30 Ağustos 2007 Perşembe

Mobil Sendrom



 Bacasından (6 Numaralı Fuel Oil Yaktığı Halde) Su Buharı(!) Çıkaran Santrallarımız
Siyah Dumanı Beyazlatma Teknolojisi Yok mu Yani? )

/Ayhan Özköroğlu  

Bir mobil santraller sendromu yaşıyoruz yıllardır. Daha önce faaliyeti durdurulan ancak sözleşmesi gereği devletin milyonlarca dolar tazminat ödediği mobil santraller, vatandaşların, sivil toplum örgütlerinin ve odaların tüm uyarı ve itirazlarına rağmen tekrar açıldı ve faaliyete başladı.

Yapımı gündeme geldiğinden bu yana kamuoyunun tepkilerine neden olan mobil santraller, 2003 yılında tamamlandıktan sonra yaklaşık 4 ay çalıştırılmıştı. Kullandığı yakıt cinsinin çevre kirliliği yarattığı gerekçesiyle, tesise karşı çıkan sivil toplum örgütlerinin tepkileri üzerine santralin faaliyetleri durdurulmuştu. Mobil santralin faaliyetinin durdurulması ve konuşlandırma kararının iptali için Samsun Barosu adına açılan davada ise Danıştay 10´uncu Dairesi santrallerin Samsun´da konuşlandırılmasının hukuki olmadığı yönünde karar almıştı.

Şimdi beş yıl aradan sonra ne olduysa yeniden açıldı ve faaliyete başladı. Kimileri bunu küresel ısınmanın bir sonucu olarak su kesintisiyle başlayıp, elektrik enerjisi üretim ve dağıtımda kendini göstermeye başlayan sıkıntıya, kimileri de ÇED raporuna bağlıyorsa da bir muamma devam ediyor.

İl Çevre Müdürlüğü “çevre ve insana zararsız” derken, TMMOB ise; 6 numaralı fuel-oil'in yanmasının ortaya çıkaracağı 14 çeşit hastalıktan bahsediyor. Buna karşılık santral yetkilileri “ölçüm raporları ortada, çıkan sadece buhar” derken, bazı sivil toplum temsilcileri de “eğer raporlar doğruysa kimse kapatamaz” diyor. Aslında “doğruysa” ifadesi bile ÇED raporunun meşruiyeti tartışma konusu yapmaya yeterli. Peki, neden daha önce kapanmıştı şimdi niye çalışıyor. Ne değişti?  Hem zaten temizse ve tehdit oluşturmuyorsa neden kapansın, yok tehdit varsa neden çalışıyor?

Allah aşkına, çok rica ediyorum. Birileri çıkıp, halkın her kesiminin anlayabileceği bir üslupla, hatta mümkünse ilkokul seviyesinde şu meseleyi bir izah ediversin. Ama lütfen yetkili bir ağız. Yoksa berberden kuaföre, terziden kasaba herkes bu meseleyi her yerde konuşuyor zaten. Neden buraya yapıldı, 4 ayda niye kapatıldı, söylendiği gibi yılda 2,4 milyon dolar tazminat ödendi mi, şimdi neden açıldı, zararı var mı, yoksa neden kapatılması için seferberlik var, ÇED raporu var mı, varsa doğru mu, santrallerin katkısı ne, kim doğru söylüyor, kim abartıyor?

24 Ağustos 2007 Cuma

Şu Samsunun Evleri




/Mümin YILDIZTAŞ
Yüzlerce yıllık bir medeniyetin öncülük ve önderliğini yapmış milletin temsilcileriyiz. Öyle ki her alanda bir üslup oluşturacak kadar, hatta bu medeniyetin dışında kalanlara bile bir şeyler verebilecek kadar uzun sürmüş bu vasfımız. Sanatta, edebiyatta, mimarîde, giyimde ve her alanda...

Aslında söyleyeceklerim geçmişe özlem manasında da değil. Ama şunu belirtmeliyim. Paris dahil Avrupa’nın bir çok merkezinde Osmanlı tarzı giyimin moda olduğu, Türk tipi hamamların dünyanın her yanına bu coğrafyadan yayıldığı, özgün mimarî tarzının örnek alındığı devirler aslında fazla da geride değil. Her alanda yaşanan soysuzlaşma süreci maalesef mimarîde de hiç zorlanmadan kendini ortaya koyuyor. Bu soysuzlaşma tabirinden kimse alınmasın lütfen. Kusura da kalmasın. Geçmişinden kopuk bir hayat tarzını tercih etmeğe başka ne denilebilir ki....

Eğer millet olarak özgün bir giyim tarzın yok, sanat anlayışın değişmiş, sadece parlayan cisimleri güzellik olarak kabul eder hâle gelmişsen, beyin ve ruhu bir tarafa bırakmışsan bunu hangi terim ve tabirle özetleyebilirsin ki....

İstanbul’da Boğaziçi, sivil mimarîmizin en gözde yapılarını hâlâ muhafaza edebilen ender bölgelerimizden biri olarak kalmış çok şükür. Safranbolu, Mudurnu gibi Anadolu'daki bazı kasabalarımızda bu özellikleriyle ön plana çıkıyor. Bununla beraber şehirlerimizin bazı bölgelerinde de görebileceğimiz eski Türk evleri zamanla dalga geçer gibi dimdik ayakta. Asaletlerini hâlâ muhafaza ediyorlar. Aman ne olur, bahsettiğim beldeleri görme imkanınız yoksa Samsunumuzun Saitbey Mahallesi'nde olduğu gibi kurtarılmayı bekleyen tarihî evlerimizi, komşu köşegen evlerle bir kıyaslayın lütfen. İbret için yapın bunu.

Kıyaslamaya şehrimizin sahilinden de başlayabilirsiniz. Samsun Kültür Merkezi’nin yanından mesela. Hani gökyüzüne otoban inşaatı başlamışta yarıda kalmış gibi duran ucûbe binadan. Oradan biraz gelin, Büyük camiye bir bakın. Sonra biraz içerde kalan ve her yeri şimdiden dökülmeye başlamış olan Site Camii’ni hatırlayın. Bir de bu iki camiye ibadet için gittiğinizde hangisinin avlusundan çıkarken kendinizi daha huzurlu bulduğunuzu fark etmeye çalışın. Oradan gelin Samsun vilayet binalarının olduğu yere. Karşı karşıya duran iki vilayet binasından hangisini sahipleneceğinizi tahmin edebiliyorum. Bence eskilerin tabiriyle "gaz tenekesi" gibi duran yenisi değil sizin sahiplendiğiniz....

Bildim değil mi?...

Özelliklerini anlatıp ta zihninizi meşgul ettiğime bile değmez.

Eğer Samsun’da ikamet ediyorsanız, Çiftlik caddesi üzerindeki ve bu caddenin alt kısmında kalan eski yapılara da ara sıra bakmalısınız!...  İbret olur.... Hatta yanınızda çocuklarınız varsa onlara da söylemekten çekinmeyiniz; "Bizim dönemimizde güzelim mimarî tarzımızı işte böyle soysuzlaştırdık" demekten lütfen gocunmayınız. Ola ki çocuklarınız bu memleketi bu soysuzlaşmadan kurtarmak, aslına rucû ettirmek için bir şeyler yapacağına dair verdiği sözü aklının bir köşesine not eder.

Son zamanlarda yapılmış iki yapının görüntülerini inceledim. Biri Japon Millî Arşivi'ne ait bir bina, diğeri ise meşhur Burc el-arab, Dubâi'de. İlkinde klasik Japon mîmârisini yakalamak için fazla zorlanmadığımı, ikincisinde ise geleneksel Arap üslûbunu ilk bakışta hissettiren bir yapının dünyanın yedi yıldızlı tek oteli olmasına engel teşkîl etmediğini farkettim. Farkettim de bizim kibrit kutusu gibi, gaz tenekesi gibi duran yapılarımıza kahroldum.

Neyse ki hâlâ öğünebildiğimiz bir geçmişimiz var. Zaten Türk’üz ve öğünüyoruz. Cumhuriyetimizin bin yıl daha yaşayacağına da kuşkumuz yok. Zaman gelir bir şeyler değişir belki....

Samsun İçin Hep Birlikte...




 / Mümin YILDIZTAŞ
Her şeyin devletten beklendiği ve her şeyin devlet için devlet tarafından yapıldığı 70'li yıllarda Samsun, sebze ve meyve ambarı, tütünü, fındığı, tahılı ile tam bir tarım cenneti, kara, deniz ve demiryolu bağlantılarıyla ülkemizde bir kesişim noktası olma özellikleriyle Karadeniz'in birincisi, Türkiye'nin bir incisiydi. Evet, devlet o yıllarda Samsunun bu özelliklerini fark etti ve Türkiye’nin diğer bölgelerinden topladığı vergilerle buraya yatırımlar yaptı; Tütün fabrikaları, bakır işletmeleri, azot üretim tesisleri kurdu. O nedenle 1970 ve '80'li yıllarda ilimiz bir işçi cenneti haline geldi. Bu, aynı zamanda dahilî ticaretin canlanması esnafın müşterilerini daha bir güler yüzle karşılaması demekti. Yeni yeni dükkanlar, mağazalar açılması, küçük sanayi sitesinde işlerin bir o kadar canlanması anlamını taşıyordu. Kültürel bir canlanmayı da getirdi bu hareketlilik. Yeni okullar ve kocaman bir üniversitemiz oldu bu yılların bereketi sayesinde.

Fakat bu yatırımlar ve akabindeki gelişmeler planlı mıydı? İşte devlet işin burasını unutmuştu. Kısa zamanda demografik bir değişim yaşandı Samsunda. Göç, aldı başını gitti. Samsun'un kasabalarından, köylerinden, civar şehir ve kazalardan ilimize oluk oluk nüfus aktı. 100. Yıl Bulvarının alt kısmında birer ikişer katlı, bahçesi olan evlerden oluşan birkaç mahallelik Samsun, şehirleşmenin en çirkin örneklerini vererek, yirmi-yirmi beş yıl içerisinde "büyükşehir" hüviyetini kazandı. Plansız yapılar, gece kondular, alt yapısı olmayan mahalleler aldı başını gitti. Oysa tam anlamıyla bir anfitiyatr görünümüyle Allah o kadar güzel bir coğrafya bahşetmişti ki beldemize.

Samsun sırtlarında bahsettiğimiz yıllarda oluşan Selahiye, Kökçüoğlu, Zeytinlik, Kadıköy, Reşadiye, Fatih, İlyasköy, Cezaevi ve Belediye evleri, şimdiki gecekondu görünümü yerine, yeşil alanı bol, geniş sokaklarda herkesin rahat yürüyeceği geniş kaldırımlar, trafiğin altüst olmayacağı kocaman caddeler, park ve bahçeleri olan, bir birinin önünü kapatmayacak ve denizi görebilecek surette tasarlanmış yapılar, alışveriş merkezleri olan mahalleler olarak planlanabilirdi. Aslında bunlar sıfıra yakın bir maliyetle olabilecek işlerdi. Yani o yıllarda Samsun'un geleceğine yapılabilecek en önemli yatırım sadece iyi bir imar planıydı. Bu şekilde "önünü görebilen" bir kentte tabiki insanlar gözlerini daha ileriki ufuklarda dikebilecek, modernitenin her şeyin devletten beklemek olmadığını anlayacaktı. Güzel bir şehirde yaşamak, insanlara "şehirlilik" bilincini kazandıracaktı. Herkes  Samsun’da oturduğunu ve Samsunlu olduğunu gururla söyleyecekti. Yani eski köy ve kasabası artık onun için özlem duyulacak bir yer değil, nostaljik bir anlam ifade edecekti. Ama bu olmadı... Önce "üç kuruşu bir araya getirebilenler" uzaklaştı bu kentten. Halinden şikayetçi diğer illerimizde olduğu gibi, bizim hemşehrilerimiz de yatırım için en uygun yerin İstanbul ya da İzmit olduğunu düşündü.

Ya şimdi?

Şimdi malum; devletin, devlet olmanın gerçek anlamını eksik kavradığı 80'li yılların ikinci yarısından sonra, ilimizden elini eteğini çekmeğe başlaması, Tekel, Bakır, Azot fabrikalarını bilinen duruma getirmesi, Fındık ve Tütün sektörünü sınırlandırması, ve bunları da hep bir anda yapması, üstüne üstlük "eski namına bakarak" teşvik kapsamı haricinde tutması, Samsunumuzu bu hallere düşürdü. Bu sayede kahvehaneler, birahaneler çay ocakları, ganyan ve loto bayilikleri, en çok iş yeri açmak üzere ruhsat talebinde bulunulan alanlar, köşe başları, elektrik direklerinin dipleri gençlerin "iki laklak" yapacakları buluşma noktaları haline geldi. Azot'tan emekli babasının, Tekel'den emekli annesinin vereceği harçlıkla kahvehanede akşamlayan ve hiçbir iş tutmadan 30-35 yaşına geldiği halde evlenememiş, ya da evini geçindiremediğinden boşanmış yüzlerce, binlerce genç görebilirsiniz Samsun'da. Yani işsizlik kol geziyor bu kentte.

Peki ne olmalı?

Olması gerekene aslında yön verecek pozisyonda değilim. Ancak şunu öneriyorum; Acilen konu ile ilgili sempozyumlar, istişare toplantıları yapılmalı; Bilim adamlarına, işin uzmanlarına konunun tartışacağı ortamlar ve imkanlar sunulmalı. Sivil toplum kuruluşları mı yapar, üniversite mi ya da yine devletten mi beklenir de vilâyet ya da belediye böyle organizasyonlara girişir, ama bu mutlaka yapılmalı. Belki de bu saydığım tüm müesseseler hep bir anda işin üzerine eğilmeli ve gündemde tutmalı konuyu. Seçim süreci bu konunun tartışılması için fırsat olarak telakki edilmeli. Önümüzdeki dönemin vekilleri bu konuda hedefler belirlemeli. Tartışma sürecine kendilerini iyi hazırlamalılar. Bu yapılırken Samsun'da yaşayan ya da Samsun dışındaki hemşehrimiz veya Türkiyeli hatta dünyalı buraya yatırım yapabilecek, bu kentte taş taş üstüne koyabilecek kim varsa davet edilmeli, davetliler tartışmalara veya neticenin bir yerine mutlaka dahil edilmeli. Ayrıca bir takip birimi oluşturup sempozyum ya da istişarelerde çıkacak sonuçlar takip ettirmeli.

Evet, Samsun sebze ve meyve ambarı, tütünü, fındığı, tahılı ile tam bir tarım cenneti, kara, deniz ve demiryolu bağlantılarıyla Türkiye'nin kesişim noktası.

