29 Şubat 2016 Pazartesi

Kitap Fuarı Üzerine

Bu yıl ikincisi düzenlenen TÜYAP Samsun kitap fuarın üzerine yazı yazan arkadaşlarımızdan bazıları fuar yerine bayram kelimesi kullanmış. Kitap ile yan yana gelen bu kelime öyle güzel eşleşmiş ki gurur duymamak elde değil. Geçen yıl ilki düzenlenip ziyaretçi sayısının beklenenin altında olmasına ne kadar kaygılanmış isek bu yıl beklenen ziyaretçi sayısına ulaşmasına bir o kadar sevindik. Gelecek yıl bu sayının iki katına çıkacağından kuşkum yok.  Zira bu güveni hem Samsunlu hem de Samsun dışından fuara katılan kitapseverler gösterdikleri ilgiyle perçinlemiş oldu. Fuar süresince Samsunlu yazarlar kendilerini bir kez daha kanıtlarken okurlarına da ciddi bir güven vermiş oldular.

Geçen yıl fuara katılan yayınevlerinden birçoğu ile yaptığım görüşmemde ilki olmasına bağladıkları yetersiz katılımın bu yıl ikiye katlanması karşısında güven tazelediklerini gördüm. Doğrusu bu yıl acaba nasıl bir imtihan vereceğiz diye düşünmüş ziyaretçi sayısının artması için dualar etmiştik. Bu isteğimizin kabul olduğundan eminim. Hatta ziyaretçi sayısı öyle yoğun oldu ki arkadaşlarla yaptığımız değerlendirme de fuar alanının yetersiz kaldığını bile konuşmuştuk.

Samsun merkezinden fuar alanına akın akın gelen araçlar trafik sıkışıklığı bile yaşamış bir ara ağır seyretmek zorunda kalmışlardı. İlk defa trafiğin ağır ilerleyişine böylesine sevindiğimi söyleyebilirim.
Zira araçların kitap fuarına geldiğini bilmek bile insana büyük bir keyif veriyordu. Okullarımızdaki öğrencilerimizin öbek öbek fuar alanına girişi bayram geçit merasimlerini hatırlatıyordu. Bütün bunlar karşısında sevinmemek mümkün değildi.

Yazının sonuna bırakır da unutursam haksızlık olur diyeceğim bir şey daha var ki; O da yazar ve okurların gösterdiği birlik ve beraberlik tablosudur. Özellikle Samsunlu yazar ve kitapseverlerimizin fedakarane gayretleri takdire şayandır. Kendilerine ne kadar teşekkür etsem azdır. Ayrıca Fuar yönetiminin gösterdiği aralıksız ilgi ve iş disiplinini de bu başarı da yeri büyüktür. Bir teşekkürü de onlara gönderiyorum. Bütün bunları yanyana getirince anlamlı bir memnuniyetin tezahürü ortaya çıkmıştır. Elbette burada isimlerini tek tek sayabileceğim fakat onlar kendilerini biliyor diyerek hepsine birden şükran borcu duyduğum arkadaşlarımız var. Yazılarıyla ve birebir telefonlarıyla misafirliğe davet edercesine çalışan arkadaşlarımız. Bu başarı hep birlikte el ele vererek elde edilen bir başarıdır. Velhasıl TÜYAP Samsun Karadeniz Kitap Fuarının ikincisi güzel bir şekilde sonuçlanmıştır. Biz şimdiden üçüncüsüne bakalım. Güzelliklerle kalın.

/Ahmet Seven
29.02.2016
http://www.samsunbulten.com/kitap-fuari-uzerine-5128m.htm

22 Şubat 2016 Pazartesi

TÜYAP Karadeniz İkinci Kitap Fuarı Samsun'da Açılıyor

Geçen yıl birincisi açıldığında çok sevinmiş, ikincisi üçüncüsü açılsın hatta sonuncusu olmasın demiştik. TÜYAP Anadolu Fuarları Genel Müdür Yardımcısı Cihat Alagöz, düzenlediği basın toplantısında, TÜYAP olarak Karadeniz'de ikinci kitap fuarını açacak olmanın mutluluğunu yaşadıklarını söylemiş. Evet, Samsunlular olarak biz de bu mutluluğu yaşıyoruz. Ancak açıklamalar devam ediyor. Hem de kaynaktan. Bakın TÜYAP Fuarcılık Kültür Fuarları Genel Koordinatörü Deniz Kavukçuoğlu ne diyor? "Geçen yılki ilk fuarın seçim atmosferi nedeniyle istenilen katılımcı sayısına ulaşmadığını ancak ikinci fuara daha çok katılımcı bekliyoruz" diyor. Ardından diğer illerle kıyaslayarak istatistikî bilgiler de veriyor. İsterseniz bu bilgilere bir göz atalım.

Fakat rakamları görünce sakın kaçacak delik ararcasına mazeret bulmaya çalışmayalım. "İstanbul Kitap Fuarı'nı 558 bin kişi, Bursa Kitap Fuarı'nı 302 bin, İzmir Kitap Fuarı'nı 423 bin, Adana Kitap Fuarı'nı 224. Samsun'u merak edenleriniz var mı? İlk yılın heyecanıyla yüksek rakamlara ulaşıldığında kuşkumuz yok diyorsanız yanılıyorsunuz. Sıkı durun 2015 yılında Samsun’da ilki açılan Karadeniz kitap fuarını 69 bin 827 kişi ziyaret etmiş. Ya ders çıkarmalı, ya ibret almalı, ya utanmalı, yüzü kızarmalı veya bunun karşılığını bu yıl vererek geçen yıl ki rakamları beşe ona katlamalı.

Kitap Farı Samsunun itibarıdır. Yöneticilerinin sınavıdır. Kimlik testidir. Meziyet göstergesidir? Göreceğiz. Aylar öncesinden başlayan hazırlığa rağmen Samsun'da yeterli tanıtımı görebiliyor muyuz?
Şahsım adına söyleyeyim ben göremedim. Bir Belediyenin kıytırık bir programına yüklendiği kadar tüm Samsunun bu alanda yoğunlaşmadığına şahidim. Bunun elbette birçok sebebi var. Bardağın dolu tarafı meselesine gelince? Herkes kendi elindeki bardağa bakarak hüküm veriyorsa bu hüküm geçersizdir. Çuvaldız ve iğne meselesi çuvaldızın ve iğnenin kimlere batırıldığını ucu dokunan herkes biliyor. Özel şov ve reklâmın olmadığı yerde olmayanları fuar sonunda kaleme alacağım. Kendileri için Fuar tanıtımının önemi olmayanlara sesleniyorum reklâmınızı iyi yapın. Bir reklâm pazarı daha buldunuz işte?

Kitap Fuarı kocaman bir kütüphanenin Samsuna getirilişidir. Dert yapın dert. Daha Fuarın açılışına dönük ilkyazımı yazmıştım. Zülfü yare dokunmayacaktım. Fakat şu rakam var ya 69 bin kişilik ziyaretçi rakamı. İşte o bana dokundu. Bu sayı Derbi maçlarında stadı tek hamlede dolduran rakamdır. 23 Şubat 2016 TÜYAP Samsun'da Karadeniz ikinci Kitap Fuarını açıyor. Günlerdir gece gündüz demeden fedakarane çalışmalarına şahit olduklarım var onlara ve böyle fırsatı Samsun'a taşıyanlara gönülden teşekkür ediyorum. Haydi, Samsunlular şimdi kitap zamanı. Üzerinize düşeni yapacağınızdan kuşkum yok. Hep birlikte orda olalım. Milletimize hayırlı olsun.

