17 Ocak 2014 Cuma

Oksijensiz Nesil


Öğrencilik dönemlerimden bilir ve hatırlarım. Okullarda iki ders arasında teneffüse çıkmak ve tekrar sınıfa girmek bir gereklilik ve mecburiyetti. Öğrenciler ders içinde kullandıkları sınıfın havası tazelensin diye teneffüse çıkmaya mecbur bırakılır, sınıf nöbetçisi sınıftan çıkmayanların isimlerini yazarak ders öğretmenine verirdi. Bu uygulamanın veya bu alışkanlığın hala devam edip etmediğini şu anda bilmiyorum. Öğrenciler şayet sınıflarından çıkmaya mecbur bırakılmazlar ise, ya sınıfta diğer derse hazırlanırlar ya da oyun oynarlar, böylece vücutlarındaki uyuşuklukla diğer derse girmiş olurlardı.

Ama sınıf boşaltılırsa pencereler açılıp içeriye bol temiz hava ve oksijen rezervi de yapılmış olur. Zira kirlenen hava değiştirilmezse bir sonraki derste sınıftaki öğrenciler ağızları ayrılırcasına esneyerek yarı uykulu vaziyette ders dinlemeye ve dersi işlemeye mecbur kalırlar. Hele öğretmenini dinlerken elini şakaklarına dayamış ise gözü açık olarak uyumamasının ve kendi dünyası içindeki her türlü şeytanlığa aklının kaymaması kesinlikle mümkün değildir.

Okul bahçeleri çocukların adeta ikinci sığınakları gibidir. Evden arkadaşlarıyla buluşmak için erkenden gelerek zaman geçirdikleri top oynadıkları, hatta devamlı apartmanlaşan ve betonlaşan, şehir hayatından sığındıkları bir kurtuluş parkıdır. Çocuk; bazı oyunları bu alanlarda öğrenir. Bazı sırlarını bile arkadaşlarıyla bu bahçelerde paylaşır. Büyük küçük herkesin bu alanlar ile ilgili anlatacak hatırası ve minicik duygusal anekdotları mutlaka vardır. Ufak tefek bazı haşarılıkları, düşerek kanayan küçük diz sıyrıkları hep okulun bu enerji boşaltılan alanlarından arta kalan minik maceralar olarak kalır gelecek dönem hayatına.

Samsunun tam merkezinde Tekstil alışverişinin en yoğun olarak yapıldığı Pazar Mahallesinin tam ortasında bir ilköğretim okulu var. Adı Abdullahpaşa olarak geçiyor. İsmi gibi bulunduğu sokak bile bazı nostaljik çağrışımlar yapıyor. Mukayyitzade Sokak eski İlkadım Belediye Binasının arka kısımlarında sıkışık bir ticaret arastası. Geçen gün tesadüfen o yoldan geçerken o cıvıltılı, şen, hayat dolu fıkırdaşmaların olduğu okul binası beni içine doğru çekti. Çocukların kaynaşmalarını görmek için binanın sağını solunu adımlayarak bir boşluk bir bahçe aradım, ama nafile. Böyle bir boşluğu göremeyince nöbetçi öğrenciden vize alarak içeri daldım. Hatta istediği için kimlik numaramı dahi verdim kendisine. Ama ben de kendisinden bana okulunu gezdirmesini rica ettim. Maalesef okulun bahçesi yok tu. Öğrenciler iki ders arasında sınıflarını boşaltarak o nefesleriyle kirlettikleri havayı bile tazeleyemiyorlar. Koşamıyorlar, şakalaşamıyorlar, belki de Uzuneşek, Mendil Kapmaca, İstop oynamaktan bile yoksun kalıyorlar. Okulun en son katında Beden Eğitimi derslerine tahsisli, düşük tavanlı bir salonları var ama burası da genellikle o ders için ve bazı sosyal etkinlikleri için kullanılıyor. Zaten salon, spor için donanımlı da değil.

Hemen okul idarecilerini arayarak okulun bu ihtiyacına bakış realitesini öğrenmek istedim ama onlarda bu ihtiyacın, yoksunluğun farkındalar. Hatta Okul Müdürünü, birazda kendime yaşıt bulduğumdan olacak alabildiğine ve doya doya dertleştim. Hem Kenti hem de eğitimin tüm kademelerini doyasıya yaşamış bir eğitimciydi. Ama bu yaranın devasına dair elinden bir çare gelmediğini de konuştukça anladım.

Okul Müdürü burasının, mahallelinin hem yürüme hem de ulaşım münasebetiyle bir şans olduğunu bu binanın bu eksikliğine rağmen yine de çok önemli bir ihtiyacı karşıladığını, bu yaranın kaşınmasının münasip olup olamayacağını, tereddütleriyle paylaştı benimle. Ben de hak verdim kendisine ama bu civarda Kamuya ait bazı yapıların bulunduğunu, istenirse onlarla takas dahi yapılabileceğini, öncelikli olarak buraya ait bir meselenin çözümüne kafa yorma gerekliliğinin düşünülmesini, konuştum kendisiyle. Hem de biraz alelacele.

Bize Mimarlık Eğitiminin temel ilkeleri anlatılırken, işimize önce İhtiyaç programı ile başlanması öğretilmişti. Bu okulun da daha önce yıkılarak projelendirilmesi sırasında, düşünülemeyen program eksikliği bugün renkleri sararmış bet benizleri solgun bir neslin yetişmesine neden oluyor.

Cezaevlerinde yatan mahkûmlara bile bir iç avlu ve volta mahalli tanzim edilirken çocuklarımızın yetişeceği ve eğitileceği bir eğitim kurumunda 515 tane yavrunun koşup oynayamamalarının farkında olamıyoruz. Onların bu özgürlüklerinin kısıtlanması Avrupa Norm ve statülerine göre nasıl sınıflandırılırdı acaba?

Ya da Maarif Nazırı Emrullah Paşanın dediği gibi “şu okullar olmasaydı Maarifi ne de güzel idare ederdik” değil mi?

İyi haftalar.
/Sacit ACAR
07.01.2011

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder