzmanı değilim, herhangi bir hüküm vermekten çok uzağım. Ama sormak ve sorgulamak durumundayım: Niye ortalamanın çok üstünde kaza, yaralanma ve ölüm gerçekleşiyor? Acaba sorun yollarımızda mı? Karanlık/kör ya da yanlış yapılmış noktalar mı var, kazalara ve acılara yol açan? Eğer öyleyse bir an önce bu karanlık/kör/yanlış yapılmış noktalara neşter vurmak zorundayız. Maliyeti ne olursa olsun. Zira hiçbir maliyet bir insan canının bedeli olamaz.

19.10.2011
/Osman KARA

15 Ekim 2010 Cuma

Eski Sanayi...

Elimize aldığımız bir kutu; şehrimiz. Açıp  açıp baktığımız, içindeki boşluğu hayallerimizle doldurup şenlendirdiğimiz... Hayal ettikçe zenginleşen şehrimiz, memleketimiz… Ama taşımak zordur hayalleri, küçük bir kutuyu doldursalar bile… Pazar günü. Sokaklar tenha, insanlar sakin…
            
Eski garajların arkasındaki sanayi sitesini geziyorum... Kepenkler inmiş, atölyeler, mağazalar kapalı. Biraz garipsiyor insan, hüzünleniyor. Benim açımdan hüznün bir başka sebebi çocukluğumun sanayide geçmiş olmasından. Güzel günlerdi, hareketli, bereketli günler... Çalışan, üreten ve emeğin karşılığının alınabildiği günlerdi. Ustalar vardı, kalfalar vardı, çıraklar vardı. Öğle molasında çeyrek ekmek arası kaşar, gazoz şişesinde ayranla birlikte yenir, ustalardan gizli büfelerde sigara içilirdi.  Şimdi eşya yerli yerinde ama sahibi yok. Eski, yıkık dökük bir anıt gibi kalmış şehrin ortasında sanayi sitesi.

Daha dün Samsun'da yaşayan insanların emeklerini sergiledikleri ve ailelerini geçindirdikleri ekmek kapıları ha kapandı, ha kapanacak.

Ordu, Amasya, Çorum gibi illerden Samsun'a gelen işler biteli yıllar oldu. Adı geçen bu iller kendi sanayilerini, kendisini temsil edenlerin çabalarıyla geliştirirken Samsun giderek küçüldü, küçüldükçe göç veren, işsizlerin kahvehane köşelerinde zaman harcamak zorunda kaldıkları bir şehir oldu.

Bir iki dost kaldı. Zaman zaman işim olmasa da uğrayıp hal hatır soruyorum. İşlerin nasıl gittiğine dair sorduğum soruya aldığım yanıt hep aynı… Kirasını ödemekte zorlananlar bir yana, çay ocağına olan borcunu ödemekte bile zorlananlar var.

Her sabah bir umutla açılan kepenklerden bahsetmek artık mümkün değil... Konuştuğum herkesin aklında asgari ücretle bile olsa birisinin yanında çalışabilmek düşüncesi var. Hoş bu saatten sonra başka birinin eline bakmak zor geliyor ama en azından sigortam ödenir, sağlık güvencem olur diye düşünüyorlar. Burada mücadele eden insanlar için en önemli sorun bir sağlık güvencelerinin olmaması, çünkü pek çoğu sigorta primini aylardır ödeyememiş. Bu insanların başlarına bir iş kazası gelse kendilerinin, ailelerinin ve çocuklarının yaşayacağı sıkıntıyı anlatmak mümkün değil...
Her şey nasıl bu hale geldi diye düşündüğümde ise zamana ayak uyduramayan bir düzenin sonuçlarını görüyorum karşımda.
            
Gerçek böyle ama bu insanlar zanaatlarının,  emeklerinin bir gün karınlarını bile doyurmayacağını nereden bilebilirlerdi ki…
Kim onları uyardı ki?
Kim onları aydınlattı ki?
Kim onlara yol gösterdi ki?
Kim onlardan aldığı gücü onlar için kullandı ki?

Havalar giderek soğuyor. Yarın sanayi sitelerinde yeni bir gün daha başlayacak. Yağ sobasında nasır tutmuş ellerini ısıtmaya çalışan emekçilerin gözleri kapıda bir ekmek parası arayacak. Kalp atışları yavaşlamış, soluk almakta güçlük çeken bir insan ordusu var Samsun'daki sanayi sitelerinde. Ve bugün onlara "iyi olacaksınız" demek yetmiyor artık.

15.10.2010
/Dr Murat ERKAN

13 Ekim 2010 Çarşamba

Minibüsçüler Ne İstiyor?


