29 Nisan 2013 Pazartesi

Samsun'da Sıkıntı Var...

Bugünlerde bu söz dilime çok takıldı.. Çünkü kiminle sohbet etsem, kendi ilgi ya da iş alanına göre bir sıkıntıdan söz ediyor..  Hatta espri konusu oldu.. ‘Sıkıntı var’, ‘Sıkıntı yok’ gibi..  Düşününce, gerçekten de nereye baksan, bir sıkıntı, bir organize olamama ve koordinasyon sıkıntısı var.. İş başındakilerin işin ehli olmamasından mı, işleri ciddiye almamasından mı, yoksa organize olamamalarından mı kestirmek zor.. Hiçbir şey mi doğru dürüst, yolunda gitmez.  Ne zaman bir etkinlik olsa hatalar zinciri üst üste geliyor.. Ne zaman bu kentle ilgili önemli beklentiler oluşsa, bir yerden bir şeyler 'eksiklik' gösteriyor..

EMİTT 2013'e katılıyoruz, Samsun'u anlatan afişlerde sorun  yaşıyoruz.. Halen hangi afişle temsil edildik, bilmiyorum inan.. Geldi geçti.. 23 Nisan Bayramı etkinlikleri yapılıyor, sadece Samsun'da 'minicik öğrencilere kına gecesi' senaryolu skeç oynatılıyor sahnede.. Ticaret ve Sanayi Odası seçimleri yapılıyor, türlü türlü iddialar var ortada.. Hatta bırakın onu savcılık, polis, kamera kayıtları giriyor devreye.. Samsun'da sel oluyor; sanki yeni yerleşim yeri gibi 14 kişi canından oluyor. Boğuluyor suların içinde.. Yürekleri yakıyor..

Salıpazarı'nda evinden çıkıp okula giden öğrenciler, 5 gün sonra ancak evine ulaşıyor, 'sorumlular hakkında ne gibi işlem yapıldı' kimse bilmiyor.. Samsun Valiliği ile Salıpazarı arasında yaşanan 'iletişimsizlik' sonrası İHA Bölge Müdürü devreye girmese ve Vali Hüseyin Aksoy'u uyarmasaydı ne olacaktı; bu sorunun yanıtı yok.. 16 öğrenci de evine sağ salim ulaştırıldığından belki herkes rahat nefes aldı ama Samsun'daki selde Bedirhan, kardeşi ve babası onlar kadar şanslı değil.. Samsun'daki selde de kimse hayatını kaybetmeseydi, çoktan unutmuştuk ama 14 kişi yaşamını yitirince; sorguluyoruz sorumlu kim diye?..

Samsun'un üreten yıldızlarına ödül töreni düzenleniyor; TOBB'un adı yanlış yazılıyor.. Hadi onu da geçelim desek, Samsun'un Valisi kentin ekonomisini ve beklentilerini anlatmak için kürsüye çağrılmıyor..  Organize olabilme yerlerde sürünüyor adeta..  Etkili iletişimden eser yok ortada.. Hatta bir salonda bir törende 'iletişim' yerine kaos yaşanıyor.. Samsun uluslararası festivale hazırlanıyor aa bilet kaosu yaşanıyor.  Okuyucularımız, bırakın bilet bulmayı yetkili ya da muhatap bulamadıklarından 'gazeteleri arıyor çözüm için'..

Oysa organize komitesinde kimi arasan var.. Samsun Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Kültür müdürlüğü, hatta Devlet Opera ve Balesi.. Neyi organize ediyorlar anlamak mümkün değil.  Samsun'da bu kadar görsel ve yazılı basın var, biletler nereden bulunacak, festivalin seyri nasıl olacak, vatandaşlar festivali izlemek isterse nereye başvuracak, kiminle irtibata geçecek, tam bir muamma..

Samsun enerji üretim cehennemine dönmek üzere ama Çevre Müdürlüğü işini yapacağına, gazeteci İsmail Başaran'ın Danıştay kararına rağmen Terme'deki OMV Santrali'nin bacasından duman çıkarken çektiği fotoğraf 'fotomontaj mı' diye sorguluyor.. Yalancı tavuk vebası nedeniyle binlerce tavuk telef olmuş ama Tarım ve Gıda Müdürlüğü, olayı gazeteci arkadaşlarımız sorana kadar kamuoyuyla paylaşmıyor bile.. 45 günde kesilmesi gereken çiftlik tavuklarının 35 günlükken, daha antibiyotiği vücudundan atmadan kesildiğiyle ilgili aldığımız ihbar sonrası ne yapıldı, tüm çiftliklerde denetim yapıldı mı onu da bilmiyoruz.. Sıkıntılarla ilgili sağlıktan, eğitime, turizmden, tarıma örnekleri çoğaltabiliriz ama daha sıcak bir örnek var..

/A.Yener CABBAR
29 Nisan 2013

Samsun'da Sıkıntı Var...

Bugünlerde bu söz dilime çok takıldı.. Çünkü kiminle sohbet etsem, kendi ilgi ya da iş alanına göre bir sıkıntıdan söz ediyor. Hatta espri konusu oldu.. ‘Sıkıntı var’, ‘Sıkıntı yok’ gibi..  Düşününce, gerçekten de nereye baksan, bir sıkıntı, bir organize olamama ve koordinasyon sıkıntısı var.. İş başındakilerin işin ehli olmamasından mı, işleri ciddiye almamasından mı, yoksa organize olamamalarından mı kestirmek zor.. Hiçbir şey mi doğru dürüst, yolunda gitmez.

Ne zaman bir etkinlik olsa hatalar zinciri üst üste geliyor.. Ne zaman bu kentle ilgili önemli beklentiler oluşsa, bir yerden bir şeyler 'eksiklik' gösteriyor..  EMİTT 2013'e katılıyoruz, Samsun'u anlatan afişlerde sorun  yaşıyoruz.. Halen hangi afişle temsil edildik, bilmiyorum inan.. Geldi geçti..

23 Nisan Bayramı etkinlikleri yapılıyor, sadece Samsun'da 'minicik öğrencilere kına gecesi' senaryolu skeç oynatılıyor sahnede.. Ticaret ve Sanayi Odası seçimleri yapılıyor, türlü türlü iddialar var ortada.. Hatta bırakın onu savcılık, polis, kamera kayıtları giriyor devreye..


Samsun'da sel oluyor; sanki yeni yerleşim yeri gibi 14 kişi canından oluyor. Boğuluyor suların içinde.. Yürekleri yakıyor.. Salıpazarı'nda evinden çıkıp okula giden öğrenciler, 5 gün sonra ancak evine ulaşıyor, 'sorumlular hakkında ne gibi işlem yapıldı' kimse bilmiyor..  Samsun Valiliği ile Salıpazarı arasında yaşanan 'iletişimsizlik' sonrası İHA Bölge Müdürü devreye girmese ve Vali Hüseyin Aksoy'u uyarmasaydı ne olacaktı; bu sorunun yanıtı yok.. 16 öğrenci de evine sağ salim ulaştırıldığından belki herkes rahat nefes aldı ama Samsun'daki selde Bedirhan, kardeşi ve babası onlar kadar şanslı değil..

Samsun'daki selde de kimse hayatını kaybetmeseydi, çoktan unutmuştuk ama 14 kişi yaşamını yitirince; sorguluyoruz sorumlu kim diye?.. Samsun'un üreten yıldızlarına ödül töreni düzenleniyor; TOBB'un adı yanlış yazılıyor.. Hadi onu da geçelim desek, Samsun'un Valisi kentin ekonomisini ve beklentilerini anlatmak için kürsüye çağrılmıyor..  Organize olabilme yerlerde sürünüyor adeta..

Etkili iletişimden eser yok ortada.. Hatta bir salonda bir törende 'iletişim' yerine kaos yaşanıyor.. Samsun uluslararası festivale hazırlanıyor aa bilet kaosu yaşanıyor.  Okuyucularımız, bırakın bilet bulmayı yetkili ya da muhatap bulamadıklarından 'gazeteleri arıyor çözüm için'.. Oysa organize komitesinde kimi arasan var.. Samsun Valiliği, Büyükşehir Belediyesi, Kültür müdürlüğü, hatta Devlet Opera ve Balesi..  Neyi organize ediyorlar anlamak mümkün değil.

Samsun'da bu kadar görsel ve yazılı basın var, biletler nereden bulunacak, festivalin seyri nasıl olacak, vatandaşlar festivali izlemek isterse nereye başvuracak, kiminle irtibata geçecek, tam bir muamma.. Samsun enerji üretim cehennemine dönmek üzere ama Çevre Müdürlüğü işini yapacağına, gazeteci İsmail Başaran'ın Danıştay kararına rağmen Terme'deki OMV Santrali'nin bacasından duman çıkarken çektiği fotoğraf 'fotomontaj mı' diye sorguluyor..

Yalancı tavuk vebası nedeniyle binlerce tavuk telef olmuş ama Tarım ve Gıda Müdürlüğü, olayı gazeteci arkadaşlarımız sorana kadar kamuoyuyla paylaşmıyor bile.. 45 günde kesilmesi gereken çiftlik tavuklarının 35 günlükken, daha antibiyotiği vücudundan atmadan kesildiğiyle ilgili aldığımız ihbar sonrası ne yapıldı, tüm çiftliklerde denetim yapıldı mı onu da bilmiyoruz.. Sıkıntılarla ilgili sağlıktan, eğitime, turizmden, tarıma örnekleri çoğaltabiliriz ama daha sıcak bir örnek var..


SPOR..

Samsun Basketbol Kulubü küme düştü.. Spor kenti iddiasında bulunan Samsun'un markası Samsunspor'da ise sıkıntı almış başını gidiyor.. Başkan Emin Kar'ın açıklamalarından öteye gitmeyen bir 'çıkış var' Samsunspor'da.. Beraberliklerin kralı oldu adeta.. Teknik Direktör Besim Durmuş'un;
*"Hata yok"
*"3 puan alacağız"
*"Hedef galibiyet"
*"Agresif olun"
*"Çıkış yakalayacağız" Sözlerinden sıkılmayan kalmadı..

Başkan Emin Kar'ın;
*"Daha her şey bitmedi"
*"Kazanacağız"
*"Maddi sıkıntı var"
*"Arkadaşlara güveniyorum"
*"Taraftar sahip çıksın"
*"Hocamızın yanındayım"  Sözlerinin artık dışına çıkıp, 'gittiğimiz noktayı görmesi gerekir"..

Açıklamadan çok icraata ihtiyaç duyulan yerdeyiz..  Hatta sözün bittiği noktada.. Ve bu sadece Spor'la sınırlı değil.. Bir çok konuda sıkıntı var.. 'Ama görmek ve çözmek isteyenler' için... Peki böyle olmaz mı? diyebilirsiniz.. Olur elbette. Düşe kalka, hatalarla, eksiklerle, bozuk bir orkestra gibi de ses çıkabiliriz.. Biz yaptık, böyle de oldu diyebilirsiniz.. Su yolunu bulur diye de düşünebilirsiniz.. Koltuk tatlı, ‘sıkıntı varsa da yok, işler ayna’ diyebilirsiniz..  Hatta 'Sessiz kalanlar olduğu gibi, alkışlayanlar da olabilir'.. Tepki gösterenleri görmeyebilirsiniz de.. Ama sorun şu; 'Samsun'a yakışır mı'..