/Ahmet Seven
22.02.2016
http://www.samsunbulten.com/tuyap-karadeniz-ikinci-kitap-fuari-samsun39-da-aciliyor-5126m.htm

17 Şubat 2016 Çarşamba

Çavuşesku Çarşamba’da mı?

Kısırlık, kadınlarda ve erkeklerde tıbbî nedenlerle çocuk sahibi olamama durumu. Tıpta kısırlık “herhangi bir korunma olmaksızın, düzenli cinsel ilişkiye rağmen bir yıl içerisinde çocuk sahibi olunamaması” şeklinde tanımlanır. Kısırlık sorunu erkek ve kadında eşit oranlarda görülür.

Bu çok önemli sorun bundan yaklaşık 3 yıl önce Çarşamba ilçesinde erkekler için çözüme kavuştu. Çarşamba Kaymakamı Caner Yıldız 2013 yılının Nisan ayının 5’inci günü, Çarşamba’nın sahil hattında bulunan deniz kumunun, erkeklerde cinsel gücü arttırdığının saptandığını belirterek, bu kumun kısırlık tedavisinde de kullanılabileceğini açıklamıştı.

Kısırlık, kadınlarda ve erkeklerde tıbbi nedenlerle çocuk sahibi olamama durumu olmasına karşın, Çarşamba’nın sahil hattında bulunan deniz kumunun salt erkeklere iyi geldiğinin açıklanmasından sonra Çarşambalılar o meşhur Çarşamba kasketlerini Çarşambalı oldukları belli olmaması için evlerinde bırakarak koşarak Çarşamba sahilini mesken tuttular. Kumların üstüne yattılar, kuma kendilerini gömdüler, günlerini güneşin altında kum banyosu yaparak geçirdiler. Kısır olanların kısırlıklarına iyi geldi mi bilemiyoruz! Şifa bulduklarını söyleyenler varsa açıklasınlar!

Çarşamba sahilinde salt Çarşambalılar şifa aramadı! Kaymakam Bey’in açıklamasını okuyanlar Çarşamba’nın yolunu tuttu! Ver elin Çarşamba, dedi. Yola koyuldular. Sahilde yattılar, kalktılar. Güneşin altında yandılar, tutuştular! Sonuç ne oldu? Çelik çocuğa kavuştular mı, kavuşmadılar mı? Çarşamba sayesinde nüfus artışına sebep oldular mı, olmadılar mı onu bilmiyoruz. Bildiğimiz tek şey, son üç yılda kısırlık tedavisi nedeniyle Çarşamba’ya gelen yerli-yabancı turist sayesinde çok önemli bir patlama olduğudur!

Çarşamba Kaymakamı Caner Yıldız Bey, “kısırlık tedavisi” ile yetinmedi. Sosyal medyadaki hesabından, “25 Aralık 1989 tarihinde kurşuna dizilerek idam edilen Romanya Devlet Başkanı Nikolay Çavuşesku ve eşi Elena Çavuşesku’nun mezarlarının Çarşamba’da olduğunu biliyor muydunuz?” diye bir paylaşımda bulundu. Tepkiler üzerine paylaşımı sayfasından kaldırdı.

Bir haber ajansına; “Romanya eski Başkanı Çavuşesku konusunu önemli bir şekilde araştırıyoruz. Şu an çok fazla bir şey söyleyemiyorum. O önemli bir konu hakkında ben ‘bilgim’ var demiyorum, sadece biliyor musunuz?’ diye sordum. Ben bilmiyorum. Konu hakkında ufak tefek 3-5 kişinin bilgisi var ama. Cenazelerinin buraya getirilmesi ile ne alakası var. Onun adı ‘Ç’ ile başlıyor, Çarşamba’nın ‘Ç’ ile başlıyor. Başka bir ilişkileri yok. Yani o konuyu bilenler var. Onu belgelendirmemiz lazım. Bunlar önemli işler. Çarşamba’yı, Türkiye’yi, her tarafı ilgilendiriyor” şeklinde açıklama yaptı.

Bu açıklamanın ardından Kenan Karyağış adlı bir balıkçı ortaya çıktı. Kenan Karyağış, 1990 yılında, bir ay arayla, sahilde bir erkek ve bir kadın cesedi bulduklarını, her iki cesedin de tanınmaz halde olduğunu, göğüs bölgelerinin mermiden dolayı parçalanmış olduğunu anlattı. Karyağış şöyle devam etti:

“O tarihte Romanya Devlet Başkanı ve karısının da cesetlerinin denize atıldığından bahsediliyordu, cesetle akıntıyla bu sahillere gelmiş olabilir. Cesetleri incelemeye gelen Savcıya Çavuşesku çifti olabileceğini söyledim, beni susturdu. Yapılan doktor incelemesinden sonra kadının cesedini savcının talimatıyla sahile gömdük. Erkeğin cesedini ise Çarşamba’ya götürdüler. Dönemin savcısı, jandarma komutanı, köy muhtarı olaya şahittir.”

Şimdi buyurun cenaze namazına! Kaymakam Bey “biliyor muydunuz?” diye sordu. Balıkçı, olayın tanıklarını açıkladı. Medyaya yansıyan bu “Çavuşesku” olayı nedeniyle konunun meraklıları Çarşamba’ya doğru yola çıkmadan önce, Kaymakam Bey, 1990 yılında Çarşamba’da görev yapan savcı, jandarma komutanı ve köy muhtarını bularak olayı gerekirse DNA testi yaptırarak çözmelidir.
Yoksa kazmayı-küreği eline alan “Çavuşesku”yu aramaya başlarsa ele-güne rezil olmak da var! Yazarın notu: Çavuşesku çiftinin mezarları, ayrı ayrı olarak Bükreş’in Ghencea Mezarlığında bulunmaktadır. İkisi de yolun zıt taraflarına gömüldüler. İki mezar da mütevazi olmalarına karşın, çiçeklerle ve komünist rejimin sembolleri ile örtülüdürler. Bazıları bu mezarların gerçek olmadığını söylemektedir.

/Cemil CİĞERİM
17 Şubat 2016

16 Şubat 2016 Salı

Samsun’da Sanayi de Göç Veriyor

Elverenler Derneği (ELVİNDER)’in bir organizasyonu olan ‘Kadın Liderler Akademisi’ konulu toplantıda konuşan Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, kadınlara ‘‘İş kurun’’ diye çağrıda bulunmuş.

Ve fakat. Samsun’da iş kurana veya iş kurmak isteyene kolaylık sağlandığını söylemek pek mümkün değil. Küçük atölyelere belki o imkan tanınıyor olabilir ama küçük işletmelerin tek başına Samsun’un kalkınmasını sağlayamayacağı da bilinir. Kalkınmanın gerçekleşebilmesi için büyük işletmelerin de olması lazım. Bizim sanayimizde de büyük işletmeler var ama sayıları bir elin parmaklarını geçmiyor maalesef. Bu işletmelerden biri Yeşilyurt Demir Çelik’tir. Allah nazardan saklasın, Cemal Abi’nin Yeşilyurt firması, demir çelik sektöründe ülkemizin hatırı sayılır kuruluşlarındandır. Yeşilyurt Demir Çelik, İSO’nun geleneksel olarak her yıl açıkladığı 500 büyük sanayi kuruluşu arasında her yıl, ilk yüz arasındaki yerini alır maşallah.

Bir diğer büyük firmamız da Samsun Makine Sanayi (SMS)’dir. Bir halk iştiraki olarak 1967 yılında kurulmuş olmasına rağmen daha sonra Bafralı Aydıner Gurubunun bünyesine girmiş olan Samsun Makine Sanayi, Samsun Organize Sanayi Bölgesinde petrol ve su tesisleri için devasa büyüklükte vana ve pompa üretir. SMS’nin bir özelliği daha var. Firma, vana ve pompanın yanı sıra 2002 yılından bu yana düktil boru üretimi de yaparak, bu sektörün öncü ve büyük kuruluşlarından biri olmuştur. Samsun Makine Sanayi, Samsun OSB’de 100 dönümü kapalı alan olmak üzere toplam 200 dönüm alan üzerinde faaliyet gösteriyor. Fabrikanın kurulu olduğu bu alan, hem boru, hem pompa ve vana, hem de depolama için yererli olmuyordu.

Aydıner Gurubu, bir süredir Samsun’da üretim alanlarını genişletebilecekleri bir arazi aradılar ama arsa talebine yanıt, Samsun’dan değil, Adana’dan geldi. Adanalı yöneticiler, Samsun Makine Sanayi firması için 550 dönüm arsa üretmeyi başarmış. Şimdilik 54 dönüm kapalı alanda kurulan fabrikanın ihtiyaca göre daha sonra genişleyebileceği ve 550 dönümlük alanın büyük bir bölümünü kaplayabileceği biliniyor. Samsun Makine Sanayi, birkaç ay sonra Samsun’daki tesisin boru üretimi yapılan bölümünü Adana’ya taşıyacak.

Kadınlara Samsun’da iş kurmaları için yapılan çağrı, ilk etapta kulağa hoş geliyor ama gerçekte ise daha farklı oluyor maalesef. Geçmişte bazı iş adamlarımız, fabrikalarını Çorum’da kurdukları için çok eleştirilmişti. Ama Çorum’un efsane belediye Başkanı olarak bilinen rahmetli Turan Kılıççıoğu, iş adamlarına her türlü yardımı yapıyor, fabrikaların Çorum’da kurulmasını teşvik edebilmek için sanayi tesislerinin hafriyatının bile belediye tarafından yapılmasını sağlıyordu.

Samsun’u yönetenler bunu başaramadı maalesef. Bırakınız altyapının ücretsiz olarak hazırlanmasını, sanayicilere yeterli miktarda arsa bile üretemediğimiz için şu sıralar, kurulu tesislerimizi bile kaybetmenin derin üzüntüsünü yaşıyoruz.

/Ragıp GÖKER
16.02.2016

15 Şubat 2016 Pazartesi

Çarşambalı Yetenek Selahattin Aydın

Sosyal medya, sağladığı anında paylaşım ve ulaşılabilirlik imkanlarıyla her ne kadar önlenemez bir bilgi kirliliği yaratsa da, bazen de bir yeteneğin gün yüzüne çıkmasına  vesile oluyor. Çektiği Çarşambasal videolarla kısa zamanda on binlerce kişiyi paylaşımlarına adeta bağımlı eden Selahattin Aydın bu yeteneklerden biri. Bir Çarşambalı olarak son zamanlarda en çok eğlendiğim paylaşımların başında hiç şüphesiz hemşerim Selahattin'in videoları geliyor. Ailecek hemen her gün tekrar tekrar izliyoruz videolarını.

Öyle ki, Türkçe'yi öğrenme aşamasında olan eşim Elvina Çarşambaca'yı anlamakta bir hayli zorlansa da Selahattin'in videoları sayesinde epey bir kulak aşinalığı edindi!  Sadece Çarşamba ağzıyla değil yarattığı karakterler ve hikayelerle öyle komik videolar ortaya çıkarıyor ki gözlem ve oyunculuk yeteneğine hayran olmamak mümkün değil. Kılıktan kılığa giriyor tek kişilik dev kadro Selahattin.

"Saruca Aru" olmanın nimetlerini anlatan Çarşambalı bir arı oluyor, düğünde "bilmiğim ben oynamiğ, galduman beni" deyip de ortadan çıkmayan düğün misafiri oluyor,   bahçesinden "erük çalmiğ" gelen köyün "aksi dölleğni" kovmaya çalışan ev sahibi oluyor, tarla yerine top oynamaya gitmek isteyen torununu " şamarı ceng ettümekle" tehdit eden dede oluyor. Oluyor da oluyor.

Su kesintisinden telefon çekmemesine, "çarşiğ giden dolmuşlağan" doluluğundan fındık fiyatlarının düşüklüğüne,  Çarşambalılar'ın yaşadıkları sorunları da videolarına öyle komik bir kurguyla ekliyor, o kadar gerçekçi diyaloglarla ve inanılmaz başarılı bir oyunculukla canlandırıyor ki izlerken gülme krizlerine giriyorum.

Bu eğlenceli videolarla bizleri kahkahalara boğmasının yanında çok önemli bir şey yapıyor Selahattin. Adeta bir derya olan Çarşamba kültürünü, ağzını, kelime dağarcığını, deyişlerini, yemeklerini, mekanlarını, insanının davranış biçimini, yükler yüklemez beğeni rekorları kıran videolarıyla binlerce kişiye tanıtmış oluyor. Çarşamba için bundan daha iyi bir tanıtım hizmeti düşünemiyorum.

Ayrıca gurbetteki Çarşambalıların Çarşamba'yla hasret gidermesine de vesile oluyor bir anlamda. Onu izlerken Çarşamba'da köydeki evde gibi hissediyorum kendimi. Son dönemde Çarşamba'ya gösterilen ilginin mimarlarından Çarşambalı oyuncu Sadi Celil Cengiz de kendisindeki bu yeteneği fark etmiş olacak ki Mart'ta vizyona girecek ilk uzun metraj filmi Olaylar Olaylar Mevzu Çarşamba'da bir rol verdi Selahattin'e. Umarım "Çarşambalulağan çok hazetdiği bu dölü" bir çok projede uzun süre izleme şansımız olur. Yolu açık olsun! Saygılar!

/Emre SEVEN
15.02.2016

13 Şubat 2016 Cumartesi

Türkiye'nin Tek Altayist Dil Bilimcisi Samsunlu; Mehmet Levent Kay

Adı Mehmet Levent KAYA. Elazığ’da görevde oldukları sırada hemşire bir anne ve sağlık memuru bir babanın oğlu olarak dünyaya geldi. Tayinlerini Samsun’a yaptırınca da sırasıyla ilkokulu Salıpazarı’nın Bereket, Yakakent’in Karaaba ve Kavak’ın Çakallı ilkokullarında okudu. Ortaokula önce Samsun’da 23 Nisan İlköğretim Okulu’nda başladı, yatılı okul sınavını kazandığı belli olunca da 50. Yıl Lisesi’nde tamamladı.

