30 Mayıs 2016 Pazartesi

Ah Tekkeköy Vah Tekkeköy

Samsun'un son zamanlardaki en çileli ilçesi hangisi diye sorarsanız hiç şüphesiz Tekkeköy derim. Yerleşimin insanlık tarihi kadar eski olduğu ilçe sanırım her bakımdan tarihinin en karanlık dönemini yaşıyor.  Hedef Halk'ı takip edenler bilirler.

Geçtiğimiz aylarda uzun bir süre hava kirliliğiyle manşetlerden inmedi Tekkeköy. Öyle ki başkan Togar'ı bile isyan ettirdi izinsiz kontrolsüz plansız sanayileşme yüzünden Türkiye'nin en kirli bölgelerinden biri haline gelen ilçe. Ki bu kirlilik haşırt diye yumurtadan da çıkmadı. Aksine ilk fabrikanın kuruluşundan itibaren göstere göstere geldi. Sayısal veri isterseniz ilçede Akciğer kanserinden ölüm oranları ortada.

Şimdi de yine çok Samsunsal olarak bir "ben yaptım oldu, oldu da bitti" ye getirilmek istenen Lojistik Köy projesiyle başları dertte Tekkeköylünün. Belediyenin bu Avrupa hibeli ve dolayısıyla sıkıştırmalı Lojistik Köy inadı yüzünden başlarına gelmeyen kalmadı Aşağıçiniklilerin. Bölgenin en verimli toprakları olan güzelim meraları mı mahvedilmedi,  O da yetmedi saçma sapan bir imar uygulamasıyla arazilerinin %40'ına bedelsiz el mi konulmadı, Mahkeme kararına meralarına tarlalarına sahip çıktıkları için polisle karşı karşıya getirilip göz altına mı alınmadılar, Valiye dilekçe vermeleri mi engellenmedi...   Daha neler neler...

Hatta birileri tarafından haklı mücadelelerinden ötürü "devlet düşmanı "bile ilan edildiler. Üstelik onlar Lojistik Köy'e değil Lojistik Köy bahanesiyle arazilerinin ellerinden alınmasına karşı çıkıyorlar.  Ragıp Göker'in Aşağıçiniklinin arapsaçına dönen Lojistik Köy çilesini bizzat yerinden noktası virgülüne kadar anlattığı yazı dizisini mutlaka okuyun. Orada haklı davalarında sonuna kadar direnen bir halkın hukuk mücadelesi var. Orada hakkı hukuku hiçe sayan bir belediyenin yarattığı utanç tablosu var. Orada bugünümüzün özeti var. Saygılar!

/Emre SEVEN
30.05.2016

Samsun Atatürk Anıtı 3d Teknolojisi İle Ölümsüzleşiyor

Başlıkta ki heyecan verici uygulamaya geçmeden önce bir konuya değinmek istiyorum. Anıtlar ve her türlü sanat eserleri, gelecek kuşaklara bırakılacak armağanlardır.

O nedenle de, bu eserlerin korunabilmesi için her türlü önlem alınmalıdır. Çünkü iklim değişiklikleri, doğal afetler, kaza ve terör olayları yanında, bugünün Türkiye’sin de heykel ve sanat eserlerine karşı takınılan tavırları da düşününce, özellikle böylesine güzel ve Ondokuzmayıs Misyonunu temsil eden Atatürk Heykeli’ni korumak daha da önem kazanmaktadır.  

Dünyanın önemli kentlerinden söz edilince mutlaka onları tanımlayan simgeleri akla gelir. Samsun denince de ilk akla gelen Atatürk Anıtı’dır. Bu nedenle de, Samsun için Atatürk Anıtı ayrı bir anlam taşır.

Birinci Dünya Savaşı sonrası tüm topraklarını kaybeden Osmanlı İmparatorluğu’ndan geriye Anadolu ile Trakya’nın bir kısmı kalmıştır. Ama Anadolu’nun da büyük bir bölümü ve İstanbul, savaşı kazanan devletlerin dayattıkları Sevr Antlaşması ile paylaşılmıştır.  

Bu işgali kabullenmeyip isyan eden Mustafa Kemal Paşa ve silah arkadaşları, 19 Mayıs 1919 Sabahı Milli Mücadeleyi başlatmak üzere Samsun’a çıkmışlardır.

Samsun’da atılan ilk adım sonrasında kazanılan Kurtuluş Savaşı ile Anadolu düşmandan temizleniyor ve yeni bir devlet kuruluyordu.   

Bu zafere giden yolun ilk adımını Samsun’da atan Mustafa Kemal Paşa, Samsun’u onurlandırmış ve Samsun’a Ondokuzmayıs gibi çok önemli bir misyon kazandırmıştır.

Samsun Halkı ’da, Türkiye’nin en güzel anıtını Atası için yaptırmıştır. Avusturyalı Heinrich Krippel tarafından yapılan bronz heykel, 29 Ekim 1931 tarihinde Samsun’a getirilerek Mustafa Kemal Atatürk’ün Samsun’a ilk adım attığı yere dikilmiş ve 15 Ocak 1932 tarihinde de Samsunluların katıldığı coşkulu bir törenle açılmıştır.

Samsunlu genç bir hukukçu olan Sayın Av. Burhan Uyan, ülkemizde ilk defa 3 D olarak tanımlanan bir teknoloji ile işte bu Samsun Atatürk Heykelinin dijital modellenmesi ve 3-boyutlu baskı sistemiyle üretilmesi için tarihi projeye imza atmış bulunmaktadır.  

Proje koordinatörü ve 3D Prototip/üretim teknolojileri danışmanı Burhan UYAN, projeyi şöyle anlatmaktadır;

Geleceğimize ışık tutan bu çok yeni teknolojinin kullanıldığı alanlardan biri de tarihi ve milli eserlerin dijitalleştirilerek 3-Boyutlu baskı sistemleriyle adeta yeniden üretilmesidir.

Günümüzde birçok ünlü müze, çeşitli eserlerini bu yolla kopyalayıp eserleri güvenceye almaktadır Biz de böylece Samsunumuzun sembolü olan Atatürk Heykeli’ne bu teknolojiyi uygulayarak, nesiller boyunca dijital dünyada da kalıcı olmasını sağlamak istedik.

Ülkemizde ilk defa gerçekleştirilecek bu tarihi projemize en büyük desteği veren Samsun BŞB Başkanı Sayın Yusuf Ziya Yılmaz’a yaklaşık 2,5 ay sonra Atatürk Heykelinin dijital 3-Boyutlu görüntü dosyası verilecektir.

Ayrıca, her türlü 3D baskı makinesinde yeniden üretilebileceği teknik dosya ve projenin hatırası olarak 3D basılmış Atatürk Heykeli Replikası da takdim edilecektir.

3D teknolojisi; tasarımdan prototiplemeye, müzecilikten milli eğitime, endüstriyel üretimden tıbbi 3D baskıya kadar olağanüstü geniş ve rekabetçi bir gelecek teknolojisidir. Biz projemizden aldığımız ilhamla, bu 3D üretim teknolojilerini yaratıcı biçimde kullanarak, Samsun şehrinin zengin ve eşsiz tarihini; gelecek nesillerin elleriyle dokunabilecekleri ve herkesin ulaşabileceği şekilde yeniden, tıpkı-basım modelleriyle somutlaştırıp paylaşmak istiyoruz.

Bir sosyal sorumluluk projesi olarak başladığımız bu çalışma, bu yüksek teknolojiyle neler yapılabileceğini de gösterecek, bu amaçla Samsun şehrimizin tarihsel farkındalığını ve teknolojik rekabet gücünü artıracak her türlü işbirliğine açık olduğumuzu belirtmek istiyoruz.’’

Proje aşağıdaki açılardan Türkiye’de bir ilk olacaktır:
Ülkemizde şimdiye dek 3D taranan en büyük cisim olması,
Ülkemizde şimdiye dek 3D taranan ilk Atatürk Heykeli olması,
‘The Museum Quality’ sıfatıyla üretilecek ilk oranlı replika olması,
Ünlü heykeltıraş Heinrich Krippel’in 3D modellenen ilk eseri olması;
Bir Atatürk Heykeli’nin dijitalleştirilerek kamuya sunulması yoluyla dünyanın her yerinde ve her zaman yeniden üretilebilmesi olanağının verilecek olmasıdır.

Amaç, Samsunspor gibi şehrin bazı kuruluşlarının amblemlerinde Onur Anıtı olarak yer alan, ayrıca Türk lirasının yedinci sürüm grubunda yer alan yüz bin liralık banknotunun ön yüzünde de kullanılan anıt olan Samsun Atatürk Heykeli’nin dijitalleştirilmesidir.

Projede; proje koordinatörü ve teknik danışman sıfatıyla Burhan UYAN, proje fotoğrafçısı sıfatıyla ulusal çapta ödüllü Samsunlu fotoğraf sanatçısı Ender PEKŞEN, teknik destek sıfatıyla Mesut CEMİL ( Vizyon Yapım ) ve uygulamacı sıfatıyla heykeltıraş Furkan PAYASLI ( Anar-Eyni Atölyesi) yer almaktadır.

Sayın Av. Burhan Uyan bu projesi için Samsun konusunda önemli birikim ve deneyimleri olan herkesten destek almayı amaçladığını söylemektedir.

Bu anlamda benimle görüştüğünde, ben de dâhil olmak üzere, Samsun ile ilgili önemli tespit ve çalışmaları olan ve geçmiş dönemlerde Samsun Belediyesinde İmar Müdürü olarak da görev yapmış olan Sayın Mimar Embiya Sancak ile Samsun ile ilgili çok geniş fotoğraf arşivi olan Sayın Kenan Hazneci’yi de, proje destekçileri olarak bu projeye dâhil ettiğini belirtmiştir.

Böylesine heyecan veren projeyi duyan herkesin soracağı, “Bir hukukçu olarak böyle teknolojik bir konuya nasıl girdiniz?” Sorusunu ben de kendisine sordum.

Sayın Av. Burhan Uyan, yıllardır “Marka ve endüstriyel tasarımların fikri mülkiyet haklarının korunması” Konusun da davalara girdiğim için teknolojik konularda detaylı incelemeler yapıyor olmam, beni bu konuya yöneltti diyerek açıkladı.

Sayın Av. Burhan Uyan, 22 yıldır Samsun Barosu’na bir avukat olup,   halen Barolar Birliği’nde de, “Türkiye Barolar Birliği Avukat Hakları Merkezi Yürütme Kurulu Üyesi” Olarak görev yapmaktadır.

Bir Samsunlu olarak Samsun Atatürk Anıtı’nı üç boyutlu olarak güvenceye alacak projesi için kutluyor ve teşekkür ediyorum.

Dinlediklerim ve gördüklerimden sonra bu projenin başarı ile tamamlanması halinde, tüm sanat eserlerinin geleceğinin güvence altına alınmış olacağı inancım perçinlenmiş oldu.

Bu projeyi planlayan Sayın Av. Burhan uyan ve ona destekleri ile cesaret veren destecileri alkışı hak etmiştir.

Güzel ve gönlünüzce bir hafta diliyorum.

Not: Her pazartesi günü yayınlanan yazım, bilgisayarım da yaşadığım sorun nedeniyle, bu hafta Salı gününe kaymıştır. Tüm okurlarımdan özür diliyorum.

/Sadi SUBAŞI
30.05.2016

Bir Kentin Hafızası

Tarihi olmayan kentin kültürü olur mu?  İsterseniz oradan başlayalım yazımıza. Çünkü konumuz Samsun kültürü. Bir defa kültür deyince  ‘ortak tarih ve milletin ortak yaşama biçimi akla gelmesi gerektiğine göre bu değerlerin olmadığı yerlerde köklü bir kültürden bahsetmek mümkün müdür? Yine Samsun üzerinden bakıldığında bir tarih mirasından, ortak vicdanlardan bahsetmek mümkün müdür?

Peki, o zaman Osmanlılardan bile önce Selçuklular döneminde Müslüman Türklerin eline geçmiş bu şehirde Osmanlıdan kalan birkaç eserden başka tarihe dair ne kalmıştır? Neredeyse bin yıllık sadece Müslüman Türklere ev sahipliği yapan bu şehirdeki eserlerin çoğu yanmış, yıkılmış, kaderine terk edilmiş, dünden bugüne ise birkaç cami, türbe, konak kalmıştır.  Birkaç hatırlatmayla derdimizi somutlaştıralım!


Mevlevihane

Bugüne sadece sokak adı olarak kalmış Mevlevihane şimdilerde nerededir acaba? Yapılan araştırmalara (Prof.Dr.Cafer Sadık Yaran) göre bugünkü Mevlevihane Caddesi girişinde (bugün orduevi - pastane) olduğu hesap edilen Mevlevihanenin vakıfları dahi olduğu bilinmesine rağmen ne Mevlevihane ortadadır ne vakıfları?  Konuyu SAGEM’de ilk defa gündeme getiren C.S.Yaran Hocamızla ve SAGEM’deki arkadaşlarımız Mevlevihane’nin tekrar yapılması için Büyükşehir Belediyesi ile defalarca görüştüler, konuyla ilgili Konya ve İstanbul’dan uzmanlar da geldi ancak önceleri bu işe sıcak bakan Büyükşehir birden projeden vazgeçti.


Samsun Kalesi

Gözümüzün önünde daha birkaç yıl önce birden ortadan kaybolan Samsun kalesinin son kalıntıları meselesi ise tam trajikomik.  Geçtiğimiz günlerde www.akasyam.com da yapılan haberdeki eski ve yeni fotoğraflardan da görüleceği gibi bir kısmı daha önceleri yıkılan kale kalıntıları sanıyorum beş yıl önce Samsunluların gözünün önünde hem de bir sokağın önü kapatılarak yapılan binanın altında kalmış durumda. Kale kalıntıları da binanın otoparkının içinde -sözüm ona- araçların arasında korumaya alınmıştır.


Büyük Camii

Yine Büyük Camii’de yapılan restorasyonda harcanan trilyonlara rağmen kullanılan plastik kapı ve pencereler tarihle -tarihi koruma bahanesiyle- nasıl dalga geçildiğinin en iyi göstergesi olmuştur. Atatürk Bulvarından Camii’ye çıkan yollar ise başka bir trajikomik durum olmuştur. Yine Samsun deyince akla gelen ilk adreslerden olan Büyük Camii ismi ise yeni yapılan tramvay için oluşturulan durağa verilmemiş, onun yerine AKM’deki Opera ismi verilmesi tarihimize ve kültürel değerlerimize büyük saygısızlık olarak kabul edilmiştir.


Bedesten

Samsun tarihi miraslarından sayılan yine Kale Mahallesi sınırlarında yer alan Bedesten Çarşısı da tarihi kıyımdan nasibini almış, adı ve konumu doğal ancak fiziksel görünümüyle ucube bir halde kaderine terk edilmiş durumdadır.


İlkadım’da opera (0 da ne?)

Türkiye’nin elli ilinden büyük olmasıyla övünen İlkadım’da hala doğru dürüst bir konferans salonunun, kültürel etkinliklerin yapılacağı alanların olmaması sizce de çok inandırıcı gelmiyor olsa da gerçek. Şu anda İlkadım’da kullanılabilecek tek yer AKM. Daha doğrusu eskiden adı öyleydi Şimdilerde bu alan Opera diye biliniyor. Ve onlardan fırsat kalırsa etkinlik yapabilirsiniz. İlkadım Belediyesinden acilen yeni, büyük ve donanımlı bir kültür merkezi bekliyoruz.

Yapay Tarih (hafıza değiştirme çalışmaları)

Hiçbir geçerliliği ve gerçekliği olmadığı tarihçiler tarafından defalarca ifade edilen Samsun’daki Amazon varlığı üzerinde oluşturulmaya çalışılan yapay kültür çalışmaları üzerindeki ısrarı ve inadı anlamak da mümkün değil. Amisoslardan kalan birkaç kalıntı üzerinden şehri Amisos üzerinden tarihle buluşturma gayretini ise anlamış değiliz hala.


-Birkaç da  iyi haber !

Saathane

Bu kadar kötü örneğin yanında Saathane civarındaki tarihi ortaya çıkarma çalışmalarını ise dikkatle izliyoruz. Özellikle Büyükşehir Belediyesinin tarihi binasının yanındaki artık harabe haline gelmiş (aslında tarihi bina yüzyıllık, ucube bina ise daha kırk yıllık bile değil) binanın da yıkılarak yeni bir çevre düzeni ile Taşhan ve İsmailağa Medresesinin ortaya  çıkarılmasını destekliyoruz. Ancak o yıkılan o görüntüsü bozuk ve harabe alanların yerine Osmanlı mimarisine uygun çarşılar yapılarak tarih canlandırılamaz mıydı diyerek de düşünmeden edemiyoruz.
 

-Seyyid Kudbiddin

Bunun yanında Seyyid Kutbiddin Türbesi’nin ihyasına yönelik Vakıflar genel Müdürlüğünün çalışmalarını takdir ediyoruz. Umarız burası bitirildiğinde samsun’un Eyüp Sultanı olacak, her biri bir tarih eser olan mezar taşları ortaya çıkacak, ölülerimiz de serseri yuvası olan bu mekanda ruhları daha rahat olacaktır.

 -Fazıl Kadı İlkokulunun restorasyonla gençlik merkezi haline getirilmesi kent kültürü açısından olumlu bulunmakla beraber önündeki tarihi çeşmenin sahipsiz bırakılmaması da önemlidir.

-Reji

1897 de kurulan ve 1994 yılına kadar faaliyetini Sigara fabrikası olarak sürdüren alan uzun yıllar atıl olarak kaldı, çevresine tehlike saçtı. Ancak sonrasında Büyükşehir o bölgeyi AVM olarak bir firmaya verdi. Bugün reji alanı hem aslının korunmasıyla hem de ticaret merkezi olarak şehre ciddi katkılar sunuyor. Takdir ediyoruz.
***

Samsun'un kozmopolitliğine (ne demekse!) sığınılarak, maalesef Samsun'un kökleriyle oynanmak istenmektedir. Samsun'un tarihi kimliği de bu anlamda değiştirilmek istenmektedir. Kime neye hizmet ettiği bir türlü anlaşılamayan bu tarih bilinçsizliği ve kompleksi Samsun’un tarih hafızasını ciddi şekilde tahrif etmektedir.

