Aslında 2004 yerel seçimlerinde benim Muzaffer
Önder için bulduğum ve kullandığımız slogan "O Bir Marka" idi. (O
seçimlerde Rahmetli Önder'in seçim çalışmasını yürüten çekirdek grubun içinde
idim ve yazılarını yazıyordum) Ama Sevgili Şenol (Çakır) Muzaffer Önder'in
8'inci ölüm yıl dönümü haberini sitemize haberleştirirken çok daha güzel bir
başlık bulmuş. Efsane Başkan! Bence de...
Muzaffer Önder seveni sevmeyeninden çok, hatta
oyunu esirgeyip sevgisini esirgemeyen kitleye sahip bir belediye başkanı idi. Bugün
de yine seveniyle, sevmeyeniyle, oyunu vereniyle, vermeyeniyle arkasından
rahmet okunan bir belediye başkanı. Zannım odur ki; bu şehirden gelip geçen,
hatta gelip geçecek olan tüm belediye başkanları içinde de her zaman yeri ayrı
olacak olan bir belediye başkanı. Ruhu şad olsun...
Muzaffer Önder'in başkanlık dönemleri benim de
aktif gazetecilik yıllarıma denk düşüyor. Özellikle ben Hürriyet'te iken sık
sık görüşürdük. Ya biz giderdik makamına ya o belediyenin bir minibüsü ile
Divitçioğlu'ndaki büromuza gelir Şenol (Çakır)'la beni alır şehir turuna
çıkarırdı; yaptıklarını gösterip yapmak istediklerini anlatmak için... Kimi
zaman da ya bizim büroda ya O'nun evinde ya da makamında oturur, sohbet
ederdik. Bir de adının verildiği, büstünün konulduğu parkta... Çoğu yaz akşamı
Başkanı, eşi Sebahat ablayla o parkta bulacağımızı bilerek giderdik ve hiç de
yanılmazdık. Masasına oturur belediye başkanı vasfının yanı sıra eşimiz,
dostumuz, bir aile büyüğümüz gibi konuşurduk hemen her konuda... Şimdiki
belediye başkanları gibi kendisini seçenlere uzak, ulaşılmaz, tepeden bakan bir
kibirde değil, tersine sıcak, samimi, halkçı ve mütavazı idi Muzaffer Önder.
Sevgili Yılmaz Türkoğlu iyi hatırlar, makamına gittiğimizde eğer yok ise o
anda, 'özel kalem'den odasına geçer beklerdik çoğu kez. Kapıları hep açıktı.
Öyle odasına geçmek için özel kartlara, en gizli işlerin yapıldığı binalardaki
gibi kart okunmadan açılmayan kapılara ihtiyaç hissetmezdi. Nihayetinde halkın
belediye başkanı olduğunun farkında idi. Daha da önemlisi, öyle hissediyordu.
Kibar ve nezaketli bir yapısı vardı Önder'in. Ne
zaman evine ziyarete gitsem (ki son seçiminde çok sık gitmiştim) en az kendisi
kadar alçak gönüllü eşi Sebahat abla ile birlikte kapıda karşılar, Sebahat
ablanın ikram ettiği kahveyi rahat içmem için hemen yanıma bir sehpa
yaklaştırır ve ayrılırken "Başkanım lütfen, beni mahçup ediyorsunuz"
dememe rağmen ısrarla paltomu tutar, hatta engel olmasam, ayakkabılarımı
çevirmek isterdi...
Dedim ya Hürriyet'e sık uğrardı... Bugün gibi
hatırlıyorum. Bir pazar günü uğradı yine. O gün de benim yönetim kurulu üyesi
olduğum Doğayı Koruma Derneği'nin (çok kaliteli bir dernekti. Onun da ayrı bir
hikayesi var. Belki bir gün bir vesile ile onu da anlatırım) Gelemen
taraflarında bir yerlerde hem pikniği hem de ağaç dikme etkinliği var. Muzaffer
Önder de belediye başkanı olarak davetli. Ben de hem derneğin yönetim kurulu
üyesi olduğum hem de o tarz piknikleri sevdiğim için gitmek istiyorum ama pazar
günleri büroda nöbetçi olduğum için ancak bir-iki saatliğine gidebileceğim ve
bunu nasıl yapacağımı da bilemiyorum. İşte tam ben bunları düşünürken Muzaffer
bey geldi büroya ve ben hemen sordum:
-Başkanım gidecek misiniz ağaç dikmeye?"
-Evet, gideceğim. N'oldu?
-Ne kadar kalacaksınız piknik alanında?
-Az kalırım, başka işler var. Niye sordun?
-Tamam o zaman ben de geliyorum sizinle. Beraber de
döneriz..
Ağaç dikilen alana gittik. Öyle çok eş, dost var
ki! Ortam da güzel. Ben vaktin nasıl geçtiğini anlamadım. Bir ara baktım bir
çok kişi bana sesleniyor, el sallıyor İlknurr, İlknurrr diye. Arkalarında da
Muzaffer Önder! Meğer dönme vakti gelmiş, beni arıyormuş koca alanda.
Göremeyince de herkese sormaya başlamış. "İlknur'u gördünüz mü? Onu iş
yerine götüreceğim" diye... Şimdi hangi belediye başkanı çömez bir
gazeteciyi arar koskoca alanda hem de herkese sorarak, bilmiyorum. Ama sanırım
hiç biri...
2004 yerel seçimlerinde bir partilinin tahsis
ettiği apartman dairesinde yürütüyoruz çalışmalarımızı. Çay ve yemek
servislerini yapan iki üç de garson her an bizimle. Öğlenleri o garsonlar
hazırladıkları masada yemeğimizi servis ediyorlar ve biz 7-8 kişi oturup yiyoruz.
Yemekten sonra da masadan kalkmadan arkamıza yaslanıp bir garson masayı
toplarken diğer garsonun getirdiği çaylarımızı içiyoruz. Önceleri pek dikkat
etmedim. Ama sevgili dostum Ahmet Sarı bir gün işaret ederek dikkatimi çekti.
Baktım biz, hepimiz yemeğimizi bitirip arkamıza yaslandığımız anda Muzaffer
Önder tabaklarını iç içe koyuyor, çatalını, bıcağını, peçetesini de tabakların
içine... Masadaki diğer boşalanları da garsonlar kolay toplasın diye yan
yana...
Ben Muzaffer Önder'i çok severdim, çok da sayardım.
O'nun da beni sevdiğini bilirdim. Ancak siyasi yönden fikir ayrılıklarına
düştüğümüz de çok olurdu. Tatlı tatlı tartışırdık kimi zaman. Ama hep belirli
biri mesafeyi koruyarak. Ne ben saygısızlık yapardım ne de o beni incitirdi.
Onun bana olan sevgisinin, hoşgörüsünün ve gösterdiği sabrın sınırlarını
zorlamazdım hiç. Yalnız bir keresinde, kalabalık grup halinde düzenlenen akşam
yemeklerinin birinde, CHP ile ilgili eleştirilerimi otosansür uygulamadan
sıraladım, bir bir... Dinledi, dinledi... "Bu kız 'kırmızı'nın hakkını
veriyor" dedi. O kadar! (Ben akşam yemeklerinde hep kırmızı şarap içerdim
ki hala da öyle)... Bu durumu bir de bugüne, bugünkü belediye başkanlarına ya
da adaylarına, hatta aday adaylarına uyarlayarak düşünün. Düşünün ve kıyaslama
yapın eleştiriye olan tahammüller arasında...
Zannım odur ki; bu şehirden gelip geçen, hatta
gelip geçecek olan tüm belediye başkanları içinde her zaman yeri ayrı olacak
olan bir belediye başkanıydı Muzaffer Önder. Ruhu şad olsun...
/İlknur YAMAK
21.01.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder