Başlık elbette dikkatinizi çekmiştir
ve “bu ne iş, biz beyin göçünü geri kalmış ülkelerden gelişmiş ülkelere doğru
olduğunu biliyorduk, bu da nereden çıktı” diyebilirsiniz. Evet, doğru
biliyorsunuz, fakat biraz eksik biliyorsunuz. Yıllar önce Muğla’nın Ula kazası
ile ilgili araştırmasında ABD’li bilim İnsanı Peter Benedict Ula kasabasının
geri kalmasını kırdan kente beyin göçüne bağlamış ve kitabının sonuç kısmında
şöyle bir tespitte bulunmuştur; “Çok bilinenin aksine beyin göçü sadece geri
kalmış ülkelerden gelişmiş ülkelere olmaz. Türkiye gibi gelişmekte olan
ülkelerde kırsal kesimin geri kalmasının arkasında yatan asıl nedenlerin biri
de kırdan kente beyin göçü yani nitelikli insan göçüdür”.
Şimdi konuyu biraz açalım. Türkiye’de
özellikle 1980’lerden sonra yoğun bir kırdan kente göç süreci yaşanmış, bu
süreç 1990’larda zirve yaparak, 2000’li yıllarda azalma eğilimine girse de
halen devam etmektedir. 2000’li yıllarda göçün yavaşlaması kırın kendini
toparlaması ve geçim şartlarının iyileşmesinden ziyade, kırda göç edecek “aktif
nüfus” kalmamasıyla ilgilidir.
Kırdan kente göç sürecinde etkili olan
faktörleri biz (her biri ayrı bir yazı konusu olduğundan burada ayrıntıya
girmiyoruz); itici, iletici, çekici ve siyasi faktörler olarak dört başlık
altında ele alıyoruz. Bu süreçler
sonucunda da kırlar boşalıyor.
Göçlerle ilgili teorik yayınlarda
temel bir madde vardır. O da “göçe katılan nüfus aktif nüfustur (bunun
devamında geride kalan nüfus da pasif nüfustur)”. Burada aktif nüfustan kasıt;
girişimci, maceraperest, geri gelmeyi düşünmediğinden gittiği yerde tutunmak
zorunda olan, parası varsa parasına, yoksa bilgisi veya becerisine, yoksa
sağlığına ve beden gücüne güvenen, genç dinamik insanlardır. Bilgi ve beceri
ile genç ve dinamik olma bir araya geldiğinde “aktif beyin gücü” karşımıza
çıkmaktadır.
Bu kısa açıklamaların ardından Türkiye
kırlarına gelelim. Ülkemizde kırdan kente göç süreci ile kırlar aktif, genç ve
dinamik nüfuslarını şehirler lehine kaybetmektedirler. Bu süreç sonucunda
Türkiye kırları son yıllarda büyük bir çöküş yaşamaktadır. Biz bu çöküşü tarımsal
ve hayvansal üretimimizin düşmesinden ve bu ürünlerin fiyatlarının bir türlü
aşağı çekilememesinden, ithalat yoluyla tarımsal ürün açığımızın giderilmeye
çalışılmasından net olarak anlıyoruz. Bu arada Hükümetlerimizin de giderek
artan sayıda çeşitli teşvikler, sübvansiyonlar ve daha birçok uygulama ile
kırsal kesime destek verdiğini fakat ne hikmetse (hayvancılık ve et üretimi
örneğindeki gibi) bu teşviklerin bir işe yaramadığını da görüyoruz.
Bugüne kadarki; gübre, tohum, ilaç,
mazot yardımı, 1000 köye 1000 ziraat mühendisi vb maddi, manevi ve ilmi anlamda
tarımsal desteklerden netice alınamaması, bunlara ilave olarak son yıllarda
devreye giren; miras yoluyla tarım topraklarında bölünmenin önlenmesi, devlet
arazilerinin kiraya verilmesi, yeni hal yasası vd. uygulamalardan da olumlu bir
netice alınıp alınamayacağı hususları da aslında tamamen kırdaki “aktif beyin
gücü”yle alakalı bir durumdur.
Yine bilindiği üzere artık köylü
üretecek, Devlet (Tekel) satın alacak aşaması çoktaaan geride kaldı. Artık köylülük
yok, (ihtiyacı dışında) artı ürün elde edip bunu pazarlama anlamında tarımsal
üretim ancak çiftçi olmakla mümkün. Çiftçi; toprağına bakacak, koruyacak,
kimyasallarla onu sömürmeyecek, yetmez, toprağını ilanihaye çocuklarına ve
torunlarına miras olarak bırakacak bir düşünüce yapısına sahip olacak. Bunlar
da yetmez; yetiştirdiği mahsule talep var mı? Pazar şartlarını araştıracak,
içerde (başka bölge ve yörelerde) mahsulüne rakip var mı? Ürettiği mahsulün
fiyatı, bundan elde ettiği gelir giderini karşılıyor mu? Dış piyasalar ve
ithalat rejimi onun mahsulünü etkiliyor mu, bunları da bilecek. Uzun lafın
kısası köyde kalan kişiler çiftçilik yapmak istiyorsa (çünkü Devlet bunun için
teşvik veriyor, destekleme alımları yapıyor, sübvansiyonlar uyguluyor), bütün
bunları takip etmek, bilmek ve yapmak zorunda. Artık kafasına göre talep
olmayan mahsulü yetiştirip, pazar bulamayınca da “nerde bu devlet nerde bu
millet” deme lüksüne sahip değil.