Bunun yanında son zamanlarda tarihe ve kültüre sahip çıkma adına güzel gelişmeler olduğunu da kabul etmek zorundayız ancak yeterli olduğunu söylemek de yanlış olur. Bir şehrin yollarını genişletebilirsiniz, yeni yollar da açabilirsiniz, yeni konut ve ticaret alanlarım oluşturabilirsiniz ama ruh veremediğiniz sürece yaptıklarınız o anla ve zamanla sınırlı kalır. Geleceğe bir iz bırakamazsınız. İz bırakmak için de iz sürmek gerekir.

/Ali KORKMAZ

23 Mayıs 2016 Pazartesi

Samsun Kent İçi Peysaj Düzenlemelerinde İstanbul’u Örnek Almalıdır.

Daha önceki bir köşe yazımda da belirttiğim gibi bir kentin, iki değişik görüntüsü vardır. Bunun birisi kent dışından gelenlerin gözlemlerine dayalı görüntüsü, diğeri de kentte yaşamını sürdürenlerin gözlemlerine değil, kent gerçeklerine dayalı görüntüsüdür.

Bu iki açıdan bakınca, o yazımda da vurguladığım gibi Samsun adeta iki ruhlu bir kenttir. Çünkü kentimize turistik anlamda gelenlere gösterilenler veya gördükleri Samsun’un güzellikleridir.

Samsun’un öte ki yüzünü görenler ise, bu kentte yaşayarak kentin cefasını da çekenlerin gördükleri, sorunlar yumağı Samsun’dur.

Samsun’un bu iki farklı görüntüsünün altını çizdikten sonra bugün sizlerle dışarıdan gelenlerin gördüğü Samsun’u daha da güzel gösterecek bir uygulamayı paylaşmak istiyorum.

Samsun’dan söz ettiğim her yazımda vurguladığım gibi bir kente gelenlerin o kent hakkında olumlu izlenimler edinmesini sağlayan ilk şey, kent girişlerinin çok düzenli ve renkli oluşudur.

Samsun, son yirmi yılda bu konuda çok önemli doğru düzenlemelerin yapıldığı bir kenttir. Sanıyorum dışarıdan gelenlerin ilk olumlu tespitleri de, kent girişlerinin salaş yapılardan temizlenmiş olması ve yapılan çevre düzenlemeleridir.

İşte bu nokta da, yapılan düzenlemeleri çok daha etkileyici kılacak bazı düzenlemelerden söz etmek istiyorum.

Rahmetli Muzaffer Önder döneminde başlayan ve Sayın Yusuf Ziya Yılmaz dönemlerinde de artarak sürdürülen kavşak ve orta refüjlerin çiçeklendirilmesi uygulaması ilk bakışta güzel gözükse de, harcanan para ve emeğin karşılığını yansıtmadığını düşünüyorum.

Bu konuda ki tespitimin ne kadar doğru olduğunu, İstanbul’a Uçakla gidenler onaylayacaklardır.

Çünkü daha Atatürk Havaalanından kent merkezine gelirken, orta refüjler de ve yol kenarlarında ki tüm boş alanlarda çiçeklerle yapılmış harika peyzaj düzenlemelerine hayran olmamak mümkün değildir..

Önceki hafta İstanbul’daydım. Her gidişim de bu güzelliğin değişerek daha da arttığını görüyorum ve ister istemez gözlerimin önüne Samsun’un da bu yönde ki çabaları geliyor.

Gelmesine geliyor ama aynı hayranlığı kendi kentim için söyleyemiyorum. Samsun’da bu konuda hem çaba harcıyor, hem de sanıyorum ciddi bir boyutta bütçe ayırıyor.

Fakat Samsun Büyükşehir Belediyesi’nin ekipleri çiçeklerle yapılan peyzaj düzenlemelerinde İstanbul’un yanında çok amatör kalıyor.

Özellikle son yıllarda Samsun’da da çok sayıda lale ekiliyor. Ne var ki, Atatürk Bulvarı’nın dar orta refüjlerine dikilen ve zaten ömürleri yirmi gün civarında olan laleler, hak ettikleri güzelliği sergileyemiyorlar. Oysa laleler daha geniş alanlarda ve sıkça dikildiğinde kendini gösteriyor.

Örnek olarak söylemek gerekirse, o kadar çok yere lale dikmek yerine Atatürk Bulvarı boyunca kavşaklarda ki göbeklerin her birine farklı ama tek renk lale dikilmiş olsa veya Doğu Park’ta bir lale parkı oluşturulsa, inanıyorum ki çok daha gözü okşayan bir görüntü sağlanmış olacaktır. 

İstanbul’da dikkatimi çeken bir başka şey de, çiçekler düz alanlar yerine hafif eğimli yan taraflara dikiliyor. Düz alanlarda ise, toprak tepeler ve yamaçlar oluşturularak çiçekler mutlaka geometrik şekiller de dikiliyor.

Duvarların çiçeklendirilmesi ise, Samsun’da ki uygulamadan çok daha farklı bir şekilde düzenlenmiş.

Büyükşehir Belediyemiz madem bu konuya önem veriyor ve önemli bir bütçe harcıyor, o zaman bu düzenleme için İstanbul Büyükşehir Belediyesini örnek almalıdır.

Samsun Büyükşehir Belediyesi bu konuda ki görevli peyzaj ekiplerini İstanbul’a göndermeli ve orada ki düzenlemeleri yerinde inceletmelidir. Hatta İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin bu düzenlemeleri yapan ekipleri ile görüşmelerini sağlamalıdır.

Bu konuyu neden bu kadar önemsediğimi merak edenler, lütfen Google’a “İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nin peyzaj düzenlemeleri” Yazarak yapılan geometrik düzenlemeleri izlesinler. Sanırım onlarda hayran kalacaklardır.

Amaç Samsun’un görsel güzelliğini artırmak olduğuna göre, sanırım bu önerim dikkate alınacaktır.

Çok daha güzel bir Samsun yaratmak, bu kenti yönetenlerin görevi olduğu kadar bu kentte yaşayan bizlerinde görevi olmalıdır.

Güzel ve sorunsuz bir hafta dileğiyle

/Sadi SUBAŞI
23.05.2016

22 Mayıs 2016 Pazar

Gölle Bayramı Geri Dönüyor

Başlığa bakıp “Ne göllesi ne bayramı?” diye soran okuyucularımı işitir gibiyim. Efendim, “gölle” öz dedenizin, ninenizin çok sevdiği geleneksel bir yiyecektir, “bayramı” ise asırlarca kutlanan Yörüklere özgü bir bahar bayramıdır desem…Bilmem kaç kişi inanır bana? Kimseye kızamıyorum, zira eskiye ait ne varsa gömüp üstüne beton döken “naylon” muhafazakârların elinde maskara olduğumuz için çoktan unuttuk, gittik bize ait olan değerleri…

Gölle Nedir?
Gölle, mısır ve/veya buğday haşlanarak yapılan bir tür Yörük yiyeceğidir. Anadolu’da orta ve batı Toroslar, batı ve kuzey Ege bölgelerinde Yörükler arasında yapılır. Karadeniz ve Marmara boyunca bilhassa Çepni Yörükleri arasında buna benzer geleneksel yiyeceklerin varlığı biliniyor. Bilhassa Rumeli’de, Makedonya ve Rodop Dağları civarında Rumeli Yörükleri arasında sevilen bir yiyecektir. Daha iyi anlaşılsın diye söylüyorum: Modern kültürde “bardakta haşlanmış mısır” diye satılan atıştırmalığa benzer. Farkı, koca sahanlarda haşlanmasıdır. Küllüsü ve sadesi olur.

Gölle Bayramı
Bugün Yunanistan topraklarında kalan Kavala, Sarışaban, Drama gibi eski Osmanlı topraklarında yüzlerce sene kutlanan yöresel bahar bayramıdır. 1924 nüfus mübadelesi Anadolu’ya taşınan bu gelenek, 1960’lı yılların sonlarına kadar Samsun’daki mübadil köylerinde de sürdürüldü. Daha sonra zamanla küreselleşmeyle birlikte giderek unutulmaya başlanan bu bayram, genç nesiller tarafından tamamen unutuldu.

Gölle Bayramının Tarihi
Özgün kökleri, Oğuz Türklerinin Orta Asya’daki yaşantısında ve Anadolu’da Hitit bereket tanrıçası “Kibele” kültünde aranabilir.
Rumeli’deki geçmişi, Osmanlıların Balkanlar’a çıktığı 14. yüzyılın ortalarına kadar uzanmaktadır. Osmanlıların Rumeli’de izlediği fetih ve iskân politikalarına paralel olarak buraya gönderilen Yörük Türkmenlerle beraber yerleşmiştir. Rumeli’de değişik bölgelerde farklı varyasyonlarla kutlanır olmuştur.