Anne ve babasının isteğiyle girdiği askeri okul sınavını kazanınca da Heybeliada’daki Deniz Lisesi’ne gitti. 1992 yılında liseden, 1996 yılında da Deniz Harp Okulu’ndan mezun oldu.  O zamanlar aklında müzik ve resimle ilgilenmek vardı. Bu yüzden bir seçim yapmak istiyordu. İyi bir eğitim almıştı; ama bildiği her şey teorik ve ideale göreydi. Salt profesyonel meslek seçimi yapma tavrıyla Deniz Kuvvetleri’nden ayrılmaya karar verdi. Sonradan Türkiye’de profesyonel meslek seçimi diye bir şey olmadığını öğrendiğinde de yaşadığı üzüntü büyük oldu.

Bir süre İstanbul’da müzik piyasasında çalıştı. Sonra yine salt para kazanma amacıyla uzak yol Gemi 2. Zabiti olarak çalıştı. Türkiye’de üç okyanusu da seyretmiş çok az denizci vardır. Üçünde de uzun süreli seyirler yapıp bir sürü ülke gördü. Gemiden döndüğünde ilk yaptığı, eski bir arkadaşıyla birlikte İstanbul, Kadıköy’de bir müzik prova stüdyosu açmak oldu.

Çok uzun yıllar sonra Samsun’a döndüğünde Mavi Akım projesine denk gelmişti ve proje süresince resmi çevirmenlik işini yürüttü. Bundan sonra çok uzun süre, müşterilerinin çoğu öğretim üyeleri ve gazeteciler olmak üzere çeviriler yaptı. 1996 Camel Trophy yarışı Gobi Çölünde yapıldığından beri Moğolistan’ı görmeyi çok istiyordu. Sonunda 2004 yazında Devlet Üniversitesine internet üzerinden yaptığı başvuru kabul edildi ve 1 Eylül günü hazırlık sınıfında Moğolca öğrenmeye başladı.

Zaten dersler Moğolca olduğu için çok iyi bildiği güncel Moğolca ile birlikte, hocasını da çalışma alanı olan Klasik Moğolca çalıştı. 2006 yılında hocasının gözetiminde bir tez hazırladı ve her ikisinin de  ortak adıyla bir kitap çıkardı. Tam bu sırada Kabalcı Yayınevi “Moğolların Gizli Tarihçesi”nin Moğolca aslından çevirisini istedi ve 2007 yazında çeviri metnini yayınevine teslim etti. Ama kitabın yayınlanması işi, epeyi bekleyecekti. O doktora düşüncesiyle okulda dersler almayı sürdürdü. Bu süreçte bir miktar Japonca ve giriş düzeyinde Mançuca çalıştı. Ama 2008 güzünde, maddi yetersizlikler yüzünden Türkiye’ye dönmek zorunda kaldı.

Dönünce ilk olarak uzun süredir tasarladığı “Bilge” adlı senaryoyu yazdı. Ardından hemen planlamasını yapıp, ancak kışın Beşbalık ve çevresini gördükten sonra “Çölde Dor” adlı romanını yazdı. Bu arada Barış İpek’in isteğiyle “Nakliyeci” adlı senaryo da hazır oldu. Yaklaşık bu dönemde “Gizli Tarihçe” piyasaya çıktı. Ama yayın ekibi ona siparişi veren ekip olmadığı için iş ilk tekliften çok uzaklaşmış ve çeviri bir popüler okuma kitabı olarak çıkarılmıştı.

Bir yıl sonra bir vakıf epeyi hacimli dört kitabı Moğolcaya çevirmesini istedi. Oradan aldığı önemli miktarda parayla önce Kırgızistan’a gidip bir dönem Kırgızca, bir sonraki eğitim yılında da Doğu Türkistan’ın Gulca şehrinde bir dönem Sibe-Mançuca dersleri aldı.

Bu sürede Çölde Dor’u okuyup çok beğenen sinemacı bir arkadaşının önerisiyle Çölde Dor’un senaryosunu Kurban Bayramı için verilen bir haftalık tatilde yazıp tamamladı. Dersleri iyi gidiyordu ama Çin Halk Cumhuriyeti memurları oradaki varlığından oldukça rahatsızdı. Geri dönmek zorunda kaldı. Döndükten kısa bir süre sonra ilk romanı ikinci baskısını yaptı. Bu arada o ikinci romanını yazmaya başlamıştı.

2015 yılının başından beri TRT’ye sunduğu bir belgesel dosyası ile uğraştı. Belgeselin ancak 3 bölümü yayınlandı.  Asya bütçesi TRT’ye kabarık gelmiş, araya giren çifte seçim ve sonradan TRT’nin gideceğini açıkladığı yapısal değişimle o belgesel 3 bölüm olarak kaldı.

Ekip arkadaşları sonrasında Asya’da tasarladıkları ilk dosya üzerine yoğunlaşmak istedi. Bu sürede bütün işler gibi yeni romanı da gecikmelerden payını aldı. Şu anda yayınevinde basılmayı bekleyen “Ölüöne” adlı bu kitabının mart ayında çıkmasını bekliyoruz.

Ayrıca Bilge Kağan, Köl Tiğin ve Bilge Tonyukuk anıtlarının metinleriyle ilgili ayrıntılı bir anlamlandırma çalışması büyük ölçüde tamamlandı.

Dil bilimci olarak günümüz Türk, Moğol ve Mançu dilleri ile birlikte Klasik Türkçe, Klasik Moğolca ve Klasik Mançuca çalışmış biri olarak Türkiye’nin tek Altayist dilci/ Dil Bilimcisidir.  Mali beklentileri gerçekleşirse, önümüzdeki yıl Mançu dili alanında bir doktora çalışması yapmayı umuyor.
VAR MI İÇİNİZDE BU DEĞERE DEĞER VERİP, SPONSOR OLACAK?

Güzel insanları, değerleri yalnız bırakmayın. Güzel günlere uyanın. Sağlıcakla kalın efendim.

/Uğur DEDE
13.02.2016

10 Şubat 2016 Çarşamba

Atakum Kent Konseyi

Atakum kent konseyinin çalıştay tanıtım toplantısına meclis üyesi olmamız sebebiyle bizde davetliydik. Toplantının mahiyeti önümüzdeki günlerde yapılacak çalıştaya, belirlenen konularda Konunun uzmanları tarafından Hazırlık yapılmasıydı. Açılış konuşmasını Kent konsey başkanı Bekir şişman yaptı. Sonra söz sırası Atakum belediye başkanı İshak taşçı ya verildi.

Ondan sonrada Çevre ve şehircilikten sorumlu genel başkan yardımcısı Samsun milletvekili Çiğdem Karaaslan söz aldı. Çiğdem hanımı ilk defa dinleme imkânı buldum söylediği bir kaç konu çok önemliydi Çevre konusunda bizimde beklentilerimiz o yönde.

Önce, şehri yönetenlerin böyle bir istişare yapmaları çok önemli. Akademisyenler şehirle ilgili katkı vermiyor eleştirileri bu toplantı sayesinde çürütülmüş oldu. Şimdi sıra akademisyenlerin iddiasını çürütmeye geldi, oda şuydu akademisyenlerin fikri sorulsa da uygulayıcılar bildiğini okur akademik fikir dikkate alınmaz.

Bakınca akademisyenlerde haklı, o ki bu bilim insanlarına fikir soruyoruz, bunun hiç olmazsa makul bir bölümünü uygulamamız gerekir. Bir olmaz, iki olmaz, üç olmaz ondan sonra onlarda fikir söylemeyi gereksiz bulabilir.

