28 Haziran 2014 Cumartesi

Bonzai Ölümleri Ve Samsun

Son günlerde boşluğa düşen ve sırf eğlence olsun diye gençlerin kullanarak hayatını kaybettiği madde büyük tehlike saçıyor ve saçmaya da devam ediyor.. Uyuşturucu olarak kullanılan maddenin yol açtığı ölümler nedeniyle dün İstanbul'da yürüyüş oldu.. Üsküdar'da yapılan yürüyüşte, "Bonzai İçme İçirtme" yazılı pankartla birlikte sahil istikametine doğru yürüyüşe geçti.. Kocaeli'de de Bonzai yürüyüşü yapıldı.. Sivil toplum kuruluşları bonzai isimli uyuşturucunun yayılmasına karşı dikkat çekmek için yaptı yürüyüşü..

Bakın kimler katıldı yürüyüşe; Yeşilay Kocaeli Şubesi, Kocaeli Kent Konseyi, Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği ve Gültepe Gençlik Derneği üyeleri Ve gençler, Anneler, babalar.. İzmit Belediyesi Bandosu da verdikleri konser yürüyüşe eşlik etti.. Yani belediyede duyarlı bu konuda.. Peki ya Samsun'da, uyuşturucuyu önlemeye yönelik nasıl etkinlik yapılıyor.. Kocaman bir hiç..

Dün bir genç, bizim gazetenin idare yerine yakın bir pasajda ölü bulundu.. Genç tanıdık bir sima.. Ve tanıyanlar, hap kullandığını söyledi.. Geçtiğimiz günlerde Samsun'da bonzaiden ardı ardına zehirlenme haberleri geldi. Belki de o Bonzai denilen kabus Samsun'da da ortaya çıktı.. Savcılık soruşturması sonrası, otopsi ile belli olacak ama 'yine de Samsun uyuşturucu konusunda hiç masum değil'..

Hatta uyuşturucunun geçiş noktası bile diyebiliriz.. Madde bağımlılarının oldukça yoğun olduğu bir kent Samsun.. Bilinenlerden çok, bilinmeyenler var.. Küçücük çocuklar alıştırılıyor, bu illetlere.. Eğlence olsun, ya da bir boşlukta olduğundan da 'düşüyor bu illetin bataklığına' gençlerimiz.. Samsun'da kent konseyleri daha çok 'nasıl bizim adamlardan' oluşur çabasıyla uğraşıldığından bu işlere bakmıyor.. Kimsenin umurunda değil..

Ama hepimiz biliyoruz ki; çocuklarımızı uyuşturuyorlar, alıştırıyorlar.. Samsun'a bu illet musallat olmadan, can yakmadan önleminin alınması gerekir.. Polisiye tedbir elbette olacak ama daha çok, vatandaşın görebileceği gibi, sokakta yürüyüş yapılarak, etkinlik düzenlenerek, anlatılmalı.. Yoksa konferanslardan istenilen net sonuç çıkmıyor.. Akademisyen noktasında tıkanıyor konu.. Vali Hüseyin Aksoy ve Emniyet Müdürü Vedat Yavuz, 'Bonzai' ve diğer maddeler konusunda Samsunlu ebeveynleri uyarıcı tedbirler almalı.. Gazete olarak biz üzerimize düşeni yapmaya hazırız..
***

Akın Üner İstifa Etti..
Büyükşehir Belediyesi'ne ait Samsun Ulaştırma A.Ş. (SAMULAŞ)'nin Genel Müdürü Akın Üner, beyfendi kişiliğiyle bilinen bir isimdir.. Sinirleri alınmış bir yapıya sahiptir diyebilirim.. Uzlaşmacı ender bürokrat ve yöneticilerdendir.. Onun sabrını ne bu kadar zorladı bilmiyorum.. Ama istifa ettirilecek noktaya gelmiş.. Duyumlar, Genel Sekreter Vekili Sefer Arlı ile arasında soğuk rüzgarlar estiği yönünde.. Yine Arlı'nın yakınlarının SAMULAŞ'ta görev yapmasının da etkili olduğu öne sürülüyor.. Öyle ya da böyle.. İyi, uyumlu, çalışkan bir bürokrattı.. Perde arkasında neler yaşandı, önemli değildir diyemem..

Perde arkası önemli.. İstifaya götüren nedenler içinde 'kamuoyunu ilgilendiren, kamuoyu menfaatlerini içeren' noktalar varsa daha da önemli.. Bakalım ne çıkacak.. Bu arada yerine atanacak olan Kadir Gürkan da değerli bir isimdir. Makine Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı.. Üner'i istifa ettiren neden neyse 'bakalım Gürkan'ın karşısına çıkacak mı ve etkileyecek mi, göreceğiz..

/A.Yener CABBAR
28 Haziran 2014

27 Haziran 2014 Cuma

Hüseyin Hüsnü Tekışık

Gönül insanı sevgili Hasan Devran’ın çoğu kez gözyaşları eşlindeki anlatımıyla tanıdık onu ilk olarak. İdealin,sevginin,vatan aşkının  mesleki duruşun timsaliymiş haberimiz oldu. Doğduğu hatta doyduğu topraklara sırtını dönenlerin aksine, tanımadığı yerlere bile yardım eli uzatırken kriterinin Bayrağın dalgalandığı yer olacak kadar alçak gönüllüymüş öğrendik.nbYaşanılan dönemde herkesin gitmemek uğruna mesleğinden olduğu coğrafyaya seve seve giderek, samanlığı okul yapacak kadar meslek aşığıymış duyduk. Duygulandık.

Hiç tanımadığın bir eli saygı ve vefa ile öpmek için gönül uçuşurmuş aşina olduk. Sevgili Hasan abimizin (Davran),Nerdeyse bütün Bafra için sadece bir okul olmanın ötesine geçen Bafra Lisesi’nin aynı zamanda o dönemlerde Okul Aile Birliği Başkanlığını yürüttüğü dönemlerde çehresini değiştirmek adına verdiği yoğun gayret esnasında duyduk ilk olarak adını. Liseye kazandırılan konferans salonuna yaptığı maddi yardımla tanıdık onu.

Mezun ettiği bir çok ismin oralı olmadığı bir süreçte hem de. Emekli Öğretmen Hüseyin Hüsnü Tekışık’tan bahsediyoruz. 1928 yılında Şebinkarahisar’da doğan Hüsnü Hoca İlkokulu ve ortaokulu Şebinkarahisar’da bitirdi. 1948’de Sivas Öğretmen Okulundan mezun oldu. Bingöl'ün Karlıova ilçesinde altı yıl öğretmenlik ve idarecilik yaptı.  Bu görevde Millî Eğitim Bakanlığınca üstün başarılı sayıldı. 1959 yılında Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümünü bitirdi. Millî Eğitim Bakanlığında çalıştı. Sivas ve Ankara’da ilköğretim müfettişliği yaptı. 1975 yılında emekli oldu.

Emekli olduktan sonra Çağdaş Eğitim dergisini çıkarmaya başladı. Tekışık, Çağdaş Eğitim dergisinde eğitim, öğretmenlik mesleği, millî eğitimin sorunları ve çözüm önerileri konusunda 350'den çok makale yazdı.

Meslek ve emeklilik hayatında 86 öğretmen meslek kitabı ve okul kitabı yazdı, yayımladı. Kitaplardan elde ettiği maddî imkânlarla: Hakkâri’den Edirne’ye kadar 13 ilde 17 okul, 1 kültür merkezi, 1 halk eğitim merkezi, 1 rehberlik araştırma merkezi ve 1 öğretmen evi yaptırıp Millî Eğitim Bakanlığına bağışladı. Kendi özel koleksiyonunda bulunan 191 cildi yazma, 384 cildi Osmanlıca ve Arapça, toplam 575 cilt kıymetli eseri de Millî Kütüphaneye bağışladı. Ankara'da Tekışık Eğitim Araştırma Geliştirme Vakfını kurdu. Vakfın 50 eğitimci profesör ve emekli bürokrattan oluşan Bilim Kurulu, ulusal eğitim sempozyumları düzenlemektedir.

Hayatını anlatan kısa kesitte fark edildiyse Bafra ile ilgili hiçbir detay yok. Ve yukarıda bahsettiğimiz ana kadar da hiç gelmemiş Hüsnü Hoca Bafra’ya. Söz konusu eğitim ve çocuk olduğunda sınır tanımayan bir yürek kendisi. Hasan abinin bürosunda enfes çayı eşlinde yer yer göz yaşları ile  beraber izlediğimiz hayatını anlatan Belgeselde kendi ifadesi ile belirttiği gibi; Çocuklar her şeydir. Ülkenin geleceği onlardır. Bu memlekette, bu vatanı kurtarmak için 213 Şehitlik vardır. Onlar bu vatan için can veren insanlardır. Onlar bize ne diyor biliyor musunuz? “Ben bu vatanı kurtarmak için kefensiz yatıyorum. Ya siz ne yapıyorsunuz? ”

/Birol BİRCAN
27.06.2014

26 Haziran 2014 Perşembe

Bir Kere Daha Samsun

Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Sayın Zeki Murzioğlu, İSO’nun “İlk 500” listesine giren üç Samsun firmasını kutlamış. Yeşilyurt Demir Çelik, Samsun Makine Sanayii ve Ulusoy Un’u biz de kutlayalım. Hak edilmiş bir kutlama olur. Üç firma da uzun yıllardan beri büyük bir istikrar içinde ilk 500’deki yerlerini korumayı başarıyorlar.

Başta Sayın Murzioğlu olmak üzere sakın kimse bu üç firmanın başarısından bir kent efsanesi yaratmaya kalkmasın. Üç firmanın başarısı, kendileri adına alkışlanmaya değer ama Samsun’un acı gerçeğini gizlemeye yetmez. Sayın Murzioğlu geçen yıl beş firmayı kutluyordu, bu yıl üç firmayla yetiniyor. Hem de iddialı kentler her yıl daha fazla firmayı İlk 500’e sokmayı başarırken.

Gaziantep bu yıl 24 firmayla Anadolu kentlerine fark atıyor. Kayseri’nin 13, Konya’nın 9 firması var İlk 500’de. Ama bir başka kent var asıl üzerinde durulması gereken. Daha düne kadar adı sanı pek duyulmamışken Kahramanmaraş şimdilerde Konya’yı geride bırakıyor Samsun’a da tur üstüne tur bindiriyor. Kahramanmaraş’ın tam 13 firması var Türkiye’nin İlk 500 firması arasında. Ve bunların ticaret hacmi de üretimi de Samsun’un üç mislinden fazla.

Kendimizi kandırmayalım bu şehir bu haliyle ne sanayi şehridir, ne tarım şehri ne de hizmet şehri. Bu şehir memur şehridir, bu şehir emekli şehridir, bu şehir öğrenci şehridir. Şu yok saydığımız, inkar ettiğimiz ve hatta sövüp saydığımız geçmişten bize miras kalan üniversiteyi, polis okulunu ve askeri garnizonu çekin Samsun’dan, geriye hayal kırıklığından başka bir şey kalmaz. AVM’ler alışverişe kalite katar ama üretime katkı vermez, istihdamı artırmaz, tam tersine istihdamı azaltır. Açılan her AVM, kapanan onlarca yüzlere küçük işletme demektir. Samsun inşaat malzemesi ve teknolojisinin getirdiği yenilikle kabuk değiştiriyor ama üretime yönelik yatırım yapmıyor, yapamıyor. Gelemen Tersanesi(!) gibi ciddi paralar harcanan yanlış yatırımlar da daha tamamlanmadan kaderine terk ediliyor. Söyler misiniz lütfen, denize gömülen paralara mı hayıflanmalı yoksa oy uğruna sömürülen hayallere mi yanmalı.

Şimdi yine bazı hayal tüccarları ve umut sömürücüleri bizi “felaket tellalı” olmakla suçlayacak ama birileri gerçekleri söylemeli. Zaman kaybediyoruz; organize sanayi bölgelerimiz sorunlarla dolu, henüz tam kapasiteye ulaşmış bir bölgemiz yok. Küçük sanayi sitelerimiz bir türlü dolmuyor, dolamıyor. Üretimimiz ve ihracatımız yerinde sayıyor.  Büyükşehir Belediye Başkanımızın ifadesiyle köyler boş.

Şapkaları önümüze koyup, başımızı iki elimizin arasına alıp gerçeklerimizle dürüstçe yüzleşmenin vakti geldi de geçiyor bile. Son zamanlarda ilgililerin her ağızlarını açışlarında kulağımıza yüksek sesle dillendirdikleri turizm ve lojistik köy söylemlerinin de bütün yönleriyle masaya yatırılması gerekmektedir. OMÜ Edebiyat Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cevdet Yılmaz’ın turizm master planına yönelttiği eleştiriler ciddiyetle ele alınması gereken eleştirilerdi.

Sanayimizin yerinde saymasının hatta geriye gitmesinin ana sebeplerinden birisi de 2003’te “teşvik kapsamı dışında” bırakıldığımızda sesimizi çıkaramayışımızdır. Çok umut bağlanan turizmde de konuyu ciddiyetle ele almazsak; aynı hayal kırıklığını yaşayabiliriz.

/Osman KARA
26.06.2014

24 Haziran 2014 Salı

Samsun Ve Temel Fıkrası

Köyün birinde bir çukur varmış ve pek çok kişi içine düşüp yaralanıyormuş. Köyün ileri gelenlerinden üç kişi Cemal, Dursun ve Temel toplanmış ve çözüm aramaya başlamışlar. Cemal demiş ki: Çukurun yanında bir ambulans beklesin ve düşenleri hemen hastaneye yetiştirsin. Dursun demiş ki: Çukurun yanına hastane kuralım düşenleri yetiştirmesi vakit almaz. En son öneri Temel’den gelmiş: Kafanuz hiç çalışmayi. Gidelum hastanenun yanuna bi çukur açalum…

Samsun’un, özellikle de Atakum’un hali eynen bu fıkrada olduğu gibi Vallahi. Hangi sokağın hangi saatte trafiğe kapanacağı, hangi sokağın hangi gün ve saatte trafiğe açılacağını inanıyorum ki Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz da bilmiyordur. Yaz imiş, kış imiş. Toz duman kaplayacakmış ortalığı…

İnsanlar araçlarında bunalacak, ambulanslar hastanelere hasta yetiştirmekte güçlük çekecekmiş. Yılmaz’ın umurunda mı bu? Değil elbet… Kendileri, krallar gibi araçlara binecekler, korumalarla gezecekler, trafik onlar için açılacak veya kapanacak. Vatandaşın paralarıyla yandaşlarını gemilerle gezdirecekler, sonra da hizmet yapmış gibi oylarını toplayacaklar. Oh ne ala memleket. Mesleğe ilk başladığım yıllardı.

Bir büyüğüme “Neden bu belediye Başkanları hep olur olmaz kazarlar” diye sormuştum. Aldığım cevap ilginçti: “Bak a güzel kardeşim, nerede kazma kürek işi, nerede hafriyat işi var, orada para var demektir, orada hizmetin önüne geçen olaylar var demektir…” Kalın kafalı olduğumdan  “Hizmetin önüne geçenlerin” neler olduğunu o gün de anlamamıştım, bu gün de anlamıyorum ya, her neyse… Kazın beyler Samsun’un her tarafını kazın. Yasın kazın, tozutun her yanı, zaten vatandaşın tozutmasına da az kaldı…


Köktaş Ve Belediyeler
AK Parti Samsun İl Başkanı Fuat Köktaş, seçim öncesi verdiği sözü tuttu. Belediye Başkanlıklarının “Tamamını” kazanacaklarını dile getirmişti. Sadece Asarcık’ta “MHP” bozuverdi bu söylemi. Bu kusurdan bile sayılmaz… Ancak sanırım bu belediyelerin bir bölümü veya tamamı ödeme zorluğu çekiyor. Fuat Köktaş’ın bu duruma da bir el atacağına ve vatandaşın alacaklarının Belediyeler tarafından ödeneceğine inanıyorum. Çünkü hemşerim (Ben de hemşericilik oynayayım bazen) böyle bir durumun altında kalmak istemez. Kimseye “Fuat Köktaş’ın İl Başkanlığı’nda AK Partili belediyeler vatandaşa borçlarını ödeyemiyor” dedirtmez…


Kenan Şara Ve…
Kenan Şara, uzun yıllar Samsun Büyükşehir Belediyesi Genel Sekreterliği görevinde bulundu. Son seçim öncesinde tepkilerin yumuşaması nedeniyle izine ayrıldı, hatta görevinden ayrıldığı da söylendi. Genel Sekreterlik görevi vekâleten yürütülmeye başlandı. Seçim bitti. Kenan Şara yeniden gündeme geldi. Şara bu kez SAMGAZ’ın Genel Müdürü oluverdi. Ancak benim aklıma bir soru takıldı. Soru şu: Kenan Şara Genel Sekreterlik görevinden ayrılıp SAMGAZ Genel Müdürlüğü’ne getirilmekle iyi mi yapıldı yoksa kötü mü yapıldı. Sadece aldığı maaşı merak ediyorum. Her ne kadar kadına yaş erkeğe maaş sorulmaz ise de… Kenan Şara Genel Müdürlük görevinden ne kadar maaş alıyor, Genel Sekreterlik görevinden ne kadar maaş alıyordu? Var mı bu sorunun cevabını verebilecek olan?
(…)

/İsmail BAŞARAN
24 Haziran 2014

İmam-Hatiplilerin Pilav Günü

Sırayı gözetseydik “Çözüm Süreci’nin” tarihi temellerini yazmamız gerekirdi. İzninizle ilgili yazıyı bir gün tehir ederek pazar günü Samsun Merkez (İlkadım) Anadolu İmam-Hatip Lisesi’nin bahçesinde  SAMİMDER tarafından organize edilip gerçekleştirilmiş  “İmam-Hatipliler Pilav Günü’nü”  yazmak istiyoruz.

Genelde okulların mezunlarının bu tür etkinlikleri hatıra tazeleme günü olarak kabul edilir. Ancak İmam-Hatiplerde “hatıra tazeleme” günü olarak farklı algılanır. Samsun 19 Mayıs Lisesi mezunu olsam bile dışarıdan İstanbul( Çarşamba-Fatih) İmam-Hatip Lisesi mezunu olduğum için bu içtimaları imkanlarım ölçüsünde kaçırmak istemem.

Pazar günü bu içtimalardan biri gerçekleştirilmiştir. Hem sorunlar konuşuldu, hem de hatıralar tazelendi. Organizasyon güzel ve sade idi. Mehteran konser vererek tarihleştirdi. Toplantıyı yöneten Cengiz Çelik Bey ile ev sahibi konumundaki Abdulkadir Yeşil beyler de  güzel yönettiler ve güzel konuştular.

