30 Kasım 2013 Cumartesi

Şehri Samsun!

Salı günü Samsun’un gündemi yoğundu. Bu yoğunluk içerisinde olaylı geçen BDP heyetinin haberleri ön plana çıkmıştı. Aslında Samsun’u ekonomik anlamda büyük bir proje olan Samsun Kavkaz Tren Feri Hattı hizmete açılmıştı. Dedik ya gündem öyle yoğun olunca bu kadar önemli olan bir haber ikinci planda kaldı. Samsun Kavkaz tren feri hattı, Ulaştırma, Denizcilik ve Haberleşme Bakanı Binalı Yıldırım ve Rusya Federasyonu Ulaştırma Bakanı Maxim Sokolov’un katılımlarıyla Samsun Limanı Sanayi Rıhtımı’nda hizmete açıldı.        

Rusya’dan Orta Asya ve Orta Doğu’ya kombine yük taşımacılığının Türkiye üzerinden yapılmasını sağlayacak olan Samsun-Kavkaz Tren Feri Hattı Türkiye ve de Samsun için çok önemli bir taşımacılık projesi.
Merkezi Hükümet olmasa Samsun acından ölecek! Samsun Şehri konum itibariyle Türkiye’nin en önemli Şehirlerinin ilk sıralarında yer alırdı. Ama maalesef yıllardan beri Samsun bu avantajını iyi kullanamadı. Hal böyle olunca Samsun’a yatırımcı gelmez oldu.

Samsun’a son 25–30 yıl dışarıdan bir tane yatırımcı gelmedi. Neden yatırımcı gelmez onu da anlamak mümkün değil. 1995 yıllarında Anadolu’da yeni yatırımcılar oluşmaya başlamıştı. O tarihten bu güne bakıldığında Samsun’a eş değer dediğimiz iller yatırım konusunda çok büyük ilerlemeler kaydetmiş. Bu iller üretim konusunda aldı başını yürümüş. Samsun ne yapmış? Yerinde saymış. Yerinde saymakla kalmadı sürekli küçüldü. Samsun üretim şehri vasfından çıkmış tüketim şehri olmuş.

Samsun’a neden yatırımcı gelmez bunun sorgulanması gerekir. Yatırımcı geleceği yerin ne olduğunu bilmesi gerekir. Her gün yazboz tahtası gibi değişen planların olduğu yerlere yatırımcı gelmez.

Bazıları diyecektir Samsun Şehri gelişti ya! Desinler. Görünen Köy Kılavuz istemez derler. Biz köyü görüyoruz. Vergi dairesinin düzenlemiş olduğu “Vergi rekortmenleri” törenindeki tablo her şeyi gösteriyordu. Sözlüğe ve de tercümeye bile gerek yoktur.

Yıllardan beri aynı resim, aynı tablo, aynı Kuruluşlar! Yeşilırmak elektrik Dağıtım A.Ş. Samsun Makine Sanayi A.Ş. Adeka ilaç Sanayi ve Ticaret A.Ş. Yeşilyurt Demir Çelik End. Ve Liman İşl. Ltd. Şti. Ulusoy Un Sanayi ve Ticaret A.Ş. As Çelik Döküm İşleme san. Ve Tic. Ltd. Şti. Borsan Elekt. Mal. İml. San. ve Tic. Ltd. Şti. Ve yazamadığım diğer firmalar. Gazetelerde bu firmalarımızın isimleri ve de haberleri çıkmıştı.

Görüldüğü gibi. 25–30 yıldır aynı firmalar Samsun’da vergi rekortmeni olarak ilan edilirler. Tablo bu. Ne diyelim! Samsun büyümüş! Doğru fazla büyümüş. Fazla büyürken desteklenmemiş, eğrilmiş!

Kim büyüdü dediyse hele gelsin buyana… Alnından öpelim!  Kalın sağlıcakla…

/Nedim AYDIN

9. Yaşında 99. Yazımızla Haber Gazetesi

Büyük düşler kuranlar, düşlerini gerçekleştirmez, aşarlar… Öyle der Alfred Whıtehead. Büyüklük, göreceli bir kavram olsa da  şeklen çapını ve emsallerini aşmış her bir başarının meyvesidir. Elbette büyük olmanın  orijinal  bir sırrı ve neticesi vardır ancak bir işi yapıyorsanız hele hele çapı aşmak gibi bir gaye taşıyorsanız, önceliğiniz işi bilmekle tamamlanmıyor.

O işe dair yeteneğiniz,  O işi ileriye taşıyacak birikim… İstikrarlı,  lider bir yönetişim tamlaması gerekiyor. Çoğu zaman bu da yetmez.. “Çalışanıyla hem insan hem lider olarak ilişki kurabilmiş olmak” gerekir.

Gazetemizin 9. yaşı münasebetiyle düzenlenen gecedeki konuşmalar esnasında düşünüyorum; Kaptanımız yapıyor açılışı… Gazeteyi lider gazete yapan bir ustalık… Büyük başarı öyküsünün mimarı Sayın Necdet Uzun… Akabinde de… Çoğu kez adını bile bilmediğimiz 55 ülkeye ürettiğini satan, girdiği pazara hakimiyetiyle damgasını vurmuş ve daha birçok ülkede yeni pazarlar bulabilmiş bir lider yönetişim bilinci, Sayın Adnan Ölmez’in konuşmaları…

Hem büyük bir liderlik görüyorsunuz karşısında, Hem de bir o kadar insan… Bulunca göle nereden dalacağını şaşırmışlar dünyasında; büyüdükçe, gücün gücüne sahip oldukça insan kalabilmiş bir insan, saygı kadar sevgiyi de sonuna kadar hak etmiş bir lider…

Büyümek göreceli dedim ya meselenin özü de orada zaten. Aramızda maddi bir ilişki olmadığı için bütün güzel düşüncelerinizi mukabil dileklerle karşılayıp, haftada bir gün bir küçük yazıyla aynı çatı altında duyduğum onur ve gururu paylaşmaktan büyük bir keyif alıyorum.

Bendenizle aynı gün doğmuş Haber Gazetemizde; yıllanmış dostluklarla abi ve kardeşim dediğim emektarlarıyla birlikte bir bütünde anılmaktan gurur duyuyorum. Başta Sayın Osman Kara olmak üzere usta isimlerle aynı gazetede yazmaktan … Yazı İşlerinin iki büyük ismi Sevgili Erdem Erol… Ve aziz dostum Okan Aralan ile…

Basın Enformasyon Genel Müdürlüğü tarafından düzenlenen ‘Anadolu Basınını Özendirme Yarışmasında Mizanpaj dalında Türkiye birincisi olan Haber Gazetesi Görsel Servis Müdürü Seyhan Demir ile… Aysel Erdoğan başta olmak üzere görsel servisin bütün yetenekli gençleriyle...

Muhabirliğe değer- kıymet katmış, Bayram Ok, Ahmet Çatoğlu, Ayşegül Kuşcu  gibi daha birçok usta çalışanlarla birlikte, birkaç satırımızla da olsa paylaşmaktan gurur duyduk. Varlığınız ve başarınız daim olsun.

 “İnsan sahip olduklarının toplamı değil, henüz gerçekleştiremediklerinin toplamıdır.” Demiş Sartre.

Sahip olduğunuz övgüler her gün yeniden doğsun sayfanda sevgili Haber… İyi ki doğmuşsun...

Az önce de belirttiğim gibi, bu büyük aile ile aramızda maddi bir ilişki olmadığı için bütün güzel düşüncelerinizi mukabil dileklerle karşılar güzel düşünüp güzel görenlerle güzel günlere uyanmanızı dilerim.

Sağlıcakla kalın…

/Uğur DEDE
30.11.2013

28 Kasım 2013 Perşembe

Milli Eğitim Bakanı’ndan Beklediklerimiz -XI

Eğitimde sistem uyumu önemlidir. Bu sistem, kendi içinde olduğu kadar kendi dışı ile de uyumlu olmalıdır. Eğitimde sistem uyumunun esasını; müfredat programı ile devletin ya da Bakanlığın eğitim politikaları oluşturur. Çocuğun ayağını atacağı bir sonraki adım, bir öncekinin devamı olmalıdır. Eğitim- öğretim, bir sonraki aşamayı inşa edici olmalıdır. Aksi halde mevcut sistemin basamakları ya birbirlerinin tekrarı ya da yok edici negatifi olur. Sayın Bakanımız bilirler ki, bugünkü sistem bu durumu çağrıştırır niteliktedir. Örneğin; zorunlu 4+4+4 sisteminin üçüncü dörtlüğünde görülen dersler, ikinci dörtlüğün tekrarı durumundadır.