Atakumla ilgili herkesin ortak kanaati benimde defalarca dile getirdiğim, Atakumun Karadenizin vitrini olabilecekken sıradan, betonlaşmış bir şehir olduğu ve Allah vergisi güzelliklere Beşer’in bir şey katamamış olması.

Bilim insanları mesleklerine göre öneri ve tavsiyede bulunacaklar bunları bir rapor halinde çalıştaya sunacaklar bu sunumlar kitaplaştırılacak inşallah şehrimiz adına güzel öneriler çıkar.

Bilim insanlarının birkaçının sözlerinden bahsedeyim. Bir tanesi Atakum sahillerindeki kum zambağından bahsetti bizdeki zambağın çok azı Bartın da varmış Bartın kum zambağı festivali düzenliyormuş bizde bunu değerlendirebiliriz dedi.

Bir tanesi  biz sağlamların yürüyebileceği kaldırım yapamamışken engellilerin halini düşünmek bile istemiyorum dedi  ve şuradaki üst geçitin(yalı kafe önü) koyulduğu yere bakın kaldırımı tamamen kaplamış sağlam insanlar bile geçemiyor ....(toplantı sonrası meclis  üyesi bir abimizle üstgeçidin oraya gittik gerçekten bir iş bu kadar hesapsız  ancak kafa yorularak yapılır)

Bir tanesi de parkların hareket edişinden şikayet edip zırt pırt plan değişmemeli diyor ve Park var diye bir daire aldığını sonra parkın başka yere taşındığını parkın yerine de konut yapıldığını bunu mahkemeye taşıdığını mahkemenin yapılan işin etik olmasa da yasal olduğu yönünde karar verdiğini söyledi. Birtanesi Çevre ve şehirciliğin birlikte anılması tezattır dedi. Bir tanesi insanlar neden hasta oluyor? Devasa hastanenler kuracağımıza sağlıklı yaşam alanları oluşturup insanların hasta olmalarını önleyelim dedi. Bir tanesi Atakum da sigara bıraktırma kliniği yok kuralım dedi. Bir tanesi deniz seviyesi 50 cm yükselecek sahile yapılan yatırımlar heba olacak dedi.

İşin özü bir iş yapılacaksa işin uzmanlarının görüşü ve o işten yararlanacakların fikrinin alınması olması gerekendir. İnşallah bu toplantı bu uygulamanın başlangıcı olur.

/Adnan ÖZ
10.02.2016

8 Şubat 2016 Pazartesi

Samsun'un Yüz Akı Kent Müzesi

Geçtiğimiz Cuma,  Türkçe öğrencilerim Jehan, Katie ve Douglas ile Samsun Kent Müzesi'ni ziyaret ettik. Samsun tarihine ve kültürüne doğru bir yolculuğa çıkan öğrenciler,  her bir köşesi özenle hazırlanmış müzeyi oldukça beğendiler. Adetimdir.  Samsun'a gelen bir misafire mutlaka Kent Müzesi'ni gezdiririm.  Aldığım güzel tepkilerle de övünürüm bir Samsunlu olarak. Personelinin nezaketi ve ilgisi,  unutulmaya yüz tutmuş kent belleğini canlı tutan içerik ve tasarımıyla, Samsun'un yüz akıdır Kent Müzesi.

Hakkını vermek gerek. Yazılarımda genellikle eleştirdiğim Büyükşehir Belediyesi'nin - ÇEKÜL ve Prof.Dr.Metin Sözen'in katkılarıyla - Samsun'umuza kazandırdığı çok önemli bir eserdir. Sadece müze değil, sanal tur ile müzenin tamamını internet üzerinden gezebileceğiniz web sitesi de oldukça başarılı. Müzeyi defalarca ziyaret ettiğim halde, her gelişimde ilk kez görmüş gibi incelerim köşe bucağı.

Eski fotoğraflara bakınca güzelim Samsun'un yıllar içinde nasıl bir bina çöplüğüne döndüğünü gördükçe içim sızlasa da Samsun'umuzun çağlar öncesine uzanan serüvenine böyle güzel bir yapıda tanık olmanın, şehrimizde böylesine başarılı bir müze bulunmasının keyfini doyasıya yaşarım. Ve mutlaka daha önce fark etmediğim bir şeyler görürüm, çok beğendiğim bir kitabı tekrar okuyormuş gibi... Kitap demişken, müzeye her gelişimde müzede keşke bir de Samsun yayınları bölümü olsa diye düşünmeden edemem. Samsun hakkında ya da Samsunlu yazarlar tarafından yazılmış eserlerin sergilendiği bir kütüphane ve Samsun'da ilk gazetemiz Aks-ı Sada'dan bu zamana kadar çıkan gazetelerin arşivlenip dijital ortamda halka sunulacağı bir bölüm müzeye çok büyük bir zenginlik kazandırabilir. 

Umarım, baro binası müzeye dahil edildiğinde eklenecek kısımda yerel basın ve derneklerin desteğiyle böyle bir çalışma yapılır. Ne yazık ki Samsun Kent Müzesi için söylediğim bu övgü sözlerini Arkeoloji ve Etnografya Müzesi ya da Gazi Müzesi için söylemek pek mümkün değil. İçinde antik çağlardan bugüne Samsun ve Anadolu tarihine tanıklık etmiş eşsiz eserler bulunan bu müzelerin durumu maalesef içler acısı.  Panorama 1919 Müzesi şehrimize kazandırılırken bu müzelerin de Samsun Kent Müzesi örnek alınarak elden geçirilmesi şart. Şehrimizin kültürel hazineleri olan müzeler, en az golf sahası kadar ilgi ve bakımı hak ediyor değil mi?  Saygılar!

/Emre SEVEN
08.02.2016
http://www.hedefhalk.com/samsunun-yuz-aki-kent-muzesi-604660yy.htm

6 Şubat 2016 Cumartesi

Samsun'un Milli Ve Manevi Kahramanları Paneli

Hadi biz kahraman dedik, siz deyin değerleri. Kimdir bunlar? Nerede yaşamışlar, neler yapmışlar ki, kahraman ya da değer diye adlandırmış olalım? Değer nedir sonra ve elbette kahraman? Ne anlam ifade ederler? Bundan 5-6 yıl önce, Samsun’un bütün ilçe ve köylerinin folklorik birikimini kültürel mirasını derlemek üzere yola koyulduğumda, hazin bir durumla karşılaşmış, içimde bir sancı gibi büyüdükçe büyümüştü. İhtiyarlarımız babalarının, yetişkinlerimiz dedelerinin kahramanlıklarını duygulanarak anlatırken; son kuşağın umarsız tavırları, içime oturmuştu. Umarsız dememe bakmayın, nezaketen söylüyorum. Bazen dedelerine kızıyor bazen babalarının dedelerine dair kahramanlık hikâyelerini ciddiyetten uzak, laubali davranışlarla önemsiz görüyorlardı. Birkaç kuşak önceden değil, son kuşaktan bahsediyorum (!)

Bir keresinde Kıbrıs gazimiz girdiği çatışmayı anlatırken ağlamaya başladı. Çatışma anlarını, nasıl mevzi aldığını, nasıl savaştıklarını, gözyaşları içinde yanı başındaki arkadaşının anbean şehadetini anlatırken;  oğlu hadsiz bir tepki ile babasının ağlamasından utanmışçasına, babasını azarlamaya kalkışmıştı. Şartlar müsait olsaydı ya da o babanın oğlu olmasaydı, tansiyonu bahane edip doyasıya hal hatır sormak geçmedi değil içimden.

Değersizleşme, değerlerden yoksun olmaktan çok daha tehlikelidir. ABD’yi düşünün. Onca uyuşmazdan bir millet tasavvuru oluşturmaya kalkıyor. Ulusuna o tasavvurla duygu aşılıyor. Çizgi roman karakterlerinden kahraman doğuruyorlar. Binde bir benzerini toplumuna iftiharla sunuyorlar. Çöpten yiyecek toplayan adama, yarısına kadar içtiği suyu çöpe atarken, çöpe değil de çöp toplayana veren adamı “değer” olarak pazarlıyorlar toplumuna. Bir onlara bakıyorum bir de bize… Hüznüm kadar umudum da var şüphesiz.

Şüphesiz bu konuda farkında olanlar,  bir şeyler yapanlar var. Kimi dizi çekerek kimi film yaparak kimi konferans ve çalıştaylar düzenleyerek. Biz de bize düşeni yapalım istedik, sizlere 05 Şubat 2016 tarihi itibariyle “Samsun'un Milli ve Manevi Kahramanları” Paneli ile ulaşmaya çalıştık, derdimizi, umursanmayan değer ve kahramanlarımızı paylaşmaya…

İlk oturumda “Samsun’un Millî Kahramanları”nı paylaştık.  Oturum Başkanı Prof. Dr. Şahin KÖKTÜRK Hocamıza, Panelistlerimiz; Eğitimci-Yazar Kazım MEMİÇ’e, Gazeteci Yazar Şair Adem ALAN’a, Eğitimci-Yazar Mehmet KÖSEOĞLU’na ve Gazeteci-Yazar Ahmet SEVEN’e katkılarından dolayı teşekkür borçluyuz.

İkinci oturumda “Samsun’un Manevi Kahramanları” nı paylaştık. Oturum Başkanı Gazeteci Yazar Osman KARA ağabeye, panelistler; Eğitimci-Yazar Civan ÇELİK’e, Eğitimci Yazar Mustafa GENÇ Hocama, Gazeteci Yazar Ali KAYIÇI ve Şair -Yazar M.Halistin KUKUL Hocama müteşekkiriz.

Sadece bu mu? Elbette değil. Malumunuz Samsun Kültür Sanat Derneği gerçekleştirdiği programlarda protokol uygulamıyor. Duygu ve fikir alışverişini kendi doğallığı ile paylaşmanın derdinde arkadaşlardan müteşekkil. İnternetteki etkinlik vb. paylaşımlarla ilgili kitleye ulaşma derdindeyiz hepsi bu.

Gel gör ki, bunu görüp, protokol derdi taşımayan bizden biri olarak, gelip katılanlarda var bu şehirde. Sayın Canik Belediye Başkanımız Osman GENÇ mesela. Yoğun programından perde aralayıp panelimize koştu. İnternetten görmüş, içini okumuşuz, dert ortağıymışız, derdimizi paylaştık, hepimiz birlikte. Sadece Canik’in değil hepimizin Başkanı Sevgili ve Sayın Osman GENÇ Başkanımız, çok teşekkür ederiz.

Ve elbette Samsun Öğretmenevi idaresine, müdür beye müdür yardımcıları ve personeline ve bizleri hiçbir programda yalnız bırakmayan kadirşinas arkadaşlarımız; tek tek şükranlarımızı sunarız, lütfen kabul buyurun. Kimdi o değerler, merak edin diye paylaşmadık burada. Sahi merak ediyor musunuz?
Güzel günlere uyanın.
Sağlıcakla kalın efendim.

/Uğur DEDE
06.02.2016

2 Şubat 2016 Salı

Samsun’un Kimlik Kartı

Aristo mantığı düz mantıktır ama gerçekleri doğrudan anlatması bakımından çok etkilidir. Aristo mantığında ‘gerçek’ tanımı şöyle açıklanır:  ‘’Gerçek acıdır, biber de acıdır, öyleyse gerçek biberdir’’ AK Parti İstanbul milletvekili Metin Külünk, Samsun’un kimliksiz bir kent olduğunu söylemiş. Öyle anlaşılıyor ki bu sözler Samsun’da bazı kişilerin canını fena sıkmış.

Ve fakat. Canımızı sıkıyor olsa da gerçek budur. Samsun kimliksiz bir kent olmuştur. Metin Külünk, kendimize bile itiraf etmekten çekindiğimiz bir gerçeği yüzümüze çarpmıştır. ‘’Sen bunu nasıl söylersin’’ demek yerine. Samsun’a yeniden kimlik kazandırmak için çaba harcamalıyız. Kurtuluş meşalesinin yakıldığı ve o kutlu yürüyüşün başladığı şehirdir Samsun ama biz ilk adımın atıldığı şehirde bir ilçeye ‘ilkadım’ adını vermekle, İlkadım şehri olduğumuza kendimizi inandırmışız. Bu büyük ve en önemli yanılgımızdır ama 19 Mayıs Şehri olamadığımızı anlamamız için birilerinin bu gerçeği yüzümüze vurması gerekiyormuş.

Neden bunları söylüyorum. Türkiye’de yaptırılan ‘’Arena’’ adı verilen, statlardan ‘Atatürk’ ve ‘İnönü’ adlarının kaldırıldı biliyorsunuz. Tekkeköy’deki stada ‘’Samsun Arena’’ adı verilmedi belki ama bizim yeni stadın adı da ‘’Stadyum Samsun’’ olarak açıklandı. Bizim medyadan, buna cılız da olsa bir itiraz yükselince, tabeladaki ‘’Stadyum Samsun’’ ibaresi ‘’Samsun 19 Mayıs Stadı’’ olarak düzeltildi ancak stadın adı bütün kayıtlarda halen ‘’Stadyum Samsun’’ olarak geçiyor.

Tepkilerimiz azaldığında o tabelada yine ‘Stadyum Samsun’ yazacaktır, hiç kuşkunuz olmasın. 19 Mayıs kutlamalarının sadece Ankara ve Samsun’da yapıldığına da bakıp kendimizi kandırmayalım. Kutlamalarda 19 Mayıs ruhunu yaşatıp, o güne hakkını eksiksiz verebiliyor muyuz? Duyarsızlıklarımıza verilecek örnekleri çoğaltmak mümkün. Diyarbakır’a atanan Vali Hüseyin Aksoy ‘’Dur demese’’ sahil yolu Kuş Cennetine kadar uzayacak ve orasını da kaybedecektik. Çiftlik Caddesinde, binaların dış cephelerini giydirerek, şehre kimlik kazandırdığını iddia eden bir belediye yönetimimiz var bizim.