Gölle Bayramı Ne Zaman Kutlanır
Nevruzdan itibaren ilkyaza kadar olan bahar aylarında, daha çok da Hıdırellezle beraber kutlanır. Mart, nisan, mayıs aylarında önceden kararlaştırılan bir gün olabilir.

Gölle Bayramında Neler Yapılır
Köydeki her haneden kurutulmuş mısır toplanır. Köylüler işi gücü bırakır. Hep birlikte kıra gidilir. El birliği ile mısır taneleri koçanlarından ayrılır. Ateş yakılır. Büyük kazanlarda haşlanır. Tuzlanır. Köy halkı arasında paylaştırılır. Bunun yanı sıra rengârenk boyanmış yumurtaları tokuşturma, mani okuma, niyet çekme, dilek ağacına çaput bağlama, salıncak kurma, türkü söyleme gibi gelenekler yerine getirilir.

Haftaya Gölle Bayramı Var…
Yaptığı özgün etkinlikler ve Türk kültürüne yaptığı değerli hizmetlerle fark yaratan bir hemşehri derneği olan Samsun Mübadele Derneği, şimdi de ‘Gölle Bayramı’nı yeniden canlandırıyor. Derneğin hanım başkanı Olcay Yanık, gölle bayramının yaşatılabilmesi için popüler kültürle barışması gerektiğini düşünüyor.

Bu amaçla 28-29 Mayıs 2016 tarihlerinde, 56’lardaki Uğur Mumcu Parkı’nda İlkadım Belediyesi’nin desteği ile “modern çağın gölle bayramı” sayılabilecek bir etkinlik düzenlenecek. Gelecek hafta sonu, parkın içine çok sayıda stant kurulacak, geleneksel yiyecekler ve el işleri, organik ürünler sergilenecek.

Bu arada bu bayramın özgün ritüelleri de yaşatılacak. Örneğin gölle pişirilecek, renkli yumurtalar haşlanacak, hatta sembolik dilek ağacına çaput bile bağlanacak. Etkinliğe kimler mi davetli? Elbette kendisini Türk kültürüne bağlı hisseden bütün Samsunlular…
Olcay Hanım, “Bu bir mübadil bayramı değil, nihayette kökleri asırlar öncesine inen bir Türk geleneği…” diyor ve bu şehirde beraber nefes alıp veren herkesi gelecek hafta sonu Uğur Mumcu Parkı’nda gölle yemeye çağırıyor!  
(…)

/Akın ÜNER
22 Mayıs 2016
http://www.habergazetesi.com.tr/yazarlar/11984/golle-bayrami-geri-donuyor

Ben Her 19 Mayıs’ta Bir Kez Daha Doğarım

19 Mayıs 1919, Türkiye’nin kalbine güneşin doğduğu gündür. 19 Mayıs, Kurtuluş Savaşı’nın Samsun’ da başladığı gündür. Benim adım Eleni veya Aliki değilse, ben ibadetimi serbestçe yapabiliyorsam, kiliselere gitmeye zorlanmıyorsam, ben hem laik hem de dindarsam bunu Sevgili Atatürk’e borçluyum. Her Türk vatandaşı da benim gibi düşünüyor olmalı.

Mayıs ritüellerini değiştirmek talihsizce alınmış bir karardır. Tarih bunu daima anacak ve yazacaktır belleklere... Her şeye yasak koyabilirsiniz. Ama yüreklere yasak koyamazsınız. Türk milleti tarihinin en bunalımlı günlerini yaşamakta. İşbirlikçi Amerika, Fransa , Almanya , İngiltere tarafından abluka altına alınmışız.

Rusya, İran ,Suriye pusuda bekliyor. Üstüne üstlük IŞİD , PKK ve diğerleri.. Bunca bunalım  ve kaos içinde iken  üstüne üstlük Cin ALİ  kitaplarının  serüvenlerini okuyacağız. Suriyeli ,İngiliz , Arap onlarca millet içimizde. Bütün yer altı, yer üstü servetlerimize el konulmuş. Medya susturulmuş. İletişim alanlarımız kontrol altında her şeyimiz izleniyor. Tıpkı TV’de izlenen “Biri bizi gözlüyor” oyunları gibi. BGD evleri gibiyiz.

Teşvikiye karakolunu bile satışa çıkarmışız  İstanbul da. Tüm kalelerimiz düşmüş. Binlerce şehit vermişiz. Açlık ve geçim derdi insanları bunalıma itmiş. Sokaklar psikopat insanların şiddet gösterilerinden geçilmez olmuştur. Kadın ve  töre cinayetleri önlenemez bir yükselişe girmişken, iktidar hala silah satışını durdurmadığı gibi bir de kolaylaştırma yolunu seçmiştir. Kılık, kıyafet yasası ise bir faciadır. .

Ülkemiz Cumhuriyet tarihinin en önemli siyasal ve ekonomik krizini yaşamaktadır.  İşsizlik, yolsuzluk, yoksulluk, hayat pahalılığı önü alınamaz duruma gelmiş, ülke kan gölüne dönmüştür. Din siyasal bir hareket haline gelmiştir. Din birilerinin söylemi olmuştur. Oysa kalplerdeki gizli olanı ancak ve ancak Allah bilir. Din bir iman ve inanç meselesidir. Bugün ise din, dillerde bir şov  malzemesi olarak kullanılmaktadır.

Müslümanlığın dürüst ahlak, merhamet, paylaşma, yardımlaşma ve başkalarının hakkına saygı duyma gibi öğeleri vardır. Allah kibirli insanları  hiç sevmez. Kısaca din artık bir şov nesnesi olmuştur. Kim özgürlüğünü savunamıyorsa, sustuğu içindir.  Bugün Türkiye’nin uyanış ve diriliş günü olmalıdır. 19 Mayıs, dini bayramlardan dahi önemlidir. Çünkü dinimizi bayramlarımızı da düşman işgalinden kurtulduğumuz bugüne borçluyuz.

Eski görkemli 19 Mayıs bayramlarını çok özlüyorum. Hem  de gözlerime kanlı yaş doldurarak özlüyorum. 19 Mayıs 1950, benim doğduğum gün. Önce Allah’a şükrediyorum. Sonra anama teşekkür ediyorum beni bugün doğurduğu için. Bugün 19 Mayıs.  Bugün ben  inadına dindar ve inadına laik bir Türk kadınıyım…   Her 19 Mayıs da bir kez daha yeniden doğuyorum.

/Gül TURAN
22 Mayıs 2016

Çarşamba Kitap Fuarı

Bu yıl 4.sü düzenlenen Çarşamba Kitap Fuarındaydık. Samsun Yazarlar Derneği olarak açtığımız stantta yazarlarımız okurlarıyla buluştu. Hem Kitaplarını imzaladı, hem de söyleşilerde bulundu. Şiir okumaları Okur Yazar Söyleşileri...oldukça keyifliydi.  Bir anlamda okur yazar buluşmaları gerçekleşti.

Ülkemizin önde gelen yayınevleri açtıkları stantlarda yeni kitaplarını Çarşambalı okurlara sundu. Bu arada önemli kalem erbabı yazar ve şairlerimizde Çarşambaya geldiler. Vefa Alışveriş Merkezinde gerçekleşen fuarda konferanslar verildi, söyleşiler yapıldı. Bu yıl 4.sü açılan güzel fuarın onur konuğu yedi güzel adamdan birisi olan Rasim Özdenörendi. Çarşambada daha önce gerçekleşen kitap fuarlarına katılma imkanı da bulmuştum. Bu yıl ki fuarda fena değildi. Elbette gönül daha verimli olmasını arzu ederdi. Varsın olsun. Buna da razıyız.

Yazının sonuna bırakmadan yapılması gereken gereken teşekkürü yerine getirmeliyim. Emeği geçen katkıda bulanan herkese ayrı ayrı teşekkür ediyorum. Fuar düzenlemek öyle kolay bir iş değildir.  Hele Çarşambada bunu yapabilmek epeyice cesaret isteyen bir iştir. Bu anlamda Çarşambalıları şanslı görüyorum. Başarı katılımın çokluğu ya da azlığı ile ölçülemez. Ölçülmemeli de.

Ufuk insanlar kemiyete değil keyfiyete bakarlar. Milletine karşı borçlarını ödemek isterler. Vefa her insanın değil er insanın işidir. Zaten fuar alanının adı da Vefa olarak geçiyor. Farkındaysanız bu isim yapılan işle ne de güzel örtüşüyor. sadece okurlar kitaplarla ve yazarlarla buluşmadı. Bu arada yazarlar ve şairler de yazar ve şairlerle buluştu. Yeniden tanışma ve sohbet etme imkanı elde etti.

Daha iki ay evvel Samsun'da düzenlenen Tüyap Fuarına da katılmış ardından yazı yazmıştım. Kısa bir süre sonra İlkadım Belediyesi Samsunda Çocuk kitapları fuarı düzenledi. Bütün bu gelişmeler Samsunun bu anlamda kabuğunu kırdığını gösteriyor. Bu faaliyetler umarım gelecek yıllarda daha güzel gelişmelere yol açar.

