30 Kasım 2011 Çarşamba

Samsun Bahtsız Bir Şehir

Hazırlayan : Erdem Erol
Samsun Tabip Odası Başkanı Cem Şahan, ‘Sağlık Kenti Samsun’un röntgenini çekti. Şahan, sağlık sisteminden, özel hastanelerin işlevine,  sağlık sektörünün sorunlarından, Samsun’daki şiddet ve yapılması gerekenlerine kadar bir çok konuda, Gazetemiz Yazıişleri Koordinatörü Erdem Erol’un sorularını yanıtladı. İşte o sorular ve yanıtları:

GAZETE 55: Samsun merkez de 300 tane ebe ve hemşire fazlalığından söz ediliyor, bu arada Bafra ve Terme'de doğum uzmanı eksikliği çekildiği ve bu açığın Samsun'dan geçici görevlendirmelerle çözümlenmeye çalışıldığı görülüyor. Samsun kenti Samsun diyoruz ama sizin de konuyla ilgili çok sık 'Samsun sağlıkta kötüye gidiyor' diye açıklamalarınız var. Şuan Samsun'un sağlıktaki durumu nedir?

ŞAHAN: Türkiye'de sağlıkta dönüşüm projesi diye bir proje uygulanıyor. 6 yıldır Samsun'da bu projenin iz düşümleri başladı. Bunlardan birincisi; birinci basamak sağlık hizmetlerinin aile hekimliği sürecine gitmesi. Bu 2007 yılında Samsun'da uygulanmaya başladı. İkinci basamak sağlık hizmetlerinin kamu hastane hizmetlerine dönüştürülmesi Ekim ayında geçecek. Bir de Üniversite hastanesindeki gelişmeler var. Konunun birinci bölümü hekim ve sağlık çalışanı istihdamı ve bunun Samsun'daki yetersizliği. Biz tabi kamucu sağlık hizmetini öneriyoruz. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinin kamusal elden yürütülmesini istiyoruz. Türkiye'deki hekim istihdam sayısı üzerinden son 2-3 yıldır bir proje geliştiriliyor. Sağlık Bakanlığı son 3 yıldır Türk Tabipler birliği ile yaptığı her toplantıda, hekim sayısının yetersiz olduğunu gündeme getiriyor. Türkiye'de şuanda Sağlık Bakanlığı verilerine göre 109 bin hekim var. Türkiye'de TTB'nin verilerine göre 107 bin hekim var. Bu konu sürekli sağlık alanının boş bir parçasıymış gibi gösteriliyor. Türkiye'deki hekim sayısının OCC’ye ortalaması olarak alınırsa, Türkiye'deki hekim sayısının düşüklüğü kabul edilebilir. Fakat bu konu çok gündeme gelince 17 halk sağlığı profesörü, TTB'ne bağlı 11 Odanın desteğiyle bir rapor yayınladık. Bu rapora göre Türkiye'nin 256 tane bağımsız değişken ve 196 tane örnek model incelendiğinde Türkiye'de hekim istihdam sorunu yok. Türkiye'de olması gereken hekim sayısı, bu bağımsız değişkenlerle, dünya ortalaması, dünya sağlık göstergeleri incelendiğinde, Türkiye'de hekim istihdam sorunun, hemşire ve yardımcı sağlık personeli sorunundan bağımsız olmadığını ve buna göre Türkiye'de yeterli hekim sayısının 113-114 bin olduğunu görüyoruz. Fakat hekim istihdam sorunu üzerinden bir polemik geliştiriliyor. Türkiye'de en büyük sorun hekimlerin eşit dağılımı açısından var. Sayın Bakanın göreve başladığı ilk TTB kurulunda, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki hekim sorunuyla ilgili TTB Başkanı şöyle bir teklifte bulunmuştu: bu bölgedeki hekim istihdam sayısı 1300 olarak bulunmuştu, bunun 650'si pratisyen, 650'si uzman hekim eksikliğiydi. Biz 1300 kişi oraya gidelim, 2 yıl çalışır, yine aynı yerlerimize döneriz diye teklifte bulunmuştuk. Tabi onlar bu modeli çok uygun görmemişlerdi.

Aslında mesele şu, Sağlıkta dönüşüm projesi hizmetleri kentlerde toplamaya çalışmaktadır. Hekim ve ebe istihdamı açısından kent, kır oranında çok büyük sorunlar var. Şimdi Samsun'a döndüğümüzde, burada şöyle bir süreç geliştiriliyor. Samsun'da gerçekten hekim istihdamı bizim tam 3 yıl önce söylediğimiz gibi kırsalda azalıyor. Mesela Vezirköprü'nün nüfusu 120 bin, Sağlık Bakanlığı'nın YÖK'le hazırladığı raporuna göre, belirlenen standartlar var. Bu standartlara göre baktığımızda; Vezirköprü'nün nüfusu Samsun nüfusunun 10'da biri. Hekim istihdamına baktığımızda, tabi il merkezinde normalin 5 katı olması gerektiği gibi kriterler de var ama Vezirköprü'deki hekim istihdamı olması gereken rakamların çok gerisinde. Yani sonuç olarak Çarşamba'da, Terme'de, Bafra'da hekim sayısı müthiş derecede azalıyor. bu sağlıkta dönüşüm projesinin bir yapılandırmasıdır. Kırsal alandan hekimi çekip, aynı okullardaki taşımalı eğitim gibi hastaların merkezlere getirilmesidir. 1985-90 Türkiye'sinde 37 tane sağlık evi, 7-8 tane sağlık ocağıyla bir Vezirköprü ilçesi düşünün, bir de bugün merkezde 10 hekimle, 10 ebe hemşireyle hizmet verildiğini düşünün. Böyle bir tablo var. Ebe Sistemi Yok Ediliyor

Geçen ay Samsun için yapılan geçici görevlendirmeleri aldım. Geçici görevlendirmeler birinci basamakta, aile hekimliği projesi dışındaki birinci basamakta büyük hak kayıpları var, hem hekim hakları açısından hem de hasta hakları açısından. Çarşamba'da acil servislerde pratisyen hekimler çalışıyor. Bu kamu hastanelerinin acil servislerinde çalışan pratisyen hekimlerin sayısı artık insani olarak kabul edilemeyecek durumda. Bu azlık nedeniyle buradaki hekimler izin yapamıyorlar.

Mehmet Aydın Devlet Hastanesi'nden bir örek verecek olursak, son dönüşüm projesiyle birlikte bir yılda 33 tane uzman hekim kamudan ayrıldı. Kamu hastanelerinden özele tabi ki bir geçiş olacak ama merkezdeki hekim potansiyelini artırıyorsunuz. Sağlık projesiyle birlikte, Dünya Sağlık örgütünün de yıllardan beri söylediği bir şeydi; Orada diyor ki; birinci basamak sağlık hizmetlerinde birinci rol ebe ve hemşiredir. Türkiye'de şimdi özellikle ebelik sistemi yok ediliyor. Türkiye'nin aile sağlığı planlaması taşeronlaşmaya doğru gidiyor. Mesela Aile Sağlığı Planlamasında (AÇSAP) 37 tane hekim görevliydi. Şuanda 3 hekim görevli. Bunun iz düşümü ise Anne ölüm oranlarındaki artıştır. Bir Amerikan Üniversitesinin yaptığı araştırmada diyor ki; 270 tane değişken arasında refahın en önemli göstergelerini ortaya 2 tane bağımsız değişken öne çıkıyor. "Bir ülkede anne ölüm oranları yüksekse bu ülkede refah yoktur. İkincisi ise gelir dağılımının eşitliği göstergesi. Gelir dağılım eşitliği katsayısı sıfıra yakın ülkelerde refah vardır" diyor. Şimdi biz ebelik sistemini Samsun'da yok ediyoruz. Samsun'da birinci basamakta rahim içi araç takılmıyor. Eğer Aile Sağlığı Hekiminizin yanındaki eleman sertifikası olan ebeyse ve gönüllüyse taktırabilirsiniz. Eskiden Sağlık ocaklarında bir tane aile sağlığı bölümü oluyordu ve burada 1-2 tane sertifikalı ebe oluyordu ve her gün 4-5 tane rahim içi araç takıyorlardı.

Gelinen nokta şu, sistemin zaten ebeye ihtiyacı kalmıyor. Bu sistem hekim üzerinden bir şey üretmeye çalışıyor ve bu merkezi yoğunluğu artırıyor. Hizmeti merkeze taşımayı amaçlıyor çünkü pazarlaması kolay. Şimdi Vezirköprü'ye bir özel hastane kursanız pazarlaması çok zor olur. Onun için merkezi ve büyük ilçeler üzerinde, hekim istihdamı yaratıcı ucuz işgücü amaçlı bir yapılanma var. Samsun’un Durumu  İçler Acısı

Mesela Üniversite hastanesi açısından baktığınızda da, yardımcı personel ve hemşire açısından Samsun içler açısı durumda, çok yetersiz. Özellikle yoğun bakım servislerinde müthiş bir hemşire açığı var. Bunun acilen bir şekilde kapatılması gerekiyor, çünkü bu sağlık hizmetini direk etkileyen bir şey. Çünkü 24 saat nöbet tutturamazsınız. Samsun'da sağlık algısı üzerinde bir sorun var, hekim istihdamı açısından bir eşitsizlik var. Geçen ay 47-49'dur geçici hekim görevlendirmesi, 2008 yılında yüzde 17'dir. Bazen ironik geçici görevlendirmeler var. Hizmetin bütünlüğü açısında bir sorun var.


GAZETE 55: Peki bu geçici görevlendirmelerde bir adalet var mı?

ŞAHAN: Bu hep polemik yaratılıyor. Şimdi hekim olarak bir yerde bir sağlık hizmeti ihtiyacı varsa, hekimin oraya gitmesi ettiği yemin gereğidir. Samsun'da kırsal boştur. İlçeler hep geçici görevlendirmelerle hizmet vermektedir. Aciller, adli tıp işlemleri falan hep geçici görevlendirmeler üzerindedir. Bir kere norm kadro, personel dağılım cetveli üzerinden fazlası olan üzerinden gönderebilirsiniz. Norm kadro fazlası olmayan bir yerden gönderemezsiniz. Ama tabi son yaşanan olay vardır: Giresun devlet Hastanesi'ne, yalnız orada yaşanan sel felaketinden önce, Giresun Sağlık Müdürlüğü, Karadeniz'deki illerin hepsine bir yazı gönderiyor ve iki tane çocuk hastalıkları uzmanı istiyor. Bu olaydan 10 gün önce de biz oda olarak Samsun çocuk Hastanesi'ndeki kadro yetersizliğini belirten, artık buradaki iş yükünün kaldırılamaz olduğunu belirten bir yazı gönderdik. Bakanlığın da her yıl her hastanede ne kadar kadro olacağını gösteren, Personel dağıtım Cetveli var. Burada Çocuk hastanesinde kaç tane uzman olacağını gösteriyor. Samsun çocuk hastanesinde bu cetveldeki rakamdan daha az sayıda çocuk uzmanı var. Bu çocuk uzmanı sayısının yetersiz olduğu halde çocuk uzmanı Giresun'a gönderildi. Geçici görev sırf buradaki sağlık hizmetlerinin durmasına neden oluyor, buradan hizmet alan hastaların da mağdur olmalarına neden oluyor. Zaman zaman kendi içinde de bir hukuku olması yaratılan, ancak temel olarak hukuksuz olan ve halk yararına olmayan uygulamalar var. Yani bu kararları verenlerin sağlık yönetim bilgisinin biraz fazla olması gerekir. Sağlık Bakanlığı, patoloji laboratuvarı olmayan ilçe hastanelerine patoloji uzmanı gönderiyor. Benim bildiğim bir radyoloji uzmanı var, 8 yıldır hastane hastane geziyor. Çünkü radyolojisi olmayan bir hastaneye görevlendirilmiş. Yani Samsun'da 2008 yılında en az bir ay geçici görevlendirme yapılmış uzman sayısı yüzde 17.


GAZETE55: Birinci basamak sağlık hizmeti tam olarak oturtuldu mu, burada büyük sorunlar olduğunu zaman zaman sizlerden işitiyoruz. Nedir durum?

ŞAHAN: Birinci basamak sağlık hizmetlerinin iki ayağı olacaktı. Yasa böyle diyordu. Birinci ayağı Aile Hekimliği projesi, ikincisi de Toplum sağlığı Merkezleri. Samsun'da 18 tane Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) olması gerekiyor. TSM'leri çevre üzerinden, aşılama üzerinden sağlık ocaklarının yapacağı işi onlar yapacaktı. Mesela her ildeki her TSM'ye 5'er tane hekim düşecekti. Bunlar okul sağlığı çalışmaları yapacaktı, 19'uncu madde de "her ay çevredeki okulları ziyaret eder rapor hazırlar" diyor. Biz o zaman 1040 tane ilköğretim okuluna yazdık. 158 tanesinden cevap geldi, 2'si hariç hiç birinde bu çalışmalar yapılmamıştı. sonra bu okullara 'Siz bunu nasıl gönderebilirsiniz?' diye soruşturma açmaya başladılar. Samsun'un en çok kaybettiği konu Toplum sağlığı Merkezleri'nin oluşturamamasıdır. Tekkeköy'de 5 olması gereken TSM sayısı 3, ilçelerde tamamen oluşturulmadı, sağlık grup başkanları üzerinden bu işlem yürütülüyor. TSM'ler oluşturulmamış, AÇSAP'ları kapanmış, Okul sağlığı çalışmaları yapılmamış... Mesela geçen yıl çıkan Sağlık bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı beyaz bayrak uygulaması var. Bir gün beyaz bayrak verilen okullarda iki gün sonra 37 tane öğrencisi kantindeki yiyeceklerden zehirlenmişti. Yani projelerin gerçekliliği üzerinde bir sorun var, denetimi üzerinde bir sorun var. Samsunda birinci basamak hizmetler bu yasayla sürdürülmek isteniyorsa, TSM'lerin oluşturulması gerekiyor.

Etkin olarak oluşturulmalı. Şuan TSM'ler ilçelerde sanal, sağlık grup başkanları sadece yazışmaları yapıyor. Merkez de de birer ikişer hekim üzerinden yürütülmeye çalışılıyor. Birçok görev bilinçli olarak yerine getirilmiyor. Sadece Tekkeköy'de iyi çalışmalar yapmaya başladılar o da sadece hekimin özverisinden kaynaklanıyor.  Zaten aile hekimliği projesi zihinsel olarak çökmüştür. Bir süre önce gazetelere yansıdı, Atakum'daki iki mahalle muhtarı sağlık ocaklarımızı istiyoruz diye açıklama yaptı. Çünkü, oradaki sağlık ocağı gitti, oradaki aile hekimleri kendileri yer aldılar ve orada hizmet vermeye başladılar. Yasada da var, sen kendi muayenehaneni açıp numaranı alıp aile hekimliği yapabiliyorsun. Samsun'da böyle 7 tane hekim var. Böyle bir birinci basamak organizasyonu olur mu? Sonuçta ne oluyor, birinci basamağı iyi organize etmezsek, ikinci basamak üzerinden sağlık hizmeti yürütülmeye çalışılıyor. AÇSAP'ları katıyorsunuz, spiral taktırmıyorsunuz herkes hastaneye koşuyor. Hastanelerde de bu iş 5 hekim üzerinden yürürken bir hekime düştü, 10 ebe üzerinden yürürken bir ebeye düştü. O zaman ikinci basamağa kaydırıyorsunuz ya da özel hastanelere gönderiyorsunuz.

Aşılarda ne yapıyorsunuz. Bir kamunun verdiği aşılar var, bir de özel aşılar var. Geçen yıl Samsun’da 17 bin doğum oldu. Nüfusuna göre özel aşı satışlarının en yoğun olduğu beşinci il Samsun. Bu özel atışı bize bu hizmetin bize birinci basamakta verilmediğini gösteriyor. Verem aşısı, BCG açısı satılmaz. Samsun'da 17 bin doğum olduysa 17 bine yakın ya da 17 binin üzerinde verem aşısı kullanılması gerekir. Ama bu rakam 12 binlerde.

Samsun ve Türkiye için şöyle bir gerçek var. Dünya'da, sağlığın gelişmişliği, dünya Sağlık puanı denilen bir şey var. Dünya Sağlık puanı 37 tane parametreyle hesaplanıyor ve her yıl Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanıyor. Yayınlanmadan önce de Dünya Tabipler Birliği'nin alt komisyonları tarafından da kontrol ediliyor ve yayınlanıyor. Bu sizin dünyadaki sağlık alanındaki durumunuzu gösteriyor. 2002'de 32'nci sırada olan Sağlığa 5,5 milyar TL harcayan, 2008'de de 42 milyar TL harcayan ve 94'üncü sırada olan bir Türkiye var. Bunun içinde Samsun'a ne düştüyse, onu alan bir Samsun var.


GAZETE55: Anlattıklarınıza bakılınca; birinci basamak hizmetleri itibariyle Samsun'da yaşayan insanların sağlığı 'Allah'a emanet' gibi görünüyor?

ŞAHAN: Ben şu haksızlığı yapmak istemiyorum. Türkiye'de bir yerde başarı veya başarısızlık, sistemin başarı veya başarısızlığı üzerinden yürümüyor. Birinci basamakta bu süreç hekim özverisinin daha gerekli olduğu bir sürece götürdü bizi. Hastaları sahiplenme süreci biraz daha hızlandı. Allah'a emanet lafı biraz haksızlık oluyor gibi geliyor. Sistem itibariyle, birinci basamakta mevcut veriler, gelinen nokta, beş yıldır birinci basamakta kendi amacını gerçekleştirememiş bir pilot yasa ki, dünyanın hiç bir yerinde 3-5 yıllık bir pilot yasa olmaz. İsrafı önlemek için durdurulan bir birinci basamak, israf olduğu devlet tarafından kabul edilen bir birinci basamakla karşı karşıyayız. Şuanda ki durumu, sağlık çalışanın özverisi üzerinden yürüyen bir birinci basamak hizmeti olarak özetleyebiliriz.


GAZETE 55: Tüm uygulamalar çerçevesinde baktığımızda, Sağlığın Samsun'da iyi yönetildiğinden bahsedebilir miyiz?

ŞAHAN: Bunu kişisel bazda algılamak çok doğru olmaz. Şimdi sağlık yönetimi içinde halk sağlıkçılarının bulunduğu, epidemiyologların bulunduğu sağlık yönetimi konusunda iktisadi bilgi ve birikimi olan doktoraların olduğu bir sağlık yönetimi süreci, dünya sağlık örgütü tarafından önerilen bir sistemdir. Türkiye'de yalnızca kurumlarda değil, liyakat sisteminin, kadrolaşma sisteminin geldiği nokta belli. Hani Samsun'a özel bir şey söylenin bir şeyi yok. Dünyada sağlığın nasıl yönetilebileceği, kimler tarafından yönetileceği, hangi kriterlere, hangi liyakatlere göre yönetileceği, halk sağlığı, epidemiyoloji, kriz, afet çalışmaları, birinci basamak sağlık hizmetlerinin durumunu, ikinci basamak sağlık hizmetlerinin durumu bir takım sertifikasyon uygulamaları üzerinden yönetilmekte. Umut ederiz ki Türkiye'de de bunlar üzerinden yürütülür.


GAZETE 55: Özel hastaneler çığ gibi büyüyor ve kamu hastanelerinin işlevine göz dikti. Bir de kamu hastanelerinin taşeronlaşması var. Tüm bunların sağlığa ve sağlık çalışanlarına etkisi hangi boyutta?

ŞAHAN: Samsun'da 35 tane hekimi ayrılmış bir Mehmet Aydın Devlet Hastanesi, eğitim hastanesi olmuş. Bu süreçte hiç bir hukuksal sürece uyulmamış, şef atamalarını kendi koydukları kriterlere hiç uymadan, yönetmelik yayınlayıp bir gün sonra atama yaparak oluşturulmuş eğitim hastanesi var. İlin ikinci basamak sağlık hizmetlerinin yüzde 47 veya 48'ini üreten bir hastaneyi parçalıyorsunuz. 20-30 yıldır hizmet veren hekimleri bir şekilde baskı unsuru uygulayarak oradan ayırıyorsunuz. Bafra'da 3. devlet hastanesini açacağım diye halkı 15 yıldır oyalıyorsunuz, eldekini de çıkarıyorsunuz, Kızılırmak Devlet Hastanesi'ni kapatıyorsunuz, bir hastane kalıyor. Tıp merkezlerini kapatmışınız, ilçelerdeki sağlık ocaklarını birleştirmişiniz. samsun için tablo şudur, merkezde ve Bafra'da ikinci basamak sağlık hizmetlerinin hakikaten yükünü çeken bir özel hastane gerçeği var. Samsun'un sağlıktaki yükünü özel hastaneler çekiyor. Özel hastanelerin en önemli sıkıntısı hekim emeğini ucuzlatması. Hükümetin 2010- 2014 sağlık strateji raporu var. Bunu kamuoyuna açıklamadılar, Antalya'da açıkladılar. Sağlık Bakanlığı bu raporda -ben 2014'e kadar kamu hastane işletmeciliğinden çekiliyorum- diyor. Resmi belgedir bu. Net bir şekilde ifade ediliyor. Ekimde zaten görüşülecek yasa tasarısı var. Kamu Hastane işletmeciliği yasa tasarısı denilen tasarısı. İçinde sadece tam gün bölümü öne çıkarıldı. Ama bu psikolojik , siyasi kazanım gibi görüldü. bu tasarı geçtiği an, hastaneler 5 gruba ayrılıyor. ABC grubu hastaneler kendi aralarında işletme haline getiriliyor. D grubu hastanelere sağlık bakanlığı uyarı veriyor, E hastaneler sağlık bakanlığına kalıyor. Türkiye'de 17 tane E grubu hastane var. Bunlardan birisi de Bafra Kızılırmak Devlet Hastanesiydi. Burayı kapattılar, diğerlerini de kapatacaklar.


GAZETE 55: 2014'e geldiğimizde bu hastaneler net olarak ne olacak yani?

ŞAHAN: Sağlık Bakanlığı şuanda Kamu hastaneleri özerk bir yapıda zaten. Kamu hastanelerinde görev yapanların şuan maliyeden gelen bir maaşları var, bir de performans sistemi içinde, hastanenin kendi kazançları üzerinden hesaplanan ücretleri alıyorlar. Yani zaten şuan özerk yapıları var hastanelerin. bu işletme yapısı birlik halinde güçlendirilecek ve Sağlık Bakanlığı sadece denetleyici olacak ve atamalarını yapacak. Zaten şu anda da böyle. Sağlık Bakanlığı zaten hiç bir zaman ödenti göndermiyor, hastanelerin de kendi yağında kavrulması içinde bir birlik oluşturulacak. Kamusal sağlık hizmeti tamamen bitecek.


GAZETE 55: OMÜ'de yeni dönemde neler oluyor?

ŞAHAN: Türkiye'de tıp eğitimi, hekimlerin iş gücünü artırmak ya da emeği ucuzlatmak yönünden bakılarak sistem oluşturuluyor. Biz ise Türkiye'deki hekim sayısının yeterli olduğunu kalitenin yükseltilmesi gerektiğini savunuyoruz. Birinci basamağa yönelik hekimliğe öncelik verilmesi, saha çalışmalarını artırıcı, hastalıkların yüzde 95'ini önleyici, çevreye duyarlı, çevre bilimini bilen bir tıp eğitiminden, geldiğimiz nokta hızlı bir hekim yetiştirmek noktasıdır. Şuanda Türkiye'de 66 tane tıp fakültesi var. bu rakam Avrupa’da birinci. Son 3 yılda açılan tıp fakültesi sayısı 22. Çünkü tıp fakültesi açmak poliklinik açmaktan çok daha kolay. Bütün illerde tıp fakültesi var. Hollanda'da 4 tane tıp fakültesi var. Bakanlığın strateji raporunda var, 2013 yılında her yıl 13 bin tane Tıp öğrencisi alınması hedefi var. Niye, ucuz iş gücü yetiştirmek için. Öyle tıp fakülteleri var ki; binası yok ve başka bir binası olmayan eğitimi olmayan tıp fakültesinde eğitim yaptırılıyor gibi gösteriliyor. O tıp fakültesi de onun merkeze, eğitim verilen fakültelere gönderiyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün kriterlerinde bir tıp fakültesinin eğitim vermesi için geçmesi gereken sürenin 15 yıl olduğunu belirtir. Çünkü siz çok yönlü düşünebilecek bir hekim yetiştireceksiniz. Tıp eğitimi çok boyutlu bir eğitim olarak değil de, yalnızca meslek lisesi eğitimi gibi hızlı, meslek edindirebilecek bir eğitime gidiyor. OMÜ'de tıp eğitimi açısından, 2000-2008 arasında bir takım alanlarda, bir takım branşlarda yüksek verimlilikle çalışan, tıp yayınları açısından atak yapmış bir eğitim modeli, öğrenci sayısı hemen hemen sabit olan, çok önemli olan tıp eğitimi ana bilim dalını kurmuş olan bir OMÜ var. Yeni OMÜ'yü gözlemliyoruz, buna bizim katkımız ne olabilir diye bakıyoruz. Yaşadığımız tek konu; bir rotasyon işi vardı. Bu kadar çok tıp fakültesi olunca, planlama da yapılmadığı için bir çok öğretim üyesine gerek oldu. Buna çare olarak da rotasyonla görevlendirme bir şey geldi yönetenlerin akıllarına. 1 Ağustos'ta başlayacaktı sonra biz dava açtık. bursa Tabip Odası, Türk Tabipler birliği ve Samsun tabip Odası olarak dava açtık. Rotasyonların tıp eğitiminin ilkesel kriterleri içerisinde mümkün olmadığını dile getirdik. Haziran ayında Danıştay bunu hukuka aykırı bularak, durdurdu. Danıştay kararından önce YÖK üniversitelere bir yazı yazarak, isimlerin bildirilmesini istedi. Samsun'dan 7 isim vardı. Danıştay kararı açıklanınca, YÖK gönüllülük usulüne göre, bildirdiğiniz listedeki arkadaşlara sorun, gitmek istemeyen varsa onları bize bildirin diye bir yazı daha yazdı. Dikkat edin, gitmek isteyenleri değil, gitmek istemeyenleri bize bildirin diye bir yazı yazdı. 3 üniversite öğretim üyelerine gitmek istiyor musunuz diye sordu, diğerleri sormak gereğini bile duymadı. OMÜ de, bu arkadaşlara gitmek isteyen var mı diye sormadı ama bu arkadaşları direk görevlendirdi. O 7 isimden gitmek istemediğini beyan eden 3 kişiye görevlendirme yapıldı, Bu demokrasi adına, üniversite adına, Samsun adına üzüntü verici bir olaydı. Biz anında devreye girdik ve idare mahkemesine dava açtık 3 gün içinde durdurma kararı çıktı. Rotasyon konusunda sergilenen tavır hani uzlaşmacı bir tavır olmadı. Çünkü rotasyon işi mahkemeye yansımadan biz rektör yardımcısını ziyaret ederek durumu anlattık, hukuksal olmayan rotasyonla ilgili işlemlerin gözlerinden kaçtığını söyledik. Onların bu işi düzeltmesini beklerken onlar aynen devam etti.


GAZETE 55: Akademik alanda ve anlamda nasıl değerlendirebiliriz?

ŞAHAN: Türkiye'deki en önemli sorunlarından birisi de temiz akademik bilginin artık üretilmemesi. Temiz akademik bilgi maalesef tıpta da yeterince üretilmiyor. Tıpta bugün çalışmaların çoğuna baktığınız zaman ilaç endüstrisine katkı sağlamaya çalışan çalışmalar. Hani akademik makale ve çalışmaların yayınlandığı dergiyi takip ediyorum, son 20 yılda akademik tıp durma noktasında. Yeni bir bilgi üretilmiyor. Tıp ileri ama geçmişte 20 üretiyorsa şimdi 2 bilgi üretiliyor. Böyle bir tıkanıklık da var. Hani üniversitelerde böyle bir yapılanma da yok.


GAZETE 55: Bir de şiddet var.  Samsun’daki şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞAHAN: Türkiye'de şuan yoksulluğun arttığı bir süreç yaşanıyor. İşsizliğin arttığı, aile ilişkilerinin azaldığı, toplumsal ilişkilerin çürümeye yüz tuttuğu bir süreç. bu süreçlerin karşısında çok doğal olarak, sosyolojik ve psikolojik karşılığı olarak bir şiddet üretimi var. Yüksek oranda şiddet ortaya çıkarıyor bu süreç. TBMM şiddeti araştırma komisyonu kurdu ve 12 ilde 17 parametreyle daha çok gençlerde olmak üzere araştırıyor bu işi. 17 parametrenin 9'unda Samsun Türkiye'de birinci. Bu haber basına yansıdıktan sonra gazetelerde Valiliğin şiddet komisyonunu topladığı haberi yer aldı basında. Kısa süre sonra bakıyoruz ki, o komisyonun çalışması bitmiş. Süreklilik yok. 10 kez yazıldı, hala bizim okul bahçelerindeki arabaları kaldıramadılar.

Krizler üzerinde yapılan çalışmalarda ortaya çıkan raporlarda, "Kriz dönemlerinde intihar olguları artar" diyor. Türkiye'de kriz yaşanıyor, intihar olgularını azaltıcı hiç bir çalışma yapılmıyor. Türkiye'de ilk kriz çıktığında biz hemen bir çalışma yaptık. En azından bir hat oluşturulsun, Dünya Sağlık örgütünün konuyla ilgili önerileri var, bunlar yapılabilir, diye önerilerde bulunduk. Kimse önerilerimizi dikkate almadı. 5 ayda intihar olaylarında ölüm 21 idi, Ağustos ayında 35'e çıktı. Batman'da 4-5 yıl önce 11 tane ölüm vardı, bir sürü soruşturma başlatıldı. Biz önerilerimizi il hıfzıssıhha kuruluna, sağlık bakanlığına gönderdik ama hiç kimse dikkate almadı. Kamusal yönetimde bir sorunu tanımlamama diye bir olay var. Türkiye'de ve Samsun'da çok ciddi bir intihar girişimleri var, intiharlar var. Bunlarda bir iç şiddetin bir göstergesi. Şehirde zaten bir şiddet süreci var. Buna karşı ilin bir takım kamusal dinamikleri var, ruh sağlığı hastanesi, halk sağlığı uzmanları... Tüm bunlar konuyla ilgili seferber edilebilir. Ancak hiç kimse umursamıyor. Sadi Subaşı sürekli söylüyordu önceleri yadırgıyordum. Bu şehir gerçekten sahipsizmiş. Biz oda olarak konuyla ilgili uzmanların, akademik uzmanların görüşlerini de alarak bir rapor sunuyoruz, bunu yok sayıyorlar. Vezirköprü'deki iki kız çocuğunun intihar olayı vardı. Olayı incelemeye sağlık müdürlüğü bile gitmedi. Yalnızca, öğretmenler bir fotoğraf çekti, gazetelere gönderdi. Şimdi o konunun üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyordu. Valilik ve Sağlık Müdürlüğü konuyu tüm boyutlarıyla ele almalıydı. Ama es geçildi.

Şiddet Samsun için önemli bir konu ve sayılarda son derece yüksek. Uyuşturucu olayları, şiddet olayları Samsun için önemli bir sorun. Sağlık çalışanları ve hekimlere karşı şiddet de bunların bir parçası. tabi şiddet artınca çekinik tıp ortaya çıkıyor. Yani zarar geleceğini düşündüğü an hekimlik özverisini sınırlayıp daha çok sevk yöntemine başvurmadır. Yani birilerinin övünmesine rağmen Türkiye'de poliklinik sayısının artmasının altında yatan neden budur. Samsun'da şiddetin artmasının en büyük nedeni yoksulluk ve işsizlik. Bu da döngü olarak sürüyor. Samsun birçok konuda bahtsız bir şehir.

29 Kasım 2011 Salı

Hızlı Tren

İktidar 2023 projesi yaptı... O tarihe kadar iktidarda kalacaklarından eminler ki yaptılar. Buna nasıl emin oldukları ayrı bir yazı konusu... Ancak burada 2023 yılına kadar yapılacak projelerin içinde, Samsun – Çorum - Ankara hattı veya hızlı tren hattı yok. Buraya kadar ne iktidarın, ne de muhalefetin diyeceği bir şey yok!
***
Peki tartışma nerede başlıyor...İktidar mensuplarının açıklamalarıyla... Önce Bakan Suat Kılıç'ın Bakan Binali Yıldırım'ın yanında, "Sayın Bakanımız bir yıldır gizli ve derinden bir çalışma yapıyor. Samsun-Çorum-Ankara demiryolu hattı. 170 km hat ile Samsun-Ankara demiryolu 900 km'den 400 km'ye inecek" dedi... Ardından AK Parti İl Başkanı Çetinkaya, "Ankara'da hızlı tren hattını takibe gidiyoruz" sözleriyle... Muhalefet de buna sert çıktı... "Hayal satıyorlar!" diyerek.
***

Burada bir anlaşmazlık var... İktidar mensupları "Projeye aldırdık. Yapımına başlıyoruz!" demiyor ki... Projenin 2023 programına alınması için çaba sarfettiğini söylüyor... Alınabilir mi? Evet! Alınmayabilir mi? Elbette!
***

Ama sözlerde uzlaşılan tek kelime ise 'hayal'... AK Partililer bir hayalin peşinden gidiyor... Olmasa bile olması için çaba sarfetmekten kim ne kaybedebilir ki? Bu memleket olmayacak şeyleri 'olmuş' gibi söyleyen siyasetçileri görmedi mi? Daha kazma vurulmamış tersanelerden gemileri denize indirenleri alkışlamadı mı? Eeeee... Gerek Bakan Suat Kılıç'ın, gerekse il başkanı Çetinkaya'nın sözlerinde yanlış yok gibi... Onlar, kendileri gibi birçok Samsunlunun kurduğu bir hayalin peşinde koşuyor... Olur ya da olmaz!
***

Böyle bir çalışma Samsun için gerekli mi? Bence olmazsa olmaz! Hatta sadece bu da değil, Samsun-Mersin arasında yeni bir demiryolu projesinin de peşinden koşulmalı... Hatta... İstanbul'dan Hopa'ya kadar bir başka Karadeniz demiryolu için şimdiden çalışma başlatılmalı... Çünkü böyle bir çalışma yapmanın kimsenin zararı olmaz... Mevcut iktidar başaramazsa... Sonrasında geleceklerden isteyecek hizmet taleplerimiz olur!
***

Yani... Ortada daha seçim yok iken yapılan çalışmaları eleştirmek yerine... "Bu çalışmayı destekliyoruz... Biz de takipçisi olacağız... İnşallah hayal ve vaat olarak kalmaz" diyerek takip etmek... Daha başta karşı olmak gibi bir duruş içine girmekten dahi iyi değil midir?

29.11.2011
/Erdem EROL

Neden Anadolu İmam- Hatip Lisesi?

Kökleri M. Kemal Atatürk'e daha sonra da eski CHP (1949)'ye dayanan İmam-Hatip okulları, bir dönemin iktidarlarının yumuşak karnıydı. İrtica, hilafet, saltanat ve benzeri kavramların yapay beslenme kaynağı olarak gösterilen İmam-Hatip okullarında okuyan çocuklar, bu ülkenin zencileriydiler. İmam- Hatipli öğrenci, aşağılanmanın ve dine karşı savaşın en önemli silahıydı. Hatta okullar arası müsabakalarda İmam -Hatiplilik psikolojik baskı ve aşağılayıcı unsur olarak kullanılırdı. Olağanüstü dönemin yöneticilerinin Milli Eğitimdeki ilk icraatları da İmam – Hatip okullarına yönelik olmaktaydı. Gün geldi, devran döndü. Fark dersleri vererek lise mezunu sıfatıyla üniversitelere girdiler. Her branştan insan yetişti.
              
İmam -Hatip Okulu mezunu doktor, mühendis, avukat, yargıç ve savcı olurdu ama subay olamazdı. Hatta çocuğunu bile bu okullara gönderemiyordu. Yani İmam- Hatip Okulu mezununa ülkeyi savunma komutanlığı çok görüldü. Bir zamanlar polis olmuşlardı. Fakat bu da göze batmıştı. O da ellerinden alınmıştı. Devlet kademesinde görev yapanlar okudukları liselere ya da çocuklarını İmam -Hatip Okuluna gönderip göndermediklerine göre tasnif edilmeye başlanmıştı. Oysa bu okullardan mezun olanların dindar olmasından başka suçları(!) yoktu. Galiba vatansever ve milliyetçilikleri de suçtu.
 
 Artık bugünlere geldik. İnsanlar çocuklarını bu okullara niçin gönderiyorlardı? İmam, vaiz, müftü olsun diye mi? Hayır, binlerce hayır! "Çocukları dinlerini öğrensinler diye gönderiyorlardı. Hala da aynı amaçla gönderiyorlar. Yeterli olmasalar da, yine en iyileridir, bunlar. Bunun için İmam -Hatip diyoruz. Bunun için Mehmet Akif Ersoy ANADOLU İMAM – HATİP LİSESİ DİYOR ve herkesi yardıma çağırıyoruz! Samsunlunun ve İmam – Hatip camiasının yüz akı bu proje, önümüzde ve önemli bir fırsatımızdır. Müslüman olarak, Samsunlu olarak!

Selam ve sevgi ile…

29.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

28 Kasım 2011 Pazartesi

Türkiye'nin en büyük Anadolu İmam-Hatip Lisesi


Evet, Türkiye'nin en büyük Anadolu İmam-Hatip Lisesi Samsun'da yapılıyor. Yaklaşık 20 bin metrekare kapalı alan… 80 derslik. İçinde laboratuarlar, etüt odaları, yanı başında konferans ve spor salonu bulunan bir İmam-Hatip Lisesi. Türkiye'nin en büyük ve en modern Anadolu İmam-Hatip Lisesi. Samsunumuzun manevi simgesi olacak bir abide. Nüfusunun %98'inin Müslüman olduğu bir ülkede herkesin, çocuğunu İmam-Hatip okuluna gönderme zorunluluğu yoktur ama bu okuldan mezun olan herkesle ilgilenmek durumundadır.

Nedeni ise, bu okullardan mezun olacak öğrencilerin Türkiye'deki dini hizmetleri organize edecek olmalarıdır. Çünkü İmam-Hatipler, Türkiye'de temel dini eğitim-öğretim veren yegâne kurumlardır.
İmam-Hatip okullarını bu açıdan değerlendirdiğimiz içindir ki, Canik bölgesinde inşa edilecek Samsun Mehmet Akif Ersoy Anadolu İmam Hatip Lisesi yönetimi olarak herkesi ziyaret ediyor ve yardım istiyoruz. Bu okuldan yetişecek binlerce müezzin, imam, vaiz, müftü ve din kültürü öğretmenleri ile diğer branşlarda yetişecek inançlı insanların amellerine ahirette ortak olmak için çalışıyor ve ortak arıyoruz. Bu eser, vereceği eğitim-öğretimin kapsamı açısından Samsun'un ve Türkiye'nin manevi onur projesi olacaktır.
                
Samsun'dan Ortaasya'ya ve Avrupa'ya uzanacak çağdaş, modern, manevi bir projedir. Bu proje kapsamında önce basınımızın temsilcilerini ziyaret etmeye başladık. Ekip Gazetesi'nden İsmail Temiz, Denge Gazetesi'nden Adnan Bahadır, Haber Gazetesi'nden Necdet Uzun, Olay Gazetesi'nden Mehmet Hazinedar ve Kanal S'den Ali Yılmaz beyleri ayrı ayrı ziyaret ettik. Sıra diğer basın temsilcilerimizde… Ziyaret ettiğimiz gazetecilerin destekleri fevkalade olmuştur, göz yaşartıcı tablolarla karşılaştık. Yönetim olarak, hepsinin ilgilerine ayrı ayrı teşekkür borçluyuz.

Samsunluların onuru, İmam-Hatip camiasının yüzakı bir proje olan Mehmet Akif Ersoy Anadolu İmam-Hatip Lisesi'ne yardım ayrıca bir onur ve kıyamet ışığı olacağına inanıyoruz. Bu okul gelecekte yalnız Samsunumuza değil; Orta Avrupa'dan Ortaasya'ya kadar uzanacak bir kuşak üzerinde vereceği milli ve manevi hizmet, yardım edenleri olduğu kadar Samsun'u ve Samsunluları da abideleştirecek ve yardımlarını ölümsüzleştirecektir. Bu manevi abideye yardım için aşağıdaki kanalları kullanabilirsiniz:
               
Albaraka Türk;1021582-1   IBAN NO: TR34 0020 3000 0102 1582 0000 01
Posta Çeki No;08845303
GSM;  0506 709 30 40  YA DA "İmam-Hatip yaz,3072'ye gönderin(İHH ile protokolümüz var)
Yardımlarınız için gelecek nesiller adına şimdiden teşekkür ediyor, neden  "İmam-Hatip" sorusunun cevabını bir başka yazıda vermek temennisiyle selam ve sevgiler diyoruz.

28.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

27 Kasım 2011 Pazar

Samsun'dan Sebze Ve Meyve İhracatı Neden Yapılamıyor?



Türkiye'nin iki önemli ovasına sahip Samsun'dan yaş meyve ve sebze ile kuru gıdaların neden ihraç edilemediği hiç dikkatinizi çekti mi? Yıllardır çeşitli nedenlerden ötürü özellikle üreticilerimizi suçlayıp duruyoruz ama asıl neden yeni ortaya çıktı. İhraç ürünleri üzerinde  analiz yapan 600 bin TL maliyetli Pestisit İzleme cihazı Samsun'da bulunmaması nedeniyle ihracat yapılamıyormuş. Bu durum Samsun İl Kontrol Laboratuarı Müdürü Osman Aydın'ın İl Genel Meclisi toplantısında dile getirmesiyle ortaya çıktı.
              
 İl Genel Meclisi üyeleri arasında şaşkınlık yaratan cihazın hemen tedarik edilmesi ve ilgili müdürlüğün kullanımına verilmesi kararlaştırıldı. İlginç bir şey. İlginç olayın sorumluları kim? İl Kontrol Laboratuar Müdürlüğü bugüne kadar neredeydi? bin liralık bir cihaz nedeniyle Samsun'da üretilen sebze, meyve ve kuru gıdalar ihraç edilemediyse yazık değil mi?
               
Bana sorarsanız Türkiye'de Bu cihazdan sadece 6 tane oluşu da komik. Şimdi bu cihazdan alınacak. Karadeniz bölgesinde ilk olacak. Tüm bölge kullanımına mümkün olabilecek mi bilemiyorum ama eğer ihracat yapmamız için bu cihaz kaçınılmaz olacaksa tüm illere alınmalı. tür ilginçliklere ilk kez rastlanmıyor. Öyle bir ülkeyiz ki, işimize yaramayanı satın alır bir kenara koyarız. İşimize yarayanı da almayız. İşimizden de oluruz. Kullanacak personel bulunmadığı için alınıp çürümeye terk edilen çokça cihaz bu ülkede gazete haberi olmadı mı? doğrusu. Temennimiz bu tür vurdumduymazlıkların önüne geçilmesi. Haydi hayırlısı.

Yeni yeni uyanıyoruz…

600 bin TL değerinde bir cihaz olmadığı için yaş meyve, sebze ve kuru gıda ihracatı yapılamayan Samsun'da ihracatçılar mallarını görüntülü takip edebilecek.

Karadeniz Bölgesi'nin lojistik üssü Samsun'da, konteynir taşımacılığına başlayan Samsunport Limanı, ihraç malları gemilere hatasız yükleyebilmek amacıyla liman sahasını bilgi işlem ağır ile donatacak.
               
Limanda yapılacak tüm operasyonel işlemleri kameralar aracılığıyla izleme imkanına kavuşacak olan ihracatçılar, hata gördüğünde ise müdahale edebilecek. Sistem en kısa zamanda hizmete girecek.
Teknolojiden yararlanmak, kolaylıklar sağladığı gibi şeffaf döneme de neden olacak. Günümüzde eğer gelişmişliğe ayak uydurmak istiyorsak, gelişen teknolojinin de takipçisi olmak zorundayız.

 Samsunport Limanı yöneticilerini bu duyarlılığı ile kutlamak gerekir. Bu arada son zamanlarda çeşitli kuruluşlarda komik diyebileceğimiz eksikliklerden dolayı arzulanan verimli çalışmanın yapılamadığını görmek gerçekten çok üzücü. Tüm kuruluşlarımızın yöneticileri biraz daha dikkatli ve çağa uyacak çalışmalara zemin hazırlamaları gerekir. Yanılıyor muyum, ne dersiniz?
/Avni DEMİR 
27.11.2011

25 Kasım 2011 Cuma

Mehmet Akif ve Amazonizm

Türkiye'de 2011 yılı merhum " Mehmet Akif Ersoy Yılı" olarak ihya edilmeye çalışılırken Samsun'da da adeta Amazonların olmayan tarihi ihya edilmeye çalışılıyor dense yalan söylemiş sayılmayız.

Tek özellikleri ve ayrıcalıkları fuhuş, puta tapıcılık, sadistlik ve savaşçılık (ki, Türk tarihinin her evresinde kadın savaşçılar hep olmuştur) olan Amazonları Samsunluların tarihlerinin, kültürlerinin ve hatta atalarının bir parçası ve sembolü olarak ihya etmenin ağırlığı ve utangaçlığı altında Akif'i anıyoruz. Biz bunu kabul etmiyoruz. Olmayan bir tarihi neden Samsunlulara yamıyoruz? Örneğin Amisos,  hayali değildir. Bütün çıplaklığı ile ortaya konulsun, yardımcı olalım. Her platformda Samsunluların atalarının Amazonlar olmadığını söyleyeceğiz.
               
Tarihi görevimizi yapmakla yükümlüyüz. Biz, milletimizin tarihinden ve kültüründen yana tarafız, ölünceye kadar da taraf olacağız. Merhum Akif;

"Hayır, hayal ile yoktur benim alışverişim;
İnan ki: her ne söylemişsem görüp de söylemişim.
Şudur cihanda benim en beğendiğim meslek:
Sözüm odun gibi olsun; hakikat olsun tek."
               
Derken; Kemalpaşazade de,
"Cehd et ki hayr ile analar adını,
 Alemde addır kalan adem gelir gider."

Demiştir. Ortada, zulmün ötesinde tarihi ve kültürel bir cinayet söz konusudur. Bu konuyu, dini boyutu ile ele almıyoruz. Laik bir ülkede devletin icraatlarının referanslarının herhangi bir dine dayandırılamayacağı konusunu biliyoruz. Ancak bu milletin kahir ekseriyetinin de Müslüman olduğunu biliyoruz. Yöneticilerin, yönettikleri halkın tarihsel, kültürel ve dinsel değerlerini de hesaba katmak zorunda olduklarını da biliyoruz. Bu, yönetim açısından sosyolojik bir vakıadır, insani bir görevdir. Merhum Akif;

“Zulmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem,
Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem." Demişti ya.

Samsun'da bugün birilerinin hayali uğrunda geçmişe-tarihe sövülmektedir. Bu konu döviz meselesi de değildir. Olsa bile yolu bu değildir ve olmamalıdır da. Samsunluların buna imkân vermeyecekleri inancıyla selam ve sevgiler…

25.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

24 Kasım 2011 Perşembe

Amazonizm Ve Samsun' un Tarihine Kara Bir Leke!

Amazonizm, Amazon kültürünü ve tarihini Samsun'un bir parçası hatta kültürü ve tarihi haline getirmektir. Amazonizmi Samsun’un Tarihine ve kültürüne yamamaya çalışanlar aslında bu milletin tarihine ve kültürüne bilerek yâda bilmeyerek ihanet etmektedirler. Varolan Türk- İslam kültürüne alternatif üretmektedirler. İyi niyet sahibi olmaları,  sonucu değiştirmiyor.

Niyetleri samimi ise hatalarından dönmelerini bekliyoruz. Aksi halde Samsun'a ve Samsunlulara hakaret etmekten tarih onları yargılayacaktır. Neden mi? "Savaşçı kadın" anlamındaki Amazonlarla oynanmaya çalışılan bu oyun tarihi ve ilmi gerçeklere aykırıdır. Bir kentin yâda bir milletin tarihi ve kültürü,  hayali kuruntular ve ahlaksızlığın sembolü üzerinde inşa edilemez. Önyargılardan uzak yaptığımız alıntılara baktığımızda bunun yanlışlığını daha iyi görebiliyoruz.
               
—Amazonlar ağırlıklı olarak Grek ve Latin kültürü kaynaklıdır.
—Amazonlarla ilgili belli bir tarih kitabı yoktur.
—Tamamıyla mitolojiye dayanırlar.
—Amazonlar puta tapan ateisttirler.
—Amazonların anayurtları bazen belli bir bölge olarak gösterilirken bazen de aynı anda dünyanın değişik yerleri olabilmektedir.
—Bazı yazarlarca Amazonlar erkek eti yiyen, ok ve yayda usta barbarlar olarak tanımlanmıştır.
—Amazonlar, yeni gelen erkeği köle yapar, erkek savaşta on erkeği yenmedikçe ve sonra aynı gece on kadını memnun edemedikçe öldürülürdü.
—Amazonlar,  yılan Tanrıça kültüründe  "Yılana Tapanlar" olarak görülmüşlerdir.
—Amazonlarda sadizm örnekleri görülür. Yalnız erkeklere değil, erkek çocuklara da şiddet uyguladıkları bilinmektedir.
—Amazonlar, acımasız, inançsız, kültürel değerleri hiçe sayan topluluklardır.
—Amazonlar, yılın belli bir dönemini başka yerlerden aldıkları erkeklerle çiftleşme zamanı olarak ayırırlar. Doğan erkek çocuğu ya öldürürler, yâda babalarına iade ederler. Bazen de çocukları sakatlarlar.  Çiftleşme işini rast gele ve karanlıkta yaptıkları da olmaktadır…
              
Yukarıda verdiğimiz bilgilere baktığımızda Amazonlar ahlaksız, sadist, puta tapan, insanlık doğasına aykırı bir yaşamı sembolize etmektedirler. Bunları Samsun'a ve Samsunlulara yamamaya çalışmak bir gafletin sonucu değilse bir ihanet olduğunu düşünüyoruz. Bu ahlaksızlık sembolü miti Samsunluların parasıyla Samsunlulara yakıştırmak bir hacı belediye başkanına asla yakışmaz.

Samsunlular "onlar" değillerdir. Bu konuyu bir başka açıdan bir başka zamanda değerlendirmek umuduyla selam ve sevgiler…

24.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

23 Kasım 2011 Çarşamba

Amazon Heykeli Gölgesi -III

Samsun'un Geleceğinin Üzerinde Kara Amazon Heykeli Gölgesi -III

Amazonlarla ilgili alıntılara devam ediyoruz: 
"Amazonların erkek çocukları, çirkin ördek yavrusu öyküsünde olduğu gibi bir dışlanma ile karşı karşıyadır.  Ne var ki çirkin ördek yavrusu rolündeki erkek çocuğunun sonu trajiktir. Amazonlar, kız çocuklarını alıkoyarken, erkek çocuklarını geri verme dışında sakatladıkları ya da öldürdükleri de söylenir. Diğer taraftan Amazonlar gibi kadınlar sadece erkeklere karşı değil çocuklara karşı da büyük çapta sadizm ve acımasızlık içinde olmuşlardır(B.S. Engle).

Eski Grek ataerkil düzenine karşı olan Maenadlar olarak adlandırılan çılgın kadın topluluğu, Amazonlar ile benzerlikler taşır... Amazonlar gibi kendi çocuklarını öldürme davranışlarını bu kadınlarda da görürüz. Bazı teorisyenler, Amazonlar ile ilgili öykülerin çıkış nedeni olarak, maskulinist kültürlerin (Yunan, Roma ve Hıristiyan) eski kadın korkuları olduğunu ileri sürer. Kleinbaum, Amazonların asla var olmadığını,  Amazon mitinin ataerkil ideolojiyi kuvvetlendirmek için oluşturulduğu söyler.

jean- Paul Sartre'in anti- semitismin Yahudileri yarattığını ileri sürmesi gibi, misogynism de Amazonları yaratmış olabilir mi? Ancak burada göz ardı edilen dünyanın her yerinde vahşi, savaşan kadın inançları, öyküleri olmasına rağmen, Anadolu merkezli Amazonların fenomenal bir kült olduğu gerçeğidir. Amazon kelimesinin kadın savaşçılar için tanıtma yazısı isim olarak kullanılma alışkanlığı, pek çok dil ve kültüre yerleşmiştir. Bu durum sıklıkla karışıklığa neden olmuş; gerçek Amazon olgusunu daha karmaşık hale getirmiştir.

Amazon kadını; kadınlardan oluşan bir ordunun askeridir ve kimliğini gizlemeden savaşır. Amazonlar dinsel ritüellerini Karadeniz'in nadir adalarından birisi olan Giresun adasına yapmışlardır.

"Amazonlar gerçekten yaşamış mıdır?" … Gerçek olan, Amazonların salt tarihsel bir olgu konumundan sıyrıldığı, sanat, edebiyat, felsefe, sosyoloji, estetik, spor ve sinema ile girdiği ilişkiler ile İZM'ler kategorisine girecek bir fenomen haline dönüşerek, tarihsel kimliğini aşmış olduğudur. "Amazonlar gerçek mi" sorgulamasının hiçbir anlamı kalmamıştır. Gerçek olan tarihsel olguyu da içine alan AMAZONİZM olarak adlandırabileceğimiz apayrı bir ilkeler sistemidir."(Prof. Dr. Ahmet Karacalar, Referans y. Ank.2006)

Yarın inşaellah, Amazonizmin ilkelerini vereceğiz. Ve de Samsun'da bu anlamda işlenmekte olan yanlışlığı ortaya koyma umuduyla selam ve sevgiler...

23.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

22 Kasım 2011 Salı

Kara Amazon Heykeli Gölgesi -II

Samsun'un Geleceğinin Üzerinde Kara Amazon Heykeli Gölgesi -II

Birinci yazımızda bir akademisyenin kitabından alıntılar yaptık, alıntılarımıza devam edeceğiz:
 "Hitit erkekleri, Asurlular ile savaştıklarından kadınlar defans göstermek zorunda kalırlar. Bu zorunluluğun doğurduğu savaş ve mücadelenin, Amazon mitini doğurduğu da söylenir. Hititlerin, Mısır dilindeki adı ArzaWa ile Amazon kelimesi arasında bağ kurmaya çalışanlar da olmuştur.

Herodot'a göre Saura/Sarmatian kadınların ataları Terme Amazonlarıdır. Terme Amazonlarının da atalarının kuzeyden geldiği ile ilgili teoriler düşünüldüğünde, Herodot'un aktardıkları bir eve dönüş öyküsüdür.
 
Ariosto'nun katil kadınlar adlı yazısında, Amazon mitosu pek çok farklı elemanları ile tartışılır. Bu kadınlar herhangi bir yeni gelen erkeği köle yapar, yün eğirme ya da yük taşıma işlerinde kullanırlar ya da o erkek savaşta on erkeği yenmedikçe ve sonra aynı gece on kadını memnun edemedikçe öldürülürdü. Amazonların kendi erkek çocuklarının bir el ya da ayağını kestikleri ya da sakat bırakmış olduklarına inanılır.

Efes'te bulunan Artemis Polimastus'un bedenini örten yuvarlak oluşumların Amazonlar tarafından tanrıçaya adak amaçlı kesilen memeler olduğu da ileri sürülmüştür. Yılan ve Amazon bağlantısını, Amazon kraliçesi Hippolyta ile ilgili çok bilinen bir mitosta görebiliriz…  Amazonlar, yılan tanrıçası kültüründe "yılana tapanlar" olarak görülmüşlerdir… Platarch'a göre Atinalılar ile Amazonlar barış yapmıştır… Aslında Türk tarihinde, Amazon ve Türk bağlantısını hissettiren savaşcı kadınlarla ilgili sayısız örnekler bulunur.

Feminist bakış açısından Amazonizm, Xenaverse ile kuvvetli bağları olan lezbiyen hareketin bir şeklidir. Pastre, Amazonlar tarafından yaratılan orijinal ve otonom sosyal modelin homoseksüel olduğunu belirtir. Amazonlarla ilgili ileri sadizm örneklerinden bahsedilir. Sadece erkeklere değil, erkek çocuklara da uyguladıkları öne sürülen şiddet, sadistlik ve barbarik davranışın en uç örneğidir.

Karadeniz Bölgesi'nde ileri yaş populasyona yöneltilen, açık uçlu sorulara aldığımız karşılıklarla da Amazonların acımasız, inançsız, kültürel değerleri hiçe sayan varlıklı kadın topluluğu oldukları ile ilgili görüşlerin öne çıktığını saptamış bulunuyoruz.

Amisosluların, paralarında kendi bölgelerinde olmayan ve Amazonlar ile anılması alışkanlık haline gelmiş Termedon nehrini göstermeleri, şöhretinden pay alma eylemi olarak görülür. Ne var ki, Amazon tarihi tez ve antitezlerin sık görüldüğü bir alandır."(Karacalar,33–151). Söz konusu akademisyenin kitabından aktarımlarda bulunduk. Bundan sonra da devam edeceğiz.

Dileriz ki, son tahlilimizde konunun önemi yeterince kavranır. Biz bu konuyu tarihimiz, kültürümüz, kimliğimiz açısından son derece önemsiyoruz. Para ile satılamayacak ve satın alınamayacak şeylerin olduğuna inanıyoruz. Konu anlaşılınca Samsunluların da buna inanacaklarını düşünüyoruz. Bizi takip edeceğiniz inancıyla selam ve sevgiler…

22.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

21 Kasım 2011 Pazartesi

Kara Amazon Heykeli Gölgesi -I

Samsun'un Geleceğinin Üzerinde Kara Amazon Heykeli Gölgesi -I

Samsun'un tarihi yeniden yazılmaya çalışılıyor. Tabir yerinde ise Samsun'a yeni bir tarihi kimlik giydirilmeye çalışılıyor. Uydurma, ne idüğü belirsiz MİTlerle oluşturulmaya çalışılan bu tarih, beraberinde yozlaşmayı, hakareti ve ihaneti de getirmektedir. Belirtelim ki, mitos; Grek dilinde uydurma söz anlamına gelir. Bu konuda önyargısız bir şekilde öncelikle bir akademisyenin kitabından bazı satırları birlikte okumamız gerekir:

"Amazon tarihi ile ilgili tuhaflıklardan birisi, eski Grek ya da Latin yazarların hiçbirinin, tüm Amazon öyküsünü anlatmamalarıdır. Bir başka deyişle, Amazonlar üzerine yazılmış bir tarih kitabı yoktur… Amazonlar üzerine yazılmış bir tarih kitabı bile bulunmadığı düşünüldüğünde, bu tür bir araştırmanın kendi içinde açmazları olduğu açıktır…

Amazonlar tarih sahnesinde, Troya savaşı ile ilgili iki ünlü epikle görünürler. Biri Homero'nun ünlü İliad adlı eseri, diğeri daha az bilinen ve bir bölümü kayıp Milet'li Arctinos'un Aethiopes'idir… Tarihteki pek çok olay gibi, Amazon fenomeni de soyutlanamaz…

Bazı mitoslara göre, Ares ile Harmoni'nin kızları Amazonlar, Frigya sınırları içerisinde Akmonia vadisinde yaşamışlardır. Amazon Lysippe'nin oğlu Tanais, yaşamını savaşa adayıp evliliğe karşı çıktığında öfkelenen Afrodit, onu annesine aşık eder. Bu kötü durumdan kaçmak için Tanais, çareyi kendini nehre atmakta bulur. Lysippe, kızlarını Termedon(Terme) nehri yakınlarında bir ovaya gönderir ve efsanevi Amazonların devri başlar…

Justin, orijinal Amazonların İskit bölgesinden, Karadeniz kıyılarına geldiğini, kocaları ile Termedon nehri kıyısına yerleştiklerini, kocalarının tümünün yerli kabileler ile savaş sırasında öldürüldüğünü ve kadınların bağımsız bir koloni kurduğunu belirtir…
Hikedites, " Aeschylus Play" de Amazonları erkek eti yiyen, ok ve yayda usta barbarlar olarak tanımlar…

Tarihte adından ilk söz ettiren savaşçı kadınlar Afrikalı Amazonlardır…"( Karacalar,Sh.2-32)

Bu konu üzerinde yazmaya devam edeceğiz inşaellah.  Bu konu Samsunumuz ve tarihimiz için ölüm- kalım nedeni olarak kabul ediyoruz. Neden mi?  Lütfen takip ediniz. Selam ve sevgi ile…

21.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

18 Kasım 2011 Cuma

Araştırmanın Gösterdikleri

Ekonomi dergisi Kapital’in geleneksel “Türkiye’nin En Büyük Bin Özel Şirketi Araştırması” bizi üzse de acı gerçeğimizle yüzleşmemiz için bir fırsat olabilir. Gerçi pek umudum yok ama eğer böyle olabilirse ne ala. Yok tersi olur, zamanımızı bundan önce olduğu yine “körler sağırlar birbirini ağırlar” misali karşılıklı nutuklarla geçirmeye devam edersek de hem bu kente hem de bu kentin siyasetçilerine, aydınlarına, yerel ve genel yöneticilerine, kanaat önderlerine meslek temsilcilerine ve onlarla birlikte onlara umut ve bel bağlayan insanlarına yazık olur.     

Rakamlar siyasetçileri ısrarla ve inatla yalanlamakta ve fakat siyasetçiler de daha fazla bir inat ve ısrarla tam aksini söylemektedirler. Rakamların Samsun’u inkâr edilemeyecek güzellikteki makyajın altında tam bir tükenmişliği ortaya koyarken kimi siyasetçiler ve yandaşları “yükselen yıldız Samsun” palavrasıyla bu halkı resmen kandırıyor üstelik bu hayal tacirleri gerçekleri dile getirenleri de büyük bir pervasızlıkla “felaket tellalı” olmakla suçlayabiliyorlar.

Acı gerçek şudur: Samsun kabuk değiştiriyor, Samsun makyaj tazeliyor ama Samsun büyümüyor. Çünkü laf ürettiği kadar hatta onun onda biri kadar “artı değer” üretmiyor. Onun için de büyüyemiyor.

“Beş organize sanayi bölgesi” söylemi hoştur, güzeldir ama ne yazık ki gerçek değildir. Tıpkı “Samsun üretiyor dünya tüketiyor” söylemi gibi. O da hoş bir reklamcı buluşudur ama hepsi o kadardır. Devamı olan “Samsun’da Var Samsun İçin Al” kampanya uygulamasının hazin sonu acı gerçeğimizin teşhirine yardımcı olmaktan öte hiçbir ekonomik ve moral fayda sağlamamıştır. Hatta yapılan uygulama adına teşhir edilen malların niceliği ve niteliği “ürettiklerimiz bunlar mı” sorusunun gündeme gelmesine ve halkta ciddi bir moral bozukluğuna neden olmuştur.

Bunları yazmak bir Samsunlu olarak beni üzüyor. Ama bir hemşeri, bir gazeteci ve bir aydın olarak işimiz ve hatta görevimiz bu. Gerçeklerle yüzleşmek ve halkımızı yüzleştirmek.

