21 Ocak 2014 Salı

Muzaffer Önder: Efsane Başkan!

Aslında 2004 yerel seçimlerinde benim Muzaffer Önder için bulduğum ve kullandığımız slogan "O Bir Marka" idi. (O seçimlerde Rahmetli Önder'in seçim çalışmasını yürüten çekirdek grubun içinde idim ve yazılarını yazıyordum) Ama Sevgili Şenol (Çakır) Muzaffer Önder'in 8'inci ölüm yıl dönümü haberini sitemize haberleştirirken çok daha güzel bir başlık bulmuş. Efsane Başkan! Bence de...

Muzaffer Önder seveni sevmeyeninden çok, hatta oyunu esirgeyip sevgisini esirgemeyen kitleye sahip bir belediye başkanı idi. Bugün de yine seveniyle, sevmeyeniyle, oyunu vereniyle, vermeyeniyle arkasından rahmet okunan bir belediye başkanı. Zannım odur ki; bu şehirden gelip geçen, hatta gelip geçecek olan tüm belediye başkanları içinde de her zaman yeri ayrı olacak olan bir belediye başkanı. Ruhu şad olsun...

Muzaffer Önder'in başkanlık dönemleri benim de aktif gazetecilik yıllarıma denk düşüyor. Özellikle ben Hürriyet'te iken sık sık görüşürdük. Ya biz giderdik makamına ya o belediyenin bir minibüsü ile Divitçioğlu'ndaki büromuza gelir Şenol (Çakır)'la beni alır şehir turuna çıkarırdı; yaptıklarını gösterip yapmak istediklerini anlatmak için... Kimi zaman da ya bizim büroda ya O'nun evinde ya da makamında oturur, sohbet ederdik. Bir de adının verildiği, büstünün konulduğu parkta... Çoğu yaz akşamı Başkanı, eşi Sebahat ablayla o parkta bulacağımızı bilerek giderdik ve hiç de yanılmazdık. Masasına oturur belediye başkanı vasfının yanı sıra eşimiz, dostumuz, bir aile büyüğümüz gibi konuşurduk hemen her konuda... Şimdiki belediye başkanları gibi kendisini seçenlere uzak, ulaşılmaz, tepeden bakan bir kibirde değil, tersine sıcak, samimi, halkçı ve mütavazı idi Muzaffer Önder. Sevgili Yılmaz Türkoğlu iyi hatırlar, makamına gittiğimizde eğer yok ise o anda, 'özel kalem'den odasına geçer beklerdik çoğu kez. Kapıları hep açıktı. Öyle odasına geçmek için özel kartlara, en gizli işlerin yapıldığı binalardaki gibi kart okunmadan açılmayan kapılara ihtiyaç hissetmezdi. Nihayetinde halkın belediye başkanı olduğunun farkında idi. Daha da önemlisi, öyle hissediyordu.

Kibar ve nezaketli bir yapısı vardı Önder'in. Ne zaman evine ziyarete gitsem (ki son seçiminde çok sık gitmiştim) en az kendisi kadar alçak gönüllü eşi Sebahat abla ile birlikte kapıda karşılar, Sebahat ablanın ikram ettiği kahveyi rahat içmem için hemen yanıma bir sehpa yaklaştırır ve ayrılırken "Başkanım lütfen, beni mahçup ediyorsunuz" dememe rağmen ısrarla paltomu tutar, hatta engel olmasam, ayakkabılarımı çevirmek isterdi...