29.04.2013
/A.YENER CABBAR

26 Nisan 2013 Cuma

Denizin Ortasına Havuz, Ormanın Ortasına Piknik Sahası Yapılmaz

Samsun’da eksik olan nedir? Sorusunun cevabı her dönemde aynıdır. Yani “ortak akıl” da buluşamamak ve “Kollektif çalışma ruhu” oluşturamamaktır. Çözümü ise; tıpkı son günlerde olduğu gibi kentteki organizasyonlarda sadece protokol kuralları gereği değil, kentteki problemlerin masaya yatırılarak samimi bir atmosferde birlikte karar mekanizmasını işletmektir. Ancak bu tür bir yapılanmanın sürekliliğinin sağlanması oldukça güçtür.

Örneğin Atakum’da bir kent meydanı yapılması projesi geliştirilir. Ancak bu proje yerine akil adamlar bir başka karar alırlar. Söz konusu alan kent meydanı olarak değil, havuz olarak yapılmasının daha doğru proje olduğu gerekçesi ile projeye karşı muhalif bir tavır sergilenir. İyi de, yürüme mesafesinde 10 dakikalık bir zaman içinde Karadenizin engin sularında yüzmek varken, bu havuzu kimler tercih edecektir. Üstelik yine 5 dakikalık bir mesafede de olimpik bir havuz bulunmaktadır. Bu tür bir düşüncenin denizin ortasına bir havuz yapılması fikri ile eşdeğer olup aralarında hiçbir fark yoktur.

Yine Samsun’da hiçbir alan yokmuş gibi, yine sahil bandında bir Emniyet Müdürlüğü binası yapılması gündeme getirilir. Bunun için hiç kimsenin fikri alınıp sorulmaz. Denizi sadece tablolarda veya seyahatlerde gören, deniz kenti olmanın ve bu havayı solumanın değerini bilmeyenler, ne yazık ki böylesine kahredici projeleri  gündeme getirerek kamuoyu oluşturma gayreti içine girerler. Bugün, 5 yıldızlı otel projeleri, lojistik yapılanma, ulaşım ağlarındaki modernizasyon geleceğin Samsun’unu yaratmakta elbette önemli faktörler olacaktır. Ancak  ne yazık ki siyasi irade ile desteklenmeyen hiçbir projenin bugünkü anlayış ile başarıya ulaşabilmesi mümkün değildir.

Kenti yönetenlerin bir mesai saatlerini ayırarak,  kenti İncesu’dan Belediye Evleri’ne, Fevzi Çakmak Mahallesinden Kadıköy, Hastanebaşı mahallelerine kadar olan bölgelerde tıpkı işadamlarına verilen sabah kahvaltıları, ve hizmete sokulan park ve bahçeleri tanıtım gezilerinde yaptıkları gibi bir inceleme turu yaptıklarında, öncelikle 500 metre karelik bir alanda en az 10 adet kahvehane ve üstelik her kahvehanenin içi son sandalyesine kadar dolu bir şekilde, okey taşlarının veya tavla zarlarının sesleri ile karşılaşacaklardır.

Çünkü son dönemlerde açılışları yapılan tesisler sadece AVM’ler, kuaför salonları, oto galerileri, restoranlardır. Hizmete yönelik tesislerin tamamen tüketime yönelik bir ekonomik  profil oluşturmaları, bacaların tütecek tüketim tesisleri projelerinin üretilmemesi, mevcut olanların da geçmişte özelleştirmeler yolu ile kapatılması, doğal olarak kenti sosyo-gelişmişlik sıralamalarındaki yerini menfi olarak etkilemektedir. Emekliler kenti statüsünden bir türlü kurtulamayan kentimiz, başta gıda sektörü olmak üzere pek çok sektörde atılım yapmaya müsaittir. Ancak bugün hala tüketime yönelik hizmetler ile gelişim için önemli adımlar atıldığı iddia edilmekte  ve kentimizin bu tür projeler ile ilk 20 il arasına gireceği veya 10 yıl içinde en gelişmiş il olacağı ilan edilmektedir.

 Böylesine bir tablo ile gündem yaratanlar, yani sadece  üretime yönelik hizmetler ile gelişmenin mümkün olabileceği bir sistemi geliştirdiklerinde,  tüm ekonomik kuralları yerle bir eden yeni bir ekonomik buluşun da sahibi olacaklarından, gelişmiş ülkeler de aynı modelin patentini satın almak isteyebilirler. Gerçekler sadece  Samsun’un varoşlarında değil, merkezlerinde de rahatlıkla gözlemlenebilir. Yaklaşan belediye başkanlıkları seçimlerinde yine adayların demeçlerinde Samsun için bol sıfırlı yatırım projeleri gündeme getirilerek işsizliğin önleneceği ve hatta civar illerden dahi işçilerin üretilen projelerin içinde yer almak için kentimize gelecekleri ifade edilecektir.

10 yıl öncesinde seçimler öncesinde taahhüt edilen projelerin ne kadarının gerçekleştiği veya gerçekleşmediğini  alt alta yazdığımızda, gerçekler tüm açıklığı ile görülmektedir. Örneğin tüm taahhütler bir yana bırakılıp, sadece Tersane projesi gerçekleştirilmiş olsa idi, aileleri ile birlikte en az 10 bin kişiye ekmek kapısı açılmış olacaktı. Bugünlerde yine bu hafta içinde Samsunspor ile 1461 Trabzonspor arasında oynanacak ve bizim için hayati önem taşıyan müsabaka için, Trabzon’luluk ve Samsun’luluk gibi bölgesel şovenizm kıvılcımları yayılmaktadır.

Pek çok bölge müdürlüklerinin Trabzon’a kaydırılması, teşviklerden yararlandırma, kulüplerinin enerji santral projeleri içinde ortak olarak yer alması elbette Samsun’luları kıskandıran faktörlerdir. Ancak bu maharetleri gösterenler Trabzon milletvekilleri ve bakanlarıdır.  Bu nedenle Trabzon’lu vatandaşların TBMM çatısı altına gönderdikleri hassasiyeti Samsun’lular olarak gösterebildiğimizde ve doğru isimleri meclise taşıdığımızda, hiçbir ili veya illeri kendi ilimiz ile mukayese etmek gibi bir zorunluluğumuz olmayacaktır. 

/Süleyman SALUR
26 Nisan 2013

Yeşilırmak Sadece Amasya’da Mı Şişer?

Amasya Belediye Başkanı Cafer Özdemir, yeni bir projenin peşinde. Bu projenin adı, “Yeşilırmak Şişirme Projesi.” Gerçekleşir mi, yoksa Başkan Özdemir şişer mi, zaman gösterecek. Düşünceye bence şapka çıkarılmalı. Amasya’ya çok şeyler kazandırır. En azından çehresini değiştirir. İlgi odağı olur. Nedir bu proje?

Kauçuk bent yerleştirilecek.  İstasyon Köprüsü’ne kadar olan ırmak seviyesi aynı düzeyde tutulacak ve su durgunlaştırılacak. Akı debisi kontrol altına alınacak. Turistik amaçlı kayıklar Yeşilırmak üzerinde tur düzenleyebilecek. Irmak kenarının 150 metrelik bölümünde karşılıklı seyir terasları,  tarihi dokuya uygun seyir kuleleri, dinlenme mekanları ve gezi yolları oluşturulacak. Şişirilen ırmak suyundan aynı zamanda elektrik enerjisi elde edilecek. Yani bir taşla iki kuş vurulacak.

Bu proje Amasya Belediye Başkanı Cafer Özdemir’in olmazsa olmazı. İki yıl içinde gerçekleştirmeyi planlıyor. Tarihi Amasya böylece ilgi alanını genişletecek. Başkan Cafer Özdemir’i şimdiden kutlamak gerekir. Bu arada Bafra Belediye Başkanı Zihni Şahin ve Çarşamba Belediye Başkanı Hüseyin Dündar’a bence mesaj olmalı. Amasya’da Yeşilırmak şişirilir de Çarşamba’da, Bafra’da Kızılırmak şişirilemez mi? Mutlaka şişirilebilir. İyi de olur. Hele hele Bafra’da Kızılırmak çevre düzenlemeleri ihalesinin yapıldığı şu günlerde yeni ilave olarak eklemek Bafra’ya farklılık kazandırılmasında önemli rol oynar.

Bafra Belediye Başkanı Zihni Şahin ile yaptığımız görüşmelerde Kızılırmak çevresiyle ilgili ilginç projeleri var. Amasya’daki projeye benzer türden. Gerçekleşirse çok şey kazandırır. Başka bir yol denenemez mi? Denenir. Geçmişte dillendirenler de olmuştu. Pahalıya malolacağı düşüncesiyle pek üzerinde durulmamıştı. Neydi bu? Kızılırmak’ın Bafra’dan denize kadar olan bölümü derinleştirerek denizden gemilerin dahi Bafra’ya gelmesinin sağlanması.

Hayal gibi nitelendirenler olabilir ama Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın İstanbul’daki çılgın projesi, Sinop’ta valinin önerdiği ada projesi oluyor da bu olmaz mı? Olmasına olur, yeter ki, o kararlılık hayatiyete geçirilebilsin. Ne dersiniz?

26.04.2013
/Avni DEMİR

Siz, Samsun Basını'na 'Çapulcu' Diyemezsiniz..

Bugüne kadar ne gördüm, ne duydum, ne de yaşadım.. Samsun basınına ayırt etmeden 'çapulcu' diyen bir 'seçilmişi'..  Belki kapalı kapılar ardında, ya da sohbetlerde 'sevmediği gazeteciler için' benzer sözler söyleyenleri duyduk ama sadece işini yapan bir gazeteci arkadaşıma 'açık açık böyle bir hitap' ilk kez duyuyorum.. Neyin hırsı, neyin kızgınlığı anlamak zor..

Cihan Haber Ajansı'nda görev yapan muhabir arkadaşımız, bizim gazetemizde de uzun süre çalıştı.. Samsun'da efendiliği ile, işine olan sadakatıyla 'kaç gazeteci söylersiniz deseler' ilk beş içine girer.. Hele ki, böyle bir sözü hak eden biri asla değil.. Sessizliğini her zaman koruyan, hatta bir çok oda ve dernek başkanının 'Zekeriya arkadışımızı haberimize gönderir misiniz' diye tercih edebileceği kadar da 'efendi'liğiyle öne çıkan bir isim.. Yazık, gerçekten yazık.. İnanmakta zorlandım.. Arkadaşlarım aradı, doğru mu bu, gerçek mi diye sordu. Genç meslektaşımın gardı düşmüştü.. Şaşırmış, biliyorum ki yüzü de kızarmıştır.. Çünkü ne öyle sözler bilen biridir, ne de öyle sözler söylenebilecek biri..