Selam ve sevgilerimle,

Samsun'da Öz Türkçe Adları Değiştirilen Köylerimiz





 / Mümin YILDIZTAŞ
Yer adları, bir toplumun sosyal ve kültürel yapısı ile bulundukları, kullandıkları mekanın tarihî geçmişi ve coğrafî özellikleri hakkında önemli ipuçları verir. Aynı zamanda insanlığın ve uygarlığın izlerini yansıtırlar. Bu bakımdan bir yerin isminin değiştirilmesi, sonuçları itibarıyla halkının göç ettirilmesi kadar vahimdir. Ancak her şeye rağmen tüm dünyada geçerli olan millî devlet anlayışı, bölücülük ve ülke güvenliği endişeleri zaman zaman hem zorunlu iskânı, hem de yer ismi değişikliklerini gündeme taşımıştır. Bunun en bariz örneği ise Osmanlının terk ettiği Balkanlar coğrafyasında yaşanmıştır. Söz konusu ülkelere terk ettiğimiz yerlerin sakinleri Türk olsa bile, hemen hemen adı değiştirilmeyen Türkçe yer ismi kalmamıştır. Ülkemizde yer isimlerinin değiştirilmesi konusundaki çalışmalar, Balkan savaşları akabinde ulus-devlet anlayışının geliştiği yıllara kadar gitmektedir. O yıllarda Rumca ve Ermenice yer isimlerinin değiştirilmesi çalışmalarıyla başlayan bu anlayışa, Cumhuriyet döneminde, özellikle de 1940’lardan sonra Arapça, Farsça, Kürtçe, Çerkez ya da Gürcüce dillerindeki yer isimleri de ilave olmuştur. Türkçe olmasına rağmen ekinde Gürcü, Tatar, Laz, Arap gibi kelimeler barındıran  köy isimleri de aynı gerekçelerle değiştirilmiştir.
Ancak Anadolu’da hemen hemen bir o kadar da Türkçe olduğu halde değiştirilen yer isimleri mevcuttur. Bunların sebeplerini de birkaç başlık altında toplamak mümkündür.

Birbirine yakın mekanlardaki iki köyün aynı ismi taşıması, anlamları güzel çağrışım uyandırmayan, insanları utandıran, alay edilmesine fırsat tanıyan, gurur incitici kelimelerden oluşması (Çakal, Çürük, Domuzağı, Dönek, Kötüköy, Şeytanabat vb.), adında “kom, oba, mezraa, çiftlik” gibi eklerin bulunması (Akmezraa, Hamidiyeçiftliği, Akkom gibi) Türkçe olmasına rağmen değiştirilmesi için yeterli bir gerekçe olarak ortaya konmuştur. Ülkemizde en yoğun isim değişikliği, Trabzon ve Rize yörelerinde olmuştur. Urfa, Mardin ve Viranşehir bölgeleri de yoğun isim değişikliklerinden nasibini alan bölgelerimizdendir. Bununla beraber Anadolu'nun diğer yerlerinde ve Trakya bölgemizde de isim değişikliklerine tesadüf edilmektedir. Bu çerçevede ülkemizde 12.000 kadar köy adının değiştirildiği bilinmektedir. Bu sayı, tüm köylerimizin % 35’idir.

Samsun ilimizde ise, 2000 yılına kadar değiştirilen köy ismi sayısı 185'tir. Kastamonu ve Sakarya ile beraber ilimizin de içinde yer aldığı guruptaki değişiklikler daha çok basit harf dönüştürmelerinden ibaret kalmışsa da keyfî, bilinçsiz ve bilgisizce yapılan değişiklikler de oldukça yoğundur. Bunun en çarpıcı örneğini geçen haftaki yazımda üzerinde durduğum Badırlı Köyü oluşturmaktadır. İlginçtir, Badırlı’ya oldukça yakın ve yine tarihî kayıtları Badırlı kadar eski ve köklü olan Kadamut ve Gödekli ile yine merkeze bağlı Demircisu köylerinin adları da değiştirilmiştir.

Kadamut; anlam itibarıyla Türk oymak adlarındandır. 600 yıllık geçmişi bulunan bir Türk köyüdür. Osmanlı Arşivi’nde yer alan 1850'li yıllara ait kayıtlarda aynı isimle merkeze bağlı Müslüman köyler arasında görülmektedir. Osmanlı'nın son döneminde Türkçe olmayan yer isimlerini değiştirme çalışmaları esnasında bu köye“Güzelpınar” adı verilmesi önerilmişse de çalışma sonuçsuz kalmıştır. Her nedense Kadamut ismi yakın zamanlarda yine birilerini rahatsız ettiğinden köye "Çatkaya" ismi verilmiştir. Ancak köyde ve civarda yaşayan halk, buranın adını hâlâ KADAMUT olarak telaffuz etmektedir.

Gödekli; yakın zamana kadar Badırlı köyünün bir mahallesi olarak idare edilirken geçen yıllarda köy haline getirilmiştir. Köyün içinde önceden bir demiryolu istasyonu bulunuyor olması nedeniyle de adı , “İstasyonköy" olarak tescillenmiştir. Türkçe’yi yabancı hakimiyetinden kurtarmak için yoğun çalışmaların yapıldığı şu günlerde bu köyümüzün Türkçe olan adı Fransız menşeli bir isimle değiştirilmesi hayli üzücüdür. Gödek kelimesi küçük, kısa, anlamlarına gelmektedir.