Çarşamba kitap fuarına ev sahipliği yapan Çarşamba Belediye Başkanı Sn. Hüseyin Dündar'ı kutluyorum. Organizasyonda rol alan arkadaşları tebrik ediyorum. Her şey güzel gidiyor. Önemli olan kaç insanın ziyaret ettiği, kaç kitap satıldığı değildir. Önemli olan bir işin samimiyetle yapılmasıdır. Öyle olduğu kanaatindeyim. Bardağın boş tarafına bakanlar için çok malzeme çıkabilir. Asıl mesele dolu tarafına bakabilmektir. Önce boş tarafına bakmakla başlandığı için kırılan bardak sayısı da az  değildir. Daha güzel fuarlar temennisiyle...

/Ahmet Seven
22.05.2016

19 Mayıs 2016 Perşembe

19 Mayıs'ı Yeniden Düşünme Zarureti

19 Mayıs kentinde yaşıyoruz. Oysa 19 Mayıs, yalnız bizler için değil, tüm ülkemiz, tarihimiz ve dünyamız için önemli olduğunu düşünüyoruz. Milletimiz için bu kadar önemli olan bir tarihi yeniden düşünmenin gereğine inanıyoruz. 19 Mayıs 1919 yılında Samsun’a çıkan kadroyu vatansever de onları göndereni vatan haini ilan etmek asla doğru bir düşünüş değildir.

Birilerini yüceltme adına başkalarını lekelemek ya da küçültmek, yüceltilene hakarettir. Mustafa Kemal ve arkadaşları ne kaçarak, ne de kırık-dökük bir kayıkla Samsun’a gelmişlerdir. O günün en iyi gemilerinden biri kabul edilebilecek bir gemi ile ve tam bir kadro ile Samsun’a gelmişlerdir. Görevlendirme alanında herkese emretme yetkisi ile donanımlı Padişah Vahdettin imzalı, işgal kuvvetleri vizeli bir kararname ile Samsun’a gelmiştir.

Artık 19 Mayıslar övgü ve yergi günleri olarak hatırlanmamalıdır. Milletimizin en zor zamanlarında bile nasıl kendi içinden kurtarıcılarını çıkarış şekli konuşulmalıdır. “Battı, yıkıldı, tarihe gömüldü, hastaydı öldü” denildiği bir yerde nasıl dirildiği konuşulmalıdır. “Kendi içinden” diyoruz. Çünkü bu devleti geçmişinin devamı olarak kuranlar, yıkıldı denilen Osmanlı subayları tarafından kurulmuştu.

İşte bu, her yerde görülemeyen bir başarıdır, bir diriliştir. 19 Mayıslarda bunları konuşalım. Bizi daha ilerilere taşıyacak, geçmişin musibetlerini tekrarlamayacak çözümleri konuşalım. Kin ve nefret kültürünün egemen olduğu bir etkinlik asla bayram olarak nitelendirilemez. Bizler hep bunu yaptık: Okulda sövmek, bayramda lanetlemek adeta ayrılmaz yaşamımız olmuştur. 19 Mayıs, bayram ise bayram gibi kutlanmalıdır. Dünyanın hiçbir yerinde ikisi bir arada olacak şekilde övgü ve sövgü bayramı olmaz. Biz yapmak zorunda mıyız? Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
19.05.2016

Maraton mu? Halk Koşusu mu?

Yazının başlığını böyle attım ama, konu ile ilgili o kadar akla gelecek soru var ki ? Hepsi birer başlık olur... Üç tane Etiyopyalı da olmasa, canım maratonun adından "uluslararası" kelimesini çıkarmak gerekirdi... 150'ye yakın katılımın olduğu Samsun 19 Mayıs Yarı Maratonu koşuldu... Siz maraton deyin, ben ısrarla halk koşusu derim... 20 küsürü bayandı... Bayanlar ve erkeklerin içinde gerçekten yarışmacı olanların toplam sayısı iki elin parmaklarını geçmezdi... Zaten altısı kürsüye çıktı.. Gerisi...

Dedim ya ! Bir nevi halk koşusu, ya da dedeler, neneler yarışı... Google amcada aradım bulamadım yanıtını... Atletizm Federasyonu'nunun internet sitesinde de yazmıyor... Sahi kaç yıldan bu yana koşuluyor 19 Mayıs Yarı Maratonu ? Bileniniz varsa, lütfen bilgilendirsin... Bilgilendirsin ki seneye afişlere yazılabilsin... Eskiden tam maratondu, yani 42 km 195 metre koşulurdu, katılımda çok fazla olurdu... O vakitler ülkemin nüfusu az, ama maratoncuları fazlaydı... Şimdi nüfusu fazla maratoncusu az... Tezatlık işte...

Yakın tarihlerden birinde bir aklı evvel ülkenin en prestijli maratonunu, Samsun'a ne düşmanlığı, garezi varsa, yarıya indirdi... 21 km, 97.5 metre oldu anlayacağınız... Yarıya inmesine karşın koşan sayısı da artacağına azalmış... Dağıtılan ödüller, çerez parası olunca, ilgi düştükçe düşmüş... Çıkın Samsunluları, geriye yukarıda belirttiğim kişi on kişi kalmaz... 60'lı yıllardan bu yana düzenlenen bu organizasyon "yapıldı mı? yapıldı" zihniyetiyle organize ediliyor...  Sıra savarcasına... Dandikten de öte... Sıradan...

Her şeye kaynak bulursunuz da, buna mı verecek paranız kalmadı... 3 bin TL alacağım diye kimse ne Türkiye'ye, ne de Samsun'a gelir... Ey gidi, sözüm ona "Spor Kenti Samsun"... Nelere kadirsin ?

/Resul AKÇAY
19.05.2016

Pusulası Bozuk Gemi

97 yıl önce 16 Mayıs 1919’da pusulası bozuk Bandırma vapuru fırtınalı Karadeniz’e açıldığında Türk’ün kurtuluş mücadelesi başlamıştı. Yaşlı ve bakımsız tekne Osmanlı ordusunun genç paşası Mustafa Kemal’i ve arkadaşlarını bağımsızlık ateşinin yakılacağı Anadolu’ya ulaştırmak için azgın dalgalar ortasında bata çıka Samsun’a doğru ilerliyordu.

Uzun ve zor bir yolculuğun ardından Atatürk, 19 Mayıs 1919’da Samsun’a çıktı. Bu olay, Türk ve dünya tarihi bakımından çok önemlidir. Ulu Önder Atatürk, düşmanların parçalamak istediği vatanı onlara teslim etmemek için büyük bir özgüven ve cesaretle silaha sarılarak ulusun evlatlarını bir araya toplayarak, büyük ve kahraman Türk milletinin esir yaşayamayacağını tüm dünyaya haykırmıştır.

Sözünü tutarak, Türk ordularını zafere ulaştırmış, düşmanı denize dökmüş, özgür ve bağımsız Türkiye Cumhuriyetini kurmuştur.

Her geçen gün özlemle andığımız Mustafa Kemal Atatürk’ün kurtuluş mücadelesini, ortaya çıkardığı Türkiye Cumhuriyeti’ni yazar Muzaffer İlhan Erdost  telgrafhane sitesindeki yazısıyla öyle güzel özetliyor ki.

İşte usta yazar Erdost’un kaleminden 19 Mayıs’ın öyküsü.  

“Mustafa Kemal Paşa, 19 Mayıs 1919’da ayak bastığı zaman Samsun’a:  İtilaf donanmaları İstanbul’da, Yunan ordusu İzmir’deydi. Urfa, Maraş, Antep, Adana, emperyalist düşmanın, İngiliz ve Fransız’ın işgali altındaydı. Samsun’da, Merzifon’da, Antalya’da, Konya’da işgal ordusu, ulusal direnişin üstüne silahını çatmıştı. Mavri Mira, Pontus, Kürt Teali, Tealii İslam, İtilaf ve Hürriyet, Sulh ve Selamet, İngiliz Muhipleri, ayrı ayrı cemiyetler olarak, yurdu içten içe paylaşma planları yapıyordu. Yurdu işgal etmiş İngilizlerin koruyuculuğu ardında olanlar ile Amerikan mandası özleyenler,  hilafeti ve padişahı kurtarmak isteyenlerle el eleydi.

Ordu dağıtılmış ve dağıtılmaktaydı. Silahları alınmış ve alınmaktaydı. “Hanedan-ı Hükümdarı”, milli mücadelenin aman vermez, “biaman” düşmanı olmuştu. Onursuz ve korkak bir hükümet vardı İstanbul’da. Ulus yorgun ve bitkindi. Çaresizdi. Kan ağlıyordu. “Manzarayı umumiye böyleydi efendiler.”

Düşman dört bir yandan yurdu kuşatıp Ankara’ya yürürken, İngiliz kuşatması altında “Padişahı Şahaneleri”nin emriyle, Düzce’de “Şeraat” ayaklanacak, Hendek, Bolu, Gerede, Yozgat, Yenihan, Zile’de, Kongracılara silah çekecek, Kürt Teali Cemiyeti Başkanının önderliğinde, Ümraniye, Zara, Hafik Kürtleri ayaklandırılacaktı.

Batısından güneyine, doğusundan kuzeyine, yurdumuz, bir de bu ayaklanmaların ateşinde yanacaktı. Dün, laik Cumhuriyetin konağında, şeyhleri, mollaları ağırlayanlar, “asıl biz vardık” diyorlardı Kurtuluş Savaşında. Doğrudur. Gazi Mustafa Kemal, Söylev’inde, “Doğrudur, onlar da vardı!” diyor ve anlatıyor: “İzmit Mutasarrıfı Çerkez İbrahim İstanbul’dan Adapazarı’na gelmiş, halka padişahın selamını getirmiş, yüz elli lira aylıkla gönüllü yazmaya başlamıştı.”

Doğrudur, gönüllü yazanlar da katıldı Kurtuluş Savaşına. Meclisin açıldığı gün, yani 23 Nisan 1920’de, isyanı, Hendek’ten Düzce’ye, Düzce’den Adapazarı’na yayarak katıldılar Kurtuluş Savaşına. Tümen Komutanı Mahmut Beyi pusuya düşürerek, Kurmay Başkanı Sami Beyi şehit ederek katıldılar. Kurtuluş savaşının yorgun ordusunu, Yirmi dördüncü Tümeni tutsak alarak, tüfeklerini, toplarını, ağırlıklarını yağmalayarak katıldılar Kurtuluş Savaşına.

Ulus şaşkın, çaresizdi. Ulus, yorgundu, soluklanamıyordu. Yurt, içten ve dıştan açılan ateşin, yakılan ateşin yangınında eriyor, çözülüyor, dağılıyor ve tükeniyordu. Mustafa Kemal Paşa, karargahıyla birlikte, Samsun’dan Anadolu’nun damarlarına ince bir ışık olmuş akıyordu. “Kardeşlik, eşitlik, özgürlük” bilincinden damıttığı ulusal egemenlik ve tam bağımsızlık ateşiydi tutuşturduğu ateş.

Osmanlı hükümetine karşı, padişaha ve halifeye karşı, yurdu işgal etmiş düşmana karşı, ayaklanmalara karşı, yobaz ve haine karşı, coğrafya olarak Rumeliyle Anadoluyu, ulus olarak batısıyla doğusunu, halkını birleştiriyor, bütünleştiriyordu. İsyan ateşleri birer birer söndürüldü. Yurdumuz, birer-ikişer arındı düşmandan? İçerdeki hainden, dışarıdaki düşmandan.

Mustafa Kemal Atatürk, kendisini Samsun’a getiren gemide sezdiği ve ulusal sır gibi vicdanında sakladığı ulusun özlemini, Cumhuriyetin temelini oluşturacaktı. Göklerimizde dalgalanacak bayrak, halifenin ve hilafetin değil, bağımsızlığın, özgürlüğün, laikliğin “Cumhuriyet bayrağı” olacaktı.

O bize, yol olarak aklı gösterdi. Yaşamda en gerçek olan yolu, bilimi gösterdi. Onun içindir ki, bizim yolumuz aklın yoludur, bilimin yoludur. Tarikatların yolu değildir bizim yolumuz. Şeyhlerin, mollaların yolu değildir bu yol.

 Atatürk, Ankara’yı ilkin tarih sayfalarında tanıdığını söyler. Bu sayfalarda, Anadolu beylikleri yanında bir de Ankara’da “Ahi Cumhuriyeti”nin kurulmuş olduğunu okur. Ankara’ya ilk ayak bastığı gün de, aradan geçen yüzyıllara karşın, Ankaralıların cumhuriyet geleneğinin hala devam ettiğini görecektir. “Cumhuriyet”in evinde olmanın güveniyle kucaklar, kendisini kucaklayan Ankara’yı.

Kuşku yok ki, eski “cumhuriyet”, “ahi cumhuriyeti” de padişahın, sultanların, şeyhlerin cumhuriyeti değildi. Üretenlerin, emeğiyle yaşayanların, loncaların, kısacası emekçi halkın cumhuriyetiydi. Kuşku yok ki, onun cumhuriyeti de, şeyhlerin, dervişlerin, mollaların cumhuriyeti değildi. Olmadı mı, olmayacak mı?

Cumhuriyetin başkentidir Ankara, laik cumhuriyetin başkenti. Bağımsızlığımızın, özgürlüğümüzün başkenti Ankara’dır.”

/Şükrü KARAMAN
19.05.2016

17 Mayıs 2016 Salı

Tekeköy'ün Havası Suyu

Gazete, Tekkeköy’deki kirlilik haberini “SUYU DA KİRLİ” diye verince oradaki yakınlarımı neden zamansız kaybettiğimizi anlamaya çalıştım. Amcamızı kaybettiğimiz günlerin ertesinde  “Bize yazık ediliyor” diye yazmıştım. Biri, 3 kız çocuğunu yetim bırakırken, bir diğeri arkasında gözü yaşlı üç erkek evladını öksüz bırakarak, bu dünyadan göçen iki halamı akciğer kanserine kurban vermiştim ki, biri henüz 39 yaşındaydı.

Amcam da aynı hastalığa yenilmişti zira. Akciğer kanseri bizim köydeki en yaygın hastalıktır. O bacalardan sızan gazlar, doğrudan bizim köye vurur. Tekkeköy’ün sınırları içersinde zehir kusan çok sayıda baca var. Özelleştirme idaresince satıldıkları için şimdi adları başka olsa da Karadeniz Bakır işletmeleriyle, Azot Sanayinin, baca gazlarından sızan zehrin ekili alanlara zarar verdiği gerekçesiyle, yıllar boyu çevre köylerdeki çiftçilere tazminat ödenmişti.

Ekili arazilere zarar veren gazların, insan sağlığını da tehdit ettiği nedense kimsenin aklına gelmedi.
Ürünleri zarar gördüğü için yıllarca tazminat alan köylüler de, olayın hiç bu tarafıyla ilgilenmediler.
“Paranın yüzü sıcaktır” diye söylenir ya. Benim hemşerilerim, devletten tazminat aldıkça, ölümün soğuk yüzünü hatırlamadılar. Özeleştirme sonrasında tazminatlar kesilirken,  tarlalarda özellikle tütün ekimi de son bulmuştu ya neyse.

Bakır’ın bahçesinde ayrıca iki de mobil santral kurulduğunu söylememe gerek yok sanırım. Cemal Abi’nin ‘Yavru Mobil Santralini’ hiç söylemiyorum. Böyle yazıyoruz diye Cemal Abi alınıyor biliyorum ama bunu biz uydurmuyoruz, doğal gazla çalışan santrallerin de çevreyi kirlettiği şeklindeki iddia bir bilim adamına ait. Bu arada Hedef HALK’tan öğreniyoruz ki, Tekkeköy’de sular da kirlenmiş. Tekkeköy Belediyesi, yaza girerken insanlar rahat etsin diye sivrisineklerle mücadele ederken dereleri ilaçlıyormuş.

İlaçlamayla sivrisinekleri yok edilir belki ama sudaki kirliliğin üzerinde hassasiyetle durulması gerekir. Bizatihi Belediye Başkanı Erdoğan Tok’un itirafıyla, bedava dağıtılan kömür nedeniyle İlkadım’da da havanın kirletildiğini öğrendik. Birileri bizi zehirlemeyi görev edinmiş. Biz de buna “Kader” diyoruz. Hali pür melalimizi anlatmak için “Derdine yan Samsun” demekten başka daha ne söylemek gerekir onu da bilemedim.  

/Ragıp GÖKER
17.05.2016

15 Mayıs 2016 Pazar

Savaş Uçakları Samsun'u mu Bombalayacaktı?

Yıl 1917… Birinci Dünya Savaşı bütün hızıyla devam ediyor. Osmanlı orduları, Kafkasya’dan Yemen’e, Tuna kıyılarından Basra Körfezine, Çanakkale’den Filistin’e can siperane bir mücadelenin içinde… Hal böyleyken barut kokusundan nispeten uzak kalmanın rehaveti içindeki Samsun semalarında kimliği belirsiz bir uçak beliriyor. Şehirdeki askeri birlikler teyakkuza geçiyor. Ahali korkuyla kaçışıyor.  “Kaçın! Tayyare başımıza bomba yağdıracak!” diye bağırıyor bir teyze… Lakin korkulan olmuyor. Kimliği belirsiz uçak kentin üzerinden birkaç tur attıktan sonra geldiği gibi Karadeniz semalarında kayboluyor.

Üç dört kuşak önce Samsunlulara dehşet dolu dakikalar yaşatan bu olay, zamanla unutulup gidiyor. Peki, bu uçak neyin nesiydi, Samsun semalarında ne arıyordu? Doksan dokuz sene önce yaşanan, ancak şahit olanların ölümlerinden sonra unutulup giden bu acayip olayın sırrı, Samsun’un iki yerel tarih meraklısı Kenan Hazneci ve Recep Yılmaz olmasaydı, belki hiçbir zaman ortaya çıkmayacaktı.

Gerçek birer Samsun ve tarih sevdalısı olan bu iki dostumuz, bir müzayedede tarihi hava fotoğraflarını görünce adeta donakalıyor: Yaklaşık 300 metre kadar yüksekten çekildiği anlaşılan bu hava fotoğrafları, 1917’de Romanya hava kuvvetleri arşivinden çıkmış. O tarihlerde Osmanlılarla ölümüne bir savaşın içinde olan Romenler, bu fotoğrafı askeri amaçlarla çekmiş. İhtimal ki kenti bombalamadan önce bir keşif yapmış olmalılar. Demek ki sonra amaçlarından vazgeçmişler. Zira bildiğimiz kadarıyla Samsun, havadan bombalanmıyor.

Bu fotoğraf, aslında Samsun’un cumhuriyet öncesi tarihi hakkında altın değerinde bir belge niteliğinde… Nitekim Sayın Hazneci, bu fotoğrafı numaralandırarak bizlerin hizmetine sunmuş. Ben de kendisinden izin alarak bunu sizlerle paylaşıyorum. Anlaşılması için ifade edelim, fotoğraf deniz tarafından çekilmiş. Numaralandırmaya sadık kalarak birkaç önemli binayı da okuyucularımıza izah edelim:

Önce, bugün ayakta olan önemli binalar… 9 numara, Mithat Paşa okulu, 11 numara bugünkü Konak sinemasının olduğu arazi,  12 numara, askeri hastane…   13 numara eski Tekel, bugünkü Bulvar AVM… 14 numarada Mc Donalds açıldı, malum… 18 numara, Zafer Sineması…  20, Borluoğlu konağı diyeceğim ama galiba Kültür ve Turizm müdürlüğü binası desek daha iyi bilinecek. 21 Samsun şehir kulübü, o zamanlar Rum Tüccar kulübüymüş tabii…  Sağ üstte, biraz uzakta 22 numarayla bugünkü askerlik şubesi görülüyor.

O dönem kentin nüfusunda belli bir ağırlığı olan Hıristiyanların dini yapıları da resimde görünüyor: 3 numarada büyük katedral, 1 numarada rahibeler koleji ve 6 numarada, bugünkü İnce Sokak ile Sanat sokağın birleştiği noktadaki Rahipler lojmanı…

8 numarayla işaretli yerde bir zamanlar “kuleli ev” diye bilinen, bugünkü Çiftlik caddesinin girişindeki enfes yapıyı görüyoruz.  23 numarayla işaretli yer, bugünkü Atatürk Parkı içinde kalan reji deposu, o da yıllar evvel yıkılmış binalardan…

O yıllarda ne Ondokuz Mayıs Bulvarı, ne 100. Yıl Bulvarı, ne Cumhuriyet Meydanı, ne de Site Camii var… Çiftlik Caddesi ise yeni yeni kendini gösteriyor belki…

Fotoğraftaki diğer ayrıntıları merak edenler, Sayın Hazneci ve Sayın Yılmaz’ı ziyaret edip bilgi alabilirler…

Ama ben gördüğümü söyleyeyim:  Romen savaş uçakları o gün bu güzel şehre kıyıp da iki bomba sallamamışlar ama daha sonra gelenler el birliğiyle Samsun’u bombalanmıştan beter etmişler… Yazık… Nasıl acımadan katletmişiz bu güzellikleri, bilmem.
*************************

Seyyahların İzinde Çakallı…
Tarih öğretmeni Mehmet Köseoğlu, sıra dışı bir eğitimci… Kitap yazar,  birçok tarihçi bilim adamını kıskandıracak kadar akademik çalışmalar yapar, üstelik bu çalışmaları sadece kütüphanelere kapanarak değil bizzat tarihin izinde sahayı kolaçan ederek icra eder. İyi bir Samsunlu ve candan bir Kavaklı olarak araştırmalarında çoğu zaman bu güzel ilçemizin tarihine odaklandığını söylersek yanlış yapmış olmayız herhalde.

Kalitesine alışık olduğumuz Mehmet Hoca, bugünlerde yine örnek olacak farklı bir hizmetin peşinde: Osmanlı döneminde Çakallı köyüne yolu düşen yabancı seyyahların anılarını, biraz da mizahi bir dil ile süsleyen harika bir belgesel filmi tamamına erdirmekle meşgul…

Kendisine emsal değerli bir eğitimci olan İbrahim Yıldırım’la beraber senaryosunu ve yönetmenliğini üstlendiği “BenÇakallı” isimli belgeselin oyuncu kadrosu da büyük ölçüde Kavaklı gönüllülerden oluşuyor.

Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yusuf Ziya YILMAZ’ın “Atayolu belgesellere konu olmalı” sözünden ilham alarak yola çıktıklarını söyleyen bu iki eğitimci, yetkililere çekimlerini arz etmek ve ardından izleyicinin beğenisine sunmayı düşünüyor. Destek bulabilirlerse Saathane’den Havza’ya kadar geniş ölçekli bir başka belgesel çekmeyi hayal ediyorlar.

Mehmet Köseoğlu, elinden tutulması gereken bir değer… Kalitenin prim yapmadığı bu dönemde bakalım değerini anlayan çıkacak mı?
(…)

/Akın ÜNER
15 Mayıs 2016

14 Mayıs 2016 Cumartesi

Hazin Son

Eskiden mahalle arasında oynadığımız oyunlarda ortada bir iddia vardı... İddiasız oyun kurmazdık, keyif vermezdi çünkü... Paramız az ise Karadeniz fuar gazozuna, fazla ise sinema biletine... Bilet de loca, balkon, lüks değil, en ucuzu olan perdeye en yakın dizilen koltuklardan olurdu... Maçı kazanan soluğu ya bakkalda, ya da Selçuk Sinemasının gişesinde alırdı... O kadar hırslı oynardık ki... Ayakkabılarımızı parçalayana, pantolonumuzu yırtana kadar debelenirdik... Kaybetmeyi kolayına kabullenmezdik...

Ne günlerdi be... Fakirdik ama mutluyduk... Zira çocuktuk... Gelelim şimdiki zamana... Kayseri'deki buluşma, sezona veda eden Samsunspor ile lige "elveda" diyen Erciyesspor'u karşı karşıya getiren maçtı... İki sininde iyi, ya da kötü hiç bir niyeti, amacı, gayesi yoktu... Olsaydı zaten TFF önemli maç sıfatına sokar diğer maçlarla aynı gün oynatırdı... "Oynayın da gidin, nereye gidecekseniz ?" der gibiydiler...

Başkalarını bilmem ama bu duruma şahsen çok içerleyenlerden biriydim... Ne hayallerimiz vardı? Ne umutlarımız vardı? Hepsi yerle yeksan oldu... Sebep olanları suçlasam ne olacak ki? Ne geçecek elime? Ben yazıp, ben okuyacağım, sinirlenip, üzülmek tek armağanım olacak!

/Resul AKÇAY
14.05.2016

13 Mayıs 2016 Cuma

Samsun’da Hekim Örgütlemesi -I

Etkin bir kentin, demokratik tavrını belirleyen unsurlardan biri de meslek örgütleridir. İnsandan ve doğrudan yana tavır alan meslek örgütleri, kentin gelişimine de yarar sağlarlar. Bu bağlamda kent hekim örgütlenmesi özel bir önem taşır. “Sivil toplumcu” anlayış, son çeyrek yüzyılda toplumsal muhalefet ve mücadele örgütleri açısından etkisi gittikçe artan ciddi bir yanılsamadır.

Tüm dünyada solun ve sosyalizmin gerilemesi güçsüzleşmesi egemenler tarafından “tarihin sona erdiği” propagandalarına dönüştürülmeye çalışılmış ve bu konjonktürel ortamda kimi emek eksenli hareketler kendi öz değerleri ve yöntemlerinden uzaklaşmış; “yeni farklı olanın iyi olduğu” söylemi ile sivil toplumcu çizgiye savrulmuştur. Düzeni oluşturan sömürü ilişkilerini ve çelişkileri görüp sorgulamayan, eşitsizlikleri göz ardı eden “sivil toplumcu” anlayışı Samsun kent hekim örgütü benimsememelidir. Bu tarz “sivil toplumcu” anlayışın savunduğu, mesleki bürokratik ayrıcalıkların peşinden koşmamalı, mücadeleyi teknisist bir yaklaşıma indirgememelidir. Samsun Tabip Odası,  TTB ve hekim hareketini muhalif, dinamik, eylemci bir hareket olarak görmelidir.

Samsun Tabip Odası etnik, dil, din, mezhep ayrımı gözetilmeksizin bütün farklılıkları ve özgünlükleri koruyan ve geliştiren, karşılıklı saygı ilkesini esas alan, gönüllü birlikteliği ve bir arada yaşamayı ilke edinen bir hareket, bir nefes olmalıdır. . Anti-emperyalist, anti-kapitalist, anti şovenist,  sekülerizmden yana, her türlü asimilasyona karşı duran, cinsiyet özgürlükçü,  eşitlikçi, doğrudan katılımcı demokrasiyi savunan, emekçi sınıfların mücadelesi içinde yer alan, toplumcu sağlık anlayışına sahip hekim odası olmalıdır.

Samsun Tabip Odası, sağlığı toplumsal, ekonomik ve siyasal bir bütün olarak kavramalı ve buradan hareketle sağlık alanını politikleştirmelidir. İnsan ve doğa yararını gözeten toplumcu tıp anlayışıyla demokratik sağlık muhalefetinin SAMSUN’DA öncüsü olmalıdır. Sağlık politikaları, üretici güçlerin düzeyine, toplam-toplumsal sermayenin büyüklüğüne, ulusal ve uluslararası sermayenin çıkarlarına ve buna karşı yürütülen sınıf mücadelesinin etkinliğine göre değişim gösterir.

Tüm dünyada olduğu gibi ülkemizde de genel olarak hizmet sektörü, özel olarak da sağlık sektörü yeniden yapılanmaktadır. Günümüzde kapitalizmin küresel krizi sermayenin daha karlı alanlara yönelmesine, özellikle de sağlık hizmeti üretim alanını sermayeleştirmesine neden olmaktadır. Sermayenin ihtiyaç ve çıkarlarına uygun olarak iktidarlar uzun yıllardır reform adı altında sağlık hizmetlerini metalaştırma sürecini hızlandırmıştır.  Metalaştırılan sağlık hizmetleri, üretim ilişkilerini sermayenin lehine yeniden düzenleyip sağlık emek gücü sömürüsünü derinleştirmiştir.

Parçacı değil, bütüncül yaklaşımı benimseyen Samsun Tabip Odası, neoliberal söylemin çağdaşlaşma olarak sunduğu piyasalaştırma, güvencesizleştirme ve özelleştirmeyi amaçlayan politikalarını emeğe, emekçilere ve insanlığa bir saldırı olarak görmelidir. Bu anlayışa karşı mücadeleyi örgütler. Samsun Tabip Odası konjonktürel bir sermaye birikim politikası olan kapitalist kamuculuğa karşı tavrını eşitlikçi kamuculuğu yana belirlemelidir.  Herkesin eşit, ücretsiz, nitelikli, ulaşılabilir, anadilinde sağlık hizmeti alabilmesi için mücadele etmelidir..

/Cem ŞAHAN
13.05.2016

11 Mayıs 2016 Çarşamba

Bursa Samsun Tanıtım Günlerinin Ardından

Bursa Yaşar Doğu Sosyal Yardımlaşma ve Dayanışma Derneği Başkanı Dursun Koç'un davetlisi olarak Bursa'da gerçekleştirilen Samsun Tanıtım Günleri etkinliğindeydim. Bursa Atatürk Kültür Merkezi (Merinos)'ta gerçekleşen ve etkinliğe başta Samsun Belediyeleri olmak üzere çok sayıda sivil toplum kuruluşu ve özel iştirakçiler katılmışlardı. Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç ve İçişleri Bakanı Efkan Ala'nın yanısıra Milletvekilleri ve Belediye Başkanlarının katılımıyla açılan etkinliğin verimli coşkulu geçmesine sevinenlerden birisiyim.

Fuar havasında geçen etkinlikte bir süre önce kaleme aldığım 'Türk Güreşinin Sembolü YAŞAR DOĞU' kitabımı Bursalı hemşehrilerimize imzalamanın keyfini yaşadım. Üstelik Yaşar Doğu'nun sevgili evladı benimde tanımakla gurur duyduğum kadim dost ve ağabeyim Prof. Dr. Gazanfer Doğu'nun da bu etkinliğe katılarak destek vermesine bir hayli sevindim. Hakikaten de orada yer alması hem gurur verici hem de anlamlıydı. Kendisini buradan gönül dolusu teşekkürlerimi sunuyorum.

Bu arada yine Samsunlu yazar güçlü kalem edip dost ve kardeşim Yücel Bayar'la aynı stantı paylaşmış olma benim için keyif vericiydi. Bursa Samsun Dernekler Federasyonu (SAMDEF) Genel Başkanı Çarşambalı hemşehrimiz Savaş Otruş ve yönetiminin ilgi ve alakalarını söylemeden ve onlara ayrı ayrı ayrı teşekkür etmeden geçmemeliyim.

Kapı arkası gurbet derler. Evet Bursa Samsun arası karayolu mesafesiyle 12 saatlik bir mesafede yer alıyor. Osmanlının ilk göz ağrısı bu güzel şehri Samsunlu hemşehrilerimiz adeta gurbet olmaktan çıkarmış gibi görünseler de yine de gözleri Samsunlu dostlarını arıyor. Bursa yaşar Doğu Derneği Başkanı Dursun Koç'un biz plakası 55 olan araç görünce yanına koşuyoruz. Hatta bırakın plaka numarasını son rakamları 55 bile olsa bize büyük heyecan veriyor diyerek bu durumu özetlemişti. Dursun Koç deyipte geçmemeliyim. Onu Bursa'da bir Samsun Sevdalısı olarak gördüm. Kendisinin sıkça ifade ettiği ve tanıyanların da onu görünce söylediği bir söz oldukça hoşuma gitti. "Başın düşerse dara, Bursa'da Dursun Koç'u ara' Dara düşünce aranılacak insan sayısı her geçen gün azalıyor. Temenni edelim ki Dursun Koç'lar çoğalsın. Bu vakıf insana veYaşar Doğu Derneği Yönetim kurulu Üyelerine bu satırlarda tekrar teşekkür ediyorum.

Etkinlikte öyle sıla kokusu vardı ki. Buram buram Samsun kokan ekmekler, tarhanalar, pekmezler... hatta turşular. İnsan gurbette olunca her birini alıp sıladan gelen bir mektup gibi yüreğine tutası geliyor. Stantlarda yazılı olan ilçe isimleri, belediyeler, dernekler. Kendi ilçelerine ait derneklerinin önünden defalarca geçip o yazıları okuyarak hasret gideren insanları gördüm.  İçlerinde kendi ilçe belediyelerini göremeyenlerin ah çekip hani benim ilçem neden gelmediler. Bize bir memleket havasını çok mu gördüler diyen onlarca hemşehrimizi hayıflandığına şahit oldum. Bu arada orada yaşan hemşehrilerim adına o etkinliğe katılmayan belediyelere de büyük bir sitemim var. Bu zatı muhteremlerle karşılaştığım zaman yüzlerine söyleyeceğim için burada ayrıntıya girmek istemiyorum.

Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, İlkadım Belediye BaşkanıErdoğan Tok, Vezirköprü Belediye Başkanı Sadık Edis, Lâdik Belediye Başkanı ekipleriyle birlikte oradaydılar. Yine Samsun Milletvekili Fuat Köktaşaçılıştaydı.  Ayrıca Havza, Kavak ve Bafra ve Belediyelerinin stantlarının da ilgiyle ziyaret edildiğini gördüm. Stantlarda görevli arkadaşların fedakarane gayretlerini de kutluyorum.

Yaşar Doğu kitabımı imza ve söyleşi yaptığım Bursa Yaşar doğu Derneği standında ziyaret ederek memnuniyetlerini dile getiren Gençlik ve Spor BakanıAkif Çağatay Kılıç ve İçişleri Bakanı Efkan Ala, Bursa İl Müftüsü Prof. Dr. Mehmet Emin Ay ve gittiği yerde kendisine adam gibi adam diye hitap edilen spor adamı Ertuğrul Sağlam ve daha onlarcasına imzalamanın onuru ve keyfini yaşamış oldum.
Ancak bazı stantlarda yörelerinin kültürünü yansıtamayan kuru bir stant açmaktan öteye gidemeyen bir iki belediyenin de olduğunu gördüm. Burada en güzel tanıtım örneğini gösteren İlkadım Belediye Başkanı Erdoğan Tok ve ve Kültür MüdürüOktay Çakır'a özel bir teşekkürüm var.  Hatırı sayılır bir tanıtıma imza attılar.

İki tam gün süre ile stantlarda yerimizi alırken Bursa'da yaşayan hemşerilerimizin de geldiğimizi duyunca koşup gelmeleri karşısında duygulanmamak mümkün değildi.  Etkinliğe katılan iki yazar olarak bize eşlik eden Dursun Koç'la birlikte bütün iştirakçileri kendi stantlarında ziyaret ederek memnuniyetimizi dile getirmemiz onlarla sohbet etmemiz ayrı bir anlam taşıyordu. Bu etkinlikte duyduğum anlamlı keyif karşısında İyi ki STK lar var, iyi ki memleketini seven insanlar var dedim. 4-8 Mayıs 2016 tarihleri arasında gerçekleşen Bursa Samsun Tanıtım Günleri geride güzel anılarla sona erdi. Ve biz de oradan yani gurbeti sıla yapan insanların arasından  öyle güzel duygularla ayrıldık. Gelecek yıllarda da aynı coşkunun devam etmesi dileğiyle...

/Ahmet SEVEN
11.05.2016