Açık söylemekte yarar vardır ki, hiçbirini yeterince öğretemiyor, öğrettiğimizi de yeterince ve geçer sisteme göre sorgulayamıyor, çocuklar ise SBS ya da ÖSS sınavlarında kullanamıyor. 12 yılda çocuğu her türlü silah ve mermilerle donatıyoruz fakat gerektiğinde kullanamıyor. Nedeni ise, sistemin bu silahın kullanımını öğretememesi, hatta izin vermemesidir. İşte sistemin yüz karası sonuçlarından birisi ve devletin ayıbı olan dershane sorunu da burada ortaya çıkmaktadır. Sisteme dışarıdan montajı yapılmış dershanelerin fonksiyonu bilgi yüklemeden çok, bilgiyi ( silahı) kullanmayı öğretmesidir.

Çocuğa silahı ve mermiyi okul; kullanmasını da dershane öğretiyor desek abartmış sayılmayız. Ancak dershaneler, sekiz(8) ya da on iki(12) yılda öğretilemeyeni öğreten kurumlar değildir. Böyle bir iddia tüm öğretmenlerimize hakaret olduğu kadar aynı zamanda bilimsel gerçekliği de yoktur.

Eğitim sistemimizin en önemli ayıplarından birisi, yüklediği bilgilerin SBS ve ÖSS sınavlarıyla geri dönüşünü sağlayamaması ve bu ayıbını özel sektörün çabalarıyla örtmeye çalışmasıdır. Devlet bu ayıbını bizzat ya  kendisi ya da hizmet alımı yoluyla özel sektörle kapatmalıdır.  Sayın Bakanımızdan beklentimiz odur ki, devletin bu ayıbını ve sistemin yüz karası bu sonucunu kırmadan, dökmeden ve bir daha geri dönüşü olmayacak şekilde ortadan kaldırmasıdır.

Devlet;  SBS ve ÖSS sınavı yapıyorsa çocuklarını da bu sınavlara göre hazırlamasını bilmelidir. Bunu, ister mevcut sistemi değiştirerek bizzat yapsın, isterse özel sektöre yaptırsın. Ölünün rahmet bulması önemlidir. Yoksa kimden bulduğu önemli değildir. Selam ve sevgiler…  

/Mustafa GENÇ
28.11.2013

27 Kasım 2013 Çarşamba

Milli Eğitim Bakanı’ndan Beklediklerimiz -X

Bilindiği gibi eğitimde öğretmen asli unsurlardandır. Çocuğun ilk öğretmeni annesi ve babası olmakla birlikte denebilir ki, 13 yıl boyunca nihai şekillendiricisi çevre ile birlikte okullarındaki öğretmenleridir. Öğretmenin ihmal edildiği bir sistemde eğitimden beklenen sonuçların alınması zor, hatta imkânsızdır.

Eğitimimizi, uzaydan getireceklerimizle değil, mevcut öğretmenlerle yürütmek zorunda olduğumuzun bilincindeyiz. Eğitim yöneticiliğimizde tanık olduğumuz en önemli nokta, öğretmenlerimizdeki bilgi yetersizliği değil, yöntem ve heyecan eksikliğidir. Yöntem ve heyecan eksikliğini giderecek olan bakanlıktır. Bunun tedbirlerini almalıdır. Bakanlık yöntem ve heyecan eksikliğini giderme tedbirlerine paralel olarak müfredat programları ile ders kitaplarının üslup ve dillerini de gözden geçirmelidir. Bu program, üslup ve dil ile kendi insanımızı yetiştirme şansımız yok denecek kadar azdır. Yetişen olursa da dokuma hatası olarak kabul edilir. Öğrenci merkezli bir yöntem anlayışıyla mevcut müfredat programlarının kabul edilebilirliği olamaz.

Mevcut ders kitaplarıyla MİLLİ EĞİTİMDE zihniyet dönüşümü gerçekleştirilemez. Gereksiz ve bazen de yanlış bilgilerle doldurulmuş bilgi yığını bu kitaplar, çocuklarımıza yük olmaktan başka bir anlam taşımamaktadır. Sayın Bakanımızdan beklentimiz odur ki, ders kitaplarımızdan bu gereksiz bilgileri kaldırsın, yanlış bilgi ve bakış açıları da düzeltsin. Ayrıca “öğrenci merkezli” bir eğitim için müfredat programları yıllar boyu tekrarlardan arındırılsın. Çok şey öğretelim derken aslında birçok şeyi öğretemiyor ve gözümüzden kaçırıyoruz. Milli Eğitim Bakanımız bu ülkenin insanını yetiştirmeyi amaçlıyorsa Talim ve Terbiye Kurulu’nu da bu konuda yeniden gözden geçirmelidir.

Dünyanın ve Türkiye’nin gerçeklerini görebilen eğitimcilerden oluşan ve milletimizin tarihi misyonu ile yüklü kişilerden oluşan bir kadro ile söz konusu dizaynın acilen yapılması zarureti vardır. Geçen her dakika ve saatte mevcut eğitim çarkının binlerce çocuğumuzu öğüttüğünü hesap etmek durumundayız. Sayın Milli Eğitim Bakanımız ile çalışma arkadaşlarının bu noktada uykularının kaçmasının gereğine inanıyoruz. Çünkü bu makam, tüm makamların ve sorumlulukların üzerinde olduğunu düşünüyoruz. Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
27.11.2013

26 Kasım 2013 Salı

Muhteşem Geri Dönüş

İki haftalık milli maç arasında Samsunspor’un gündemi sancılıydı…  Parasızlık artık kronik vaka haline gelmiş… Yöneticilerin bu konudaki söylemlerine de alıştık… Her uzatılan mikrofona ağlayıp sızlayan bir anlayış,  gına getirdi artık… İşgüzar profesörün renk takıntısı ilgili ilgisiz herkesin midesini bulandırmaya yetti… Umarım o şahıs aklını başına alır, abuk sabuk bahanelerle olayı farklı yöne çekmeyip hatasını telafi eder…

Profesör efendi Müslüman mahallesinde salyangoz satılmayacağını kafasına yerleştirmiştir inşallah… Pek maharetli yöneticilerin elli yıllık Samsunspor tarihinde bir ilke imza attıklarına şahit olduk..  Saha kapatma cezası, para cezası, seyircisiz oynama cezalarını gördük, bunları sineye çektik, kabullendik ama şu puan silme cezası ziyadesi ile onur kırıcıydı…  Sebep olanlara saygılarımı sunuyorum…    

Maça gelecek olursak… Huy edindik, gol yemeden akıllar başa gelmiyor… “Yiyoz”, sonrasında “atıyoz”… Garip bir şey, Samsunspor’a özgü… Yakında patentini “alcaz”… İlk yarı boyunca bir adamla baş edemedi onca kişi…

Tiego tek kişilik ordu misali, sildi süpürdü ortalığı… Biraz ikram gibiydi pozisyon, güney ekibi skor avantajını elde etti… Turgay ve Musa’nın oyuna dâhil edilmesi,  Veli’nin atılışı oyunun rengini şeklini değiştirmeye yetti… Bunaltıcı baskı meyvelerini verdi iki dakika içerisinde gelen goller oyunu Samsunspor lehine cevirdi… Rakip bir fire daha verince gelen üçüncü gol Adiloviç’in klasının çerçevelendiği andı… Beraberlikler takımı haftalar sonra galip gelebildi… Tepedekilerin kayıplar yaşadığı haftanın en karlısı oldu…

26 Kasım 2013
/Resul AKÇAY

25 Kasım 2013 Pazartesi

Samsun’un Ve Samsunspor’un Sahipsizliğine Bir Damga Da Bordo-Mavi’de

Samsun’un sahipsizliğini kanıtlayan bir darbe de gözbebeğimiz diye tanımladığımız Ondokuzmayıs Üniversitesi’nden geldi. Geçtiğimiz haftaya damgasını vuran olay, Ondokuzmayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Dekanlığının akıl dışı uygulamasıydı. Bir başka kentin üniversitesinde görev yaptığını sananların talimatıyla, Tıp Fakültesi’nin öğrenci amfilerinin kapısında ki eski levhalar kaldırılıyor ve onların yerine renkli tabelalar konuluyordu. Bu levhalardan bordo renkli olanın üzerinde yazı ile “BORDO” yazısı, mavi olanın üzerinde ise, “MAVİ” yazısı yer alıyordu. Yani renklerin ne anlama geldiğini anlamayanların da, bu renklerin bir başka kentin takımının renkleri olduğunu daha iyi anlayabilmeleri için olacak ki, yazı ile yazılarak iş sağlama alınmıştı.

