30 Eylül 2013 Pazartesi

Osman Genç Ve Bir Övgü Bir Yergi

İlçe ilçe gezmekte niyeti ne olursa olsun ya da kimler nasıl yorumlarsa yorumlasın Osman Genç’in tanıtımını yaptığı kitap gerçekten tanıtılmaya, övülmeye ve gururlanmaya değer. 19-21 Ekim 2012 tarihleri arasında yapılan II. Canik Sempozyumu’na sunulan tebliğler, “Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik” adı altında kitaplaştırılmış. Her araştırmacının ve her Samsun sevdalısının kütüphanesinde bulunması gereken bir kaynak yayın. Hem sempozyumdan hem de bu kitaptan dolayı Sayın Genç’e bir Samsunlu ve Samsun sevdalısı olarak teşekkürlerimi sunuyorum. Fazlasıyla hak ediyor ve ben burada ve sizlerin huzurunda hakkını teslim ediyorum. Ama benim Sayın Genç’e sitemim de var.

Sayın Genç, o her övgüyü hak eden kitabı tanıtmak için yaptığı bir basın ziyaretinde “Üniversiteyi bitirenler ile zenginler Samsun’da yaşamak istemiyorlar. Çünkü onları bu şehirde tutabilecek sosyal ve yaşanabilir bir şehir olmaktan çok uzağız. Samsun’un sosyal ve ekonomik gelişmişlikte Türkiye’de 33. sırada olması Milli Şef zihniyetinin Samsun’u cezalandırması sonucudur.  Rotasız ve hedefi gösterecek kaptansız bir şekilde bu günlere geldik. Artık kaybedecek vaktimiz kalmadı“ demiş.

Şu sözler de Sayın Genç’e ait: “Samsun dün neydi, bugün rakamlarda nerede ve yarın ne olacak? Herkes Samsun’un 33 yıl önceki konumunu arıyor. O zamanlar Samsun’da 17 konsolosluk diğerleri ataşelik olmak üzere 60’a yakın yabancı temsilcilik vardı. Samsun, Türkiye’nin ikinci şehriydi İstanbul’dan sonra Samsun gelirdi.1933’lerden sonra Samsun uluslararası özelliğini kaybetti. Daha doğrusu kaybettirildi. Samsun’un azınlıklar ve Rotaryenler tarafından yönetilmeye başlandı. Bu da tesadüfi değil Milli Şef zihniyeti tarafından cezalandırılmasının sonucudur. Serbest Cumhuriyet Fırkası Samsun’da belediye başkanlığı çıkardığı için Milli Şef zihniyeti tarafından cezalandırılmıştır.” 

Ne garip bir anlayış; sanki her doğruyu bir yanlışla gölgelemek şart! Sayın başkanın yaptığı iş doğru ama o doğru işi tanıtırken kullandığı söylem baştan sona yanlış; Samsun ne bir zamanlar ikinci kentti ne de Cumhuriyet döneminde cezalandırıldı. Osmanlı arşivleri ve rakamları saklı gizli değil, herkese açık ve Samsun’un oradaki yeri ortada. Hatta Sayın Genç’in yayınlattığı kitapta da bu bilgiler yeterince açık ve seçik olarak var. Sayın Genç ya yoğun siyasi faaliyetlerinden dolayı, yayınladığı kitabı okumaya fırsat bulamadı ya da aklı gelecek seçimdeki konumuyla fazlaca yoğun olduğu için o kitapta yazanları unuttu. O kitapta Samsun’un sahip olduğu potansiyel var ama başkanın anlattığı İstanbul’dan sonra ülkenin ikinci şehri Samsun güzellemesi yok. Olamaz da, çünkü tarihte de öyle bir şey yok. Samsun, Canik Sancağı adı altında önce Sivas’a daha sonra da sancak ve mutasarrıflık olarak Trabzon’a bağlanmıştır. Samsun o tarihlerde Türkiye’nin değil ama bölgenin ikinci kenti, hatta uzun süre Samsun Limanı Sinop Limanı’nın gölgesinde kalıyor. Diplomatik merkez sancak ve mutasarrıflık olan Samsun değil, vilayet olan Trabzon. Konsolosluklar Trabzon’da, Samsun’dakiler viskonsüllük yani konsolos yardımcılıkları.

“Milli Şef zihniyetinin Samsun’u cezalandırdığı” ifadesi de biraz ağır bir ifade. Ama Samsun adına bundan daha ağırı “1933’lerden sonra Samsun uluslararası özelliğini kaybetti. Daha doğrusu kaybettirildi. Samsun azınlıklar ve Rotaryenler tarafından yönetilmeye başlandı” ifadesidir. Özellikle “azınlıklar tarafından yönetilmek” ifadesi Samsun’a da, 1933’ten bu yana Samsun’da görev yapan yerel ve genel mülki, idari, adli ve askeri erkana da tüm seçilmişlere de haksızlıktır. Samsun Milli Mücadele’nin “İlk adım” kentidir ve Samsun tüm Türkiye ile birlikte Milli Mücadele sonrası siyasette, ticarette, kültür ve sanatta Türk olmanın ve Türkler tarafından yönetilmenin haklı gururunu yaşamaktadır.

Geride kalan dokuz yılda yaptığı ve beklemediğim kadar iyi, doğru ve güzel işlerle beni şaşırtan Sayın Osman Genç, bu sefer de son zamanlarda da verdiği demeçler, yaptığı açıklamalarla beni şaşırtıyor. Önceki şaşırmama ne kadar sevinmişsem şimdiki şaşırmalarıma da o kadar üzülüyorum. Sözün gümüş olduğu yerde sükutun altın olduğunu unutmamak gerek. Hele de bu süreçte.

30.09.2013
/Osman KARA

Çingeneler Zamanı


Düğünlerimizin vazgeçilmez müziğini yaratan romanlar, kimdir? Anavatanları neresidir? Ülkemize ve Bafra`ya geliş öyküsünü bu yazımızda inceleyeceğiz. Sevenleri sevdiğine vermediler vermediler, güzel yüzlüm şirin sözlüm, seni bana çok gördüler, çok gördüler. Onsuz geçmez bugünlerim, bugünlerim, kızım gönlüm, seni arıyor, seni  istiyor, seni arıyor. Abe kaynana ne yaptın bize, ne yaptın bize biz birbirimizi çok sevdik, kaçıyoz bize, kaçıyoz yârimle.

Onlar her ne kadar şehirlerimizin kenar mahallerinde yaşamlarını sürseler de yerleştikleri şehrin bir parçası haline gelmiş, kültürel olarak da bulundukları şehirlerin hem kültürünü almış hem de kendi kültürlerini müzik alanında da olsa kabul ettirmişlerdir. Anayurtları Hindistan ve Pakistan`dan yüzlerce yıl önce çıkıp Asya`nın değişik bölgelerine, sonra Avrupa`ya, en sonunda da Amerika`ya kadar giden göçebe ruhlu Çingenlerin en çok iz bıraktığı coğrafya hiç kuşkusuz Anadolu ve Rumeli topraklarıdır.

Poşa, boşa, arabacı, mıtrıp, mıtırıp, kalaycı, abdal, elekçi, cono, bohçacı, çerge, roman, esmer vatandaş, çingen, çingit, haymatloz ve yanlış bir isimlendirme olan kıptı isimleri ile anılmışlardır.

Kıpti aslında eski Mısırlılara Yunanlar tarafından verilmiş bir isimdir. Dünyadaki genel adlandırmalardan en çok kullanılanı ise kıpti kelimesinden bozulma gypsy ismidir. Dünyanın en mazlum milletlerinden biri olmalarına karşılık, yüzyıllardır yaşadıkları tüm ülkelerde dışlanmışlardır. Tarihin hiç bir döneminde vatandaşı oldukları ülkelerde yönetime karşı gelmemiş, kimsenin yapmak istemediği mesleklere sahip çıkmışlardır.

Kalaycılık, elekçilik, sepetçilik, demircilik,[maşa] lağımcılık, temizlik işleri, dilencilik, ayakkabı boyacılığı ve boya imalatı, hayvan bakıcılığı, ayıcılık, falcılık, meyve ve hurda toplamacılığı onların yaptığı mesleklerden bazılarıdır. Tek gurur kaynağı meslekleri ise müziktir. Adeta o meslek için yaratılmışlardır. Tüm yaşadıkları coğrafyaların içinde en rahat ettikleri ülke Osmanlı İmparatorluğu ve devamı olan Türkiye`dir.

Yazılı bir edebiyatları olmadığından onlara ait bir eser yoktur. Yaşam şekilleri yerleşik ve göçebe de olsa diğer halklardan farklıdır. Kendilerine Çingene denilmesinden hoşlanmazlar. Sevdikleri en güzel adlandırma romandır. Bu ismin Roma İmparatorluğu döneminden kaldığı düşünülmektedir. Bafra`daki Çingenelerin tarihi çok eskilere dayanmaz, 30 Ocak 1923`te Lozan`da imzalanan halkların değişimi kararıyla, Müslüman oldukları için Türkler, Pomaklar, Patriotlar, Çitaklar, Arnavut, Makedonlar gibi zorunlu mübadeleye tabi tutularak, Türkiye`de değişik şehirlerde iskân edilmişlerdir.