Plaket dağıtımı öncesinde konuşma yapan SAMİMDER Başk. Sn.Abdülkadir Yeşil Bey kısa ve öz konuşmasıyla Samsun’daki İmam-Hatip sorununu dile getirdi. Başta Sayın Valimiz olmak üzere yetkililerden biraz daha duyarlılık beklediklerini ifade ettiler ve ümitli konuştular.

Plaket dağıtımı sırasında İlkadım Belediye Başkanı Sayın Erdoğan Tok,” organize ettikleri eğitim kampüsünde İmam-Hatip” sözünü verirken, Canik Belediye Başkanı Sayın Osman Genç de Samsun’un ve bölgesindeki “İmam-Hatip okulu sorununu dile getirerek çözümün adreslerini” gösterdi.

İl Milli Eğitim Müdürü Sayın Aytekin Girgin de “ sorunların ehil ellerde bulunduğunu ve güvenmelerinin gerektiğine  inanılmasını” istedi ve Aşık Veysel’in dizeleriyle birlik mesajı verdi. Eski müdürlerden Sayın Beşir Toprak Hocamız da geçmişteki zorluk ve ümitsizliklerin ve bugün gelinen noktadan söz etti.

Türkiye ve dünya eski Türkiye ve dünya değildir. Çocuklar da eski çocuk değildir. Müdür Vekili’nin ifadesine göre şimdiye kadar İlkadım Anadolu İmam-Hatip okuluna  kaydolmuş yaklaşık 38 bin öğrenciden ancak 10836’sı mezun olabilmiştir. Bu da yaklaşık % 28’dir. Okula kaydolmuş her üç öğrenciden fazlasıyla ikisi mezun olamamıştır. Bunun vebali kimindir? Bu okullarda görev yapan yönetici ve öğretmenler bu sorunun cevabını verebilirler mi? Vebalinin altından mahşerde kalkabilirler mi?

İmam-Hatipleri bekleyen en büyük tehlikelerden birisi öğretmen ve yöneticilerle birlikte aidiyet duygusu  ile kurum kültürünün zayıflığıdır. Bunlar da konuşulmalıydı diye düşünüyoruz. İmam-Hatiplilerin aidiyet duygusu aynı zamanda misyonlarını ifade edecektir. Kurum kültürleri de aksiyonlarının ilkelerini oluşturacaktır. Kurum kültürünün oluşmasında en temel etken yöneticilerdir. Oysa İmam-Hatipler,  bu noktada büyük bir tehlike ile karşı karşıyadırlar. Bu noktada gerekli düzenlemelerin yapılması dileğiyle selam ve sevgiler…

/Mustafa GENÇ
24.06.2014

Ulusal Ajans Ve Samsun

Türkiye’de en önemli kurumlardan bir tanesi hiç şüphesiz ki Ulusal Ajans. Özellikle Türkiye’nin Avrupa Birliği ile entegrasyonunda önemli bir görev ve misyon üstelenmiş durumda. Ulusal Ajans, bu bağlamda projeler marifeti ile paydaşlarına fonlar vermek sureti ile kurum ve kuruluşların bu süreçte Avrupa Birliği’ne entegrasyonunda önemli bir basamak görevi üstlenmiş durumda. Bu manada Samsunumuzun da bu fonlardan yararlanması gerektiğini düşünüyorum. Bu anlamda gerek kamı gerek özel sektörde yer alan kurum ve kuruluşlar bu çerçevede fonlardan faydalanma şansına sahip.

Örneğin belediyeler bu fonlardan yararlanabilir. Hemen örneklendireyim. Samsun’da başta Büyükşehir Belediyemiz olmak üzere Avrupa’dan ortak bulmak sureti ile eleman yetiştirme projelerinden başlayarak halk için faydalı birçok projeye imza atabilirler. Bu bağlamda kültür merkezlerinde tutun da meslek edindirme kurslarına kadar birçok proje şehrimize kazandırılabilir. Üstelik bu projelerde Avrupa’dan ortak olacağı için projenin içine yabancı dil eğitimi de konarak hem eğitimin kalitesi bir kademe daha artırılır hem de yaşadığımız kentin uluslararası bağlamda tanınırlığı ve bilinirliği de artmış olur. Benzer şekilde özel şirketler de bu fonlardan ciddi şekilde yararlanır.

Bu noktada değinilmesi gereken iki temel nokta var.

1. Fondan yararlanmak isteyen kurum ya da kuruluşun hangi anlamda nasıl bir tercih yaptığı. Hemen somut örnek vereyim. Vezirköprü İlçemizde bulunan kanyon ve baraj turizm bölgesi olarak ilan edildi. Bu bölgede yapılacak olan proje ile hava koşullarının elverişli olması durumunda baraj üzerinde su sporları, dağcılık gibi etkinlikler düzenlenmek sureti ile hem ilçemizin tanınırlığı artmış olur hem de bu tür etkinliklerin sonucunda ilçemizin elde ettiği gelir de artmış olur. Bu örnekten yola çıkarak, tüm belediyeler bu manada kendisine uyarlayarak uygun alanda proje uygulama şansına sahip olmuş olur.

2. İkinci temel nokta ise bu tür projeleri uygulayacak nitelikli bir ekip kurmak. Bu noktada da ilgili kurum ve kuruluşlar bir masanın etrafında toplanarak sinerji odağı oluşturulur ve ortaklık ve birlikte çalışma kültürüne de katkıda bulunmuş olunur.

Tüm bu noktalardan sonra söylenmesi gereken ise bana göre kentimizde tüm bunları yapacak güç ve enerji var. Mühim olan bu noktada ilgili insanları, kurum ve kuruluşları bir araya getirip kente en fazla katma değer yaratacak uygulamaların ortaya çıkmasına neden olmak.

/Yetkin BULUT
24.06.2014

23 Haziran 2014 Pazartesi

Kent Konseyleri Belediye Başkanını Mı Desteklemeli

Samsun'da bir kent konseyi tartışması sürüp gidiyor. Atakum Belediye Başkanlığı'na İshak Taşçı'nın seçilmesinin ardından ilçede kent konseyi başkanı olan Dr. Murat Erkan'ın aday olmasına Taşçı çok sinirlendi. "Ben" dedi. Sonra da. bu kelimenin ne anlama geldiğini anlattı: "Ben, istemediğim adayı desteklemem ve seçilirse de tanımam. Bu nasıl bir mantık? Başkan kral mı, kuralları kendisi mi koyacak?

O konsey seçilir kararlarını alır, belediye uygular mı uygulamaz mı bilemem. Konsey aldığı kararların hangi ölçüde arkasında durur onu da bilemem. Her neyse, şimdi sıra İlkadım'daki Kent Konseyi seçimlerindeymiş. Burada konsey başkanı gazeteci Osman Kara. yeniden aday olur mu, olmaz mı, olur da seçilirse İlkadım belediye başkanı Erdoğan Tok da Atakum belediye başkanı İshak Taşçı gibi "ben tanımam" der mi, belli değil elbet.

Eğer Osman Kara aday olur ve seçilirse, İlkadım belediye başkanı Erdoğan Tok bu seçimi ve seçilen başkanı "yok saymazsa, Atakum'daki gibi" yapacak bir şey yok. Yok "Tanımam" derse, işte o zaman ..oku yedik. Ben buradan açıkça söyleyeyim ki "taraf olurum" mesleğimin adamı Osman Kara'nın yanında yer alırım. Bu gün aklımdan geçirdiğim soruyu o zaman alenen sorarım:Kent konseylerı başkanlardan yana mı olmalı, kendilerini hiç mi eleştirmemeli???


İşte Samsun'daki Yabancı Sayısı

Samsun Valisi Hüseyin Aksoy'a buradan bir iki kez "Samsun'daki yabancıların sayısını" sormuştum. Rakamları içeren bir yazı gönderdi. Önce kendilerine duyarlılıklarından dolayı teşekkür ediyorum. Gizli teşkilatta çalışmadığımız ve gazetecilik mesleğini sürdürdüğümüz için elde ettiğimiz verileri sizlerle paylaşıyorum. Vali Hüseyin Aksoy'dan gelen bilgiler ışığında işte Samsun'daki yabancı sayıları... Açıklama şöyle:

"Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği tarafından ilimize gelen toplam yabancı sayısı 1.206 kişi olup, bu kişilere ikamet izni verilmiştir. Bunlardan 688’i Iraklı, 469’u Afganlı, 28’i İranlı, 5’i Azerbaycanlı, 5’i Etiyopyalı ve diğer ülkelerdendir.(Fas, Nijerya, Gana) 68 Afganlı, 54 Iraklı toplam 122 kişinin ikamet işlemleri devam etmektedir.

İlimizde ikamet izni verilen 242 Suriyeli mevcuttur. 431 Suriye kökenli kişiye Yabancı Tanıtma Kartı verilmiştir." Ben Samsun Valisi Hüseyin Aksoy'un kişiliğine ve yaptığı açıklamalara inanıyor ve güveniyorum. Ancak açıklamanın satır aralarını okumak da gerekli tabi. Bu nedenle soruyu yenileyeceğim... "Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği" tarafından gönderilmeyen ve sınırdan herhangi bir nedenle, yani savaştan kaçıyoruz bahanesiyle Türkiye'ye giren yabancılardan Samsun'a gelen ve yerleştirilen ya da misafir edilen kaç kişi var? İlimizde İkamet izni verilmeden" kalan kaç Suriyeli var? Kendilerine yabancı tanıtma kartı verilen 431 Suriyeli'den başka tabi. Bunlar yani ikamet edenlere çifte vatandaşlık veriliyor mu, önümüzdeki seçimlerde oy kullanacaklar mı? Bunlara vatandaşlık hakkı verilmesi için kaç kelime Türkçe bilmeleri şartı aranmaktadır?
(…)

/İsmail BAŞARAN
23 Haziran 2014

19 Haziran 2014 Perşembe

Orta Asya'da bir Anadolu kızı


Türk bildiğimizle Türkçe konuşamıyor. Milli içkimizi Anadolu`da içemiyorduk. İlkokula başladığım yıllarda babamın aldığı renkli dünya atlası, geleceğimi şekillendirecek ve saatlerce bakmaktan yorulup uyuduğum, kıta ve ülkelerin ne isimlerini ne de fiziki durumlarını hiç unutmamıştım. Çoğu iş gezisi olmak üzere 5 kıtada 30`u aşkın ülkeyi gezmiştim ve sıra artık orta Asya`ya gelmişti. İki arkadaşımı da oraya gitmek için ikna etmiştim. Arkadaşlarımdan biri Samsun`da konfeksiyoncu diğeri ise halen Samsun CHP Milletvekilliği yapan İhsan Kalkavan`dı. 5 saatlik bir uçuşun ardından Taşkent`teydik. Havaalanı çok güzel değildi. Ama şehir umduğumdan çok güzeldi. Çok geniş bulvarlar, yemyeşil ağaçlarla dolu parklar ve metro yaşamı kolaylaştıran izler taşıyordu.

Ben orta Asya`yı çok farklı bulacağımı düşünürken sanki bir Avrupa şehrine gittiğimi hissettim. Ruslar şehirciliği çok iyi biliyorlardı. Tüm Rus şehirlerinde asla trafik sorunu yaşanmazdı. Caddeler o kadar genişti ki Türkiye`de olsa caddeyi ikiye böler ortasına bir sıra daha evler yaparlardı. Taşkent`teki Sheraton Otelinde rezervasyonumuzu çok önce yaptırmıştık. Aslında Özbekistan`la ilgili bir gezi programı da yapmamıştık. Her şey ezbere ve kendiliğinden gelişecekti. Resepsiyondaki güler yüzlü genç hanıma otele giriş işlemlerini yapması için pasaportlarımızı uzatmıştık.

Tam bir Anadolu Türkçesiyle hoş geldiniz dedi. Türkçe karşılanmak hoşumuza gitmiş aramızda konuşuyorduk. “Bak Türkleri görüyor musun kızlar bile artık yurt dışında iş bulup çalışıyor. Her ülkede karşımıza çıkıyorlar.” deyip gururlanıyorduk. “Aslen bende Türkiyeliyim ama Türk değilim.” dedi. Resepsiyon yoğundu bir ara anlatırım diyerek giriş işlemlerimizi yaptı. Yorulmuştuk odalarımıza hareket ettik. Sabah kalkmış kahvaltımızı yapmıştık. Taşkent`i daha iyi tanımak için yaya geziyorduk. Şehirdeki tarihi yerleri bulmak çok zor olmadı. En ilgimi çeken yerlerden biri de Alay Pazarıydı. İnanılmaz derecede büyük bu alışveriş yerinde her şey vardı. Bu kadar bolluk olan yer dünyada hiç görmedim.
Yaş ve kurutulmuş meyveler, sebzeler, baharatlar ve belki de tüm Özbekistan`a turşuyu sevdirip satan ve sadece turşuculukla geçinen Korelilerin yaptığı lezzetli turşular. Pazar yerinde hazır yiyeceklerde vardı. Özbek pilavı ve şaşlık kebabı her yerde olduğu gibi Alay Pazarında da yerini almıştı.

Akşama yakın otele dönmüştük. Otelde bu koşuşturma yoktu bizi hoş geldiniz diye gülümseyerek karşılayan kız uzaktan yine tebessüm etmiş ancak lobide oturduğumuzda yanımıza gelmiştik. Belli ki kendini tanıtacaktı, adım Desponia dedi. Akşam olmuş çok yeri de gezmiştik Desponia ile sohbet etmeye çok vaktimiz vardı. Az sonra bildiği her şeyi anlatacaktı.

1923`te mübadele kararı çıkmış, Fatsa`nın köylerinden Yunanistan`a gönderilmişlerdi. Fatsa o dönemler Samsun`a bağlıydı. Öyleyse Desponia benim hemşerimdi. Ne gariptir Türk bildiğimiz Özbeklerle tek bir kelimede bile anlaşamıyor, gavur diye yollarımızı ayırdığımız bir Rum kızıyla ne güzel Türkçe sohbet ediyorduk. Hem de Türkiye`den binlerce kilometre uzakta. Garip tesadüflerden biri de Türkler Orta Asya`dan Anadolu`ya gelmişlerdi. Bu Rum kızının ne işi vardı. Orta Asya`nın göbeğindeki Taşkent`te anlatmaya devam ediyordu...

Sıkıntılı bir süreçte yaşamışlar. Yeni ülkelerine çok zor alışıyorlardı. 1944-1948 yılları arasında Yunanistan`da iç savaş çıkmış. Kardeş, kardeşi öldürür hale gelmiş. Millet canından bezmiş. Çünkü mübadeleden sonra sadece 20 yıl geçmiş Anadolu Rumları bir türlü rahat yüzü görmemişti. İç savaşın en yoğun olduğu yerler Kuzey Yunanistan`dı ve orada genellikle Anadolu Rumları iskan edilmişti.

1948`te savaş neredeyse bitmiş küçük çaplıda olsa çatışmalar 1950 yılına kadar sürmüş, komünistler yenilmişti. Bu arada 30 Bin civarında komünist gerilla Rusya`ya sığınmıştı. Rus yönetimi de onları Özbekistan`a yollamış orada iskan etmişti. Desponia`nın anne ve babası Taşkent`te tanışıp evlenmiş iki solcu gerillaydı. Bu evlilikten bizimle sohbet eden Desponia doğmuştu. Artık çoğu Yunanistan`a gitti ama ben burada okudum büyüdüm. Alıştım buraya bundan sonraki yaşamımı da burada sürdüreceğim diyordu. Bize mutlaka Semerkant`a gitmemizi de önermişti.

Dediğini dinledik ve tutuğumuz taksiyle bir günlüğüne Semerkant`a gidip orayı da gezmiştik. İyi ki onu dinlemiş Timur`un başkentine gitmiştik. Çok tarihi bir şehirdi. Otelde akşamları Desponia ile sohbet etmek bir alışkanlık gibi olmuştu. Küçük tavsiyeleri gezimize renk katıyordu. Pazar günü boş olduğunu istersek kımız içebileceğimiz bir yere götürebileceğini söyledi.

Pazar günü dediği gibi bir köye gitmiş, bakır taslarda ayran gibi sunulan kımızları içmiştik. At sütünden yapılan içindeki alkol oranı yüzde 2 civarında olan içki Türklerin milli içkisiydi. İkram edense bir Rum kızı ne tuhaf bir durumdu ne garip tesadüfler yaşıyorduk. Türk bildiğimizle Türkçe konuşamıyor. Milli içkimizi Anadolu`da içemiyorduk. Desponia mı bize yakındı. Yoksa Özbekler mi?
Eğer Özbekler bize yakınsa neden onlarla aynı samimiyeti kuramıyor, dost olamıyorduk. Anlaşılan bu hiç bilinmeyenli denklemi hiç çözemeyecektim. Bazen en kestirme yol kader kelimesi kullanmaktı. Kaderde ne varsa olur.

/Recep Yılmaz
19.06.2014

18 Haziran 2014 Çarşamba

Asarcık Açıkhava Kur’an Kursu

İl Milli Eğitim Müdürlüğü AR-GE birimi olarak Valiliğimizin oluru ile Samsun’un tüm (ilçeler dahil) din görevlilerine ve muhtarlarına “Engellilerin Hakları “ ile ilgili bilgilendirme seminerleri veriyoruz.  İlçelere gittiğimizde imkânlar oranında özellikle de AR-GE Sorumlusu Milli Eğitim Müdür Yardımcımız Sayın Muharrem Aykan Bey bulunduğunda sayın kaymakamlarımızı, belediye başkanlarımızı, ilçe müftülerimizi ve milli eğitim müdürlerimizi ziyaret ederiz. Son ziyaretimizi taşra ilçelerimizden Asarcık’a yapmıştık.

Din görevlilerine verdiğimiz seminer sonrasında Asarcık’ta Kur’an okuma seferberliğinin ilan edildiğini, çocukların karnelerini alır almaz Hayrat Vakfı’nın sponsorluğu ile “ELİF-BA” larına kavuştuklarını öğrendik. Asarcık Sayın Kaymakamı’nın takipleriyle Asarcık Müftülüğü ve Milli Eğitim Müdürlüğü’nün koordinesiyle Asarcık’ın bir Açıkhava Kur’an Kursu’na dönüştürüldüğüne tanık olduk.

Asarcık’ın  ilk, orta ve lisede okuyan yaklaşık 4500 öğrenciye Kur’an-ı Kerim öğretmeyi hedefleyen bu proje sonunda en iyi okuyan dört kişiye ödül verilecektir. Bunların kim olduklarını biliyor muyuz? Bu sorunun cevabı ile “eğitimdeki başarının” anahtarını da elde etmiş olacağız. En iyi okuyan dört kişiden biri okumayı gerçekleştiren çocuk, diğer üçü de anne, baba ve öğretmendir.

Sayın Kaymakamımızın takibindeki bu proje herhalde ilk olacaktır. Kendilerini kutluyorum. Yaklaşık 18000 bin nüfusa sahip bir ilçenin tamamında Kur’an okuma seferberliği ilan etmek, koca bir ilçenin tüm mahallelerini(köylerini) buna dahil ederek orayı Açıkhava Kur’an Kursu’na dönüştürmek herkesin işi değildir. Bu konuda sponsor olan Hayrat Vakfı’nı kutluyor ve diğer vakıflara örnek olmasını diliyorum.

Projenin gerçekleştirilmesinde en büyük gayretin Müftümüz Sayın Veysel Hocamızın koordinatörlüğündeki din görevlilerinden gelmesinin gereğine inanıyoruz. Bu yaz, inşallah Asarcık’a Kur’an rahmeti yağacaktır. Bu yaz Asarcık’a inşallah nur yağacak, Kur’an’ın bereketi  gönüllere yerleşecek, sevgi tohumları  ekilecektir.  Dünya insanlığının muhtaç olduğu sevgi tohumlarını ekecek olan Asarcıklıları ve değerli yöneticilerini kutluyor, başarılar diliyorum.

Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
18.06.2014

Köylerde İn-Cin Top Oynuyor…

Biz yıllardır söyledik. Yazdık. Yazık ediliyor, dedik.  Aldırış eden olmadı. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, bir süredir köyleri dolaşıyor. Karşılaştığı manzara karşısında ‘Köylerde in-cin top oynuyor’ dedi. Haklı mı? Yerden göğe kadar haklı. Bu konuda aynı düşünüyoruz.

Sayın Yılmaz, nüfusun günden güne azalması ile köylerin boşalması sonucu kent ekonomisinin olumsuz etkilendiğini söyledi. Göç sorununa neşter vurmak için çalışma yapacaklarını ifade etti. Köylerde tespit ettikleri su sorununun ciddi boyutta olduğunu dile getirdi. Su sorunu için 50 milyon dolara ihtiyaç bulunduğunu belirtti. Bunun çözümüne yönelik geniş çaplı bir proje hayata geçireceklerini kaydetti. 960 köyde 3 bin 500 kilometrelik yol bulunduğunu ve bunun 2 bin kilometrelik bölümünün elden geçirilmesi gerektiğini söyledi.

 Bunlar özet. Bu hizmetler götürülse de köyden göçün önüne geçmek mümkün mü? Bence asla. Köylü, ekonomik sıkıntı içinde. Ürettiği ile kazanamıyor. Çareyi daha iyi bir yaşam için köyü terk etmekte buluyor. Kısacası göçe ekilen tarlaların kazandırmaması neden oluyor. Köylere hizmet vermek zordur. Köylerimizin çoğu dağınık. Birkaç aileden oluşan mahalleler var. Hepsine hizmet vermek mümkün olamaz. Hele hele eşit hizmet asla. Birkaç aileden oluşan köy mahallesine ne su ne yol ne de kanalizasyon götürebilirsiniz. Her şeyden önce güç yetmez. Plansız-programsız işlerin ürünü bu.

Cumhuriyet ile birlikte toplu köy uygulaması zorunluluğu getirilebilmiş olsaydı, bugün bu sıkıntılar olmazdı. İsteyenin istediği yere yerleşmesine izin verilmeseydi, bölük-pörçük yerleşim alanları olmazdı. Köylere arzulanan eğitim bile verilemiyor. Köylü hiç eğitilmedi. Dededen-babadan kalma yöntemlerle halen üretim yapmaya çalışıyor. Durum böyle olunca da bugünler yaşanıyor. Yani göç.

Yusuf Ziya Yılmaz’ın dediği gibi köylerde in-cin top oynuyor. Korkarım gelecekte in-cin de top oynayamayacak hale gelir. Ne dersiniz?

/Avni DEMİR
18.06.2014


16 Haziran 2014 Pazartesi

Kentin Markasıymış!

“Spordan anlamam” diye ısrarla vurgularım. Sporun ve spor yazarlığının bir özel ihtisas dalı olduğuna ve insanların ihtisas sahibi olmadığı, en azından, yeteri kadar bilmediği konularda yazmaması gerektiğine inanırım, onun için de spor yazısı yazmaktan mümkün olduğunca kaçarım.

Bir şehir efsanesi dolanır durur siyasetçilerin ve spor sevdalılarının ya da kendilerini öyle tanımlayanların dillerinde “Samsunspor bu kentin en önemli markası!” diye. Dün bu kentin “en önemli markasının” olağanüstü kongresindeydim. Eğer Samsunspor bu kentin gerçekten “en önemli markası” ise bu kent markasına sırtını dönmüş. Ya da başka bir ifadeyle bu kentin siyaset dünyası, merkezi ve yerel yönetimi, iş alemi, sermaye grubu, kısacası kentin “kaymak tabakası” bu kentin “en önemli markasıyla” gönül bağını çoktan kopartmış.

Samsun, nüfus itibariyle Türkiye’nin ilk 20 kentinden biri, bir milyon iki yüz elli binden fazla insan yaşıyor. Samsunspor elli yıla yaklaşan mazisiyle bu ülkenin köklü bir kulübü; iki binden fazla üyesi var. Dünkü kongresi kentin nüfusuna da kulübün mazisine de “en önemli marka” söylemine de yakışmadı. Samsun Valisi Sayın Hüseyin Aksoy’un dışında hiçbir bürokrat, MHP Samsun Milletvekili Cemalettin Şimşek, eski AKP Milletvekili Fatih Öztürk ile AKP İl Başkanı Fuat Köktaş’ın dışında da hiçbir siyasetçi ve herhangi bir belediye başkanı yoktu. Meslek odaları, sivil toplum kuruluşları da temsil edilmiyordu salonda. Hatta Hakkı Tomaç ve Erkut Tutu’nun dışında eski başkanlardan da kimse yoktu. Erkut Tutu da galiba aday olmak için(!) gelmişti. Yıllarca bu kulüpte yönetim kurulu üyeliği yapmış sayıları yüzü aşkın yöneticiden gelenler de bir elin parmakları kadardı. Ve koca bir kentin “en önemli markası” sadece ve sadece 150 civarında bir delegenin katılımıyla kongre yapıyordu.

Emin Kar’ı “tüm baskılara rağmen aday olmayacağım” dedikten sonra liste çıkarmakla ya da Erkut Tutu’yu “Ben varım” dedikten sonra seçime girmemekle eleştirmek mümkündür ve her iki eleştiri de haklıdır. Hatta başka eleştiriler de yapılabilir. Ancak bu eleştirileri bugüne kadar hemen her zeminde dile getirenler ve bundan sonra da yapacak olanlar da o salonda yoktu. Salonun bende uyandırdığı his, bu kentin “en önemli markasıyla gönül bağının kestiği” ya da o “en önemli marka için risk ve sorumluluk almaktan kaçtığı” oldu.

“Marka” ya da “Cumhuriyetin yüzüncü yılında ülkenin onuncu kenti olmak” söylemleri güzeldir, kulağa ve gönle hoş geliyor ama ne yazık ki gerçekçi değildir. Kent “tek ortak paydası” olan Samsunspor markasına bu kadar ilgisizse, bir takımı sahiplenemiyor, onun sorumluluğunu üstlenemiyorsa, geleceği planlaması ve iller arası yarışta ”mucize sıçrayışlar” gerçekleştirmesi mümkün değildir.

/Osman KARA
16.06.2014

15 Haziran 2014 Pazar

‘Samsunluyum’ Demekle Olmuyor

Yıllarca yakındılar. "Suyumuz yok" dediler. Eşekle su taşırken haber oldular. Çamur içinde poz verip "Yolumuz yok" diye seslendiler. Sesleri kah duyuldu kah duyulmadı.  Ama isyan etmek yerine sessizce beklediler. Kimden söz ediyoruz.  Elbette Samsun'un köylerinden ve bu köylerde yaşayan çilekeş insanlardan. Ve nihayet yıllardır duyulmayan sesleri 30 Mart seçimleri ile Samsun'un bütünşehir olmasıyla ancak karşılık buldu. Seçimlerin ardından köyleri gezerek sorunları tespit eden Başkan Yusuf Ziya Yılmaz, önünde "su, yol, kanalizasyon" gibi büyük maliyet tutan işleri de bir anda kucağında buldu.

Şimdi bir planlama dahilinde köylerde kapsamlı bir çalışma başlayacak. Öncelikli olarak da su meselesi ele alınacak. Çünkü Samsun'da 60'ın üzerinde köyde ciddi anlamda su sorunu var. Zaten Başkan Yılmaz'da bu durumu; "Su kaynaklı bir salgın hastalıkla ilgili endişe duymamak için köylerdeki suları doğru dürüst revize etmek zorundayız" diyerek yorumladı. Köylerin sorunu çözülecek ama yıllardır el atılmadığı ve ciddi bir kaynak gerektirdiği içinde görünen o ki zaman alacak. Sorunun giderilmesi için gerekli rakamın 50 milyon dolar olduğu ifade ediliyor.  