İstimlâk bedelini fazla bulunca vatandaşın mülkünden para ödemeden yol geçiren bir belediye yönetimine karşın, mahkemelerde hakkını arayan bir vatandaşı ‘’Kornalatın’’ diye belediye yönetimine öğütler veren bir valinin görev yaptığı Samsun’un kimlikli kent olduğunu söylersek, sanal âlemde Samsunla dalga geçilen ‘caps’lere de kızmayacağız o vakit. Afrikalılar, insanların yaşadığı yerde, hiçbir şeye şaşırmamayı öğrenmişler. Ben de hiçbir şeye şaşırmıyorum artık. Tıpkı, kale surlarının üzerine İş Hanı yapılmasına izin veren Belediye yönetimine ‘Tarihi Kentler Birliği Başkanlığı’ görevi verilmesine şaşırmadığım gibi Samsun’a konuşmacı olarak gelen bir milletvekilinin ‘’Samsun kimliksiz bir kent olmuş’’ demesine ‘’Bunu nasıl söyler’’ diyenlerin olmasına da şaşırmıyorum.

Kime ve neye, nerede ve ne zaman tepki göstermemiz gerektiğini bilmiyoruz. Bu nedenle de tepkilerimiz ‘havanda su dövmek’ gibi bir etki yaratıyor. Bu yanılgımız nedeniyle başımıza nelerin geldiği konusuna son bir örnek vereyim dilerseniz: Bir iki kulüp dışında bütün kulüpler borç batağındayken, futbol federasyonu, borcu var diye ‘Atatürk’ armalı tek takımın üç puanını silme cesaretini gösterdiğinde buna da kızmayacaksın arkadaş. Bilmem anlatabildim mi?

/Ragıp GÖKER
02.02.2016
http://www.hedefhalk.com/samsunun-kimlik-karti-604620yy.htm

1 Şubat 2016 Pazartesi

Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız - Bir Şehri Samsun Masalı (2)

Tramvay kimi duraklardan kimi yolcular alarak, kimi yolcuları kimi duraklara bırakarak ilerlerken, Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız bir yandan oksijeni gittikçe azalan tramvayın içinde ayakta durmaya çalışıyor bir yandan da lapa lapa yağan karı seyrediyormuş. Gerçi dışarıda göz gözü ya da herhangi bir organı zor gördüğü için uçuşan kar taneleri dışında belirgin bir manzara yokmuş. Tramvay adının Güzel Sanatlar mı Eğitim Fakültesi mi olduğuna bir türlü karar verilemeyen durağı geçip Baruthaneye vardığında,   bu karda bir ambülans,  biraz sonra uçurumdan yuvarlanacakmış gibi duran tepedeki evlere nasıl ulaşır ki diye düşünmüş Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız.

Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız kar altındaki ana yolda ağır ağır ilerlemeye çalışan arabalara bakarken, haşırt diye görünmüş Şer'itın Oteli. Oradan her geçişinde "Bu Şer'itın biraz şey" diye düşünüyormuş Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız.  Fakat ne olduğunu ve neden orada olduğunu bir türlü anlayamıyormuş

Gençlik Parkı civarındaki müthiş mimari eseri! binaların, Büyük Otel enkazının yerine yapılan ne idüğü belirsiz üç beş taştan ibaret parkımsının yanından geçerek Cumhuriyet Meydanı durağına varıp durmuş tramvay. Kimi yolcular, tramvayda yaşadıkları nikotin krizine daha fazla dayanamayarak,  tramvaydan çıkar çıkmaz yakmışlar sigaralarını. Dusduman olmuş ortalık. Kırmızı Beyazlı Samsunspor beresine duman sinmesine feci ayar olmuş Kırmızı Beyaz Başlıklı ve bir hayli Samsunsporlu Kız.

Herhangi bir belediye aracını temizlemeye tenezzül etmediği için ortalık yerde duran ve yavaştan buzlaşmaya yeltenen kar yığınları ve çoğunluk kırmızıda geçtiği için çalan çok sinirli kornalar eşliğinde bir karşıdan diğer karşıya ulaşmaya çalışıyormuş tramvay insanları.

Karşıya ulaşılınca etrafta konuşulan Türkçe yerini inceden Arapça'ya bırakmış. Türkçe bir şeyler duymak zorlaşıyormuş, ortalıkta fink atan Suriyeli Suriyesiz bir çok mültecinin arasında.

Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız reklam panolarından birinde Cumhuriyet Meydanı'nın modern görünümüne kavuşacağını müjdeleyen büyükşehir belediye başkanı imzalı bir ilan görmüş. Şöyle bir dönüp bakmış üzerinde kar dışında herhangi bir doğallık olmayan Cumhuriyet Meydanı'na. Nedense aklına orada hiçbir fotoğrafı olmadığı gelmiş ancak bomboş bir beton yığınında fotoğraf çektirecek herhangi bir neden gelmemiş.

Bir zamanlar mezarlık olan karlarla kaplı parkın içinden geçip, kaderine terk edilmiş güzelim Sanat Sokağı'ından güç bela çıkabilmiş Cadde AVM'ye Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız. Fakat çıktığına çıkacağına bin pişman olmuş. Vızır vızır kayıyormuş Cadde AVM'ye hangi sivri zekanın fikri olarak döşendiği bilinmeyen fayansımsı taşlar.  Düşe kalka, daha çok düşe düşe yürüyormuş insanlar çok mantolanmış caddede. Caddenin çok fena yanıcı mantosu, karları eritmeye yetmiyormuş.

Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız yaklaşık 72 kere düşme tehlikesi atlatarak varmış babaannesinin evine.  Üstündeki buzları kapıya bırakarak girmiş içeri. İlk gözüne çarpan zemindeki kabarıklıklar olmuş. Laminat parkelerin niye böyle kabardığını sormuş babaannesine. Mantolamadan sonra evin her tarafının su almaya başladığını laminat parkelerin böyle kabardığını mantolama maaliyeti olarak da 3 bin lira  para istediklerini söylemiş.  O an aklına annesinin verdiği zarf gelmiş Kırmızı ve Beyaz Başlıklı Kızın. Çantasından çıkarıp babaannesine uzatmış. Elleri titreye titreye alıp vitrindeki vazonun içine koymuş zarfı babaannesi. O sırada gözüne bir albüm çarpmış Kırmızı Beyaz Başlıklı Kızın. Oturup babaannesiyle bakmaya başlamışlar rahmetli dedesinin çektiği eski fotoğraflara. Gözlerine inanamamış Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız.  Eski evleriyle, apartmansız sokaklarıyla dolgusuz sahiliyle bir zamanlar ne kadar da güzelmiş Samsun.

Boğazına bir şeyler düğümlenerek çıkmış evden Kırmızı Beyaz Başlıklı Kız. Yürümüş, mimarisi biçimsiz, sokakları güvensiz, alt yapısı yetersiz, yöneticileri beceriksiz ama inadına hâlâ ve ısrarla bir şiir kadar güzel Şehri Samsun'a doğru...

Gökten üç golf topu düşmüş. Henüz erilecek murat ve çıkılacak kerevet ortada yokmuş..   Bakmış ne murat var ne kerevet, burada bitirmiş masalı, köşeyazıcı çocuk...  Saygılar!

/Emre SEVEN
01.02.2016
http://www.hedefhalk.com/kirmizi-beyaz-baslikli-kiz-bir-sehri-samsun-masali-2-604611yy.htm

Islak Kentin “Aşk” Çığlığı

Sabahattin Eyüboğlu, Orhan Veli’nin ölümünden sonra bir Japon haikusunu anar ve bu haikuyu, Orhan Veli’nin ölümüne uyarlar. Haiku şöyledir:

Şair anju öldü
Şimdi o
Yaz denizi gibidir.