Samsun ve Bafra`da iskân edilenlerin tamamı drama şehrinden gelmiştir. Samsun`da daha yoğun bir nüfusa sahiplerdir. Bafra`da ise sayıları 500 civarındadır. Bafra`ya geldikleri yıllarda bir kısmı Büyükcami Mahallesi PTT civarında bulunan Rumların terk ettiği evlere yerleştirilmişse de, ekonomiden pek anlamayıp günlük gelirleriyle yaşamayı seçtikleri için bu şirin iki katlı evleri ellerinde tutamayıp satmışlardır.

Şimdi ise tamamına yakını Gaziosmanpaşa Mahallesinde yaşamaktadır. Bafra`daki Çingenelerde, ülkenin diğer yanındaki Çingenelerin paylaştıkları meslekleri paylaşmışlardır.

Çarşı Camisinin önündeki ayakkabı boyacılarının tamamına yakını Çingenedir. Eğer sizi sevmiş ve güvenmişlerse hoş bir sohbet sizi bekliyor demektir. Ekonomik olarak bir dönem çok zorluk çekmişlerse de Bafra`nın büyük iş kapısı Tekele giren kadınlar ailelerinin rahat geçinmelerinde önemli rol oynamışlar ve sosyalleşme imkânı bulabilmişlerdir. Ayrıca kadınları evlere temizliğe giderek de aile bütçesine katkı sağlamaktadır. 

Çingeneler benim onları tanıdığım yıllarda Kibaroğlu sinemasının da müdavimidirler. Türkan Şoray`ın tek bir filmini bile kaçırmazlar. Acıklı sahnelerde ise hüngür hüngür ağlar, diğer seyircilerinde ağlamasına neden olurlardı. 1976 yılında Endüstri Meslek Lisesine girmiştim, okuluma giderken her gün onların mahallesi olan Çayırlıktan geçiyor ilgi ile onları izliyordum. Çingeneler evde durmayı çok sevmezler, hep kapı önlerinde otururlardı.

Zurna kadar boyu olan küçücük çocuklar elindeki enstrümanı, büyük bir maharetle kullanıyor son moda şarkıların namelerini çıkararak, görenleri hayretler içinde bırakıyordu. Ben 6 ay mandolin kursuna gitmiş bak postacı geliyor selam veriyor parçasını bile çalmayı becerememiştim. Bu hiç eğitim görmeyen çocuklar müzik konusunda nasıl bu kadar yetenekli oluyorlardı anlayamıyordum.

Bafra`daki sünnet ve düğün törenlerinin vazgeçilmez müzisyenleri yine onlardan çıkıyordu. Gazipaşa Camiinin karşısında toplandıkları kıraathanelerde onları her zaman bulabilirdiniz. Ayrıca ramazan davulculuğu da yaparlar, para toplarken güzel maniler söylerlerdi. Dünyadaki diğer ırklar gibi onların da iyileri ve kötüleri olsa da kendilerinden başkasıyla asla kavga etmez, rahatsızlık vermezlerdi.

Yaşadığımız o yıllarda pek dikkat etmesem de, aradan geçen onlarca yıldan sonra, ırkların bir ülkenin en büyük zenginliği olduğunu anlayacaktım. Her ne kadar Bafra`nın adı asayiş bakımından ulusal basında kötü de anılsa, onlarca ırkın yaşadığı Bafra`da, ırkından dolayı hiç kimse rahatsız olmamış, kardeşçe yaşamı bugüne kadar paylaşmışlardır.

Dünyada turizmin gelişmesiyle daha rahat bir nefes alan Çingeneler, İspanyada Flamenko, Macaristan`da Çigan, ve yaşadıkları ülkelere göre değişik isimler alan müzikleriyle büyük bir endüstri yaratmışlar.

Yaşadıkları ülkelerin ekonomilerine büyük katkı sağlamışlardır. Ülkemizde ise Ahırkapı roman orkestrasının dışında çok bilinen bir oluşum henüz yoktur.  Bugünkü eğitim sistemiyle onların okumasını sağlayıp başarılı olmalarını ve ekonomiye entegre olmalarını beklemek, bir Arabın kayak şampiyonu bir Eskimonun atletizm madalyası alması kadar hayalcidir.

Benim en büyük dileğim ise Bafra`nın yetenekli Çingenelerinin ziyan olan yaşamlarının atılacak adımlarla engellenmesidir. Müzik Meslek Lisesi onların severek okuyacağı bir okul olacaktır. Onların genlerinde hep özgürlük, hep müzik vardır, kapı gıcırtısına bile oynayan romanlar çalgısız yapamaz ölürler.

/Recep Yılmaz
30.09.2013


Samsun: 2 Hakem:1

Sezon başından bu yana yazıp duruyorum... Samsunspor içerde olsun, dışarıda olsun ince ince hakemler tarafından doğranıyor... Bu konudaki uyarılarımda ne kadar haklı olduğum görülüyor... Dün de sahada elinde düdük bir garibet dolaşıp duruyordu... Verdiği kararların hemen hepsi tartışılır, hepsi de Samsunspor aleyhine... Kim seçip gönderiyor bunları, hayret bir şey ?

TFF bir Ergül Yücedağ, Sadık İlhan vakası daha olsun mu istiyor? Rakip iki kaleciyle oynuyor... Erkan kaleye gitmekte olan topa elle müdehale ediyor... Bu pozisyon patagonya da bile penaltıdır... Ancak, gözüne tavukkarası inmiş hakem görmüyor, göremiyor, görmek istemiyor... Ne diyeyim? Allah sizi bildiği gibi yapsın...

Gelelim maça... Lider Balıkesirspor'u geri düştüğü bir maçın sonunda devirerek lige beş hafta sonra kesin dönüş yapan bir takıma karşı, formsuz, moralsiz, başarısız, eksik bir Samsunspor'un neler yapabileceğini herkes gibi ben de merak ediyordum... Şurası bir gerçek... Eğer bir şey için hedef koyduysan, birincisi, el yumruğunun etkisini görmeden önce kendi yumruğunu balyoz yapmayı bileceksin, ikincisi gücünün varlığını sözde değil özde gösterip ortaya koyacaksın... Eğer bu kudreti damarlarında hissediyorsan sonuç almayı becereceksin... Lafla peynir gemisinin yürümediğini bileceksin... Dışarıda kaybedecek, sahanda kazamayacaksın, çıkıp çocuk kandırıcı "şampiyonluk demeçleri" vereceksin... Sence yerler ama bilesin ki bizce yemezler...

Çok iyi biliyorum, benden ne cami imamı, ne de kilise papazı olur... Tıpkı Haluk Türkeri'den golcü olamayacağı gibi... Bu transferi kim önerdi? Kim aldırdı? Kim onay verdi? Kaç para verdi? Birileri çıksın açıklasın... 70 küsur dakika her iki takımda oynamadığı futbollarıyla herkesi uyuttular... Bir iki pozisyon dışında o da rakibin yarattığı, vasatın altında kaldı futbol... Bir nevi tipik orta alan mücadelisiydi geçen zaman...

73. dakika da Musa'nın serbest vuruşunda Murat'ın öpülesi kelinden sıyrılan top filelerle buluştuktan sonra her iki takımın üzerinden ölü toprağı atılmış oldu... Maç her iki tarafa da gitti geldi...  Konuk ekip maçın ilk dakikalarında olduğu gibi sonlarında da kaçırdı...  Soner ve Fatih formdaydı...  Talihsiz bir şekilde penaltıya sebep verse de attığı gol ile hem kendini, hem de takımını kurtardı

Erdem Şen... "Kazan da nasıl kazanırsan kazan" derler ya... Samsunspor on-onbeş dakika hırs yaptı üç puanı iki gol ile aldı... Hem de uzatma dakikalarında yediği ve attığı gol ile... Son bir dip not; Yazmazsam olmaz... Dile kolay, tam 2364 gün sonra doğup büyüdüğü topraklara, taraftarının huzuruna çıktı Adnan Güngör... Heyecanlı, istekli, koluna taktığı kaptanlık pazubantının verdiği sorumlulukla canını dişine takarak oynadı, tıpkı kankası Musa Aydın.

30 Eylül 2013 Pazartesi
/Resul AKÇAY

26 Eylül 2013 Perşembe

Kristal Elma Ve Samsun

Kristal elma ödülleri pazarlama dünyası için çok önemlidir. Bu yıl 25-28 Eylül tarihleri arasında gerçekleştirilecek. Kristal elma, önceleri bir yarışma gibi başladı ancak bugün geldiği noktada yarışma olmaktan çıktı ve festival haline geldi.

Bu yılki festivalde dünyanın her tarafından birçok vizyoner konuşmacı İstanbul’a gelecek ve 25-28 Eylül tarihleri arasında yer alacak. Konuşmacılar arasında pek çok önemli isim mevcut. Örneğin; Coca Cola İletişim Str. Ve İçerik Geliştirme Başkan Yardımcısı Jonathan Miden-Hall, Facebook Global Kreatif Çözümler Direktörü Mark D’Arcy, AOL Dijital Başkanı David Shing ve daha birçok önemli isim.

25-28 Eylül tarihleri arasında birçok konferans, seminer, panel, çalışma atölyeleri, master class eğitimler, gösterim ve sergiler dahil toplam 75 etkinlik düzenlenecek. Düzenlenecek eğitimlerde reklamcılık, medyanın geleceği gibi birçok aktivite tartışılacak. Kristal elmanın amacı ise reklamcılar ile markaları biraraya getirerek Türkiye’nin en temel sorunlarından birisi olan marka çıkaramam sorununa çözüm üretmek.

Bu cümle hepimize ne kadar tanıdık geliyor değil mi? Samsun’dan Türkiye’ye ve hatta dünyaya malolmuş markalar çıkarmak hepimizin en temel arzusu ve niyeti. Bu konuda tüm işletmeciler ellerinden gelenin en iyisini yapmaya gayret etmekle birlikte hala birçok noktada yapmamız gereken birçok şey var.

Markalaşmak, sadece isim hakkının alınması demek değildir. Bugün markalaşmak isteyenler markalarına hatırı sayılır miktarlarda bütçeler ayırıyor ve birçok marka da bu aktivitelerinin karşılıklarını alıyor. Türkiye markalaşma noktasında Turquality gibi birçok proje ile işletmeleri dünya markalar liginde üst sıralarda yer alması için çaba sarfediyor. Ekonomi Bakanlığı, KOSGEB gibi kuruluşlar vasıtası ile de ihracatı artırmak ve Türk markalarının dünya ticaretinde söz sahibi olması için ziyadesi ile çaba sarf ediyor.

Samsun’a gelirsek. Samsun’da da kristal elma gibi bir organizasyon yapıldığını düşündüğümüzde söz konusu organizasyon Samsunlu işadamlarımızın ve işletmelerimizin dünyaya açılması yönünde çok önemli fırsatları beraberinde getirecektir. Pazarlama açısından en önemli şeylerden birisi hedef kitleniz ile doğru şekilde iletişim kurmak ve kendinizi hedef kitlenize doğru anlatmaktır. Bunun yollarından birisi de reklam ajansları ile çalışmak ve ajanslarla birlikte çalışarak hedef kitleye kendimizi doğru anlatmaktan geçiyor.

Reklam ajanslarının bu notadaki en büyük sıkıntısı, işadamları ile aynı jargonu konuşamamak. İşadamlarının en büyük sıkıntısı da ajansların doğru iş yapamaması.  Yani az önce de belirttiğim üzere ajanslar ve şirketler arasındaki aynı dili konuşamama ve iletişim eksikliği. Bu eksiklikler giderilir ve devletin de sağlamış olduğu birçok destekten istifade edilir ve doğru stratejiler belirlenirse; işletmelerin markalaşamaması için bir neden gözükmüyor.

26.09.2013
/Yetkin BULUT

23 Eylül 2013 Pazartesi

Devletin Üvey Evladı Samsun

Kentlerin ilerleme ve kalkınma seviyelerini gösteren en önemli göstergeler, o kentin tarım ve sanayileşme alanında ki ekonomik gelişimi, kent içi ve dışı kullanılabilir ulaşım yollarının çeşitliliği, sosyal yaşam alanlarının çeşitliliği, eğitim seviyesi, yeterli kaliteli teknik eleman sayısı ile işsizlik oranı düşürecek sayıda istihdam alanlarının olmasıdır.

Kentlere bu olanakları sağlamak yerel yönetimlerle siyasi iktidarların görevidir. Yerel yönetimlerin bu konuda ki yapacakları kent gelirleri ile sınırlıdır. O nedenle de yerel yönetimler, kentin güzelleşmesi ve sosyal yaşam alanlarını genişletme anlamında çalışmalara ağırlık verirler. Kentlerin gelişmişlik düzeyi kent içi ve kent dışı ulaşım yollarının çeşitliliği ve ekonomik gücü ile belirlendiği için devletin direk veya dolaylı yatırımları çok daha önemlidir. Devlet yatırımlarının illere göre dağılımında ise, adaletten bahsetmek zordur. Ne yazık ki, bu konuda da en büyük ilgisizliği gören bölge Karadeniz Bölgesi ve özellikle de Samsun’dur. Bugünkü yazımın konusu da, demiryolu ağının genişletilmesi çalışmalarına hız verildiği günümüzde,Samsun’un bu konuda da unutulmuş olmasıdır.

Geçtiğimiz günlerde Ulaştırma Bakanı Sayın Binali Yıldırım düzenlediği basın toplantısında, demiryolu ağının Cumhuriyet döneminden sonra en çok kendi dönemlerin de yapıldığını söylüyor ve hızlı tren ile diğer hatlardan devam eden ve gündeme alınan yeni projeleri açıklıyordu. Büyük bir merakla dinliyorum ama konuşma, Karadeniz Bölgesi ve Samsun için adeta hüsranla bitiyor. Yıllardır kamuoyunun ısrarlı olduğu ve tartıştığı Samsun-Ankara hızlı tren hattından tek kelime edilmiyor.  Batı ve Orta Anadolu, Güneydoğu Anadolu hatta Trakya Bölgesi illerinin birçoğu Ankara ve İstanbul üzerinden birbirine bağlanıyor ama Samsun’un adı, önümüzde ki 10-15 yılda ki projelerde dahi yok.

Yanılmamak için Ulaştırma Bakanlığı’nın sitesine girerek kontrol ediyorum. Orada da sadece Trabzon’un Erzincan üzerinden Diyarbakır ve Gap’a bağlanacağı yönünde bilgiye rastlıyorum. Kendi kentimiz adına gerçekten üzülmemek elde değil. Tanrı Samsun’a bu konuda cömert davranmış. Karadeniz Bölgesini Anadolu’ya bağlayan noktada ve bir kentin kalkınması için belki de en önemli şeylerden birisi olan kentler arası ulaşım yollarından görünüşte dördüne de sahip bir kentiz.  Ne var ki, bunlardan ne demiryolu, ne de deniz yolu ile doğru düzgün bir ulaşım olanağımız yok.

Samsun uzun yıllardır karayoluna mahkûm edilmişti. Neyse ki, Bizden öncekiler ne yaptılar diyerek sürekli küçümsenen koalisyon döneminde yeni havaalanı ile eksiğimizin birisi giderildi. Şimdi en büyük eksiğimiz, en güvenilir ve en ekonomik toplu taşıma yolu olan demiryolu ulaşımının bir an önce yapılmasıdır.

Son on yıllık siyasi söylemlere bakarak bu konuda çokda umutlanmamız mümkün gözükmüyor. Çünkü siyasetçilerimizin bu konuda çok başarılı olduğunu söyleyemeyiz. 2004 yılı başlarında Samsun’u teşvik yasası kapsamına aldık müjdelerini adeta birbirlerinden kaçırarak Samsun Kamuoyuna pompalayan milletvekillerimiz, açığa düştüler. Çünkü bu müjdelerin üzerinden çok geçmeden Samsun’a gelen Sayın Başbakan ve Maliye Bakanı Kemal Unakıtan düzenledikleri basın toplantısında, milletvekillerimizin gözünün içine baka baka,sadece Samsun’un “Teşvik Yasası”kapsamı dışında bırakıldığını açıklıyordu.

Daha sonra müjdelenen “Cazibeli Kentler” arasında da yer alamadık. Samsun’da çok önemli istihdam alanı olan büyük kuruluşlar özelleştirme kapsamında kapatılırken istihdam yaratacak hiçbir işyeri yatırımı olmadı. Sayın Başbakan’ın Rize’nin, Sayın Cumhurbaşkanı’nın Kayseri’nin kalkınmasına verdiği destekler ve büyük işadamlarını bu illere yatırım için teşvik etmeleri gibi bir şansa da sahip değiliz. Samsun’un milletvekili olan Sayın Suat Kılıç’ın son dönemlerde kendi bakanlığının sahası olan spor alanında yaptığı yatırımları göz ardı edemeyiz ama bunların istihdam açısından bir yararı olmaması sonucu etkilemiyor.  Bu örnekleri daha da çoğaltabiliriz.

Sorunun özeti, sadece doğum yeri Samsun olduğu için değil, doğum yeri neresi olursa olsun gerçek anlamda bu kente gönül vermişve bu kent için hem Samsun’da, hem de TBMM’de gerekli sinerji ve lobi desteğini yaratacak milletvekillerine sahip olmamız gerektiğidir. Bu kent insanı gerçekten çalışarak alın teri ile para kazanacağı iş istiyorsa, her dönem benzer pembe tablolar çizerek oyunu isteyenlere gözü kapalı inanmak yerine, isteyen ve sorgulayan bir tavır sergilemeyi öğrenmelidirler. Aynı kıstaslar yerel seçimler için de geçerlidir. Yaklaşan yerel seçimler de, Siyasi partilerin il yönetimlerine düşen görev, bu özelliklere sahip yerel yöneticiler bulmakta büyük bir çaba harcamalarıdır.. Eğer bu olumsuz tabloyu Samsunlular kısa sürede değiştiremezsek, üzülerek söylemek gerekirse Samsun’un gittikçe önemini yitiren, sıradan ve etkisiz bir kent haline gelmesi kaçınılmazdır. Umarım ben yanılırım ve Samsun yakın bir gelecekte bu olanaklara sahip olur.

/Sadi SUBAŞI
23 Eylül 2013

Milli Eğitim Bakanı’ndan Beklediklerimiz -VIII

Eğitim olmadan hiçbir şey  olmaz. Tüm milletlerin ve fertlerin gelecekleri eğitim ile kaim olacaktır. Milletimizi meydana getiren fertler ile milletimizin kendisinin geleceğini kaim kılacak eğitime ihtiyacımız vardır. Bunun için de öncelikle “ne olmak” istediğimizi ya da çocuklarımızı nereye taşımak istediğimizi açık ve net olarak ortaya koymalıyız. Bunu biz de bileceğiz, çocuklarımız da bilecektir. Bu da misyonumuzla birlikte vizyonumuzdur. Milli Eğitim Bakanımız Sn. Nabi Avcı’dan  milletimiz adına bu netliği bekliyoruz.

Konu ile ilgili atılması gerekli en önemli adımların başında öncelikle Anayasal ve daha sonra da yasal düzenlemelerdir. Yasal düzenlemeler yapılırken, kabul tarihi 14/6/1973 ve Resmi Gazete’de yayım tarihi 24/6/1973 olan 1739 Sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu  gözardı edilmemesinin gereğine inanıyoruz. İlgili yasanın ikinci maddesinin 3. paragrafının sonunda ; “…Böylece bir yandan Türk vatandaşlarının ve Türk toplumunun refah ve mutluluğunu artırmak; öte yandan milli birlik ve bütünlük içinde iktisadi, sosyal ve kültürel kalkınmayı desteklemek ve hızlandırmak ve nihayet Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçkin bir ortağı yapmaktır.” Denilmektedir.

40 yıl önce hazırlanmış ve yürürlüğe konulmuş bu yasa bugünün yükünü çekmesi  ve geleceğe taşıması mümkün görülmemektedir. Türkçenin dahi güzel kullanılmadığı bu paragraf yeniden yazılmalıdır. Bu paragraf bir taraftan ötekileştirici, diğer taraftan ise sömürgeleştirici zihniyeti aşılamaktadır. “…Türk milletini çağdaş uygarlığın yapıcı, yaratıcı, seçki bir ortağı yapmaktır”  ifadesinden ne anlayacağız? “Çağdaş uygarlık” nedir? Kurucusu kim, değerleri neye dayanmaktadır? İslam medeniyetini mi, yoksa Batıyı mı anlayacağız? Dünyayı “ küresel kültür, ekonomi ve değerler pazarına dönüştüren tek dişi kalmış canavarın” iştahını mı anlayacağız ve artıracağız?

Çocuklarımızı “çağdaş uygarlığın ortağı ve payandacısı mı” yoksa kendi medeniyetinin  inşa  edicisi,  medeniyetini  barışın yegane  müessisi olarak gören olarak mı yetiştireceğiz? Çağdaş uygarlığın payandacısı olmak ile insanlık ailesi ile barış içinde  birarada yaşama iradesini birbirinden ayırarak tüm aydınlarımızı ve eğitimcilerimizi bu paragraf üzerinde düşünmeye ve Sn. Bakanımızın da  gereğini yapmasını bekliyoruz. Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
23.09.2013

Kral Çıplak!

Samsunspor nasıl gol yemez?  Birileri Cemil'i tutarsa... Bir insan her maçın kader adamı olur mu? Söz konusu Cemil ise olur... Bir savunma oyuncusu her maç hata yapıp takımının gol yemesinde aktif rol alabilir mi? Olur, Cemil gibi birine sahipsen olur... Bir futbolcu formsuzsa, sahada istenileni yerine getiremiyorsa, oynatılmaz, varsa yedeği, yoksa da orada oynayabilecek birine görev verilir... Böyle yaparken hem takımın menfaatlerini korumuş, kollamış, gözetmiş olursun, hem de o oyuncuya destek vermiş olursun...

Samsunspor'da bunu görebiliyor muyuz? Hayır tabiki... E o zaman neyi tartışıyoruz? Varın Cemil'i oynatın siz, yedekler kulübede oturmaya mahkûm nasılsa... Söz konusu olan Samsunspor'dur, Cemil babamın oğlu ya da düşmanım değil... "Merhaba"lığımız “bilem” yok... 

Takım kan kaybediyor... Zincirin en zayıf halkası sayesinde... Benden söylemesi... Umar, Ekigho'nun yokluğunda adeta bal vermeyen arı görüntüsünde... İlk yarıda iki net pozisyon buldu, ikisinden de sonuç alamadı... Umar mı kaçırdı, yoksa sahanın en iyisi Atacan mı kurtardı? Varın adını siz koyun...
Ekigho dönse de Umar'da kendine gelse diye bir umut taşıyorum içimde... Bir yandan da öz eleştiri yapıyorum kendi kendime...

Henüz 18 yaşındaki biri için, kaval kemiğiyle top stop etmeye çalışan birinden çok mu şey bekliyoruz acaba?  Beklentilere gerçek anlamda yanıt verebilmesi için daha çok fırın ekmek yemesi gerek... Belki benim gözümde tavukkarası vardır da o nedenle görmemiş olabilirim... Tek bir hava topuna kafa vurmuşluğu var mıdır?  O boyla, o posla... Üç - beş metre top sürüp bir adam geçmiş midir?

Haluk iki haftadır sahada... Sefilleri oynuyor, Victor Hugo amcamdan rol kesiyor... Oynadığı son iki maçta kalesinde 4 gol görmesine karşın bu gollere verdiği cevaplar sayesinde yenilgilerden kurtulup, puanlar çıkaran Samsunspor'un bu özelliği geleneksel hale getirmesi iyi bir şey değil diye düşünüyordum... O heyecan verici geri dönüşlerden birini yenen penaltı golünden sonra bir kez daha yaşarız diye umuyordum... Yanıldım... Çekirge iki kez sıçradı, üçüncü de zıplayamadı, düştü...

Hüseyin Kalpar'ın evde yaptığı hesap çarşıya şimdilik kaydıyla uymuyor... Maç başı 2 puan ortalamayı tutturup, sezon sonunda Süper Lige ulaşmayı hedefleyen tecrübeli hocanın, saha içine daha fazla müdahil olması kaçınılmaz bir gerçek, zira takım çok kolay, üstelik acemice goller yiyor...

Bolu maçı şunu gösterdi,"kral çıplak"... Boluspor pozisyona girmediği maçta penaltı golüyle öne geçti, maçın sonuna kadar da skoru koruma adına büyük gayret gösterdi... Kaleci Atakan başta olmak üzere takım halinde iyi kapanıp kazanmasını bildiler... Sahanın en rezili hakem Mustafa Öğretmenoğlu idi... Öylem bir maç yönetti ki, dahası yönettiğini zannetti... Boluspor'un 12. neferi idi... Sezon başından bu yana Samsunspor bu hakemlerden çok çekiyor... Görünüşe göre çekmeye de devam edecek!

23 Eylül 2013 Pazartesi
/Resul AKÇAY

22 Eylül 2013 Pazar

Bafra'da Benim Sinemalarım


Şimdi ne o sinema kültürü, ne de o filmleri izleyen kültürlü insanlar var. Varsa da bugün ki boş kalabalığın içinde kaybolmuş vaziyetteler. İnsanın içinden hey gidi günler diyesi geliyor... Vakti zamanında ülkemizin en medeni ve saygın şehirlerinden biri olan Bafra, bulunduğu konumu fazlasıyla hak etmiş bir şehirdi. Şehrin kalitesini artıranlar ise güzel giyimli insanların yanında, tiyatrolar, bahçeleri çiçek kokusundan geçilmeyen konaklar, her şeyin satıldığı düzenli işyerleri ve hem kışlığı hem yazlığı olan sinemalardı.

Bafra`da ilk sinemalar Cumhuriyet döneminden önce gayrimüslimler tarafından işletilmiş, Cumhuriyet döneminden sonraki ilk sinema ise şimdiki Kızılırmak ilkokulunun olduğu yerde bulunan Aya Marine kilisesinin binasıdır. Kilise mübadeleden sonra sinemaya dönüştürülmüş ve daha sonraki yıllarda da adından sıkça söz ettirecek olan Kore gazisi Galip Kibaroğlu tarafından işletilmiştir.

Galip Bey aynı zamanda Samsun`un eski sinemalarından olan Zafer sinemasının da ortaklarındandır. Sinemacılığa gönül vermiş Türkiye`nin ender insanlarından biridir. İlk işlettiği bu sinemada bazı kaynaklara göre 1200 bazılarına göre ise 1700 kişi oturarak film izleyebilirmiş. Bu devasa sinemanın ilk filmleri ise sessiz sinema döneminin en ünlülerinden Lorel ve Hardy`nin komedi filmleriydi. Makinistliğini ise kuaför Osman Abinin babası rahmetli İbrahim Efe yapmış ve sonraki kuşaklara da bu mesleği öğreterek makinistliğin duayeni olmuştur. Bu bina daha sonra yıkılmış yerine düğün salonu olarak da kullanılan spor salonu yapılmıştır.