Arkadaşlarımıza 'şikayetçi olacağım. Yarın(bugün) hakkında suç duyurusunda bulunacağım' dediğinde Zekeriya'yı tanıdığım için 'ne kadar üzüldüğünü daha iyi anladım'.. Kolay kolay kızmayacak bir genç meslektaşım olan Zekeriya Fırat, belli ki rencide olmuş kırılmış, üzülmüş.. Kaldıramamış o sözleri.. Halen de olayın şokunu yaşıyordu, arkadaşlarla görüşürken.. Arkadaşımız Salim Sürmeli, 'telefonu kapattıktan sonra' şaşkındı ve şöyle söyledi; 'Zekeriya çok üzülmüş. Çok etkilenmiş. Psikolojik olarak ne yaptım da o sözleri hak ettim diye düşünüyor' dedi.. O da etkilenmişti.  Meslektaşımız Zekeriya Fırat aslında işini yapmıştı..

STSO Başkanı Zeki Murzioğlu'nu telefonla aramış ve Gazeteci Fırat'ın iddiasına göre 'Cumhuriyet Savcılığı'na da başvuru yapılan STSO'daki 20 şirket hakkındaki suç duyurusuyla ilgili soru sormuş'.. Ama daha konuşmasına fırsat bile olmamış yine iddiaya göre;  Başkan Murzioğlu, sinirlenmiş.. ve 'Samsun basını çapulcu demiş'.. Aslında başka şeyler de söylemiş iddiaya göre ama onlara girmiyorum.. Olayın muhatapları 'kendi haklarını arar, elbette'.. Ama Zekeriya Fırat arkadaşımız, bugün için suç duyurusunda bulunacağını söyledi. Çünkü çok zoruna gitmiş.. Tek suçu neydi; gazetecilik yapmak mı?.. Kamuoyunu 'bir takım iddialarla ilgili bilgilendirmek mi?'..

STSO Başkan Adayı Servet Keskinsoy'un 'hayali şirket iddialarıyla ilgili yaptığı suç duyurusu nedeniyle, Başkan Murzioğlu'nun da görüşünü almak suç olabilir mi?.. Bir cevap hakkı tanımak 'evrensel basın ilkesi' değilse nedir?.. Yani gazeteciliğin temel ilkelerini yerine getirmek için çabalayan bir basın mensubuna, bir başkanın böyle sözler söylemesi kabul edilebilir mi?.. Nasıl bir 'çıkıştır, nasıl bir bakıştır' bu sözler.. Samsun'un ekonomisini yönetmeye aday bir STSO Başkanı, hangi koltukta oturduğunun farkında mı acaba?.. Siz Sayın Murzioğlu; Basın mensuplarını çapulcu olmakla suçlayamazsınız.. Siz, basın mensuplarına yaptığı işten dolayı, görevini yerine getirdiği için 'hakaret edemezsiniz'.. Siz, tüm yerel basını, Samsun halkının gözü kulağı olan meslek çalışanlarını 'aşağılayamazsınız'.. Çünkü siz, önce Fatih Öztürk'ün, sonra da Servet Keskinsoy'un Cumhuriyet Savcılığı'na kadar uzanan hayali şirket iddialarını yanıtlamak zorundasınız..

Oturduğunuz koltuk, sizin değil kamunundur. Bunun bilincinde olMalısınız..   O nedenle siz, o odanın saygınlığını, iki dudağınızın arasından çıkan hakaret dolu sözlerle 'yok edemezsiniz'.. Ve siz.. Samsun Ticaret ve Sanayi Odası tarihinde yaşanmayan olaylara 'Savcılıkla liste ve kamera kayıtlarına el konulmasına, polisle odada inceleme yapılmasına' neden olarak Samsun'u 3. sayfa haberlerine 'taşıyamazsınız'.. Hem sizi çapulcu diye hitap ettiğiniz tüm yerel basından, özür dilemeye davet ediyorum, hem de STSO'nun 'son yaşanan olaylarla' kaybettiği itibarını geri getirmek için gereğini bekliyorum.. Bu gereği nedir bellidir.. Ama STSO seçimlerine düşen bu kara leke 'umarım iddialarda olduğu gibi doğru çıkmaz'.. Umarım, gazeteciler için 'çapulcu sözlerini sarf etmemişsinizdir.. Umarım yanılıyoruzdur..

Yoksa, Zeki Murzioğlu denilince en azından benim bundan böyle her zaman 'Gazetecilere, ayırt etmeden çapulcu diyen bir STSO Başkanı olarak hafızamda yer edeceksiniz'.. Samsun gibi Büyük bir şehirde 'yaşananları ve söylenenleri düşününce, 'değer mi acaba' diye düşünmemek elde değil.. Not: (Bu satırları yazdıktan sonra Zekeriya Fırat arkadaşımızla telefonda konuştum. Meğer iyi bir gazeteci örneği olarak ses kayıdı da yapmış. Hepimiz dinledik.)

/A.Yener CABBAR
26 Nisan 2013

Said Nursi'nin Samsunda Yargılanması



29 Ocak 1953 tarihinde Samsun Ağır Ceza Mahkemesinde, Samsunda yayınlanan 'Büyük Cihad' gazetesinde Saidi Nursi tarafından yazılmış şapka kanunu aleyhtarı bir makaleden dolayı açılan davanın duruşmasına devam edilmiştir. Büyük Cihad gazetesi Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Yücel mahkemede hazır bulunuyordu. Saidi nursi ise mahkemeye üç doktor tarafından verilen bir rapor göndererek duruşmaya katılmamıştır. BU raporda yaşlılığı sebebiyle zafiyette olduğu ve kış mevsiminde yola çıkamayacağı bildirilmişti.

Geçen celsede olduğu gibi Büyük Cihad gazetesi mesul Müdürü saçma sapan cevaplar veriyor ve aptal aptal bakınıyordu. Aptal aptal bakınmasını mahkeme reisi zapta geçirdi.

Alaşehir Cumhuriyet savcılığından istenilen Büyük Cihad gazetesinde bir arama yapılması yerine getirilmiş ve bu arada gazetenin sahibi Mustafa Bağışlayıcı'nın yazdığı eski harflerle ve Saidi Nursi'ye hitaben kaleme alınan mektup okundu. Mektubu gönderen Ali Atıf Özalptekin isminde bir kimse olmadığı ve Ankara Hukuk Fakültesinde böyle bir kimsenin bulunmadığı okundu.

Nihayet mahkemenin kararı bildirildi. Saidi Nursi'nin hangi mevsimde gelebileceğinin üç tabip tarafından imzalanacak bir raporla bildirilmesi Manisa mahreçli telin mevridinden mahiyetinin anlaşılması için bunun anlaşılması için bunun aslının gönderilmesi. Maznun Saidi Nursi'nin mezkür makalesinin başvekâlet ve vekâletlere gönderildiğini iddia ettiğinden başvekalet, adliye vekaleti ve içişleri vekaletinden suretlerinin varsa gönderilmesi ve son olarak her iki maznunun suç mevzuu Büyük Cihad gazetesi ve bu maznunların ifadelerinin İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi naibliğinde seçilecek olan üniversite veya diğer yüksek okullardan profesörlerden üç belirli kişi tarafından tetkiki ve duruşmanın 26 Mart 1953 Perşembe gününe bırakılmasına karar verilmiştir.


26 Mart 1959 Cuma günü Saidi Nursi'nin yargılanmasına devam edilmiştir. Bir önceki duruşmada mahkemenin istediği üç profesörden oluşan ehli vukufün yazdığı rapor gelmiş ve okunmuştur. Mezkur yazının dini siyasete alet eder mahiyette bulunduğu ve irticai nitelikte olduğu bildiriliyor ve ayrıca yazının altına B.C rumuzuyla yazılan ekin uyan uyan diye başlayıp, halkı ihtilale teşvik edici mahiyette görüldüğü tespit olunmuştur. Saidi Nursi ise mahkemeye gönderdiği savunmada kendini şu şekilde müdafaa etmiştir.

"Samsun Mahkemesinden sorgu ve savcının Büyük Cihad'da intişar eden bir şekvama dair beni Samsun Ağır Ceza Mahkemesine vermelerine dair bir davetiye geldi. Bana okudular. İçinde yalnız dört nokta nazar-ı ehemmiyete alınabilir gördüm. Birincisi, Büyük Cihad'ın müdür-ü mesulü mahkemede müdde-i umumiye demiş ki 'Said Nursi o makaleyi bana göndermiş. Ben de neşrettim. 'Bu meselenin hakikatı şudur. Ben hasta iken Emirdağında ki kardeşlerim yanıma geldiler. Emirdağında başıma gelen zalimane hadiseye dair konuştuk. Hem hastalıklı, hem hiddetli, hem Ankara'ya şekva süretinde birşeyler söylemiştim. Yanımdaki hizmetçim kaleme aldı. Nur talebelerinin tensibiyle Ankarada ki bir iki nur talebesine gönderip ta bazı dindar mabuslara göstersinler, bu hastalığımda bana sıkıntı verilmesin. Hem gönderilmiş. Bazı mebuslar da görmüş. Ve bilmediğimiz bir zatın hoşuna giderek Büyük Cihad müdürüne göndermiş. Ben kasem ederim ki o zamandan şimdiye kadar bilmiyorim ki kim göndermiş. Fakat neşrolduktan sonra bir nüsha buraya gelmiş. Yeni harfleri bilmediğim için bana birisi okudu. Ben memnun oldum. Allah rızası olsun neşredenlere dedim. Gerçi otuz beş seneden beri siyaseti terk etmiştim. Fakat Büyük Cihad gibi halisane dine hizmet eden o cerideye ve onun sahip ve muharirlerine din namına minnettar oldum ve Allah razı olsun dedim. Haberim olmadan ve para da vermeden daima bana o mübarek gazete gönderiliyordu."

İkinci nokta: Benim Samsunda ki Ağır Ceza Mahkemesine sevk edilmekliğime dairdir. Bu noktada bunu katiyen beyan ediyorum ki, Samsun havalisinde, hususan Büyük Cihad dairesine mensup mübarek ahiret kardeşlerim ve nur talebelerini ziyaretle görmek için oraya gitmek isterdim. Fakat doktorların raporlarıyla kat-i iktidarsızlığım o dereceye gelmiş senedir bana haber verdikleri halde gidemiyorum. Mecburiyetle müdde-i umumi ve hakim vezifesini gören sorgu hakimi yanıma geldiler. Medar-ı sual ve cevap Büyük Cihad gazetesini de getirdiler. Gazetenin bazı sözleri benim sözlerim içine karıştırılmış. Ben de onlara cevaplarını vermiştim. Eğer faraza Ağır Ceza bu ehemmiyetsiz meseleye ehemmiyet verse, benim mahkememi Eskişehir'e nakline müsade etsin ki, orada sıhhiye heyetinden ik aylık raporlu zehir hastalığı ile şiddetli hasta bulunduğumdan bizzat bulunabilirim. Yoksa imkanı yoktur.