Daha sonra anlaşılıyor ki, iş bununla da kalmamış ve amfilerin koltukları da bordo-mavi olarak değiştirilmiş. Bu da yetmemiş, aman anlamayan kalmasın denircesine, üniversitenin Samsun-Bafra karayoluna bakan dış duvarlarının üzerinde ki demir korkuluklarda bordo-mavi renkte boyanmıştı. Bir bilim yuvasında ve bilim adamı olduğu unvanlarında yazanlar böylesine bir yanlışı nasıl yapar? Akıl alacak gibi değil.

Kent insanlarını ayrıştırarak karşı karşıya getirecek bu kışkırtıcı tavrı sergileyenler, neyi amaçlamıştır? Topluma örnek olması gerekenlerin yaptığı bu uygulamanın geçiştirilecek tarafı yoktur. Ülkemizin zaten gergin olan ortamın da, olabilecek tatsız olaylara davetiye çıkartılmaktadır. İşi yatıştırmak isterken söylenenler ise, çok daha inciticidir. Hele de, yapılan yanlışa gerekçe yaratmak için Samsunluların çok sevdiği Ondokuzmayıs Üniversitesin de görev yapan değerli bir hekimin adının karıştırılması, yanlıştan da öte, ayıptır. Yapılan yanlış değil ise, bu yanlışın fotoğraflanması nasıl yanlış olur? Bunun fotoğraflanmasından neden rahatsız olunur?

Bir eğitim yuvasında, bilim adamlarınca bir kentin sosyal yaşamına ayrıcalık sokacak bir tavır nasıl sergilenir? Bu cüretkârlık nasıl yapılır? Anlaşılır gibi değil. Hem de, aralarında kıyasıya sportif rekabet olan iki kentin taraftarlarını karşı karşıya getirecek kışkırtma ile kimin eline ne geçecektir? Bu haberlerin medyaya yansıması üzerine, Samsun ve Samsunspor konusunda hassasiyeti olanların tepkisi büyük olmuştur. Bu gibi durumlarda beklenen şey, bu kentin yönetiminden sorumlu olanların bu yanlışın üzerine giderek, üniversite yönetiminden bunun düzeltilmesini sağlamaları olmalıydı. 

Alınacak sonucun da kamuoyuna yansıtılması ile tepkilerin daha ileri boyutlara gitmesi önlenebilirdi. Sayın Valimizin kent dışında olması, bu açıdan belki bir şansızlık olmuştur. Ama üzülerek söylemek gerekirse, bir başka kent yöneticisinin de olayın üzerine gitmemesi, taraftar dernekleri ile üniversite yönetiminin karşı karşıya getirmiştir.

Bu kenti yönetsinler ve bu kentin çıkarlarına sahip çıksınlar diye oy verdiklerimiz, ne zaman bu kentin insanlarına,  kurumlarına ve çıkarlarına sahip çıkacaklar? Merak ediyorum. Üniversite yetkililerinin de ilk etapta ki açıklamalarının, işi geçiştirmek anlamında olması, tepkilerin büyümesine ve Samsunsporlu taraftar derneklerinin sert açıklamalarına zemin hazırlamıştır.

Bu arada Samsunspor Yönetiminin de yanlış yorumlara neden olabilecek açıklamaları üzerine tepkiler, Samsunspor Yönetimini de içine alarak genişlemiştir.. Olayın medyaya yansıması üzerine, SAM-SEV Başkanı Sayın Rüştü Araboğlu’nun Rektör Prof. Dr. Hüseyin Akan ile yaptığı görüşme sonrası, Sayın Rektör’ün “Yanlışın düzeltileceği sözleri” tansiyonu kısmen düşürmüştür. Bunlar olurken, bazı kendini bilmezlerin sosyal medyada üniversite yönetimine karşı sarf ettikleri çirkin sözlerin de hoş görülmesi mümkün değildir. Bundan sonrası ne olur? Bilemiyorum.

Umarım, başka boyutlara ulaşmadan sorun çözülür. Ama işin asıl acı olan yanı, bu kentin “Sahipsizlik duygusunu”  artık her konuda sıkça yaşar olmasıdır.  Bu konuda da kimler bu yanlışın düzeltilmesi için çaba harcayacak? Onu da izleyerek göreceğiz. 

Başta kentimizde ki kurum yetkilileri olmak üzere herkesi, çeşitli illerden gelen insanların bir arada yaşamaktan mutlu olduğu kentimizin yapısını ve huzurunu bozacak her türlü hesapsız uygulamalardan kaçınmaya davet ediyorum..

İyi haftalar.. 24. 11. 2013    

 ---ÇOCUKLARIMIZI GELECEĞE HAZIRLAMAK İÇİN HER TÜRLÜ ZOR ŞARTA GÖĞÜS GEREREK BÜYÜK BİR ÖZVERİ İLE TER DÖKEN, CEFAKÂR ÖĞRETMENLERİMİZİN “24 KASIM ÖĞRETMENLER GÜNÜNÜ” KUTLUYORUM. ARAMIZDAN AYRILAN EĞİTİMCİLERİMİZİ RAHMET VE MİNNETLE ANIYORUM.----

/Sadi SUBAŞI
25 Kasım 2013

21 Kasım 2013 Perşembe

Islak Kentin “Aşk” Çığlığı

Sabahattin Eyüboğlu,Orhan Veli’nin ölümünden sonra bir Japon haikusunu anar ve bu haikuyu ,Orhan Veli’nin ölümüne uyarlar.Haiku şöyledir:

Şair anju öldü
Şimdi o
Yaz denizi gibidir.

Bu sözleri okuduğumda (Belleğin Kuytularına-syf:54 Hilmi Yavuz) yaşayan şairlerimizden Cemal Safi geldi nedense aklıma. Söylemesi bile biraz burukluk veriyor insana fakat Samsunun yetiştirdiği, halen yaşayan bir şaire, kendi insanı tarafından yabancı muamelesi yapılması belki de etkiledi beni. Şiir defterinden bir sayfa daha kopmadan değerini bilmek gerek diye düşündüm.

“Aşkın şairi” sahneye çıkarken, bunları geçirdim aklımdan. Cemal Safi’ye gidiyorum dediğimde O kim? diyen Samsunlu dostumun, ahde vefasızlığına kızarak.
.....

İlahimle Mevlanayı döndürdüm
Yunus’umla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevla’danım hayır benim şer benim...
Benim adım “Aşk”

Cemal Safi’yi bu dizelerle tanıdım. Hayatı, insanı, duyguları, ilahi olanı, dünyevi olanı “Tek kelime Aşk’ın” içine sığdırmayı başaran gönül adamı.

Cemal Safi kim?

Islak kentin şairi! Divan şiirinin postmodern zaman şairi benzetmesi nasılda yakışmış üzerine. Gazel ruhuyla şiir yazan adam. Eski Türk edebiyatının o engin duygu denizinde insanı kah çöllere vuran, kah denizlerin dibine inci avına çıkartan kah oradan sevgilinin kapısını aydınlatan ay yapıveren şair. Aşkın hissiyatını yakalayıp bunu hece hece dökmek kağıda öyle her benim diyen şairin başarabileceği bir hüner değildir.

Geçmişin ruhuyla zamane insanının dünyevi hislerinin birleşmesi sarıverir sizi şiirlerinin her satırında. İçmeden sarhoş eden Aşkı, ne kadar da benzer Mecnunun Leylaya aşkına.

38 ‘de açar gözlerini Kuzeyde bir sahil şehrinde. “Rüyalarım Olmasa”yla 90’da rüyalarının pembe düşleri gerçek olur. 91 de “Vurgun”la şairliği iki yıl üst üste tescillenir söz yazarı olarak.

Müzikli bir şiir kasedi çıkarır ardından. 74 yıllık ömre, beş yüzden fazla şiiriyle anlam yükler. Şiirlerinin yüz ellisi bestelenir.Şarkı olur akar gönüllere kelime kelime.