İlk modern sinema ile Bafra`nın tanışması 1940`lı yılların başlarına rastlar. Galip Kibaroğlu, Cumhuriyet Meydanındaki arada bir zamanların Olimpiyat Bilardo salonunun olduğu  yerde yeni bir sinema inşa etti. Adı Yeni Sinemaydı. Yanındaki boş arazi de (Kibaroğlu Sİnemasının olduğu yer) Yeni Sinema`nın yazlık sinemasıydı. Daha sonra Yazlık sinemanın olduğu yere Kibaroğlu Sineması yapıldı. Yeni Sinema`dan boşalan yere de Olimpiyat Bilardo Salonu. 1976 yılında ise Bafra yeni bir sinema ile tanıştı. Bafra Belediye sineması. Bafra Belediye Sinemasının projesi Efsane Belediye Başkanı Ali Kale`ye aittir. Ancak projeyi gerçekleştirmek ve hizmete açmak zamanın Belediye Başkanı Duha Sertkaya`ya nasip olmuştur. Duha Sertkaya`nın açılışta projeden ve hizmetlerinden dolayı Ali Kale`ye övgüler yağdırması kalabalık tarafından büyük alkış ve övgü aldı. Siyah beyaz filmlerin oynadığı dönemin, en çok tutulan filmi ise Raj Kapor ve Nergisin başrolünü oynadığı Avare filmidir.

Film, yeni sinemada kapalı gişe 21 gün oynayarak bir rekora da imza attı. Sinemanın yan tarafı ise Yeni Bahçe yazlık sinemasıdır. Çeşitli tarihlerde açılan yazlık sinemalar, o yıllardaki nüfusa bakıldığında oldukça fazladır. Renk renk boyanmış armut tip ampullerle aydınlatılan yazlık sinemaların diğerleri ise şunlardı: Şimdiki PTT binasının olduğu yerde, arsası Çelebi ailesine ait, Yeni Bahçe (renk) sineması; Bahçeler yolunda, Renk Bahçe sineması; şimdiki belediye binasının arkasından parka giden yolda Kibaroğlu yazlık bahçe sineması; 27 Mayıs parkına giderken bir dönem Barış bilardo salonu da olan yerde yalnızca yabancı filmlerin oynatıldığı Zafer Bahçe sineması; Uzun Hamamın karşısından girilen sokakta bulunan (büyük) Yıldız Bahçe yazlık sineması ve şimdiki karnaval pastanesi yakınında bulunan Yeni Bahçe yazlık bahçe sinemalarıdır.

Akıllarda iz bırakan kapalı sinemalardan biri de Terme ve Samsun`un saygın iş adamlarından, film satıcılığı da yapan Mustafa Soğancı`ya ait, yeri PTT binasının karşısı olan kışlık sinemalardan büyük sinemadır. Sinema önce Bafra`nın tanınmış ailelerinden Cimbilikler`e mensup Mehmet Ekmekçi`ye ardından da şekerciliğin duayenlerinden İsmail Cılboğlu`na satılarak Yıldız sineması ismini aldı. Kuşkusuz sinema denildiğinde ilk akla gelen, o dönemin insanlarında tatlı hatıralar bırakan Kibaroğlu kışlık sinemasıdır.

Yeni sinemanın hemen yanındaki arsaya 1958 yılında Galip Kibaroğlu tarafından ülkemizde İtalyan tarzında yapılmış ikinci sinema olan Kibaroğlu Sineması yapıldı. Bu aslında yeni sinemanın devamı niteliğindedir. Yeni sinema haliyle kapatıldı. Sinema bir müsamere yapılırken 1961 yılının kışında büyük bir yangın geçirip tadilat görse de, insanlar sinemanın tutkunu olmuş, onsuz bir yaşamı asla düşünemez olmuşlardı.

Gündüz oynanan filmlere “Matine”, gece oynananlara ise Suare adı veriliyordu. Sinemalar yalnızca film izlenen yerler değildi, günün son moda şarkıları, film başlamadan dakikalar önce çalmaya başlar, filme ara verildiğinde de devam ederdi. “olmaz olmaz bu iş olamaz”, uykuda mısın sevgili yârim, hayat mı bu, dert ortağım benim”, arabaya taş koydum, sevemedim kara gözlüm, azize, gözüm sende, görünce aşık oldum gibi şarkılar benim kuşağımın hafızalarına kazınmıştı adeta.

Sinemanın işleyişi insanları bugün şaşırtabilecek şekilde disiplinliydi. Gündüz sinemasına 8 yaşını doldurmamış çocuklar alınmıyordu. Gelen izleyicileri kontrol ederek alan Bafra`nın unutulmaz insanı Keçi Bekir yaşı tutmayan çocukları sinemaya almazdı. Bir defasında benim yaşımın da tutmayacağından şüphelenip nüfus kâğıdımı istemişti. Ay farkıyla da olsa yaşım tutmadığı için o gün çok merak ettiğim sinemaya gidememiştim.

Bu olay sadece benim değil daha yüzlerce çocuğun başına da gelmişti. Bazı kadınlar çocuğunun yaşının uygun olduğuna dair tüm yeminleri etseler de lakabını fazlasıyla hak Eden Keçi Bekir o çocukları sinemanın kapısından geri çevirirdi. Haliyle çocuğun ebeveyni de o filmden olurdu. Keçi Bekir`le birlikte giriş kapısında duranlardan biri de uzak doğulular gibi çekik gözlere sahip Japon lakaplı Cemal Merzifon`du.

O günlerin sinema seyircisi çok bilinçliydi. Güzel bir film geldiğinde biletlerini saatler öncesinden ve arka sıralardan alır, sinema saatini beklerdi. Sinema salonu üç bölümden oluşuyordu. Büyük salon, onun arkasında aileler için yapılmış localar ve balkon katı. Balkon katı her zaman kadın seyircilere ayrılıyordu. Sinemanın en güzel ve olmazsa olmaz yerlerinden biri de, tosttan, sandviçe, pestilden şekerlemelere varana kadar onlarca çeşit yiyeceğin satıldığı kantindi.

Sinemanın büfesini Bafra`nın güzel insanlarından Kazım ve Kenan Cırıl kardeşler işletiyorlardı.. Büfelerinde sattıkları ve Bafralıların çok sevdiği leblebi ve yer fıstıklarını kendi evlerinde kavurup taptaze şekilde müşteriye sunuyorlardı.

Yine kantine bağlı olarak çalışan seyyar gazoz satıcıları vardı. Madeni bir kovanın içine, buz parçaları ve gazozlar saatler öncesinden konulur, oradan çıkarılarak elbise askısı gibi telden yapılmış sekiz adet gazoz alabilen metal çerçeveye konulan gazozlar salondan dışarı çıkmayan seyircilere satılırdı. Gazoz satıcıları genelde genç sayılabilecek çocuklar olurdu. Müşteri çekmek için gazoz açacağı şişelere tık tık tık diye vurulurdu. Orada satılan Topçunun Gazozu o kadar güzeldi ki bizim yaşlardaki insanların bu güzel tadı yıllarca arayıp bulabileceğini sanmıyorum.

O yıllarda sinemaya sıradan giysilerle de gidilmez, sanki bayram veya düğüne gidermiş gibi hazırlanılırdı. Film başladığında kimseden ses çıkmazdı. Bafralının kovboy filmi dediği Western filmlerde çok tutulmuş, Türk sinemasının eski kuşaklarından Vahi Öz`ün filmleri de bir dönem çok iş yapmıştı.

Benim dönemimde ise kadınlardan Selda Alkor, Nebahat Çehre, Fatma Girik, Hülya Koçyiğit Belgin Doruk ve Bafra halkının özellikle de Bafralı Roman kardeşlerimizin en vazgeçilmezi olan Türkan Şoray`ın filmleri gişe rekorları kırıyordu.

Genellikle tekelde çalışan Roman kadınlar Türk sinemasının sultanının filmlerinde hüngür hüngür ağlar diğer seyircilerinde ağlamasına neden olurdu. Erkek oyunculardan ise en tutulanlar, Kartal Tibet, Ediz Hun, Efkan Efekan, Ayhan Işık, İzzet Günay gibi artistler ve macera, aşk filmlerinin o günlerdeki ustası Cüneyt Arkın`dı.

Önder Somer ve Erol Taş ise yerli filmlerin kötü adamlarıydı. Nuri Alço, Önder Somer`in çırağı bile olamazdı. Önder Somer çok yakışıklı biriydi. Hep de kötü adamı oynar seyirci ondan nefret ederdi. Eğer seyirci filmin içine girebilse onu dayaktan bayıltabilir doğduğuna pişman edebilirdi. Sinemada oynayacak olan filmlerin tanıtımı ise, afişlerin iki ayaklı tahta tabelalara yapıştırılıp uygun duvarlara yaslanmasıyla yapılırdı.

Çocuklarda dahil olmak üzere o afişlere kimse zarar vermezdi. Filmler şimdiki gibi küçücük CD`lere yüklenemediğinden kocaman çinko sandıklar içerisinde getirilirdi. Şimdi ne o sinema kültürü, ne de o filmleri izleyen kültürlü insanlar var. Varsa da bugün ki boş kalabalığın içinde kaybolmuş vaziyetteler. Bafra`daki sinemalar, tiyatro ve konser salonu olmadığı için sanatsal faaliyetlere de ev sahipliği yapardı. Oyuncu ve seyirci salonda adeta tek yumak oluyor, tek bir tartışma veya kırıcı bir durum yaşanmıyordu.

Şimdi o sinema salonlarının tamamı kapalı durumda. İnsanların bir dönem yaşam şekli olan, doğan çocuklarına aktris veya aktörlerin isimlerinin verildiği dönem kapanmış ve tarihin tozlu sayfaları arasında çoktan yerini almıştı. Bana da bunları yazmak kalmış, ne yapalım bu kadarına da şükür. En azından o günleri ben ve benim kuşağım yaşadı. Siz şimdi dizi filmleri izlemeye devam edin. Hürrem bakalım bu hafta ne yapacak...

Bu yazıyı hazırlamamda bana yardımcı olan Kibaroğlu Sinemasının makinistlerinden Orhan Demir ağabeyime, fotoğrafları göndermek için emek harcayan Cırıl Ailesinden Armağan'a çok teşekkür ediyor sağlıklı ve mutlu günler diliyorum.

/Recep Yılmaz
22.09.2013

21 Eylül 2013 Cumartesi

Tarihe Notlar Düşen Bir Eser Değil, 'Adeta Samsun Raporu'..

Samsun'da siyaset, çevrecilik, kentçilik, hemşericilik, tarihi, kültürel, sosyal çalışmalarda 'hakkını vererek' yer alan bir kaç isimden biridir; Entelektüel kişiliğiyle de şehrin çıkarlarını bütünleştirebilen ve bunu içselleştiren ender kişilerden biridir.. Sözünün arkasında duran, tavrını çıkar doğrultusunda asla değiştirmeyen, gerektiğinde restini çekebilecek kadar da net bir kişiliktir.. Her devrin adamı değil, inandıkları ölçüden şaşmayan 'doğru adamdır' O.. Siyasete 'olmalısın dediler' girdi.. Karayalçın'ın önerisiyle SHP'den 1994'de Büyükşehir Belediye Başkan adayı oldu.. Ama 'siyasetin içinde kalamayacağını anlaması için' ikinci kez denemesi gerekene kadar da 'bekledi'.. CHP'de il başkan yardımcılığı yaptı..  Sonra siyasetten olmasa da 'aktiflikten uzaklaştı'.. Samsun'un sorunlarını masaya yatıran çok önemli bir vakfı kazandırdı... SAM-SEV'İ..

4 ve 10 yıl olmak üzere 14 yıl başkanlığını üstlendi..  Samsun'da belki de en istikrarlı köşe yazarlığını o yaptı..  Hedef Halk Gazetesi'nde her Pazartesi günü 5. sayfada yerini aldı.. Türkiye ve Samsun 1 kitabından sonra şimdi o yazılarını da topladı Türkiye ve Samsun 2 ve 3. kitaplarını yazdı..  Adeta Samsun'un haftalık raporunu yayınladı.. Ne ararsan var içinde..

Samsun'un ya da Türkiye'nin gündeminde yer alan her konuyu köşesine taşıdı.. Hangi hafta hangi sorunlar varsa tarihe not düştü.. Ama ötesinde yorumladı.. Dün de misafirimdi ve kitaplarını imzalayarak hediye etti.  Elbette Sadi Subaşı'dan söz ediyorum..

Eczacı Sadi Subaşı demek bana göre 'onun bu aktif yaşamını' kısıtlamak olur.. O nedenle Sadi Subaşı diyorum.. Değerli eşi Nur Subaşı da Namık Kemal Lisesi'nden tarih öğretmenimdir.. O nedenle benim için ayrı bir yeri vardır Subaşı soy isminin ama.. 

Ancak Sadi Subaşı isminin de Samsun'da özel bir yeri vardır..  Kendisini bu iki değerli eserinden dolayı kutluyorum.. Ve 'onları da yaz Sadi abi dediğim' günlük notlarını da, kitaplaştırmasını bekliyorum..   

Ve bu köşe yazısını yazarken, o kitaplarından notlara göz gezdirirken, adeta 2008 - 2013 yıllarını yeniden yaşıyorum..  Ellerine sağlık..  Samsun’a harika iki eser daha kazandırdığın için..

21.09.2013
/A.YENER CABBAR

20 Eylül 2013 Cuma

Kazanan Çıkmadı

Seyir zevki yüksek, tempolu, bol pozisyonlu, heyecan verici, gollü bir müsabaka izlemeyeli bir hayli zaman olmuştu... Her iki ekipte kazanmayı düşünüp iyi futbol oynamayı, izleyenleri de mutlu etmeyi düşününce ortaya tadına varılmayacak güzellikte bir maç çıktı... Samsunspor öylesine hırslı ve ısırgan bir başlangıç yaptı ki, ilk on dakika da Musa Sinan ile iki kez, ardından Fatih, Musa Aydın ve Cemil ile girilen pozisyonlar üretti ama sonuç çıkaramadı... Maça gollerle başlama avantajını elde edip kullanamamanın adını siz koyun...

İlk on dakika da beş net pozisyon üretip skorboard'ı değiştirememeyi oturup yargılamak gerek... Zira görünen o ki takımda ciddi anlamda son vuruş beceri yoksunluğu söz konusu... Samsunspor karşısında adeta etten duvar ören konuk ekip iki kez gerçekleştirdiği kontrataklarda iyi işler çıkardı... Gole çeviremedikleri bir penaltı vuruşunun ardından, Cemil'in ikramıyla öne geçmeyi bildiler... Beş dakikalık mutluluklarına Musa Sinan son verdi ve skora eşitlik geldi...

Az biraz düşse de temposu maçın, ikinci yarıda da karşılıklı endişe verici atakları vardı her iki takım adına... Samsunspor da ki istek ve azim yerini gevşekliğe bırakmıştı ki faturayı önünde buldu... Güney ekibi Erçağ'ın oyuna girmesiyle oyunu rakip alana yıktı... Kouemaha ve Efe ile etkili etkili geldiği anlarda ikinci gole ulaştı...  

Bundan sonrası nasıl olacak endişesi akıllarda bozanak gibi dönüp dururken, bir duran top organizasyonun da Arif kale içerisinde bitti ve skoru yeniden eşitledi... Bu gol belki de maçın hakkı olan skoru ortaya çıkardı... Samsunspor son iki haftadır bir gelenek başlattı, takım geriye düşmeden kendine gelemiyor... Denizli'de iki farklı geriye düşüşten eşitliği sağlamıştı... Akşam da iki kez geriye düşüp bulduğu gollerle yenilmekten kurtuldu... Bu durum hiç de iç acıcı bir hal değil... Hep söyledim, yazdım... Umar takımı ataklara kaldırmada ateşleyici bir eleman görüntüsünde ama bir o kadar da yaptığı gereksiz top kayıplarıyla da frenleyici unsur...  
Dün sahada sefilleri oynadı desek deyim yerindedir... Takımın üçüncü bölgede yaptığı pas hatalarını dizseniz buradan bizim köye yol olur... İlkez forma şansı bulan Haluk, Ekigho'nun yokluğunu hissettirdi... Jan Rajnoch'un gölgesinden kurtulup, takıma katkı sağlayamadı... Serkan Çalık da etkisizdi... Rakip savunma arasında sıkışıp kaldı... Kalpar hoca bir saat süresince nasıl oyunda tuttu? Anlayamadım... Serkan'ı alıp Arif'i sahaya sürmesi maçı kaybetmemesine neden oldu... Bu takımın en güvendiğim bölgesi savunma dörtlüsüydü... Hala da öyle, ancak dün bu uyumu görmek mümkün olmadı...

Kaleci Soner, çok kritik kurtarışlara imza attı... Kendinin neden olduğu penaltı da gole izin vermedi... Savunma tel tel döküldü... Yenen iki gole bir bakın evlere şenlik! Toparlanmak gerek, hem de kısa sürede...

20 Eylül 2013 Cuma
/Resul AKÇAY

19 Eylül 2013 Perşembe

Kültürdür Futbol Bafra’da

Atatürk’ü anlamak, sevmek sahip çıkmak ve yaşatmak adına atılan birçok adımın çelişkiler barındırdığına inananlardanım. Sosyal medyadaki profil resmini Atatürk yapmak, bulmacaların en büyük karesine Atatürk resmi koymak, ölüm yıldönümlerinde Atatürk’ün sevdiği şarkıları yayınlamak ya da söylemek olmamalı bu sevginin tanımı. Hayır eleştirmiyorum. Atatürk sevgisini Facebook hesabındaki profiline Atatürk resmi koymaktan ibaret sayanlara, bunun yeterli olduğunu düşünenleri anlamıyorum. Hatta daha da öteye geçip “En büyük Atatürkçü benim” diyenleri…

Oysa sadece sevgi öncesinde ise saygı layık olabilmek değil midir? Davranışlarınla… Çalışma azminle… Taşın altına el koymakla doğru orantılı olmalı her sevgi. Yaptığının, elinden gelenin en iyisini yapmak… Özelinden feragat ederek hatta. Bilen bilir Bafra’da futbol sadece bir seyir zevki değil, kültürdür. Son yıllarda yaşadıkları kabuslar, gündemlere siyah bant eşliğinde sürülmüş olmasına rağmen ciddi bir tutkudur futbol.

