30 Mart 2011 Çarşamba

Başlarken (1)

Ramazanın 10. günü... Hava çok sıcak... Kahvehanenin denize bakan balkonunda Ali ile havadan sudan konuşuyor, serinlemeye çalışıyoruz.

Mahallemizde, herkesin oruçlu olması ve hiçbir içecek satılmamasına rağmen kahvehaneler ikindiden sonra açılırdı. Cemaatin bir kısmı caminin bahçesine bir kısmı bu balkona gelir, muhabbete devam edilirdi. Hatta Kış ramazanların da Kahveci bir şey satmamasına rahmen gelip oturanlar için kahvehaneyi açık tutar sobasını gürül gürül yakar, Muhabbet sobanın çevresinde devam ederdi.

Burası Ali'nin babasının kahvesiydi. Bayraktar Yusuf Ağbi....Allah rahmet eylesin. Yusuf Abi hanımı Pembule ile bu balkonda sesli sesli bir Muhabbete başlarlar. Tamamen Çingenece konuşurlardı. Bizler tatlı tatlı onları izlerdik. Bize İngilizce Fransızca gibi gelir, dilin akıcılığına imrenirdik.

Babam Çingeneceyi çok iyi bilmesine rahmen evimizde Çingenece konuşmazdı. Çingeneceyi öğrenmemizi istemezdi. Bizlerin ancak asimile olursak toplum tarafından kabul edilebileceğimizi düşünüyor, Bu yüzden Çingene olarak görüntülenmekten mümkün olduğunca saklanmaya çalışıyorlardı . Nafile bir caba olsa bile...

Sırtıma bir el dokundu...
-Metin Ağabey bu akşam sizinle bir maç yapalım mı?
-Bize bir takım çıkar, Müzisyenler takımına... Ben, Yusuf, Aridin, Ömer,... bizim takım...
-Maksat eğlenmek... dedi, Erdinç.

Erdinç... Dünürümün oğlu... 35 yaşlarında iri yarı yapıda... Klarnet ustası...
-Oğlum biz sizinle oynayamayız ki!.
-Bizim takım, hepsi 50 nin üzerinde!...
-Ramazan, ramazan bizim canımızı çıkarırsınız!... derken Ali ye baktım.
Ali Almanyadan izine gelmiş çocukluk arkadaşlarımdan; iri, boylu ve futbolu iyi biliyordu.

Ali, -Oynayalım dedi. Aridin'le oynamak güzel olacak! -Tamam size bir takım yaparız ama çok gençler almayın da maç biraz dengeli olsun...

...

Teravih'den sonra camiden çıkan insan selinde takım arkadaşlarımı arıyor, gördüklerime sesleniyordum. İmam Ahmet Hoca da oynamak istiyordu. Ben, Erdoğan, Ali, Faruk dayım, Berkan ve Ahmet Hoca'dan oluşan takımımız hazırlanmaya gittik. Saha yakındı, giyinerek gidecektik. Eve geldim orjinal Galatasaray formamı giydim altına sarı sort. Torunların spor ayakkabısını da giydim... Boy aynasına baktım... Üfff.. Formalar çok yakışmıştı. Yok!... Yok!... Daha çok gencim!

Hanımın "Bu yaştan sonra ne yapacan topu? Gel çay içelim... Yaşlandın artık... 50 yaşında topmu olur?" mırmıntıları içinde evden dışarı çıktım... Hep beraber sahaya yürümeye başladık. Kaç yıldır top oynamamıştık. Takım olarak birbirimizin haline bakıyor gülüyorduk.

Faruk dayım, beyaz sakalları 10 numaralı forması ile 59 yaşında genç golcümüz... -Goller senden dayı! Erdoğan 58 yaşında 140 kiloluk bir dev... Ahmet hoca 60 yaşında... Takım süperdi! Çok gülecektik!

Ahmet hoca camimize 5 yıl önce Havza'dan atanmıştı. Gelirken çok tedirgin olduğunu, Çingeneler hakkında bir sürü olumsuz yorumlar dinlediğini ancak bizi ve mahallemizi tanıdıkca çok sevdiğini ve beğendiğini itiraf ediyordu, yıllar sonra... Cami cemaatımız çok kalabalıktı, Ahmet hoca camimizde 2 yılı aşkın bir süre imamlık yaptıktan sonra emekli oldu . Ben bu mahalleden, bu dostlarımdan ayrılmam dedi. mahalle yanında ev satın aldı, günlerini bizlerle yaşamaya başladı . Kuran- Kerim i çok iyi okuyan, kıraatı çok güzel olan Ahmet hocamız mahallede 30 kişiye Kuran okumayı öğretmişti. Ona minnettardık ve çok seviyorduk. Şimdi yıllık izine ayrılan cami imamının yerine gönüllü imamlık yapıyordu Ramazan boyunca.

/Metin ÖZBASKICI

21 Mart 2011 Pazartesi

Hafıza-i Beşer

Geçen yıl oldukça coşkulu geçirilen 19 Mayıs tarihinden sonra, belirli yaş grubunda olanların, Kent özelinde bir nostalji ve eskiye özlem duyguları depreşti. Bilhassa Samsun 19 Mayıs Lisesinden yıllar önce mezun olanlar hasretle birbirlerine kavuşmayı, birbirleriyle haberleşmeyi, belirli sistemlere dayandırdılar. Bir yıldır gerek internet yoluyla yapılan iletişim guruplarında, gerekse yazılı medyada sık sık mesajlar uçuşmaya başladı. Ama işin en güzel tarafı ise, bu türden birebir haberleşmelerin toplumsal iletişime çokça fayda sağlaması. İnsanların birbirlerinin gerek hastalığından, gerekse vefatlarından haberdar olmaları çok medenice gelişen bir süreci gündeme oturttu. Yaşı 50’yi bulan veya daha da büyük olup, hala hayatta olanlar, bu Kent’te, bu Ülke’de olup olmamaları hiç önemli olmaksızın birbirlerinin evlerine ve yanlarına taşındılar adeta. 

   Paylaşım Sitesi ismi verilen internet gruplanmalarının muhakkak ki tenkit edilecek toplumsal rahatsızlıkları ve olumsuz yönleri de vardır ama haberleşme konusunda müthiş bir boşluğun doldurulduğu da aşikârdır. Zira birbirimize artık ne mektup yazar, ne de kart atar olduk.

  Geçen haftalarda, 19 Mayıs Lisesinden 1968 de mezun olan bir kız arkadaşımız, Almanya’da geçireceği önemli bir ameliyat öncesi ve sonrasının her anını internet yoluyla arkadaşlarına bildirdi. Bu arada mesajlardan aldığı moral ve enerji ile bu ameliyatını başarılı bir şekilde geçirdi. Sonrasında ise kendisine gelen geçmiş olsun mesajların enerjisinin de kendisine şifalı geldiğini ifade etti. 

   19 Mayıs Liseliler kendi aralarında bu şekilde mesajlar atarlarken, Samsun’un gelişim ve değişim süreçlerinin hatırlandığı bir albüm de mesajların arasında, kişiler arasında gidip gelmeye başladı. Herkesin okul ve öğrencilik dönemlerine ait okullarını, öğretmenlerini ve anılarının belgelerini mesaj olarak birbirlerine göndermeleri, özlenen bazı duyguları ortaya çıkardı. Ayrıca, evlerdeki gizli saklı kalmış resimlerin ortaya dökülmesiyle müthiş bir arşiv katoloğu herkese mal olmuş oldu. Samsunda yaşayanlara Allah Allah dedirten bu görüntü ve belgeler bazılarının hafızalarını tazelerken, Kentin ne günlerden geçilerek bu güne geldiğinin hatırlanmasına bir vesile oldu.   Bir kere idareci olarak şehri yönetirken de zaman içinde eksiklikleri görmemek, teknik olarak yapılması gereken planlamaları yapmamanın bedelini bugünkü nesil ödüyor. Bu günkü yoz kent profili, KORUMA AMAÇLI İMAR PLANI yapılmasında çok geç kalınmış olmasının neticesidir. Şehrin içinde değişikliğe uğramamış hiçbir bölge kalmamıştır. Ne Irmak Caddesi, ne Gazi Caddesi ne de Gebi Caddesi direnebilmiştir geçen zamana. Ne sütunlu evler kalmıştır, ne de kuleli evler. Kaldıysa da ilaçlık olarak birkaç taneciktir kalanlar. Birkaç yıl Samsunu görmeyip ayrı kalanlar, tekrar geldiklerinde tanıyamamaktadırlar eski şehirlerini. Hafızalarındaki ne mahalleleri aynı kalmıştır ne de yolları.  

    Modernleşmeye ve yenilenmeye karşı çıkmak bağnazlıktır ama hiç kimse tarihini ne unutmalı ne de inkâr etmelidir. Ders alınacak tek mihrap tarihtir ve de öyle kalacaktır. Şayet yenilenme ve değişim bu derece geçerli olsaydı tarihi motiflerin oluşumuyla ünlü o kadar Avrupa, Asya, Afrika şehirlerinin hiçbirisi kalmaz her 30, 40, 50 yılda yepyeni kentler doğardı. Ne Roma’sı olurdu ne Viyana’sı, ne Prag olurdu ne de Atina. Akla gelecek tüm tarihi kentler şayet insanların hafızalarına kazınabilmişlerse bu özellikleridir onları öne çıkaran. Yoksa Nil nehri yanındaki gizemli Kahire Kentinin yakınındaki piramitler olmasa Avrupalı, Amerikalı, Japonyalı koşa koşa niçin gitsin ki çölün ortasına? Onları cezbeden yaşanan devir, geçen zaman ve de tarihi geçmişidir.  
İşte bu gün, 19 Mayıs Liseliler birbirlerine evlerini ve aile albümlerini açmışlarsa sebebi, geçmişi yaşamak istedikler içindir. Geçmişe dair bir tek fotoğraf bile onları heyecanlandırdığı içindir. Çünkü mazinin izleri zamana karışmış ve de yok olmuştur. Bunda da bir vebal varsa bununda tek müsebbibi idareciler ve onları bilgileriyle yeterince beslemeyip uyandırmayan teknik danışmanlarıdır.

Çok yazık olmuş. Ortaya iyi bir miras çıkmamış. Şimdi ne söylense boş!

İyi Haftalar.
21.03.2011
/Sacit ACAR