Üçüncü nokta: Savcı ve sorgu hakimi 163. maddeye dayanıp Said nursi'yi dini siyasete alet ve asayişe zararlı propaganda diye itham ediyorlar. Bu noktanın hakikatini yirmi dokuz senedir beş altı mahkeme ve beş altı vilayetin zabıtaları ve 133 parça kitaplarımı ve binlerce umum mektuplarımı elde ettikleri halde ve dinsiz komitelerin tahriki ile safdil bazı memurları aldatmalarıyla kat'iyen iki meseleden başka medar-ı mesuliyet bulmadıklarına delil, iki sene bütün mektuplarımı ve kitaplarımı Denizli Ağır Ceza mahkemesiyle Ankara Ağır Ceza Mahkemesi ve mahkeme-i temyiz de müttefikan hem benim beraatime hem bütün kitapların iadesine karar vermeleri ve beş altı vilayette yalnız tesettüre dair bir ayetin tefsiri bahanesiyle bir tek mahkeme hafifce ceza vermek istedi. Kat-i ve kuvvetle cevabıma karşı mecburiyetle meseleyi kanaat-ı vicdaniyeyeevirdiler. Demek onlar da medar-ı mesuliyet bulmadılar. Bu noktayı izah için Afyon mahkeme reisine gönderdiğim istidayı sizede berayı malumat gönderiyorum.

Elhasıl: Aynı nakarat beş altı mahkemede tekrar edilmiş ve medar-ı mesuliyet bulamamışlar. Şimdi Samsun savcısı ve sorgusu ve yirmi sekiz seneki nakaratı aynen tekrar ediyorlar. Şahsi nüfuz temin için propaganda yapıp dini siyasete alet ediyor. Beş mahkemede dört yüz sayfa kadar olan cerh edilmemiş müdafaatıma benim bedelime havale ediyorum. Beni konuşturmaktansa onlar baksınlar. Samsundan gelen teblignameye karşı kısaca cevabımı Samsun heyet-i hakimesine takdim ediyorum. Birincisi, benim gizli düşmanlarımın suikastıyla zehir tesemmümü ile şiddetli hastalığımdan yanımdaki camie on defada ancak bir defa gidebiliyorum. Bu Samsun Mahkemesini yakınımızdaki Eskişehir'e naklini kanunen talep ediyorum.

Bu savunmanın ardından Başbakanlıktan gelen mezkur yazının aynı olduğunu söyleyen yazı okundu. Bu bir dilekçe mahiyetinde olup Said Nursi tarafından gönderilmişti. Ve sanıkların iddiaları hilafına bu dilekçenin gazetede neşrolunan yazıdan tamamen ayrı olduğu tespit olundu. Karara geçildi. Said Nursi'nin Mayıs ayında gelebileceği raporla sabit olduğundan ihzaren celbine ve mahkemenin 25 MAyıs 1953 Pazartesi günü saat 9'a bırakılmasını oy birliğiyle karar verildi.

29 Temmuz 1953 tarihinde ise dört ay süren dava, laikliğe aykırı olarak dini hissiyatı alet ederek Said Nursi'nin nüfuzunu arttırmak maksadıyla yargılanan Mustafa Sungur 18 ay ve Büyük Cihad Yazı İşleri Müdür Hüseyin Yücel ise 22 ay hapse mahkum olmuşlardır. Mustafa Sungur, Samsun Cezaevinde 11 ay yattıktan sonra temyiz edilen davanın bozulması ile tahliye oldu. Gazetenin Yazı İşleri Müdürü Hüseyin Yücel ise cezasını çekmeye devam etti. 22 ay hapis cezasını çektikten sonra tahliye oldu. Bu davada Said Nursi ise beraat etti. Samsun'da açılan Büyük Cihad davası da bu şekilde sonuçlanmış oldu.

/Baki SARISAKAL
26 Nisan 2013

25 Nisan 2013 Perşembe

Samsun’un Yatırım Profili Ve Altın’daki Oyu

1926 yılında sigara fabrikaları ile başlayan yatırımlar, 1944 yılında Gelemen Devlet Üretim Çiftliği, 1960 yılında Samsun Limanı, 1958 yılında küçük sanayi sitesi 1970’li yıllarda Azot ve Bakır İşletmeleri  ile devam etmiştir.

Bugüne kadar yaşanan süreç içinde, ilk etapta Tekelin özelleştirilmesi bu tesisler kapatılmış, ardından ise Azot ve Bakır İşletmeleri de aynı kaderi yaşadığından, kentte önemli oranda istihdam darlığı yaşanmıştır. İstihdamın artırılmasına yönelik atılan adımlar, küçük sanayi sitelerinin kurulması ile sınırlı kalmıştır. Tarıma dayalı bir ekonominin ön plana çıkarılması sonucunda büyük sanayi işletmelerinin saltanatı pek uzun sürmemiştir. Sürekli göç alan yapısı ile, istihdam sorunu sürekli artan bir grafik içinde hareket etmiştir. Kentin ekonomik lokomotifi olan kurumlar ise, global ekonomi dünyasının içinde rol oynayabilecek yapıda bir politika belirleyemediklerinden, ekonomik verilerde olumlu sonuçlar ortaya çıkmamıştır.

İlk kez STSO seçimlerinde ortaya çıkan adaylar üretecekleri hizmet ve programlarını kamuoyu ile paylaşmaktadırlar. Mevcut yönetim ise yaptıkları ve yapamadıkları ile tekrar seçilebilmek için geçmişten farklı stratejiler uygulamaktadırlar. Bu çekişmenin sonucunda kazananın Samsun kenti olması en önemli hedeftir.  Hizmet sektörüne yönelik üretilen projeler elbette sokaklarda katma değer yaratacak bir ekonomik profil  yaratılmasına engel teşkil etmektedir. Vatandaşın istifade edebileceği üretime yönelik projelerin gündeme alınmaması halinde, işsizliğin önlenebilmesi mümkün olamayacaktır. Türkiye’de ekonomik sistem ne yazık ki, belirli sınıfların gelir düzeylerinin daha da artmasını sağlayan seviyelere taşınmıştır. Örneğin son günlerde altın üzerinde yaratılan spekülasyonların ardından, özellikle kuyumcuların mahareti ile düşüşlerden vatandaşın yararlanması önlenmiştir.

“Darphaneden mal gelmiyor” bahaneleri ile öncelikle çeyrek altının karaborsaya düşmesi sağlanmış ve ardından yine darphanenin yaptığı 5,5 tonluk sevkiyat sonucunda altın yine ederinin üzerinde satılarak bir nevi vatandaşa yine kazık atılmıştır. Kısaca sistemde yaratılan avantajlar hiçbir şekilde vatandaşa direkt olarak yansımamaktadır. Son örneği ise altının düşüşü aşamasında yaşanmış, kuyumcular zarar etmemek için altınlarını tezgaha koymamışlar ve “yarım, çeyrek kalmadı” ifadeleri ile ellerindeki altınları yüksek fiyattan satmayı tercih etmişlerdir. Altın örneği sadece aysbergin yüzeyidir. Vatandaşın lehine olabilecek şartlara birileri müdahale ederek, yine haksız kazançlar sağlamanın peşindedirler. Her iktidar döneminde olduğu gibi bu iktidar döneminde de yeni iktidar zenginlerinin türemesi, elbette ekonomik çarpıklıkların bir göstergesidir.

AB ülkeleri başta olmak üzere tüm dünyada kredi faizleri düşerken, ülkemizde ise artış kaydetmektedir. Üstelik iç talebin azalmasına rağmen kredi faizlerindeki yükseliş trendini anlayabilmek mümkün değildir. Finans piyasalarını da dünya siyasetinde olduğu gibi ABD’nin oyuncağı haline gelmiştir. Altını dolara rakip gören ABD, euro’ya karşı başlattığı savaşı şimdi de altına yöneltmiştir. Doları ret eden ülkelere savaşı dahi göze alan ABD’nin finans cephesinde başlatmış olduğu bu savaşın sonuçlarını kestirmek mümkün değildir.

En fazla altın stoğuna sahip Almanya’nın altının düşüşünden en fazla etkilenecek ülke olması kaçınılmazdır. Büyük şirketlerde elbette bu savaştan karlı çıkacaklardır. Şimdi böylesine bir oyunun ortasında kalan vatandaşın sağlıklı karar verebilmesi veya düşüşün avantajını yaşayabilmesi mümkün mü dür? Altın konusunda dünya finans piyasalarını takip eden bir kişi olarak genel kanaatimiz şudur. Vatandaş kesinlikle yastık altındaki veya eşlerinin kızlarının kolundaki altınları çıkarıp satmamalıdır. Çünkü altın üzerinde oynanan oyun uzun soluklu olmayacaktır. Alım konusunda ise suların durulması beklenmelidir.

/Süleyman SALUR
25 Nisan 2013

Bafra Foto Maratonu ve Delta Telaşı

Kızılırmak ve Kuş Cenneti ile dünyanın sayılı değerlerinden biri haline gelen deltası ile, tarihi dokusu ve sosyal yapısıyla farklılık gösteren Karadeniz'in nadide ilçesi olan şirin Bafra'yı sanatsal yöntemlerle tanıtmak, fotoğraf sanatını Bafra halkına sevdirmek, fotoğraf bilinci oluşturmak ve bu alana yöneltmek, bu etkinlik aracılığıyla da Bafra Belediyesi'ne kaliteli ve zengin fotoğraf arşivi oluşturmak, fotoğraf sanatının gelişmesine Bafralıların da katkısını sağlamak gibi anlamlı ve önemli bir amaç taşıyan Bafra foto maratonu sona erdi.

Her biri kendi kapsamında önem teşkil eden birçok değeri bünyesinde barındıran bu organizasyonun kısaca Bafra sevdası olarak özetlenmesi mümkün. Yürekleri fotoğraf sevgisi ile dolu olan genç yaşlı tüm katılımcıların bakış açılarına ve belki de kısmetlerine takılan yüzlerce kare arasında deneyimli jüri üyelerince seçilen toplam 55 eser, gerçek anlamda büyüledi. Söz konusu fotoğraflar Türkiye Fotoğraf Sanatçıları Federasyonu almanağında da yayınlanacak.

İlçenin çok yönlü tanıtımında gerçek anlamda biz hizmet bu girişim. Düşünsenize yaklaşık 150 fotoğraf sanatçısı; Bafra merkez, Boğazkaya Köyü, Balık çiftlikleri, Kız Oğlan Kayası, Yeni Köy, Akalan Köyü, Gün Batımında Fener Köyü, Sürmeli Köyü ve Kızılırmak Deltası'nı yüzlerce kez kayıt etti benliklerine… Ödül alan fotoğrafların çoğunluğunun Kızılırmak Deltası ve Kuş Cenneti'ne ait olması ise beklenen bir durumdu.

Öyle olması gerekiyordu ve delta gerçek anlamda bir cennet çünkü… Değerinin daha fazla bilinmesi, el üstünde tutulması gereken bir cennet… Doğal özellikleri büyük ölçüde korunabilmiş, ülkemizin Karadeniz kıyısındaki tek sulak alan olmasının yanında, deniz, ırmak, göl, sazlık, bataklık, çayır, mera, orman, kumul ve tarım alanları gibi farklı ekolojik karakterlerdeki habitatların bir arada bulunması, besin maddelerince zenginlik ve uygun iklim koşulları deltanın eşine az rastlanır ölçüde biyolojik çeşitliliğe sahip olmasını sağlıyor.

Kızılırmak deltası, Karadeniz Bölgesi'ndeki doğallığını koruyabilmiş en önemli sulak alanı toplam 56.000 hektar genişliğinde bir alanı kapsamakta. Doğal özelliklerinin korunması amacı ile doğal sit ilke kararlarına göre; 1994 yılında; deltanın doğu bölümünde yer alan sulak alanların tamamı Kültür Bakanlığı'nca ‘’Doğal Sit Alanı’’ ilan edilerek koruma altına alınmış.  Alanın yaklaşık olarak ’i 1.dereceden sit alanı kapsamında. Yani korunma öncelikli.

Foto safariye katılan tüm fotoğraf sanatçılarının üstüne basa basa ifade ettikleri de tam olarak bu.
 “Ne olur koruyun” !.. Elbette bu güdünün içinde korumak adına çıkılan yolda, zararların en büyüğünü de verme ihtimali var. Birçok kez ifade edilen ulaşım ve yol beklentisinde olduğu gibi. Güzergahın yol çalışması evet bir ihtiyaç, fakat deltanın içinin doğal haliyle bırakılması doğru olan. Öyle ki doğa tutkunları o tozu toprağı ya da o çamuru, bataklığı doğal haliyle görmek ve yaşamak istiyor. Hakları da…

25.04.2013
/Birol BİRCAN

24 Nisan 2013 Çarşamba

Samsun’un Tarım Sektöründeki Bibliyografisi

Dünya görüşü ve siyasi anlayışı bir yana bırakarak, ülkemize çeşitli gezi ve incelemelerde bulunmak üzere gelen yabancı bir heyetin gözlemlediği bir olayı naklederek konumuza girmek istiyoruz.

Yabancı bir heyet Doğu ve Güneydoğu bölgelerine giderler. Tarım dışı bırakılan arazileri görünce, “Türkiye’de o kadar tarım dışı araziler var ki, topraklarının yarısı boş bırakılmış” diyerek şaşkınlıklarını gizleyemezler. Aynı heyet bu kez de Doğu Karadeniz bölgesine gelir. Gümüşhane’nin Harşit vadisinde mola verdiklerinde, bir köylü kadının bir erkeği beline bağladığı bir iple uçurumun kenarına indirdiğini görürler. Adam elindeki çapa ile küçük bir alanı çapalamaya başlar. Yanlarındaki rehbere “bu insanlar ne yapıyor?” diye sorduklarında, rehber (tarım yapıyorlar” diye cevap verir.
“Nasıl olur, burası Türkiye değil mi? Ülkenin bir yanında boş araziler varken, burada 10 metrelik yerde tarım mı yapılıyor” diyerek tepki verirler.

Kıssadan hisse, tarım arazilerimizin yeterince değerlendirilememesinin nedeni öncelikle, dedelerden oğullara ve sonrasında ise torunlara miras yolu ile intikal eden topraklardır. 50 dönümlük arazi nesilden nesile miras yolu ile bölündüğünde 1 dönüme kadar düşer. Dolaysıyla tarımsal alanlar gittikçe daralmaktadır. Ancak tüm bu olumsuzluklara rağmen Türkiye bir tarım ülkesidir. Nitekim bu tablodan Samsun’da payını almakta olup, nüfusun önemli bir bölüme tarımla iştigal eder. Ancak iki bereketli ovanın nimetlerinden yeterince istifade edilebildiği söylenemez. Çünkü tarım sanayine gerekli yatırımlar yapılmamaktadır. Samsun için tarım kenti mi? Sanayi kenti mi? Tartışmalarının yapılması çok anlamsızdır. Çünkü Tarım ile sanayinin birbirlerinden bağımsız olarak düşünülemez. Çünkü tarım geliştikçe tarım sanayi de kendiliğinden gelişmiş olacaktır.

Sanayi sektöründe gelişmiş ülkelerin bu başarılarının altında yine tarımcılık ön plana çıkmaktadır. Ancak tarımda kullanılan teknolojiler, insan iş gücü sayısını düşürdüğünden, bu kez tarımcılıktan sanayiye doğru bir iş gücü akımı oluşmaktadır. Samsun ölçeğinde bugün dahi geleneksel tarımla uğraşan çiftçilerimizin ve köylülerimizin sayısı oldukça fazladır. Oysa bugün az gelişmiş ülkelerde dahi geleneksel tarım metotlarından vazgeçilmektedir. Bafra ve Çarşamba ovalarından elde edilen tarımsal ürünlerin hasadından, paketlenmesine ve pazara sunulmasına kadar olan aşamalarda gerekli olan yatırımlar göz ardı edilmekte ancak yöneticilerin söylemlerinde ise, çok daha farklı tablolar ortaya çıkmaktadır.

Tarımda modernleşme olduğunda, doğal olarak bu gelişme direkt olarak sanayi sektörüne yansıyacaktır. Çünkü sanayi ürünlerine bir talep yaratılacaktır. Olayı tersinden değerlendirdiğimizde ise, sanayi sektörü canlandığında artan gelir düzeyi doğal olarak iyi beslenmeyi  ortaya çıkaracak bu kez de tarım sektörü ön plana çıkacaktır.  Tarımcılık aynı zamanda önemli bir döviz kapısıdır. Sanayileşmiş ülkelere yapılan tarımsal ürün ihracatları yolu ile önemli döviz girdileri sağlanabilmektedir. Tarımsal alanların gerek miraslar yolu ile bölünmesi ve gerekse sanayi yatırımları için parsellenmesi sonucunda yok edilmesi, bir ülkenin geleceği için en önemli handikaptır. Çeşitli politik uygulamalar ile tarım ürünlerine kota konulması, bazı ürünlerin üretilmemesi yönünde teşvikler sağlanması, en iddialı olduğumuz tarım ürünlerinde dahi ithalatı zorunlu hale getirmektedir.

Tarımsal ürünlerin pazarlanmasında özellikle küçük üreticilerin karşılaştığı en önemli zorluk örgütlenmeye önem verilmemesidir. Kooperatifçilik anlayışın tam olarak yerleşmemiş olmaması nedeniyle, bin bir emek ile üretilen tarım ürünleri ne yazık ki maliyetlerinden aşağı bedeller ile satışa sunulmakta veya ürün hasadının daha fazla maliyetler ile yapılması nedeniyle, ürünler tarlalarda çürümeye terk edilmektedir. Samsun’un gelişmesine yönelik en önemli ekonomik enstrümanların başında gelen tarım sektörünün modernleşmesine yönelik adımların hızla atılması gerekmektedir. Gerekli soğuk hava depoları, paketleme ve ambalajlama tesisleri gibi yatırımlara öncelik verilmesi gerekmektedir.

/Süleyman SALUR
24 Nisan 2013

23 Nisan 2013 Salı

Düğümü Adana Demir Çözecek!

Ligin boyu kısaldıkça kısaldı ve nihayetinde üç karışa indi... Samsunspor için endişe, kaygı, adını siz koyun her neyse o devam ediyor... Ne yapacaksa kendi yapacak... Son üç maçından ancak,o da zoraki bir puan çıkarabilen bir takımın ligde kalması, kör kuyulardan, aydınlığa çıkabilmesi şimdilik kaydıyla kendi ellerine, gücüne, kuvvetine bağlı... Eğer bunu başaramaz ise çanlar daha da kuvvetli bir şekilde çalmaya başlayacak..

Şu gerçeği de göz ardı etmemek gerek... Şu kadronun, böyle bir ligde ilk ikide olmasa bile, play off oynaması gerekirken, gelinen nokta ortada... Neleri konuşuyor? Neyi hesaplıyoruz? Birileri yine alınacak, gücenecek..

Onlar, eleştiriyorum diye saygı duyduğum, sevdiğim insanlara şikayet edecekler diye "kral çıplak" demekten alıkoyamayacaklar... Zaman ve sonuç kimin haklı olduğunu tüm gerçekliğiyle haykırıyor, bundan emin olabilirsiniz... Gelelim ince hesaplara...

İki puan önde olmak çok büyük anlam ifade etmese de şu an itibarıyla çok önemli avantaj... Ankaragücü'nden sonra düşecek iki takım için beş aday var... Samsun ve Denizli hariç diğer üç takım birbirleriyle oynayacaklar... Tavşanlı Linyitspor,Adana demirspor ve Göztepe ile içerde, kartal ile dışarda oynayacak.. Göztepe, G.Antep Belediye ve Tavşanlı ile içerde, Adana Demirspor ile dışarıda oynayacak... Kartal, Adanaspor ve Karşıyaka ile içeride, Tavşanlı Linyitspor ile dışarıda oynayacak... Denizlispor, Urfaspor ve Ankaragücü ile içeride, Bucaspor ile dışarıda oynayacak... Samsunspor ise 1461 Trabzon ve Adana demirspor ile içeride, Antep Belediyespor ile dışarda oynayacak...

Tablo ortada.. Küme düşecek takımları Adana Demirspor'un ortaya koyacağı performans gösterecek desek, abartmamış oluruz... Kesin gibi görmemize karşın Ankaragücü'nü de hesaba katmamız gerek... Samsunspor son üç maçta şimdi ortaya koyduğu futbolun üzerine çıkmak, kısacası vites yüksetmek zorundadır... Beraberliklere sığınmamalı, maç kazanmak zorunda olduğunun bilincine varmalıdır... Bunu yaparken de kadro içerisinde macera aramadan yola devam etmelidir...

23 Nisan 2013 Salı
/Resul AKÇAY

19 Nisan 2013 Cuma

Güçlü Samsun İmajını Da Türkiye'de Görmeliyiz..

STSO Başkanı ve başkan adayı Salih Zeki Murzioğlu ve Ticaret Borsası Başkanı Sinan Çakır'ın 'Türkiye Yatırım Haftası' nedeniyle 3 günlüğüne ABD'ye gitti.. Başbakan Yardımcısı Ali Babacan ile 'Samsun'un yıldızları ödül töreninin davetlisi olan ve hatalar zincirinin yaşandığı geceye tanıklık eden konuklardan olan TOBB Başkanı Rıfat Hisarcıklıoğlu da bu gezide bulunuyor..  TOBB'nin adını bile logosunda hatalı yazdığımız geceden bahsediyorum.. Neyse unutuldu geçti ama ABD ziyaretinden gelen mesajlar güzel..

Gazetelere servis edilen açıklamalarını okurken mutlu olmamak elde değil.. Ne diyor STSO Başkanı Murzioğlu; "Türkiye açısından çok olumlu bir ziyaretti. Bölgesinde lider, güçlü Türkiye imajını, ABD'de görmek, beni bir kez daha gururlandırdı'".. Elbette bu gururu hepimiz paylaşıyoruz.. Türkiye o  çekingenliğini üzerinden attı ve  küresel dünyanın gereğini yapacak kadar aktif bir rol üstlendi..

Ancak, Murzioğlu'nun açıklamalarında bir sorun var.. Türkiye bölgesinde lider ve güçlü ama, Türkiye'nin Karadeniz'deki en stratejik coğrafyaya sahip, en büyük, en nüfuslu, yakın zamana kadar 'tek Büyükşehir statüsündeki' Samsun'un durumu ne?.. Neden Türkiye'nin güçlü vizyonunun yansımaları bu kentte hakim değil.. Ve.. Samsun neden bölgesinde lider, bölgesinde güçlü bir imaja sahip değil.. Ve Samsun ekonomisi neden kimseyi mutlu etmiyor ve gurur duyamıyoruz.. İşte bana göre sorun bu..

Bir Gaziantep, bir Kayseri, Konya, Eskişehir, Bursa, vs.. olamıyoruz.. Türkiye'nin dünya üzerindeki değişen ve gelişen vizyonuyla gurur duyarken, taa ABD'de gururlanıyor pozisyondaysak, Samsun neden Karadeniz'e kıyısı bulunan ülkelerde o vizyonun bir parçası olamıyor.. Karadeniz'in güçlü sanayi kenti, tarım, sağlık kenti rolünü üstlenemiyor.. Neden ihracatta istenilen rakamlara ulaşamıyor..

STSO Başkanı Zeki Murzioğlu'nun bu nedenle ABD'ye gidip, Türkiye'nin bölgedeki hakimiyetine, gücüne şahit olması Samsun için bir kazançtır.. Türkiye'nin en önemli illerinden biri olan Samsun'un vizyonuna katkısı olacaktır sanırım.. Yeni bir bakış açısı geliştirilebilir..  STSO yönetiminin 'güçlü, lider imajı çizen bir Samsun için' adımı olabilir.. Özgüven meselesidir aslında bu olay.. Ve anladığım kadarıyla Murzioğlu da, bundan etkilenmiş.. Samsun'da devam eden STSO seçi süreci açısından da Murzioğlu'nun açıklamaları ayrıca önemlidir..  Güçlü, lider Türkiye'nin, Karadeniz'deki inci kenti Samsun'da aynı imajı çizmelidir.. STSO Başkanı kim olursa olsun.. Mevcut adaylar;  Zeki Murzioğlu, Servet Keskinsoy veya Fatih Öztürk.. Hiç değişmemeli..

Çıtanın yükselmesi gerekir.. Hedeflerin büyümesi şarttır.. Bundan böyle o koltuğa kim oturursa otursun, "Güçlü Türkiye'nin, bir ilinin STSO Başkanı olarak, bölgesinde lider, dünya ile entegre olmuş Samsun'unu inşa etmeyi hedeflemelidir'.. Yani Murzioğlu'nun ABD ziyareti, Samsun vizyonu açısından ziyadesiyle hayırlı bir iştir..

19.04.2013
/A.YENER CABBAR

Kuzeyde Bir Şehrin Hikâyesi

 “O güzel insanlar o güzel atlara binip çekip gittiler… !

           
“Ne yanar kimse bana ateş-i dilden özge
Ne açar kimse kapımı bad-ı sabadan gayrı”

Her şehir geçmiş ve bu günüyle ayrı bir hikâyedir. Geçmiş zamanı anlamak ve duymak için sessizlik gerekir. O sesi duymayı başarabilirseniz her şehrin kendine has dokusunu, ruhunu hissedebilirsiniz. Bu ses, duymak isterseniz ancak size ulaşır yoksa zamanla iyice kısılır ve kaybolur. İnsanlar şehrin, şehirlerde insanların dünyasına dokunamadan öylece birbirlerinin yanından geçip giderler. Geçmiş zaman olur ki iki yabancı olup çıkarsınız.

   Her şehrin kendine ait bir ruhu olduğuna inanıyorum. Bu ruhu yaşatan, bir musiki, bir renk, bir taş yapı olabilir. Bu değerler geçmişimizle aramızda bağ kuran köprülerdir. Gelişen, değişen dünyaya karşı unutulmuşluğuyla kaderlerine terk ediverdiğimiz, kentlerin orta yerinde fark edilmeyi bekleyen, derin ıssızlıkta yaşayan mekânlar. Bu mekânlardan biri de Bedestenler! Şehir içinde ufak şehircikler. Şehrin tam da orta yerinde bir o kadar kuytu köşede kalan şehircikler. Körebe oyununda hep onlara saklanmak düşmüş. Bu nedenle midir bilinmez küçülmüşler birer beden.

   1975 yılı yapımı ”Bir Araya Gelemeyiz” filminin bir sahnesinde Orhan Gencebay, Ziya Gökalp Caddesinde yürürken Bedestenin içinden çekilen tek kare sahne ve filmin ismi, nasılda anlatır, yüzlerce yıllık tarihimizle aramızdaki kopukluğu. Oysa geçmiş, katre kaya tuzu gibidir kolay kolay erimez.

    Geçmiş zamana ziyaret beni heyecanlandırıyor. Kendimi kentin beton yığını soğuk sokaklarına atıyorum. Her adımda kentin utancı, ağzı insanı yutacakmış hissi veren koca koca loğar kapaklarıyla göz göze geliyorum. Kentin havasında kimliksiz kötü kokular. Boğuluyorum. Nefes alamadığımı hissediyorum. Yaşadığım şehri keşfetmek onun ruhuna dokunmak niyetindeyim. Islak kentte hava yine gri. Yağmur çise çise omuzlarımdan dökülüyor. Ben hızlı adımlarla beni kentin arka bahçelerinde gezdirecek dostlarımla buluşma telaşındayım. Yağmuru hissetmiyorum bile.

İ.Ö.VIII. yüz yılda Milet Göçmenleri tarafından kurulmuş 1869 yangınında küle dönmüş “Kara Samsun “un sokaklarında bir yanımda Lefkıyadis Hristaki Zevcesi Eleni diğer yanımda Hazinedarzade Süleyman Paşanın zevcesi Keriman Hanım. Geçmişe ziyaretimde beni yalnız bırakmıyorlar.

Mimar Briyo’nun, şehri birbirine dik kesen cadde ve sokaklara neden böldüğünü anlıyorum şimdi. Her sokak başından, kuzeye doğru baktığınızda hırçın Karadeniz limanındaki Ceneviz bayraklı gemileri, yolcu iskelesinde bekleşen Diyarbakır, Harput, Sivas’tan gelen, Bağdat’a gidecek insanları aynı anda görebilmek ayrı bir heyecan veriyor insana. Açıkta demirlemiş gemilerden yükler, kayıklarla kıyıya taşınıyor. Şimendifer İskelesinde yolcular, Gümrük İskelesinde tütün, kendir ve İstanbul’a gönderilmek üzere sıralanmış nar rengi armut turşularının fıçıları dizilmiş sıra sıra. Nar rengi olduğunu gördüğümden değil Eleni Hanım anlatıyor. Bir gün Uğrarsam ikram sözünü de alıyorum hanilaf arasında.

Bağların, bahçelerin içinde yapılmış kırmızı kiremitli kimi tek, kimi iki katlı ahşap evlerin arasında ilerliyoruz. Gözüm kırmızı kiremitli evlerin cihannüması üzerine yuva yapmış leyleklere takılıyor. Kırık bir tebessüm kaplıyor yüzümü. Sahile doğru ilerliyoruz. Amacımız Bedesteni talan etme fikriyatı. Eleni Hanım yeni ipek kumaşlar gelmiş Bağdat’tan diye anlatmaya başlıyor. Hoş kadın, sevdim sohbetini. Ben, kırık ayrıntı, kaçırmama telaşında pür dikkat kesilmiş inceliyorum etrafı. Uzaklardan çok da uzak sayılmayacak bir yakınlıktan kara kara dumanlar yükselmeye başlıyor aniden. Telaşla yanımdakilere göstermeye çalışıyorum. Şöyle bir bakıp, korkma “her şer bir hayır barındırır içinde” diyorlar. Şimdi anlıyorum söylenmek isteneni, Yangından sonra yeniden inşa ediliyor Samsun. Zaman yanılsaması yapıyorum sanılsa da yoktur hikayatta zamana kölelik!  Süleyman Paşa medresesi ateş topu oluveriyor bir anda. Elimi çantama atıyorum telefon etsen dakkasında söner bu yangın,  bir şehri yutacak gibi değil diyorum. Koca şehri, Kara Samsun a dönüştürmeye yetmez gücü. Keriman hanım gülümsüyor telaşıma, Hazinedarzade Süleyman Paşa hayratından yanan evler, medrese, cami ve bedesten için 86.895 kuruşluk bir bedel ayrıldı. Tamiratı bitti çoktan diyor. Yüzüne şaşkınlıktan irileşmiş gözlerimi çeviriyorum. Yangın diyorum şimdi başlamıştı. Başımı tekrar çevirdiğimde Canik Sancağıyla göz göze geliyorum! Zamanda yolculuğa ilk kez çıkmışım vardır bir hikmeti diyorum. Unutuyorum yangını. Keriman Hanımın zarif üslubuna takılıyorum. Benim bey yaptırdı diyemiyor da kırk dereden kırk kelimeyle anlatıyor maruzatını. Nasıl bir incelik ve mütevazılıktir. Şaşırıyorum. Birden aklıma bedel geliyor. Kuruşluk bedel. Gülümsüyorum. Yokuş aşağı kaptırmış yürüyoruz. Eleni bizim taş kaldırıma çarpıyor ökçesini, omzuna kılıfsız insanlar çarpıyor. Kaldırım taşları arasından ruhsuz insan kahkahaları yayılıyor etrafa. Yaşadığım kaybolmuş şehrin sokaklarında insana ve insanlığa dair bir şeyler göstermek istiyorum bende onlara. Her köşeden fışkıran yalancı kahkahalar avuçluyor görüntüleri. Pandoranın kutusu saçılıveriyor etrafa. Utanıyorum. Düşüncelerimden, yanımızdan geçen omzuna boyunduruklu çatallarının ucuna yoğurt bakraçlarını asmış yoğurtçunun sesiyle ayrılıyorum. Sokak aralarında çocuklar üçtaşın peşinde. Bizim mahallenin başında ise üçkâğıt oynuyor yüzleri karanlık koca adamlar. Eleni biraz sahile insek diyor. Kabul ediyoruz hiç itirazsız. Sol yanımızda akan Mert Irmağının tahta köprüsü üzerinde birer ikişer insan silueti sakin sakin karşıya geçiyor. Irmağın kenarında ateşe oturtulmuş kara kazanlar, ellerinde tokaçlarla kadınlar insansız esvapları dövmede. Gördüklerim içimi ısıtıyor.

