28 Kasım 2016 Pazartesi

Canik Neşter İster


Basketbol Liglerindeki temsilcimiz, gururumuz, Canik Belediyespor nihayet, beş yenilginin ardından, sezonun ilk galibiyetini elde etti… Yendiği takım, bu ligin en zayıf halkası… Aman Allahım, basketbol sevgimi öldürecek, “yabancı oyuncu aldık” diyebilmek için alınan oyuncularla dolu sıradan bir takım…

Canik ise bir gömlek üzeri… Hala takım olabilme adına otobanda yürüyor… Avrupa’da sıfır çekildi, ligde durum farksız değil… Yeni hocanın elinde sihirli değnek yok, ama geldiğini hissettiremedi henüz, zaman tanıyalım desek lig bitecek!…

Yabancı, yerli fark etmez… Kadro yapısında revizyona gitmek şart… Yaraya neşter vurmak lazım… Lig sonu hayal kırıklığına uğramamak için bu müdahale mutlaka yapılmalı, tercihler gerçekçi olmalı, yani nokta transferle yapılmalı…

Bakın, her zaman söylerim… Avrupa Kupalarına katılan Anadolu takımlarının yüzde doksanı küme düştü… Orduspor, Samsun Basket, Edirnespor nerede? Sahi neredeler?

Kupaya katıldıkları sezonun sonunda alt lige düştüler, geri dönüşleri bile olmadı… İnşallah bu durumu Canik yaşamaz…


Rezerv Takım
Benim esas anlatmak istediğim konu başka… Bakınız bu takım beş sezondur ligde Samsun’u gururla, başarıyla temsil ediyor… Ama, beş yıldır bir tek kendi yetiştirdiği oyuncusu yok! Her sezon başı 12 transfer, 12 yeni isim… Üst üste iki sezon oynayanı bulmanız zor… Gelen maçlar bitiyor ve gidiyor… Yani bir nevi taşıma suyla değirmen döndürme meselesi…

Neden kadroda yerli oyuncu yok? Samsun’un kızları evde kazak mı örüyor? Asla, spor da yapıyor, yetenekleri de var… Hayatının bütününü basketbolun içerisinde geçiren biri olarak, Canikli yöneticilere naçizane önerim şudur…

Bir alt ligde bir rezerv takımınız yer alsın… Adını ne koyarsanız koyun…İster Canik Gelişim deyin, ister Canik Basketbol Akedemisi, fark etmez… Burada oyuncu yetiştirin… Samsunlu gençlere şans verin… Yılda bir- ya da iki oyuncuyu üst takıma atsanız, bu sizin için büyük kazanç olur…

Hem Samsunlu gençlerin önünü açmış olursunuz, hem de maddi olarak kara geçersiniz… Boşuna bir yerlerimizi yırtmıyoruz alt yapı, alt yapı diye… Benden söylemesi, gerisini ağalar düşünsün…

/Resul AKÇAY
28.11.2016

27 Kasım 2016 Pazar

Kral Çıplak!


“Alınan bir puan en değerli maddeden, elmastan, altından daha değerlidir” “Rakip on dört kişiyle oynadı, hepsi de tecrübeli isimler, benim kulübemdekiler A2 oyuncuları, hangisini oyuna atayım?”

Ercan’ın sakatlığı kafasında, Canberk geldiğimden beri sakat, 6 haftadır buradayım üç gün üst üste idman yapmıyor, sahaya sürüyorsun maçı yarıda bırakıyor”

“Santrafor Alperen’i gördükçe, 16 yaşındaki Furkan’ı kadroya almadığım için hayıflanıyorum, keşke alsaydım diyorum”

“ 11 kişiyle oynuyoruz, sahadakilerin alternatifi yok! Ne yapayım ?”

Tatsız, tuzsuz, zevksiz, heyecansız bir doksan dakika sonrası maçın değerlendirmesini yapan Osman hoca Samsunspor’un halini ortaya koyan cümleler kurdu, bunları söyledi…  Basının karşısına çıkıp acı gerçekleri, zehir zemberek ifadelerle ortaya koydu…  Haklı, hem de sonuna kadar…

Zaten bizim sezon başından bu yana yazıp çizdiğimiz şeyler de bunlardı… Transfer yasağına rağmen elindeki futbolcuları tutma becerisini gösteremeyen yönetimin eserini anlattı hoca… Çaresizlik böyle bir şey… Sabırla devre arasını beklediğini, alternatifli bir kadro kurmak istediklerini söyledi…

Basın toplantısını yorumlamak, maçı yorumlamaktan daha faydalı olacak… Samsunspor rakip kaleye şutu 18.dakikada çekti… 36.dakika da gol kokan pozisyonu ünlü golcümüz (!) Alperen bozuk para gibi harcadı… 68.dakika da Murat kendi başlattığı atağı kötü bir şutla sonlandırdı…

Elazığ ne yaptı? Kocaman bir hiç… Maçın büyük bir bölümü kör dövüşü içerisinde geçti… İnanın paylaşılan bir puana maçı izleyen herkes sevindi…

/Resul AKÇAY
27.11.2016

21 Kasım 2016 Pazartesi

Siftah Puanı


Ligin en az kazanıp, en çok beraberlik alan, en çok gol yiyip, en az puan toplayan takımı Manisaspor karşısında Samsunspor ligin en az gol atan takımı, deplasmandan puan getiremeyen unvanlarıyla duruyordu…

Maç öncesi hangisi apoletlerindeki yıldızlardan birini yere atar merakı içerisindeydik… Maç sonu iki takımında bu durumdan memnun olduklarını, sürdürmek istediklerini gördük… Orta da ne heyecan, ne mücadele, ne de futbol vardı…

Koca 93 dakika nasıl geçti anlayan varsa beri gelsin… Benim gibi esneyen, uykusu gelen çoktur diye düşünüyorum… Şimdi, bu maçtan bir puan alındı diye mutlu olalım mı?

Puan, puandır mantığıyla bakarsak, hele de deplasmanda alınmışken, en azından mutsuz olmamak gerekir… Tarzanlığı yerlerde sürünen bir takıma karşı, Samsunspor iki hafta önceki Urfa maçındaki varlığından çok uzaktı…

Osman hoca’nın oyun hamlelerini yapmamasını yadırgamamak elde değil… Tek oyuncu değişikliğini 91.dakika da yapan bir hocanın vardır elbet bir bildiği… Ben bilemedim… Bu futbola puan bile verilmez, ama kurallar böyle…

İki takım futbolcuları bu maçı oturup izlesin, şapkalarını önlerine koyup düşünsün, “biz ne oynuyoruz, ne yapıyoruz ?” sorularına yanıt arasınlar… Maçın en komik adamı idi hakem… Manisalı oyuncular her defasında ceza sahası içerisine girer girmez kendilerini yere attı… Pozisyonları iyi süzüp aldanıp penaltı vermedi vermesine de iyi de kardeşim adamlar seni aldatmaya yönelik hareketler yapıyor, neden sarı kat göstermiyorsun?

