22 Temmuz 2006 Cumartesi

Ekmek Öbür Tarafta

Ocak ayından bu yana sürekli dile getirdiğimiz şu “Teşvik” konusu artık kabak tadı verdi diyebilirsiniz. Kanaat önderi diyebileceğimiz hemen herkes, Samsun’un teşvik kapsamı dışında bırakılmasına ilişkin bugüne kadar yazdı, çizdi… Sonuç ne mi oldu? Tabii ki koca bir sıfır…

İktidar milletvekilleri beceriksizlikleriyle kaldılar, teşviğe itiraz edenler oturdukları koltukları ipotek altına soktular. Her iki taraf da önümüze konacak ilk sandıkla, gerekli cevabı vatandaştan alacaktır. Buna hiç şüphem yok. Yalnız bu sefer başka bir açıdan konuyu irdelemek istiyoruz. Teşvikle kaçan trenin boş vagonları şimdilerde iyiden iyiye dolmaya başladı. Kimle mi? İşsizler ordusuyla.

İşsizlik sorunu sadece Samsun’un sorunu değil elbette. Ancak ne varki, yıllardır kabinelere bir bakan dahi veremeyen, etkisiz elemanların siyasetle uğraştığı güzel memleketimde durum biraz daha farklı. Çünkü var olan fabrikalar bile (Azot gibi Bakır gibi) teker teker özelleştirilerek kapanırken, taş üstüne taş konmayan, yeni bir tek yatırımı olmayan Samsun’da başta belediyeler olmak üzere, istihdamın mümkün olabileceği her yerin yöneticisinin en büyük derdi işsizlik.

Belediye başkanları seçildiklerinde kapıları ardına kadar açık oturdukları makam odalarından şimdilerde başlarını dışarı dahi uzatamıyorlar. Neden? Çünkü kapı açılınca içeri issizler hücum ediyor. Sivil toplum örgütlerinde de durum farklı değil. Sendikaların, odaların başkanlarından en çok “iş” istenir oldu. Kimle konuşsak, iş başvurularından, ellerinin kollarının bağlı oluşundan dem vurur haldeler. Adeta düşük yoğunluklu isyana dönüşmüş olan Kapkaç terörü Samsun’u da sardı. Hırsızlık aldı başını gidiyor. Bankaların para taşıyan arabaları güpegündüz silahlı soyguncular tarafından soyulabiliyor.

Saathane meydanı başta olmak üzere kentin ana arterleri, bir günlük yevmiye için iş bekleyen amelelerle dolup taşıyor. Çiftlik caddesine çıkıyorsunuz, mesai saatlerinde adım atacak yer yok. İşsiz, gelecekten ümitsiz bir sürü genç bir yukarı bir aşağı volta atıyor. Geçenlerde müteveffalarımı ziyaret edeyim diye Kıranköy mezarlığına gittim. Daha mezarlık kapısından adım atar atmaz, babayiğit, eli yüzü düzgün bir sürü genç üzerime hücum etti: “Ağabey su ister misin? Mezarınızı temizleyelim mi?” Hangisine olumlu yanıt vereyim diye düşünürken içlerinden biriyle “mecburen” anlaştım. Delikanlı adeta büyük piyangoyu kazanmış gibi sevinçle mezarları temizlemeye başladı.

Doğal olarak bize de sohbet faslı kaldı.
-“Nerelisin”
-“Kavak”
-“İşin mezar temizlemek mi yoksa, başka bir mesleğin var mı?”
-“Yok be ağabey, ben teknik ressamım, organize sanayide çalıştığım fabrika zarar ediyordu. Bizi işten çıkardılar. İşime güvenip evlenmiştim. İşsiz kalınca mecburen buraya gelip üç-beş kuruş nafaka çıkarmaya çalışıyorum”

Bravo bu delikanlıya. Ülkenin durumu ne olursa olsun, tuzu kurular ne kadar yağlı-ballı yaşam sürerse sürsün, kimsenin helal ya da haram lokmasına göz dikmeden, ekmeğini öbür taraftan da olsa çıkarıyor. Ama emin olun işsiz kalan, çaresiz kalan her genç bu delikanlı gibi onurlu davranmıyor. Çünkü bazen “Yokluk mertliği bozuyor”… Size de bravo, bizi teşvik dışında bırakan, yatırım yerine işsizler cenneti yaratan siyasiler, oda başkanları, sendikacılar… Bravo...Yarattığınız eserinizle gurur duyabilirsiniz.

Ama unutmayın, uykunuzun kaçacağı günler yavaş yavaş yaklaşıyor, siz farkına varamasanız da…

/Necmi HATİPOĞLU

Belediyelerimizin Kültürel Etkinlikleri

Son yıllarda ne yapılıyorsa, ne yapılmak isteniyorsa hep Avrupa Birliği ölçütleri öne sürülüyor. AB böyle istiyor diye bunlar yapılıyor, uyum yasaları diye ileri sürülüyor. Oysa yasalar öncelikle hangi ülkede yürürlükte olacaksa o ülkenin koşullarına uygun olmalı, o halkın, o ulusun gereksinimlerini karşılamaya yönelik olmalı. Yani bizim başımız ağrımasa da komşumuz banalgin içiyor diye biz de o ilacı içmek zorunda değiliz. Bizim neye gereksinimimiz varsa onu alırız. İşte böyle son yıllarda birçok yasa böyle çıkıyor. Belki gerçekten ihtiyacımız var ancak bunu biz belirleyelim.

İşte bu uyum yasalarından biri de kültür alanında çıktı çıkıyor. Adem-i merkeziyetçi bir yöntem izlenmeye çalışılıyor. Gerçi yıllardır hep merkezin baskısından, merkeze bağlanmaktan yakınılır. Artık taşra kendi gereksinimlerine göre işini görsün, denir. İyi güzel de acaba merkeze bağlı olmanın bir zorunluluğu yok mu? Belki Avrupa’da bir çok ülke bu sistemle yönetiliyor ve de iyi yönetiliyor. Avrupa’da Federe Sistemler var. Eyaletler adeta bakımsız devlet gibi hareket ediyor. Bizde de böyle olsa ne olur deniyor. Ülke gerçeklerini biraz daha yakından, bilenler Avrupa ülkelerinden nedenli geri olduğumuzu anlar ve bunun sakıncalarını anlar. Kültür ve eğitim sorunlarımız ortada, ulusal birliğinizin karşı karşıya bulunduğu tehlikeler ortada “biz diyoruz ki komşum renkli gözlük takıyor biz de takalım” oysa bizde ortam öyle karanlık ki bu gözlükle iyice kararacak ortalık.

Evet neyse olan oluyor biten bitiyor, biz “Hayırlı olsun”diyelim. Yani yasa ile illerdeki birçok kültür kurumu ya belediyelere ya da il özel idarelerine devrediliyor? Belediyeler zaten bu tür etkinlikler düzenliyordu, bundan sonra görev ve sorumluluk artıyor. Tesisler daha etkin bir duruma gelmeli. Bakanlıkların taşra örgütleri kapatılınca artık bakanlıkların görevleri de mahalli yönetimlere devredildi. Belediyeler seçimden çok etkileniyor, çok politize oluyor. Seçimden seçime büyük değişiklikler oluyor. Bakanlıkların taşra örgütleri de bundan çok etkileniyordu da yine de merkeze bağlılığın ayrı bir özelliği vardı bunu artık yöresel yönetimler sürdürecek. Yurttaşlar hangi siyasal görüşte olursa olsun kültür ve sanat etkinliklerinden yararlanmalı. Kültür-sanat-eğitim günlük politikadan etkilenmemeli. Müzeler, kütüphaneler, kültür merkezleri tüm halkın ortak malıdır.

Samsun büyük bir il ve büyük bir kent. Ayrıca ilimizi büyük bir kültür ve sanat ili durumuna getirmemiz de gerekir. Yeni yasa ile kentte birçok kültür kurumu yöresel yönetimlere devrediliyor. ATATÜRK KÜLTÜR MERKEZÎ gibi ülke çapında “belki ikinci üçüncü böylesi büyük bir kurumun kentte bulunması çok büyük bir kazanım, ancak bunu çok iyi değerlendirmek gerekir.Ulusal ve uluslararası kongre ve kültür merkezi olabilecek böylesi dev bir kurumu Samsun çok iyi değerlendirmeli. Müzelerimiz bölgenin en zengin müzeleri,kütüphanelerimiz zengin bir koleksiyona sahip, Yeter ki bunları iyi değerlendirelim.

Kentimizin kültür değerleri de uzun süredir çok ihmal edilmiş. Sivil mimarı yapılarımız çok sahipsiz ve harap. Yedi yüz yıllık camimizin içinde lokanta yapılmış, çok değerli iş hanı öylesine ihmal edilmiş ki adeta yok oluyor. Kişilere ait bir çok güzel yapı yıkılmaya terk edilmiş ve çok az dikkat ettiğimiz ÇINARLARIMIZ var. Osmanlının sembolüydü ÇINARLAR. Kentimizde tüm ihmallere karşın bir kaç çınarımız ayakta duruyor. Paha biçilemeyecek değerdeki bu doğal varlıklarımız sadece yaradanın korumasında. Saathane Meydanı’ndaki eşsiz çınarımız, Gaziler Meydanı’ndaki ulu çınarımız dallarını budaklarını ne de güzel yaymış. Belediyelerimizden dileğim, çınarlarımızı korumaya alsınlar, inceletsinler kimlik plaketlerini üzerlerine assınlar. Eski vilayet konağının bahçesi çok güzel bir çınar bahçesi, zaman zaman doğa sevgisinden yoksun kişiler gelişigüzel buduyor, güzelliklerini bozuyorlar. Belediyelerimizden kentin bir kültür envanterinin yapılmasını, bu anıt ağaçların belirlenmesini diliyorum. Artık kentimizin bir kimliği olsun, dünden getirdiğimiz birkaç değerimizi gelecek kuşaklara emanet  edelim.

Kentimizde, ilçelerimizde kültür değerlerimizi belirleyip topluma bir çevre bilinci aşılayalım. Farkında olmadığımız değerlere dikkat çekelim.

/Rasim Efendioğlu

10 Temmuz 2006 Pazartesi

Yıl 1947. Alaçam’da 20 gün

Cumhuriyet rejiminin başlıca prensiplerinden birinin de: memleketi sosyal ve ekonomik her alanda kalkındırmak olduğu hepimizce bilinen hakikattir. Böyle olmasına rağmen gerek Cumhuriyetten evvelki yüzyıllarda ve gerek cumhuriyetten sonraki çeyrek asılık zaman içindeki kalkınmada dahi bir çok şehir ve kasabalarımız istenildiği gibi gelişememiş yıllarca bakımsız, imara muhtaç ve sönük kalmışlardır. İşte; güzel Samsunumuzun son zamanlarda nahiyeden ilçeye tahvil edilen Alaçam ilçesi de böyle kasabalardan biridir. Memleketim Samsuna yaptığım son üç aylık kısa bir seyahatte ilk defa Alaçam da uğrayarak bizzat gözlerimle görmek suretiyle bunun şahidi oldum.

Karadeniz ‘in coşkun dalgalarıyla sinesini öptüğü, verimli ve geniş bir toprak parçası üzerinde etrafı dağlarla çevrili yüksek havası ve iyi içme sularıyla ihtişamlı bir tabiat dekorunun canlandırdığı bu güzel kasabanın, bu durumuyla mütenasip şimdiye kadar herhangi bir kalkınma hamlesi ve bayındırlık hareketi görmemesi cidden yazıktır. Yıllardan beri bozuk olup nakliyatın güçlükle yapılabildiği Bafra-Alaçam şosası Alaçam tarafından halen on kilometrelik bir kısmın inşasına başlanmış olmakla beraber inşaat pek ağır gitmektedir. Bu çok önemli yolun diğer kısımlarının da ihalesi yapılarak bir an evvel ulaştırmaya açılmasına şiddetle ihtiyaç vardır.

Karaboğaz denilen mahalden Alaçam’ın Toyran [Doyran] köyüne kadar tahminen on kilometre bir sazlık ve bataklık mevcut olduğundan kasaba ve köylerinde sivrisinek orduları ve sıtma hüküm sürmektedir. Mezbaha mevcut bulunmadığından kasaplık hayvanlar ilçenin içinden geçen dere kenarında kesilmekte ve bu da ayrıca halkın sıhhatini tehdit eden bir amil olmaktadır. Sıhhi ekip namına bir tane hükümet doktoru ve yarım teşkilatlı küçük bir eczahane, kültür namına da bir ilkokulla kapısı daima kapalı duran halkevinden başka bir şey yoktur. Güzelleştirme cemiyeti kurulmuş, Alaçam belediyesinin Gümenez, Bafra ve Samsuna işlettiği bir otobüsle kamyonun hasılatı bu cemiyetin yegane varitadını teşkil ediyor. Fakat ortada henüz yapılmış bir şey mevcut değil, kasabanın sokakları ve bütün iç yolları yürünemeyecek derecede bozuk olduğundan yağmur yağdığında çamurdan geçilmez bir hale gelmektedir. İlçenin şöyle dolaşacak küçük bir meydanı dahi yoktur. Yeni kurulmakta olan elektrik fabrikası halkın sevinç ve memnuniyetini mucip olmakta ise de bu pek önemli ihtiyacın tamamlanması ve Alaçamın ışığa kavuşması için daha bir hayli beklemek lazım geldiği anlaşılmaktadır.

Alaçam’da her evin bir bahçesi ve içinde kuyusu vardır. Halkın ekseriyesi mübadil vatandaşlar teşkil etmektedir. Bunlar çalışkan ve mütevazi kimseler olup tütüncülük, ziraat ve küçük sanatlarla meşgul olmaktadırlar. İlçenin başlıca mahsulü tütün, mısır ve diğer hububattır. Bunlardan tütün müstesna diğerleri ihraç edilmemekte, yalnız kasabanın ihtiyacını karşılamaktadır.

Alaçam Koyu

 Alaçam’a yaya olarak bir saat kadar ileride sahilde deniz ve Alaçam koyu ve koy boyunca da tabiatın nadir yarattığı güzel bir kumsal mevcuttur. Buraya yazın halk gerek yaya gerek otobüs veya arabalarla giderek banyo etmekle, gezmekle ve civardaki ormanlarda avlanmaktadırlar. Daha sahilden suya bir kaç adım atınca insanın boğazına kadar gelen ve akşamları dağların ardından güneş batarken karşısında Sinop burnunun göründüğü, aynı zamanda tabiatın hırçınlıklarına karşı da mahfuz bulunan bu koya bir iskele inşa olunarak İstanbul’dan Trabzon ‘a kadar gelip giden vapurların uğraması temin edilse ve sahille kasaba arasına muntazam bir şosa yapılsa bunun ilçenin iktisadi ve içtimai hayatında ne kadar önemli bir rol oynayacağına şüphe yoktur.


Gümenez

 Alaçam-Sinop yolu ve sahil boyunca Karadenizin mavi etekleri üzerinde hırçın dalgaların ninnisiyle nazlı bir gelin gibi uyuyan, Alaçam’a bağlı güzel ve büyük bir köy vardır; Gümenüz... Tabiat burada da o eşsiz güzelliklerini göstermekle hasis davranmamış, toprağında saklı bulunan altın hazineleri kadar güneşin de doğuş ve batış zamanlarındaki haliyle göz ve ginüllere ilahi bir akışı vardır. Bu akış bize sadece aşkı ve yaşamayı terennüm ediyor. Fakat ne yazık ki, aşağı yukarı Alaçam’ın yarısı kadar büyük ve nahiye olmıya namzet bulunan bu köyde uzun yıllar ihmalin gadrine uğramış ve imar namına; köyün çarsına köylünün kendi emeği ile yaptığı adi kaldırımla, muhtar Hasan Köroğlu’nun gayretiyle yapılan bir ilkokuldan başka bir şey yapılmamıştır. 17 yıldan beri yapıldı, yapılacak diye lakırdısı ağızlarda hala bir efsane gibi sürüp geden Alaçam-Gümenüz yolu dahi kazma yüzü görmemiş o berbat haliyle durmaktadır. Teşkilat olarak burada da ancak, frengi mücadele memurluğu, halk ve köy odaları, telefon, orman bölge şefliği, sahil muhafaza ve tekel satış memurluklarını görüyoruz. Başlıca mahsülü tütün ve mısırdır.

İnsan ruhu üzerinde bu kadar derin akisler bırakan ve coğrafi durumlarıyla olduğu kadar, ekonomik durumları ve nüfus kesafeti bakımlarından da büyük ehemmiyeti haiz bulunan bu iki güzel yurt köşesi de bakılacak ve kalkındıracak olursa memleket için istikbali parlak büyük bir varlık teşkil edecektir.       

*Samsun Halkevi dergisi 19 Mayıs’ın Ocak-Şubat 1947 tarihli 79. sayısından alınmıştır. Bu yazıyı bulup bize ulaştıran Celal Karaca’ya teşekkür ederiz...

/M. Şükrü Fırat