Türk Dil Kurumu tarafından, Türkçeyi en iyi kullanan şair olarak ödüllendirilir. Eminescu madalyası (Moldovanın en büyük nişanı), Altın Kelebek ödülleri ve TRT ‘nin defalarca “Yılın Şairi” ödüllerine layık görülür. Şiirleri; İtalyanca, Rumence ve Arnavutçaya çevrilir.(Vikipedi)

Amacım Biyografi tarzında yazı yazmak değil. Fakat bunları özellikle yazmak istedim.Bilmemek kusur değil elbet.Fakat! Tony ödüllü James Lapinin aynı isimli müzikalinden uyarlanan ‘İnto The Woods’un’Başrol oyuncularından; Merly Streepin, James Corde’ninin, hayat semeresini bülbül gibi şakıyabilenlere göz aşinalığı olması amacım. Bülbül deyince İzzet Mollanın bir beyti geldi hatrıma.

Berg_i gülle andelib_i zarı tekfin ettiler,
Bir gülistan beytini üstünde telkin ettiler.

Bülbülü gül yaprağıyla kefenleyen halet_i ruhiyeye sahip insanları, iki kalemde anlatabilmek o kadar da kolay değilmiş. Şiir der Beşir Ayvazoğlu; Musa ile Fravunun sulha erdikleri beyaz alandır. Şair, bu bütün zıtlıkların buluştuğu alana ‘Cihanın Canına’ ulaşmaya çalışır. Sınırlı bir alanda, sınırlı bir malzemeyle ‘Sonsuzluğu’ arama eylemidir onların ki. Şair sıfatını taşıyabilmek öyle kolay değildir. Şair ki, koca bir hayatı, koca bir hikayeyi iki beyte sığdırır.

Küba şairi; “Ayva çicek açmış kimin neyine” demiş ya, işte o çiçek açan ayva bir tek şairlerin umrundadır. Duyarlılıkları, onları tüm diğer insanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Şair görmezden gelemez. Gelmez!

Gönül Adamlarını da görmemekten gelmek olmaz. Onların ki emeğe karışan yürek terleri. Gönül yaralarına merhem niyetine kelimeleri, nefesleri. Onlar ki vahyi toplumların manevi mimarları. Maddi dünya ile uhrevi dünya arasındaki ebabil kuşları. Ruhlarını,heyecanlarını üflerler görünene de görünmeyene de.

Kelam işçileri!

Hayal ile hayat gerçekliği arasında “Mecazdan” köprüler kurup o köprülerden geçirirler çaresiz yürekleri.

Onlar ki tüm insanlığın çilesini çeken ruhlardır. Tıpkı Peygamberler gibi!Anlayacağınız öyle kolay iş değildir sorumlulukları.Yüreklerdeki sonsuz ateşi körükleyenler de onlardır,ateşe su serpip söndürenlerde.Sudan mededsiz gönül yangınlarına çareler arayanlarda şairlerdir.

Ne diyordu, Su Kasidesinde Fuzuli:

Saçma ey göz ,eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çare su...

Kim okurda hislenmez bu satırları. İşte bu yüzden Cemal Safiyi layıkıyla tanımak önemli. Kelimeleriyle hayat bulan bir gönül adamı, aşk adamı. Satır satır dizdiği mısralarıyla “aşk” onda bir kimlik oluşturmuş vaziyette.

Trival Literatür tarzı “Aşklar” yok satarken gerçek kalemlere yeterince hayat hakkı tanınmıyor yazık ki.

Kelimelerin çığlık attığını gördünüz mü siz hiç? Bakın benimkiler atıyor. Ya gözyaşı akıttıklarını, acı içinde kıvrandıklarını? Benimkiler çoktan ıslattı kağıdı. Ya korkuyu gördünüz mü yüzlerinde? “Ya evde yoksan” diye seslenen mısraların iç titreten korkusunu yaşadınız mı hiç? Cevabınız hayırsa açın bir Orhan Gencebay dinleyin. Cemal Safi orada.

Aşkın, sevginin kısaca hayatın ta kendisinin gürül gürül aktığı mısraları gönül pınarımıza akıtalım ki, yalın_kat insanlardan olmaktan kurtulabilelim...

Dünyalık cehennem ateşlerinde yanan, bağrı yanık insanlara su serpen,bu mübarek insanlara saygı ve hürmetle...

Git’in bir Candan Erçetinden(Git) dinle(yin) şimdi !Cemal Safi orada!

Ayrılık Nikahları kıyılmadan gidelim sevdiklerimizin yüreklerine. Ve onun sözleriyle bitirelim yine.

Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun
Tek sana müptela tek sana düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin!

21 Kasım 2013
/Hülya BULUT

20 Kasım 2013 Çarşamba

Yozlaşmak

Cuma günü saat 18.10 civarında raylı sistemin Samsun merkezdeki son durağı olan Shell den trene bindim. Gidiş yönüne göre en ön vagonda kapının yanındaki koltuğa oturdum. Tren hareket etti Cumhuriyet Meydanı durağından binen yaklaşık otuz otuzbeş yaşlarında bir bayan erkek çocuğu ile benim yan tarafıma oturdu. Erkek çocuk benim tarafımda oturuyordu. Aramızda bir koltuk vardı. Tiren kalktı opera durağına geldi. Bu duraktan elli yaşlarında bir bayan bindi. Önce binen bayanın yanına oturdu. Çocuk benim bitişik koltuğa geldi. Başka yaşlı bir bayan daha gelince ben de kalktım yerimi o bayana verdim. Benim karşı tarafımda oturanlardan iki üç kişi de kalkıp binen yaşlı erkek ve bayanlara yerlerini verdiler. Çocuk aynı yerde oturuyordu. Kendi kendime bu çocuklara aileleri bu konularda eğitim vermiyor mu? Diye söylenirken geldik Fener durağına. Fener durağında hamile bir bayan biner. Opera durağında binen bayan çocuğa oğlum kalk da şu hamile bayan otursun der. Çocuk kalkar hamile bayan oturur. Buraya kadar her şey normal.

Kalkan çocuğun annesi çocuğa kalk diyen bayana sen nasıl bu çocuğu kaldırırsın diye çıkışmaz mı? Çocuğu kaldıran bayan ‘ne olmuş, bayan hamile bu çocuk ayakta da gidebilir’ diye karşılık verilir. Çocuğun annesi ‘sen kaldıramazsın, çocuk istemedikçe olmaz, benim çocuğum oturarak gidecek’ diye bayana söylenmeye devam eder. Bayan ‘ne olmuş ne var bunda bayan hamile’ dese de nafile. Çocuğun annesi ‘sana ne ben bacak bacak üstüne atarak gideceğim. Beni ve çocuğumu rahatsız edemezsin’ diye azarlamaya devam eder durur...

Bu sadece bu bayanın yaptığı değil ya! Trende bunun gibi nice olaylar yaşanıyor. Özellikle bu ihlaller gençler tarafından daha çok işlenmekte. Sürekli trenle gidip geldiğim için bu olaylara çokça şahit olmaktayım. Bir gün yazarım diye düşünürken en son yaşadığım bu olay beni hayal kırıklığına uğrattı desem abartmış olmam. Bunu yapan bir anne! Hem de oğlunun gözü önünde. Ne diyebilirim. Buna söyleyecek laf bulamıyorum.  

Bu sefer ben fikrimden vazgeçtim. Hani kendi kendime söyleniyordum ya! Bu çocukları aileleri eğitmez mi diye. Çocukların değil anne veya babalarının eğitime ihtiyaçları olsa gerek. Bir toplum bu kadar yozlaşmış olamaz! Hâlbuki trende uyarıcı yazılar bile var. Yaşlılara, gazilere, hamile bayanlara, hastalara öncelikli olarak yer verilir diye. Var da! Böyle yozlaşmışların anlayacak veya okuyabilecek beyinleri var mı? Böyle annelerin yetiştirdiği çocukları düşünemiyorum. Bizim toplumun yapısına uymuyor bu hareketler. Hani deriz ya? İnsanlık öldü mü diye. Aynen öyle. Biz yine de Allah ıslah eylesin diyelim…

/Nedim AYDIN

Bir efsanedir Aguş Hoca


Bir öğrencisi olarak Aguş Hocamı hiç unutmadım ve becerebildiğim kadar anlatmaya çalıştım.

