26 Mart 2012 Pazartesi

112 Acil Amacından Uzaklaşıyor Mu?

Ülkemizin en büyük sorunlarından birisi hiç kuşku yok ki, hiçbir işte doğru düzgün bir devamlılık sağlayamayışımızdır. Özellikle de, çağdaş ülke olabilmenin en büyük göstergesi olan eğitim ve sağlık konusunda yıllardır bir türlü devamlılığı olan bir sistem yerleştiremedik. Her iktidar değişikliğinde meydana gelen bu politikaların değişmesi bir yana, artık aynı hükümetler iktidardayken de kendi koydukları sistemlerin sık sık değiştirilmesi de olağan hale geldi. Bu yaz- boz anlayışının ülke ekonomisine verdiği zararlar da işin bir başka yanıdır.

Ancak, bu konuda beni şaşırtan ve de nedenini bir türlü bulamadığım bir uygulamadan söz etmek istiyorum. 44 yıllık meslek yaşamım sürecince gördüğüm şey, bir istisna dışında sağlık bakanlığı yapanların hepsinin tıp doktoru olmasıdır. Hemen hepsi de hastanelerde çalışmış ve de başhekimlik yapmışlardır. Eczacılık yaşamım sırasında doktorlarla çok yakın arkadaşlığım olmuştur. Çok sayıda da doktor dostum vardır. Birlikte olduğumuz sürece tüm hekimlerin yakındıkları genel ve mesleki sorunlara nasıl baktıklarını biliyorum. Şaşırtıcı olan, sonra ki yıllarda başhekimlik sorumluluğu aldıklarında sisteme hiçbir düzenleyici katkılarının olamayışıdır. Sağlık bakanları da işte bu hekimler arasından çıkmaktadır. Ne var ki, meslek yaşamları boyunca sorunları birebir yaşayan bu hekimler bakan olunca, geçmişte ki birikimleriyle nedendir bilinmez gördükleri yanlışları düzeltme yolunda başarılı olamıyorlar.

Bu gerçekten anlaşılması ve kabul edilebilmesi zor bir durumdur. Geçmişte de sağlık konusunda çok önemli değişimler ve uygulamalar yapıldı. Tam oturacağı sırada ya hükümetler değişti, ya da bakanlar değişti. Sistem de devamlılığı sağlayamadığımız için işlemeye başlayan sistemler tepe taklak edildi. Sağlık alanında çalışan ve bu yolda halkın hizmetine 44 yılını vermiş bir sağlık çalışanı olarak, son günlerde karşılaştığım bir sistem ve uygulama değişikliğini sizlerle paylaşmak istiyorum. Son yılların sağlık alanında en güzel işleyen ve toplumda büyük bir güven sağlayan uygulaması “112 Acil Servis’ti”. Eczaneler halkımızın başı sıkıştığında başvurduğu ilk noktadır. Eczaneler, sokak da rahatsızlananların kendilerini attığı, bir sağlık sorunu olanların yardım istedikleri yerdir. 44 yıldır eczane işleten bir eczacı olarak bunların yakından tanığıyım. Bu nedenle olsa gerek, çok yararlı bir hizmet veren 112 Acil serviste ki uygulama değişimi beni hem şaşırttı, hem de üzdü.

Oysa eczanem de son iki yılda en az 7–8 olay yaşamıştık. Sokakta fenaşalan veya bayılan hastaları eczanemize getirmişler ve biz yasalarımızın izin verdiği ölçüde müdahalemizi yapmış, gerektiğinde de 112 Acil Servis’i çağırmıştık. En geç on dakika da gelmiş ve eczane de hastaya ilk müdahaleyi yapmışlardı. İki vakada da kalp krizi geçiren hastayı yaşama döndürmüş ve hastaneye yetiştirerek iki hastayı da kurtarmışlardı. Eğer 112 Acil Servis’in doktoru ilk müdahaleyi yapmasaydı, belki de hasta hastaneye yetiştirilemeyecek ve kaybedilecekti.

Geçtiğimiz hafta içinde bir yakınımın rahatsızlanması nedeniyle evine gittiğimde hastaya acilen müdahale edilmesi gerektiğini gördüm. Hemen çok güvendiğim 112’ i Acil’i aradım. 10 dakika içersinde geldiler. Üç tane genç görevliyi görünce kendimi tanıtarak hastamızın tansiyonunu ölçtüğümü ve çok yüksek olduğunu söyledim.

İçlerinden birisi de tansiyonunu ölçtü. Evet, yüksek diye onayladı. Ben daha önceki 112 Acil Servis’in neler yaptığını bilen birisi olarak, ağızdan veya enjeksiyon yolu ile ilk müdahaleyi yapacaklarını beklerken birbirlerine bakarak “Hastayı hastaneye götüreceğiz” dediler.

Bazı bilgiler alabilmek için “İçinizden hanginiz doktorsunuz?” Diye sordum. Aldığım cevap şaşırtıcıydı. Aramızda doktor yok, “112 Acil Servislerden doktorlar kaldırıldı” Dediler. Sonuçta hastamızı bir hastaneye götürdük ve ilk tedavisini orada yaptırıp iki saat sonra eve getirdik. Bir sonra ki gün yaptığım araştırma bu bilgileri doğruluyordu. Artık 112 Acil Servislerde doktor olmayacaktı. Artık özel eğitim verilerek ATT ( Acil Tıp Teknisyeni) olarak yetiştirilen elemanlar 112 Acil Servis’te görev yapıyormuş.

Bu değişim halkımızın ihtiyaçlarına ne kadar cevap verecek kuşkuluyum. Bu uygulama değişikliğinin eski dönemlerde olduğu gibi 112 acil Servis’i hasta nakli aracı haline getireceğini sanıyorum.
Neden çok güzel bir hizmet veren sistem değiştirilir? Anlamıyorum. Neden bu değişimden halk bilgilendirilmez? Bilmiyorum. Bu ülke ne zaman “Ben yaptım oldu” alışkanlığını terk edecek? Merak ediyorum. 112’e kimsenin ihtiyaç duymamasını diliyor ve 112 de ki değişimin, neleri götürüp neleri getireceği konusunun çok tartışılacağını sanıyorum. 112’ye ihtiyaç duymayacağımız sağlıklı günler dileğiyle..

/Sadi SUBAŞI
26 Mart 2012

25 Mart 2012 Pazar

Samsun Arenasında Fink Atanlar..

Samsun basınının bazı kalemleri, bazı çok özel dönemlerde kendilerini ve fikirlerini hiçe sayarak sair güçlerin borazanlığını yapsalar ve onların müttefiki siyasi hareketlere dönemsel destek verseler de..  Normal dönemlerde kendilerine geliyorlar ve gerçek kimliklerini açıkça ortaya koyuyorlar.. Bu kalemlerin artık rutinleşen çark edişlerine aslında alıştık biz.. Şaşırmıyoruz.. Anlamadığımız; bunları besleyen, büyüten, bugün hala Samsun basınında var olmalarını sağlayan akil insanların neyi hesaplayarak bu tür insanları finanse ettiği, desteklediği, kol-kanat gerdiği..

Yani bu nasıl bir aymazlıktır, anla(ya)mıyoruz.. Sıfır etkiye sahip oldukları bilindiği halde bu adamlar nasıl destekleniyor? Gerçek yüzlerini sergilemekten kaçınmadıkları dönemlerde yaptıkları, ettikleri görülmüyor mu?


Hayati Çıkarımlar

Bahse konu bu yazar-çizer tayfası.. Her fırsatta AK Parti’ye olan nefretlerini kusuyorlar.. O kadar aleni yapıyorlar ki bunu; görmemek, duymamak mümkün değil.. AK Parti’nin toplumda karşılık bulan sesini anlayamadıklarını açıkça yazabiliyorlar.. Yükselişi için; ‘anlaşılmaz’ diyebiliyorlar.. Vatandaştan gördüğü ilgiyi ‘beklenmedik’ bulabiliyorlar..

AK Parti ile yıldızı hiç barışmayan ve muhtemelen barışmayacak olan kuruluşların açlık, yoksulluk sınırı araştırmalarını referans göstererek sözüm ona saydırıyorlar.. Kinlerini kusuyorlar.. Bu memleketi, bu toprağın insanını tanımadıkları; bu coğrafyanın derdiyle dertlenmedikleri o kadar belli ki.. Daha da enteresanı.. Kendilerinin, AK Parti karşıtı olanların oranları içerisinde olduklarını da açık açık dile getiriyorlar..

Yani öyle karmaşık yazılarından anlamak zorunda kalmıyorsunuz AK Parti karşıtlıklarını.. Kendileri net olarak ortaya koyuyorlar bu durumu.. Kendilerince HAYATİ çıkarımlar yapmayı da ihmal etmiyorlar.. AK Parti’nin başarısı değildir ortadaki, olsa olsa ‘muhalefetin güçsüzlüğü ve sessizliği’.. Buna rağmen AK Partili bir belediyeden destekleniyorlar..


Sağlam İlişkiler

İşin komiği..  Samsun’da sokakta oynayan çocuğun bile malumudur, bu adamların AK Parti’yle organik denebilecek kadar sıkı ilişkiler içinde olan şehrin saygın kurumlarının başında bulunanlarla olan yakınlıkları.. Bu şehirde herkes bilir bu adamlarla bu şehri yönetenlerin ilişkilerinin boyutunu ve SAĞLAM temellerini.. Belki her şey kılıfına uygundur ve ilişkiler resmiyete dökülmemiştir…

Ama herkes bilir, yerel yönetimlerin bu adamların baskı tekniklerine kadar nasıl müdahale ettiğini ve ne düzeyde işlerini kolaylaştırdığını.. Bu şehirde yaşayan ve özellikle basın yayın sektöründe yer alan herkesin malumudur bu adamların ve yayın organlarının bu şehrin anahtarını elinde bulunduranlarla olan gönül bağı.. Bu basın ARENA’sını hepimiz biliriz vesselam..

Öyleyse nasıl oluyor? Hemen her fırsatta Başbakan’a ve hükümete olan güvenini kamuoyuyla paylaşan, Türkiye’nin özellikle son 10 yılda gösterdiği gelişimi ayakta alkışladığını ifade eden, ülkenin gelişiminin Samsun’a yansımalarını ve Samsun’un gelişimine olacak olumlu etkilerini şehir halkına sunmakla görevli akil insanlar; nasıl oluyor da olan biten her şeyi görmezden gelen ve hükümete olan kin ve nefretini açık açık ortaya koymaktan kaçınmayan bu kişileri nasıl himaye edebiliyor ve onları destekleyebiliyorlar? Nasıl oluyor da her fırsatta AK Parti’ye saydıran gazeteleri akla gelecek her türlü yolla destekleyebiliyorlar? Bu yazılanları görmüyorlar mı acaba, okumuyorlar mı? Bu mümkün mü? Öyleyse bu nasıl kurgu, nasıl bir oyun?


Çıkın Siyaset ‘Arena’sına

Bizim de yazı yazdığımız ve şu anda okuduğunuz yazının yayımlandığı samsunahaber.com’u (eski adıyla akasyam.com).. Kendince ti’ye almak için falanca.com, filanca.com diye eleştiren.. Zaman zaman da ‘Kendilerini muhatap almıyoruz.. Bizim ismimiz üzerinden prim yapma telaşındalar’ diyen bu arkadaşlara da bir tavsiyemiz olacak..  Bizim rengimiz belli, biz açıktan oynuyoruz.. Ama siz hala ortalarda geziniyorsunuz..

Şöyle bir netleşmeye gidelim öyleyse.. Kimseden NUSRET almanıza gerek yok anlaşılan.. Hep eleştire geldiğiniz Ak Parti’yi bir süreliğine bir kenara koyun.. Sessiz ve etkisiz kalmakla suçladığınız ve fakat gönül bağı taşıdığınız sair siyasi hareketlerle ilgilenin.. Dediğiniz gibiyse ve biz dahil yığınla insan sizin isminiz üzerinden prim yapmaya çalışıyorsa.. Yani sizde bir keramet var ise..

Onu da geçtik.. Zerre kadar bir etkiniz varsa eğer bu toplumda.. Ve sizin için bu kadar HAYATİ mevzularsa bu konular.. Çıkın siyaset ARENA’sına.. Türkiye’ye yön vermesi gerektiğine inandığınız siyasi hareketlerin içinde olun, görev alın,.. Böylece hem bize, hem de bu memlekete SAĞLAM bir ders vermiş olursunuz.. Unutmayın! Bu millet sizden bu fedakarlığı bekliyor.. Bilhassa Samsun. Hadi gazanız mübarek olsun şimdiden!

25 Mart 2012
/Sırrı AÇIKGÖZ

22 Mart 2012 Perşembe

Kentsel Dönüşüm Kurultayı

Samsun’da da son 5 yıldır duyduğumuz kentsel dönüşüm olgusu, kentin rant alanına açılımı yanında, kentsel tüketici topluluğunu uluslar arası sermayeye bağımlı kılma girişimleridir. Kentsel dönüşüm adı altında bu kentte 200 evlerin yıkılma süreci hepimizin hafızasındadır. Bugün gelinen noktada insan mutluluğu sağlanamamıştır. Kentsel dönüşüm bu kentin sorunu değildir sadece. Kapitalist dünyanın neoliberal iktisadı programını uygulayan gelişmekte olan - bir türlü gelişemeyen, aslında kaybeden- ülkelerinin sorunudur.

Gerçek anlamda bir kentsel dönüşümün gerekliliği üzerine sanırım herkes hemfikirdir. Geçenlerde Adana’da TMMOB tarafından Kentsel Dönüşüm Kurultayı yapıldı. Sonuç bildirgesi vahşi iktisadi sistemin izini sürenler için ciddi ayak izleri sunuyor:

Ülkemizin korunması gerekli doğal, tarihi ve kültürel yapı varlığı ve mekanları açısından zenginliği; yerleşim ve yapılaşmaların büyük bir oranla çeşitli afet riskli alanlarda yer alması; sosyo ekonomik yapıdaki dengesizlikler nedeniyle giderek artan ve büyüyen yasadışı yapılanma gibi kentleri çirkinleştiren ve çarpıtan nedenler kentsel dönüşümün gerekliliğini giderek daha fazla hissettirmektedir.

Kentsel Dönüşüm Projeleri; Kentlerin, ekonomik ve fiziksel çöküntüye uğramış bölgelerinde iyileşme sağlayan, depreme dayanıklı konutlar üreten, yaşam kalitesini artıran ve kent ekonomisinin güçlendirilmesini amaçlayan, yurttaşı mağdur etmeyen tam tersine planlama ve uygulama sürecine katan, kamu arazilerinin talanını önleyen, tasarım ve uygulama kriterlerine sahip, yerel kalkınmayı da sağlayan nitelikte olmalıdır.

Ancak bu şekilde özellikle dar gelirli yurttaşların konut sorunlarına çözüm bulurken, sosyal yaşam alanlarını yükselten yeşil alan, altyapı, eğitim ve sosyal donatı yaratmak yoluyla yaşanabilir çevre ile sürdürülebilir planlama hedeflerinin yaşama geçirilmesi yasal güvenceye kavuşturularak sağlanmalıdır.

Mahalle sosyal kontrol ve dayanışmanın kentlerde sağlandığı ve uzun bir tarihsellik içinde oluşmuş sosyal ve mekansal bir olgudur. Yapılan kentsel dönüşüm projeleriyle bunun yok edilmesi kentlerin sosyal yaşamına telafisi olmayan bir hasar verecektir. Bu sebeple, kentsel dönüşüm projeleri hazırlanırken bu husus göz önünde bulundurulmalıdır. Bunun için, yüksek katlı, tek tip, dikey yapılaşma yerine, yatay düzlemde bir yapılaşma ve bunun içinde mahalle yaşamını sağlayabilecek sosyal donatı alanları sağlanmalıdır.

Kentsel Dönüşüm bir bütün olarak ele alındığında toplumsal /sosyal ilişkilerin dağılmasını önleyici, sosyal ayrımlaşma ve dışlanmayı önlemede bireysel bağlantıların koparılmadığı, yerel kimlikleri olan kentlinin yaşayış biçimleri, kültürleri, gelenek görenekleri, bilinçlilik düzeyi, yöreden hoşnutluğu, mülk sahipliği analiz edilerek kentsel dönüşüm sürecine girilmelidir.

*Parçacı kentsel dönüşüm projeleri yerine kent nazım planıyla uyumlu “Kentsel Dönüşüm Ana Planı” hazırlanarak proje alanlarının öncelikleri ve etaplamalarına karar verilmesidir. Dönüşüm projelerine başlanmadan İhtiyaç ve beklenti çalışmaları, Sorun Analizleri ve sosyo-ekonomik araştırmaların yapılmalıdır.

Güven tesisi için, proje alanındakiler belediyeler ve ilgili meslek kurum ve kuruluşları ile diyalog kurularak kamuoyu sürekli bilgilendirilmelidir. Ancak karar alma süreçlerine katılım şeffaf ve geniş olmalıdır. Projelerin içindeki yeni konutlarda sürdürülebilir yaşam süresi değerlendirilmekte midir?

Kentsel Dönüşüm Alanları, Zemin olarak sağlam yerlerden başlanmalı. Bu yöntem hem binaların uzun ömürlü olması ve vatandaşları motive etmesi açısından önemlidir. Dönüşüm düşünülen alanlarda, belirgin bina tipolojileri olmamalı, her bölge için sosyal yapı ve mevcut fiziki çevre doku ve yönlenme dikkate alınarak alan büyüklüğü saptanmalıdır. Mevcut binalar yıkıldıktan sonra mikro bölgeleme çalışması yapılarak projelere esas tutulmalıdır. Mali kaynaklar için değişik alternatifler aranmalı ve hem mali hem de yapım işleri için kooperatifleşme önemli bir seçenek olarak düşünülmelidir .

Kentsel Dönüşüm düşünülen alanlarda konut karşılığında sadece yeni konut değil arsa seçeneği verilmesi de düşünülmelidir. Ancak taşınmazların tasarruf biçimlerine hakkaniyet gözetilerek yaklaşılmalıdır.

Kentsel dönüşüm yapılanma olgusu kentin önemli bölgelerinde yaygınlaştırılıp kenti yeniden düzenleme aracı olarak düşünülmelidir. Bunun sonucunda kentsel dönüşüm alanlarını bütünleştirmek için bir Master Plana bağlamak gereklidir.

Kentsel dönüşüm alanlarında yapılacak iş ve işlemlere ilişkin ciddi bir hukuksal boşluk bulunmaktadır. Bizden bu kadar. Kentti dönüştürmek insan ve doğa için olmalıdır sonuç olarak…

/Cem ŞAHAN
22 Mart 2012

Baharı Sevmiyoruz Artık. Çünkü Ağlatıyor..

Bahar aylarını hep sevmişimdir. Güneşin ilk ışıklarıyla canlıların kendisini sokağa atması, ağaçların yeşermesi, içimizde yaşam sevincinin 'kıvılcımı gibidir'.. İki gündür bakıyorum arkadaşlarımız balkonda, çaylarını içerken, masalarının başındaki çalışmaları da 'zevkli ve güler yüzlü'.. İçimizdeki kıpırdama, doğayla eş zamanlı... Sabah işe gelirken oğlumun bir sözü çok hoşuma gitti. Cumhuriyet Meydanı kavşağından dönerken, bazı yaşlıların meydanın kenarına oturup yaptıkları sohbeti gösterdi.. Yeşil ışık yanmasın istedim adeta... Ne güzel sohbet ediyorlardı. Uzun bir kış dönemi sonrası 'adeta yaşamın sevinciyle' kucaklaşmışlardı.... Büroya geldiğimde aynı 'duygularla masama oturdum' ama o sevinç ne yazık ki daha ilk dakikalarda 'yerini hüzne bıraktı'.. İnanın 'kollarım, moralim düştü' bir anda..

Doğa, yaşam sevinci, insanların yüzlerindeki mutluluk, yeşeren ağaçlar, yavaş yavaş ısıtan güneş, hatta karşımızdaki damda kendini yere bırakarak, umursuzca güneşlenen 'güvercinin' mutluluğu, yok oldu.. Çünkü, Şırnak Cudi Dağı'nda PKK teröristler de 'kış uykusundan uyanmıştı'. Sığınaklarından çıkmışlar, ellerine tekrar silahlarını almışlardı... Onlar 'doğanın kendini yenilemesine' güneşin kendini göstermesine, ağaçların yeşermesine bakmadan çıkardılar başlarını 'terör sığınaklarından'.. 'Yaşam sevinciyle değil, öldürmek, katletmek için uyandılar kış uykusundan'.. Yerdeki bir papatyaya değil, ilk iş olarak 'silahının tetiğine uzattı' o hain kanlı parmağını..

Ve daha Afganistan'daki 12 şehidimizin acısı dinmeden, güvenlik güçlerimize doğrulttu namlusunu.. 5 Özel Harekat Polisi'mizi şehit ettiler.. Kırsalda bahara kanla başladılar.. Örgütün kent yapılanmasında da İstanbul'da 'Bahar bayramını' savaşa çevirdiler... Cudi Dağı'nda 'vurulan bir polis yaralıyken, 'Şehit olursam, anamın son kez sesini duyayım' diye anasını aradı.. "Ah anam yandım, vuruldum" dedi..

O Allah'ın da yardımıyla hayatta kaldı ama 5 fidanımız 'anasının, yavrusunun, hayat arkadaşının' son kez sesini duyamadan şahadet şerbetini içti.. Ne yazık ki; Bahar gelince, sevinç değil, gözyaşı döken bir ülke haline geldik.. Kar kalkınca, ortaya çıkan gözü dönmüş bölücü teröristler yine 'iş başı yaptı'...  Yüreklerimiz 5 kez daha yandı.. 4 mevsimi yaşayan bir ülkenin vatandaşları olarak, neredeyse baharın gelmesinden korkar olduk.. Artık ateş de düştüğü yeri yakmıyor... Herkes ağlıyor. Ve artık baharı sevmiyoruz... Çünkü biliyoruz ki; bahar gelince, kar kalkınca, ininden çıkan 'kana susamış terörist' hortluyor adeta.. BAŞIMIZ SAĞOLSUN...

/A.Yener CABBAR
22 Mart 2012

21 Mart 2012 Çarşamba

Vali Aksoy'dan Samsun'u Dinlerken...

Dün Samsun Valisi Hüseyin Aksoy'un konuğuyduk. Yaklaşık 1,5 saat süren görüşmemizde konuşacak çok şey vardı elbette... Masa başında eleştirmek kolay, sahadaki uygulamalar 'zordu'. Samsun ile ilgili hangi konuda eleştiri getirsen, bir bakıma muhatabı Vali Aksoy'du..  Yani masanın arkasında bilgisayarın başında belki bizler vardık ama, masanın önündeki, sahadaki kişi Aksoy'du.. İcraatların 'olurunu' veren, olmuşunu, olmayanını da izleyen, sorgulayan son makamdaydık dün..

Çünkü Samsun'un şefidir O.. Şimdi biz masanın önünde, o masanın arkasındaydı.  Yazdıklarımıza zaman zaman 'yapılan açıklamalarla satır aralarında yanıt buluyorduk belki ama' ilk kez direk 'kendisine soracaktık ve yanıt alacaktık'... Öncelikle şunu belirtmek isterim ki; Sayın Vali, basınla Samsun'a katkı vermek adına istişarelerini artırmalı.  Çünkü 'pozitif enerjisiyle' bir çok konuda, basından yardım alabilmesi, 'ortak akıl oluşturması' mümkün bir yönetici kişiliğine sahip..

Samsun'u Vali Aksoy'dan dinlerken, ilk dikkatimi çeken şey; hemen her konuda sıkı bir takipçi, konulara hakim ve iyi bir gazete okuru olduğu.. Kim neyi daha önce olumlu veya olumsuz yazmışsa, onun yüzüne bakarak anlattı konuları. Hemen herkesin hassas olduğu konuların farkındaydı. Eleştirileri 'bilgi notu' olarak almış, sumen altı etmemiş, incelemiş, irdelemiş.. Samsun'un hangi noktada olduğunu anlatmaya başladığında, yaptığı aslında bir bakıma bizlere 'konuların başlıklarını vermekti'. Sonra açılımlarına girdi. Çalışmalara nereden başladığını anlatırken, satır aralarına 'o konuyla ilgili o güne kadar yapılanları nasıl bulduğunu da açık etmeden 'satır aralarına' diplomasi diliyle konuşlandırdı...

Samsun'un önceliklerini belirlediğini anlamak çok zor olmadı. Sağlık, spor kenti, turizm, tarım ve olmazsa olmazı eğitim..  Bunlar olursa "Her şey olur" diyen ve bu konuları hayata geçirmeyi kafasına koymuş bir Vali Aksoy vardı, karşımızda.. Mersin'de valilik yaparken Bakan Kürşad Tüzmen'in katkılarını anlatırken, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'tan aynı şekilde hatta fazlasıyla katkı görmenin 'altını çizdi'..

Bu kent için 'geleceğe yönelik akılda kalan bir şeyler yapmak istediğini' her halinden görmek mümkündü.. Elleriyle Samsun'un geleceğini anlatırken, iki elini birden 'şekillendirmesi' büyük ve gelişmiş bir Samsun'un 'temsili görüntüsü'nün ipuçlarını veriyordu.. Tarımda alternatif ürün arayışını anlatırken, yaptığı araştırmalar, beklentileri ve aceleciliği her haliyle belliydi. Limanın, serbest bölgenin katkılarını Mersin'de görmüştü..

Mersin'in kalbiydi orası. Liman hareketliyle Mersin'in kanı iyi pompalanıyor, demektir ve kent hareketlenir' derken, Samsun'un kalbinin neresi olduğu noktasında 'henüz netlik kazanmadığı da' ortadaydı aslında.. Samsun'un kalbi belki belli değildi ama bedenin diğer hayati organları çoktan ortaya çıkmıştı.. Sağlık, spor, turizm, tarım ve eğitim. Yani Samsun'un '5 yıldızı' Belki de kalbi tüm bunların harekete geçmesiyle ortaya çıkacaktı..

Belki Mersin gibi limanı, belki 'hızlı treni', belki de 5 yıldızlı otelleriyle 'çekim merkezi haline gelmesi beklenilen' Samsun'un 'Tüm yıldız projelerinin oluşturduğu iş hacminin ekonomiye dönüşmesi'.. Samsun'un şimdilik kalbi eksik olsa da Vali Hüseyin Aksoy'un kalbindeki, ancak çok da dillendirmek istemediği bir sızıyı 'görmek mümkün'..

Samsunspor o.. Samsunspor'un içinde bulunduğu durum..  Aksoy'dan Samsun'u dinlerken, gördüğüm mutlu bakış, Samsunspor konusu geldiğinde 'hüzne dönüştü'.. 'Talihsizlik olarak nitelendirdi' Sayın Vali.. Çünkü 'yıldız projelerle' ortaya çıkan ve iddialı olan Samsun gibi bir ilin Valisi, "Eldeki tek markasını' Süper Lig'de tutamamanın 'hüznünü' tüm Samsunla birlikte yaşıyor.. Her ne kadar o da her Samsuncu gibi 'matematiksel olarak hala bir umut var dese de'...

21.03.2012
/A.YENER CABBAR

20 Mart 2012 Salı

Düşen Samsunspor Değil, Bu Kenttir...

İnanmak istemedik.. Yakıştırmadık belki de.. Üst üste mağlubiyetler alırken, evinde puan kaybederken, "Olsun telafi ederiz" dedik.. İlk yarı alınan başarısız sonuçlar bazı ipuçları verdi ama, "Hocamıza güveniyoruz,  ikinci yarı farklı olacak" diye umutlandık.. Şanssızlıklar var, aksilikler oluyor, diye düşündük.. Umutlarımızı hiç kaybetmedik, bir sonraki maçta 'olur, neden olmasın, koca bir kentin takımı' diyerek, umutlarımızı bir sonraki haftaya taşıdık..

Süper Ligin dibine Ankaragücü ile demir attık ama 'geçici' diye düşündük.. Çünkü oraya layık görmedik kendimizi.. Kimse inanmadı, Samsunspor'un çırpınmasının 'sonuç vermeyeceğine'.. Herkes umutluydu. Ama bir türlü istenilen sonuçlar alınamıyordu. Dipten kurtulmak mümkün değildi.. Olsun bize en yakın takımları yeneriz, kurtarırız dedik... Bu hoca ile olmaz diye haftalar öncesinden 'geleceği gören taraftara', 'Ön yargılı diye  baktık'.. Gereksiz heyecan yaptılar diye, umursamadık..

Sonra baktık ki aklın yolu bir, olmuyor bu hocayla; Haftalar sonra hocanın gitmesi gerekir, dedik. Taraftarın haftalar öncesinden söylediğini 'dipte umutlar tükenirken' yerine getirdik.. Mesut olalım, Mesut Hoca ile diyerek son bir hamle yaptık.. Hamle doğru, zamanı ise çok geçti.. Stres, heyecan, düştük mü soruları yeşil sahada futbolcuların ayaklarına dolaştı..

Rakipler de kaybetmedi bir türlü.. Biz kazansak da 'farkı kapatamadık'.. Bir sevindik, bir üzüldük.. 'Bu takım düşmez' diye beynimizde direndik, sahadan boynu bükük ayrıldık.. Bazen direkler izin vermedi, bazen şanssızlıklar 'sardı etrafımızı'... Bir rahat nefes alalım istedik..  Ama taa ki geçen haftaya kadar taşıdık umutlarımızı.. Umudun adresi Kayseri'ydi.. Taraftarıyla, yönetimiyle, tüm Samsun'un yüreklerini de yanlarına alıp Kayseri'ye  gittiler.. Herkesin gözü kulağı radyo ve televizyonlardaydı..

Ekigho, boş kaleye golü atamayınca, umutla kalkan 'eller, hüsranla' yere indi.. Ahhh dedik. Sonra Kayseri iki golle havalandırdı ağlarımızı.. Kolumuz, kanadımız düştü.. Gıkımız çıkmadı. Çünkü her şeyin bittiği andı o.. Hayallerin tükendiği, rüyaların kabusa dönüştüğü an.. Matematik, fizik, kimya.. Hangi kuralı, hangi formülü denersen dene artık.. 'YAZI da, TURA da gelse bizim olsa da' mucizenin mucizesini bekliyoruz belki de.. Çünkü halen yakıştıramıyoruz Samsun'un geldiği noktayı... Yakıştırmayalım da.. Samsunspor'un Süper Lig'de bitkisel hayatta olduğunu görsek de, 'bir umutla bekleyelim'.. Rakiplerimiz hep kaybetsin , biz hep kazanalım.. Şanssızlıklar, aksilikler, şans ters düz olsun Samsunspor'un hanesine yazılsın..

Spor Müdürümüz Yusuf Ziya Çakır gibi, "Matematiksel olarak düşmedik' diyelim. ya da Yazarımız Mehmet Aksoy gibi "Böyle olmamalı" diye umut edelim.. Belki, belki diye 'taşıyalım umutlarımızı son ana kadar'.. Çıkmayan canda umut vardır diye bekleyelim.. Neden mi?.. Çünkü Süper Lig'den düşen aslında Samsunspor değil.. Asıl düşen bu kent... Vizyonu, misyonu.. Yöneticisi, işadamı, hatta 1,5 milyon nüfuslu bir kentin tüm yaşayanları.. O takımın, bu takımın bu takımın taraftarı fark etmez..  Asıl düşen Samsun'dur.. Yakıştırıyorsanız, buyurun.. Mucizenin mucizesi olmazsa, Bank Asya'nın eşiğindeyiz..  Ve KEŞKE demek artık yetmiyor..

20.03.2012
/A.YENER CABBAR

19 Mart 2012 Pazartesi

Film Bitti

Ligde ki en hayati maçlardan biri öncesinde kaptan Murat Yıldırım'ın Fanatik Gazetesi'ne "bizim için her şey bitti" açıklama yapmasına rağmen, takımın düştüğüne kanaat getirip Kayseri'ye gitme gereğini hissetmeyen yöneticilere rağmen, Umudun kaf dağının ardında olduğunu bile bile bu soğuk kış günlerinde takımıyla birlikte olan fedakar, cefakar, Samsunspor taraftarı için hüsranla biten doksan dakikanın ardından artık konuşabilecek, tek bir sözcük bile kalmadı...

Kayseri Kadir Has Stadı Samsunspor için "Gecenin en karanlığı, umudun bittiği yer" oldu...  Çileyle, binbir sıkıntıyla geçen beş koca yıl sonrasında yeniden dönülen Süper Lig'de barınmayı beceremeyen bir takımın taraftarı olarak başlar önde, yüzler asık, gönüller buruk olarak yaşamak zorundayızdır artık...

Ağustos ayından itibaren birileri bir senaryo yazdı, birileri yönetti, birileri oynadı ortaya böylesine garip, tuhaf, anlaşılmaz ucube bir film çıktı... Buna rağmen izleyeni çok, gişesi iyi oldu... Seyirci sıkıcı filmde başarılı bir final bekledi, ama olmadı... Kötü bir senaryo, kötü bir yönetim, berbat bir oyuncu topluluğundan fazla ne beklenirdi ki zaten ?

Bu taraftara bunu reva gören başkana, yöneticilere, çok bilen transfer komitesine, menajerlere, teknik direktörlere, antrenörlere, yerli ve yabancı futbolcularına velhasıl cümlesine selam olsun(!)...

19 Mart 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

Samsunlular 19 Mayıs’ı Kutlamalıdır.

Bilindiği gibi bir süre önce Milli Eğitim Bakanlığınca yayınlanan bir genelge ile 19 Mayıs kutlamaları alanlardan kaldırılarak okulların içine hapsedildi. Bu karar ülke genelinde büyük tartışmalara neden oldu. Ama her olayda olduğu gibi zamanla bu konuda ki tepkiler azaldı ve iş kendi haline bırakılmış bir görüntü sergilemeye başladı. Gerçi, Spor Bakanımız Sayın Suat Kılıç bir Samsun Milletvekili olarak bu bayramın Samsun’da çok daha görkemli kutlanacağını duyurdu ve bir anlamda da bu konuda ki tepkilerinde önünü kesti.

19 Mayıs’a şunun şurasında 60 gün kaldı. Henüz ortaya konmuş bir proje yok. SAM-SEV’İN önderliğinde otuzu aşkın sivil toplum kuruluşunun ortak bir çabaya girdiği biliniyor ama çok kısa sürede proje belirlenemezse, kalan altmış günlük sürenin yeterli olmayacağı endişesi yaşanıyor. Bu arada, geçtiğimiz Cumartesi günü İl Özel İdare Genel sekreteri Sayın Aslan Karanfil bir açıklama yapmış ve bu yıl 19 Mayıs’ın eski yıllardan çok daha kapsamlı kutlanacağını söylemiştir. Bu kutlamaların bir parçası olması gereken gençlerimiz ve okullarımız bu programlarda olacak mıdır? Bundan söz edilmemektedir. Bu açıklamaların hükümet onayı olmadığı ve 19 Mayıs Kutlama Komitesi Başkanı olarak Valilik Makamınca resmileştirilmediği sürece geçerliliği olamaz. Tam tersine sivil toplum kuruluşlarının yaptığı hazırlıkların da önünü keser diye düşünüyorum. Siyasi otorite tarafından bu genelge ortadan kaldırılmadığı sürece, Milli Eğitim Bakanlığının genelgesinin belirlediği çerçeve dışında valiliğinde içinde olacağı resmi bir programın uygunabileceğini sanmıyorum. O nedenle, bu bayramı en üst düzeyde kutlamak Samsun Halk’ı için vazgeçilemez bir görev haline gelmiştir.

Çünkü, 19 Mayıs tarihi Samsun için bir markadır.
Çünkü, 19 Mayıs tarihi bir ulusun tutsak edilmeye baş kaldırışının ilk adımının atıldığı gündür ve bu adım Samsun’da atılmıştır.
Çünkü, 19 Mayıs Türk Toplumun ümmetlikten ulus olmaya geçişinin yolunun açıldığı gündür.
Çünkü, 19 Mayıs Türklerin ellerinde kalan son vatan toprağı Anadolu’yu sömürgeci ülkelere teslim etmeyeceğini tüm dünyaya haykırdığı gündür.
Çünkü, 19 Mayıs çağdaş eğitimin, laik düzenin, milli ekonominin, milli sanayinin kısacası özgür bir ulus olmanın ilkadımının atıldığı gündür.
Çünkü, 19 Mayıs, 20. yüzyılın tartışmasız en büyük lideri Mustafa Kemal Atatürk’ün çöken bir imparatorluğun kalıntılarından çağdaş Türkiye Cumhuriyetini yaratmak için işgal güçlerine karşı Kurtuluş Savaşını başlatmak üzere Samsun’a çıktığı gündür.

Kısacası, 19 Mayıs Samsunlular için onur günüdür. Samsun 19 Mayıs kentidir. O nedenle de, 19 Mayıs en kapsamlı ve en görkemli bir şekiide Samsun’da Samsun Halkı tarafından kutlanmalıdır. Bu Samsun Halkı için görev haline gelmiştir.. O halde ne yapılmalıdır? Neler yapılabilir?

1- Bu şartlarda etkinliğin sivil toplum kuruluşları şemsiyesi altında yapılması gerekebilir. Zaten bu amaçla otuzu aşkın sivil toplum kuruluşu SAM-SEV’İN öncülüğünde bir araya gelmiştir. Bu sivil toplum kuruluşları yapılacak etkinliğin liderliğini üstlenebilir. Bu amaçla “19 MAYIS’I KUTLAMA BİRLİKTELİĞİ” oluşturmalı ve de bir yürütme kurulu belirlenmeli ve öncelikle, bu bayram için Samsun Halkı’nın her kesitinde yer alacağı bir program hazırlanmalıdır.
2- Program, 19 Mayıs’ın anlam ve tarihi sürecini anlatan kültürel bir sempozyum, görsel sunumlar, müzik şölenleri ve sportif etkinlikleri içerebilir.
3- Toplumu etrafında toparlayacak bir dizi etkinlik yapılabilir. SAM-SEV, 19 Mayıs kutlamaları çerçevesinde 19 Mayıs 2004 de Guinnes Rekorlar Kitabına giren 4000 metrelik Rekor Türk Bayrağını Samsun’a getirerek dev bayrak ve marşlar eşliğinde bir “Bayrak yürüyüşü” gerçekleştirmişti. Uğur Mumcu Parkından başlayan halk yürüyüşüne 100.000’ü aşkın her yaş ve her kesimden Samsunlu katılmıştı. Yerel ve ulusal basın tarafından da izlenen bu muhteşem yürüyüş Cumhuriyet Meydan’ın da hep bir ağızdan söylenen İstiklal Marşı ile noktalanmıştı.
Bu etkinliğe Samsunlu sahip çıkmış ve benim bilebildiğim süreler içersinde ki en büyük katılımlı etkinlik olarak kayıtlara geçmişti.
Bu bayrak Etnoğrafya Müzesinin bir köşesinde ki cam kabininden çıkartılarak bakımı yapılarak programa dahil edilebilir. Bu bayrak Samsunluya emanet edilmiştir. Şimdi bu bayrağı çıkartmanın tam zamanıdır.
4- 19 Mayıs akşamı saat 20.00 de Samsun’un bir ucundan başlayarak diğer başına kadar devam edecek bir fener alayı düzenlenebilir. Bu etkinlik, Samsunlu gençlerin taşıyacağı meşaleler ve çocuk büyük her yaş ve her kesimden Samsunlunun marşlarla katılımı ile gerçekleştirilebilir.
5- Bu programın giderlerini karşılamak üzere önemli bir “Hami” sponsor belirlenmelidir. Bunun için kurulacak bir komite en kısa sürede Koç, Sabancı, Doğuş veya bir başka grupla görüşülerek böylesine onurlu bir görevi üstlenmeleri konusunda ikna edilebilir. (Bu kuruluşlar kültürel etkinliklere destek vermektedir).
Kısacası bir an önce bir yerlerden başlanmalıdır. Eğer siyasi ve yerel otoritelerin desteği ve kararı beklenirse geç kalınacak ve Samsunlu böylesine önemli bir sorumluluğun gereğini yerine getirememiş duruma düşecektir. Umarım Samsunlu böyle bir ayıbı yaşamak zorunda bırakılmaz.

Bu arada bir dostuma da teşekkür etmek istiyorum. 19 Mayıs kutlamaları ile ilgili tartışmaların başladığı andan itibaren Sevgili Nusret Sağlam Arena’da ki köşesinin en üst kısmına her gün özel bir bölüm açtı. Bu bölümde Mustafa Kemal Atatürk’ün söylem ve öğretilerinden alıntılara yer verirken, hemen altında da 19 Mayıs’ın kutlanması çağrısını yineledi. Bir Samsunlu duyarlılığı içindeki bu sorumlu ve anlamlı desteği için kendisini kutluyor ve teşekkür ediyorum... Haydi! Samsunlu ses ver ve bu anlamlı gününe sahip çık.. İyi haftalar.. 18 Mart 2012

ÇANAKKALEYİ KANLARI VE CANLARI PAHASINA GEÇİLMEZ YAPAN ÇANAKKALE ŞEHİTLEİMİZİ ŞÜKRANLA VE MİNNETLE ANIYORUM. RUHLARI ŞAD OLSUN..