Bu sözleri okuduğumda (Belleğin Kuytularına-syf:54 Hilmi Yavuz) yaşayan şairlerimizden Cemal Safi geldi nedense aklıma. Söylemesi bile biraz burukluk veriyor insana fakat Samsunun yetiştirdiği, halen yaşayan bir şaire, kendi insanı tarafından yabancı muamelesi yapılması belki de etkiledi beni. Şiir defterinden bir sayfa daha kopmadan değerini bilmek gerek diye düşündüm.

“Aşkın şairi” sahneye çıkarken, bunları geçirdim aklımdan. Cemal Safi’ye gidiyorum dediğimde O kim? diyen Samsunlu dostumun ahde vefasızlığına kızarak.
.....

“İlahimle Mevlanayı döndürdüm
Yunus’umla öfkeleri dindirdim
Günahımla çok ocaklar söndürdüm
Mevla’danım hayır benim şer benim...
Benim adım “Aşk”

Cemal Safi’yi bu dizelerle tanıdım. Hayatı, insanı, duyguları, ilahi olanı, dünyevi olanı “Tek kelime Aşk’ın” içine sığdırmayı başaran gönül adamı.

Cemal Safi kim?

Islak kentin şairi! Divan şiirinin postmodern zaman şairi benzetmesi nasılda yakışmış üzerine. Gazel ruhuyla şiir yazan adam. Eski Türk edebiyatının o engin duygu denizinde insanı kah çöllere vuran, kah denizlerin dibine inci avına çıkartan kah oradan sevgilinin kapısını aydınlatan ay yapıveren şair. Aşkın hissiyatını yakalayıp bunu hece hece dökmek kağıda öyle her benim diyen şairin başarabileceği bir hüner değildir.

Geçmişin ruhuyla zamane insanının dünyevi hislerinin birleşmesi sarıverir sizi şiirlerinin her satırında. İçmeden sarhoş eden Aşkı, ne kadar da benzer Mecnunun Leyla’ya aşkına.

38 ‘de açar gözlerini Kuzeyde bir sahil şehrinde. “Rüyalarım Olmasa”yla 90’da rüyalarının pembe düşleri gerçek olur.91 de “Vurgun”la şairliği iki yıl üst üste tescillenir söz yazarı olarak.

Müzikli bir şiir kasedi çıkarır ardından. 74 yıllık ömre, beş yüzden fazla şiiriyle anlam yükler. Şiirlerinin yüz ellisi bestelenir. Şarkı olur akar gönüllere kelime kelime.

Türk Dil Kurumu tarafından, Türkçeyi en iyi kullanan şair olarak ödüllendirilir. Eminescu madalyası (Moldovanın en büyük nişanı), Altın Kelebek ödülleri ve TRT nin defalarca “Yılın Şairi” ödüllerine layık görülür. Şiirleri; İtalyanca, Rumence ve Arnavutçaya çevrilir.(Vikipedi)

Amacım Biyografi tarzında yazı yazmak değil. Fakat bunları özellikle yazmak istedim. Bilmemek kusur değil elbet. Fakat! Tony ödüllü James Lapinin aynı isimli müzikalinden uyarlanan ‘İnto The Woods’un’ Başrol oyuncularından; Merly Streepin, James Corde’ninin, hayat semeresini bülbül gibi şakıyabilenlere göz aşinalığı olması amacım.

Bülbül deyince İzzet Mollanın bir beyti geldi hatrıma.

Berg_i gülle andelib_i zarı tekfin ettiler,
Bir gülistan beytini üstünde telkin ettiler.

Bülbülü gül yaprağıyla kefenleyen halet_i ruhiyeye sahip insanları, iki kalemde anlatabilmek o kadar da kolay değilmiş. Şiir der Beşir Ayvazoğlu; Musa ile Fravunun sulha erdikleri beyaz alandır. Şair, bu bütün zıtlıkların buluştuğu alana ‘Cihanın Canına’ulaşmaya çalışır. Sınırlı bir alanda, sınırlı bir malzemeyle ‘Sonsuzluğu’ arama eylemidir onların ki. Şair sıfatını taşıyabilmek öyle kolay değildir. Şair ki ,koca bir hayatı,koca bir hikayeyi iki beyte sığdırır.

Küba şairi; “Ayva çicek açmış kimin neyine” demiş ya, işte o çiçek açan ayva bir tek şairlerin umrundadır. Duyarlılıkları, onları tüm diğer insanlardan ayıran en önemli özellikleridir. Şair görmezden gelemez. Gelmez!

Gönül Adamlarını da görmemekten gelmek olmaz. Onların ki emeğe karışan yürek terleri. Gönül yaralarına merhem niyetine kelimeleri, nefesleri. Onlar ki vahyi toplumların manevi mimarları. Maddi dünya ile uhrevi dünya arasındaki ebabil kuşları. Ruhlarını,heyecanlarını üflerler görünene de görünmeyene de.

Kelam işçileri! Hayal ile hayat gerçekliği arasında “Mecazdan” köprüler kurup o köprülerden geçirirler çaresiz yürekleri. Onlar ki tüm insanlığın çilesini çeken ruhlardır.Tıpkı Peygamberler gibi!Anlayacağınız öyle kolay iş değildir sorumlulukları.Yüreklerdeki sonsuz ateşi körükleyenler de onlardır,ateşe su serpip söndürenlerde.Sudan mededsiz gönül yangınlarına çareler arayanlarda şairlerdir.

Ne diyordu, Su Kasidesinde Fuzuli:
Saçma ey göz, eşkten gönlümdeki odlare su
Kim bu denlü dutuşan odlare kılmaz çare su...

Kim okurda hislenmez bu satırları. İşte bu yüzden Cemal Safiyi layıkıyla tanımak önemli. Kelimeleriyle hayat bulan bir gönül adamı, aşk adamı. Satır satır dizdiği mısralarıyla “aşk” onda bir kimlik oluşturmuş vaziyette. Trival Literatür tarzı “Aşklar” yok satarken gerçek kalemlere yeterince hayat hakkı tanınmıyor yazık ki.

Kelimelerin çığlık attığını gördünüz mü siz hiç? Bakın benimkiler atıyor. Ya göz yaşı akıttıklarını, acı içinde kıvrandıklarını? Benimkiler çoktan ıslattı kağıdı. Ya korkuyu gördünüz mü yüzlerinde? “Ya evde yoksan” diye seslenen mısraların iç titreten korkusunu yaşadınız mı hiç? Cevabınız hayırsa açın bir Orhan Gencebay dinleyin. Cemal Safi orada.

Aşkın, sevginin kısaca hayatın ta kendisinin gürül gürül aktığı mısraları gönül pınarımıza akıtalım ki, yalın, kat insanlardan olmaktan kurtulabilelim... Dünyalık cehennem ateşlerinde yanan, bağrı yanık insanlara su serpen, bu mübarek insanlara saygı ve hürmetle...

Git’in bir Candan Erçetinden(Git) dinle(yin) şimdi !Cemal Safi orada!

Ayrılık Nikahları kıyılmadan gidelim sevdiklerimizin yüreklerine. Ve onun sözleriyle bitirelim yine.

Tiryaki gönlümde olmasın kuşkun
Tek sana müptela tek sana düşkün
Ardından bir ağıt yakalım aşkın
Adını elveda koyalım gitsin!

/Ali KORKMAZ