O isim, kırklı yılların sonlarında sıcak bir yaz gününde yazıldı Mehmet Hoca`nın alnına... Sıcaktan bunalan bir kuşun, İş Bilgisi dersinde pencereden içeri girdiği gün... Atölyenin açık penceresinden içeri dalan kuşun kanat seslerine, şaşkınlıktan kuşu göstererek “aaa guş” diyen Mehmet Hoca`nın sesi karıştı. Böyle rivayet olunur “Aguş Hoca” isminin nereden geldiği...  O günden sonra Resim ve İş Bilgisi Öğretmeni Mehmet Ulusar, sadece öğrencileri tarafından değil, tüm Bafralılar tarafından “AGUŞ HOCA” diye anılacaktır. Gerçeğini belki hiçbir zaman öğrenemeyeceğiz ama bu rivayete bir tane de ben eklemek istiyorum.

Resim ve İş Bilgisi öğretmeni Mehmet Hocamız, rende, iskarpile, maket bıçağı, keser, çekiç gibi aletlerine çok önem verir onlara gözü gibi bakardı. Her konuda çok titiz olan Mehmet Hoca, aletleri öğrencilerine numaralarını yazarak teslim eder, ders bittiğinde de elindeki listeye göre toplardı. Taş oymacılığının en önemli aletlerinden biri de agüstür. Mehmet Hoca da agüslerine ayrı bir önem verir kaybolmalarına tahammül edemez, sürekli agüslerini ister, sorardı.Agüs aşağı, agüs yukarı... Kim bilir belki de Aguş Hoca lakabı Mehmet Hoca`nın bu agüs aşkından gelmektedir.

İleride yüzlerce başarılı öğrenci yetiştirip Bafralıların hafızalarında derin izler bırakan Mehmet Ulusar, yani Aguş Hoca kimdir? Adam gibi adamlar yetiştiren Mehmet Ulusar, 1913 yılında Erzurum`un Hınıs ilçesinde doğdu. Osmanlı imparatorluğu ile Rusya arasında geçen Kafkas Savaşlarında anne ve babasını kaybeden Mehmet Hoca`nın amcası Şevket Paşa, Cumhuriyet Döneminin ilk devlet adamlarındandır. Küçük yaşta yetim ve öksüz kaldığı halde amcası Şevket Paşa`dan hiç ilgi görmeyen ve ortada kalan Mehmet Hoca adeta bir yaşam mücadelesi vererek kendini eğitime verdi.

Aguş Hoca, ilk, orta ve lise eğitimini memleketi Erzurum`da tamamlayarak Ankara Gazi Eğitim Enstitüsü Resim-İş Bölümü`nü bitirdi. Meslek hayatına Tokat`ta başlayan Mehmet Ulusar, Bafra Ortaokuluna Resim-İş öğretmeni olarak atandı. Mehmet Ulusar Bafra`daki ilk yıllarında Dr. Fevzi Birer`in ablası Ayşe Hanımla tanıştı. Mübadil bir ailenin çocuğu olan Ayşe Hanım, Selanik`in Drama kazasından henüz 3 yaşındayken Bafra`ya gelmişti. Yolları Bafra`da kesişen iki gencin kanları birbirlerine kaynasa da kız tarafı ilk başlarda Aguş Hoca`ya kızlarını vermeye yanaşmadı.

Kız tarafının damadı tanıması ve evliliğe onay vermesi iki yıl sürdü. Ulusar Ailesinin bu evlilikten, biri öğretmen iki kız ve avukat bir oğulları oldu. Aguş Hoca, İyi bir eğitimci olmasının yanı sıra iyi bir aile reisidir de. Çocuk büyütmek de ona göre hem bir görev hem de bir sanattır.  Çocuklarının yanında eşiyle bir kez dahi tartışmaya girmeyen Aguş Hoca, evlatlarının kavgasız, mutlu bir ortamda büyümelerini sağladı. Kıskançlık, tembellik ve nefret duygularından uzak olan Aguş Hoca, herkese örnek olacak çocuklar yetiştirdi.

Çocuklarına Paşa Amcası hakkında bir kez dahi kötü bir söz söylemeyen Aguş Hoca, yine de amcasının ilgisizliğini unutamamıştı. Bir gün varlıklı Paşa Amcasından Ankara`ya gelmesi için davet alan Aguş Hoca, “yıllarca beni hiç arayıp sormayan amcayı ne yapayım” diyerek daveti kabul etmedi. Daveti kabul etmeyen Aguş Hoca`ya Ankara`dan ikinci bir haber daha geldi. Onu küçük yaşta yüz üstü bırakan amcası Şevket Paşa ölmüştü.

Kendisiyle hiç ilgilenmeyen amcasının ölümüne çok üzülen Aguş Hoca günlerce ağladı, ölüm haberlerinin yayınlandığı gazeteleri ömrünün sonuna kadarda sakladı. Mesleğine aşık, idealist öğretmen Aguş Hoca, Resim ve İş bilgisi dersi dışında Almanca derslerine de girerdi. Eğitim ve öğretimde disipline her zaman önem veren, her işi titizlikle yapan Aguş Hoca`nın el becerisi de gözlerden kaçmadı ve Gazipaşa Camisi`nin taş süsleme işlerinin yapımı ona verildi.

Bugünkü Gazipaşa Camisi`nin taş süslemeleri Aguş Hocanın gece gündüz çalışmalarının bir ürünüdür. Aguş Hoca, evinde, gaz lambası eşliğinde gece geç saatlere kadar boyadığı süslemeleri, gündüzleri cami duvarına monte ederdi. Bugün cami kapısının sol tarafındaki yazıda Nakkaş Mehmet Ulusar olarak ismi hala yazmaktadır.

Aguş Hoca, şimdilerde Ankara`da avukatlık yapan biricik oğlu Alpay`ı, ortaokul öğrencisi iken yanına yardımcı olarak alarak, eski kaymakamlık lojmanının yanındaki caminin kubbe ve minberlerinin nakış ve süsleme işlerini hiçbir ücret almadan yapmıştı. O günlerde çok beğenilen ve hayranlık uyandıran bu eserlerin sahiplerini şimdi kimsecikler bilmiyor.

Aguş Hoca`mızın iş bilgisi dersini yaptığı atölyeler bugünün sanat okullarının da muadilidir. Atölyede her türlü marangoz aletleri, teneke işlemeciliği, kilim dokuma tezgâhı ve dokuma, kitap ciltleme işleri yapılmış, bu faaliyetler her eğitim ve öğretim yılının sonunda sergilenmiştir. Yetenekli hocamız aynı zamanda çok da zekiydi. Devre arkadaşlarından matematik öğretmenlerinin çözemediği problemleri gece geç saatlere kadar da olsa çalışarak mutlaka çözerdi.

Yetenekleri saymakla bitmeyen Aguş Hoca`mız, her zaman ne yapacağını bilen ve yapacağı şeyi çok önceden düşünen biriydi. Şimdiki öğrencileri bırakın, büyüklerin bile adını bilmedikleri, kitap ciltlemeye yarayan tahtadan cilbendi bize yaptırır onunla da kitap ciltletirdi.

Ayrıca kırtasiyecilerde satılacak kalitede resim albümü yapmayı da o öğretmişti. Albümün kapaklarını bezle kaplatır, köşeleri eskimesin diye de köşebent çaktırırdı. Yapraklarını ise şiraze ipi denilen renkli iple fiyonk atarak tuttururduk. Yaptığımız albüm değil sanat eseri olurdu. Yaptıklarımız bunlarla da sınırlı değildi. Oklavalar, ızgaralar, elbise askıları gibi kullanışlı çok şeyler daha vardı.

Suluboya, yağlıboya, karakalem çalışmalarının dışında, Ebru sanatının da en iyi uygulayıcılarından biriydi Aguş Hoca. Mozaik çalışması, ağaç kakma ve alçıdan heykellere kadar çok şeyi de öğrencilerine yaptırırdı. Tembel öğrencilere göre notu kıt bir öğretmendi. Halbuki yetenekli ve becerikli öğrencileri çok takdir eder, notunu esirgemezdi. Çalışmayan tembel öğrencileri mutlaka bir atasözüyle uyarır ve azarlardı.

Bunlardan biri ''Baban bir mısır çuvalı, sen bir fare, kemir bakalım kemir” di. Bir diğeriyse, “katıroğlu katırlar” dı. Ödevini başkasına yaptıranlar için kullandığı atasözü de ''Keçi, keçi bacağından; koyun, koyun bacağından asılır”sözüydü. Zor da olsa, beceremeseniz de, verilen işi veya ödevi mutlaka kendiniz yapın. Gelecekteki yaşamınızda her şeyi başkalarına yaptıramazsınız diye de uyarırdı.

Her öğrencinin kapasitesini iyi bilir. Öğrencinin ödev olarak verdiği resim ona ait mi, değil mi hemen anlardı. Aguş Hoca, Bedri Koraman ve Asaf Güzeloğlu gibi karikatür üstatlarını da okutup yetiştirerek Bafralı sanatçıların ülkemize kazandırılmasını sağlamıştı. Bununla ilgili bir anekdotu da yeri gelmişken aktarayım... Aguş Hoca resme olan kabiliyetinden dolayı mezun ettiği öğrencisi Asaf Güzeloğlu ile arkadaş da oldu.

İleride benim sevgili öğretmenim Yurdagül Hanımın da eşi olacak olan Ural Güzeloğlu da Aguş Hoca`nın öğrencisidir. Resme karşı yeteneği olmayan Ural Amca, resim ödevini amcası Asaf Güzeloğluna yaptırdı ve hocasına teslim etti. Aguş Hoca öğrencisi Ural Amca`nın verdiği  ödevi görür görmez sıfır verdi ve resmin altına da “Asaf`a selam”yazdı. Aguş Hoca, yetenekli öğrencileri Bedri Koraman, Asaf Güzeloğlu, Talat İçten ve Ahmet Ahıskalı`nın resimlerini de evinde özenle sakladı. Mehmet Ulusar`ın adı Bafra`daki bir Anaokulunun tabelasında ölümsüzleşmiştir.

Aguş Hoca`nın öğrencisi, benim de manevi babam olan Samsun Milli Eğitim Müdürlüğü de yapan Özcan Tekiner, Milli Eğitim Bakanlığı Eğitim Öncesi Okullar Müsteşarı iken Hocasının adını ölümsüzleştirecek bir karar alarak Bafra Cumhuriyet Ortaokulu yanında yapılan anaokuluna Mehmet Ulusar Anaokulu adını verdi. 100 Yıl önce dünyaya gelen ve hala kendinden söz ettiren Mehmet Ulusar Hocamızı 1980 yılının Temmuz ayında kaybettik. Değerli Hocamız, 67 yaşında kalp krizi geçirerek hayata veda ederken geriye yüzlerce öğrenci ve onlarca eser bıraktı.

Aguş Hocamız 33 yıldır aramızda yok...

Bir öğrencisi olarak onu hiç unutmadım ve becerebildiğim kadar anlatmaya çalıştım. Babamı beni ve 6 kardeşimi okutan değerli hocam Aguş`u yaşadığım sürece unutmayacağım. Onu size yeterince anlatamadığımı bilsem de tek tesellim bize öğrettikleriyle hâlâ aramızda yaşamasıdır.

Sevgili Atamız, “yeni nesil sizlerin eseri olacaktır”diyerek öğretmenlerimize ve yetiştirecekleri gençlere ne kadar önem verdiğini göstermişti. Kültürlü, sağlıklı, medeni nesiller yetiştiren öğretmenlerimizden aramızdan ayrılanlara rahmet, yaşayanlara sağlıklı ve uzun bir yaşam diliyorum.

Bu yazıyı tüm öğretmenlerimize armağan ediyorum. Öğretmenler Gününüz Kutlu Olsun.

/Recep Yılmaz
20.11.2013

Milli Eğitim Bakanı’ndan Beklediklerimiz -IX

Dünya ülkelerinin tümünde eğitim bakanlarının görevleri şüphesiz nesillerini geleceğe hazırlayarak milletlerini ve devletlerini garantiye almaktır. Bizim Milli Eğitim Bakanlığımızın da görevi budur. Sıfır toleransla çalışılsa bile üretim sırasında arzu edilmeyen bazı ürünler ortaya çıkabilir. Bu ürün bir öğrenci de olsa dikkate almak zorundayız. Burada, “Bir insan, insanlık kadar önemlidir” inancıyla hareket ediyoruz. Sayın Bakanımızdan beklentilerimiz de  bu doğrultudadır. Konu ile ilgili sekizinci yazımızda zorunlu eğitimin son dördündeki ciddi ve kaygı verici gelişmelerinden söz etmiştik.

Tespit edebildiğimiz kadarıyla dünyanın hiçbir yerinde zorunlu üniversite öğrenimi yoktur. Bu zorunluluk olmayınca, üniversiteye hazırlamak da zorunlu olmamalıdır. Önemli olan, iyi insan yetiştirmektir. Eşitlik ve adalet adına tüm yeteneklere aynı dersleri okutmak bir zulüm değilse,  en azından bir sorumsuzluktur. En sorunlu döneminde öğrencinin başarabilme umudunu kırmanın maliyeti,  yalnız öğrenciye ve ailesine değil, küreselleşen dünyamızda aynı zamanda tüm ülkeye ve insanlığadır.

Başarabilme umudunu kaybetmiş, ya da kaybedecek bir şeyi olmayan herhangi bir insan ne yaparsa öğrenci de sınıfında, okulunda ve sokağında onu yapacaktır. Böylelerini örgün öğretimin dışına çıkarmak sorunu çözmüyor, daha çok katmerleştiriyor. Sayın Bakanımız bilirler ki yakın zamanda  böylelerinin sayıları yüzbinlerle ifade edilecektir. Bu durum, eğitimimizin soykırımı olur diye düşünüyorum. Doğal üniversite basamaklarını tırmanmada sıkıntı çeken çocuklarımız daha rahat programlarla mesleğe hazırlanmalarının acilen gereğine inanıyoruz. Ancak üniversite yolu da kapanmamalıdır.

Geçen yazılarımızda da ifade ettiğimiz gibi Avrupa’da bunun örnekleri vardır. Sayın Bakanımızdan istirhamımız, tehlikeli ateş  çukurunun başında bekleyen yüzbinlerce çocuğumuzu kurtarması için hemen devreye girmeli ve gerekli tedbirleri almalıdır. Değil yarın, bir saat sonra dahi geç kalınacağı unutulmamalıdır. Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
20.11.2013

18 Kasım 2013 Pazartesi

İşte Samsun

Gösterişli, aldatan yanı da var. ‘Samsun bu mu?’ dedirten yanı da. Karadan dolaşırsan farklı. Havadan, denizden farklı. Karadan, dolaşılması gerekli yerler doğrusu ürkütüyor. Özellikle yazları havadan izlediğimizde de pek iç açıcı değil. Hafta sonu denizden izleme fırsatı buldum kimilerinin imrendiği, kimilerinin de ‘yazık’ dediği Samsun’u.

Kültür Bakanlığı Klasik Türk Musikisi sanatçısı sevgili dostum Osman Ergen’in davetlisiydim. Öğleyin başlayan yattaki sohbetimiz, gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürdü. Yanımızda gazeteci dostum Osman Yakınoğlu, Samsun Sanat Merkezi solistlerinden Cemil Ulubay ve İstanbul’dan konuğumuz Temel Temizel vardı. Denizden görüntü aslında pek hoş değil. Çarpık kentleşme bariz bir biçimde hissediliyor. Şehir plancılarının parmağı değmemiş gibi. İmar planı adeta adamına göre yapılmış. Değer katma yönetenlerin elinde.

Her yönetim değişimi Samsun’u biraz daha güzelliklerinden etmiş. Sahildeki düzenleme yetmiş bir kere kolay aldananlara.  Çirkinliklerin görülmemesi için adeta set çekilmiş. Sahilde bile altyapıdan yoksun bırakılmış koca Samsun. Bulvar üstü dediğimiz ise kaderiyle baş başa. Gören de yok zaten. Görülen yerler göz boyamakla kalmamış, bir de ‘bravo’ çektiriyor, bir yağmur da yok olsa da.

Samsun, her ne kadar birilerince çağ atlamış gösterilse de gerçekleri yansıtmıyor. Bunun vebali sadece bugüne dek görev yapan belediye başkanlarında değil. Sürekli aldanmaktan ders çıkaramayan bizlerde de.