/Sadi SUBAŞI
19 Mart 2012

17 Mart 2012 Cumartesi

19 Mayıs Kutlamalarıyla İlgili 'Bir Bardak Suda Fırtına Mı' Koptu

Milli Eğitim Bakanlığı'nın genelgesi ile 19 Mayıs Bayramı kutlamalarının Ankara dışında stadyumlarda yapılmayacak olması bildiğiniz gibi tepkilere yol açmıştı... Samsun için 'Kurtuluş meşalesinin yakıldığı yer olması' nedeniyle , 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı ayrı bir önem taşıyordu.. Toplumun bir çok kesimi buna tepki gösterdi. Hatta AK Partili İl Genel Meclisi Başkanı Mustafa Karakurt bile, buna vurgu yaparak, "19 Mayıs Bayramı'nın Samsun'daki kutlamalarına Bakanlar Kurulu'nu bile davet etti'.. Yani sonuç olarak Samsun Ankara'nın dışında, bu bayramı stadyumda, hatta her alanda kutlamak istiyordu.. Kimse içine sindiremedi; 'kısıtlama getirilmesine'..

Ama dün Samsun İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Aslan Karanfil'in açıklamaları geldi. 19 Mayıs bayram kutlamalarıyla ilgili 'stadyum' dahil bir çok etkinlik olduğunu gördük.. Geçen yıldan eksik ne var diye arkadaşlarla satır satır inceledik.. Fazlası vardı ama eksiği yoktu.. *Türk Yıldızları bu yıl yine Samsun semalarında olacak. *Atatürk'ün Samsun'a çıkışı temsili olarak canlandırılacak. *Kutlamalar stadyumda devam edecek *Geçen yıl offshore yapılmıştı, bu yıl da var. * Ayrıca, ilk defa dragonbot yarışları düzenlenecek..

Arkadaşlarla nedir bu 'dragonbot yarışları' diye aramaya koyulduk.. "Uzun bir gondol tarzı kayıkta 16 kişi kürek çekerek yarışıyor. Peki ilk kez olacak şeyi vatandaş nereden bilecek.. Ona da çözüm bulmuşlar.. İki saatlik bir kurs verilecek.. Daha sonra 16 kişi kürek başına geçiyor ve yarış başlıyor.. Aileler, sivil toplum örgütleri yarışabiliyor.. Bu yıl belki 'şenlik gibi olur' ama önümüzdeki yıl 'drangonbot yarışları' kurumlar ya da sivil toplum örgütleri arasında 'rekabete dönüşebilir'..

Genel Sekreter Aslan Karanfil, oldukça iddialı. Bu Yıl 19 Mayıs Bayramı kutlamalarının oldukça neşeli geçeceğine inanıyor.. Gençlik ve Spor Bakanı Sut Kılıç ve Samsun Valisi Hüseyin Aksoy'un talimatlarıyla 'öğrendiğimiz kadarıyla hummalı bir çalışma sürüyor'.. Yani Samsun, 'Cumhuriyet Tarihi"ndeki önemli bir ilkadım olması nedeniyle başka illerden farklı bir 19 Mayıs Bayramı'na sahne olacak gibi görülüyor..

Ayrıca Ulu Önder Atatürk'ün, kurtuluş mücadelesini başlatmak için 'tercih ettiği' Samsun, iliklerine kadar bu bayramı 'şenlik havasında kutlamayı hak ediyor'.. Şimdiye kadar yapılan eleştiriler, bir bardak suda koparılan fırtına gibi görülse de, 'Kentin bu konudaki isteği, Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç'ın Samsunlu olması, 19 Mayıs İlçesi'nde yetişmesi, kentten yükselen tepki sesleri de sanırım 'böylesine renkli bir 19 Mayıs Atatürk'ü Anma Gençlik ve Spor Bayramı programı hazırlanmasında etkili oldu..

Stadyumda kutlamaların devam edecek olması ise 'Milli Eğitim Bakanlığı'nın genelgesine rağmen 'Samsun adına önemli'.. İl Genel Meclisi Başkanı Mustafa Karakurt'un çağrısı aslında şimdi yerini buldu.. Bakanlar Kurulu, '19 Mayıs Bayramını şenliğini doya doya yaşamak istiyorsa', Samsun'u tercih etmeli.. Çünkü 19 Mayıs ruhu bu kentte farklı, yansıyor.. 19 Mayıs 1919'da da öyleydi, 19 Mayıs 2012'de öyle olacak..

/A.Yener CABBAR
17 Mart 2012

15 Mart 2012 Perşembe

Danıştay'ın Kararı 'OMV' Gibi Düşünenlere Ders Niteliğinde..

Danıştay 8. Dairesi'nin verdiği karardan çok kimsenin haberi olduğunu sanmıyorum.. Çünkü OMV'den arkadaşlarımız bilgi istedi. Nerde ne zaman nasıl olmuş gibi sorular sormuşlar.. Hatta 13. Daire'nin kararı var, 8. Daire'de dava yok gibi garip açıklamalar yapmışlar.. Biz aldığımız bilgiyi doğrulatmak için bayağı uğraştık. Sonuçta da 'doğrulattık'.. Çünkü kimse çok taze bu kararla ilgili olarak çok şey bilmiyor.. Avusturya'dan bakınca ya da OMV'nin Genel Müdürlüğü'nden görmek isteyince, 'belki taşradır' diye bir görüntü oluşabilir ama 'kazın ayağı öyle değil'..

Samsun, Terme, Kozluk, Ünye, Ordu hatta Gerze, hatta İstanbul, hatta Amasya 'çevresinde olup bitenlere' duyarlı.. Herkes bilgiyi paylaşıyor artık.. OMV şirketi gibi düşünen şirketlere Danıştay 8. Dairesi'nin verdiği karar, bana göre Danıştay 13. Dairesi'nin verdiği karar kadar önemli.. Hatta bir adım daha ötede diyebiliriz.. Neden mi?.. Çünkü, bu davayı açan Samsun Ziraat Mühendisleri Odası..

Davanın gerekçesi ise Tarım arazilerinin amacı dışında santral sahası olarak kullanılması.. İstenilen talepte tabii ki, 'orası tarım arazisidir ve santralin yapılmasına uygun değildir'.. Yani 'oraya santral olmaz'.. Ama davanın iki tarafı var. OMV'nin yanı sıra Tarım Bakanlığı da müdahil. Çünkü tarım bakanlığı tarım arazisini amacı dışında kullandırmamalıydı.  Samsun İdare Mahkemesi oda aleyhine davayı ret etmişti ama Danıştay 8. Dairesi aynı kararda çıkmadı...  Talebi haklı buldu. Tarım Bakanlığı ve OMV şirketi aleyhlerinde verilen karara itiraz ettiler. Aynı dairede dava tekrar masaya yatırıldı ve 3-2 gibi bir sonuçla yine OMV ve Tarım Bakanlığı aleyhine çıktı.

Yani OMV santrali hakkında Danıştay 13. Dairesi'nin aleyhte ve yürütmeyi durdurma kararının ardından bir de Danıştay 8. Dairesi'nin aleyhte ikinci bir kararı oldu... Genel Müdür Korkut Öztürkmen'e iletilmesi için OMV sorumlularına e-posta attık ama yanıt gelmedi. Hatta böyle bir dava var mı diye soran da olmuş.. Ama sonuçta böyle bir dava var ve sonuçlandı.. Hatta sonucu da çok önemli..

Tarım arazilerinin amacı dışında kullanıldığı tescil edilmiş oldu. Aşrıca bölgesel açıdan da 'tarım bölgesi olması nedeniyle' EPDK nasıl karar verir bilmiyorum ama OMV'nin santral işi bayağı sıkıntıya girdi diyebiliriz.. Bu sonuç önemli bir gelişme.. Çünkü OMV gibi, başka ülkelerden bakıp ta, 'tamam buraya santral yapalım' demek yetmiyor artık.. Sonuçta 'yargı dur diyebiliyor'.. Bakalım OMV bu kararla ilgili ne açıklama yapacak.. Asıl onu beklemek lazım.. Bu arada Samsun Ziraat Mühendisleri odasını da kutlamak gerekir...

15.03.2012
/A.YENER CABBAR

12 Mart 2012 Pazartesi

Samsun’da Birliktelik Neden Sağlanamıyor?

Samsun’da yerleşmiş bir kanı vardır. Samsun’un iki yakasının bir araya gelmemesinin tek suçlusu, Samsun’da istenen birlikteliğin sağlanamamış olmasıdır. Bu ortamın sağlanamamasının nedeni olarak da, çoğu zaman Samsun’un kozmopolit yapısı gösterilir. Ancak durum gerçekten bu kadar basit midir? Bir de bu pencereden bakalım ve birlikteliğin sağlanamamasının gözden kaçırılan nedenlerini inceleyelim. Eğer bir kentte birliktelik sağlanması isteniyorsa, bu zemini hazırlamak ve buna öncülük etmek de birilerinin görevi olmalıdır. Peki, kimdir bunlar?

Öncelikle kentin Valisi ve Büyükşehir Belediye Başkanıdır. Çünkü birincisi atanmıştır, devlet adına görev yapar, tüm kurum ve kuruluşların en üst noktasındadır, hepsinden önemlisi de tarafsız olmak konumundadır. İkincisi, kentin insanlarının oyuyla seçilmiştir. Hem siyasi gücü vardır, hem de yönettiği halkın desteğini almıştır. Sonra ki sorumlularda, halkın sözcülüğünü de yapması gereken sivil toplum kuruluşlarıdır. Samsunumuza baktığımız da geçmişten günümüze kadar böyle bir organizasyonun öncülüğünü yapmış bir üst düzey yönetici hatırlıyor musunuz? Zaman zaman bazılarının önemli girişimlerde bulunmaları nedeni ile sivil toplum kuruluşlarını çokta suçlayamayız.
Bu tespitleri yaptıktan sonra sıra, bu birlikteliğin sağlanamamış olmasından en çok kimlerin yakındığına ve en çok kimlerin eleştirdiğine geliyor.

İşte işin çok çarpıcı ve şaşırtıcı yanı da burada ortaya çıkıyor. Çünkü yakınanların ve bu eleştirileri yapanların başında bu ortamı sağlamakla yükümlü olanlar geliyor. Fakat en düşündürücü olanı da, bu yakınmaların odağında bazı sivil toplum kuruluşlarının bulunmasıdır. Söz buraya gelince sivil toplum kuruluşları konusuna daha geniş açıdan bakmak gerekir diye düşünüyorum. Çünkü birlikteliğin sağlanamamasının sorumlusu olarak hep onlar gösterilmektedir. Oysa, geçmişten günümüze birliktelik adına bir şeyler yapılmışsa veya en azından bazı girişimler olmuşsa, bunları yapanlarda sivil toplum kuruluşlarıdır.

Samsun’da birlikteliğin sağlanması yönünde sivil toplum kuruluşları çok önmeli projeleri gündeme taşımışlardır. Bunların başında SAM-SEV gelmektedir. “SAMSUN KENT KURULTAYLARI” adıyla oluşturdukları platform ile Samsunlulara umut ışığı olmuşlardır. Bir gün süren Kurultaylar da, Kentin sorunları ve çözüm önerileri platformun ortağı 15 sivil toplum kuruluşu tarafından gündeme getiriliyordu. Kurultayların daimi üyeleri Vali, Büyükşehir Belediye Başkanı ile Ondokuzmayıs Üniversitesi Rektörünün yerel bazda değerlendirmelerini yapıyor, Samsun milletvekilleri de gündeme gelen sorunlara TBMM çatısı altında çözüm arıyorlardı. Yerel bir TV kanalı da kurultayı canlı olarak yayınlıyordu.

Her yıl eksiklerini giderek bu kurultaylar tam dört kez yapıldı. Önceleri herşey çok güzel gitti. Ancak ilerleyen yıllarda kentin eksikleri ve sorunları en üst düzeyde gündeme gelmeye başlayınca, bazı kent yöneticileri ile siyasetçiler rahatsız olmaya başladılar. Ne acıdır ki, dördüncüsünün yapılacağı yıl Kent Kurultayları birilerinin telkinleri sonucu, bu kurultayların başından beri içinde olan bazı sivil toplum kuruluşları tarafından sabote edildi. İşin çok daha üzücü yanı ise, Samsun’da birlikteliğin sağlanamamasından yakınanların da bu sivil toplum kuruluşlarının olmasıdır. Sivil toplum kuruluşlarının en başarılı birlikteliği, Samsun’un başına bela edilen “Mobil Santrallerin” yapılmasına karşı oluşturulan sivil toplum platformu ve onun yürütme kurulu olan “Çevre Birlikteliğidir.” Bu platform başını TMMOB’NİN çektiği Samsun’un en önemli sivil toplum kuruluşlarından oluşmuştu. Uzun bir mücadeleden sonra birlikteliğin üyesi Samsun Barosu’nun çok başarılı girişimleri ile bu santrallere Danıştay kararı ile kilit vurulmuştu.

Bir başka önemli birliktelikte Samsun’a verilen bir hükümet sözünün yerine getirilmeyişi üzerine oluşturulan birliktelikti. Yıl 2004. Tüm Karadeniz Bölgesi illeri teşvik yasasının kapsamına alınırken, sadece Samsun bu kapsam dışına itilmiş ve Samsun adeta cezalandırılmıştı. Samsunlu işadamları yatırımlarını komşu illere kaydırmaya mecbur bırakılmıştı. SAM-SEV’İN öncülüğünde başlatılan ve 81 sivil toplum kuruluşunun katıldığı “Teşvik Birlikteliği” çok büyük kampanyalar düzenlemiş, Samsun’un neden Teşvik Yasası kapsamına girmesi gerektiğini verilerle gösteren çok detaylı bir rapor ve Samsun’un adeta cezalandırılışını sergileyen teşvik haritası hazırlanarak Samsun Halkına ve tüm yetkililer ile TBMM’nin tüm milletvekillerine teslim edilmişti. Bu birlikteliğin daha ikinci toplantısında Samsun ticaret dünyasının düzeninden sorumlu dört sivil toplum kuruluşu birliktelikten ayrılmıştı. Ayrılma gerekçeleri ise çok çarpıcıydı.

Samsun’un yerel medyasının önemli isimlerinin de bulunduğu ikinci toplantıda, “Büyüklerimizin desteklemediği bir talebin içinde olamayız“ Diyorlardı. Kimdi bunlar sorusunun cevabını bulmak için kimlerin son zamanlarda birliktelik olunamamasından yakındıklarına bakmanız yetecektir. Cevabı, Devlet Bakanı Nazım Ekren’in Samsun cazibeli kent olacak sözlerini ve beklentilerini hem de Samsun’da ki bir toplantıda söndürürken, o salonda bulunma şansı verilen ve ağzını dahi açamayan sivil toplum kuruluşlarında aramak gerekir. Kısacası, Samsun’da birliktelik oluşturulması adına sivil toplum kuruluşları hiç olmazsa bu girişimleri yapmışlardır. Başarılı olamadılarsa, bunun sorumlusu onlar değildir.

Samsun’da gerekli birlikteliğin sağlanamamasını tartışırken yerel medyanın yaklaşımına da göz atmak gerekir. Yerel medya özellikle Mobil Santral sorununda çevre birlikteliğine destek vermiş ve sorunu sürekli gündem de tutarak sorunun çözümlenmesinde önemli rol oynamıştır. Ancak gündeme taşımalarına rağmen Samsun’un “Teşvik Yasası” ve “Cazibeli Kentler” dışında bırakılmaları konusunda çok etkin rol oynadıkları söylenemez. Bu arada, yerel medyanın en deneyimlisinden en amatörüne kadar kadar köşe yazarlarından gelen eleştirilere de ayrı bir yer açmak gerekir diye düşünüyorum. Basında sık sık sivil toplum kuruluşlarının eleştirilişine rastlarsınız ama sivil toplum kuruluşlarının ne zor şartlar ve baskılar altında çalıştığına değinildiğini göremezsiniz.

SAM-SEVİN düzenlediği Kent Kurultaylarını sona erdirme kararını aldığı gün yaptığı basın açıklaması hiç bir köşe yazarımızın köşesinde yer bulamamıştır. Hiç bir gazeteci tarafından bu olay sorgulanmamıştır. Hiç bir gazete ve köşe yazarı tarafından neden? Diye sorgulanmamıştır. Sonuç; Siyaset, sivil toplum kuruluşlarını arka bahçe yapma sevdasından vaz geçmediği, kendinden olmayanların hiç bir sözüne değer vermeyen tavrını değiştirmediği sürece, bu olumsuz görüntüyü değiştirmek zor görülmektedir. Toplumu yönlendirmek ve onların haklarını savunmak sorumluluğunu taşıması gereken sivil toplum kuruluşlarını yönetenler, kişisel ve siyasi beklentilerini öne çıkardığı sürece sivil toplum kuruluşlarının bırakın birliktelik sağlamayı, kendi aralarında dahi bir araya gelmeleri dahi zor gözükmektedir.

Çözüm; Samsun’un ve Samsunlunun çıkarlarının ortak payda alındığı bir ortamın sağlanması için Sayın Valimiz ve Sayın Büyükşehir Belediye Başkanımızın her türlü ön yargıyı bir yana iterek bu buluşmaya öncülük etmeleri gerekmektedir.
İyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
12 Mart 2012

9 Mart 2012 Cuma

Samsun Bakıyor; Çorum Bölgenin Liderliğine Soyunuyor..

Son günlerde bir şeyler dikkatinizi çekiyor mu blilmiyorum.. Samsun bölgedeki ağırlığını gittikçe kaybediyor. Bunu söylemek için 'gözlerinizi dört açmaya filan da' gerek yok.. Siyasilerin ve üst düzey bürokratların süslü sözlerini bir yana koyarsak, gelişmeleri izlersek bunu rahatlıkla görebiliriz.. Sadece biraz bakmak, doğru ve tarafsız değerlendirmek yeter..

Peki bölgenin liderliği nereye kayıyor... ÇORUM'a.. Evet yanlış duymadınız Çorum.. Öngörümü de ortaya koyacağım ama öncelikle, bölgenin yapısını bir ortaya koyalım.. Samsun, Ordu, Amasya, Sinop, Çorum ve Tokat'ı kapsayan bölgeye biliyorsunuz Orta Karadeniz diyoruz ve TR83 bölgesi olarak isimlendiriliyor.  Bu nedenle de devletin projelere destek verdiği kalkınma ajansının adı OKA.. Yani Orta Karadeniz Kalkınma Ajansı..

Ama son zamanlarda bir şeyler oluyor. Bir çok önemli bölge toplantıları Çorum'a kaydırılıyor.. Kimi bir bakan yardımcısının Çorumlu olması nedeniyle olduğunu söylüyor, kimi ise Samsun'da 5 yıldızlı otel ve kongre merkezlerinin olmamnasından kaynaklandığını öne sürüyor.. Eğer gerekçe ikincisi ise; Bunun sorumluları Samsun'un Valisi, Büyükşehir Belediye Başkanı ve TSO gibi odaların temsilcileridir..

Samsun'a, Başbakan Erdoğan'ın '5 yıldızlı oteller yapın' talimatına kadar bu yatırımları getirmeyenler bu yaşananlardan sorumludur. Eğer gerekçe Sağlık Bakanlığı'nın bakan yardımcısının Çorumlu olmasından kaynaklanıyorsa, 'onu tebrik etmekten başka bir şey kalmıyor geriye'.. Umarım bizim siyasilerimiz, hatta Bakanımız Suat Kılıç, bu yaşananlara seyirci kalmaz..

Şimdi bakın çarpıcı olduğu kadar 'gözümüze sokar' gibi üst üste yaşanan 'programlar' nasıl ardı ardına gelişti... *12-13 Mart tarihlerinde Cerrahi El Aletleri Toplantısı var. Çorum'da yapılacak. Türkiye'nin değil dünyanın neredeyse 'cerrahi alet üretiminde' önemli merkezlerinden olan Samsun'da değil Çorum'da bu toplantı..

Bir çok konuyla ilgili konuk Çorum'da olacak. Samsun gibi bu konuda uzman kadroların olduğu, binlerce kişiyi istihdam eden Cerrahi El Aletleri üreticisi de daha çok, 'Leblebi, Tuğla, Tavuk ve yumurtasıyla' bilinen Çorum'un ev sahipliğinde bu toplantıya katılacak.. Sizce uygun mu.. Toplantıya katılan konuklara nereleri gezdirecekler.. Tarihsel dokuları mı.. Oysa bu toplantı cerrahi alet üretim toplantısı..

Samsun'dan en azından 5 kıtaya ürettiği malı satan Cerrahi alet üretiminin yapıldığı fabrikaları gezdirmek, bu pazardaki yerini konuklara anlatmak, bu toplantının ruhuna daha uygun değil mi?.. Hiç mi lobisini yapmadık bunun.. BİTMEDİ?..

*26-27 Nisan tarihlerinde Basın Yayın Enformasyon Genel Müdürlüğü'nün yerel ve bölgesel medya buluşması var. Nerede yapılıyor sizce... ÇORUM'da.. Konuklar Çorum Anitta Otel'de kalacak. Yol masrafları hariç bölgeden gelen gazete, radyo, televizyon ve internet gazetesi sahipleri yerel ve bölgesel medya toplantısını ve sorunlarını Çorum'da yapacak..

Peki Çorum medyanın neresinde.. Bir kaç gazetesi var. Televizyonu ve radyosu var tamam. Ama Samsun'daki 24 çıkan ve yarısından fazlası renkli olan tek gazetesi var mı?.. Yüzlerce basın mensubuna sahip mi. Yaygın basının bölge büroları Çorum'da mı Samsun'da mı?.. Samsun'da 4 web tesisi varken, Çorum'da gazeteler halen siyah beyaz.. Gezebilecek tek tesis bile yokken, yerel medyanın konukları, nereyi gezecek. Basındaki gelişmeleri hangi tesislerde 'izleyecek'.

Bölgemizde böyle tesisler varmış, deyip örnek alabilecekleri kaç tane tesise sahip.. Peki konuklar ne için oraya geliyorlar. Önce toplantı tamam da, sonra yine tarihsel gezi.. Yani masa başının ötesinde bir şey yapabilmek bir görsellik katkı söz konusu değil.. BİTMEDİ? BU KONUYU DAHA ÖNCE YAZDIM AMA ŞİMDİ DAHA DA ÖNEMLİ HALE GELDİ.

Türkiye 2013 yılında 20 Yaş Altı Dünya Kupası Futbol Organizasyonu’nda ev sahibi... "FİFA U20 Dünya Kupası"..  Tam 24 ülke katılıyor.. Yani Türkiye bir spor heyecanının içinde yer alıyor.. Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç da Samsunlu olduğuna göre Samsun bu organizasyonda kesinlikle yer alacaktır diye bakabiliriz.. En azından Süper Lig'de bir takımı olması da artı olur, diyebilirsiniz...Antalya, Bursa, Gaziantep, İstanbul, Kayseri, Rize ve Trabzon varsa Samsun'da kesin vardır, görüşünde olabilirsiniz..

Bence hiç demeyin, hiç düşünmeyin bile... Basının İstanbul ve Ankara'dan sonra Trabzon’la birlikte merkezi konumunda olup ve saatte 150 bin gazete basabilen tesislerine rağmen Samsun, 'yerel medya buluşmasında' ev sahibi değilse, Cerrahi Alet üretiminde bırakın bölgesini, Türkiye'yi, dünyada sayılı bölgeler arasında olmasına rağmen 'leblebiye yenik' düştüyse ve ev sahibi olamamışsa,

Spor kenti Samsun zaten FİFA'nın U20 Dünya Kupası'nda düşünülmez bile.. Onun için 'biletinizi alın ya da otomobilinize atlayın', Cerrahi Alet Toplantısı için ve Yerel Medya toplantıları için Çorum'a, FİFA gençler maçlarını izlemek için de en yakınızda olan Rize ve Trabzon'a gidin.. Çorum'da leblebi yemeyi de unutmayın.. Has leblebi Çorum'da yapılır.. İsteyen bir koli de yumurta alsın... Samsun bölgenin ‘cazibe merkezi diye boşa konuşan ‘ kentin siyaset ve bürokrat aktörlerine ikram da edebilirsiniz.. Ses tellerine iyi geldiği söylenir..

09.03.2012
/A.YENER CABBAR
http://hedefhalk.com/root.vol?title=samsun-bakiyor-corum-bolgenin-liderligine-soyunuyor&exec=page&nid=369307

7 Mart 2012 Çarşamba

Canlı Tanıkların Gözünden Samsun Teneke Mahallesi


"Dedelerimizin yaşadıklarını düşündüğümüzde onların bu vazgeçme tercihlerine hak vermemek mümkün değildir. Yaşadıklarının kronik bir yılgınlık ve eziklik oluşturduğu muhakkaktır. Ne yazık ki bu psikolojik eziklik halen devam etmektedir. Çözüm önerilerinde bu yapının göz önüne alınması gerekmektedir."


BİR TENEKE MAHALLESİ HİKÂYESİ

Ben, her tarafından rüzgâr esen, küçücük pencereli, dar ve çamurlu bir sokağa bakan; küçük, alçak teneke
çatılı kulübelerden oluşan Teneke Mahallesi'nde doğdum. Yokluk ve yoksulluk içinde büyüdük. Neden böyle yaşamak durumunda kaldık? Bu bizim tercihimiz miydi? Biz kimiz? Samsuna nereden, ne zaman, nasıl geldik? Büyüklerimizi dinledim, onları tanımaya, yaşadıkları hayatı ve sıkıntıları; neden küçük ve bitişik kulübelerde, Teneke Mahallesi'nde yaşamaya, yoksulluğa razı olabildiklerini, anlamaya çalıştım.


Mübadeleyi, Samsun'u, sonra geldikleri Drama bölgesini, konumlarını, yaşamlarını pek çok kaynaktan okuyarak inceledim. Çalışmada önce Mahallemizde yaşayan 23 büyüğümüzle görüntülü söyleşiler yaptık. Her biri 1,5-2 saat süren söyleşilerde pek çok konuyu konuştuk, Bu yazıda sadece dedelerinin, babalarının yaşamlarını, anılarını değerlendirdik. Anlatılanları yazılı kaynaklarla karşılaştırmak için 1850 den itibaren Drama, Mübadele ve Samsun ile ilgili kitap ve yazıları inceledim ve kaynak olarak kullanmaya karar verdim. Maalesef 1924'de kurulan ve 1994'e kadar varlığını sürdüren Samsun Teneke Mahallesi ile beraber Romanlar da yok sayılmaktadır. Peki! Romanlar ne diyor? Biz bu yazı ile aynı zaman da Samsunun yakın tarihine de kaynak oluşturmayı düşündük.

82 Yaşındaki Hacı Yusuf Kepçe Anlatıyor

Dedem Halil, Drama'da dere kenarında bahçecilik yapar; yazın biber, patlıcan; kışın pırasa, kelem sebze yetiştirir; yetiştirdiği ürünleri pazarda satar; yazın yoğun iş günlerinde tütün tarlalarında işçilik yapardı. Bazen mahalle arasında çorba, ayran yapar satarlardı. Bu yüzden soyadı kanunu ile babam Yaşar, KEPÇE; amcası Bayram, AYRAN soyadını tercih etmiştir. Savaş sonrası yapılan mübadelede Dedem yanında 15 yaşındaki oğlu ve küçük kızı birlikte, gemi yolculuğu ile Samsun'a geldiler.

Samsun'da İlyas köy'e yerleştirildiler. Kendilerine tahsis edilen arazi ve tarlaları işlemeye başladılar. Yerleşiklerin tacizleri nedeniyle arazilerini terk ederek Çarşamba'ya göçtüler. O yaz Çarşamba'da tütün tarlalarında çalıştılar. Sivrisinek ve sıtma tehlikesi nedeniyle tekrar Samsun'a döndüler. Mülkü idarenin Zafer Mahallesi'nde tahsis ettiği bahçeli, ahşap, Rum evine yerleştiler. Uzun süredir boş olan ev tahtakurusu ve böcek doluydu, uyumak mümkün değildi.

İşleri Bahçecilikti. Canik Bölgesinde, cezaevinin arkasında kendilerine verilen 20 dönümlük arazilerinde bahçecilik yapıyor, yetiştirdikleri sebzeleri satarak geçinmeye çalışıyorlardı… Babam Yaşar KEPÇE evlenmiş ve 1927 de Kaniye 1929'da ben dünyaya gelmişim. Babam bahçeye yakın olmak için Teneke Mahallesi'nde Abdi BARUTÇU'ya ücret ödeyerek 350 metrekare yer almışlar, önce çadır kurdukları arsaya daha sonra baraka ev inşa etmişlerdi.

Dere kenarındaki bahçede bir iki defa yükselen sular mahsulü ziyan etmiş ve aile açlık tehlikesiyle karşı karşıya kalmıştı. Yarıcılık yapmaya başladılar. Tarla sahibinin tarlasını ekiyor, biçiyor ve ürün gelirini paylaşıyorlardı. Zafer Mahallesi'ndeki eve gitmek zor oluyordu. Evi boşaltarak Teneke Mahallesi'ndeki barakaya yerleştiler…

Teneke Mahallesi'nin arkasında çok geniş bir çayırlık vardı. Evleri iki odalı ve yeterliydi. Sokaklar ve bahçeler genişti. Ancak mahalleye bir kaçış başlamıştı. Çeşitli nedenlerle yerlerinde barınamayan akraba aileler boş alanlarda barakalar inşa etmeye başladılar. Mahallenin nüfusu artıyordu.

Zafer Mahallesi'ndeki evleri boş kaldığı için bir başkasına verilmişti ve aile ne verilen eve, nede arazilere sahip çıkamamıştı. Tapusunu almamış, peşini de aramamıştı… Nasılsa bütün mesele karnını doyurmak, aç kalmamak Değil miydi?..


60 yaşındaki Hacı Ramazan ŞUTŞUR anlatıyor:

Dedemin Babası Ahmet, Radovişte kasabası yanındaki bir köyde sepetçilik yapan bir ailedendi. Köyün tarla ve bahçelerinde çalışıyorlardı.1889 doğumlu dedesi İbrahim Ramise ile yeni evlenmişti. Balkanlar o yıllar karışıklıklar içindeymiş. Köy sık sık Eşkıya baskınlarına uğruyordu. Bir gün yine baskın çok şiddetli olmuştu. Köy tamamen yakılmış ve yıkılmış, çoluk çocuk katledilmişti.

Yeni evliler İbrahim ile Ramise samanlık altındaki su kuyusuna saklanarak kurtulmuşlardı. Hava kararana kadar kuyudan çıkmamış; gece kuyudan çıkınca, köyde herkesin öldürüldüğünü görünce paniğe kapılmışlardı. El ele, yaya olarak kaçarak uzaklaşmayı düşünmüşlerdi. Günlerce saklanarak kaçmaya devam etmişler sonunda önlerine deniz çıkmıştı… Yol bitmişti… Çevreyi bilmiyorlardı. Bir yön tercih ederek kaçmaya devam etmişler. Aç ve bitap bir halde dere kenarında küçük bir teneke mahallesine gelmişlerdi. Aynı dili konuştukları mahalle sakinlerine Roman olduklarını söylediklerinde mahalle onlara kucak açmış, kararınca yardım etmişlerdi…

Mahallede bir kulübe sahibi olmuşlar. Burası DRAMA idi. Nenemin anlattığına göre kocaman, kalabalık Teneke Mahallesi'nin derme çatma bir tuvaleti vardı, kadın erkek herkes sıra ile kullanırdı. 1917 de oğulları amcam Ahmet doğdu... Savaş bitmişti. Mübadele anlaşması yapılmıştı. Gemi ile çıktıkları yolculuk Samsunda tamamlanmıştı. Samsundaki Rumlar daha önce gitmişlerdi. Tüm Anadolu gibi Samsun da savaş sonrası görüntüde boş ve sessizdi. Samsun'da yamaçta Cedit Mahallesine yerleştirildiler. Bahçeci olduklarından onlara bahçe ve arazi de tahsis edildi. Burada bahçeleri ekip biçmeye başladılar.

Rahat geçinemediler… Yerliler ve özellikle yeni gelen göçmenlerin tacizlerine uğruyorlardı. Baskıya dayanamadılar. Ev ve arazileri terk ederek, Mert Irmağı kenarında Cambaz Ethem'in yanına gittiler. Cambaz Ethem'i Drama dan tanıyorlardı. Cambaz Ethem at yetiştiriyordu. Irmak ile arkadaki geniş çayırlık onun için bulunmaz nimetti. Yetiştirdiği atlar çok talep görüyor ve bölgede haklı bir şöhreti bulunuyordu. Mahalleli karakol polislerinin ona ayağa kalktıklarını anlatırdı. Ona seyislik yapacak at yetiştirecek işçiler lazımdı.

Dedem çayırlık tarafına kulübelerini inşa etti. At bakıcılığı, ayakkabı boyacılığı ve tütün işçiliği yaparak geçinmeye çalıştılar. 1927 de Babam Kemal doğdu. Teneke mahallesi yeni kuruluyordu. Çevre bölgelerde baskı ve tacizlere uğrayan Romanlar istemese de mülklerini bırakmaya terk etmeye mecbur kalıyorlardı, Teneke mahallesi'nde küçük bir kulübede yarı aç yaşamaya razı oluyorlardı. Çevre geniş çayırlıktı... Arazi boştu. Hemen önünde güzel bir dere, Mert ırmağı akıyordu. Su sıkıntısı yoktu. Yüzyılların  verdiği korku ve baskılar neticesi yılmış olan Romanlar yan yana küçük barakalar yaparak Teneke Mahallesi'ne yerleşiyordu. 1932 de Babam Kemal doğdu.

Eski ev ve tarlalarını hiç aramadılar…


74 Yaşındaki Ali Özbaskıcı Anlatıyor:

Dedemin Babası Bayram Balkanlarda, Pürsıçanda, kasabanın hemen yanında küçük bir mahallede yaşıyordu. Kasabanın inşaat, tamir, onarımlarında; bahçelerde, Tütün tarlalarında çalışarak geçimlerini sağlıyorlardı. Savaşlarda bitmiyordu ki… Tarlalar ekilmiyor ve çalışamıyorlardı. Aç kalma tehlikesi baş gösteriyordu. Müslüman olmasına rağmen kasabanın içinde oturması benimsenmiyor diğer Çingene ailelerle kasabanın yanında oluşturulan mahallede yaşıyorlardı.

Balkanlarda başlayan gerginlik ve Eşkıya hareketleri en çok bu korunmasız uydu mahallelerde yaşayan Çingeneleri etkiliyordu. Kasabaya saldırmaya cesaret edemeyen üç beş eşkıya mahallede terör estiriyordu. Varını yoğunu aldıkları Çingenelerin namusuna göz dikiyorlardı. Aileler kadınlarını ve genç kızlarını karalara boyayarak, saklayarak, tezekleyerek tecavüzden korumaya çalışıyorlardı. Dayanılacak gibi değildi!...

Açlıktan ve can güvenliği olmadığından büyük şehirlere doğru göç etmek zorunda kaldılar. Drama'da Sur dibinde, dere kenarında oluşturulan teneke mahallesine yerleştiler. Dedem Demir, burada Şerife Hanım la evlendi. 1889 yılında bir Ramazan günü babam dünyaya geldi. Çevre köyler güvenli idi. Tüm yaz aylarını tütün işçiliği yaparak geçiriyorlardı. Kış aylarında yine hastane önünde ayakkabı boyacılığı yapıyordu... Yine Harp çıkmıştı. Dedem Demir cepheye gitti. Gitti, ve bir daha dönmedi. Hiç kimse ondan haber alamadı.

Babam çocuk yaşta çalışmaya başladı. Babası gibi yazları tütün işçiliği yaparak, Kışın hastanenin önünde ayakkabı boyacılığı ile geçiniyordu. Mahalle açlıkla savaşıyordu. Babam hastaneden artan ekmekleri mahalleye getirir dağıtırdı. Bir gün mahalleye dönerken eşkıya saldırısına uğradı başına bir pala yarası aldı. Bu yüzden babama kesik manasında Çinto dediler. Mahallenin en kalabalık ailesinden Menekşe ile evlendi. Drama pek çok farklı milletin yaşadığı bir şehirdi. Dedem Bulgar'la, Rum'la, İngiliz'le konuşa konuşa onların dilini de öğrenmişti. Çocukluğumuzda bize söylediği Rumca, Bulgarca, İngilizce kelimeler hala kulağımdadır.

Mübadelede kardeşleri Ahmet, Hatice ile büyük bir gemide önce İstanbul sonra Samsuna geldiler. İdari amirin emriyle Merkez Çatalarmut'a, birkaç aile ile birlikte yerleştirildiler. Kendilerine ita amiri tarafından verilen arazi ve tarlalarda tütüncülük ve bahçecilik yapacaklardı. Sermaye, tohum, alet yoktu. Çevredeki yerleşiklerin, yeni göçmenlerin hasedi ve kıskançlığı kısa sürede taciz ve tehditlere varmaya başlamıştı. Sokakta ve tarlalarda tacizlere uğruyorlardı, devletin verdiği bu büyük fırsatı kullanmalarına çevre izin vermedi. Çaresiz arazilerini terk ederek Çarşamba ya göç ettiler ve rençperliğe razı oldular. O yaz tütün işçiliği yaparak boğaz tokluğuna yaşadılar.

Bölgede Sıtma salgını, açıkta barınan ve temizlik imkânları bulunmayan aileyi çok etkiledi. Tekrar Samsun'a dönmek zorunda kaldılar. Babam İta amirinin emri ile Zafer Mahallesinde bir Rum'dan boşalan eve yerleştirildi. Ev iki katlı, geniş bahçeli, kocaman bir konaktı. Burada büyük abim Kemal doğdu. Babam kardeşi Ahmet e baldızının kızı Gülsüm'ü istedi. Konağın bahçesinde davullu zurnalı düğün yaparak kardeşini evlendirdi.

Belediyede temizlik işçisi olarak çalışmaya başladı. Şehrin çöpünü at arabaları ile mert ırmağı arkasındaki geniş çayırlıktaki çukurlara döküyorlardı. Burada kurulan teneke mahallesine uğruyor eski tanıdıklarla sohbet etme fırsatı buluyorlardı. Babam yazları tütün işçiliği ile geçiriyordu. 5-6 ay süren tütün işçiliği süresince evi korunmasız kalıyordu. İş arkadaşına alt katı kiralamaya karar verdi. Hem kira olarak gelir elde eder hem de yazın ev korumasız kalmazdı.

Babam ve Annem çevre komşuları ile çok samimi değilse bile sorunsuz yaşıyorlardı. Birkaç yıl sonra ekim sonunda köylerden dönüşte bahçeye yatak balyalarını indirdiklerinde iş arkadaşı ve ailesinin mukavemeti ile karşılaştılar. İspirli A… ve ailesi evin tapusunu aldığını evi ve bahçeyi boşaltmalarını istiyordu. Tartışma kavgaya dönüştü. Genç Ahmet ispirliyi yumrukladı. Bekçi geldi. Tapuları istedi. Babam altı aydır köyde olduklarını henüz tapu çıkarmadıklarını ancak evin sahibi olduğunu, bunu komşuların teyit edeceğini söyledi. İspirli evin tapusunu çıkarıp göstermişti. Bekçi hakaret ederek babamı kovdu. Haklarını arayamadılar…

Eşyaları yüklenerek Teneke Mahallesi'ne doğru yola koyuldular. Çevre bölgelerde rahatsız edilen ve yaşama sansı verilmeyen pek çok Çingene ailesinin oluşturduğu mert ırmağı kenarındaki mahalleye geldiler. Menekşenin kardeşleri ise daha önce Teneke Mahallesi'ne yerleşmiş, geniş çayırlığın verdiği rahatlığı yaşıyorlardı. 700 baston boyu yeri satın aldılar ve üç gözlü bir kulübe inşa ettiler. Daha sonra Ahmet'e de bir kulübe inşa ettiler. Yıllar sonra mahalleye gelen Mehmet pehlivan ve Tahir pehlivan ailelerine kulübe yapma izni verdiler. Aynı dili kullandıkları, birbirlerini hakir görmeyen insanlarla yokluk içinde aynı hayatı paylaşmaya başladılar. Balkanlarda olduğu gibi burada da şehrin köyün içinde yaşama şansı bırakılmayan Çingeneler Teneke Mahallesi'ni oluşturdular.

Babam hayatını böyle sürdürdü… Kışın soğuk aylarında Gazi Caddesi Tekel tütün fabrikası yolunda büyük kahvehanenin önünde boyacılık... Yazları tütün tarlalarında işçilik…


72 Yaşındaki Gülsüm Urkapı Anlatıyor:

Drama'da savaş bitmiyordu. Nenem mahallenin yanından geçen derenin kan aktığını söylerdi. Baskınlar ve açlık çekilecek gibi değildi. Mahalle bir arada yatıyor, birlik kuvvet oluşturmaya çalışıyordu. Çok tacizler, yaralamalar, katliamlar oldu. Atatürk bizi oradan almaya karar verdi, alın halkınızı verin halkımı dedi. Dedem Demir gemi ile Samsuna geldi. Havzaya yerleşti. Devletin verdiği arazi çoraktı. Bahçecilik iş vermiyordu. Merzifon'a çalışmaya gidiyorlardı. Samsundan Rasim dayı halam Necibe'yi istemeye geldi. Düğün yapıldı. Gelin kağnı arabasıyla Samsuna getirildi. Rasim dayı Hürriyet Mahallesi'ndeydi Düğünde tanışan Vuruk Ramazan Zübeyde halamla evlenerek Samsun Teneke Mahallesi'ne yerleşti. Birkaç yıl içinde dedem ve tüm çocukları havzadan Samsun Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Havza'da ki mülk ve arazilerini yok bahasına devrettiler, bazılarını terk ettiler.


78 yaşında Ramazan MARHAN anlatıyor

Babam Salih Drama'da bahçecilik yapıyor, büyük ve toplu bir mahallede dere kenarında yaşıyorlardı. Mübadelede gemi ile geldiler. İlk defa deniz gören babam denizi mısır tarlası sandığını anlatırdı. Samsun'a Merzifon'a yerleştiler. Bağ ve bahçe tahsis edildi. Yalnızlık ve tedirginlik üzüm yemeden Merzifon'u terk etmelerine sebep olmuştu. Önce Havza sonra Teneke Mahallesi. Babam belediyede çöpçü olarak çalışmaya başladı. Babama çöpçü Salih derlerdi…


61 yaşında Hacı Hasan TEKKAYA anlatıyor

Dedem Hasan pehlivan Drama'da yaşıyordu. Sepetçilik ve süpürgecilik yapıyordu. Dedem iri bir devdi. Meydanlarda güreşlere katılıyordu. Çevrede ünü yayılmıştı. Hiç yenilgisi yoktu. Harp zamanında pek çok Bulgar eşkıyasını kestiği ve ırmağa attığı söylenirdi. Kalabalık bir aileydiler. Kardeşleri ile Mübadelede Samsun'a geldiğinde 30 yaşındaydı. Kardeşi Memiş Pehlivan Drama'da kaldı. Tam on iki kardeştiler. Kardeşleri ile Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Kardeşi Mehmet Pehlivan, Demir Pehlivan, Tahir Pehlivan ile beraber güreşe devam ettiler. Bafra'da ve Çarşamba'da güreşlere katıldı. Bafra'daki bir güreşte yendiği rakibi gözüne kum attı, hakem faul vermeyince kızarak güreşi bıraktı. Güreşlerdeki başarısından ötürü 19 Mayıs Mahallesi'nde iki katlı bir ev ödülü kazandı. Evde oturamadı, bedavaya satarak kardeşlerini yanına alıp Teneke Mahallesi'ne yerleşti. Çarşamba'dan sırtında getirdiği ağaç dalları ve otlarla sepetçilik ve süpürgecilik yapmaya devam etti. Oğlu Bilal o mesleği yapmak istemedi. Babam Ayakkabı boyacılığı ve Rençberlik yaparak hayatını sürdürdü.


66 yaşında Kenan GÖKÇEN anlatıyor.

Babam Vuruk Ramadan Drama'da tütün işçiliği ve kışın ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Bir gün ayakkabısını boyadığı Rum okunan Ezan-ı Muhammediye'ye hakaret edince sindiremedi. O'da kilise çanına hakaret etti ve Rum'la kavga etti. Dövdüğü Rum'un bıçağı ile yaralandı. Bu yüzden Babama Vuruk derlerdi. Vuruk Ramadan Atatürk ün talimatı ile gemi ile Samsuna yerleştirildi. Hürriyet Mahallesi'nde tahsis edilen Rum evini bakımsızlığı nedeniyle terk ederek Teneke Mahallesi'ne akrabalarının yanına yerleşti. Havza'dan Zübeyde'yi kaçırarak evlendi. Ayakkabı boyacılığı yaparak ve tütün tarlalarında çalışarak yaşadı.


78 yaşında Ramazan MARHAN anlatıyor

Babam Salih Drama'da bahçecilik yapıyor, büyük ve toplu bir mahallede dere kenarında yaşıyorlardı. Mübadelede gemi ile geldiler. İlk defa deniz gören babam denizi mısır tarlası sandığını anlatırdı. Samsun'a Merzifon'a yerleştiler. Bağ ve bahçe tahsis edildi. Yalnızlık ve tedirginlik üzüm yemeden Merzifon'u terk etmelerine sebep olmuştu. Önce Havza sonra Teneke Mahallesi. Babam belediyede çöpçü olarak çalışmaya başladı. Babama çöpçü Salih derlerdi…


61 yaşında Hacı Hasan TEKKAYA anlatıyor

Dedem Hasan pehlivan Drama'da yaşıyordu. Sepetçilik ve süpürgecilik yapıyordu. Dedem iri bir devdi. Meydanlarda güreşlere katılıyordu. Çevrede ünü yayılmıştı. Hiç yenilgisi yoktu. Harp zamanında pek çok Bulgar eşkıyasını kestiği ve ırmağa attığı söylenirdi. Kalabalık bir aileydiler. Kardeşleri ile Mübadelede Samsun'a geldiğinde 30 yaşındaydı. Kardeşi Memiş Pehlivan Drama'da kaldı. Tam on iki kardeştiler. Kardeşleri ile Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Kardeşi Mehmet Pehlivan, Demir Pehlivan, Tahir Pehlivan ile beraber güreşe devam ettiler. Bafra'da ve Çarşamba'da güreşlere katıldı. Bafra'daki bir güreşte yendiği rakibi gözüne kum attı, hakem faul vermeyince kızarak güreşi bıraktı. Güreşlerdeki başarısından ötürü 19 Mayıs Mahallesi'nde iki katlı bir ev ödülü kazandı. Evde oturamadı, bedavaya satarak kardeşlerini yanına alıp Teneke Mahallesi'ne yerleşti. Çarşamba'dan sırtında getirdiği ağaç dalları ve otlarla sepetçilik ve süpürgecilik yapmaya devam etti. Oğlu Bilal o mesleği yapmak istemedi. Babam Ayakkabı boyacılığı ve Rençberlik yaparak hayatını sürdürdü.


66 yaşında Kenan GÖKÇEN anlatıyor.

Babam Vuruk Ramadan Drama'da tütün işçiliği ve kışın ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Bir gün ayakkabısını boyadığı Rum okunan Ezan-ı Muhammediye'ye hakaret edince sindiremedi. O'da kilise çanına hakaret etti ve Rum'la kavga etti. Dövdüğü Rum'un bıçağı ile yaralandı. Bu yüzden Babama Vuruk derlerdi. Vuruk Ramadan Atatürk ün talimatı ile gemi ile Samsuna yerleştirildi. Hürriyet Mahallesi'nde tahsis edilen Rum evini bakımsızlığı nedeniyle terk ederek Teneke Mahallesi'ne akrabalarının yanına yerleşti. Havza'dan Zübeyde'yi kaçırarak evlendi. Ayakkabı boyacılığı yaparak ve tütün tarlalarında çalışarak yaşadı.


78 yaşında Ramazan MARHAN anlatıyor

Babam Salih Drama'da bahçecilik yapıyor, büyük ve toplu bir mahallede dere kenarında yaşıyorlardı. Mübadelede gemi ile geldiler. İlk defa deniz gören babam denizi mısır tarlası sandığını anlatırdı. Samsun'a Merzifon'a yerleştiler. Bağ ve bahçe tahsis edildi. Yalnızlık ve tedirginlik üzüm yemeden Merzifon'u terk etmelerine sebep olmuştu. Önce Havza sonra Teneke Mahallesi. Babam belediyede çöpçü olarak çalışmaya başladı. Babama çöpçü Salih derlerdi…


61 yaşında Hacı Hasan TEKKAYA anlatıyor

Dedem Hasan pehlivan Drama'da yaşıyordu. Sepetçilik ve süpürgecilik yapıyordu. Dedem iri bir devdi. Meydanlarda güreşlere katılıyordu. Çevrede ünü yayılmıştı. Hiç yenilgisi yoktu. Harp zamanında pek çok Bulgar eşkıyasını kestiği ve ırmağa attığı söylenirdi. Kalabalık bir aileydiler. Kardeşleri ile Mübadelede Samsun'a geldiğinde 30 yaşındaydı. Kardeşi Memiş Pehlivan Drama'da kaldı. Tam on iki kardeştiler. Kardeşleri ile Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Kardeşi Mehmet Pehlivan, Demir Pehlivan, Tahir Pehlivan ile beraber güreşe devam ettiler. Bafra'da ve Çarşamba'da güreşlere katıldı. Bafra'daki bir güreşte yendiği rakibi gözüne kum attı, hakem faul vermeyince kızarak güreşi bıraktı. Güreşlerdeki başarısından ötürü 19 Mayıs Mahallesi'nde iki katlı bir ev ödülü kazandı. Evde oturamadı, bedavaya satarak kardeşlerini yanına alıp Teneke Mahallesi'ne yerleşti. Çarşamba'dan sırtında getirdiği ağaç dalları ve otlarla sepetçilik ve süpürgecilik yapmaya devam etti. Oğlu Bilal o mesleği yapmak istemedi. Babam Ayakkabı boyacılığı ve Rençberlik yaparak hayatını sürdürdü.


66 yaşında Kenan GÖKÇEN anlatıyor.

Babam Vuruk Ramadan Drama'da tütün işçiliği ve kışın ayakkabı boyacılığı yapıyordu. Bir gün ayakkabısını boyadığı Rum okunan Ezan-ı Muhammediye'ye hakaret edince sindiremedi. O'da kilise çanına hakaret etti ve Rum'la kavga etti. Dövdüğü Rum'un bıçağı ile yaralandı. Bu yüzden Babama Vuruk derlerdi. Vuruk Ramadan Atatürk ün talimatı ile gemi ile Samsuna yerleştirildi. Hürriyet Mahallesi'nde tahsis edilen Rum evini bakımsızlığı nedeniyle terk ederek Teneke Mahallesi'ne akrabalarının yanına yerleşti. Havza'dan Zübeyde'yi kaçırarak evlendi. Ayakkabı boyacılığı yaparak ve tütün tarlalarında çalışarak yaşadı.


69 yaşında Sevim ÖZBASKICI (GÖKÇEN) anlatıyor.

Babam Rasim 12 yaşında iki küçük kardeşi ile beraber Drama'dan Samsuna Gemi ile geldi. İta amiri tarafından 19 Mayıs mahallesinde bir Rum Evine yerleştirildi. Çocuk yaşta gazete dağıtıcısı olarak çalışmaya başladı. Kardeşlerine hem analık hem de babalık yapıyordu. Delikanlı olmuştu. Akrabası yoktu. Havza'da yaşayan Roman ailelerden birinin kızı olan Necibe ile evlendi. Düğün esnasında Necibe'nin kız kardeşi Zübeyde, Vuruk Ramadan'la tanışmış kısa bir zaman sonra onlar da evlenerek Teneke Mahallesi'ne yerleşmişlerdi. Osmaniye Caddesi'nde küçük bir büfe kiralayarak tekel ürünleri de satma ya başlamıştı. Necibe'nin Havza'daki kardeşlerini görmesi mümkün değildi ama Teneke Mahallesi'ndeki kız kardeşini görmek istiyordu. Rasim'e baskı yaptı. Evi yok bahasına satarak Teneke Mahallesi'nde 1000 metrekareye yakın bir alanı satın aldılar. Bir zaman sonra Havza'da rahat geçinemeyen Necibe'nin annesi, babası ve kardeşleri arazilerini yok pahasına satarak, satamadıklarını terk ederek Samsuna Teneke Mahallesi'ne Babamın yerlerini kurdukları kulübelere yerleştiler.


77 yaşında Hacı Bayram OTAR anlatıyor.

Bize Memişoğulları derler. Dedem Memiş Drama'da bahçecilik yapıyordu. Ürettiği sebzeleri pazarlarda satıyordu. Atatürk'ün emriyle Mübadele'de gemiyle İzmit'e geldiler. Bir kardeşi oraya yerleşti. Dedem kağnı arabaları ile Merzifon'a geldi. Merzifon'da ona tahsis edilen bağ ve bahçeleri işlemeye başladılar. Çevredeki serseri ve eşkıyaların, tacizi ve baskıları sonucu arazi ve mülklerini terk ederek Samsun Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. İzmit' teki kardeşleri bahçecilik yapmaya devam ederken dedemler Samsun'da şehirde hamallık ve yazları tütün işçiliği yaparak geçinmeye çalıştılar.


83 yaşında Adile TAŞGIN (ABRUR) anlatıyor.

Babam Drama'da evlendi. Drama'da Bahçecilik yapıyorlardı. Kalabalık bir mahallede oturuyorlardı. Mübadelede Samsun'a geldiler. Annem Ramise'nin kardeşleri Bursa'ya yerleştirildiler. Babama Teneke Mahallesi'nde yer verildi. Mahallenin İlk yerleşenlerindendi. Bahçecilik yaparak ve tütün işçiliği ile geçindiler. Yol kenarındaki evimizin bir odasını manav, daha sonra bakkal olarak işletmeye başladı. Mahalle ve yoldan geçen köylülere satış yaparak geçinmeye başladılar. Babama Bakkal Hasan derler.


65 yaşında Hacı Resul YILGIN anlatıyor.

Dedem Drama'da bahçecilik yapıyordu. Atatürk'ün talimatıyla mübadelede gemi ile Samsun'a geldi. Samsun'da Kışla mahallesine yerleştirildi. Tarla ve bahçe tahsisi yapıldı. Tarlaları işleyemeden taciz ve dışlanmalar nedeniyle mülkü bırakıp Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Yazın köylere tütün işçiliğine gidiyor, kışın meydanda ayakkabı boyacılığı yaparak yaşamaya devam ediyorlardı.


49 yaşında Mustafa DEMİRCİ anlatıyor.

Dedem Osman Selanik'te yaşıyordu. Demirci ustasıydı. Gemi ile Samsun'a geldi,sonra Havza'ya yerleştirildi. Memlekette komşusu olan Hoca ile beraberdi. Hoca'nın yerli halk ile tartışması ve görevli bekçinin Hoca'nın sakalını çekmesi ve hakaret etmesi sonucu kavgaya karıştı. Hoca ile beraber Havza'yı terk etmek zorunda kaldılar. Samsun'da Karagöl köyüne yerleştiler.

Tarım aletleri yaparak, orak, tırpan, çapa, balta gibi malzemeleri çevre köylere satarak geçindiler. Büyük kızı Mümine Zurnacı Pala Dayı ile evlendi. Şehre yakın olmak için Samsun'a, Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Dedem ve nenem Karagöl'de vefat etti. Babam demirciliğe devam ediyordu. Bir gün ormanda demir ocağında kullanılacak odun kömürü için odun toplarken orman bekçisi ile tartışmaya başladı. Tartışma sonunda bekçi bayıldı. Babam onu öldü sanarak öylece bıraktı ve eve döndü. Kaçmak gerekiyordu. Komşusuna tarla ve evleri satmayı teklif etti. Az bir peşinatla tarlaları sattı. Parayı ödeyince tapularını devredecekti. Teneke Mahallesi'ne eniştesinin yanına geldi. Babam küçük, tek odalı bir kulübe inşa etti. Demirciliği sürdürmedi. Rencberlik ve hamallık yaparak geçinmeye çalıştı. Ali Altıntaş'ın çiftliğinde çalışmaya başladı. Bir gün öldüğünü sandığı bekçiyle karşılaştı. Yine tartışma çıktı. Ali Altıntaş bekçiye para vererek olayı yatıştırdı. Babam bunları bize anlattı. Oğlum bizim yerleri komşuya sattım paranın hepsini almadım borcunu ödediğinde tapuları devredersiniz diye tembih etti. Babam rahmetli olduktan sonra 1984 'de muhtar bize haber gönderdi. Gelin tarlalarınıza sahip çıkın. Biz kardeşlerimle sevindik. Ancak peşinden komşunun tehdidi geldi. Buraya gelirseniz sizi öldürürüm. Biz korktuk. Babamın ve amcamın arazileri sahipsiz mal olarak köylüye devredildi.


77 yaşında Hacı Bayram OTAR anlatıyor.

Bize Memişoğulları derler. Dedem Memiş Drama'da bahçecilik yapıyordu. Ürettiği sebzeleri pazarlarda satıyordu. Atatürk'ün emriyle Mübadele'de gemiyle İzmit'e geldiler. Bir kardeşi oraya yerleşti. Dedem kağnı arabaları ile Merzifon'a geldi. Merzifon'da ona tahsis edilen bağ ve bahçeleri işlemeye başladılar. Çevredeki serseri ve eşkıyaların, tacizi ve baskıları sonucu arazi ve mülklerini terk ederek Samsun Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. İzmit' teki kardeşleri bahçecilik yapmaya devam ederken dedemler Samsun'da şehirde hamallık ve yazları tütün işçiliği yaparak geçinmeye çalıştılar.


83 yaşında Adile TAŞGIN (ABRUR) anlatıyor.

Babam Drama'da evlendi. Drama'da Bahçecilik yapıyorlardı. Kalabalık bir mahallede oturuyorlardı. Mübadelede Samsun'a geldiler. Annem Ramise'nin kardeşleri Bursa'ya yerleştirildiler. Babama Teneke Mahallesi'nde yer verildi. Mahallenin İlk yerleşenlerindendi. Bahçecilik yaparak ve tütün işçiliği ile geçindiler. Yol kenarındaki evimizin bir odasını manav, daha sonra bakkal olarak işletmeye başladı. Mahalle ve yoldan geçen köylülere satış yaparak geçinmeye başladılar. Babama Bakkal Hasan derler.


65 yaşında Hacı Resul YILGIN anlatıyor.

Dedem Drama'da bahçecilik yapıyordu. Atatürk'ün talimatıyla mübadelede gemi ile Samsun'a geldi. Samsun'da Kışla mahallesine yerleştirildi. Tarla ve bahçe tahsisi yapıldı. Tarlaları işleyemeden taciz ve dışlanmalar nedeniyle mülkü bırakıp Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Yazın köylere tütün işçiliğine gidiyor, kışın meydanda ayakkabı boyacılığı yaparak yaşamaya devam ediyorlardı.


49 yaşında Mustafa DEMİRCİ anlatıyor.

Dedem Osman Selanik'te yaşıyordu. Demirci ustasıydı. Gemi ile Samsun'a geldi,sonra Havza'ya yerleştirildi. Memlekette komşusu olan Hoca ile beraberdi. Hoca'nın yerli halk ile tartışması ve görevli bekçinin Hoca'nın sakalını çekmesi ve hakaret etmesi sonucu kavgaya karıştı. Hoca ile beraber Havza'yı terk etmek zorunda kaldılar. Samsun'da Karagöl köyüne yerleştiler.

Tarım aletleri yaparak, orak, tırpan, çapa, balta gibi malzemeleri çevre köylere satarak geçindiler. Büyük kızı Mümine Zurnacı Pala Dayı ile evlendi. Şehre yakın olmak için Samsun'a, Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Dedem ve nenem Karagöl'de vefat etti. Babam demirciliğe devam ediyordu. Bir gün ormanda demir ocağında kullanılacak odun kömürü için odun toplarken orman bekçisi ile tartışmaya başladı. Tartışma sonunda bekçi bayıldı. Babam onu öldü sanarak öylece bıraktı ve eve döndü. Kaçmak gerekiyordu. Komşusuna tarla ve evleri satmayı teklif etti. Az bir peşinatla tarlaları sattı. Parayı ödeyince tapularını devredecekti. Teneke Mahallesi'ne eniştesinin yanına geldi. Babam küçük, tek odalı bir kulübe inşa etti. Demirciliği sürdürmedi. Rencberlik ve hamallık yaparak geçinmeye çalıştı. Ali Altıntaş'ın çiftliğinde çalışmaya başladı. Bir gün öldüğünü sandığı bekçiyle karşılaştı. Yine tartışma çıktı. Ali Altıntaş bekçiye para vererek olayı yatıştırdı. Babam bunları bize anlattı. Oğlum bizim yerleri komşuya sattım paranın hepsini almadım borcunu ödediğinde tapuları devredersiniz diye tembih etti. Babam rahmetli olduktan sonra 1984 'de muhtar bize haber gönderdi. Gelin tarlalarınıza sahip çıkın. Biz kardeşlerimle sevindik. Ancak peşinden komşunun tehdidi geldi. Buraya gelirseniz sizi öldürürüm. Biz korktuk. Babamın ve amcamın arazileri sahipsiz mal olarak köylüye devredildi.


61 Yaşındaki Bahar Ersüren Anlatıyor:

Dedem Adem, Drama'da bahçecilik yaparak geçiniyordu. Büyük bir mahallede yaşıyorlardı. Gemi ile Anadolu'ya geçtiler. Mübadelede kardeşleri İzmit'e ve Bursa'ya, Dedem çocukları ile Merzifon'a yerleştirildi. Kendilerine tahsis edilen bağ ve bahçeleri işletemeden terk etmek zorunda kaldılar. Samsun Teneke Mahallesi'ne yerleştiler. Babam Yakup burada evlendi. Hamallık yaparak ve tütün tarlalarında çalışarak yaşamlarını sürdürdüler.


50 Yaşındaki Yaşar Orakçı Anlatıyor:

Dedem Tahir Drama'da bahçecilik yapıyordu. Şehrin dışında dere kenarında yaşıyorlardı. Mahalle sürekli baskınlara uğruyordu. Ayşe ile yeni evliydi. Karısı Ayşe (Naniko) çok güzeldi. Karısı tacizden korunmak için yüzünü karalara boyardı. Eşini ve kardeşlerini korumak için girdiği bir çatışmada gözünü kaybeder. Dedeme onun için Kör Tahir derler. 22 yaşında mübadele ile Samsun'a gelir Çatalarmut'a yerleştirilir. Burada Ayşe yine yüzü karalanmadan kurtulamaz. Çünkü yerliler ve göçmenler tarafından baskı ve taciz devam etmektedir. Tarla ve bahçelerini işleyemeden terk ederler. İsmet Paşa caddesinde bir küçük eve yerleştirilirler. Açlıkla yüz yüze kalırlar ve bahçe ve tarlalarda çalışmak ve güvenle yaşamak için kardeşleriyle Teneke Mahallesi'ne göç eder, küçük bir kulübede yaşamaya başlarlar.


Değerlendirme

Söyleşilerde görüştüğümüz kişilerin babalarının ve dedelerinin Balkan anılarını paylaşmak istemedikleri, yaşanan baskı ve acıların ızdırap verdiğini ve unutmak istediklerini gözlemledik. Anlatılanlar tarihi gerçeklerle uyum sağlamaktadır. Osmanlı Devleti'nin Çingeneleri yerleşik hayata geçirebilmek için ürettiği politikaların başarılı olamadığı, bunun en büyük sebebinin Çingenelerin hurafelere dayalı olarak dışlanmaları olduğu anlaşılmaktadır. Bu sürecin sonucunda zorunlu olarak Çingenelerin diğer grupların yapmak istemediği ve utandığı mesleklerle geçinmek zorunda kaldığı anlaşılmaktadır. Ürettiklerini ekmeğe çevirebilmek için kasaba kasaba, köy köy gezmişlerdir.

1600 yıllarından itibaren çoğalan tütün tarımı ucuz işgücünde Çingeneler için bir fırsata dönüşmüş, geçimleri büyük oranda bu alana kaymıştır. Özellikle Drama bölgesinde yaşayan dedelerimiz uzun bir çalışma süresine ihtiyaç duyulan tütün tarımında, çevredeki köylere yakın olmak istemiş ve büyük bir oranda yerleşik hayata dönmüştür. Tarlalarında çalıştıkları toprak sahipleri ve köylüler hala geçerliliğini sürdüren hurafe ve karalamalar nedeniyle köy veya kasaba içine yerleşmelerini istememiş, köylüler tarafından kullanılmaya elverişsiz arazilerde bir arada küçük kulübelerden oluşan teneke mahallelerine yerleşmişlerdir. Köylülerin bu ucuz iş gücünü bağlamak için bahşettikleri küçücük sebze bahçelerinde, evin sebze ihtiyacını karşılamak için boş gün ve aylarda bahçeleri işlemeye başlamışlardır.

Balkan Savaşları ve eşkıya hareketleri en çok bu korunmasız küçük mahalleleri etkilemiş, hatırlanmak istenmeyen katliamlar, tacizler, tecavüzler Çingeneleri büyük kasaba ve şehirlerin yakınlarına göç etmeye zorlamıştır. Şehir ve kasaba içine yerleşimine sıcak bakılmayan Çingeneler büyük Çingene mahallelerini oluşturmuşlardır. Çevreden kaçan ve teneke mahallelelere sığınan Çingeneler aynı dili konuştukları bu insanların içinde huzur ve güven buluyordu. Ve teneke mahalleleri sürekli büyüyor, yerleşilen alan dar ve küçük olduğu için kulübeler bölünerek yeni haneler kuruluyordu.

Bir yandan da güvenlik kaygısıyla, bitişik ve küçük barakaların olduğu dar sokaklar ile yeni teneke mahalleler oluşturulmuştur. Şehir güvenliğinden faydalanamayan Romanlar bu küçük bitişik evlerde yaşamayı, çete baskınları esnasında haberleşip birlikte savunmak ve direnç göstermek için tercih etmişlerdir. İnsanlar yine çevre köylere tütün işçiliğine gidiyor kışın gelişen şehirde ayakkabı boyacılığı ve hamallık yapıyor, dere kenarının avantajı ile saz ve otlardan sepetçilik ve hasırcılık yapıyorlardı. Can güvenliğinin olmadığı bu ortamda evinden çıkıp da dönmeyenlerin sayısı çoktu.


Yapılan çalışmada mülakatta anlatılanları ve kişilerin şeceresini incelediğimizde dedelerinin ve büyük dedelerinin isimlerinden ve yaşamlarından: diğerlerini pek inandıramazsalar da, Müslüman oldukları, Müslüman olarak yaşadıkları, devlete saygılı, direniş güçlerinde ve Osmanlı Ordusu'nda görev aldıkları anlaşılmaktadır. Bölge tedirgin bir dönem yaşamakta, Çingeneler bu tedirginliği iki kat fazla yaşamaktadır. Yaşanan taciz ve tecavüz vakalarını anlatmaktan utanmaktadırlar. Ancak dedelerinin, İslam'a hakaret edenlerin karşısında nasıl ölümüne karşı durduklarını, bu uğurda ölmeyi, yaralanmayı göze alışlarını, Osmanlı Ordusu'nda görev aldıklarını, ülkenin birliğine katkı sağladıklarını, bu uğurda gazi ve şehitlerinin olduğunu övünerek anlatmaktadırlar. Çalışmanın bundan sonraki kısmında Balkanlardaki hayatı başka bir kaynaktan ve belgelerden öğreneceğiz.

/Metin ÖZBASKICI
http://cingeneyizmo.blogspot.com.tr/2013/12/metin-ozbaskc-canl-tanklarn-gozunden.html#more