Demircisu;Osmanlı Devleti döneminde Rumların oturduğu, ancak 1924 mübâdele (Nüfus Değişimi) antlaşması ile, bu gün Yunanistan sınırları içerisinde kalan Kayalar kazasından nakledilen mübadillerin iskân edildiği bir köyümüzdür. Osmanlı kayıtlarında da köyün adı -Rumlarla meskün olmasına rağmen- yine Demircisu olarak geçmektedir. Aynı zamanlarda, Rumların yaşadığı çevredeki Kızıloğlak, Demirciköy ve Avdan köylerinin de Türkçe isimlere sahip olması dikkat çekicidir. Yüzlerce yıldır arşiv kayıtlarına Demircisu Köyü olarak giren bu köyümüzün adı, geçtiğimiz yıllarda köyden bazı kişilerin talebiyle "Başkonak" olarak değiştirilmiştir. Köyde tarihî önem taşıyan bir konaklama yeri veya ağa, paşa kanağı bulunmamaktadır.

Saygı ve sevgilerimle...

Milli Mücadele'nin İlk Durağı Badırlı Köyü




 / Mümin YILDIZTAŞ
Türk Milli Mücadele tarihini anlatan eserlerin hemen hemen tümü Mustafa Kemal Paşa'nın Samsun'dan Havza'ya gitmek üzere ayrıldıktan sonra uğradığı bir köyden bahsederler. Paşa, burada bir süre istirahat etmiş, köyün ileri gelenleri ile fikir alışverişinde bulunmuş, karşı yamaçlarda Rum çetecileri tarafından yakılan Türk köylerini izlemek durumunda kalmıştır. Köylülerle memleket meselelerini konuşurken Anadolu halkının işgalcilere ve işbirlikçilerine karşı azim ve kararlılığının ışıklarını da yine ilk bu köyde görme imkanı bulmuştur.

Yakın zamanlara kadar "Badırlı" adı ile bilinen bu köy, artık resmi kayıtlarda "Ataköy Mahallesi" olarak zikredilmektedir. Bundan yirmi- otuz sene sonra ise, insanlar Atatürk'ün ziyaret ettiği Badırlı Köyü'nün ismini sadece tarih kitaplarında bulabilecekler, Badırlı istikametini gösteren ne bir tabela ne de bir güncel kayıt kalmamış olacaktır. Çünkü Badırlı, artık Türkiye'deki yüzlerce "Ataköy"den biri olmuştur.

Bu isim değişikliği, '80 ihtilalcilerinin "kırk yıllık Kâni'yi, Yani yapma" sevdalarının bir neticesi idi. Hatırlayanlar vardır; o yıllarda bir çok köy, kasaba hatta kaza merkezlerinin adları bir takım uyduruk isimlere tahvil edilmişti. Bu baylar öyle hızlıydılar ki, öz be öz Türkçe köy isimlerini bile anlamını bilmediklerinden Türkçe olmadığı gerekçesiyle bir çırpıda değiştirebilmişlerdi. Maalesef bizim Badırlı da o yıllarda bu furyadan nasibini alan köyler arasına girdi. Oysa Badırlı, en az 500 yıllık Türkçe isimli bir Türk köyü idi. Osmanlı Devleti'nin 1530 senesi kayıtlarında bu köy, buna yakın bir şekilde teleffuz ediliyordu. "Bedirli" ve "Aşağı Bedirli" olmak üzere iki mahallesi olan köyde, 10'u Aşağı Bedirli de olmak üzere 37 hane bulunmaktaydı (bak: 387 Numaralı Muhasebe-i Vilâyet-i Karaman ve Rûm Defteri (937/1530) II, Başbakanlık Devlet Arşivleri Genel Müdürlüğü Osmanlı Arşivi Daire Başkanlığı Yayınları, Ankara 1997, s. 660).

Badırlı Köyü adının yakın tarihimizde yer almasını sağlayan ikinci bir unsur da, köyün yetiştirmiş olduğu değerli din adamı Yusuf Bahri (Uğurlu) Efendi vesilesiyledir. Yusuf Bahri Efendi, Samsun Müftü Vekili olarak görev yaptığı bu yıllarda, Milli Mücadele aleyhine İstanbul Hükümeti'nin şeyhülislamı tarafından verilen fetvaya karşı, Ankara Müftüsü Rıfat Börekçi önderliğinde çıkartılan karşı fetvaya imza koyan değerli din adamları arasında yer almıştır.(Bak:Hakimiyet-i Milliye Gazetesi, 5 Mayıs 1336, No: 27.) 1938 yılında vefat eden Yusuf Bahri Uğurlu, vefatına kadar Samsun Müftülüğü'nü yürütmüştür.