Önümüzde yerel seçimler var. Bu yerel seçimlerde oy kullanmadan önce geçmişi süzgeçten geçirip ona göre kullanabilecek miyiz? Samsun’u her yanıyla tanımaya çalışacak mıyız? Hak edene oy vermeyi becerecek miyiz? Hiç sanmıyorum. Kimimiz ‘Partime oy vereceğim’ diyecek. Kimimiz ‘Bu adaya güveniyorum’ diyerek oy verecek. Kimimiz de aldanışımıza devam edecek. Böylece sadece bizim değil, gelecek kuşaklarımızın yaşayacağı Samsun’un katline yol açmaya devam edeceğiz. Aklımızı başımıza alıp sandıkta yanlış yapmaktan kaçınmayı becerebilirsek ne ala. Umut var mı? Bize kalmış. Ne dersiniz?

18.11.2013
/Avni DEMİR

Omü Rektörlüğü- Belediyeler-Müteahhitler Yeşill Enerji Kredisini Samsun

Önceki yazımızda Birleşmiş Milletler tarafından Kyoto Protokolü çerçevesinde (İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi) finans ve danışmanlık kurullarına yetki verildiği, bu kuruluşların Kyoto Protokolünü imzalayan 178 ülke’deki emisyon azaltılmasına yönelik yeşil enerji argümanları kullanılması için hibe krediler sağladığını ifade etmiş idik. Konuya nereden vakıf olduğum konusunu, konu ile ilgili önceki yazımı okumayan okuyucularımız için  kısaca tekrarlamak istiyorum.

İştigal ettiğim sektörde ürettiğimiz ürünü yaklaşık 27 ülkeye ihraç etmekteyiz. Sektörde dünyanın ilk ve tek (GREEN APPLE) Yeşil Elma sertifikasına sahip olan ürünlerimiz ABD’de Las Vegas kentinde düzenlenen uluslar arası Yeşil Ürünler ile ilgili bir organizasyonda 842 firma arasından insanlığa faydalı yeşil ürün olarak 4. Olmuş ve İspanyada 2 yıl önce  40 ülke arasından Uluslar arası Kalite Sertifikasına layık görülmüştür.

Buraya kadar elbette işimiz ile ilgili köşemizde reklam yapmayı düşünmedik. Söz konusu kredinin varlığını ne şekilde öğrendiğimizi ve  dünya’da üretilen yeşil ürünler ile ilgili  olayın neresinde olduğumuzu ifade etmek içindir. Yine ikinci bir şansımız, Türkiye’nin Kyoto Protokolünden sorumlu ve başbakan danışmanı olarak görev yapmış olan Isparta Süleyman Demirel Üniversitesinde görevle Prof.Dr.Lütfullah Gündüz’ün , yeşil ürünlerimizin geliştirilmesi adına AR-GE çalışmalarında 7 yıldan bu yana yardımcı olmasıdır.

Bu noktada “Salur bu ülkenin başbakanı, bakanları, milletvekilleri, belediye başkanları, rektörleri var, hiç kimsenin bu kredinin varlığından haberi yok, sen mi öğrendin” şeklinde bir eleştiri getirilebilir. BM’ tarafından kredilerin organizasyonuna ilişkin,  Türkiye ve Ortadoğu bölgesi için görevlendirilen kişi ile ilk karşılaştığımızda kendisine “ Cihan bey, hükümetimizin bu kredi dilimi ile ilgisi haberi yok mu, siz bakanlıklar nezdinde bir girişimde bulunmadınız mı, Üniversiteler ile görüştünüz mü” şeklinde bir soru yönelttim.

Kendisinin yaklaşık 2 yıldır Türkiye’de temaslarda bulunduğunu ancak yerleşik olarak iki aydır sadece bu kredinin Türkiye’de kullanılması için temaslarda bulunduğunu ifade etmiştir. Ayrıca kendisi ile irtibat kuran bazı bürokratların veya firmaları temsil eden kişilerin kendisine komisyon konusunda ortaklık teklif ettiklerini ve bu nedenle bir mesafe kat edilemediğini beyan etmiştir.

Olayı özetleyecek olur isek; Üniversitelerin, belediyelerin üretecekleri tüm projelerin masrafı malum kuruluş tarafından sağlanıyor. Örneğin belediyeler kent aydınlatılmasında güneş panelleri kullandığında, üniversiteler yeşil enerji kullanılmasını öngören projeler ürettiklerinde söz konusu kredi dilimini kullanabilmektedirler. Krediden istifade etmek bir yana, yeşil enerji elde ederek atmosfere salınan sera gazının (karbon salınımı)  miktarı kadar da yıllık bir gelir elde edilmektedir.

3. gelir yolu ise, fazla enerjinin devlete satılmasıdır. Yani projelerinizi tek kuruş harcamadan ve geri ödemeyeceğiniz bir kredi ile tamamen hibe olarak alıyorsunuz, güneş  enerjisi ile elde ettiğiniz enerjiden ihtiyacınızı karşılıyorsunuz, fazlasını devlete satıyorsunuz, BM ise yine Kyoto Protokolü çerçevesinde atmosfere yayılacak karbonun miktarını belirli kriterler ile hesaplayarak size yıllık bir ödeme yapıyor.

Halk tabiri ile kuruluş size projenizi şu şekilde yaparsanız size para vereceğiz, bir kazanç kapısı açacağız, ayrıca dünyayı küresel ısınma felaketinden korumak adına katkıda bulunduğunuz için üste para vereceğiz diyor. Stadyumlar, Üniversiteler, Belediyeler, binalar kısaca tüm projelerde yeşil enerji kullanımına yönelik projeler ürettiğinde söz konusu krediden istifade edebileceklerdir. Bu konuda bir Samsun’lu olarak üzerimize düşen görevi yerine getireceğiz.

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç ile irtibat kurmaya çalıştık ve çalışıyoruz. Müsteşar yardımcısı Aslan Karanfile durumu mail yolu ile ilettik. Kuruluş ile BJK kulübünün stat projesi ile ilgili bir toplantı yapılmasını sağladık. BM tarafından sağlanan bu krediden istifade edilmemesi gerektiğini düşünmekteyiz. Aracı veya komisyoncu gibi bir davranış içinde değiliz. Yani bu işten herhangi bir maddi menfaatimiz yok. Çünkü muhatap BM’in yetkilendirdiği kuruluşlardır. Yani rüşvet, komisyon, maddi veya siyasi çıkarlar ancak bizim sistemimizde söz konusudur. Bu kuruluşlara böyle bir teklif yaptığınızda sizi başka bir dünyadan gelmiş gözü ile görür ve değerlendirirler.

Sayın rektörümüz, belediye başkanlarımız, stadyum inşası proje müellifleri, müteahhitlerimiz, söz konusu kredi için gerekli bilgi toplantısı için Samsun’da bir toplantı yapılmasını planlamaktayız. Ancak münferit toplantılar için bizimle irtibat kurulduğunda gerekli organizasyonu sağlayabiliriz.

/Süleyman SALUR
18 Kasım 2013

17 Kasım 2013 Pazar

Kenti Yönetenlere Ve İşadamlarımıza Sesleniyorum”

Dünya’da yaklaşık 178 ülke arasında imzalanan Kyoto Protokolü çerçevesinde Birleşmiş Milletler tarafından iklim değişikliklerinin etkisini azaltmak amacı ile, sözleşme imzalayan ülkelere bir kredi tahsis edilmiştir. İştigal ettiğimiz sektör ise binaların yeşil kimliğine katkıda bulunduğundan ve dünyanın ilk ve tek GREEN APPLE (yeşil elma) sertifikasına sahip bulunduğundan ihracat yaptığımız ülkelerin uyarısı ile söz konusu kredi diliminden istifade edebilmek için ilgili kuruluşa müracaatta bulunduk. Konu ile ilgili BM Türkiye ve Ortadoğu Yetkilisine ulaştık. Ancak bu kişiye direkt ulaşana kadar aracılık yaparak komisyon almak isteyen pek çok kişi ile karşılaştık.

Kyoto Protokolünden sorumlu başbakan danışmanlığı yapan ve firmamızın da AR-GE çalışmalarında yaklaşık 8 yıldır birlikte çalıştığımız Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi Pomza Araştırma Kürsüsü başkanı Prof.Dr.Lütfullah Gündüz ile de, söz konusu kredi diliminden haberdar olduğu ancak BM tarafından tahsis edilen söz konusu krediden Türkiye’nin istifade etmediğini öğrendik. Kredinin amacı temiz kalkınmanın temelini atmaktır. Bilindiği üzere ülkeler Kyoto Protokolü çerçevesinde sera gazı salınımını emisyonlarını azaltmak için taahhütlerde bulunmuştur. Bu çerçevede taahhütlerini yerine getirmeyen ülkeler önemli cezai yaptırımlar ile karşı karşıya kalacaklardır. İlk kontrol geçen yıl yapılmış ve Türkiye’nin durumunun iç açıcı olmadığı ortaya çıkmıştır.

