31 Ekim 2014 Cuma

Vilayet Binası Yıkılıyor

İlkadım Belediye Başkanı Erdoğan Tok dün sabah Ulugazi Mahallesi’nde muhtar Filiz Kavalcı tarafından düzenlenen kahvaltı programına katıldı. Erdoğan Tok, burada kısa bir konuşma yaptı. Bugüne kadar enkaz edebiyatı yapmadığına dikkat çektikten sonra “Borçları yapılandırdık” dedi. Kahvaltıya Ulugazi Mahallesi’nin sakinleri katıldı. Erdoğan Tok “İlkadım’da hiçbir belediye başkanı iki dönem üst üste görev yapmadı” dedi ve şöyle devam etti:

“Ben ikinci dönem göreve geldim. Daha önce görev yaparken seçim öncesi partim tarafından aday gösterilmedim. Ancak partim bu kez beni aday gösterdi ve bu görev ikinci kez bana nasip oldu. Bakıyorum burada her siyasi partiden mahalle sakinleri var. Ben seçildikten sadece partimin değil tüm İlkadım’ın yani burada yaşayan 320 bin insanın belediye başkanıyım. Bunun bilincinde olarak görevimi sürdürüyorum.”

Erdoğan Tok Belediye binasının yeterli olmadığına da dikkat çekti ve bu konuda da şunları söyledi: “Birkaç noktada hizmet vermeye çalışıyoruz. Bu nedenle öncelikle binamızı yapmamız gerekiyor. Büyükşehir Belediyesi ile koordineli çalışıyoruz. Büyükşehir Belediyemiz bir proje geliştirdi ve kamu binalarını bir noktada toplayacak. Büyükşehir Belediye Binası orada olacak, İlkadım Belediye Binası orada yapılacak. Vilayet Binası orada yapılacak. Ortasında da büyük bir meydan yer alacak…”

Önce anlamadım sandım sonra tekrar sordum Başkan Tok’a: “Vilayet binası da orada yer alırsa şu andaki bina ne olacak?” Erdoğan Tok kısa ve öz cevap verdi: “Yıkılacak…” -Peki, o bina yıkılınca oradaki alan ne olacak? -Herhangi bir yapı yer alacak mı orada? -Yoksa yeşil alan olarak mı kalacak? Bu soruların cevaplarını da sanırım alırım kendisinden ve sizlerle paylaşırım…


İyi Ki Titanik’te Ölenlerin Listesini Sormamışlar

Hitler üç esir yakalamış, İngiliz, Fransız ve bir Yahudi. - "Size soru soracağım, bilirseniz sizi bırakacağım" demiş. İngiliz’e sormuş: - "Titanik kaç yılında battı?" İngiliz hemen cevap vermiş: - "1912 diye. Hitler göndermiş İngiliz’i.

Fransız’a sormuş bu kez: - "Titanik'te kaç kişi öldü?" Fransız cevap vermiş: - "1050.  - "Tamam, sen de gidebilirsin" diye özgür bırakmış.

Ve Yahudi'ye dönmüş; - "Say lan isimlerini…”

Samsun’da okul müdürleri için sınav açılmış. Kimlerin müdür olacak. Sorulara bakın hele:

Papua Yeni Gine’nin başkanının kimdir?
Voleybol topunun çapı kaç santimdir?
Futbol topunun çapı kaç santimdir?
Ve bunun gibi daha niceleri.

Samsun Milli Eğitimi’nin başındaki Aytekin Girgin de soralım buradan: Titanik’te ölenlerin isimlerini siz sayabilir misiniz? Sayamıyor musunuz? O zaman sizden Milli Eğitim müdürü olmaz arkadaş… Titanik gemisini bilmeyenler için hatırlatalım. Dönemin en son gemisiydi ve ilk seferinde buz dağına çarpıp batmıştı…

/İsmail BAŞARAN
31 Ekim 2014

30 Ekim 2014 Perşembe

Samsun’un Suyu Neden Kokuyor?

Samsun’da vatandaşın elini musluğa dayayarak veya bardağa doldurarak çekinmeden içtiği suya ne oldu? Neden pis kokuyor? Bunu bir türlü öğrenemedim. Sonuç önemli, su pis kokuyor ve içilmez duruma geldi adeta. Zorunlu olmadıkça kimse içmiyor, şişe suyu alıyor vatandaş. Geçelim neden böyle koktuğunu, bu kokunun giderilmesi için ne yapılacağına gelelim.

Aldığım haberlere göre Samsun’un içme suyunun sağlandığı Çakmak Barajı’nın, iddialara göre suyunun boşa akıtılmasıyla oluşan bu durumun aşılması için su transferi yapılacakmış. En yakındaki Yeşilırmak’tan veya üzerindeki barajlardan su nakledilecekmiş. O zaman barajın suyu yeterli olacakmış. Su da kokmayacakmış. Peki, bu suyun transferi nasıl yapılacakmış?

Haliyle önce bir kanal kazılacak olması gerekiyor. Ya da borular döşenmesi gerekiyor. Aradaki mesafenin uzunluğu ve de maliyetleri hesaplarsanız, işçilik, kar da girdimi işin içine herhalde en az 15 milyon Türk Lirası’nı buluverir. Bunu Samsun’da yapabilecek firma var mı? Belki arasanız çıkar da, ihaleyi “Yakın dostlardan” birisi alır ve işe koyulursa da şaşırmam. Sonuçta ne olur? Çakmak Barajı’nın suyu nereden geliyor diye kimse sormaz. Yeter ki su kokmasın. Ancak şu anda gerçek şu: Samsun’da su kokuyor…


Kıran’da Huzurevi

Kıranköy Samsun’un gündemine orada mezarlık yeri alınıp definler başlayınca girmişti. Aradan yıllar geçti, bu kez TOKİ ve Hastane yapımıyla gündeme geldi. Şimdilerde yine gündemde Kıran… Efendim orada huzurevi yapılacakmış. Bu huzurevi Büyükşehir Belediyesi’nin yaptırdığından daha da güzel olacakmış. İhtiyaç varsa yapılmalıdır. Şimdi şöyle bir bakalım çevremize. O huzurevi neden Kıran’da yapılacak? Oradaki araziler kimlerin ve huzurevinin yapılacağının duyulmasından sonra toprak hareketliliği yaşandı mı? Yaşanıyor mu? Büyük toprak sahipleri var mı oralarda? Huzurevi yapılacaksa, kamu binası olacağından bölgedeki altyapı hizmetleri acilen belediye tarafından sağlanacaktır. Gelsin parselasyonu yapılmış arsalar gelsin… Peki, böyle bir inşaattan en çok kim yararlanacak?
(…)

/İsmail BAŞARAN
30 Ekim 2014

939’un Cumhuriyeti…

Her ne kadar kendisi bu konuda gereğinden fazla mütevazı olsa da, Bafra’nın özlenen geçmişi ile ilgili hatırı sayılır detaylarla bezenmiş anıları bizlerle paylaşan sevgili Recep Yılmaz’ın “Bafra’da eski Cumhuriyet Bayramları” başlıklı yazısını büyük bir haz ve iç çekişle okuduk. Yazıda anlamak istenilen noktaların üstünde kalma ötesine geçemeyen, önyargı esaretindeki küçük bir grubun dışında, geniş bir kitle de aynı düşünce ekseninde.

Öyle ki yazıda anlatılan dönemin tek partili dönem olduğunu bile bilemeyecek kadar sığ düşünceler, partizanlık yapma basitliği içinde olsa da mükemmel bir paylaşımdı. Tam da böylesi düşünceleri yok etmek için kutlanır Cumhuriyetin yıldönümleri kanımca. Ki hepimizden farklı sesler çıksa da beraber bir bütünün parçası olduğumuzun altını çizer Cumhuriyet. İlk yıllarındaki coşkunun biraz uzağında kalsa da, Bafra’da farklı yaşanır kutlamalar. Gazipaşa’nın ev sahipliğinde.

Evet söz konusu kutlamalar üzerinde de durulması gerek. Farklılığı ve dokusuna dair. Fakat Ermenek’teki maden kazası nedeniyle iptal edilmesinden sonra çok da anlam barındırmaz şu an için. Gerçek yapılması gereken kazalar sonrası kutlamaların iptali midir, yoksa olası kazaların önüne geçmek midir yapılması gereken? Cevabı belli.

Her etkinliğin, kutlamanın temelinde, gerçek mananın anlatılması gerek. Güncel şarkıların peş peşe dile getirildiği bir platformda mananın anlatılması ne kadar sağlıklıdır? Öyle ki Cumhuriyet tarihi kadar eski Bafra kutlamalarının geçmişe dair izleri bizlere bu noktada güçlü bir ışık sunmakta. Örnek mi? Buyurun.

 1939 yılı Cumhuriyet Bayramı Kutlama Programı:
1. Bayram 28/10/939 Cumartesi günü öğleden sonra saat 13’te başlar. Resmi daireler ve müesseseler milli teşekküller ve bütün halk, dairelerini, müesseselerini, evlerini ve dükkanlarını bayraklar, yeşillikler ve diğer münasip şekillerde saat 13’e kadar tezyin etmiş bulunacaktır.

2. Bayramın başlangıcı saat 13’tc kereste fabrikasının birer saniye ara ile üç defa düdük çalması ile başlayacak ve o anda hükümet dairesindeki bayrak ile fabrika, müessesat ve milli teşekküller ve hususi yerlerdeki Türk bayrakları nizamnamesinde gösterilen ve mutat törenle aynı dakikada çekilecektir.

3. Bayramın başlamasını müteakip muayyen mevkilerdeki halk kürsülerinde hatipler tarafından Cumhuriyet ve inkılap hakkında söz söylenecektir.

4. Cumhuriyet Meydanı, Halkevi önü. Belediye ve Taşpetek meydanlarında davul-zuma ile milli oyunlar ve eğlenceler yapılacaktır.

- İkinci Gün -
1. Bayramın ikinci pazar günü saat 9’da hükümet işyarları Hükümet Konağı'nda belediye mensupları belediyede, parti ve halk mensupları Halkevi'nde, ticaret ve esnaf cemiyetleri Ticaret ve Sanayi Odası’nda, orta ve ilkokullar Merkez ve Gazi okulları arasındaki alanda toplanacaklardır.
Bütün kurumlar saat 9,5’te Cumhuriyet Alanı’ndaki krokide gösterilen yerlerini almış bulunacaklardır.

2. Tam saat 9,5’te devlet adına Hükümet Konağı’ndaki Kaymakamlık Makamında kanuni tören yapılacaktır.

3. Kaymakamlık Makamında (ilişik sıra programı mucibince) kanuni tören bittikten sonra Kaymakam ve en büyük askeri komutan ve C.H.P. Başkanı Cumhuriyet Alanı’na giderek krokiye göre yer almış olan gruplar ve halk kitlelerinin bayramını kutlayacaklar ve ondan sonra yerlerine geçeceklerdir.

4. Kaymakam ve en büyük askeri komutan yerlerine geçtikten sonra bando İstiklal Marşı’nı çalacaktır.

5. İstiklal Marşı’nı müteakip hükümet ve parti adına söz söylenecek ve okul talebeleri şiir okuyacaklardır.

6. Söylev ve şiirler bittikten sonra aşağıdaki sırayı takiben resmi geçit yapılacaktır. Sırasıyla, jandarma ve orman muhafaza kıtası, mektepliler, spor kulüpleri, esnaf cemiyetleri ve atlılar.

7. Tanzim edilen hususi program dahilinde saat 20’de fener alayı yapılacaktır.

8. Alandaki tertibatın alınmasına ve krokide gösterilen yerlerin işgal ve intizamının teminine Maarif Memuru ve Emniyet Komiseri memur edilmiştir.

- Üçüncü Gün -
1. Cumhuriyet Alanı’nda, belediye önünde, Gazipaşa Mahallesi’nde. Taşpetek Meydanı’ndaki eğlencelere devam edilecek, bando ve davul-zuma çalınacak milli oyunlar tertip edilerek şenlikler yapılacaktır.

2. Halk kürsülerinde ayrılan hatipler söylevlerine devam edecektir.

3. Bu günün akşamı saat 20’de sinema binasında Halkevi tarafından umuma bir müsamere verilecektir.

4. Bütün bayram günlerinde Halkevi hoparlörü ile neşriyat yapılacaktır.
Yeterli sanırım…

/Birol BİRCAN
30.10.2014

29 Ekim 2014 Çarşamba

Hasan Turlattı…

Oldum olası Türkiye Kupası’nın statüsünü beğenmemişimdir… Eşitlik ilkesi yoktur… Yayıncı kuruluş ve sponsorlar verdiklerinin karşılığını alabilsinler diye Süper Lig’in büyük takımları için inanılmaz bir kıyak yapılır… Bu takımlar asla ve kata kupaya 1.turdan katılmazlar… Direkt olarak gruplara hem de birbirleriyle eşleşmemeleri için seri başı olarak girerler… Bunun adı tek kelimeyle haksızlıktır… Oysa tam tersi uygulansa, kupanın cazibesi ve rengi kat be kat artar…
****

Samsunspor yıllar sonra ilk kez bu sezon kupaya ilk turda veda etmedi… Turu geçtiği için 40 bin tl yi kasasına koydu… Gruplara kalmanın bedeli ise 80 bin… Artı, burada oynayacağı her maç için de gelir elde edebilecek… 80 kuruşa takla atan bir kulüp için, fena bir gelir kapısı değil, anlayacağınız…
***

Samsunspor formasını giyme şansı bulanların rakip kaleye bir şut dahi çekmemiş olması düşündürücü… Transferi gerçekleştirilirken acayip bir şekilde şişirilen Recep Niyaz’ın bu övgüyü hak etmediğini düşünenlerin sayısının gün geçtikçe arttığını rahatlıkla söyleyebilirim… Aldığı topu olumlu kullanamayan, her defasında ezen birinden oyun kuruculuk beklemek fazla iyimser olmak demektir…

Bitime doğru boş pozisyonda iken topu direğe nişanlamak, uzatmalarda kaleciyle karşı karşıya kalıp topu kaleciye nişanlamak doğrusunu isterseniz büyük yetenek ister! Sırf “transfer yaptık” demek için alınan oyuncuları izlerken, bir yandan neden oynatılmadıklarını düşünüyor, bir yandan da bunlara verilen paralara üzülüyor insan…

Üçüncü isim olmasına karşın yaptığı kurtarışlarla kaleci Hasan’ın göreve her zaman hazır olduğunu gördük… Bu durum O’nun profesyonelliği ne kadar ileri düzeyde tuttuğunun bir göstergesidir…
***

Devrenin sonlarına doğru konuk ekip az biraz etkili görünse de, genelde orta alan mücadelesi tarzında, pozisyon fukaralığının yaşandığı bir ilk yarı izledik… Vasatın altında kalan futbolun ne tadı vardı, ne de tuzu… İkinci yarıda Umar’ın oyuna dahil edilmesiyle ön bölgeye daha fazla giden bir takıma dönüştü Samsunspor… 55.dakika da Umar ile kaleye heyecan veren ilk şut çekildi… 62. Dakika da ise Ersin Veli yürekleri ağızlara getirdi…Allah’tan top kıl payı dışarı çıktı… 80 de Adiloviç’in direğe takılması ev sahibi takım adına büyük talihsizlikti… Bu pozisyonun mimarı da sahanın en çalışkan ismi Umar idi… Uzatma dakikalarından da gol sesi çıkmayınca kazananın, daha doğrusu kupada gruplara kalacak olanın belli olması adına gidilen seri penaltı vuruşları sonucunda turu geçen takım, Samsunspor oldu…

/ Resul AKÇAY
29 Ekim 2014

28 Ekim 2014 Salı

Düğün Polisleri Vardı Eskiden. Şimdi Maganda Kurbanı Mezarlığı Var..

Bazı uygulamalar 'oldukça nokta atışlı' oluyor.. Mesela 'öğrenci ya da okul polisi' uygulaması oldukça 'sonuç odaklı bir çalışmadır'.. Okullarda işlenen ve okul önlerinde yaşanan suç olaylarını 'gündemimizden kaldırdı'.. Uyuşturucu olaylarını engelledi.. Hiç boşluk götürmüyor böyle çalışmalar.. Devamlılık istiyor.. Tıpkı Samsun Emniyeti'nin bir zamanlar 'düğün magandalarına' önlem için düğünde görevlendirdikleri sivil 'düğün polisleri' gibi..

Samsun Emniyeti'nin eskiden uyguladığı bir sistemdi.. Ve oldukça da etkili olmuştu... Hem düğün magandaları toplanıyordu, hem de önleyici bir hizmet oluyordu.. Yani magandalığı önlüyordu..

Tekkeköy'ün bu işten çok canı yandı.. Muhtarın bile düğün magandası olduğu ilimizde, bakın Tekkeköy İlçesi'nde 'maganda kurbanları yan yana gömüldü'.. Bu öyle basit bir olay değil.. Çünkü önceki gün düğünde hayatını kaybeden Celil Yıldız'ın cenazesine  3 yıl önce Aşağıçinik Mahallesi'ndeki düğün töreninde maganda kurşunu sonucu hayatını kaybeden iki çocuk annesi Sevgi Ölmez ile 35 yaşındaki Eyüp Sezen’in yakınları da katıldı...

Düğün magandası kurbanları 'adeta ibret olsun' diye, aynı yerde toprağa verildi.. Ne yapsın vatandaş.. Yetkililerin dikkatini daha nasıl çeksin.. Düğün magandası Samsun'da vardır ve önlem alınmalıdır.. Samsun Emniyet Müdürü Vedat Yavuz bu 'düğün magandalarına' önlem için 'Düğün polisi' uygulamasını yeniden hayata geçirmelidir..

Kırsaldaki düğünlere de 'Düğün jandarması' uygulaması getirilebilir.. Vali İbrahim Şahin, bu konuya el atarsa 'Düğünlerimiz kana bulanmaz'.. Bu kaçıncı düğün magandası cinayeti.. Türkiye'nin kaç ilinde 'maganda kurbanları yan yana' gömülüyor.. Bu Samsun için utanç vericidir, ayıptır.. Sonra da çıkıp 'niye üçüncü sayfa haberlerinde' Türkiye'de ilklerdeniz denilmez mi?.. Şaşıyorum.. Daha ne olsun.. Olmasa şaşarım..

/A.Yener CABBAR
28 Ekim 2014

27 Ekim 2014 Pazartesi

Olmayınca Olmuyor…

Antalya’da alınan üç gollü yenilginin faturası kaleci Furkan, Tuna ve Halil İbrahim ‘e kesilmiş olacak ki, bu üçlünün yerine Soner, Fatih ve Ali sahaya sürüldü.. Neden oynatılmadığı bir devlet sırrı gibi saklanan Adiloviç belli ki bir inadın kırılması olarak ilk on birde idi… Erhan Altın mutlak kazanma adına Mbılla, Umar, Adiloviç’den oluşan üçlü forvete görev verdi vermesine de bunlara gol paslarını atacak adamlar nerede?

Aldığı her topta illa ki bir adam geçme hevesinde olup, sonrasında topu rakibe kaptıran bir Recep, vasatın üstüne çıkamayan bir Taha… Adamın yokluğunda yakaladığı forma şansını elinin tersiyle tepen bir Ali… Bu lige iki gömlek fazla kadroya sahip konuk ekip maça adeta gol ile başladı… Samsunspor’un daha gözü açılmasına izin vermeyip Mehmet Çakır’ın jeneriklere geçecek volesiyle öne geçti…

Bu gol Samsunspor’u uyandırmaya yetti… Dakikalar ilerledikçe topa daha fazla sahip olunmaya ve üçüncü bölgeye yakın oynanmaya başlandı… Musa’nın oyuna girmesiyle, ikinci yarıda baskısını daha artıran bir takım vardı sahada… Gakkoşlar’ın skoru koruma telaşına girip, top yekun savunma yapmasına karşın Mbılla’nın taşıdığı atakta Musa’nın plase vuruşuyla skorda eşitlik sağlandı… Ercan ve Adiloviç ile yakalanan öne geçme fırsatlarında top kaleye girmekte inat etti… Son düdüğe kadar hep ikinci bir gol bulma ümidi vardı, ancak gerçekleşemedi…

Kulübün içinde bulunduğu idari ve mali sıkıntıya rağmen, kendilerine verilecek primleri dahi almayı ret edip, aylardır maaşlarını alamayan personeli düşünen ve onların yüzlerinin gülmesini bir nebze olsun sağlayan onurlu, özverili bir futbolcu kadrosuna aldıkları bu sonuçlardan ötürü kızmak ne kadar doğru olabilir ki? Gelelim maçın hakemine…

Babadan torpilli hakem Serkan Tokat’ın Adiloviç’in düşürülmesine seyirci kalmasının affedilir bir yanı yok, olamaz da… Maç sonrası Erhan hoca ve yönetimi istifaya davet eden taraftarların bu serzenişine yönetimin kulak asmayacağına adım gibi eminim… Adamlar yapıştı koltuklara, bırakmazlar… Siz istediğiniz kadar nefes tüketin… Başkanı haftalar önce istifa etmiş bir yönetimin bir türlü toplanıp bir karar alamaması beceriksizliklerinin bir örneği değil midir?

Durmak yok başsız yola devam… Taraftar çıldırmış, kudurmuş, umurunuz da mı? Erhan hoca ve talebelerine tepki koymak yerine destek vermek daha iyi olurdu diye düşünenlerdenim…

/ Resul AKÇAY
27 Ekim 2014

Bafra`da Eski Cumhuriyet Bayramları


Günümüzde Cumhuriyet Bayramları eskisi kadar coşkuyla kutlanmıyor. Çok şükür ki Bafra`nın Gazipaşa Mahallesinde oturanlar böyle düşünmüyor. Cumhuriyetin ilanıyla Atatürk ilk cumhurbaşkanımız olacak, Cumhuriyet coşkusu ise tüm yurda dağılacak, kutlamalara dönüşecekti.

0 zamanlar ülkemizin en kültürlü insanlarının yaşadığı güzel Anadolu şehirlerinden biri olan Bafra`da Cumhuriyet Bayramları hafızalardan hiç silinmeyecek şekilde şölen havasında geçecek. Kutlamaların ilk adresi bayramdan bir gün önce resmi daireler, eğitim kurumları, dernekler ve kit teşekkülü yöneticilerinin Atatürk büstünün önüne çelenk koydukları Cumhuriyet Meydanı olacaktı. Çelenkler büyük bir itina ile yerleştirilirken biriken meraklı kalabalıkta onları izleyecekti.

Kutlamalara yerel yönetimler, partiler, dernekler işletme sahiplerinin de el atmasıyla, bayramın kutlandığı yerlerin sayısı artacaktı.Bafra`nın her tarafında yapılan kutlamaların ana merkezlerinden biri de Hacıbaşların ahşap konağının karşısında bulunan iki katlı tarihi binada yer alan CHP binasında olacaktı. Bafra`nın saygın avukatlarından olan Okan Çakmaklı`nın konuşmasıyla parti binası önünde biriken halk davul zurna eşliğinde bayramlarını kutluyordu.

Akşam ise günümüzde Bafra şehir müzesi olan şehir kulübünde cumhuriyet baloları düzenlenecek, balo için haftalar öncesinden hazırlık yapılacaktı. Baloda erkekler için siyah veya lacivert takım elbise yine hanımlar için siyah veya koyu renkli elbise giyme geleneksel hale geliyordu. Balonun açılışı Cumhuriyet Bayramını anlatan bir konuşmayla başlıyor, saygı duruşunun ardından bando takımının İstiklal Marşı ve Onuncu Yıl Marşı geliyordu. O dönemin iyi tanıdığı akordeoncu Fehmi Beyin çaldığı parçalarla valslar, tangolar ve danslarla gece devam ediyordu.

Yemekli gecenin sonlarına doğru cümbüş, klarnet ve çift zurnayla yerel oyunlar oynanıyor, davetliler Cumhuriyet Balosunda, Cumhuriyet çocuklarına yakışır şekilde bayramlarını kutluyorlardı. Diğer kutlama merkezlerinden biri de her yıl en büyük bayram takının kurulduğu kereste fabrikasının önü olacaktı. Alanda biriken coşkulu halk davul ve zurnalarla gecenin geç saatlerine kadar eğleniyor, Atatürk`ün armağanı olan bayramlarını doyasıya kutluyordu. Kutlamalar sadece devlet eliyle yapılmayacak bizzat halkın kendisinin organize ettiği kutlamalarda bayrama renk katacaktı. Özellikle mübadillerin oturduğu Gazipaşa Mahallesinde gündüz başlayan kutlamaların en ilgi çekenlerinden biri zurnalar eşliğinde yapılan deve güreşleri olacaktı.

Akşam ise yine zurnalar eşliğinde Debreli, Cigoş, Üç Ayak ve Telgrafın Telleri gibi Balkan havaları oynanacak, mübadiller Ata`ya şükran borçlarını hiç bıkmadan usanmadan yerine getireceklerdi. Mübadiller Cumhuriyetin yeni özgür çocukları olarak cumhuriyet kutlamaların ileri ki yıllara da aynı coşkuyla aktaracaklardı. Mahallelerine ulusal kurtarıcımızın adını verdikleri Gazipaşa`da, Aguş Hocanın (Mehmet Ulusar) kendisinin kurup süslediği takın güzelliğine dair anlatımlar günümüze kadar ulaşacaktı. Diğer taklar ise tekelin kendi adını taşıdığı caddede ve meydandaki Ziraat Bankasının yanına kurulacak, taklar her yıl olduğu gibi cumhuriyet bayramının müjdecisi olacaktı.

Cumhuriyet Bayramları hiç heyecanını kaybetmeden bizim okul çağlarımıza kadar gelmişti. 1969 yılında Gazi İlkokuluna kaydım yaptırılmıştı. Artık ben ve benim kuşağım için Cumhuriyet Bayramında seyirci olma faslı kapanıyor. Bayramlarda okul idaresinin belirlediği kıyafetlerle bayramlara okulumuzun adına katılmaya başlıyorduk. Bayram kıyafetlerimiz için kumaş almak onu bir terziye diktirmek ne bizi ned e ailemizi hiç yormuyordu. Her şey zevkle ve heyecanla yapılıyordu. Bazı yıllarda ise hazır satılan izci kıyafetleri alıyorduk. Davulumuzu ise yün pazarındaki elekçilerden sağlıyorduk. Durumu iyi olan aileler çocuklarına trompet veya boru alıyor onlarda okulun bando mızıka takımını oluşturuyordu. Ayrıca yardım sevenler derneği adına Jale Korur öğretmenimizin rehberliğinde bir kız ve erkekten oluşan takımlar seçilir kız arkadaş rozet takmakla erkek arkadaş ise rozet takılan izleyicinin yardımını attığı çelik kumbaraları boynuna astığı, askı ile taşımakla görevlendirilirdi.

Ders saatlerinin dışında günlerce süren merasim yürüyüşü hazırlığı yine çok büyük bir heyecanla yapılır hiç bir öğrenci bundan şikâyet etmezdi. Cumhuriyet bayramından birkaç gün öncede sınıfımızdaki camları, renkli gramofon kağıtlarından yaptığımız kedi merdivenleriyle ve küçük ağaç saplı bayraklarla süsler, okulumuzu gelinlik kız gibi yapardık. Bu sadece bizim okulumuza özgü bir şeyde değildi. İstisnasız tüm okullarda pencereleri süsleme işi büyük bir özenle yapılırdı.

Akrabalarımıza tebrik kartı göndermek için soluğu tebrik kartı satan kırtasiyelerde alırdık. Biz çocukların en sevdiği tebrik kartları simli kartlardı. Adeta gümüş gibi parlar bizi cezbederdi. Kartların en bol çeşidi her zaman Üstün Kırtasiyede olur, kartların dizildiği tezgahın önü öğrencilerle dolar taşardı. Her öğrenci heyecanla kartların arkasına kutlama mesajını yazar daha sonra postaneden yollardı. Bayram öncesi en sevilen meslek grubu kuşkusuz postacılardı. Heyecanla onun yolları gözlenir gelen tebrikler sevinçle okunur daha sonra evlerimizdeki büfelerde yerini alırdı.


Bayramdan önceki gece heyecandan uyuyamaz. Sabahı iple çekerdik. Bayramda giymek için ailemiz tarafından alınan gıcır gıcır iskarpinler başucumuzda olurdu. Eskimesin diye bayramdan önce asla giyemezdik. Bayram sabahı evimizde büyük bir telaş olur, küçük büyük evde kim varsa erkenden ayağa dikilirdik. Bayrama katılacak kardeşlerim ve ben okullarımıza erken vakitte gider, arkadaşlarımızla ve öğretmenlerimizle buluşurduk. Son derece disiplinli bir şekilde yürüyüş kolu oluşturup en başta diğer okul bando mızıka takımlarında olduğu gibi elinde asası ile bando, mızıka takımı ki asayı ritmik hareketlerle kullanıp takımı yönlendiren bazen de, elindeki asayı olabildiğince yükseğe fırlatıp izleyicilerin acaba asayı tutabilecek mi diye heyecanlandıran şef yönetimindeki bando mızıka takımı.

Onun arkasında izciler ve renk renk giysiler içindeki öğrenci arkadaşlarımızla birlikte Cumhuriyet Meydanı`na doğru yürüyüşe geçerdik. Okulumuz Merkez İlkokulundan sonra meydana en yakın okul olduğu için kısa sürede meydana ulaşır, oradaki yerimizi alır, diğer okul takımlarının gelmesini beklerdik. Diğer okulların öğrencilerinin de meydana gelmesinden sonra başta kaymakam olmak üzere mülki erkan ve belediye başkanı bindikleri ciple ayakta durarak öğretmenleri, öğrencileri ve halkı selamlardı.

Selamlama merasiminin ardından her yıl olduğu gibi yine bir dedikodu çıkar her okulda aynı şeyi söyler “bizim okul bayram gösterilerinde birinci olmuş” derdi. Bu durum öğretmenlerimizin motivasyon için uydurduğu, bir beyaz yalan mıydı? Yoksa biz mi öyle düşünüyorduk. Bunu bugün bile bilmiyorum. Bildiğim bir şey varsa okulların içinde ileride benim de beden eğitimi hocam olacak değerli spor adamı Ragıp Yıldırım hocamızın çalıştırıp bayrama hazırladığı Bafra Lisesinin yeri apayrıydı. Bafra Lisesinin gerek bando-mızıka takımı gerekse yürüyüş kolundaki öğrenciler merasim yürüyüşünü o kadar ciddi şekilde yapıyorlardı ki sanki karşınızda çelik bakışlı sert adımlarla yürüyen Cumhurbaşkanlığı Muhafız Alayı vardı sanırdınız. Ragıp Hocamız her bayram merasiminin yürüyüş kolunun başında olur, yürüyüşüyle ve hazırladığı Bafra Lisesi öğrencileriyle halkın büyük takdirini kazanırdı.

Bafra`daki okul kutlamaları öğle saatlerinde sona erdikten sonra, resmi araçlar, itfaiye araçları, sobacılar, terziler ve özellikle küçük büyük herkesin ilgi odağı avcılar kulübünün süslediği araçların Bafra sokaklarındaki geçişi kutlamaların mistik görüntülerinden biri oluyordu.

Bafra`da bizim kuşağımız bayramları doyasıya yaşamış olduğu için çok şanslıydı. Cumhuriyet Bayramı gündüz kutlamalarının ardından yerini gece kutlamalarına bırakırdı. Hiç aksatılmadan Gazipaşa Mahallesinde yapılan kutlamaların dışında, askerler tarafından marşlar eşliğinde yapılan fener alayı merasim yürüyüşleri de bayramın olmazsa olmazlarındandı.

Günümüzde Cumhuriyet Bayramları eskisi kadar coşkuyla kutlanmıyor. Güzel olan her şeyi kaybettiğimiz gibi bayramlarımızı da kaybediyoruz. Çok şükür ki Bafra`nın Gazipaşa Mahallesinde oturanlar böyle düşünmüyor. Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına bu yılda hazırlanıyorlar. İlk yıllardaki şevk ve heyecanla, haydi büyükler bu yıl çocuklarınızın ellerinden tutun ve 29 Ekim günü akşamı onları Gazipaşa Mahallesindeki kutlamalara götürün. Ben ve benim kuşağım orada olacaklar yeni nesil bayramıyla tanışsın, orada bir kez daha Atatürk`ün şu sözlerini duyup öğrensinler, “Türkiye Cumhuriyeti İlelebet Payidar Kalacaktır.”   

“Ne Mutlu Türküm Diyene, Ne Mutlu Cumhuriyete”   

/Recep Yılmaz
27.10.2014

25 Ekim 2014 Cumartesi

Suç-Sanat-Kent Yaşamı 30. Yıl Resim Sergisi

Mahkeme çağrı pusulasına benzetilerek hazırlanmış davetiyeyle şaşırdık önce sonra mahkeme koridorlarında açacağını duyurduğu resim sergisi ile. Karadeniz de açılan ilk bireysel ve kurumsal eğitim ve danışmanlık kurumu AJANS K SANAT Kişisel Gelişim Akademisi tarafından açılan 30. Yıl Resim Sergisi’nden bahsediyorum.

Samsun Adliye Sarayı’nda Cumhuriyet Başsavcılığı ile birlikte düzenledikleri 13-24 Ekim 2014 tarihleri arasını kapsayan sergi, dün itibariyle sona erdi.  Samsun Cumhuriyet Başsavcılığı yanı sıra  Samsun Kültür ve Sanat Platformu, Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal İşler Daire Başkanlığı, Samsun Barosu, Samsun Tabip Odası, Samsun İl Kültür ve Turizm Müdürlüğü, Samsun Adli Yargı Adalet Komisyonu Başkanlığı, Samsun Denetimli Serbestlik Kurumu, Samsunlu Sanatçılar Derneği gibi katılımcı kuruluşlar eşliğinde harikulade bir sergi gerçekleşti.

Bir taraftan ‘Sergilenecek Mekan Sıkıntısı’ nedeniyle farkındalık oluşturulurken diğer taraftan Suç ve Sanat başlığı altında Sanatla suçun önüne geçilebileceğinin altı çizildi. Başta ajans sahibi Kaan Uğur Yücekent ve  kıymetli eşi Ressam Nurten Çömez Yücekent, kıymetli sanatçılarımız Ali ve Mehmet Çömez kardeşler olmak üzere emeği geçenleri tebrik ederiz. Birbirinden kıymetli ressamlarımızın eserleri soğuk adliye duvarlarını adeta büyüledi. Hüznün, öfkenin, korku ve kederin yerini bütün sıcaklığıyla umut, cesaret ve esenlik sardı. Sanatla geçen 30 yıl. Dile kolay... Daha nice 30 yıllara diyerek kısacık öykümüzü bu güzel insanlara armağan etmek isterim.

Efendim vaktiyle heykeltıraşlardan biri âşık olur. İlham kaynağım, yaşama sevincim diyerek aşkla geçen birkaç yıl sonra âşık olduğu kadın hastalanır ve yatağa düşer.  Çok geçmez, ne hekimler çare olur ne de ilaçlar ve sevgili ölür…  Sevgili ölmüş, aşk adeta yeniden dirilmiştir.  Heykeltıraş, uzunca yıllar sürecek tarifsiz bir kederle yaşar… Derken günlerden bir gün aşkı için bir heykel tasarlar ve yapmaya başlar. Her bir hüzünlü dokunuşuyla şekillendirdiği heykeli nihayet bitirir ve o heykeli ölen aşkının mezarının başucuna diker.

Kederle şekillenen aşk acısı heykelini görenler, müthiş bir teessürle hüzne kapılırlarmış.  Aylar ayı, yıllar yılı kovalar ve aradan geçen uzunca yıllar sonra heykeltıraş başka bir kadını tekrar sevmeye başlar. Geçen zamanın ruhunda ağırladığı kedere rağmen yavaş yavaş sevinci ve mutluluğu hissetmeye başlar. İçinde kartopu gibi büyüyen bir sevgi hisseder. Hissettiği mutlulukla bu defa da aşkının mezarında çektiği acıları yansıttığı tunçtan aşk acısı heykelini alır, eritir ve mutluluğun heykelini yapmaya başlar. Yaptığı mutluluğun heykelini de tekrar aşk acısı heykelinin yerine koyar. Bu defada da bu heykeli görenler aynı teessürle bir bronz heykelde mutluluğu görmeye başlar…

Bakanın gördüğü değil, görenin baktığı bu ve benzeri misaller; yetişkin ruhların tecellisi, his ve algılarla tebessüm ettirdiği sanatın ifade gücüdür.  Nasıl ve neyle biçimlendiği ise anlatım şekliyle insanlık tarihi kadar eskicedir. Kimi sesle kimi sazla kimi kâğıt kimi kalem kimi boya kimi de taş ve toprakla... Sanat, ruhları kirlerinden arındıran bir yağmurdur. Korkmayın! Islanabilirsiniz. Güzel günlere uyanın efendim. Sağlıcakla kalın

/Uğur DEDE
25.10.2014

24 Ekim 2014 Cuma

Samsun'da Taşeron Firma Olsa Ne Olur..

Kimse kimseyi yanıltmasın.. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, bir çok proje sıralamış  ve projelerin yapımı için Samsun'da taşeron firma bulamadıklarını  belirtmiş.. Eklemiş; "Ankaralı firmalar geliyor, bu canımı sıkıyor".. Başkan Yılmaz'ın hiç canı sıkılmasın bu konuda.. Çünkü Samsun'da bu işleri yapacak taşeron firma olsa ne yazar.. Rant kavgası, 'ona niye verdin, buna niye vermedin' tartışması biter  mi?..

Samsunlu taşeron firmalara 'sadece fındık kadar küçük işler kalır'.. Ya da Başkan Yılmaz'ın 'sevmediği, onaylamadığı bir firmaya iş verilmesi  mümkün mü?.. Yapıp yapamadığına ne kadar bakılır ki.. Yeterliliği olsa da fark etmez çünkü.. Çok uzağa gitmeyelim.. Aklıma geldiği ve basın aracılığıyla kamuoyunda tartışıldığı için  yazıyorum..

Borsan Şirketi'nin ürettiği kablo vs. ürünlerden projelerinde ne kadar  kullandırdı Büyükşehir Belediyesi.. Defalarca bu konu Borsan A.Ş.'nin yerel gazetesinde de dile getirilmedi  mi?.. Samsun'da öylesine güçlü taşeron firmalar kurulsa; Siyasi yönü, dengesi.. Kimlere yakınlığı, uzaklığı.. Referanslarının kimler olduğu..

Ve Büyükşehir'i vereceği işler için Başkan Yılmaz ile ilişkisinin ne  derecede olduğu önemlidir.. O işi yapıp yapamayacağından çok, yukarıdaki kriterler öne çıkar.. 'Biz bunları neden dışarıya yaptıralım' serzenişi önemli ama 'içi boştur'  Başkan Yılmaz'ın.. İcraatlarını eleştiren gazetelere 'ilan bile verilmez'.. O zaman şu yorum yapılabilir..

Yerli firmalara ne kadar sahip çıkıldı.. Ne kadar yüreklendirildi.. Desteklendi.. O nedenle Samsun'dan bir çok kişi, yerli malı olmayıp bırakıp,   Ankara'daki firmalarla ortaklık yolu arıyor.. Kendi ilinde iş yapabilmek için 'Ankaralı firma olmak istiyor'.. Evin buzağısı, öküz olmaz bir atasüzüdür ama.. Samsun'un taşeronun büyümesine 'yukarıdaki özel kriterlere uygun  değilse' izin verilmez ve büyük işler yaptırılmaz bu kentin bir gerçeğidir..

/A.Yener CABBAR
24 Ekim 2014

Cadde Avm’de Sıkışırsanız Ne Yapacaksınız?

Taktım şu Cadde AVM’ye. Nedenini de bilmiyorum. Sadece eksikliklerini yazıp duruyorum. Samsun’da yaşayanların, bu Cadde AVM’ye gidenlerin ve de Samsun’a gezmeye gelenlerin hayatlarını kolaylaştırmak için olsa gerek. Şehir Kulübü’nün oradan giriyorsunuz Cadde AVM’ye. Uzunca bir süre yürüyorsunuz, Lise Caddesi’nde son buluyor burası. Yanınızda eşiniz, çocuğunuz var. Çocuk tutturdu “Baba Çişşş…” Ne yapacaksınız?

Ya da hayatınızın ileri yaşlarını yaşıyorsunuz. Erkeklerin baş belası bir sağlık sorununuz var ve sıklıkla tuvalete gidip deşarşür yapma ihtiyacı duyuyorsunuz. Cadde AVM’den geçiyorsunuz, sıkıştınız orada. Ne yapacaksınız? Çocuğun işi kolay… “Çıkar oğlum çişini yap bu caddeye” mi diyeceksiniz, yapma mı?
Çocuk bu dinler mi? Çıkarıp yapıverir maazallah.

Siz kendiniz bir kahve bulup giremiyorsanız, bir köşe başına mı çömeleceksiniz ve çözündüreceksiniz?
Yıllar öncesiydi çoluk çocuk geziyorduk, otomobille İzmir’de sıkı trafikte Konak Meydanı’nda küçük çocuk “Başa çişşşş” deyiverdi.

Arabadan indik, arandık tarandık tuvalet yok, çıkardım ve “Buradan denize işe” dedim. Tam yaptırırken bir bayan “Terbiyesiz öyle çiş yaptırılır mı çocuk buradan” deyiverdi. Utandım ancak “Al eline de sen çiş yaptır bu çocuğa tuvalet var mı burada, denize çiş yaptırıyorum işte” deyiverdiğimi hatırlıyorum. Benim yaşadığım o utancı Samsun’da kimsenin yaşamasını istemiyorum. Ancak bazıları istiyor zahir!

Bu Cadde AVM’yi planlayanlar ve de bu planı uygulayanlar hiç mi aklınıza gelmedi bu sorun. Sorun aklınıza gelmedi diyelim, ya durum başınıza gelirse? Siz hiç mi ailenizi yanınıza alıp da bu kentte sokağa çıkmazsınız? Önce onu deneyin ha, ne dersiniz? Gelelim yukarıda sorduğumuz soruya: Cadde AVM’de sıkışırsanız ne yapacaksınız? Önlem olarak elinizde ördekle mi gezeceksiniz?
(…)

/İsmail BAŞARAN
24 Ekim 2014

23 Ekim 2014 Perşembe

Samsun’da Eğitimin Hal-İ Pür Melali

TUİK, yani devletin istatistik kurumu Samsun’un yaşanabilir şehirlerarasında 46. sıra olduğunu belirtiyor. Sosyo-ekonomik gelişmişlikte ise 33 sırada olan şehrimizin eğitim durumu ise içler acısı. Eğitimde 51. sıradaymışız. Bizim eğitimcilerimiz az biraz daha işi serseler var ya son sıralara gerileyecekmişiz. ‘Atatürk’ün şehriyiz’ diye övünüyoruz. Bu mudur bize yakışan. Niye bu hale geldik?
Bu sorunun cevabı basit aslında!

Birkaç gün önce Kamu Sen’e bağlı Türk Eğitim-Sen Samsun Temsilcisi Levent Kuruoğlu, bir okula müdür olmak için sınava giren öğretmene “2007 yılında Cannes film festivaline birinci olan filmin senaristinin kim?” diye sorulduğunu iddia etmişti. Müdür adayı o öğretmen, sınav komisyonu üyeleri ile aynı dünya görüşünü paylaşmıyor olsa gerek. O öğretmeni müdür yapmamak için teşbihte hata olmaz ama hani nasıl söylenir ‘bin dereden su taşı öyle gel’ demek gibi bir durum oluşmuş.

Bunu duyduktan sonra fazla söze gerek var mı bilmiyorum ama İstatistiklerde Samsun’da eğitim durumunun 81 vilayettin bulunduğu ülkemizde 51. sırada olmasını tek bir cümleyle anlatmak mümkündür. Eğitimcilerimiz işini yaparken gereken özeni göstermiyorlar. Eğitim Sendikalarının temsilcilerinin bir birlerine söylediklerini gazeteden okuyorsunuz. Orada yapılan tartışmaya bakınca bu sorunun cevabını da bulmak mümkün gibi görünüyor. Yazılanlardan anladığımız kadarıyla Memur Sen’e bağlı Eğitim Bir-Sen iktidara verdiği desteğin meyvelerini toplamış gibi görünüyor. Bütün köşe başlarını onlar tutmuş.  Okul yönetimlerinde onlar var. Milli Eğitim Müdürlüklerinin yönetimini de onlar ele almış.

Köşe başlarını tutmak için harcanan gayretin birazını eğitimin standartlarını arttırmak için harcasalar inanın daha iyi duruma geliriz. Yazık değil mi çocuklarımıza. Bu kısır çekişmelerle aslında çocuklarımızın geleceği karartılıyor farkında değiliz. Yeni Valimiz İbrahim Şahin’in Samsun’un eğitim durumu ile ilgili bir açıklamasını henüz okumadık ama Diyarbakır’a atanan Valimiz Hüseyin Aksoy, Samsun’un eğitimde makus talihini yenebilmesi için çok gayret sarf etmişti. Hüseyin Aksoy’un milli eğitim müdürlerine hitaben söylediği şu sözümü hiç unutmam. “Benim duyduğum heyecanın aynısını duymayanlarla çalışmam”

Ben yeni Valimiz İbrahim Şahin’in de en az eski Valimiz Hüseyin Aksoy kadar aynı heyecanı taşıdığına inanıyorum. Bu mevcut durum için “İşimiz Alah’a kaldı” demek istemem ama son söz olarak şu temennide bulunabilirim ancak: “İyi olur inşallah”

/Ragıp GÖKER
23 Ekim 2014

21 Ekim 2014 Salı

Musluklarımız Ölüm Vanaları

Bir okurumuz kendisinin kimya profesörü olduğunu, musluktan akan suyun böcek öldürücü olarak kullanılan DDT koktuğunu söyledi. Musluklarımız ölüm vanalarına döndü. Hayat veren su beceriksiz yöneticilerimizden dolayı hayatımızı tehdit ediyor. Yokluğuna iki hafta dayanılamayan suyun, sel olup hayatları söndürdüğü gibi musluklarımızdan akan kirli suyu içmek bir tarafa, bu suyla banyo yapmak, başta kanser olmak üzere birçok ölümcül hastalığın sebebi oluyor. Sonuçlara gözyaşı dökmek kaybedilen canları geri getirmiyor. Sebepler değişmeden sonuçlar değişmez. Gübre-, Bakır Sanayi, Termik santraller, tarım ilaçları v.b. gibi kirli yatırımlar,  çevre ve su kaynaklarını kirleterek, yiyeceklerin çoğunun alkali özelliğini kaybetmesine, asitli hale gelmesine sebep olmaktadır.


Ozonlama Pahalı

Mikrobiyal kirlilikten korumak ve çeşitli salgın hastalıklara neden olan mikroorganizmaları önlemek amacıyla uygulanan KLOR ‘lama işlemi, batıda uygulanan Ozonlama’dan ekonomik olarak daha uygun olması nedeniyle yaygın olarak kullanılmaktadır. Belediyeler herhangi bir salgın hastalığa neden olma ve  kanalizasyonlardan bulaşma endişesi  nedeniyle olması gereken litrede 5-20 mg seviyesinden çok daha fazla klor kullanmaktadırlar. Musluk sularının pH değeri genellikle pH 7 ‘den düşük yani asidiktir.


Klor Banyoda Da Ölüm Saçıyor.

Klorlu suyu vücudumuza sadece içerek değil banyo yaparak da alırız. Yapılan araştırmalara göre duş suyu sıcaklığı 42 dereceye ulaştığında son derece toksik olan KLOROFORM’un  ve TRİCHLORETİLEN (TCH)’in %80’i buharlaşmakta ve buharlaşan klor, TCE ve benzen solunum ve deri yoluyla dolaşımımıza geçmektedir. İçtiğimiz su kadar hatta daha da tehlikeli olan duş ve yıkanma sırasında alınan kanserojen klor ve klor türevleridir ve bu atıklar vücudumuzda birikmektedir.

Yediğimiz ve içtiğimiz asidik maddeler vücudumuza girince yapıyı bozuyor. Bu nedenle yediğimiz içtiğimiz gıdaların alkali özellik taşımasına dikkat etmeliyiz. Alkali su karaciğer ve bağırsakları temizlediğini, hücrelerin yıpranmasını geciktirmekte vücudun asiditeyi nötürleme çabasına destek olmaktadır, kansere karşı vücudun direncini artırmaktadır. İşlenmiş tüm gıda ürünlerinin ise asitlenmektedir.  Sudaki mikro organizmaları öldürmek için suya katılan ölçüsüz klor mikro organizmalarla birlikte su tüketicilerini de öldürüyor.

ABD Jimmy Carter (1980) döneminde ölçülü de olsa klorlamadan vazgeçildi. Özellikle çocuklardaki kan kanserinin en belirgin sebebini, ölçüsüz klor kullanımı oluşturuyor.


Değersiz Rapor

Samsun Büyükşehir Belediyesi Su ve Kanalizasyon İdaresi (SASKİ) Genel Müdürlüğü Laboratuvar Sorumlusu Su Ürünleri Mühendisi Yaşar Özaltın, alınan içme suyu numunelerinin 15-20 saniye ile 3 dakika arasında analiz edildiğini ve suyun temiz olduğunu açıkladı. Ancak suyun PH değeri ve bir litre sudaki klorun miligram değerinden, barajdaki suyun boşaltılmasından, suyun dibine çöken zararlı kimyasalların miktarından ve suyun DDT kokup kokmadığından, ne koktuğundan bahsetmedi.
Bu raporun dünyayı tehdit eden Ebola virüsünün göründüğü kadar kötü olmadığını söyleyen THY Müdürü Koti'in, "Tabii ki Allah göstermesin bulaşınca öldürüyor" demesinden farkı yok.

/Mehmet AKSOY
21 Ekim 2014

Termikçiler Yalnız Mı…!

Birkaç gün önce Terme’de ‘Termik Santral’ kurmak için ilk başvuruyu yapan ‘Tim Avrasya’ firmasının sahibi Pamir Tuğlu’yu aradım. Terme halkının ilçelerine termik santral yapılmasını engellemek için birleştiğini belirterek, “Size santral yaptırmayacaklar, ne düşünüyorsunuz?” diye sordum. “Ben kararlıyım, o santrali yapacağım” diyor Pamir Bey. “Nasıl yani?” diye sordum bu defa. “Termelilerin aklını çevreciler çeliyor” diyor Pamir Tuğlu.

Yakında Terme’ye gelerek önce çevrecilerle, daha sonra da halktan temsilcilerle konuşacağını da söyleyen Tim Avrasya’nın sahibi Pamir Tuğlu, çevrecileri ve halkı ikna edeceğine inandığını belirtiyor. Dünya’nın en güvenli santralini kuracağını da iddia ediyor Pamir Tuğlu. Türkiye’nin enerjiye ihtiyacı olduğunu ve enerji üretmeden gelişemeyeceğini de belirten Pamir Tuğlu, başta Almanya olmak üzere bazı Avrupa ülkelerinin ülkemizin kalkınarak büyümesini istemediğini iddia ediyor.

“Termik Santrale karşı çıkanların arkasında Almanya ve diğer bazı Avrupa ülkeleri var” demek istiyor yani. Terme direniyor. TERÇEP, halkı bilinçlendirme görevini başarıyla sürdürüyor, Ben TERÇEP’in çok önemli mesafe kat ettiğine inanıyorum. Kendilerini kutlarım. Direnç o kadar güçlü ki, ilk sonuç alınmış gibi görünüyor. AK Parti İl Başkanı Fuat Köktaş, baştan beri termik santrale karşı olduğunu belirtiyordu ama ilk defa geçen hafta güçlü bir şekilde tepki verdi. Fuat Köktaş İthal kömürle termik santral kurulmasını hükümetin de istemediğini söyledi. Ama bu işin boyutu çok büyük. Şöyle söyleyeyim.

Tim Avrasya firmasının kuracağı santralin öngörülen maliyeti 960 milyon lira. Ki, yatırımın gerçekleşmesi halinde maliyetin bir milyar lirayı aşacağını tahmin ediyorum. “Bir milyar lira” deyince rakamı küçümsemeyin diye söylüyorum bu miktar eski parayla bir katrilyon lira. Evet yanlış okumadınız. BİR KATRİLYON LİRA….

Terme’ye santral kurmak isteyen firma Tim Avrasya ile sınırlı değil üstelik. Başka firmaların da lisans almak istedikleri de biliniyor. Pamir Tuğlu’yu tanıdığımı söyleyemem. Ancak kendi ifadesine dayanarak yazıyorum, Pamir Bey bir bürokrat emeklisidir. “Para ile imanın kimde olduğu bilinmez” diye söylemiş büyüklerimiz. Belki Pamir Tuğlu da o kadar paranın sahibidir bilinmez, dilerseniz beni önyargılı olmakla suçlayın ama ben Pamir Bey’de bu kadar paranın olamayacağı şüphesiyle kendisine sordum: “Bir ortağınız var mı?” diye.

Zira bu günlerde Samsun’daki fısıltı gazetelerinde, Tim Avrasya Ltd Şirketinin yalnız hareket etmediği, bu firmanın Samsun’dan ortakları olduğu ileri sürülüyor. “Elçiye zeval olmaz” derler ya, Pamir Tuğlu ortağı olmadığını, özellikle Samsun’dan bir ortağının bulunmadığını söyledi bana. Bir kere daha yazıyorum. Terme halkı direnmeye devam etmelidir. Hani nasıl söylenir.  Pabuç halen çok pahalıdır, ona göre yani.

/ Ragıp GÖKER
21 Ekim 2014

16 Ekim 2014 Perşembe

Samsun'a Bakın Şimdi Neyi Tartışıyor..

Bu kentte aslında 'tartışmadan bir şey olmasını temenni ediyoruz' ama ne mümkün.. Allah'tan Samsun'un coğrafik konumu, stratejik önemi ve yeryüzü yapısı  ve tarihten gelen misyonu büyümeye, gelişmeye kendiliğinden açık.. Yani ürettiğin zaman çok şey yapılmasının mümkün olduğu bir il.. Gelişmekte kısırlık yaşabilecek bir coğrafyaya hakim olsaydı, sıkışıp kalan bir il konumunda olurduk.. Son günlerdeki tartışmaya dikkat çekmek istiyorum..

Samsun'a ikinci devlet üniversitesi gelecek ama tartışmalar nereye kadar uzadı.. Büyükşehir Meclisi Komisyonu'nda Canik'in önerisi ret edilince, Canik Belediyesi'nden 'zehir gibi açıklama geliyor'.. Dün de Büyükşehir Meclis Başkanvekili Turan Çakır'ın açıklamaları var.. Bakın neyi tartışıyoruz. Yurt alanıydı, ticaret ve konut alınıydı bir tarafa bırakın arada 'ikinci üniversite kaynıyor'.. Oturup konuşup, bir araya gelemiyor aynı partinin siyasileri ve 'kaybeden Samsun oluyor'..

Yani şu yapılamıyor.. İkinci üniversite için 'ne gerekirse yapalım. Bu kente katkı verelim' gibi bir yaklaşım yok.. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz ile Canik Belediye Başkanı Osman Genç'in 'Büyükşehir için adaylık yarışı' nedeniyle bu tartışmalar yaşanıyorsa 'yazık bu kente'.. Yok bu değilse, ne o zaman..

Cemaat karşıtlığı ya da cemaat yandaşlığı yaklaşımları noktasındaysa bu tartışmalar yine 'Samsun'un suçu ne'.. Nedir paylaşılamayan?.. Şu an bilgi kirliliği 'karşılıklı açıklamalarla' havalarda uçuşuyor.. İkinci üniversite için oturalım masaya diyen yok.. Bakın eğitimcilerin görüşlerini aldı dün arkadaşlarımız..

Bugün de gazetenin manşeti.. 'Bırakın farklı hesaplaşmaları. Samsun'a üçüncü üniversiteyi konuşalım diyorlar'.. Meclisteki o eller '2. üniversite için kalkmazsa vebal altında kalınır' diyor bir eğitimci temsilcisi.. Yani siz neyi tartışırsanız tartışın, neyin hesabını yapıyorsanız yapın.. Bize ne, Samsunluya ne?..

Siz ikinci üniversiteyi nasıl kazandıracaksınız onu tartışın.. ‘Neden olmuyor’ değil, nasıl yaparız onu anlatın Samsunlu'ya.. Çözüm merkezi siz olduğunuza göre 'sorun merkezi olmayı bırakın'.. Ve Büyükşehir Meclis Üyeleri'ne de bu konuda  çok önemli görev düşüyor.. AK Partili, CHP'li ve MHP'li hepsine.. Yeni bir devlet üniversitesinin kurulmasının siyaseti olmaz.. Bu kente yatırım için 'eller kalkmalı'.. Belki birileri aralarında hesap görecektir ama Samsun buna alet olmamalıdır..  Bu dönem için koyulacak her taşta, o meclisin imzası olacaktır.. Samsunluya ne 'sizin kavganızdan'.. Bize ikinci hatta üçüncü devlet üniversitemizi verin..

/A.Yener CABBAR
16 Ekim 2014

Şu Bafra'nın evleri


Artık hiçbir komşunun çalınacak meyve ağaçları yoktu. Sarmaşık gülleri, hanımelileri, sümbülleri, aslanağzı çiçeklerini çocuklara Google`den bulup göstereceğiz. Bafra Belediyesi 1868 yılında kurulduğunda, Samsun`da belediye teşkilatı kurulmamış ancak takip eden 1869 yılında, şimdi vilayetimiz olan Samsun`da belediye teşkilatı kurulabilmiş. Belediyeler bir şehrin gelişip korunmasında her zaman gereklidir. Belediyesi olmayan bir şehrin düzenli gelişmesi mümkün değildir.

Osman Efendi Bafra`nın ilk belediye başkanı, Bafra`da düzenli gelişmenin de mimarı olmuştur. Onun zamanında Bafra`da kesme taştan yapılmış yollar, çeşmeler, düzenli bahçeler ve mezarlıklar oluşturulmuş. Sonra ki Belediye Başkanları da onun yolundan gitmişler. Bu durum Bafra`ya ilk su tesisatını döşetip evlere su getiren Bafra`nın efsanevi belediye başkanı Ali Kale`nin zamanına kadar da sürmüştür. Başkanın getirdiği su o kadar kaliteli olmuş ki; şişelenmiş suların yeni çıktığı dönemlerde Bafra halkı şişe suyunu tercih etmez, “Ne içersiniz” diye sorulduğunda “Ver bir Ali Kale suyu” derdi.

Unutulmaz Başkan 1955-1973 yılları arasında tam 18 yıl kesintisiz belediye başkanlığı yaparak Bafra`da kırılması mümkün olmayan bir rekora imza atmıştı. Ben şanslıydım onun belediye başkanlığını en iyi yaşayanlardan biriydim. Başkanlığı bıraktığında 11 yaşındaydım. Deniz kenarında olmayan Bafra`ya ta o yıllarda yüzme havuzlu turistik tesisleri kazandırmıştı. Bugün bile hayal edilemeyen bu duruma o zamanların modern Bafra halkı çok kısa sürede adapte olmuştu. Gençler gündüz tramplenli havuzda yüzüyor, akşamları ise havuz kenarında ya çaylarını içiyor ya da aileleriyle birlikte yemeklerini yiyorlardı. Tesislerde nişan ve düğünlerde yapılıyor, dışarıdan gelen misafirler motel odalarında konaklayabiliyorlardı.

Büyük başkan çok girişimci olmasına rağmen kaçak yapılaşmaya ve apartman yapımına asla izin vermiyordu. Bunun güzelim Bafra`yı bitireceğini ta o günlerden görmüş, kaçak binaların yapılması durumunda elektrik ve suyu kesinlikle bağlatmayacağını her defasında söylemişti. Vatandaşın biri bu uyarıları dikkate almamış kaçak olarak yaptırdığı eve yıllarca elektrik ve su bağlatamamıştı.

Başkan neden bu kadar ısrarlıydı? Onu ancak bugünkü taş yığınları arasında yaşayan Bafralılar bilebilir. O dönemde bir İtalyan şehrinden hiç farkı olmayan Bafra`da öyle güzel bahçeli evler vardı ki, korunabilseydi ikinci değil birinci Safranbolu bile olabilirdi.

Benim çocukluğuma denk gelen yıllarda Bafra`da hiç apartman yoktu. Evler 4 sitilde yapılmıştı. En görkemli olanları pişmiş tuğladan üzeri sıvalı iki katlı olanlardı. Bu evlerin içi o kadar kullanışlıydı ki yatak odalarında gömme banyo, duvarlarında havalandırma delikleri, kendine özgü hamamı, evlerin altında çok kullanışlı odunluk, geniş bir mutfak, ikinci kata çıkmak için tırabzanlı merdiven, yüksek sayılabilecek çok güzel boyanmış kapılar, ahşap kaplı tavan, çok kullanışlı ferforjeli pencereler ve olmazsa olmaz rengârenk çiçekler ve meyve ağaçlarıyla dolu bakımlı bahçe. Bu evlerin konuşlandığı mahalleler ise, İsmetpaşa, Hacınabi, Gazipaşa, Büyükcami ve Gazipaşa Mahalleleriydi.

Bir diğer ev modeli ise tamamen ahşaptan yapılmış olanlardı. Bugün onlardan sadece bir tanesi duruyor. Herkesin bildiği gibi Hacıbaşların Konağı bu örneklerden bir tanesidir. Bugün yaşadığımız evler birkaç yılda dökülüyordu da onlar, nasıl neredeyse yüzyıl ayakta kalabiliyor anlamak mümkün değil. O ahşap ev sanki dün yapılmış gibi görkemli bir şekilde ayakta duruyor.

Bir başka ev sitili de Bağdadiye denilen evlerdi. Evlerin duvarları son derece dar ve uzun çıtaların birbirine çakılıp arada boşluk bırakılması ve bunların içine harç doldurulmasıyla yapılır. Dışı da yine sıva ile sıvanırdı. Bu evlerin en büyük özelliği ise kışın sıcak yazın serin olmasıydı.

Yine aynı özellikleri taşıyan kerpiç evlerde Bafra`da oldukça yoğun şekilde bulunan evlerdi. Balçık ve samanın karıştırılmasıyla kalıplara dökülen tuğlalar kuruması için güneşe bırakılır. Evlerin duvarları da bununla örülürdü. Tüm bu evlerin çatıları ise oluklu pişmiş tuğladan yapılan kiremitlerle kapatılırdı.

Daha sonraki yıllarda düz ve şekil olarak desenli ve çok gösterişli Marsilya kiremitleri de çatılarda kullanılacaktı. O zamanlar ülkemizde bu tip kiremitler imal edilemediğinden bu kiremitler Fransa`dan ithal ediliyordu. İşyerlerinin mimarisi biraz daha farklıydı. Binalar yine iki katlıydı ama pencerelerin dışında kare şeklinde Ünye taşından bir çerçeve olurdu. Bu binaların mimarisi gerçekten çok güzeldi.

Ali Kale`nin belediye başkanlığı 1973 yılında bitiyor Bafra`da apartmanlar devri başlıyordu. İlk apartman eski tütün tüccarlarından Himmet Karaçocuk tarafından 5 katlı olarak Gazipaşa Mahallesindeki Hükümet Caddesi`ne yapılacaktı.

Bu ev Bafra`da hala Himmet`in Apartmanı olarak anılmaktadır. İkinci apartman ise onun tam karşısına babam tarafından 1974 yılında yapılacaktı. Süreç hızlanacak o güzelim çiçekli bahçeleri olan evler birer birer yıkılacak. Katliam başlayacaktı. Artık ne bahçe ne de çocukların oyun oynayabileceği yerler olmayacaktı. Ağaçlarda katliamdan nasibini alacak o günlerde sıkça bulunan tropikal palmiye ağaçları tümüyle yok olacaktı. Bazı tropikal ağaçlar o kadar farklıydı ki gövdeleri sanki siyah tülle kaplıydı. Biz o tülleri koparıp kendimize takma bıyık yapardık.

Artık hiçbir komşunun çalınacak meyve ağaçları yoktu. Sarmaşık gülleri, hanımelileri, sümbülleri, aslanağzı çiçeklerini çocuklara Google`den bulup göstereceğiz. Hepinize kolay gelsin hoşça kalın.

/Recep Yılmaz
16.10.2014

15 Ekim 2014 Çarşamba

Aslında Müftü Bey De 'Cımbızı İyi Kullanmış'..

Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk "18 yaşındakinin zinasına karşı çıkamıyorsanız, 17 aylık bebeğe tecavüze karşı çıkmak timsahın gözyaşlarıdır" sözleriyle Türkiye'de gündeme oturdu.. Müftünün açıklamasının içeriğine bakınca, Türkiye'deki yozlaşma ve ahlaksal çöküş noktasına dikkat çektiği görülüyor. Yaptığı konuşmayı bir bütün olarak ele alırsanız da, kastını da anlamak mümkün.. Ancak;
Müftü Hayrettin Öztürk'ü Ankara'ya çağırtan Diyanet İşleri Başkanlığı'nın inceleme başlattığı o cümleyi konuşma metninin içine seçen de Müftü'nün kendisidir..

Yani 'cımbızla çekmişler, bu ihanettir' diyen Müftü de bana göre bir çok noktası yapıcı eleştirilerle dolu o konuşmasının içine 'en vurucu cümleyi yerleştirerek' cımbızla çekme işlemini kendisi de uygulamıştır.. Tek fark, 'Onun yaptığı, kendisinin dediği gibi ihanet değil, dikkat çekmek için kullanmıştır.. O cümle konuşma metnin içinde olmasa bugün Müftü Öztürk ne Ankara'ya çağrılacaktı, ne de yazısına inceleme başlatılacaktı..

Çünkü Müftü Öztürk'ün o cümleyi kullanması 'bir dini bilgiyi vermekten, gençliği, kamuoyunu aydınlatmaktan çıkmış', timsah gözyaşları yorumuyla 'birilerini de itham noktasına gelmiştir'.. Bu kanun koyucular da olabilir, hükümette.. O sözü nereye 'söylediğinin açıklamasını yine kendisi yapacaktır Sayın Öztürk'.. Öztürk, inceleme başlatılmasının ardından dünkü yaptığı açılamada "Bunu söylerken asla 17 aylık bebeğe tecavüz edenle 18 yaşındaki bir gencin zinasını eşit görmüyorum" diyerek bir düzeltme yapmıştır ama bu açıklama da 'ilk konuşmasının içinde olsa, tamamlayıcı olacaktı'..

Yapılan açıklamayı dün de ben tekrar ham haliyle okudum.. Arkadaşlarımızla yorum da yaptık.. Ve Müftü Öztürk'ün ilk yaptığı açıklamada cımbızla çekip, yazısının içine oturttuğu o cümlelerin adeta 'cımbızla alın dercesine' yalın ve yorumsuz bırakıldığını' söyleyebilirim.. Yani ihanet noktasına katılmıyorum..

Müftünün sözlerinin kastı aştığını düşünüyorum.. Ancak; Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk'ün, Türkiye'deki bir çok müftünün ve din görevlesinin yanında 'fikirlerini daha açık, daha net söylediğini' bu nedenle de 'kamuoyunda tartışılacak' ortam oluşturmasını 'olumlu bulanlardanım'.. Çünkü 'kamuoyunu aydınlatmayan, makam masasında hiç bir şey yapmadan, fikir bile üretmeden' onlarca bürokratın yanında 'Bir müftü olarak oldukça göz önünde olan bir isimdir'.. 'Konuşan, konuşturan, düşündüren, beyin fırtınasına yol açan, bir din adamı olarakta' farklı buluyorum..

Kendisinin de daha önceden açıkladığı gibi 'Basını pek sevmese de', basında da yer almadan edemiyor.. Ama hocam, 'basına hem malzeme verip, hem de ihanet demeni' kabul etmiyorum.. Çünkü burada tek cımbız yok.. Cımbızla koymuşsunuz, gazeteci de cımbızla almış.. Olay budur..

/A.Yener CABBAR
15 Ekim 2014