Geldiğimiz nokta ne kadar kötü olursa olsun sahip olduğumuz potansiyel de o kadar büyük ve o potansiyelin bize sunduğu ufuklar da o kadar aydınlıktır. Başka hiçbir ilin sahip olmadığı bir coğrafi konum ve -kim ne kadar inkar ederse etsin- ta Cumhuriyeti ilk yıllarından başlayan ciddi yatırımlar ve insani birikimler kentidir Samsun. Yeter ki, şu veya bu duygularla, şu veya bu kıskançlıklarla geçmişe sövmek, geçmişi yok saymak hastalığından kurtulalım ve yeter ki bugünün dünün değerleri üzerinde var olacağını ve yükseleceğini akıldan çıkartmayalım. Ve bir de artık şu organize sanayi bölgeleri gerçeğine doğru ve dürüst bir fener tutalım. Neyi ıskaladığımızı, bunan sonra neyi ve nasıl kazanabileceğimizi doğru tespit edelim. Markalaşmanın kokteyller ve sloganların hafiliğiyle ve savurganlığıyla değil ciddi araştırma, planlama ve yatırımlarla gerçekleşeceğini aklımızdan çıkamayalım.

Bu arada, Samsun’un “Türkiye’nin En Büyük Bin Özel Şirkti” arasına giren firmalarını, onların sahipleri, yöneticileri, teknik elemanları ve emekçilerini yürekten kutluyor, önümüzdeki yıllarda yeni firmalarımızla birlikte çok daha yukarılarda görmeyi diliyorum.

18.11.2011
/Osman KARA

17 Kasım 2011 Perşembe

Samsun Göçüyor

              SAMSUN GÖÇÜYOR
             1965.................755.946
             1970.................821.183
             1975.................906.381
             1980...............1.008.113
             1985...............1.108.710
             1990...............1.158.400
             2000...............1.209.137
             2007...............1.233.677
             2009...............1.250.076
             2010...............1.252.693
             ***
İşte rakamlar... Bunlar Samsun'un yıllara göre nüfusu. Hani TÜİK Samsun göçüyor diyor da... Bizim belediye başkanlarımız ve siyasetçilerimiz, Samsun'un göç aldığını söylüyor ya... Onun için çıkardım.
***

Şimdi verilerden devam edelim: TÜİK verilerine göre Samsun'a 2007-2008'de 35 bin 404 kişi gelirken; Samsun'dan 39 bin 581 kişi göçmüş...
            
2008-2009'da 38 bin 874'e 39 bin 581...
2009-2010'da 35 bin 418'e 44 bin 825 olmuş gelen giden rakamları.

Yani Samsun...
2007-2008'de 5 bin 229...
2008-2009'da 707...
2009-2010'da da 9 bin 407 kişiyi göç olarak kaybetmiş.
***

Şu yalancı (!) TÜİK'in verilerine göre, siyasetçilerimizin ve belediye başkanlarımızın göç aldığını söylediği Samsunumuz... Türkiye'nin göç veren illeri sıralamasında yüzde 7.48'lik oranıyla 31'nci sırada... Türkiye'nin Büyükşehir statüsünde olup da göç veren illeri sıralamasında ise zirvede.
***

Türkiye'nin nüfus artış hızına göre; Samsun'un nüfus artış hızı 1985 yılına kadar paralellik gösteriyor. Ancak 1985 yılından itibaren Samsun göç veren iller ligine katılıyor. Zira, 1980-85 yılları arasında yıllık yüzde 2 olan nüfus artış oranı, 1985-1990 yılları arasında yıllık yüzde 0,89'a; 1990-2000 yılları arasında yüzde 0, 438'e, 2000-2007 yılları arasında yüzde 0,29'a ve nihayetinde 2010 yılında yüzde 0,20'ye kadar düşüyor.
            
Ve hesaplamaya devam ettim... Samsun'un en azından göç vermeyen bir il olduğunu söyleyebilmek için... Bugünkü nüfusunun 1 milyon 600 binin üzerinde olması gerekiyor.
***
Yani nüfus artışındaki 2-3 bin kişilik artışları, Samsunluya 'göç alıyoruz' diye yutturanların da ifşa edilmesidir bu rakamlar... Kapaktır yani!

17.11.2011
/Erdem EROL
http://www.habergazetesi.com.tr/koseyazilari.php?yazarID=8&id=6246

16 Kasım 2011 Çarşamba

Samsun; Göç Veriyor Mu, Alıyor Mu?

Kentlerin gelişmişlik göstergelerinden birisi de göç almaları ya da vermeleridir. Bir kentin göç alıyor olması, o kentin kalkınmakta olduğunu, aksi ise gerilediğini gösterir. Bir başka ifade ile insanların kentten kaçması hoş bir şey değildir. İnsanların kaçış nedeni ister can güvenliğinden, ister ekonomik yetersizliğinden, ister başka nedenlerden olsun o kentin yöneticilerini doğrudan ilgilendirir.

Kaçışın olduğu gibi, gelişin de bir nedeni vardır. Ancak bu sorunlar bir günün sorunu olmadığı gibi çözümleri de bir günlük değildir. Samsun, nüfus sıralamasında Türkiye'nin 16. Büyükşehir arasında 15. sırada yer almaktadır. Dünkü yerel gazetelerde bir taraftan Büyükşehir Belediye Başkanı'nın ,"Samsun, göç alan şehir haline geldi" sözleri yer alırken diğer tarafta da " Samsun'un en çok göç veren illerin arasında yer aldığı" yazılıyordu.

Hangisi doğru? Bu konuda doğru olan nedir? Doğru olan, TÜİK verilerine göre Samsun’un göç verdiğidir. Normal düşünüldüğünde ise, Samsun’un göç almasının gerektiğidir. Çünkü göç alan illerin en önemli özelliklerinin başında ulaşım, iklim şartları, arazinin düzlüğü ve verimliliği gelmektedir. Samsun, bunlara fazlasıyla sahip olduğunu biliyoruz.

Günübirlik günü kurtarma adına insanlık onurumuzu ve devlet adamı ciddiyetimizi zedelemeden Samsun'un göç verişini anlatabiliriz.  İlle de yüz binlerin gözünün içine bakarak yalan konuşmak zorunda değiliz diye düşünüyoruz. Devlet adamlarından beklenen ciddiyettir, dürüstlüktür. Bu dürüstlüğü beklemek,  insan olarak hakkımız olduğuna inanıyoruz.

Selam ve sevgi ile…

16.11.2011
/H. Mustafa GENÇ

15 Kasım 2011 Salı

Viyadük


"Ben sizin babanızım
Ben ne dersem o olur!"
Diyordu Barbaros Hayrettin...
Bir grup da eşlik ediyordu...
"Öl de baba ölelim... Eyvallah!
Gül de baba gülelim... Eyvallah!
Sev de baba sevelim... Eyvallah!"
***

Ulaştırma Bakanı Binali Yıldırım'ın sözleri, bu komik şarkıyı hatırlattı...
"Ben sizin bakanınızım...
Ben ne dersem o olur!"
Kendi sözüne, kendisi koro yapıyor...
"Tartışın derim tartışırsınız...
Konuşun derim konuşursunuz...
Susun derim susarsınız!"
Ve tüm bunları da "demokrasinin gereği" olarak tarif ediyor.
Böylece 'demokrasi' yeni bir tanıma kavuşuyor.
***

Neymiş demokrasi?
"İktidarların icraatları karşısında, hiçbir değerinin olmadığını bile bile fikir üretmek, düşünmek, bunları söylemek ve tepki koymak!"
Yani Büyükşehir Belediye Başkanımız Yusuf Ziya Yılmaz'dan da bir demokrasi tarifi istemiş olsaydık, emin olun kelimeler farklı da olsa aynı kapıya çıkan söz dizinlerini dinlerdik!
***

Yani...
Canikliler, Canik Belediye Başkanı Osman Genç, Kent Konseyi, AK Parti Canik İlçe Teşkilatı, Mimarlar Odası, KTÜ'nün inceleme yapan öğretim üyeleri, tüm STK'lar demokrasinin gereğini yerine getirdi...
Görevleri bitti...
Şimdi icraat zamanı...
Şimdi 'Viyadük'ü (Köprülü Yolu) Samsun'a bir abide olarak dikme vakti!
Ya seve seve...
Ya da sevmeye sevmeye!
Yakında Samsun için yeni bir de slogan geliştiririz...
 Viyadüklerin Şehri Samsun!
 Yani bu iş kısaca 'kazan kazan' olur...
Verilen konuşma özgürlüğü (!) ile insanlar demokrasiyi(!) kazanır...
Samsun, viyadükleri...
Viyadük imalatçıları akçeleri...
Siyasetçiler de bir sonraki seçimleri!
***

 Bu arada...
Haydi, iyisiniz yine...
Büyükşehir Belediye Başkanımız Yusuf Ziya Yılmaz, cebinden (!) 17 milyon TL ödeyerek yaptırdığı köprülü kavşağın açılışında...
 "Köprülü kavşak vatandaşlarımıza bayram hediyemizdir... Vatandaşlarımız için helali hoş olsun." dedi.
 Yani...
 17 milyon lirayı hepimize helal etti!
Ne diyelim...
Allah razı olsun!

15.11.2011
/Erdem EROL