Büyükşehir'in kaynakları ile de sorunun çözümü için bir 10 yıla gereksinim var. Hadi yolu geçtik, önemli ama kanalizasyonu da bir kenara koyduk fakat yaşam kaynağı su için aynı şey söylenemez.  Bundan sonra olması gereken Samsun'un iktidar muhalefet partileri güç birliği içinde devlet kanalından bu insanların sorunun çözümü için kaynak sağlamalı mücadele etmeli. Samsunluyum demekle Samsunlu olunmuyor.

/ Salim SÜRMELİ
15.06.2014

14 Haziran 2014 Cumartesi

Tarım Lisesi'nde Son Karne!...

Gelişmeler bunu gösteriyor. Tarım Meslek Lisesi'nde son karneler verildi.. Önümüzdeki yıl Gelemen'deki yeni binasına taşınacağı da 'tüm tepki devam eden yargı sürecine rağmen' bugünden belli gibi.. Dün tören düzenlendi, karneler verildi okul tatil edildi..

Ama 'Tarım Lisesi' aslında tatil değil, aynı zaman da tayin de edilmiş oldu.. Yeni gelen malzemelerin 'Gelemen'e gönderilmesi de' bunun göstergesi.. Aileler dün çadır kurdu bahçeden çıkmama kararı aldı ancak, 'Atakum Meclisi'nde atı alan Üsküdar'ı çoktan geçti..

Yargı sürecine rağmen protokol cami onaylandı ve AK Parti'li üyelerin oylarıyla kabul edildi.. Hem de 1/5000'lik imar uygulaması mahkemelikken, 1/1000'lik imar uygulaması geçirildi.. Sonuçta son kararı yargı verecek ama ondan daha ilginci AK Parti Meclis Üyeleri'nden birinin söyledikleri.. Samsun’un tanınmış simalarından işadamı, siyasetçi ve sivil toplum kuruluşu yöneticisidir Adnan Öz. Saadet ile başlayan siyasi yaşamını HAS Parti'de devam ettirdi; son olarak ta AK Parti Atakum Belediye Meclis Üyesi oldu.

Önceki gün basında Protokol Cami'nin meclisten geçmesiyle ilgili açıklamasını gördüm..  Diyor ki; "Bizim trafik kargaşası olacağıyla ilgili endişelerimiz vardı elbette. Ama bu projeyi düşünenler o yol olayını da hallederler, diye düşündük".. Düşünce güzel de, 'Nasıl olacağını sormayı niye düşünmediniz' diye sormak isterim açıkçası.. Nasıl olacak oraya yol.. Zaten orada mevcut yol var.. Arkası da sahil yolu.. Başka yol yapılacak yer olmadığına göre; 'onu da düşünmüşlerdir gibi bir yaklaşım' nasıl izah edilebilir ki..

Öyleyse düşünmüşlerdir dedikleriniz, kamuoyuna açıklasın 'o yolun nasıl olacağını'.. Ama işin aslı öyle değil elbette.. Üç öğretim üyesinin hazırladığı bilirkişi raporunda, o bölgede yaşanabilecek trafik sıkıntısının tüm detayları açık.. Ve orada el kaldıran meclis üyelerinin bir çoğunun ne o bilirkişi raporunu okuduğunu tahmin ediyorum ne de 'nasıl çözülecek o yol' diye sorduğunu.. Zaten mesele de bu.. 'Sorgulamak yok, sormak yok, çözüm arayan yok'.. Zaten komisyonlarda kimler var diye dün göz gezdirdim, bulunduğu komisyonla mesleği alakasız ne isimler var.

Tamam anladık, gurup kararı var, uyma zorunluluğu da var da; en azından 'o yol işi nasıl çözülecekmiş' bunu meclis üyesi olarak öğrenmek ve kamuoyunu bilgilendirmek sorumluğunuz da var.. Yasal zorunluluğumuz yok diyeceklerdir şimdi.. Elbette yok.. Ama etik olarak var.. Çünkü halkın oylarıyla orada oturuyorsunuz ve sorumlusunuz.. Ama haklısınız.. 'Halk sormuyor, sorgulamıyor, sorumluluğunu yerine getirmeyene hesap sormuyor'.. O zaman ne gerek var değil mi?.. O projeyi yapan düşünsün.. Biz elleri kaldırdık, indirdik.. Olay budur?.. Hoş geldin Protokol Cami, trafik kaosu, güle güle Tarım Lisesi.. Nereye? 'Gelemen'e..

/A.Yener CABBAR
14 Haziran 2014

Kültür Ve Sanat Çalıştayı-3

Prof. Dr. Metin EKER’ in basına dağıtılan konuşma metnini TRT’ den değerli dostum Mehmet GENÇALİ elime verdi. Okumaya başlayınca; çiçeği burnunda gazetecilik yaptığım yıllarda Yazı İşleri Müdürüm İrfan YANKUTAN’ ın sözü aklıma geldi. “Yazılan yazı, okuru yormayacak!” derdi. Nur içinde yatsın. 19 Mayıs Üniversitesi’nin kurulması için çalışmış bir milletvekili idi. Kendisini Çetin Altan’a benzetirdim. Sigarası hep kalın etli dudağına yapışık dururdu. Ufacık daktiloda söylediğini yazardım. Rahmetlinin bu söylediği sözün, daha sonraları İlhan SELÇUK’ a ait olduğunu “Gölge Adam” gazetesinde çalışırken Ertuğrul AKBAY’ dan öğrenecektim. Basınımızın duayen gazetecileri ile hep arkadaştı. Onlarla ilgili çok anılarını dinlemiştim…  İrfan YANKUTAN’ ı saygı ile anıyorum…

Şimdi durduk yerde neden aklıma geldi ki bu? Sanırım Prof. Dr. Metin EKER ‘ in konuşma metnini okurken, bazı cümlelerinin anlaşılmasında kendimi zorladığımdan olsa gerek! Zira ilk cümlesi müthiş dikkatimi çekti! “Kültür bir ruhtur sanat ise onun bedenidir.”  Hay Allah! Kültür Sanat Çalıştayı- 1 başlıklı yazımda: “Kültür boşluk sanat ise onun bedenidir.” demişim! Yani “ruhtur” kelimesi yerine “boşluk” yazmışım. Hay aksi! Yazılı basından elimize gelen bu sehven yanlışlığı düzeltir, özür dilerim. Doğrusu: “Kültür bir ruhtur sanat ise onun bedenidir.”
          
Prof. Dr. Metin EKER’e ait olan bu sözden,  ‘insani cismaniliği” kastettiğini anlıyorum. Konuşma metninin ikinci cümlesi ise: “Kültür bir ittifaklar alanıdır sanat ise bunu başarandır.” Farkındaysanız Prof. Dr. Metin EKER “ kolektif bilinci” vurguluyor. Hocamızın üçüncü cümlesi ise oldukça anlamlı.  “Birçok varlığın olduğu gibi kültürün de bir genetiği vardır ve sanat bunun mühendisliğidir.” Doğrusu bu cümle bendenizi etkiledi. Şüphesiz geçmişten bugüne ve geleceğe taşınan tüm nitelikleri belirtmenin vurgusunu yapmış… Zaten, çağdaş sanatta, niteliğe önem vermek gereklidir. Hem de her daim…

Pof. Dr. Metin EKER’in basına dağıtılan konuşma metninde başka ne demiş şimdi birlikte okuyalım mı? Okuyalım:
“Mevcudiyetinin ve akabinde hayatiyetinin sorgulandığı bir çağda kültür indirgenebilir niteliklere taşınmaktadır. Söz konusu kaos aynı zamanda kendi kuyusunu kazan bir sanat yaratmaktadır.”
“Kendi ideolojilerini ve gelecek tasavvurlarını meşrulaştırma alanı olarak yeniden konumlandıran kültür aynı zamanda meşhurlaştırmanın motivasyonlarını zenginleştirmektedir.”
“Çağımız kültür çağıdır. Hatta kültür savaşları çağıdır. Savaşın aktörleri ve teçhizatları yeni kültürel cephelerin ve çatışmaların uzaylarını biçimlendirmektedirler. Söz konusu aktörler çok merkezli bir yapılanmadan merkezsiz bir yapılanmaya yönlendirilen kültürün seçkinciliğini, normatifliğini ve konformizmini  aşındırmaktadır. Kültür savaşları; toplumsal, kültürel, sanatsal, ekonomik, politik ve ekolojik kalıp ideolojileri biçiminde yeni bir endüstrinin genetiğini icat ettiklerini savunmaktadır. Ama, icatları altında ezilen mucitler, “önce kültür” demeden geri duramamışlardır. Gerçeklerine hapsolmuş bir kültür ve dolayısıyla sanat, yeniden itibar ve nüfuz kazanımı mücadelesi için stratejik hamleler ve pozisyonlar arayışındadır.”

“Kendini imha etme mahiyeti keskinleştirilen sanat, postmodern kimliği ile aslında bir tür dönüşümün izlerini sergilemiştir. ‘Eser, tesir ve müessir’ üçlüsünün dinamik etkileşim tezahürü erozyona uğramıştır. Sanatçı tasfiye edilme yoluna gidilmiş izleyici ile eser baş başa bırakılmış ve sanatsal yeniden – üretim mekanizması aktif kılınmıştır. İzleyicinin itibarlaştırılmasının karşısında sanatçının etkisizleştirilmesi, belli oranda izleyiciyi stratejik bir konuma taşımıştır. Sanatçı ile izleyici arasındaki karşılıksız sözleşme, tek taraflı olarak feshedilmiştir. İletişimin ve etkileşimin görkemli doruğu olan sanat gerçekliğini ve geçerliliğini sağlamlaştırma savaşından galip çıkmak için görsel kültür içinde mevzilenmektedir.”

“Samsun özelinde şehir ile kent arasındaki farkın farkındalığına ait süreç halen aktiftir. Şehrin gelenekselliği, dağınıklığı ve sistematik olamayan planlama ve yaşam güncelliği ile bu olumsuzlukların daha katı ama programlı bir armonik pratikler toplamını ifade eden kent yapısına terfi etmesi uzun ve meşakkatli olacaktır. Kent kültürü, kentlilik bilinci, kent dokusu, kent bakışı, kent rutinleri, kent estetiği,  kent gündemi gibi başlıkların içi doldurulduğunda daha akademik, daha senfonik, daha izole ve daha sistematik kalıplarla baş başa kalabiliriz. Kent geleceği açısından Samsun’un önceliği kültürel ve sanatsal bilinç geliştirmenin tüm pratiklerini önemsemek, desteklemek ve yönlendirmek olmalıdır. Kitlesel ya da kurumsal tüm eğilimlerin karakterize olması adına süreçler tasarımlanmalıdır.”

“Samsun Kültür ve Sanat Platformu Derneği, yukarıda çizilen profil içinde tanımlanmaya çalışılan problemlere reçete olabilecek tasarımların kaynağı, yönlendiricisi, uygulayıcısı ve paylaşımcısı olacaktır. Hüviyeti ve ehliyeti ile orantılı bakış açılarının güçlü ve tesirli teşviklerine destek olunmalıdır.”

Kültür ve Sanat Çalıştayı’nda konuşan Prof. Dr. Metin Eker’e;  içeriği ile zengin olan bu konuşma metnine teşekkür ediyorum. Problemlere reçete olacak çalışmaların desteğine devam edelim diyorum. Haftaya görüşmek üzere.  Sağlıkla kalın…

/Ersin ERGE
14.06.2014

Bafra Musiki Cemiyeti

Hafta sonunu güzel kılmak adına farklı ve bir o kadar keyifli anlar yaşamamıza neden oldu Bafra Musiki Cemiyeti’nin Türk Halk Müziği konseri. Gerçek anlamda türkü ziyafeti idi. O gece Kültür Merkezi’nde bulunamayanlar, hiç düşünmeden kayıp hanelerine yazmalı. Oldukça köklü sanatsal faaliyetlere imza atan bir şehir için beklenen bir etkinlikti. Çabalarını, gayretini yakinen bildiğim Cemiyet Başkanı Sayın Namık Anarat ve ekibine, Bafra’nın bir teşekkür borcu var. O gece konser öncesi yaptığı kısa konuşmasında etkili mesajlar verdi.

Katılıyorum sanatın herhangi bir dalına gönül vermiş insandan katil olmaz. Katılıyorum bir enstrümanın tınısını duyan kadına el kaldırmaz. Katılıyorum, türkünün içselliğini hisseden bir yürekte vatana ihanet olmaz. Katılıyorum sanat müziğinin ruhu dinlendiren yanını keşfeden birinden zarar gelmez… Biliyorsunuzdur, böylesi çalışmaların hatta etkinliklerin mutfak kısmı oldukça meşakkatli, yorucudur. Hele çevrenizde “Başka işiniz yok mu” boşluğunda yaşayanların sayısı fazla ise katlanır çekilen sıkıntılar. Bütün bunlara rağmen, sanatı bir dönem sinemalarına yılın en özel günü mantığında gidilen, tiyatroların sezonluk geldiği bir şehirde kalıcı kılmak müthiş bir özveri.

Sanat her şeyin başında ciddi mesajdır ya hani, mesaj tırnak içine alınarak verildi aslında. Anlayana. Yok bu kez o salonda gözlerin aradıklarından bahsetmek istemiyorum. Kayıp onların. Anlaşılmaz olan ortak çaba ve gayrete sahip oluşumların fazla kişisel noktalarda kalmış olması. Değişecekse bir şeyler Bafra’da bu alanda olmalı. Yoksa kimlerin ne zaman öylesi yerlerde bulunmak için can attığını, ne zaman umurunda bile olmadığını bilen biliyor Bafra’da. 13 Haziran akşamını da aynı güzellikte ama bu kez Türk Sanat Müziği ile renklendirmeye hazırlanan Bafra Musiki Cemiyeti’nin benzer etkinliklere devam edecek olması; Bafram adına çok sevindirici.

Harikulade türkü gecesinde imzası olan başta Bafra Musiki Cemiyeti Başkanı Sayın Namık Anarat ve yönetim kuruluna, Koro Şefi Sayın Levent Aydın, koroda ve orkestrada yer alan değerli isimlere, sunumuyla gecenin yıldızını parlatan Sayın Mustafa Kurt’a sanatseverlerin yüreklerinden süzülen teşekkürü iletmek gerek. Biliyorum her geçen gün daha zorlaşıyor bu tür çalışmaları gerçekleştirmek Bafra’da, âmâ lütfen vazgeçmeyin. Vazgeçişlerin, terk edişlerin katmerlendiği şu süreçte özellikle. Bakın hızlı yayılıyor etkiniz. Sınırları içerisinde bayrağı indirilmiş bir ruh halinin, yüksek ihtimal sert ifadelerinin yer alacağı bir yazısını bile sanatınızla bu hale getirdiniz. İyi ki varsınız.

/Birol BİRCAN
14.06.2014

13 Haziran 2014 Cuma

Çiftlik Avm’de Bir ‘sahaflar Caddesi’

Lisedeyken, Antik Kitabevi vardı... Her öğle tatilinde gider; İsmail Abi'den "veresiye" kitap alırdım... Haftalığımı aldığımda ödemek karşılığında... Mesela, Kelebek'i ilk orada keşfettim... Kahverengi mat bir kapak; eski İncilleri andıran bir tarz ile direk cezbetmişti beni... Şimdi onları bulmak çok zor... Aynı şekilde, dünya klasikleriyle de orada buluşmuştum...  Dostoyevski, Tolstoy, Gorki... Ve daha nice isimler...

İsmail Abi, direnemedi... Hem kapitalizme hem de bizlerin ilgisizliğine yenildi... Öyle ki; artık ikinci eli bilmeyen bir nesil yetişiyordu... Bir giydiğini bir daha giymeyen... Hızlı tüketen... Derine inmeyen... Sadece kitaplara değil... Hayatın her alanına sirayet ediyordu bu anlayış; bir virüs gibi... Oyun konsollarıyla, CD'lerle, internetle, cep telefonlarıyla da; hastalık hızla yayılıyordu... Sonunda beklenen oldu... İsmail Abi de; kepengini gözyaşlarıyla indirip, Samsun'u terk etti...

O zaman, İsmail Abi haricinde; yaşı 80'e varan birisi daha vardı... Hüdaverdi Amca... Solcuydu... Herkes tanırdı Samsun'da... O da, oradan oraya sürüklenerek; gitti... Bilmiyorum şimdi yaşıyor mu ama... Elinden sigarası; yanından da kedisi eksik olmazdı... Bir de; Çiftlik'te; bir pasajın içinde vardı sahaf... Geçen gün, bizim Uğur Küçük’le yolumuz düştü… Belki güzel şeyler buluruz diye... Elimizi attığımız yerden KPSS, LYS kitapları çıkıyordu... Testler, konu anlatımları... Koskoca sahaf; bir dershane kitaplığına dönmüştü... Üzülerek çıktık...

Dün, bir büfenin önünden geçiyordum...  Bir sepetin içinde kitaplar vardı... Eski, ikinci hatta üç, dört, beşinci el kitaplar... Tanesi 1 TL...  İlgimi çekti... Tam tamına bir saat, sepeti altüst ettim... Ağırlıklı çocuk kitapları arasında; benim için çok değerli sayılabilecek kitaplara eriştim...  Ne vardı mesela aralarında... Küçük Prens... Yılmaz Odabaşı, Aşk Şiirleri... Ziya Gökalp, Türkçülüğün Esasları... Sun Tzu, Savaş Sanatı... Gothe, Faust...  Eflatun, Sokrates'in Savunması... Hepsini 6 TL'ye aldım... Açıkçası, çok da mutlu oldum... Ama diğer yandan da; eski kitapçıları; sahafları, dört bir duvarı kitaplarla çevrili o yerlere özlem duydum... İçim sızladı...

"Keşke Samsun'da sahafların sayısı artsa" diye geçirdim içimden... Kitaplar zamana yenilmese... Ve bir “sahaflar caddesi” olsa... Fena mı olur... Çiftlik AVM'nin bir arası; boydan boya kitapçılarla dolsa... Sanırım sadece ben değil, herkes mutlu olur... Kim bilir, belki sesimizi duyan da olur…

/Miraç ÖZTÜRK
13 Haziran 2014

12 Haziran 2014 Perşembe

Ayvacık, Medeniyetin Katline Ferman Verdiği Cennet

Modernizm-teknoloji algımız modern zaman medeniyet algımızdır. Huzur, estetik ve sağlığını yitirmiş bu algıyı malumunuz olduğu üzere kısaca “Betonlaşma” olarak da tanımlayabiliriz. Sonuç olarak medeniyet tarzımız betonlaşmadan ibaret değil mi? Ne kadar beton dökerseniz o kadar medeni Ne kadar medenileşirsek bir o kadarda betonlaşmış oluyoruz. Yazık…

Samsun Ayvacık; Tam dedikleri gibi Yeşilin bütün tonlarını bulabileceğiniz, Baraj gölleriyle güzelliğine güzellik katmış bir ilçe. Nüfusu daha birkaç bin. Sükûnet ve huzur dolu bu küçücük, Cennetten bir parça ilçe, gün geçtikçe hoyratça betonlaşıyor, sözüm ona medenileşiyor. Yıllardır gider gelirim ilk defa Ayvacık için bu kadar üzülüyorum.

Doğal kalmayı beceremiyoruz. En azından doğal güzelliği koruyarak uygarlaşmayı… Maalesef ne şehir plancılarımız doğru düzgün iş çıkarabiliyor ne şehrin çehresine hükmedebiliyoruz. Her güzelliği bu kadar rezilce hoyratça harcama hakkımız yok! Allah aşkına durun! Biraz geleceği, biraz başka ülkelerdeki örnekleri düşünün! Elinizdeki serveti bu kadar ucuza heba etmeyin!

Sıradan basit birkaç kat betonla apartman sahiplerine 3-5 kuruş kazandıran yapılarla harikulade fırsatlar çöpe atılıyor. Henüz vakit erken. Yanlıştan dönebilir, hatalar düzeltebilir. Cennet gibi bu ilçeyi kurtarabiliriz! Biraz cesaret. Biraz insaf yeter.

Büyükşehirlerde küçük bir mahalleye kentsel dönüşüm için harcanan paranın yarısı ile bu ilçe harikulade komple bir turizm yatırım alanına dönüşe bilir. Bütün gelişmeyi, Yapılaşmayı, Yaşam alanları ve kent merkezini uygar dünyada olduğu gibi doğallıkla uyumlu, enfes bir yeniden yapılandırma ile dönüştürebiliriz. Çok zor değil!

Çok mu zor? Göl çevresini doğayla uyumlu tamamen doğal yapı malzemeleriyle estetik harikulade otel vb. işletmelerle donatmak… (?) Özellikle Göl Çevresi orman alanlarına farklı ağaç türleriyle ufak müdahalelerde bulunmak… (?) Kent merkezi Keskinoğlu Tepesi ardında Keskinoğlu Mahallesine kaydırılıp kıyıyı çarpık yapılaşmadan kurtarmak… (?) Ayvacık insanını özellikle gençlerini turizm yönlendirip Turizm Sektöründe kalifiye hale getirmek… (?) Ayvacık’a Turizm Meslek Yüksek Okulu Kazandırmak… (?) En azından yakın köylerinin Fındık bahçeleri dışında meyve bahçeleri haline getirerek hem kazancı artırmak hem doğal çevreye zenginlik katmak … (?)

“Saklı Cennet” demek kolay da gerçekte korumak çok mu zor? Hem de Büyükşehirlerde ufak bir mahallenin kentsel dönüşüm harcamaları kadar tutmayacak harcamayla… Güzel günlere uyanın. Sağlıcakla kalın.

/Uğur DEDE
12.06.2014

11 Haziran 2014 Çarşamba

Yağmur Da Bir Sınav Türüdür…

Hepimiz öğrenciliğimizden biliriz sınav türlerini ve sınav isimlerini, yazılı sınavlar, sözlü sınavlar, klasik sorularla yapılan sınavlar, test sınavları, sene sonu sınavları, Vesaire vesaire vesarire… Bu sınav türlerine, yağmur yoluyla ve diğer afetler yoluyla yapılan, belediyelerin seviyelerinin belirlenmesi sınavlarını da eklemek, sanıyorum yanlış olmaz. 

Okullarımızda, öğrencilerimizin okudukları derslerin konularından, ne kadarını öğrendiklerinin, ne kadar doğru öğrendiklerinin kontrolünü yapmak için yapılır sınavlar. Sınavlar, merkezi bir sistemle yapılabildiği gibi, okullarımızda ders öğretmenlerinin yaptıkları yazılı ve sözlü sınavları yoluyla da yapılabilmektedir. Yağmur yoluyla yapılan sınavlarda da belediyelerimiz, kentleşme konusunda, altyapı konusunda, doğa ile uyumlu yaşayabilme konusunda sınavlara tabi tutuluyorlar.

Tabiat ana yapıyor bu sınavları. Tabiat ananın yaptığı bu sınavlar, yağmurlar yoluyla yapılıyor. Diğer doğal afatlar yoluyla yapılıyor. Bu sınavlar özellikle belediyelerimizin ara sınavları oluyor. Seviye belirleme sınavları oluyor. Tabiat ana bu sınavları her sene bu mevsimlerde yapıyor. Bu sınavlardan önce sınava girecek belediyelere, Tabiat ana, yapacağı sınavda soracağı soruları da veriyor. Yalnız tabiat ananın bir huyu var, sınavlarda torpil nedir bilmiyor ve bu iktidarın belediyesidir bunu biraz idare edeyim demiyor.

Bir öğrenci Kimya dersinin 1. Yazılısından yeterli notu alamadıysa, hangi konularda eksiği olduğunu belirleyerek, yapılacak 2. Sınava o eksiklerini gidererek girer. Ama bizim bu belediyelerimiz, her yıl bu mevsimlerde, Tabiat ananın yaptığı bu seviye belirleme sınavlarından, sorulacak soruları bilmesine rağmen başarılı olamamaktadır ve sınıfta kalmaktadırlar. Belediyelerimiz Tabiat ananın yaptığı bu sınavlardaki başarısızlıklarından ders çıkaramamakta ısrar ediyorlar.

Dere yatakları üzerine yapılan yerleşim alanlarında bodrum katlarında boğularak ölenler bile, belediyelerimizin akıllarını başlarına getiremiyor. Doğayı tahrip etmeye, tabiat ananın verdiği sorulara çalışmamaya devam ediyorlar. Belediyelerin başarılarını artırmak için dershane tavsiye edecektim ama dershanelerde kapatılıyor. Belediyelerimizin yapacağı tek şey, yaramazlık yapmadan, boş zamanlarında bol bol ders çalışmak.

/Tekin AKIN
11 Haziran 2014

10 Haziran 2014 Salı

Samsun Gelişirken…

Bir ömür tükettik bu kentin sokaklarında.. Mecidiye caddesini 50 kere turladığımız, Huzur kahvesinde kağıdın gözüne vurduğumuz günlerden bugünlere geldik.. Koren’in bahçesinden öte geçemezdik geceleri.. Şehir, Olgunlaşma Enstitüsü’nün önünde biterdi neredeyse.. Batıda Matasyon, doğuda Derbent mesire yeri idi o zamanlar.. Resmi bayram günleri Çiftlik caddesinden geçen Mehter Alayları şenlendirirdi evleri. Pazar günleri ise Hipodrum’a giden süslenmiş atları seyrederdik beraberce..


Çiftlik Karakol’unun komiser amcası, asayişin de babasıydı.. Gece bekçi amcaların karşılıklı düdük sesleriyle korkumuzu bastırır, öyle dalardık uykuya.. Yüksek zevatı ancak Şehir Kulübü’nün ön balkonunda görür ama karşı kaldırımdan kaçamak bakışlarla süzerdik ancak.. Çok eğlence yoktu o zamanlar.. Ben liseliydim mesela.. O zaman futbol, basketbol, voleybol takımlarında oynamak ve bando takımının elamanı olmak ayrıcalıklıydı.. Ben futbolu tercih etmiştim ama tanınmama yetmişti o zamanlar..

Bir avuç insan gibiydik.. Hep birbirimizi tanır ve severdik.. Gençliğin ateşi vardı içimizde ama saflığı da yeşermişti.. O günü gençleri biz, birbirimizi hiç terk etmedik.. Yıllar sonra bulunduğumuz meclislerde,” Biz 50 yıllık dostuz. O gün, bugün birbirimizi hiç terk etmedik” demeyi dostluğa sadakat bildik..

Sonra büyüdü Samsun.. Serpildi, genişledi.. Genç ve orta yaşları geride bırakan bizlerde ona eşlik ettik.. Biliyor musunuz, çoğumuz tahsilliydik.. Kimimiz serbest hayatı.. Kimimiz devleti tercih ettik.. Çok büyük adam çıkardı içimizden, çok.. Vekiller, başkanlar, bürokratlar yetiştirdik.. Samsun büyüyüp, gelişirken dostluklarımız hep taze kalsın istedik.. Ama bu arada bizimle beraber hayat içinde bir başka şeyin daha gelişip, serpildiğini unuttuk.. Kahpeliği!...

Kendi menfaatlerini düşünen, iktidar erklerini ellerinde bulunduranlara yakın olmak için fırsat bulduklarında bizi harcamayı iş edinen kahpeleri unuttuk.. Yılların dostlukları da büyütüp, koruma altına alacağı gibi saf bir düşüncenin esiri olduk.. Oysa herkes kendi tezgahına bakmış.. Kim, kimi daha çok okşuyorsa o, değer bulmuş ta,.. Samsun büyüyüp, gelişirken biz; Yalnızlıklara saf tutmuşuz!

Günün Sözü: GERÇEK DOSTLUK, cilalı sözlerle okşayanla değil, yüreğini açanla var olur.. N.S

/Nusret SAĞLAM
10 Haziran 2014