Sistem şu şekilde işlemektedir. Örneğin Samsun’da şu anda inşa edilen Stadyum ile ilgili bir girişimde bulunularak BM tarafından tahsis edilen kredi diliminden istifade etmek isteyelim, ve bu konuda kuruluşun gerek teknik ve gerekse ekonomik anlamdaki katkılarını irdeleyelim. Kuruluş ilk etapta söz konusu projenin tanıtımı ile ilgili bir ön açıklama yazısı talep etmektedir. Ardından kendi teknik elemanlarını göndererek bir fizibilite yapmakta, Stadyumun çatısı veya yan duvarlarının veya müsait alanlarının güneş panelleri ile kaplanmasını sağlamaktadır.

Güneş panelleri ile elde edilen enerji,  6 dakikalık bir sürede stadyumun tüm  enerji ihtiyacını karşılayabilmektedir.. Arta kalan enerji ise devlete satılıyor. Bu şekilde stadyum enerjiye ücret edemeden karşıladığı gibi devlete sattığı enerji ile de bir gelir elde edilmektedir. Üstelik bu rakamlar küçümsenmeyecek miktarlardadır. Samsunspor’un üst kullanım hakkını alarak bu tür bir projeyi hayata kavuşturması halinde, kulüp birkaç yıl içinde olağanüstü bir gelire sahip olabilecektir. BJK kulübü ile benim aracılığım ile bu konuda 2 gün önce ilgili kişiler ile bir toplantı yapılmış olup, söz konusu projenin uygulanabilmesi için ilk adım atılmıştır. Samsunspor’un ve yeni inşa edilen veya edilecek olan stadyumlarda da bu krediden istifade edilebilmesi adına Müsteşar Yardımcısı Aslan Karanfil ile önce telefon ile irtibat sağlanmaya çalıştık. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç’a ulaşabilmek için cep telefonunu aradık ve özel kalemine not bıraktık. Aslan Karanfil konuyu mailine atmasını talep edince gerekli bilgileri kendisine ilettik. Şu anda kendilerinin olaya duyarlı davranıp davranmayacakları konusunda bir bilgimiz bulunmamaktadır.

Ayrıca belediyelerimizin söz konusu krediden çok önemli miktarlarda istifade edebilmeleri mümkündür. Sokak direklerinin güneş enerjili sisteme döndürülmesi ile tüm kuruluş maliyetlerinin sağlanacağı gibi, ayrıca hangi miktarda karbondioksit salınımı engellenmiş ise belirli baremlerde bir gelir elde edilmektedir. Yeni inşa edilen binalar , iş merkezleri, hastaneler vesair tüm projeler de kredilendirilmektedir. Tüm masraflar hibe olarak karşılandığı gibi, örneği fazla enerjinin devlete satılması ile bina sakinleri bir gelir elde etmektedir. Enerji satışından elde edilen gelirin yanı sıra ayrıca krediyi sağlayan kuruluş temiz enerji ile azaltılan karbondioksit bedelini belirli teknik kriterler ile tespit ederek ödeme yapmaktadır. BM,  görevlendirmiş olduğu kuruluşlar kanalı ile Kyoto Protokolünü imzalayan ülkelere 7 trilyon dolarlık bir ödenek ayırdığı öğrenilmiştir.

Yenilenemeyen enerji kaynaklarının yani petrol türevi ürünlerin kullanımını minimize etmek ve yenilenebilir enerji kaynakları ile temiz bir dünya yaratmak adına oluşturulan bu imkandan başta belediyelerimiz, yeşil bina konseptine uygun binalar inşa etmek isteyen müteahhitlerimiz, alışveriş merkezlerimiz, hastanelerimiz hiçbir ipotek veya teminat talep edilmeden ve geri ödemesi olmayan bu kredi diliminden istifade edebilmeleri mümkündür.  Samsunspor’a kalıcı bir gelir elde edilmesi adına ilgili mercilere ulaşma gayretimiz sürmektedir. Belediyelerimiz ile de gerekli temaslar kurulacaktır. Projelerinde temiz enerji kullanmak isteyen ve kişi ve kurumlara bizimle irtibat kurulduğunda gerekli bilgiler sunulabilir. BM tarafından Türkiye ve Ortadoğu bölgesi için görevlendirilen kişinin ifadesine göre, gerek kamu ve gerekse özel teşebbüs yetkililerinin kendisine hemen ortaklık teklif ettikleri, yani komisyon talep edildiği öğrenilmiştir. Üstelik özellikle Ankara’da kuruluşlarını temsil ettiklerini ifade eden ve çantacı olarak tabir edilen kişilerin firmaları ve belediyeleri dolaştıkları tespit edilmiş ve bu kişiler adli makamlara şikayet edilmiştir.

Dolaysıyla bizde bu konuyu gündeme getirerek ilgili kuruluşun sağladığı krediden herhangi bir komisyon talep etmek gibi bir tasarrufumuz bulunmamaktadır. Yani bir aracılık yapmamız söz konusu değildir. Söz konusu kredinin varlığını tespit eden ve tesadüfen Kyoto Protokolünden sorumlu hocamızın da firmamızın AR-GE çalışmalarını yürüttüğü için konuya vakıf olan bir kişi olarak gazetemiz vasıtası ile kenti yönetenlerimizin ve işadamlarımızın  dikkatine sunmak istedik.

/Süleyman SALUR
17 Kasım 2013

15 Kasım 2013 Cuma

Samsun Ne?

Ağzı olan konuşuyor ama Samsun ne? Sanayi kenti mi? Tarım kenti mi? Turizm kenti mi? Kısacası diğerleri mi?  AK Parti iktidarına göre tümü. Onlar hayal pompaladı, biz yıllarca gerçeklere davet ettik. Onlar inandırdı, biz inandıramadık. Bir kısım Samsunlu öylesine inandı ki, hayallere kaptırdı gidiyor. Bilboardlardaki görüntüleri görüp inanıyor, hayalleri gerçek görüyor. Uyandırma gayretlerimiz ne yazık ki sonuçsuz kalıyor. Kaybeden de Samsun oluyor.

Bizim yazdıklarımıza inanılmadığını kabul edelim. Ya rakamları ortaya koyan uzmanlara ne demeli? Çalık Yepaş Genel Müdürü Nurettin Türkoğlu, bir kentin gelişmişliğini ortaya koyan elektrik tüketiminde Samsun’un hayli geride kaldığını söyledi. Yani Samsun hayallerle avutuluyor demeye getirdi. Bizi doğrulatırcasına.

Samsun’un elektrik tüketimi 2 bin Kwh. Türkiye ortalaması ise 2 bin 700 Kwh. ABD’de 12 bin Kwh, AB’de 7 bin Kwh, Dünya’da ise 3 bin Kwh. Sadece Samsun değil, Türkiye’nin de ne durumda olduğunu bu rakamlar ortaya koyuyor. Dünyanın geliştiğini, Türkiye’nin gerilediğini de bu rakamlar gösteriyor. Gerçekler böyleyken başta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan olmak üzere tüm AK Partililerin yaptığı bizlere hayal pompalamak. Nereye kadar?

Görünen o ki, aldatılmışlığımızın toplumca fark edildiğinde çok şey yitireceğimiz. Telafisinde zorlanacağımız. Cumhuriyetin yaklaşık 80 yıllık kazanımları 10 yılda birilerine özelleştirme adı altında peşkeş çekildi. Yenileri hiç yapılmadı. Yapılan rutin hizmetler. Onlar da makyajdan öte gitmedi.
Samsun her şeyini yitiren bir kent oldu. Köylüsü tarladan uzaklaştı. Sanayicisi sürekli küçülüyor. Esnaf ve sanatkarı siftahsız kepenk kapatıyor. Emekli dul ve yetimi yardıma muhtaç halde. Memur ve işçisi ise yoksulluk sınırı altındaki maaşlarla yaşam savaşı veriyor. Tüm bu gerçekler ortadayken birileri bizi aldatıyor. Biz ise bırakın kendi geleceğimiz, çocuklarımızın geleceğini de yok ederek desteğimizi sürdürmekte ısrarcı oluyoruz. Kendi düşen ağlamazmış! Ne dersiniz?

15.11.2013
/Avni DEMİR