Osmanlı döneminde filizlenen, Kurtuluş Savaşı sonrası Kırmızı-Beyaz renklerle kurulan Bafra Kızılırmak İdman Yurdu’ndan 1930 Bursaspor’a kadar uzanan futbol serüveni yaşayagelmiştir Bafra’da. Sadece profesyonel anlamda değil, amatör ruhla… Yaşıtlarının aksine; kahvehane köşelerinde oturup baba parası yemektense doğru bildiğini tüm zorluklara rağmen yaşayan gençler hala var şükürler olsun Bafra’da. Çağrı Tomaç gibi… Sevgili Çağrı, bu yıl altıncı kez düzenlediği futbol turnuvasını bitmez bir azim ve inançla sürdürüyor. Öyle ki kazanma hırsının çocuklukla karıştırıldığı bir atmosferde.

Ağustos başında başlayan ve geçtiğimiz günlerde finali oynanan turnuvanın isminin  30 Ağustos Zafer Kupası olması ise ayrı bir anlam ifade ediyor. Futbolseverlerin hem yüksek düzeyde mücadelenin olduğu hem de fair play duygularının ve davranışlarının ön planda olduğu bir final maçı izleyememiş olması ayrı bir kayıp hanemde…

Kurumların öncülüğündeki turnuvaların bile yoruculuğu ortada iken, bunca sürede devam edebilen ve sonuca güzel bir şekilde ulaşan emeğin alın terinin hakkını vermek gerek. Çağrı Tomaç ve arkadaşlarını kutlamak gerek. Ayrıca böylesi bir oluşuma “senin başka işin yok mu kardeşim” ucuzluğunda yaklaşmayan, destek olan sahip çıkan tüm düşünceleri tebrik etmek gerek. Çünkü bu kültür nasıl olsa birileri yapıyor kolaycılığında olmaya mahkum olacak. Futbol hatta spor sevgisini puan cetvelindeki yerle kıyaslamak ise topu taca atmaktan başka bir şey değil…

/Birol BİRCAN
19.09.2013

Samsun Gençlik Çalıştayı

Bir millet için “genç” demek, “yarın” demektir. Günümüzde milletlerin gelecekleri artık genç ve ihtiyar nüfuslarıyla hesaplanmaktadır. İhtiyarlaşan toplumlar-milletler  dinamizmlerini kaybetmekte ve yaşama hırsları zayıflamaktadır. Bu durum, onları milletler yarışından koparmaktadır. Milletler yarışından kopan toplumların yaşama şansları olmaz. Bu açıdan bir değerlendirme yapıldığında; dünyanın en şanslı milletlerinden birinin milletimiz olduğunu görmekteyiz. Allah’a şükürler olsun!

Millet olarak sahip olduğumuz bu nimeti değerlendirmeli ve gerekli çalışmaları yapmalıyız. Bu kıymet bilir çalışmalardan biri de Canik Belediyesi’nin  “Samsun Gençlik Çalıştayı” olmuştur. 14-15 Eylül 2013 tarihlerinde Canik Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmiş “GENÇLİK ÇALIŞTAYI’nda  birbirinden değerli konular ,yine birbirinden değerli katılımcılar tarafından tartışılarak sorun alanlarıyla birlikte çözüm önerileri geliştirilmiştir.

Çalıştay, çalışmalarını; “ Samsun Gençliğinin 21.yy’a Bakışı, Gençlerin Sosyal Yaşama Katılımı, Değerler ve Gençlik, Gençlerin; Sağlık, Spor ve Çevre Bilinci, Teknoloji Çağı ve Gençlik, Gençlerin Meslek Edinmesi ve İstihdam ile Gençlerin Tarih, ve Kültür Bilinci” başlıkları altında 15-20 kişilik gruplar şeklinde  yürütmüştür.

Fevkalade katılımın olduğu GENÇLİK Çalıştayı’nın her yıl düzenlenmesinin yararına inanıyoruz. Bu çalıştay her yıl yapılmalı ve Samsunlu gençlerin ortak platformu olmalıdır. Gençlerimiz ve gençlik örgütlerimizin temsilcileri, her yıl bir araya gelmeli ve söyleyeceklerini söylemelidirler. Bizler de onları dinlemeliyiz. Gençlerimizin Samsun’u, Türkiye’yi ve dünyayı algılayış biçimlerini gözlemlemeliyiz.

Toplumun her kesimi ( siyasetçisi, akademisyeni, yöneticisi, eğitimcisi, tüccarı, babaları-anneleri vs.) gençlerimizi dinlemelidir. Samsun Gençlik Çalıştayı hepimize bu imkanı sağlamıştır. Gençlerimizi dinleme imkanı veren bu ‘Çalıştay’ı düzenleyen Canik Belediye Başkanı’na  ve Canik AK PARTİ Gençlik Teşkilatı’na Samsunlu gençler, eğitimciler, babalar ve anneler  adına teşekkürü borç biliriz. Çalışmaların kamuoyu ile buluşturulması dileğiyle, Selam ve sevgiler…

/Mustafa GENÇ
19.09.2013

18 Eylül 2013 Çarşamba

Bir Samsun İsterim

Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, kendisini ziyarete gelen öğrencilere sormuş: "Samsun’da en çok ne olmasın istersiniz?” Öğrenciler de cevap vermiş... "Daha çok spor alanı... Daha fazla ağaçlandırma... Daha fazla okul..."
***

Ne güzel bir soru... Bu şehirde yaşayan herkese sorulması gereken... Cevabın da uygulanması için gayret edilmesi gereken bir soru: "Samsun’da en çok ne olmasın istersiniz?”
***

Bana da sormuş olsa Başkan Yılmaz... Ne güzel cevaplar verirdim... "Samsun'da en çok geniş yollar... Her mahalleye oluşturulmuş semt spor alanları... Park problemlerinin yaşanmadığı sokaklar... Sülünsüz kavşaklar... Sülün yumurtasız ve karanlığa mahkum edilmemiş Atatürk Anıtı..."
***

Kısnıklık etmez daha da paylaşırdım... "Yasaklarla değil, projelerle çözülmüş ulaşım... Ekonomisi canlanmış... İlçelerden gelen vatandaşlarla alışverişi hareketlenmiş... Yarınından endişesi olmayan esnafın yaşadığı bir şehir... Vatandaşıyla mahkemeleri işgal etmeyen bir belediye... Tüm gündemi imar uygulamaları olmayan... Her kararıyla rant dağıtıp... Birilerini mutlu, birilerini mutsuz etmeyen bir belediye meclisi..."
***

"Sadece yakın çevresinin değil, tüm kent yaşayanlarının sözünü dinleyen...  Dün hakir gördüğü ilçede yaşayanları, bugün oyu var diye 'balık hafızalı' yerine koymaya çalışmayan... Mutlu olup, mutlu etmeyi bilen bir belediye başkanının yönettiği... Garibin, gurebanın, fakirin, fukaranın hakkının... Dazgirlere ve dalkavuklara peşkeş çekilmediği bir Samsun isterim!"
***

Çok mu sizce?


/Erdem EROL
18.09.2013

17 Eylül 2013 Salı

Ah Bu Hakemler!

İki günde tamamlanan maçta Samsunspor, Denizlispor ile 2-2 berabere kaldı... İki farklı skoru bitime az bir süre ile değiştirmek zor ama imkânsız değildi... Hani derler ya, "azmin önünde kimse duramaz" diye... Samsunspor'un önünde ne horoz durabildi, ne de maçın en kalitesizi olan hakem triosu... Kaybedilen iki puanın vebali bu karagömlekli, babadan torpilli adamlardır...

Sezon başından bu yana Samsunspor maçlarına bu acemiler mangasından seçilmişler atanıyor... Bu konuya daha önceki köşe yazımda dikkat çekmeye çalışmıştım... Samsunspor bir markadır, değerdir ve asla hakemlerin eğitim yapacağı bir takım değildir diye yazmıştım... Kendim yazdım, kendim okudum... Samsunspor yönetiminden bir Allah'ın kulu kılını kıpırdadıp TFF Merkez Hakem Kuruluna bir satır sitem dolu yazı yazmadı, ya da yazma cesaretinde olamadı... İşte Denizli maçı... Deniz denen genç oyuncu sarı kart gördükten bir süre benzer bir hareket daha yaptı hakem ikinci sarıdan atmadı, atamadı...