   Bu şehrin hiç sevemediğim yokuşlarını bir tek bayır aşağı inerken seviyorum. Kendimizi liman sahilinde buluveriyoruz. Yıkık dökük bir iskele önünde çırpınan Karadeniz. Değişmeyen tek gerçeği yakalamak beni mutlu ediyor. Keza, Kara Deniz hala çırpınıyor. Liman işçileri dayamışlar küfelerine sırtlarını moladalar belli. Kıyıda bekleşen birbirine karışmış “Gavur Samsun”,”Müslüman Samsun “ahalisi. Deniz havası iyi geliyor. Bir süre soluklanıp yolcu yoluna deyip koyuluyoruz Bedesten öte.

  Sahilden yukarı bakınca Moltenin sözleri geçiyor aklımdan :”Şehrin görünüşü pek hoş” geliyor benimde gözüme. Sahilde kabartmalı cumbalarıyla Türk Konakları, birkaç taş camiinin minaresi, topu topu iki bin nüfuslu küçük bir kasaba havası. Şehri çepeçevre saran dağlar yemyeşil zeytin ağaçlarıyla kaplı. Dağların zirvesinde Rum köyleri. Etrafımızda sazlık ve bataklıklar. Eleni sıtmadan yakınıyor. Dağları gösteriyor sonra. Bu şehirde ne zaman yağmur yağsa dağlarından misk ve amber kokusu yayılır havaya diyor. Aklıma açık loğar kapakları geliyor. Yüzündeki huzuru kıskanıyorum.

  Biz Bedestene yaklaştıkça doğudan, sonu ufukta kaybolan yüz yıllık ıssız yollardan, on katar bir deve kervanının çıngırak seslerini işitiyoruz. Dövme demir sandıklarda kırk yama hatıraları taşıyorlar. Keriman hanım deve yürüyüşü ile dokuz saat sonra anca erişirler şehre diyor. Anlamış gibi yapıyorum. Anlatıyor bir yandan da bu gününü bildiğim, Bedestenin bilmediğim geçmiş zaman sırlarını. Sohbet koyu olunca anlamıyoruz Bedestenin kapısına nasıl eriştiğimizi.

    İçimden “Aç kapıyı bezirgân başı” tekerlemesi geçiyor. İlahi ben kapı zaten açık. Çarşının tepesi kapalı, küçücük pencerelerinden ışık sızıyor içeri. Şimdi de ise başörtüsü kayıp, kurşun kaplı kubbeleri zamana yenik düşmüş görünen, yerinde yeller esmede. Bedestenin yorgun duvarlarına dayalı, birbirine omuz vererek ayakta durmaya çalışan küçük, ışıksız, kağirden beşik tonozlarla örtülü dükkânlara giriyoruz. Benim bir gözüm dar sokakta. Gözlerim tanıdık yüzleri arıyor. Çakmakçı Necati, Saatçi Ali Dede, ayakkabı Doktoru Yaşar, namı diğer Yaşarver, Terzi Cemal, dertlere şifa sülükleriyle meşhur Murat Abi… Bedestanı Yeşilcama çeviren, çarşının Türkan Şoray’ının yankılanan sesi geliyor derinden kulaklarıma. Rahatlıyorum. Karşıdan kollarını açarak gelen Mustafa’yı görüyorum bir anda. Yanıma yaklaşıp “Hazineyi arıyorsan burada değil “deyip kayboluveriyor. Dükkânlardan birinin duvarında gözüme, Osmanlı harfleriyle yazılmış “Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor” sözü ilişiyor. Düşünmeye fırsat kalmadan Eleni elinde üzeri motiflerle işlenmiş bir gülübdanlıkla yaklaşıyor yanıma. Hayranlıkla bakıyorum. Sözü unutuyorum o anlık. Havadaki ıtriyatların kokusundan genzimin yandığını hissediyorum. Meslek ehilleri iş başında. Koyun saatleri, buhurdanlıklar, körüklü fenerler, kamış kalemler, ipek kumaşlar, geçmiş zamanlarımızın yaşam mezatları karşımda sıralanıyor. Benim, senin, dünümüz, dünümüzden öncemiz. Geçmişimizin sahibi eşyalar, yaşanmışlıklara tek tek dokunuyorum. Elimle değil ruhumla dokunuyorum. Daracık bir sokakta, iki yanı, hepsi yirmi bir dükkândan oluşan çarşının, nemli duvarlarının geçmiş zaman kokan bedenleri arasında dolaşırken Ağa Camiinden öğle ezanının upuzun kolları ruhumuza kadar uzanıyor. Bu muazzam çarşıda Haceganlar ulvi bir ritmle dükkânlarını öylecene bırakıp gidiyorlar. Fransız Müellif Motray’ın sözünü anımsıyorum:”Bedestende hiçbir zaman tek meteliği kaybolmazdı kimsenin”.Gözlerim dalıyor yaşadığım zamanın geldiği noktaya. Keriman Hanım anlamış olacak kırıklığımı,”Biz iyi insanlardık diyor. Evlerimizin başına leylekler yuva yaparlardı, köylerde merkeplerimiz dahi iki gün izinliydi bizim ve biz sırf azat etmek için kuşbazlardan kuş satın alıp göğe uçuran bir millettik.”Türklerin doğrularına hayran kalmak “diye bir deyim vardı bir zamanlar. Hiç duymadım diyorum fısıltıyla. Oda benim cahilliğim olsun. Af buyrun.

  Allah’ın ışık bahçeleri yanana kadar kalıyoruz çarşıda. On iki muhafız, Nanpareci ve küçük Ağa kemerli kapıda görünüyor. Sahipsiz mallar Beytü’l-mal’e aktarılıyor. Akşam duacısı duasını bitirince aminliyoruz hep beraber. Muhafızlar el tetikde, kulak tıkırtıda günün ilk ışıklarına kadar nöbete başlıyor. Eleni Hanım, Keriman Hanım ve ben Bedestenin inşa kitabesi kayıp batı kapısında vedalaşırken dokuz deve yürüşüyle kervan çarşıya ulaşıyor. İçimden “doğdular, güzel yaşadılar ve öldüler”diye geçiriyorum bu güzel insanların ardı sıra bakarken. Bedestenin kapısındaki taşlar, yerlerinden fırlayıp gelip geçen insanların kafasına vurmak istiyor gibi hissediyorum bir an. Kentin renkleri uçuk, kokuları bozulmuş caddesine yönelirken “Altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor “sözünün anlamını çözmeye koyuluyorum. Islak kentte hava yine ıslak yine gri. Sorunun cevabını beklediğinizi biliyorum…

El-cevap ben de bilmiyorum!

19 Nisan 2013
/Hülya BULUT

17 Nisan 2013 Çarşamba

Samsun’da Katılımcılık Sağlanmalı

1970’li yılların başına kadar Samsun’da en yüksek bina şu an bulvar yolunun geçtiği, kilisenin üst tarafında yer alan Celal Şişik’e ait yaklaşık 7-8 katlı bina idi. Samsun’un her noktasından rahatlıkla görülebiliyordu.

Bugün ise gelişen teknoloji ve modern mimarilerin eseri olarak 50 ve hatta 60 kata kadar olan binalar inşa edilmekte ve dolaysıyla kentlerin silüetleri hızla değişmektedir. Kentlerin yapılanmasında çağın gereksinimlerine uyabilmek için, İstanbul Büyükşehir Belediyesi, gerek Büyükşehir ve gerekse belde belediyelerimize örnek teşkil edebilecek çok önemli bir projeye start vermiştir. Söz konusu proje kapsamında dünyanın en yüksek binaların yer aldığı Japonya başta almak üzere ABD, İngiltere, Londra ve  İspanya gibi ülkelerde bir araştırma ve inceleme ekibi oluşturmuştur.

Şehir plancıları, mimarlar, , inşaat elektronik ve makine mühendisleri, imar hukukçularının yer alacağı heyet,  gerekli inceleme ve araştırmaları sonucunda İstanbul için “Yüksek Yapılar ve Çevre Yasası” oluşturulacak ve dolaysıyla tüm çarpık yapılaşmalara davetiye çıkaran uygulamalar ortadan kaldırılacaktır. Şimdi Samsun’u yönetenlere sormak gerekir. Kentin gelişimine yönelik uygulanacak projelere ilişkin ilgili meslek odaları ve kuruluşlar ile bugüne kadar bir koordinasyon sağlanarak kentin yapılaşmasına ilişkin istişareler yapılmış mıdır  veya yapılmakta mıdır?. Örneğin, yeni imara açılan yerler hangi kriterlere göre tespit edilmektedir. Ayrıca kentimizin şöyle bir handikabı bulunmaktadır. Fiziki anlamda gelişmiş bulunan dünyanın çeşitli kentlerinde inceleme yapmak üzere  İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından oluşturulan komisyon benzeri bir yapılanma modelinin gerçekleşmesi, kentimiz için uzak bir ihtimaldir. Çünkü Samsun’da müşterek karar vermek gibi bir misyon oluşmamıştır.

Çünkü belediyelerimiz genellikle özellikle mimari konularda ilgili odalar ile kontakt kurmak ve ortak akılda birleşmek yerine çatışma ortamı yaratacak uygulamaların altına imza atmayı tercih etmektedirler. Çünkü odalar kendi siyasi görüşlerini benimsemeyen insanlar topluluğundan oluşmuştur. Dolaysıyla bu tür kuruluşlar ile işbirliği yapmanın muhalefet ile işbirliği yapmaktan farkı yoktur. Oysa ortak amaç, Samsun’un daha müreffeh ve yaşanabilir kentler arasında yerini almasıdır. Sosyo ekonomik yapısının güçlendirilmesidir. Geleceğin Samsun’un temellerini atmaktır. Marka bir şehir modeli oluşturmaktır.  Bu tür hasletler de her tür siyasi yapılanmanın üstündedir. Kente çakılacak her çivi kutsaldır. Gelecek nesillerin refahı ve mutluluğudur. Siyasi rantların hesap metodolojisinde yer almayacağı tek faktör olan Samsun’un gelişmesine yönelik hamleler her kim tarafından gündeme getirilirse getirilsin kesinlikle desteklenmelidir.

İmar Master Planlarının hazırlanması aşamasında katılımcılık sağlanamaz ise, tartışmaların ve problemlerin yaşanması kaçınılmaz olacaktır. Nitekim Samsun’da tesis edilen Hafif Raylı Sistem Projesi, otogar, yabancılar pazarı, Saathane Meydanı, alt ve üst geçit projeleri benzeri projelerde yaşanan tartışmaların odağında, katılımcılığa açık bir politikanın uygulanmaması yatmaktadır. Söz konusu katılımcılık tesis edilirken, tıpkı OMV’nin ÇED raporunun gerekliliklerinden olan “Halkı Bilgilendirme Toplantısı” prosedürünü geçiştirmek için ilgisiz kişiler ile yaptığı toplantılar modunda yani “dostlar alışverişte görsün” misali bir iki yandaş mimar veya mühendisler ile gerçekleştirilmemelidir.