Hakem eskisi baban bu konuyu sana öğretmedi mi? Zola’yı atarken çok rahattın, ama Gökcan’ı atmaya yüreğin yetmedi… Hele yanlar tam seyirlikti…

Murat’ın iki kontra çıkışını alakasız bir şekilde bayraklar kaldırarak ofsayt diye kestiler… Sonuç olarak kaybetmedi, kazanamadı Samsunspor… Siftahı benden bereketi senden misali, deplasmandan bir puan çıkarıverdi kırmızı beyazlı ekip… Aza kanaat getirip mutlu olalım bari…

/Resul AKÇAY
21.11.2016

18 Kasım 2016 Cuma

Samsun ve saptırılan tarih (V-SON)

Yazının da yolun da sonuna geldik. Atayolu’nda yalanla başlayan yolculuk yanlışla bitiyor. Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’dan Havza’ya giderken Samsun Kadıköy’deki Pontuslu çetelerden korkarak yolunu değiştirdiği söylemi, bir kuyruklu yalan, Havza Çeltek’teki bir un değirmeninde saklandığı ya da Rauf Orbay’la gizlice buluştuğu bilgisi de bir büyük yanlıştır.

Atatürk ne yolunu değiştirmiş ne de Rauf Orbay’la söz konusu un değirmeninde buluşmuştur. Atatürk’ün yolunu değiştirdiğinin birilerinin uydurmasının dışında ciddiye alınabilir hiçbir belgesi yoktur. Atatürk’ün Hüseyin Rauf Orbay’la söz konusu değirmende buluşmadığının ise tartışmasız birçok belgesi vardır.

Dünkü yazımız “Memleketin kurtuluşu için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa Mustafa Kemal’i bir an önce Erzurum’a beklemektedir. 20’inci Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy Paşa ise Mustafa Kemal ile buluşmak üzere yanında ismi açıklanmayan misafiriyle birlikte sahte kimliklerle ve kent merkezlerinden mümkün olduğu kadar uzak durarak Havza’ya gitmektedir.” diye bitiyordu. 20’nci Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy’un yanındaki “ismi açıklanmayan misafir” Hüseyin Rauf Orbay’dır.

Hamidiye Kahramanı olarak bilinen Hüseyin Rauf Orbay daha Mustafa Kemal İstanbul’dan ayrılmadan onunla görüşen ve Anadolu’da verilecek bir mücadele konusunda fikir ve karar birliği yapanlardan birisidir. Mustafa Kemal’e Samsun’a hareketinden önce “vapurunun batırılacağı ihbarını” veren de “dikkatli olmasını” söyleyen de odur.

Mustafa Kemal’den birkaç gün sonra o da İstanbul’dan ayrılır, Bandırma üzerinden Anadolu’ya geçer, Balıkesir, Manisa, Alaşehir ve Afyon’da çeşitli temaslardan sonra Ankara’ya Ali Fuat Cebesoy’un yanına gider. Bir an önce Mustafa Kemal’le buluşmak arzusundadır. Yola beraber çıkarlar, bu gizli bir yolculuktur. Sadece niyetleri ve hedefleri değildir gizli olan kimliklerini de gizlerler. Önce Tosya-Osmancık- Merzifon güzergâhını izlerler sonra güvenlik gerekçesiyle Sungurlu-Çorum-Merzifon güzergâhına yönelirler. Ve ancak 18 Haziran akşamı Ali Fuat Cebesoy’un ifadesiyle “Havza’nın birkaç kilometre cenubundaki değirmenlere muvasalat ederler” yani şimdilerde Atatürk’le Rauf Orbay’ın “gizlice buluşup gecelediği” iddia edilen un değirmenine ulaşırlar.

Ulaşmasına ulaşırlar da Mustafa Kemal Atatürk’le buluşamazlar. Çünkü Mustafa Kemal Atatürk “bazı zorunlu sebeplerle” 13 Haziran günü Havza’yı terk ederek Amasya’ya geçmiştir. Ali Fuat Cebesoy ve Hüseyin Rauf Orbay için yapacak bir şey yoktur. Ali Fuat Cebesoy hatıralarında “geceyi değirmende geçirerek sabahleyin erkenden Amasya’ya müteveccihen yola çıktık” der. Yine o hatırlarda anlatıldığına göre “Amasya’da başta Mustafa Kemal Paşa, Amasyalıların candan tezahüratı” ile karşılanırlar. Ve iki gün sonra da “Vatanın bütünlüğü ve milletin bağımsızlığı tehlikededir. Milletin bağımsızlığını yine milletin azim ve kararı kurtaracaktır” denilen Amasya Genelgesi’ne birlikte imza atarlar.

Sonuç olarak şunu bir kere daha belirtmekte yarar var: Atatürk Havza’dan 13 Haziran’da ayrılmış, Rauf Orbay ve Ali Fuat Cebesoy Havza’ya 18 Haziran akşamı gelmişlerdir. Atatürk ile Rauf Bey Havza’da değil 19 Haziran günü Amasya’da buluşmuşlardır. Söz konusu değirmende buluşmaları, görüşmeleri ve Milli Mücadele planları yapmaları zaman ve mekân olarak mümkün değildir.

Bütün ciddi tarih kitapları ve kronolojiler bunu böyle anlatır. Atatürk Nutuk’ta, Kazım Karabekir İstiklal Harbimiz, Ali Fuat Cebesoy da Milli Mücadele Hatıraları adlı kitaplarda buluşmanın 19 Haziran’da Amasya’da gerçekleştiğini belirtir. Tarihi yazanların, yazdığını iddia edenlerin tarihi yapanlara sadık kalması bilim ahlakının ve insan olmanın ilk ve en temel şartıdır. Tarihi saptırarak kamu kurumlarını ve dolayısıyla kamuyu yanlış istikametlere yönlendirmek, birilerine bir şeyler kazandırsa da o kamu kurumuna da topluma da çok şeyler kaybettirir. Samsun bunları hak etmiyor.

/Osman KARA
18 Kasım 2016

17 Kasım 2016 Perşembe

Samsun ve Saptırılan Tarih (IV)

Dünkü yazımız Karadeniz Orduları Komutanı General Milne’nin İstanbul’a döner dönmez ayağının tozuyla “Mustafa Kemal’in Sivas’a gitmesinden maksat nedir?” diye sormasıyla bitiyordu, kaldığımız yerden devam edelim. Milli Mücadele konusundaki en önemli kronolojilerden birisinin sahibi olan Prof. Dr. Gotthard Jaeschke “Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” kitabında Mustafa Kemal için “yalnız inkılapçı değildi, aynı zamanda mükemmel bir diplomattı” der.

Mirliva(Tuğgeneral) Mustafa Kemal Anadolu’ya padişahın fermanı ve İngilizlerin vizesiyle geçmiştir. Saray ve İngilizlerin Mustafa Kemal Paşa’dan istediği ve beklediği “bölgede asayişin sağlanması, ordunun silahsızlandırılması ve halktan asker toplayan bazı teşekküllerin(İslam şuralarının) dağıtılmasıdır.” Gönderen ve vize verenlerin beklentisi ile gelenin ve onu Anadolu’da “hasretle bekleyenlerin” hedefleri farklıdır. Gönderenler ve vize verenler, Mustafa Kemal Paşa’nın gerçek niyetini ancak haziranın ilk haftasında anladılar. Asayişi sağlasın diye gönderilenler bağımsızlık savaşına hazırlanıyorlardı. Aldanmışlardı ve aldandıklarını anladıklarında artık çok geç kalmışlardı. Mustafa Kemal Paşa, Anadolu yoluna çıkmıştı ve Anadolu’daki “millici” komutanlar başkomutanlarını bekliyordu.

Mustafa Kemal, Milli Mücadele kararını ilk defa ve hiçbir şüpheye yer bırakmayacak şekilde hem Türk milletine hem de dünyaya Havza’da ilan etmiştir. Burada çekilen telgraflar, yayınlanan tebliğler, yapılan mitingler ve uygulamalar, bir büyük ve milli savaşın işaret fişekleridir.

Birçok faaliyetin yanında iki de miting vardır Havza’da yapılan. İkinci miting muhteşemdir. Kürsüde tüm Havza ve köylerinde büyük saygınlığı olan Direm Köyü imamı Sıtkı Hoca konuşmakta, meydanda tüm Havza dinlemekte, ağlamakta ve bir büyük imanla coşmaktadır:

“Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz. Tek çaremiz silaha sarılmaktır. Derhal silahlarınızı temizleyiniz. Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız. Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz.” Nurlar içinde yat Sıtkı Hocam.

Sıtkı Hoca bunları söylediğinde haziranın ilk haftası sona ermiştir ama Mustafa Kemal Paşa da benzer ifadeleri mayısın sonunda kendisini ziyarete gelen Havza eşrafının karşısında dillendirmiştir:

“Bizi öldürmek değil, canlı canlı mezara koymak istiyorlar. Şimdi uçurumun kenarındayız. Hiçbir zaman ümitsiz olmayacağız, çalışacağız ve memleketi kurtaracağız…”

Memleketin kurtuluşu için 15’inci Kolordu Komutanı Kazım Karabekir Paşa, Mustafa Kemal’i “bir an önce” Erzurum’a beklemektedir. 20 Kolordu Komutanı Ali Fuat Cebesoy Paşa ise Mustafa Kemal ile buluşmak üzere yanında ismi açıklanmayan misafiriyle birlikte sahte kimliklerle ve kent merkezlerinden mümkün olduğu kadar uzak durarak Havza’ya gitmektedir.

(Meçhul yolcunun kim olduğunu, değirmende kimin ya da kimlerin kaldığını, buluşmanın nerede ve ne zaman gerçekleştiğini de yarın yazacağız inşallah…)

/Osman KARA
17/11/2016

16 Kasım 2016 Çarşamba

Samsun ve Saptırılan Tarih (III)

Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs-13 Haziran 1919 arasında Samsun ve Havza’da geçirdiği 25 günle ilgili tarihi saptırmalar hangi gün nerede kaldığı, hangi köylerde saklandığı(!) gibi saçmalık ve saptırmalarla sınırlı değil. Bir de suikast saçmalıkları ve Samsun’dan Havza’ya birilerinin himayesinde gitmesi var. Hiçbirinin belgesi yok; saptırmaların tamamı “dedi ki dedi” söyleminin birileri tarafından nakde çevrilmesi gayretinden kaynaklanıyor.

Suikastla ilgili iki ayrı rivayet var. Birinde bir Rum kiralanmış öteki Rumlar tarafından. Emri veren tetiği çekecek olana da Mustafa Kemal’i “Şu ortadaki kalpaklı ve uzun boylu(!) olan paşa” diye tanıtıyor. Sahi Mustafa Kemal Atatürk’ün boyu kaç santimdir? Hangi akıl Mustafa Kemal’i “uzun boylu” diye tarif eder?

Bir de “Mustafa Kemal’in gerçek hedefini sezen saltanat yanlılarının görevlendirdiği” bir Müslüman fedai hikâyesi var bu kent efsaneleri arasında. Fedai, Mustafa Kemal’i halkla konuşurken dinlemiş ve onun millet için hayırlı olduğuna karar verdikten sonra gelmiş ve tertibi itiraf etmiş! Ne feraset bu böyle, ne derin öngörü! İstanbul’daki bakanların, sadrazamın, padişahın sezemediği niyeti benim Samsunlu vatandaşım sezmiş! Bir Samsunlu olarak ne kadar gururlansak az!

Bu hikâyede bir noksanlık var. Hikâyeyi anlatanlar bu itiraftan sonra Mustafa Kemal’in ne yaptığını yazmıyorlar. Tabii doğruysa şayet, mutlaka üzerine gidilmesi gereken ciddi bir teşebbüs ve teşkilat var ortada. Talimatı verenler kim, kimden emir alıyorlar, güçleri ne? Sorulmaz mı, araştırılıp üstüne gidilmez mi? Gidilmiyor niyeyse? Hem de Mustafa Kemal gibi bir kurmay gitmiyor! Ciddiye mi almıyor yoksa böyle bir şey hiç olmadı mı? Galiba ikincisi, yani böyle bir şey yok. Yok, ama birileri yazmaya birileri de bu saçmalıkları kamu kaynaklarından finanse etmeye devam ediyor.

İlla suikast düzenleyeceğiz ve illa Mustafa Kemal Paşa’yı birilerinden kaçıracağız, saklayacağız, saklandıracağız ya geriye kala kala İngilizler kalıyor. İngilizlerden kaçmış! El insaf; o buraya İngilizlerden habersiz gelmedi ki burada kaçsın. Ne kaçan oldu ne de kovalayan. İngilizler Mustafa Kemal’den ancak haziranın altısından sonra şüphelenmeye başladı ve İstanbul’a çağrılmasını istediler ki o tarihte de Mustafa Kemal Paşa, Samsun’u çoktan terk etmişti, Havza’daydı.

Gerçi İngilizler Mustafa Kemal Paşa’nın niyetine kesin teşhisi haziranın ilk haftası sonu Samsun İrtibat Subayı Yüzbaşı Hurst’un raporundan sonra koydu ama daha Mustafa Kemal harekete geçmeden şüphelenen “ne oluyor?” diye soran iki kişi var. Birisi General Milne diğeri Yüzbaşı Bennet. Önce Bennet şüpheleniyor; Mustafa Kemal ve maiyet erkanının evrakları vize için önüne geldiğinde, bir görev belgesine bakıyor bir de kadronun yapısına, böyle bir görev için bu kadro fazla. Üstlerine anlatıyor ama anlatamıyor “Boş ver, daha iyi, bir şeylere kalkışırlarsa hepsini birden tutuklarız” diye geçiştiriyorlar.

General Milne, Karadeniz orduları komutanı, sözün üstüne söz söylenmez ama o günlerde Konya’da. İstanbul’a Atatürk’ün Samsun’a çıktığı gün dönüyor ve Osmanlı Harbiye Nezareti’ne (Milli Savunma Bakanlığı'na) resmen soruyor: “Mustafa Kemal gibi tanınmış bir komutanın kalabalık bir heyetle Anadolu’da dolaşması ve Sivas’a gitmesinden maksat nedir?”
(Devam edecek)

/Osman KARA
16/11/2016

Atayolu ve Kavaklılar


Geçen günlerde basında “97 yıl sonra Tarihi Atayolu ortaya çıkarılıyor” diye haberler yayınlandı. Kentimizin yöneticileri ve basından arkadaşlarımız haritanın başında toplanmışlar Atayolu’nu ortaya çıkarıyorlar. Bu önemli çalışmaların geç kalmış bir girişim olduğunu, desteklediğimizi belirtelim. Ancak bazı hatırlatmalarda Bulunmak zorundayız.

Önce bir ayrıntı: 2000’li yılların başında 25 Mayıs kutlamalarında Havza’ya “Kurtuluş Treni” İle gidilerek törenler yapıldı. Çok güzel törenlerdi. Ama ne yazık ki Valilik programında Kavak’ın esamisi yoktu.

Bunun üzerine Bir Kavaklı olarak o dönemim Vali Yardımcısı Sayın Mustafa İNGENÇ’i arayarak Kavak’ın programa alınmamasına tepki göstermiş, “Atatürk Kavak’ın üzerinden helikopterle geçti de Kavaklılar olarak bizim haberimiz mi yok?” diye ifadeler kullanmıştım.