Son düzenlemelerle köy vasfını yitirip şehrin bir parçası haline gelen tarihimizin bu önemli köyünü ziyaret eden Gazi Belediye Başkanı Süleyman Kaldırım, “Bu mahallemizin tarihî bir özelliği var. Kurtuluş mücadelesinin başladığı bir mahallemizdir. Halen o anın tanıklarının yaşadığı mahallemize yapılabilecek her türlü çalışmayı yapmaya hazırız” ifadelerini kullanmıştır. (Bak: http://www.gazi-bld.gov.tr/haber.asp?haber_id=9952&kategori=8)Atatürk'ün  )

Sayın başkan bu mahalleye hakikaten bir hizmet yapmak istiyorsa buranın adını eski haline getirmekle başlamalıdır. Belki de bu iş kendi yetkisinde olmayabilir; ama girişimleri mutlaka etkili olacaktır. Bu tarihî Türk köyü bundan böyle" Badırlıköyü Mahallesi" olarak tescillenmelidir.

Selam ve sevgilerimle,


Badırlı Köyü Hakkında Bkz;

19 Mayıs 1919'da Hacı Molla Dursun..



/Mümin YILDIZTAŞ

19 Mayıs 1919'da Hacı Molla Dursun Efendi'nin Karşıladığı Lider
Yeryüzündeki birçok millet tarihin her safhasında güçlü liderler çıkartmıştır. Ancak bunlardan unutulmayanlar, yaşadıkları toplumun bunalımlı anlarında ortaya çıkıp kendini hissettirecek işlere imza atabilenler olmuştur. I. Dünya savaşı sonrasında stres ve bunalımın devam ettiği yıllarda Avrupa'nın birçok ülkesinde güçlü liderler, aynı zamanlarda ülkelerinin idarelerinde söz sahibi oldular. Bunların ilki, Rus halkına Marksizm sayesinde mutluluğa ulaşılacağı vaadinde bulunan Lenin'dir. Onun ölümünden sonra iktidarı elde eden Stalin'de selefinden daha az güçlü değildir. Mussolini ve Hitler de aynı dönemde ve benzer şartlar altında İtalya ve Almanya'nın direktörlüğünde bulunmaktadırlar. Bu tarihlerde Türkiye'nin lideri ise Mustafa Kemal Atatürk'tür. Dünyadaki siyasi atmosfere, olağanüstü durumların hakim olduğu bir dönemde uluslarını yöneten bu liderlerden sadece Atatürk'ün ortaya koyduklarının kalıcı olması ve hedeflediklerinin büyük bir kısmını kendi sağlığında başarmış olması elbetteki tesadüfî değildir.

Dün, duvarlara kızılyıldızlı Marks-Engels-Lenin-Stalin posterlerini asanların, bu gün nedâmet gösterip ellerine aldıkları ay-yıldızlı bayraklarla Kemalizm şemsiyesi altına girmeleri, en azından onun adından imdat beklemeleri de yine onun güçlü liderlik karizması ile alakalı olmalıdır. Yoksa, daha düne kadar onun kurduğu cumhuriyete düşman kesilip, kendilerine "Sosyalizm savaşçıları" adını veren, "Kurtuluş" uzantılı bir takım sözde örgütlerin sözde liderlerinin bu gün meydanlarda Atatürk'e ve onun emaneti Cumhuriyete sahip çıkıyor olmaları pek de inandırıcı görünmemektedir.

Bu karizmanın sırlarını, onu en iyi tanıyan zamanının meşhur yazarlarından Falih Rıfkı Atay'ın "Çankaya" adlı eserinin satır aralarında keşfetmeye çalıştım. İşte 1919 senesinin 19 Mayıs'ında Samsun rıhtımında, Hacı Molla Dursun Efendi tarafından karşılanan, Mustafa Kemal'in liderlik karizması:

"Mustafa Kemal, talih açısından anasından tam gününde ve saatinde doğmuş bir insan(s. 213; zevkine göre değil kafasına göre hareket eden, zevkçe alaturka, kafa yapısı itibarıyla da batıya inanan (s.31); bağlayıcı, çekici, inandırıcı(s.80); gerektiğinde eğlenmesini bilen (s.81); hırslı ve gururlu, bazen kırıcı denecek kadar sert ve yalçın (s. 81); çabuk kavrayan, çabuk karar veren, kararını enerji ile uygulayan ve sorumluluk almaktan çekinmeyen (s.90); büyük bir realist (s 370); siyasette ütopik zaaflara düşmekten kaçınan (S.370); abartılı sayılabilecek kadar teşvikçi (s. 581); giyime, eşya düzen ve temizliğine pek meraklı (s.574); günlük banyo yapma adetine ehemmiyet veren (s. 574); askerlikte ve inkılapcılıkda başarı sırlarından birincisi tam zamanını beklemek, ikincisi fırsatları iyi değerlendirmek (s. 563); kürsüde ve yazıda sert, polemikçi(s. 551); inandığına oldukça bağlı (s.551), kibirli değil ancak gururlu, sıradan insanlarla bile arkadaşça konuşabilen (s. 549); mizaçca demokrat, ancak sözkonusu inkılapları gerçekleştirmek olunca, amansız eğilip bükülmez bir savaşçı (s.543); sıkılgan (s. 535); hatıralarına bağlı, dostlarına arkadaşlarına vefalı, soğukkanlı, pek ciddî ve tartılı bir vazife adamı olduğu kadar heyecanlı bir şevk adamı (s. 531); görev başında hiçbir laubaliliğe yer vermeyecek kadar ciddi; hususi yaşamında ise dostlarının her türlü nazını çekebilecek kadar samimi (s. 508); büyük kararlarda geç kalmamak kadar erken davranmamak da liderlik dehasının büyük bir vasfıdır, daima tam vaktini seçer (s. 212); son derece hesapçı ve hesapları hep başarı üsütünedir (s. 287). [ATAY Falih Rıfkı, Çankaya, Bateş A. Ş. Yayınları, İstanbul 1984]

Selam ve sevgilerimle,

Samsunlu Olma Bilinci Üzerine




/ Mümin YILDIZTAŞ
İstanbul gibi, İzmit, Ankara gibi Türkiye çapında, Samsun gibi bölgesel çapta göç alan büyük şehirlerde yaşayanların ekseriyetinin hâlâ doydukları değil, doğdukları yerleri vatan olarak belliyor olmaları, özellikle yerel yöneticilerin en fazla şikayetçi oldukları konuların başında gelmektedir.

Şayet bir ülkede, bir beldede aynı sevinci paylaşan, aynı hislerle donanmış tek bir millet ya da hemşehri topluluğu arzu ediliyorsa, bunun sadece insanları ortak bir dil hatta ortak bir dinde buluşturmakla olmayacağı sosyolojinin çıkarımıdır. Her halde bu, insanları ortak bir paydada buluşturan ortak geçmişleri ve aynı idealle geleceğe ortak bir düşünce ile bakabilmeleri sayesinde olacaktır. Bu ise, bir beldede yaşayanların ortak kültürel değerlerinin, ortak tarihlerinin bilimsel verilere uygun biçimde, görselliğin tüm ögeleri kullanılarak ortaya konulması ile gerçekleşebilecektir. Ortak yaşam alanlarının farkında olunmayan gizemlerinin ön plana çıkartılacağı görsel yapımlarla mümkün olabilcektir. Samsunumuzda yaşayanların ortak değerleri, en başta Samsun tarihinin kaliteli bir şekilde sunulması, hemşehri olma duygusunun pekiştirilmesine katkıda bulunmasının yanında, toplumsal kaynaşmayı da sağlama idealinde çok büyük faydalar temin edecektir.

Öncelikli olarak şunun hatırlanmasında yarar var; tüm dünyaya örnek olan Türk bağımsızlık hareketinin dalga dalga yayılmasına öncülük eden bir beldede yaşıyoruz. Bu dönemin anıları hâlâ içimizi ısıtıyor. Bir çoğumuz, bu dönemin anılarını ya dedelerimizden, ninelerimizden ya da doğrudan yaşayanlardan dinleme imkanına sahip olabilmişizdir. Ancak bu dönemin etkileri ve canlı şahitleri tamamen bitmiş ya da bitmek üzere olması nedeniyle yeni kuşaklar bu imkandan mahrum kalmak üzeredirler. Örneğin, sevgili Ahmet Seven "Yöremizin Bir Kadın Kahramanı Fatma Çavuş"u gün yüzüne çıkarıp yerel basın ve yerel internet sitelerinde yayınlamasaydı böyle bir değer, muhtemelen bir nesil daha hatırlanacaktı; O da sadece kendi köyünde. Bu nedenle Ahmet Bey'i takdir ediyor ve Fatma Çavuş'un en kısa zamanda görsel medya için de hazırlanması gerektiğini düşünüyorum. Onun hayatından kesitlerin sunulacağı, belki de hayatının senaryolaştırılacağı görsel bir yapım için birileri mutlaka bir şeyler yapmalı.

Türkiye tarihinde önemli bir yeri olan Samsun ve civarındaki pontusçu hareketler ve bu hareketlere karşı Türk mukavemet güçlerinin kahramanca direnişleri bile yeni nesiller tarafından neredeyse tamamen unutulmuş durumda. Önümüzdeki günlerde gerçekleşecek olan 19 Mayıs etkinliklerinin en yoğun icra edileceği yerlerin başında kuşkusuz ilimiz gelecektir. Ancak dikkat edin bu anma etkinliklerinde o yıllardaki Samsunda yaşanan olaylara, dramatik hadiselere neredeyse hiç temas edilmeyecek, yüz yıllarca huzur ve barış içerisinde yaşayan unsurların nasıl olupta kısa bir süre içerisinde bir birine düşürüldüğüne hiç değinilmeyecek, bundan ne şekilde ibret alınması gerektiği hiç vurgulanmayacak. Her zaman ki beylik laflar ve şiirlerle sözde bir merasim icra edilmiş olacak.

Kuşkusuz bir beldede hemşehrilik bilincinin yerleştirilmesi için, yaşanabilir bir çevre oluşturulması gerekliliği en başta gelmektedir. Bununla beraber yöresel tarihini, kültürünü ve doğasını bilen ve bunlara sahip çıkan bir topluluğun da meydana getirilmesi gerekir. Bunda da vazife mahallî sivil toplum kuruluşlarının, üniversitelerin, yerel medyanın, ve il idarî mekanizmalarınındır.

Selam ve sevgilerle

4 Ağustos 2007 Cumartesi

Hoşgeldin Mobil Santral


Adı Mobil ama Kendi Mobil Değil. Sabit.
Yargı Kararı var Çalıştırılmaması için. Yargıyı Kim Dinler.
Çevreye zarar verdiği konusunda raporlar var. Kim takar.
Seçim Bitti. Kandırıldık Ey Halkım!


Hala gücünüz kaldıysa şu yazılara bir göz atınız

Samsun’a Mobil Santral


Mobil Santral TBMM 'de –I / X  (80 Sayfa)

Mobil Santrallar Hiç Çalışmadan Para Basıyor

Mobil Santrallardaki Bu Israr Niye?


Meclis Araştırması Komisyonu Raporu


Sivil Toplum Örgütlerinin
Ve Samsunlunun Zaferi


Bir Adaylığın Öyküsü


Yargı Dur Deyince





Yazıklar olsun...

/Avni DEMİR
Zaman zaman bu köşede yazmıştım; "bizleri bir kez aldatan AK Parti'ye helal olsun, ikinci kez aldatabilirse de bizlere yazıklar olsun" diye. Tıpkı dediğimiz gibi oldu ve ikinci kez aldandık.  

Zaman zaman bu köşede yazmıştım; "bizleri bir kez aldatan AK Parti'ye helal olsun, ikinci kez aldatabilirse de bizlere yazıklar olsun" diye. Tıpkı dediğimiz gibi oldu ve ikinci kez aldandık. Artık kimse "Helal olsun" diyemez. Ya ne diyecek? Bizlere yazıklar olsun. Acı ama gerçek biz bunu hak ettik.

Aslında görünen köy kılavuz istemez. İstemez ama bunu fark edebilen seçmenin yüzde 53'ü. Yüzde 47'si ampulun karanlığa doğru yol alacağından bihaber bizleri bu günlere getirdi. Nereden çıktı bu. Dün bir, bugün iki. Ne oldu diyenlerinizin halen bulunduğuna inandığım için ele aldım ve bir kez daha birlikte düşünmeye gerek duyulduğunu hatırlatmak istedim.

Hani şu meşhur Mobil Santral var ya; üretime geçirildi. Kimler tarafından mı? 2002 seçimleri öncesi Samsun Cumhuriyet Meydanı'nda düzenlediği mitingte kurduranlardan hesap sorulacağını söyleyip hepimizden çılgınca alkış alan, sonrasında ise hesap sorulacak kişiyi saflarına alarak ödüllendiren mevcut Başbakanımız Recep Tayyip Erdoğan.

Bilindiği gibi Mobil Santral dört yıldır çalıştırılmadı ama sahiplerine ayda 2 milyon 400 bin dolar ödendi. Şimdi ise Danıştay kararına rağmen bacası tüttürüldü. Yasalar tanınmayacaksa dört yıldır neden her ay 2 milyon 400 bin dolar ödendi?

Genel seçimlerden eskisinden daha güçlü çıkan AK Parti daha tanımaz bir tavır sergileyeceğe benziyor. İyi de kuruluş aşamasında ayaklanan, çalışmasına izin vermeyeceklerini söyleyen sivil toplum örgütleri geçmişte söylediklerinin arkasında durmayacak mı? Özellikle Samsun Barosu Danıştay kararının hiçe sayılması karşısında duyarsız mı kalacak?

Onu, bunu bilemem ama AK Parti iktidarı Mobil Santralı çalıştırmaya kararlı. Böylece bu santral başımıza bela olacak. Mobil Santral ile birlikte asitli hava soluyacağız, asitli su içeceğiz. Sağlığımız tehlikeye girecek. Bizim paramızı dört yıldır çarçur edenler, şimdi sağlığımızla oynayacak. Aslına bakarsanız bunu hak ettik. Sadece bununla da kalınacağını sanmıyorum. Olumsuzluklar birbiri ardına devam edecek. "Kendimiz ettik, kendimiz bulduk" diyerek dövüneceğiz ve çaresizliğimize yanacağız.

Seçimlerin hemen ardından yaşadığımız bu gelişmeler bizlerin bilinçli bir biçimde aldatıldığımızın bir göstergesi. Aldatmayı alışkanlık haline getiren AK Parti iktidarı izlediği yolu başarı sırrı gibi görmesi de bizleri apayrı bir düşünceye sevk ediyor.

Bu arzulanmayan gelişmelerin ardından Samsun'da eylem olur mu bilemem ama sessiz kalmamız halinde yeni yeni olumsuzlukların kapımızı çalacağını rahatlıkla söyleyebilirim. O halde sessizliğe bürünmekten kaçınmak en mantıklı yol olur. Bu yoldaki başarı da sivil toplum örgütlerimizin organizasyonlarıyla mümkün olabilir.

Bizden sadece hatırlatması...