Rakip on kişi kalacak, gücü zayıflayacaktı, ama kırmızı kart çıkmadı...  Üstüne üstlük aynı oyuncu takımının ilk golünü attı... İkinci gün oynanan maçta sayılmayan Samsunspor golü tartışmasız nizami idi... Ama yan hakemin gözüne tavukkarası inmiş olacak ki, ofsayt bayrağını kaldırdı...  Anlayacağınız bağıra bağıra gitti canım 2 puan...

Maçı yöneten Serkan Tokat sanırım hakem eskisi Metin Tokat'ın oğlu.... İst.B.Ş.Belediyespor maçını yöneten Abdülkadir Bitigen'de eski hakemlerden Galip Bitigen'in oğlu idi...  Maçın ırzına geçmiş, Samsunspor'un yenilmesinde pay sahibi olmuştu... Babalarını da sevmezdim, hakemden çok hakemciklerdi... Oğulları da babalarına çekmiş, yani eskilerin tabiriyle elma dibine düşmüş..

17 Eylül 2013 Salı
/Resul AKÇAY

16 Eylül 2013 Pazartesi

Yenildiğinde Değil, Vazgeçtiğinde Kaybedersin..

Işıklandırma sistemlerindeki arızalar bize bir maç için iki kez yorum yaptırmayı gelenek haline getirdi... Hem de hep Denizlispor maçlarında... Bu kez 35 dakika için yazıyorum... Zira oynanan 56 dakikayı dünkü yazımda okumuştunuz... Futbol Müsabaka Talimatı'nın 17. maddesinin 9. fıkrası diyorki "maç, kaldığı dakikadan itibaren aynı oyuncularla ve aynı skorla başlayacak"... "Emir demiri keser" demişler...  Her iki takımda emre uydu ve sahadaki yerini aldı...

Samsunspor için 1–0 geriden başlayıp, yarım saatte skoru lehine çevirmek kolay bir şey değildi... Üstüne üstelik iki oyuncu değiştirme hakkını kullanmışsın, en etkili silahın olan Umar'dan yoksun kalmışsın... Kalpar'ın yapabilecek tek hamlesi vardı... Adiloviç'i sahaya sürmek, böylelikle maçı kurtarmak... Savunmadan risk düşünülüp Şaban kenara alındı forvete Adiloviç takviyesi yapıldı... Ev sahibi ekip avantajını koruma adına sert ve katı defansif anlayışını maçın son düdüğüne kadar devam ettirdi... Musa ve Erdem ile yakalanan pozisyonlar adeta bozuk para olup harcandı... Golü Samsunspor'dan beklerken ev sahibi ekibin ikinci sayısı sahadakilerin haricindekilerde soğuk duş etkisi yapsa da son söz söylenmemişti...

Bitime on dakika kalmasına karşın Samsunspor oyun disiplininden asla kopmadı... Takım iki farklı geriye düşmesine karşın, "ben bunu hiç hak etmedim" dercesine haykırıyordu... Musa Sinan'ın karambolden bulduğu gol yeni bir umuda dönüştü... Umudun bittiği yerde Fatih ile gelen beraberlik golü müthiş bir geri dönüş öyküsününün dillere düşmesine neden oluyordu... Ne demişti Che Guevara "Yenildiğinde değil, vazgeçtiğinde kaybedersin" Bu söz, bu maç için biçilmiş kaftan...

16 Eylül 2013 Pazartesi
/Resul AKÇAY

15 Eylül 2013 Pazar

Sadece 57 Dakika!

Denizli'de, Samsunspor'un son bombaları Adiloviç yedekte, Arif ise ilk on birdeydi... Bizim yerel basının Messi benzetmesi yaptığı gol makinası Adiloviç'i doğrusu en çok merak edenlerdendim... Bakalım bomba mı, balon mu? Bunu zaman gösterecek! Şimdiden kimsenin günahına girmeyelim... Ligde dört hafta geride kaldığında ortaya çıkan görüntü oldukça net... Hüseyin Kalpar ideal kadroyu kafasında büyük ölçüde oluşturmuş... Soner, Şaban, Fatih, Cemil ve Murat vazgeçilmezleri... Nasıl olmasın ki? Bu savunmacılardan sadece bir gole izin çıkarken, vurucu timi Ekigho Musa Sinan, Erdem ve Umar atılan gollerin ıslak imzacılarıydı...

"Zincirin gücü en zayıf halka kadardır"...  Şurası bir gerçek ki bu takımın aksayan yeri orta alan... Kalpar hocanın sıkıntı çektiği bu mevkide var olduğu gözlenen isimlerin etkisizliği hat safhada... Yeni isim Arif de bu yaraya merhem olamaz görüntüdeydi... Hocası O'na her duran topu kullanma görevi vermeseydi, sahada görmek mümkün değildi... En fazla 45 dakika tahammül edilebildi, oyundan alındı... Orta alan ile forvet hattı arasındaki uyumsuzluk, top kayıplarına, neden olmaya devam ediyor... Bu takımın gücünü azaltıyor... Golsüz sonlanan ilk yarıda rakibin sert oyunuyla derde düştü Samsunspor...

İlk çeyrekte Umar terk etti sahayı, sonrasında tekme yemeyen kalmadı sahada... Umar'ın yerine Adiloviç değil Serkan Çalık sürüldü sahaya, bizim de hevesimiz kaldı kursağımızda... Vasatın altında durgun dingin giden maçın en etkili atağı yürekleri ağızlara getirdi... Barış'ın vuruşunda topun direkten dönmesi Samsunspor için şanstan da öte bir şeydi... Soyunma odalarına gidilirken akıllarda kalan tek pozisyondu..

İkinci yarıya Musa Aydın'ın ateşlemesiyle canlı ve de istekli başladı Samsunspor... Cemil kafasını iyi kullanabilse golle tanışılabilmesi içten bile değildi... Akabinde genç Barış öyle bir gol attı ki, takdir etmemek elde değil... Beraberlik golü için tempoyu arttırma düşüncesi elektrik kesintisine takıldı... Enerji futbola sadece 57 dakika izin verdi... 15 dakikalık bekleme sonrası yanan trafonun onarılamayacağı kanaatine varıldı ve maç tatil edildi... Bundan sonrası ne olacak? Hep birlikte bekleyip göreceğiz...

15 Eylül 2013 Pazar
/Resul AKÇAY

13 Eylül 2013 Cuma

Sokaklar…

Kavga etmek sokakta öğrenilir, selamlaşma ve dostluklar sokaklarda öğrenilir, demokraside sokaklarda öğrenilir. Brezilyanın, futbolcu yetiştiren alt yapılarının en önemli tesisleri sokaklardır.
Futbolda, tıpkı demokrasi gibi sokak aralarında öğreniliyor. Sokaklar yaşama tuzak hazırlanan alanlar değildir, sokaklar yaşamın mektebidir.

Siyasiler şu noktayı anlamalıdırlar, seçim çalışmalarında neden sokaklara çıkıyorsanız, sesini duyurmak isteyen gençlerde onun için sokaklara çıkıyorlar. Gençlerin sokaklara çıkmalarının arkasında başka şey aramamak lazım.Ne yapalım, Demokrasi böyle bir şey, İnsanlar, taleplerini seslendirmek içinde sokakları kullanırlar.

Evde eşiyle yaptığı tartışmalarda, çocuğunun eğitiminde, şiddet kullanmayı çözüm sanan insanlar, farkına varmadan toplumun aile düzenini ve yapısını bozmaktadırlar. Demokrasilerde de, her sokak eylemini yasa dışı sayanlar da, farkına varmadan, toplum düzenini ve demokrasiyi bozmaktadırlar.

Aile içi anlaşmazlıklarda veya sokak eylemlerinde en iyi yol, tarafların birbirlerini dinlemesidir.  Eğer dinlerseniz, sorunu anlamaya bir adım atmış olursunuz, bu davranışınız, soruna çözüm bulmayı kolaylaştıracak en doğru adımdır. Şiddet uygulayarak ve korkutarak, sorunları geçici olarak bastırabilirsiniz ama çözemezsiniz. 

Eğitimde, ailelere ve eğitimcilere anlatmaya çalıştığımız bir laf vardır. “Saklama hırsız edersin, söyleme arsız edersin” diye! Kitleleri arsız etmeyiniz. Demokrasi ile şiddetin yan yana yaşaması mümkün değildir. Aynı şeyleri düşünmeyen insanlar bir arada yaşayacaklar, bir arada yaşarken, birbirleri ile mücadele etmeleri de gerekecek, işte bu mücadeleyi kafa göz yarmadan yapmayı becerebildikleri sistemin adıdır demokrasi. 70 yıllık demokrasimize ve demokrasi deneyimlerimize yakışan budur.

Siyasetçiler ve özelliklede iktidar olanlar, halkın kavga etmeden birlikte yaşamalarını sağlayacak ortamı hazırlamalıdırlar. Zaman zaman, siyasi iktidarın uygulamalarını beğenmeyen halk sokaklara çıkabilir, sokaklarda tepkilerini dillendiren halkı dinleyebilmektir demokrasi. Bu cennet vatanı, demokrasi ile idare etmek bu kadar zor mu?

/Tekin AKIN
13 Eylül 2013