Sayın Vali Yardımcısı tepkimizi haklı bularak programı değiştirdi. Kavak Tren İstasyonu’nda karşılama ve kutlamaya olanak sağladı ve Kavak Tren Garı’nda büyük bir kalabalık “Kurtuluş Treni”ni karşıladı

Gelelim Atayolu’na Biz Atayolu’nu 97 yıl sonra Ortaya çıkarıyoruz diyenlere Kavaklılar olarak şunu hatırlatıyoruz.

Kavaklılar olarak 2011 yılı 19 Mayıs’ında Atatürk’ün Anadolu’ya geçtiği Tarihi yoldan 600’den fazla araçla Tarihe yolculuk konvoyunu Büyük coşkuyla gerçekleştirdik. Böyle büyük bir konvoyu Kavaklıların dışında Hiçbir ilçe gerçekleştiremez. Yapsınlar da görelim. Biz Kavaklılar Samsun’da 100 binin üzerinde nüfusa sahip olan potansiyel bir gücüz. Gerektiği zaman da bir araya gelmeyi biliriz.

Tarihi Atayolu’nda düzenlediğimiz büyük konvoy Samsun basınında ve TRT dâhil yaygın basında Atatürk’ün yolunda büyük kutlama konvoyu diyerek geniş haberler yapılarak yer aldı.

Tarihi Atayolu’nu tam sayfa gazete ilanlarıyla gündeme getiren, hatırlatan bizleriz. Samsun’daki Kavaklılardır.

Son günlerde Tarihi aydınlatıyoruz 97 yıl sonra Atayolu’nu Ortaya çıkarıyoruz diye demeçler veriliyor. Haberler yayınlanıyor.

Bu tarihi yolun Kavak’a kadar olan kısmını Biz Kavaklılar olarak 2011 yılında aydınlattık Hem de ses  getiren 600’den fazla araçlık konvoyla Siz Kavak’tan sonrasına bakın. Bir ilçenin kendi tarihine Sahip çıkmak için gerçekleştirdiklerini görmezlikten gelmek gerçeği değiştirmeyeceği gibi doğru da değildir. Bizim itirazımız bunadır.

Özetle, 2011 yılında İlçe tarihimiz için ATAYOLU’ndan Tarihe Yolculuk konvoyunu Yine Haber Gazetesi’nde bu sütunlarda ben gündeme getirdim. Tarihi konvoyu Samsun’daki Kavaklılar olarak ortak emekle gerçekleştirdik. Kavak Dernekler Federasyonu ile birlikte koordine ettik. Aracını alan geldi. Ben değil, biz değil hepimiz katıldık

Benim yaşamımda dostlarıma, arkadaşlarıma, Hemşehrilerime vefa göstermek önemlidir. Bu tarihi konvoy için Çocukluk arkadaşım KADEF Başkanı Dr. Yılmaz KARAGÖZ ve Gazeteci kardeşim Cemil BASKIN’ı Ve Makine Mühendisi Ebru AKAL’ı ayrıca Hatırlamadan geçemem.

Uzun sözün kısası; Atayolu çalışmaları Yapılırken Tarihi yolu gündeme getiren, tarihine sahip çıkan Kavaklılara da  haksızlık yapılmamalı

/Şakir DEMİRCİ
16 Kasım 2016

15 Kasım 2016 Salı

Samsun ve Saptırılan Tarih (II)


Osmanlı merkeziyetçi ve o ölçüde de “bürokratik” bir devlettir. Osmanlı’da her olayın belgesi vardır hem de birden fazla yere kaydedilmiş olarak. Mustafa Kemal Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a olağanüstü yetkilerle donatılmış bir Osmanlı paşası olarak ve oldukça geniş bir maiyet erkânı ile gelmiş ve Samsun’da altı gün kaldıktan sonra 25 Mayıs 1919 sabahı ayrılmıştır.

Bu altı günün her anı yoğun bir çalışmayla geçmiştir ve kayıt altındadır. Çekilen telgraflar, yazılan raporlar, askeri ve mülki erkâna (sivil idare amirlerine) verilen talimatlar, İstanbul’a sunulan istidalar olduğu gibi eldedir. Dahası yabancı devlet raporları ve bu arada özellikle İngiliz gizli belgeleri de açıktır ve yayınlanmıştır. İsteyen bunların hepsine kolaylıkla ulaşabilir.

Milli Mücadele’yi gün gün ele alan çok ciddi kronolojiler var. Prof. Dr. Utkan Kocatürk’ün “Atatürk ve Türkiye Cumhuriyeti Tarihi Kronolojisi”, Zeki Sarıhan’ın “Kurtuluş Savaşı Günlüğü”, Dr. Selahattin Tansel’in “Mondros’tan Mudanya’ya Kadar”ı, Gotthard Jaeschke’nin “Türkiye Kronolojisi” bunların belli başlılarından birkaçıdır. Ayrıca Genelkurmay, Türk Tarih Kurumu, Atatürk Araştırma Merkezi ve diğer ilgili kurumların son derece ciddi onlarca kitabı var. Ben burada sadece G. Jaeschke’nin “Kurtuluş Savaşı İle İlgili İngiliz Belgeleri” adlı kitabını belirtmekle yetineceğim. İngilizlerin Mustafa Kemal’e bakışları ve onun gerçek niyetini ne zaman ve nasıl anladıklarını görmek açısından bu kitap oldukça yararlı bilgiler veriyor.

Mustafa Kemal Paşa bu altı günde Samsun’dan hiç ayrılmadığı gibi 25 Mayıs sabahı Samsun’da başlayıp akşamı Havza’da biten yolculukta hiçbir yerde yatmamış, hiç kimseden kaçmamış ve hiçbir yere de saklanmamıştır. İstanbul’dan yola çıkarken gemilerinin batırılması tehdidini bile umursamayan ve her belayı göze alan kurmaylar kadrosunun Samsun’da üç beş yüz çetecinin korkusundan(!) halkın kullandığı yolu terk ettiğini öne sürmek, sadece tarihe değil Milli Mücadele’nin o kahraman kadrosuna da saygısızlıktır. Yedi düvelle vuruşmaya giden insanların daha 25 Mayıs sabahı çeteci korkusuyla yolunu değiştireceğini düşünmek, düşünmekten de öte sanmak bile akla ziyandır. Ve ne yazık ki o akla ziyan safsata, hala baskı parası ödeyecek müşteri bulmakta/bulabilmektedir.

Bizimkinin burada başlattığı Atatürk’ün kaçması/ adı sanı bilinmeyen meçhul ya da uydurma kişilerin hanelerinde saklanması palavrasını başkaları da Havza’da sürdürmekten geri kalmıyor. Kimi bilmem hangi köyde saklıyor kimileri de bir vadideki bilmem hangi değirmende. Halkının Kuva-yı Milliye idealine büyük bir heyecanla sarılıp sahip çıktığı kent merkezini bırakarak bir köy evine sığınan kurmay aklını yadırgamayan kafadan tarihe ışık tutmasını beklemek ne hazin.

Mustafa Kemal Paşa, Havza’da İngiliz İrtibat Subayı Hurst’un ifadesiyle “Havza telgrafhanesini tekeline almış” Türkiye’nin her tarafıyla haberleşiyor, üst makamlara raporlar, astlarına talimatlar veriyor, Diyarbakır’dan Samsun’a taşınan top kamaları ve silah sürgülerine el koyuyor, katırları sattırıyor, merkezdeki silahları içerilere taşıttırıyordu. Müdafaa-i Hukuk teşkilatını kurduruyor, mitingler yaptırıyor, bununla da yetinmiyor, Gümüşhacıköy’deki çetelere operasyonlar yaptırıyor, Havza’daki çetecileri cezaevine tıkıyordu. Mustafa Kemal Paşa, Havza’da olduğu sürece korkan ve kaçan değil, korkutan ve kovalayandı. Onu Havza’yı bırakıp bir köy evine ya da bir değirmene saklatan ifadeler, cehaletin açık tezahürü değilse nedir? “Atayolu” gibi gerçekten güzel bir proje böyle koyu bir cehaletin karanlığında yanlışa düşerse yazık olur. Değirmende kalanları da unutmadık, yazacağız. (Devam edecek.)

/Osman KARA
17/11/2016

14 Kasım 2016 Pazartesi

Samsun Ve Saptırılan Tarih (I)

Samsun, Milli Mücadele tarihinde her Samsunlunun gurur duyacağı bir yere sahiptir. Büyükşehir Belediyesi’nin eski Samsun-Sivas yolunun Samsun-Amasya arasını düzeltip düzenleyerek “Ata Yolu” adıyla tarih ve doğa turizmine açması o şanlı mücadeleye duyulması gereken saygının eseridir ve doğrudur.

Ne yazık, bu doğru proje yanlışlara kurban edilme tehdidiyle karşı karşıyadır. Daha önce hem yazdım hem de projenin uygulayıcısı ve sahibi konumundaki Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin Sayın Başkanı ve yöneticilerine doğrudan söyledim. Tekrar yazmak zorunda kaldığım için üzgünüm. Bu kentte Milli Mücadele ve Cumhuriyet tarihini çok iyi bilen ülke çapında tanınmış akademisyenler var. Yalan ve yanlışlarla “saptırılan tarihe” dur demek benden önce onlara düşer. Ne yazık ki onlar susuyor ve tarihçi geçinenlerin yalan ve yanlışlarına karşı çıkmak benim gibi tarihçi olmayan bir tarih sevdalısına düşüyor.

Tarih adına konuşan, tarih adına çalakalem bir şeyler yazan ve yanlışlarla dolu her kitabını bir başka kamu kurumuna yayınlatan birisi olağanüstü yetkiler ve “Dokuzuncu Ordu ve Mülhakatı Müfettişi Yaver-i Hazreti Şehriyari” unvanıyla Samsun’a gelen Mirliva Mustafa Kemal Paşa’yı” her gece bir yerlere kaçırıyor, bir başka yerlerde gizliyor. Bunu gören, duyan, okuyan bir başkası da “fırsat bu fırsat” deyip babadan, deden kalma evinin kapısına tabelayı asıyor: “Mustafa Kemal Atatürk falan tarihte burada kalmış.” İyi de, Mustafa Kemal Paşa o tarihte orada değil ki! Maksat tarih değil ticaret olduktan sonra ne fark eder ki?

O “saptırılmış tarih” yazınına bakılırsa “Yaver-i Hazret-i Şehriyari Mirliva Mustafa Kemal Paşa” 19 Mayıs 1919’da “Dokuzuncu Ordu ve Mülhakatı Müfettişi” olarak geldiği Samsun’da kendisine ve maiyetine tahsis edilen Mıntıka Palas’ta değil Avdan köyünde bilmem kimin evinde kalmış daha doğrusu saklanmış! Gerçi belge gösteremiyor, çünkü yok. Ama ne zararı var, bizimki bunu o köyde 90 yaşındaki bir ihtiyardan dinlemiş!

Böyle belge olur mu, böyle tarih yazılır mı? O hikâyeyi anlattığında 90 yaşında olan ihtiyar Atatürk’ün köyde kaldığını iddia ettiği 1919’da da 9 yaşındadır. 9 yaş gördüğünü anlamaya yetmez, 90 yaş ise bildiğini hatırlamaya el vermez.

Şevket Süreyya Aydemir ilk baskısı 1964’de yapılan “Tek Adam” adlı başyapıtında “Mustafa Kemal’i Havza’da görenlerden, dinleyenlerden bugün hala sağ olanlar vardır. Bunlardan fazla yaşlananların, belleklerini kaybedenlerin, olayları birbirine karıştıranların yanında, hala sıhhatli ve o günün havasını nakledebilenler bulunur” der. Şevket Süreyya Aydemir “hafıza kaybına” dikkat çekerken yıl 1964’dür, bizimkinin köylüyle konuşması ise 2000’li yılların başındadır. Tarih belgelerle yazılır hurafeler ve kulaktan dolma ifadelerle değil.

Bizimki yolun başında bir köyde saklar da elin adamları durur mu? Onların eli armut mu topluyor? Onlar da yolun sonunda beklerler Mirliva Mustafa Kemal’i bir yerlerde saklamak, yatırıp kaldırmak için. Bunlardan birisi Samsun’dan giderken Havza’ya oldukça yakın bir köyde bir eve asmış tabelayı “Mustafa Kemal Atatürk 24 Mayıs’ta bu evde kaldı” diye. Ben gördüm; tabela güzel ama bir küçük(!) yanlışı var; Mustafa Kemal 24 Mayıs’ta Havza’da ya da yolda yolakta değil Samsun’da. Havza’ya gitmek üzere 25 Mayıs sabahı ayrılacak Samsun’dan. Cahillikten değil herhalde bu küçük(!) hata, telaştan olsa gerek. Ötekilere ön almak lazım! Yol açılır ve insanlar bu yoldan geçmeye başlarsa bizim ev ya müze olur ya da lokanta.

Ötekiler dedim de asıl sorun Havza’dan beride değil ötede, Boğaziçi’nde, bir un değirmeninde. Atatürk’ün Hüseyin Rauf Orbay’la o değirmende gizlice buluştuğu, kimilerine göre bir kimilerine göre de iki gece görüştüğü ve Milli Mücadele planlarını hazırladığı söyleniyor. Bu da bir kent efsanesi ya da bir başka ifadeyle bir tarih saptırması, tarih cinayeti, bunun da aslı astarı yok. O değirmende birileri kaldı ama Atatürk kalmadı. Kimlerin kaldığı sır değil, biliniyor, biz de yazarız elbet, yazacağız da, az sabır.
(Devam edecek)

/Osman KARA
14 Kasım 2016

12 Kasım 2016 Cumartesi

Samsun’un Çarşamba Havalimanı ile İmtihanı



Samsun Havaalanı konusu bugünlerde çok tartışılıyor. Nedeni ise; 1 Mart-31 Mayıs 2017 tarihleri arasında “pist, apron ve taksi yollarındaki fiziki sorunlar nedeniyle onarım çalışmaları yapılacağından” hava trafiğine kapatılacak olması. Toplamda 90 gün kapalı kalacak!

Samsun ve Havaalanı konusunu biraz derinlemesine inceleyelim.

Samsun’un ulaşabildiğim en eski uçak pisti, pervaneli küçük uçakların iniş yaptığı alan olan bugünkü Gülsan Sanayi'nin olduğu yerler… Şuan Samsun’da “dünyada üzerine toplu konut yapılan ilk ve tek havaalanı” olan eski pisti saymazsak açık 2 havaalanımız var. Bunlardan uluslararası olan Samsun Çarşamba Havalimanı ve 19 Mayıs ilçesinde bulunan ve OMÜ’ye ait eğitim amaçlı kullanılan havaalanı. 19 Mayıs ilçesindeki havaalanı da hikayesi biraz ilginç. Bu alanda uçuşlar amatör olarak yapılır, iniş kalkış içinse, doğal düzlük olan ve bugün Kızılırmak Deltası’nda bulunan yazları kurumuş göl tabanı kullanılırdı. Sonrasında 19 Mayıs Belediye Başkanı Yılmaz Erel’in desteği ile bu havaalanı Samsun’a kazandırılmıştı.
***
Samsun’un ilk uluslararası uçuş kurallarına uygun havaalanının ihalesi 1955 yılında 3 milyon 545 bin 306 lira bedelle, yüzde 10,71 eksiltme tenzilatı ile müteahhite verilmiş.

Bu havaalanı, Samsun Eğitim ve Araştırma Hastanesi’nin bulunduğu ve şuan üzerinde TOKİ binaları olan bölge. Bu havaalanı, 1.650 m uzunluğunda, 45 m eninde beton kaplama piste sahipti. 1956’dan itibaren Samsun’da bulunan, 1970’de de, 1969 Kasım ayında Samsun Mahkemelerinde, Türk Bayrağını kesen üç Amerikalı askerin yargılanması ve iki yıl hapis cezasına mahkum olması nedeniyle Sinop’a taşınmak zorunda kalan ABD askeri radar üssü TUSLOG (The United States Logistics Group)’da, bu havaalanını askeri amaçlı olarak kullanmıştı.



Zaman içerisinde büyük uçakların iniş ve kalkışına pist kısalığı, hassas yaklaşma aletleri (ILS) olmamasından dolayı uygunsuz ve riskli bir hale geldi. Hatta o kadar ki sisli hava (alçak bulut) ve çapraz rüzgarlarda pilotlar bu riskler nedeniyle iniş yapmak istemedikleri için THY yönetimi ile tartışıyorlar, her yıl 40-50 sefer de iptal ediliyordu. Eski havaalanı heyelan bölgesindeydi. Öyle ki 1969 yılında havaalanının iniş pisti üzerinde toprak kaymaları ve buna bağlı çatlamalar olmuş, pist boyunca 400 m uzunluğunda duvar örülse de uzmanlar o dönem duvarın heyelanı önlemeye yetmeyeceğini belirtmişti. 1969’da bu tartışmaların hemen ardından havaalanının Gelemen Bölgesi'ne nakli çözüm olarak sunulmuştu. Eski havaalanında meydana gelen kazalar da olmuştu.

17 Şubat 1970’te THY uçağı pist dışına çıkmış, 4 Aralık 1977’de ise THY’ye ait 27 yolcu 4 mürettebat taşıyan yolcu uçağı iniş sırasında pilotun sis nedeniyle pisti geç görmesi ve geç inişe geçmesiyle pist dışına çıkınca büyük bir kaza şans eseri atlatılmıştı. Uçakta, dönemin Sanayi ve Teknoloji Bakanı Oğuzhan Asiltürk’ün olduğu kazada can kaybı yaşanmadı.

11 Ocak 1998’de ise Şanlıurfa adlı uçağı, havaalanına inerken yoğun sis nedeniyle birinci denemede pisti pas geçerek yeniden yükselmiş, uçak dağa çarpmaktan son anda kurtulmuştu. İkinci denemede piste inebilen uçak, iniş yapar yapmaz kaymaya başlamış, 150 metre sürüklenen RJ-100 tipi uçak havaalanı yakınında yerleşim alanına yakın bulunan tarladaki kum tepesine çarparak durabilmişti.

Bu kaza, Çarşamba’daki havaalanının yapımını hızlandıran ve bardağı taşıran son kaza oldu…



***
Şuan ki “Samsun (Çarşamba) Havaalanı” ise 1993 tarihinde yaklaşık 63 milyon dolar keşif bedeli ile ilk ilana çıktı. Bu ihale iptal edilince 1994 yılında yeniden ihale yapıldı. İhaleyi, Alsim, Alarko ve Akfen ortaklığı aldı ve tamamladı. 1985’te de taşınma gündeme gelmiş, dönemin Ulaştırma Bakanı Veysel Atasoy, “Samsun Havaalanı, Çarşamba ilçesine kaydırılacak” demişti.

Havaalanı için o dönem 19 Mayıs ilçesinde bulunan Kızılırmak Deltası ve şuan ki havaalanının doğusunda bulunan Çaltı, Karabahçe mevki alternatif olarak bakılsa da mevcut alanda karar verilmişti.

Samsun Çarşamba Havalimanı’nın 3 milyon metrekare olan alanın temeli ise istimlak davaları devam etmesine rağmen, dönemin Başbakanı Tansu Çiller tarafından 31 Ağustos 1994 tarihinde atıldı.

1996 yılı Temmuz ayına kadar tabela haricinde herhangi bir faaliyet olmayınca o dönem “Uluslararası otlak” başlığı ile “Samsun havaalanının havası var alanı yok, ineği var uçağı yok” diye ulusal gazetelere haber konusu bile oldu.

Bu başlıklarla Türkiye'nin gündemine gelen Çarşamba Havaalanı'nın açılışı ise 15 Aralık 1998'de dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel ve dönemin Başbakanı Mesut Yılmaz tarafından yapıldı.

İlk adı “Samsun Havaalanı” olsa da Çarşambalıların ısrarlı talebi ve lobisi ile, dönemin DYP Milletvekili Cemal AliŞan’ın da isteği ile “Samsun Çarşamba Havalimanı” olarak değiştirildi.
***

Gelelim çökme meselesine!

Havaalanındaki pistin ilk çökme raporu bundan yaklaşık 10 yıl önce yazıldı ve Samsun’daki devletin ilgili kurumları bilgilendirildi.
***
2015 yılında Samsun Çarşamba Havalimanı’na gelen toplam yolcu sayısı 1 milyon 713 bin 247 olmuş. Bu rakam bir önceki yıla göre yaklaşık yüzde 12,5 arttı. Son 5 yılın yolcu rakamlarını ve artış oranlarını göz önüne aldığımızda bu yıl (2016) olması gereken yolcu sayısı yaklaşık 1 milyon 812 bin, 2017’de ise  2 milyon 100 bin civarında!.. Tabi ki bu rakama 90 günlük kapalı kalma süresi dahil değil.

2014 ve 2015’te yolcu trafiğinin (gelen-giden yolcu) en çok Ağustos ayında en az ise Şubat ayında olmuş. 90 günlük kesintinin olacağı Mart, Nisan ve Mayıs aylarında ise gelen-giden yolcu sayısı toplam yolcu sayısının yaklaşık yüzde 25’i kadar. Bu da demek oluyor ki 2017 yılında 90 günlük kesintiden dolayı havalimanının tahmini kaybı 500 bin yolcu olacak. Bu rakama “Samsun Havaalanı kapalı” algısını ve Ordu-Giresun Havaalanı'nın alternatif olma durumunun etkilerini de eklersek kaybın daha da artması ihtimali var. Bu hesaplamaya bir değişken olarak uçuştan 6-7 ay önce ucuza bilet alma eğilimi de göz önüne alındığında yolcu kaybı daha da net bir şekilde hesaplanabilir. Tabi ki bu kayba sadece yolcu sayısı olarak değil, mesafeden dolayı ulaşım maliyetlerinin ve süresinin artması da göz önünde bulundurulmalı.
***
Konuyu toparlayalım;
Samsun’da havaalanına 2015’te 17 bin iniş-kalkış olmuş. 2016’da ise artış oranına bağlı olarak yaklaşık 20 bin iniş-kalkış olacak. Havaalanını sadece yolcu olarak değil yük/kargo olarak ta değerlendirmek gerek. Her bir yolcunun Samsun ekonomisine katma değeri ve dolaylı katkısı da cabası…

Samsun Havaalanına 2. pist yapılmalı mı?
Evet! Olursa çok iyi olur ama yıllık 250 bin uçak iniş-kalkışı olan İstanbul Sabiha Gökçen Havaalanında 1 pist,  yılda 180 bin uçak iniş-kalkışı olan Antalya Havaalanı’nın da 2 pist olduğu göz önünde bulundurmalı.  Muhtemel bir “2. Pist için alan var mı?” sorusunun cevabı ise “yeterli alan var” olarak görünüyor ama bu konuda DSİ’nin “Çarşamba Ovası, sol saha sulama projesi”ne bir göz atmak gerekiyor. Uçak iniş-kalkışlarının daha hızlı olması için bir nevi servis yolu görevi yapan “taksi yolu” için de çok bile geç kalındı. Havaalanının 1 yıl olan onarım çalışma süresi zaten 3 aya indirilmiş. Sürenin olası bir uzama riski de göz önünde bulundurulmalı.

Olası bir uzamada; Samsun’da 18-24 Temmuz 2017’de yapılması planlanan, 120 ülkeden 10 bin sporcunun katılımıyla yapılacak 23. İşitme Engelliler (23. Deafolimpik) Olimpiyat Oyunları için gelecek olan turist, sporcu ve yolcu sayısını, normal yolcunun/turistin en yoğun olduğu Haziran, Temmuz ve Ağustos ayları  (ki bu aylar toplam yıllık yolsu sayısının %27’si yapıyor) da eklendiğinde çok büyük ekonomi ve imaj kayıplarına neden olacağı çok açık. Bir de Havalimanının özelleştirilmesi konusu var; Samsun-Çarşamba, Sinop ve Tokat Havalimanlarını tek bir pakette özelleştirilmesi söz konusu!

Samsun Çarşamba Havalimanı, DHMİ Genel Müdürlüğü tarafından özelleştirilecek ilk limanlar arasında. Havalimanının işletme ve apron hizmetleri satışa sunulacak ama hava trafik, elektronik ve muhaberat buna dahil değil. Havalimanının kiralama suretiyle “yap-işlet-devret” modeliyle işletme hakkının devredilmesi durumunda devretmeden önce yapılacak pistin devlete olan yatırım maliyeti de göz önünde bulundurulmalı. Eeee! Aslında denize dolgu yaparak üzerine golf sahası yapıyorsak, şehrin tek havaalanına 2. pistini de hızlı şekilde yapabilir, en azından yatırım planlamasına aldırabiliyor olmamız gerek!

Gönlümüzden geçen havalimanı hiç kapanmasın veya kapatılmadan onarılsın! Şunu da düşünmek gerek; kumluk, sulak alana yapılan pistin çökeceği hesaplanarak çok daha özenli/dayanıklı bir pist yapılmalı mıydı o da başka bir konu… Son olarak; Samsun Çarşamba Havalimanı’nın kapanış ve açılış tarihleri net bir şekilde basın üzerinden duyurulmalı ve açılacağı tarih öncesinde ciddi bir bilgilendirme çalışması yapılmalı. Yoksa maazallah, “Samsun-Sivas demiryolu da 3 yıl kapalı” olan Samsun için kayıplar çok daha fazla olur!

Kalın sağlıcakla…

Hüseyin Kurt
12.11.2016

11 Kasım 2016 Cuma

Samsun'dan Havza'ya Giden Yol

Önceki gün güzel bir havada Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz’ın ev sahipliği ve rehberliğinde hem keyifli hem de oldukça faydalı bir yolculuk yaptık Samsun’dan Havza’ya. Artık bir kısmı hiç kullanılmayan bir kısmı da Samsun-Ankara Devlet Karayolunun altında kalan tarihi Samsun-Sivas yolunun Samsun-Suluova arasını Atatürk’ün izinde kat ettik.

İki yıl kadar önce başlayan bir çalışma dikkatli ve düzenli bir şekilde ilerliyor. Coğrafya biliminin verileri tarih bilimin verileriyle test ediliyor, mutabakat sağlandığında da Büyükşehir Belediyesi’nin mali desteği ve teknik gücü devreye giriyor.

Projenin tarihi değeri her türlü maddi ölçünün üstünde. Ama Büyükşehir Belediyesi bu projeden kente ciddi bir turizm katkısı da bekliyor. Kalkınmış ve gelişmiş ülkelerde artık tarih ve kültür turizm eğlence turizminin önüne geçecek gibi gözüküyor. Bu yol özellikle kendi tarihine ilgi duyacak olan Türkler için önemli bir turizm güzergâhı oluşturacak.

Projenin başlangıcından bugüne Başkan Yılmaz’dan ayrı olarak Samsun Büyükşehir Belediyesi Sosyal Hizmetler ve Kültür Dairesi Başkanı Necmi Çamaş, Şehir ve Bölge plancıları Zennube Albayrak ile Serdar Sağlam işin içindeler. Belediye dışında ise OMÜ’den Prof. Dr. Cevdet Yılmaz, Prof. Dr. Dursun Ali Akbulut, tarih araştırmacısı Mehmet Köseoğlu ve Musa Orhan’ın büyük katkısı ciddi boyutlarda. Musa Orhan arşiv belgelerini bulmakta, Mehmet Köseoğlu ise güzergâhı özellikle yabancı seyyahların eserlerinden tespit etmekte oldukça katkı vermişler.

Proje önemli ama ne yazık ki bazıları projeyi yalan yanlış bilgilerle kirletmek için ellerinden geleni arkalarına koymuyorlar. Hiçbir ciddi kaynağa dayanmadan kimileri Mustafa Kemal’i Rum çetecilerin suikast yapacağı endişesiyle kent merkezlerinde dağ başların taşıyor kimileri de kendi evlerinin kapısına “Mustafa Kemal Atatürk falan tarihte burada kaldı” diye tabela asıyor. Kent ve ilçe merkezini bırakıp bir köy evine, bir dağ başına sığınacak, saklanacak bir Mirliva Mustafa Kemal portresi çizmek hem gerçeğe, hem tarihe hem de Mustafa Kemal Atatürk’e ve onun silah arkadaşlarının hatırasına saygısızlıktır. Tarih birilerinin yalan ve yanlışlarına alet edilemez.

Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’da ve de Havza’da geçen günlerinde bilinmeyen an yoktur. O’nun arkadaşlarını tehlikenin göbeğinde bırakarak bilinmeyen adreslere sıvışması ne O’na yakışır ne de O’nu terk etmek her biri cephelerde ölümle dans etmiş silah arkadaşlarına yakışır.

Tarihe yeni bilgi ve belge sunmak başka bir şeydir tarihi çarpıtmak başka bir şeydir. Gezi de Sayın Başkan’a şahsen ifade ettim; kamuoyunun önünde bir kere daha tekrarlıyorum: Bu proje güzel ve doğru projedir, lütfen, yalan ve yanlışlarla zarar görmesine fırsat vermeyiniz.

11 Kasım 2016
/Osman KARA


6 Kasım 2016 Pazar

Gard’ın Kadar Konuş…


Canik Belediyespor Bayan Basketbol Takımı ligin güçlü ekiplerinden Fenerbahçe’ye karşı kaybetti… Normal sonuç diyebilirsiniz… Haklısınız da…  Kadro yapılarına ve derinliğine baktığınızda aradaki farkı rahatlıkla görmeniz mümkün… “Bütçe meselesi “ deyip geçebilirsiniz… Bu biraz da kolaycılığa kaçar ya hadi öyle olsun…

Mehmet Can Öztürk’ü kaybettikten sonra takım kelimenin tam anlamıyla dibe vurdu… Hocasız çıkılan Avrupa ve Lig maçlarında kayıplar yaşandı… Yeni Coach, bu maçta tribündeydi, bundan sonra sahada olacak… Kendisine hem hoş geldin diyelim, hem de başarılar dileyelim…

Fenerbahçe karşısında maçın ilk iki periyotunda alan savunması yaptı Canik… Bu durum rakibin ekmeğine yağ sürdü… Konuk ekip dış şutlardan bulduğu sayılarla skor üstünlüğünü elinde tuttu… Ne zamanki o da üçüncü periyotun ortalarında adam adama savunma yapmaya başladı Canik, konuk ekip sayı üretmede zorlandı… Hızlı hücumlarla bulunan basketlerle on sayılık fark ikiye kadar düştü, oyuna ortak olundu. Son periyotta ortaya çıkan yorgunluk ve buna bağlı olarak yapılan basit hatalar, top kaybı. Savunma ribauntu alamama ve boş dönülen hücumlar sonucu belirleyen unsurlar oldu…

İyi bir oyun kurucun yok ise, sıkıntı başından eksik olmaz… Canik bunu ziyadesiyle hissediyor… 24 saniyelik hücum süresinin 18’ini dripling yaparak geçiren, son 8 saniyede oyun kurmaya kalkışan bir anlayışın başarılı olduğu görülmemiştir…

Basketbol da hep söylenir şu söz; “Gard’ın kadar konuş”… Canik için bu cuk oturuyor… Avrupa maçlarında başarılı oyunlarını gördüğümüz İvankoviç ve Misura yanımda oturup benim gibi izlediler… Oysa sahada olmaları gerekirdi… Bir sürpriz bekledik, ama göremedik… Sağlık olsun… Umarım bu yenilgiden çıkarılacak dersleri iyi okunur…

/Resul AKÇAY
06.11.2016

5 Kasım 2016 Cumartesi

Yetersiz Bakiye


Benim gibi düşünenlerin sayısının arttığını görüyorum… Süleyman Abay hakem camiasının en kötü hakemidir… Bir maçın içine nasıl edilir? Bunu becerebilecek tek isimdir Abay… Samsunspor’a karşı bilinmez, anlaşılmaz bir kini, öfkesi vardır… Kibarlığından ve terbiyesinden olacak, küfür ve hakaret etmeden maç sonu Ünal Karaman’ın hakem bozuntusuna öfkesi büyüktü… Sadece onun değil maçı izleyenlerinde hayır duasını aldı(!).

Verdiği iki penaltı komikti… Samsunspor aleyhine verdiği penaltı da haksız olduğunu bildiğinden, ilk pozisyonda hatasını telafi etme yoluna gitti… Hatayı hatayla telafi ederseniz eşitlemiş olmaz, iki hata yapmış olursunuz… Ama adamın futbol ile uzak yakın ilgisi yok!

Bankamatiğe gidersiniz, para çekmek istersiniz, çirkin bir ses size, “yetersiz bakiye” der… Samsunspor’un hali ruhiyesi, malzemesi bu… Bu kadroyla yapmak istediğinizin en iyisi budur… İyi ya da kötü alınacak her sonuca katlanacaksınız…

Bu zamana kadar hep kötüsünü gördük, dün gece finali mutlu sonla biten bir film izledik… Eleştirdiklerimizi, yeniden eleştirmek haklı da olsak en kolayı… Yönetim de bundan rahatsız oluyor, üzülüyorlar… Onlara zifiri karanlık da ortalık aydınlık diyeceksiniz ki, mutlu olsunlar…

Takım galip geldi ya, ortalıklarda zafer kazanmış komutan edasıyla gezerler ki yaklaşmamak lazım… Gerideyken tribünlerin ayranı kabardı… Futbolculara, yönetime gider yaptılar… Takım gurur yaptı, maça asıldı, gitti denilen puanlar geri getirildi… Maç sonu stadı terk etmediler, futbolcuları davet ettiler…

Bu kez küsen taraf futbolcular olsa da, bir müddet sonra akil bir davranışla yeniden sulh imzalandı… Balıkesir bozgunundan sonra toparlanıp, böylesi mücadele ortaya koymak iyi bir şey… Kazanmak ta güzel… Üzerimize giydiğimiz mutluluk elbisesini kirletmeden uzun süre giymek gerek…

/Resul AKÇAY
05.11.2016

3 Kasım 2016 Perşembe

Ayıp Kaçmadı Mı?


Galip Öztürk… Sıkıntılı bir süreç sonrası aylardır vatanından uzak kaldıktan sonra evine döndü, özgürlüğüne kavuştu… Tabi ki de sevindik, mutlu olduk… Ayağının tozuyla önce Canik Belediyespor – AGÜ maçını izledi, ardından da Samsunspor-Altınordu maçına geçti… Taraftarı selamladı, taraftar da ona olan sevgisini tezahüratlarla gösterdi…

Samsunspor’a olan katkılarını yazmaya kalksam yerim dar, sığdıramam… En son söylendiği  kadarıyla futbolculara dağıtılmak için talep edilen 200 bin TL kadar bir rakamı tereddütsüz göndermiş… Hatırlayın, yakın bir vakitte bir otobüsü yine karşılıksız kullanılmak üzere kulüp emrine vermişti… Geleyim asıl anlatmak istediğim mevzuna…

Galip Öztürk maça geldiğinde başkan Tutu, kendisine hoş geldin karşılaması yapmadı…  Kale arkasında oturmuş maçın başlamasını bekliyordu… Galip başkanın yakın çevresindeki bir isimle İstanbul seyahati yaptığımda öğrendim bu durumu… Üzülmüş, kırılmış… Haksız da değil diye düşünüyorum…

Erkut başkanın ne gibi haklı sebepleri, gerekçesi olabilir? Bunu da tartıştık, yanıt bulamadık… Umarım iki başkan bu konuyu aralarında konuşarak tatlıya bağlarlar… Zira, zaman küskünlük, dargınlık zamanı hiç değildir…


Ağzı Olan Konuşuyor…
Son yazımı okuyanlar hatırlarlar… “Akıllarından çok çenelerini çalıştıran bol ünvanlı, Ekigho ve İvanov gibi adamları kadroda tutamayan bir yönetici grubuna sahibiz… Çokbilmişler, üç gün boyunca gazetelere mağdur edebiyatı yapıyor, dördüncü günden gelecek maç gününe kadar ise “ceğiz, çağız”larla dolu umut pompalayan sözlerle taraftarlar avutuluyorlar…

Seyredin şimdi bugünden itibaren neler konuşacaklarını” diye yazmıştım… Bu kez azıcık farklı oldu… Tarihi yenilgi sonrası herkes başını kuma gömdü… Ağızlarını bıçak açmadı… Üç gün sustular, şimdi konuşuyorlar…

Urfa maçı arifesinde, bu maçın milat olacağını söylüyorlar… Milat… Sezon başından beri, her maç Samsunspor için Milat… Göreceğiz bakacağız o milat, bu milat mıdır?

Başka takımların puanlarının silinmesine, sevinir olduk… Ben değil, onlar söylüyor… Ben değil, onlar seviniyor… İki basamak yukarı çıkmışız…

Ne kadar büyük bir başarı, bir bilseniz, taklalar atarsınız…

/Resul AKÇAY
03.11.2016