Dün sessiz bir bekleyiş vardı, Büyükşehir Belediyesi'nin önünde. Atakum, Fakülte minibüsçüleri... Hat dolmuşçuları... Dışarıda endişeyle bekliyordu. Çünkü içeride Ulaşım Koordinasyon Merkezi (UKOME) toplantısı vardı. Daha önce alınan kararlar yeniden ele alınacaktı. Önceki kararla Atakum ve Fakülte minibüsleri raylı sisteme dikey çalışacak... Hatların güzergâhı kısaltılacaktı... Bugün de başlayacaktı.
***
        
Minibüsçüler dertliydi... Bir dokun bin ah işit cinsinden! Peş peşe sıralıyorlardı...  Aslında hiçbir şey istemiyorlardı... "Raylı sisteme karşı değiliz.  O da bu şehre hizmettir. Raylı sistem de çalışsın... Biz de çalışalım... Boş mu gideriz... Zarar mı ederiz, bizim kaderimiz..."
***
       
Bir başkası devam ediyordu: "Büyükşehir Belediyesi'ne her ay minibüs başına 30 TL veriyoruz. Bunu 150 TL yapalım.  Atakum ve Fakülte'de toplam 173 minibüs var. Aylık 25 bin lira yapar. Bu da bizim raylı sisteme katkımız olsun."
***
       
 Minibüsçüler Başkan Yılmaz'dan dertliydi...  "Seçimlerde hep bize söz verdi... -Sizi mağdur etmeyeceğiz- dedi...  Ama bugün bizi halk otobüsleriyle aynı seviyeye çekip... Ayda 500 liraya çırak çıkarmaya çalışıyor... Raylı sistemin zararına bizi ortak etmeye çalışıyor" Sadece Yılmaz almıyordu minibüsçülerden nasibini... Bakan Demir, AK Parti milletvekilleri... "Hepsi de mağdur olmayacaksınız diye söz verdiler, neredeler?" sitemini eklemeyi unutmuyorlardı... İktidara kızıyorlardı ama muhalefete de bir o kadar yüklendiler... "Yüzlerce kişi, aileleriyle binler yapar... Burada haklarını, hukuklarını aramaya çalışıyorlar... Muhalefet partilerinden bir Allah'ın kulu olmaz mı burada... Hadi milletvekilleri Ankara'da... İl başkanları nerede? Onların bu mücadelede bizim yanımızda bulunmaları, durmaları gerekmez mi?"
***
        
Minibüsçülerin kafası çok karışık... Sorun ötelense de…  Hoşgörü içinde uzlaşma olmazsa...  Samsun çok gergin günler yaşayacak...  Bundan en büyük zararı Samsunlular görecek hiç kuşku yok ki? Ama herkesin kafasını karıştıran bir başka konu da... Bugün uygulamaya girecek olan Raylı ve aktarmalı ücretler...  10 duraktan az ve fazla olarak iki kategori ücretlendirme var... Nasıl hesaplanacak merak ediyorum...  Galiba... "Merkezden Fakülte'ye giderken 11'inci durakta binenler... Fakülte'den şehre giderken 11'inci duraktan sonra binenler..." diye ayrım yapmak istediler...  Ama 10 durak diyerek kafaları karıştırdılar...  Aktarmaların hesabı ayrı bir dert! Onlar da çözülür elbet! Ama gerçek olan şu ki;  Aracınız yoksa Samsun'da yaşamanın bedeli artık biraz daha pahalı! Eeeee… Başkan Yılmaz'ın yeni felsefesi de bu demek ki; "Parası olmayan köyüne!"

/Erdem EROL
13.10.2010

4 Ekim 2010 Pazartesi

Samsun'da Bitti Dışarıdan Al


Samsun Ticaret ve Sanayi Odası yönetiminin göreve gelmesinin ardından yaptığı en önemli çalışmaydı.  "Samsun'da var, Samsun için al" kampanyası. Samsun'daki kurumların... Belediyelerin... Kampanyanın içeriğine aykırı uygulamalarına rağmen... Anlamlıydı.
***

Güzelde başladı.  Tanıtımlar yapıldı... Cumhuriyet Meydanı'na stantlar konuldu... Öncelik elmaya, helvaya verilse de... Onların bile Samsun'da yapıldığını bilmeyen... Samsun'da yaşayanları bilgilendirme adına olumluydu...
***

Ait olma duygusunu da güçlendiriyordu... Ürünlerini görmesek bile... Büyük sanayi yatırımlarının da adının geçiyor olması... Onların da ürünlerini görürüz umuduyla bekletiyordu...
***
           
Ticaret Sanayi Odası Yöneticileri açıklama yapıyordu...  "Şu kadar market Samsun ürünlerini de satma kararı aldı" diye...  Övünmek hakları... Güzel bir iş yapıyorlar diyorduk.
***
           
Zaman zaman kulağımıza kampanyada yaşanan güçlükler geliyordu...  Her şeyin Ticaret ve Sanayi Odası'nın üzerine yıkıldığı... Kampanyadan yararlanan üretici ve sanayicinin elini taşın altına sokmadığını duyuyorduk... Çözerler sorunu diye bekledik... Sonra kampanya hız kesti... Sonra durdu... Şimdi unutuldu...
***
           
Demek ki Samsun'da olan bitmişti... Samsun'da üretilen durmuştu...  Herkes yeniden bildiğini okumaya başladı... Derinleşmeyen kampanya... Beyinlere çivi çakamadı... İz bırakamadı... Yani... Samsun'da bitti...  Dışarıdan al! Samsun'da bu kampanya yürümedi... Nereden istersen oradan al!

/Erdem EROL
04.10.2010