Şimdi soruyoruz? Kırsal kesimde bu işi
yapacak “kafası çalışan aktif nüfus” kaldı mı? Maalesef kalmadı. Kırsal kesimde
tabi ki halâ köylü nüfus var. Kim bu köylüler? Gurbetçilik yapmış emekli maaşı
olanlar, kıytırık tarım ve hayvancılık işleriyle uğraşanlar, tarlasına fındık
dikip hafta sonları ya da yılda birkaç ay uğrayanlar, geri kalanı geçim tipi
faaliyet sürdürenler.
Esas soru şu: Çiftçi nüfus var mı?
Yani piyasayı takip eden, arz ve talebe göre üretim yapan, geniş topraklarda
makine gücüyle birim alandan daha fazla verim elde etmenin yollarını bilen,
nihayetinde marketlerle pazarlık edip uygun fiyata tüketiciye ulaştıran, kısaca
köylerimizde bütün bu becerilere sahip olan, dahası köyde geri kalanlara da bu
yönde önderlik edebilecek, onları örgütleyebilecek çiftçi nüfus kaldı mı?
Elbette Türkiye genelinde bu tanıma uygun
bir miktar çiftçi nüfus vardır. Bizim bu sorudan kastımız Türkiye yüzölçümü ve
toplam nüfusuna göre yeterince çiftçi nüfus var mı? Cevap; bize göre “Yok”.
Peki, kırsal kesimde
kooperatifleşerek, ulusal marketlerle pazarlığa oturup mahsulünü değerine tüketiciye
ulaştırmak için kırsal kalkınmanın motoru olacak çiftçi birlikleri kurarak,
buna üye olup birlikte hareket edecek kadar bilinçli çiftçi nüfus bir köyde,
bırakın bir köyü bir ilçenin bütün köyleri bir araya gelse, böyle bir çiftçi
örgütlenmesini gerçekleştirecek sayıda kırsal kesimde aktif, kafası çalışan
insan kaldı mı? Cevap; bizce yine “Yok”.
İşte Türkiye’de kırdan kente göçün
ortaya çıkardığı esas sorun budur; kırın aktif nüfusunu ve beyin gücünü
koruyamaması, bunları şehre kaptırması.
Bu gidiş nereye? Kırda aktif nüfusu
tutamazsak Türkiye kırları giderek artan bir hızda; kışı şehirde yazı köyde
geçiren emeklilerin, gurbete çıkmaya cesareti olmayan pısırık insanların,
hayatlarını gurbetteki çocuğundan gelen parayla sürdüren köylülerin, köylerini
dinlenme yeri (yazlık) gibi kullanmaya başlayan şehirlilerin mekânı olacak,
asıl olan tarımsal üretim hobi olarak yapılacaktır.
Peki, köyde kalan, ya da mevsimlik
olarak köye uğrayan böyle bir nüfusla tarımsal kalkınma mümkün mü? Bizce değil.
Böyle bir kırsal yapı ile Türkiye’de tarımsal problemler çözülemez, tarımsal
üretim arttırılamaz, tarım ürünleri açığının ithalat yoluyla karşılanmasından
başka çare kalmaz, dış ticaret açığı bir de bu yüzden kapanmaz.
Çare; tarımsal kesim için aktif nüfusu
kırda tutarak, bunların eğitilmesi ve ekonomiye entegre edilmesidir. Tamam köy
çocuklarını eğitip köye gönderip toplum önderi yapmaya çalışan Köy
Enstitülerinin zamanı geçti ama aradan bunca yıl geçmiş, sormazlar mı; “yerine
ne koyduk?”. Cevap; yine “hiç”.
Olaya tarımsal üretim açısından
baktığımız için daha kötü bir durumla karşı karşıyayız. Nedir o? Şu anda biz
tarımsal kesimdeki çocuklarımızı da şehirli eğitim sisteminden geçiriyoruz,
eğitim süreci yoluyla kırdan devşirip şehre gönderiyoruz. Yani babalar oğullarına
çiftçiliği benimsetemedikleri gibi, devlet de bu işe (zorunlu eğitim, taşımalı
sistem, tarım meslek liselerinin amacından sapması, masa başı çalışan ziraat
mühendisleri yetiştirmek gibi acayip gerekçelerle farkında olarak ya da
olmayarak) takoz oluyor. Sonuçta çiftçinin çocuğu çiftçi değil, şehirde memur
ya da işçi oluyor, babası yaşlanınca onu da şehre yanına alıyor, köyler bir de
böyle boşalmaya devam ediyor. Sonra da; “ne olacak halimiz” diyerek sorgulamak
ve çözüm aramak yerine, memleket bizim değilmiş gibi “ne olacak bu memleketin
hali” diye kenardan serzenişte bulunuyoruz. Yazık, çok yazık.
/Cevdet
YILMAZ
31 Ekim 2018