Hükümetin belediyelerin uhdesinde bulunan imar yetkilerinin kısıtlanması ile ilgili başlattığı İmar Yasa Taslağı, belediyelerin encümen toplantılarında en çok tartışmalara neden olan imara açılacak yerler konusunun gündemden kalkmasını sağlayacak önemli bir adımdır. Dolaysıyla rant kapıları kısmen de olsa kapatılmış olacaktır. Özellikle seçim arefelerinde belediyelerin insiyatiflerini kullanarak kentlerde mimari çarpıklıklara yol açan uygulamaları, Çevre ve Şehircilik Bakanlığının kontrolüne tabi tutulacağı için imar konusundaki problemler ortadan kaldırılacaktır. Encümen toplantılarında zaman içinde yaşanan tartışmaların odağını genellikle imar konusundaki görüş ayrılıklarının bulunduğu düşünüldüğünde, hükümetin belediyelerin imar konusunda  yetkileri konusundaki kısıtlama kararının olumlu olduğunu düşünmekteyiz.

/Süleyman SALUR
17 Nisan 2013

16 Nisan 2013 Salı

Kent Suçu

Belediyelerimiz yaklaşan yerel seçimler öncesinde, kent içinde yoğunluklara neden olabilecek yeni düzenleme projeleri ile gündem oluşturmaya başlamışlardır. Büyükşehir Belediyesi,  mimari düzensizlikler ve çarpıklıklar örneği veren Çiftlik Caddesinin İstanbul İstiklal veya Nişantaşı modeli esas alınarak yenilenmesi, ve modern mimari ile yeniden düzenlenmesi yönünde kamuoyu gündemine sunduğu “Çiftlik AVM Projesi” uygulanabilirliği anlamında tartışmaları da beraberinde getirmiştir.

Kentin modernleşmesi ve yaşanabilir bir yapıya kavuşturulabilmesi için uygulanması planlanan her tür projenin kentte yaratacağı katma değeri hiç kimse inkar edemez. Ancak böylesine geniş çaplı bir projenin uygulanabilmesi için, Çiftlik Caddesinde mevcut binaların tamamının yıkılarak veya güçlendirilerek projeye uygun hale getirilmesi gerekir. Çünkü Çiftlik Caddesinin alt ve üst sokaklarında bulunan binalar deprem yönetmeliğinin uygulamaya konmadan önce yapılan binalardır. Bilindiği üzere 1 Ocak 2011 tarihi itibariyle Enerji tasarrufuna yönelik tedbirler çerçevesinde binaların yalıtımı zorunluluğu getirilmiştir. Enerji Kimlik Belgesi olmayan yeni binalara ruhsat verilmemekte ve eski binaların da 2017 yılına kadar binaların yalıtımlarının yapılması gerekmektedir.

Deprem yönetmeliğine uygun olmayan binaların yalıtımlarının yapılmasının hiçbir mantığı olmayacağı için, Çiftlik Caddesinde tüm binaların tek tek gerekli testlere ve teknik kontrollere tabi tutulmalıdır.  Cadde ancak bu tür teknik çalışmalarının akabinde yeni projelere açık olabilir. Büyükşehir Belediyesi bu konuda elbette ilgili meslek kurum ve kuruluşları ile gerekli istişareleri yapmıştır. Çünkü kentin geleceğine ilişkin üretilen bu tür önemli projeler kesinlikle “ben yaptım oldu” mantığı çerçevesine sığdırılamaz. Mimarlar ve Mühendisler Odaları, Kent Planlamacıları başta olmak üzere, Caddede gerek işyeri ve gerekse evleri bulunan kişi ve kuruluşları bir masa etrafına toplayarak ortak akıl üretilemediği taktirde, söz konusu projenin başarıya ulaşma şansı kesinlikle mümkün değildir.

Japonya’da bir araba satın almak istediğinizde gerekli satın alma belgelerinin içinde en önemli evrak, arabanın park edilebileceği alanı gösteren yerin krokisi ve kiralama kontratıdır. Eğer evinizin veya ikamet ettiniz apartmanın araçları park edebilecek bir garajı mevcut değilse, bir otopark ile kontrat yapılması zorunluluğu vardır. Aksi taktirde galerilerin veya kişilerin size araç satma şansı yoktur. Aslında tüm apartmanlarda belediyeler tarafından otopark yapılması zorunluluğu getirilmiştir. Ancak bina sahipleri belirli miktarda harç yatırıldığında bu zorunluluk ortadan kalkar. Güya tahsil edilen harçlar ile belediyeler tarafından otoparklar yaptırılacaktır. Bu konu elbette suistimallere her zaman açık olmuştur. Harç yatırmak da aslında binayı inşa eden müteahhitlerin işine gelmektedir. Çünkü otopark olarak tahsis edilecek alan daire olarak satılır.

Belediyelerin binalardan otopark harcı olarak topladıkları paraların amacına uygun kullanılmadığı bir gerçektir. Bu nedenle Çiftlik Caddesi veya kentin diğer semtleri için üretilen projelerde öncelikle otopark sorunlarının çözümlenmesi gerekir. Öncelikle yeni yapılan binalar için otopark sisteminden kesinlikle taviz verilmemelidir. Samsun’da ne yazık ki hesap sorma kriterleri pek gündemde tutulmadığından, vatandaş sadece bir yaptırım ile karşı karşıya kaldığında sesini yükseltmeyi tercih etmektedir.

Belediyeler tarafından binalardan otopark harcı olarak bir bedel tahsil ediliyor ise, belediyeler ve valilikler o bölgedeki otopark sorununun çözümü için alternatifler üretmelidir.

Çünkü Belediyelerin binalardan otopark harcı almasının gerekçesi, parselinde otopark ihtiyacının karşılanamaması halinde, bu ihtiyacın belediyeler ve valilikçe karşılanması amacını taşımaktadır. Dolaysıyla Çiftlik Caddesinde yaşayanlar malum proje ile ilgili en önemli problem olan otoparklar konusunu hukuki platformlara taşıyabilirler. Kentlerin geleceği kesinlikle siyasi rant sağlama amacına yönelik  kent suçu kapsamına giren uygulamalara kurban edilmemelidir. Kentle ilgili önemli projeler gündeme geldiğinde konunun uzmanları başta olmak üzere tüm ilgili ve bilgili kurumlar ile paylaşılmalı ve ortak akıl üretilerek kentin geleceği şekillendirilmelidir

/Süleyman SALUR
16 Nisan 2013

Bu Kent Üzerine İki Tespit

Hayır; iki tespit de benim değil. Muhalefetin de değil. Biri bir iktidar mensubunun diğeri de iktidara en azından fikren yabancı ve hele de hiç de düşman olmayan bir sivil toplum kuruluşu başkanının. İktidar mensubu AK Partili Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz. Sivil toplumcu da ASKON Samsun Şubesi Başkanı İrfan Şenocak.

2014 Mart’ında yapılacak olan yerel seçimler için kolları çoktandır sıvayan ve ilçelerde atağa geçen Başkan Yılmaz, geçenlerde Asarcık Belediye Başkanı İsmail Yüce, AK Parti İlçe Başkanı Hami Karakaş'la Asarcık köy ve mahalle muhtarlarını Samsun Amisos Kafe’de ağırlamış. Yemekte yaptığı konuşmada

“Samsun'un Türkiye'nin en büyük 16. şehri olduğunu ancak zenginlik sıralamasında aynı seviyede bulunmadıklarını” hatırlatan Yılmaz sözlerini şöyle sürdürmüş: "Kentin söz sahibi, karar verici noktasında olan aktörlerle biraraya geldik ve bunu çok sık yapıyoruz. Samsun'un 2023 vizyonu çerçevesinde ihracat hedefinin 6 miyar dolara çıkması gerektiğini ve hedefin bu olması gerektiğini kararlaştırdık. Yani bugün 400 milyon dolarlar civarında olan ihracatı 10 yıl içerisinde 15 kat artırmamız gerektiğini düşünüyoruz ve bunu gerçekleştirmek zorundayız. İşte o zaman zengin şehirler kategorisine girmiş oluruz. Bugün şehircilik adına güzel şeyler yapıyoruz ve şehri ihya ediyoruz ancak bunlar yetmez. İnsanımızı zenginleştirmek ve kişi başına düşen milli geliri de artırmak zorundayız.”

Konuşmanın can alıcı noktası ihracatı on yılda on beş kat artırmak üzerine kurulan muhteşem hayal değil kentin zenginlik sıralamasındaki yerinin yetersizliği. Şimdiye kadar Samsun’un ilk on ya da ilk on iki içinde olduğunu söyleyen partililerinin ve hatta kendisinin geçmişteki benzer söylemlerini çürüten/yalanlayan bu sözler ne yazık ki doğru ve gerçek. Ne yazık ki Samsun halkı bugüne kadar gerçek dışı sıralamalarla aldatılmıştır. Samsun’un zenginlik ve sosyo ekonomik kalkınmışlık sıralaması; büyüklüğü ve hak ettiği yerle hiç uygun değil. İlginç olan artık bunun bizzat bu sıralamanın yöneticileri arasında yer alan Başkan Yılmaz tarafından bile kabul ve itiraf edilmesidir.  Bu itiraf acıdır ama sevindiricidir, zira kaderimizi değiştirmemizin yolu gerçeğimizle yüzleşmemiz ve onu kabullenmemizden geçer.

ASKON Samsun Şube Başkanı İrfan Şenocak’ın tespiti de Başkan Yılmaz’ın tespiti kadar can sıkıcı ya da can yakıcı ama gerçek. Resmi rakamların gerçeğini dile getirmiş Başkan Şenocak. Geçenlerde yönetim kurulu üyeleriyle Sosyal Güvenlik Kurumu İl Müdürü Selami Göz’ü ziyaret etmiş. Başkan Şenocak burada yaptığı konuşmada “Türkiye’nin büyüme hızıyla Samsun ekonomisini karşılaştırdığımızda arada makas farkının olduğunu görüyoruz. Aradaki makas farkını kapatmak için ve Samsun’un daha cazip bir yatırım şehri olabilmesi için SGK’dan destek bekliyoruz” demiş. Başkan Şenocak’ın yardım beklediği adres yanlış, zira beklenen yardım bir kurumun boyunu çok aşar. Bir hükümet politikasıdır Samsun’a ayağa kaldıracak olan, teşvik kapsamının adamakıllı genişletilmesidir. Adres yanlıştır ama söylenenler doğrudur, Devletin resmi rakamlarını dile getirmiştir Sayın Şenocak, ilgili ve yetkili herkesin bildiği ve fakat bir türlü dillendiremediği gerçeği seslendirmiştir.

Samsun’un mevcut durumunu olduğu gibi vermek ve bunu yetersiz bulmak Samsun’un potansiyeline ve geleceğine güvensizlik değildir. Bu kente kötülük hiç değildir. Bu kente yapılacak olan ve yapılmakta olunun en büyük kötülük gerçekleri gizlemek, halkı yalanla oyalamaktır. Bunu ister siyasiler yapsın ister onların dümen suyundaki sözde gazeteciler yapsın, hiç fark etmez.

16.04.2013
/Osman KARA