Dedim ya Hürriyet'e sık uğrardı... Bugün gibi hatırlıyorum. Bir pazar günü uğradı yine. O gün de benim yönetim kurulu üyesi olduğum Doğayı Koruma Derneği'nin (çok kaliteli bir dernekti. Onun da ayrı bir hikayesi var. Belki bir gün bir vesile ile onu da anlatırım) Gelemen taraflarında bir yerlerde hem pikniği hem de ağaç dikme etkinliği var. Muzaffer Önder de belediye başkanı olarak davetli. Ben de hem derneğin yönetim kurulu üyesi olduğum hem de o tarz piknikleri sevdiğim için gitmek istiyorum ama pazar günleri büroda nöbetçi olduğum için ancak bir-iki saatliğine gidebileceğim ve bunu nasıl yapacağımı da bilemiyorum. İşte tam ben bunları düşünürken Muzaffer bey geldi büroya ve ben hemen sordum:

-Başkanım gidecek misiniz ağaç dikmeye?"
-Evet, gideceğim. N'oldu?
-Ne kadar kalacaksınız piknik alanında?
-Az kalırım, başka işler var. Niye sordun?
-Tamam o zaman ben de geliyorum sizinle. Beraber de döneriz..

Ağaç dikilen alana gittik. Öyle çok eş, dost var ki! Ortam da güzel. Ben vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Bir ara baktım bir çok kişi bana sesleniyor, el sallıyor İlknurr, İlknurrr diye. Arkalarında da Muzaffer Önder! Meğer dönme vakti gelmiş, beni arıyormuş koca alanda. Göremeyince de herkese sormaya başlamış. "İlknur'u gördünüz mü? Onu iş yerine götüreceğim" diye... Şimdi hangi belediye başkanı çömez bir gazeteciyi arar koskoca alanda hem de herkese sorarak, bilmiyorum. Ama sanırım hiç biri...

2004 yerel seçimlerinde bir partilinin tahsis ettiği apartman dairesinde yürütüyoruz çalışmalarımızı. Çay ve yemek servislerini yapan iki üç de garson her an bizimle. Öğlenleri o garsonlar hazırladıkları masada yemeğimizi servis ediyorlar ve biz 7-8 kişi oturup yiyoruz. Yemekten sonra da masadan kalkmadan arkamıza yaslanıp bir garson masayı toplarken diğer garsonun getirdiği çaylarımızı içiyoruz. Önceleri pek dikkat etmedim. Ama sevgili dostum Ahmet Sarı bir gün işaret ederek dikkatimi çekti. Baktım biz, hepimiz yemeğimizi bitirip arkamıza yaslandığımız anda Muzaffer Önder tabaklarını iç içe koyuyor, çatalını, bıcağını, peçetesini de tabakların içine... Masadaki diğer boşalanları da garsonlar kolay toplasın diye yan yana...

Ben Muzaffer Önder'i çok severdim, çok da sayardım. O'nun da beni sevdiğini bilirdim. Ancak siyasi yönden fikir ayrılıklarına düştüğümüz de çok olurdu. Tatlı tatlı tartışırdık kimi zaman. Ama hep belirli biri mesafeyi koruyarak. Ne ben saygısızlık yapardım ne de o beni incitirdi. Onun bana olan sevgisinin, hoşgörüsünün ve gösterdiği sabrın sınırlarını zorlamazdım hiç. Yalnız bir keresinde, kalabalık grup halinde düzenlenen akşam yemeklerinin birinde, CHP ile ilgili eleştirilerimi otosansür uygulamadan sıraladım, bir bir... Dinledi, dinledi... "Bu kız 'kırmızı'nın hakkını veriyor" dedi. O kadar! (Ben akşam yemeklerinde hep kırmızı şarap içerdim ki hala da öyle)... Bu durumu bir de bugüne, bugünkü belediye başkanlarına ya da adaylarına, hatta aday adaylarına uyarlayarak düşünün. Düşünün ve kıyaslama yapın eleştiriye olan tahammüller arasında...

Zannım odur ki; bu şehirden gelip geçen, hatta gelip geçecek olan tüm belediye başkanları içinde her zaman yeri ayrı olacak olan bir belediye başkanıydı Muzaffer Önder. Ruhu şad olsun...

/İlknur YAMAK
21.01.2014

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder