24 Eylül 2015 Perşembe

Kürt, Türk, Arap, Çerkes, Kızılot Köyünde Bayram Namazında

Senede iki kez camiye giderim,-eşimin her bayram sabahı ağlayarak "toplumdan aykırı düşmeyelim" ricalarına dayanamadığımdan oğullarımı alıp köy camisindeki yerimi alırım.

Bu sabah bayram namazında camimiz her zamankinden kalabalık bir cemaat ile dolu idi, fındık toplamak için gelen Kürtler ve yurtlarından mecburi hicret etmek zorunda kalan Suriyeli Arap kardeşlerimiz.

Biz köy halkı olarak 1864 yılında Kuzey Kafkasya’dan sürgün edilmiş Çerkezleriz. Yani Suriyeli Arapların bugün yaşadıkları travmanın katmerlisini 150 yıl önce yaşamış insanların üçüncü kuşak torunlarıyız, genlerimizdeki soykırımla karışık zorunlu Hicretin kromozomları hala durmakta. Önceki bayram namazlarından farklı bir bayram namazı kılacağımızın heyecanı ile camideki yerime yöneldim,

Çerkes xhabzesi (görenek) gereği bizim camide hiyeraşik bir saf tutma düzeni vardır, öyle her önüne gelen yerde saf tutmak haynep (ayıp) tir. Benim yılda iki kez gelmeme rağmen camideki yerim bellidir -sol ön cenahta üçüncü sıranın duvar dibi klimanın hemen altına denk düşer, es kaza o bayram namazına gelememişsem bile yerim boş kalır (bu belki bana olan saygıdan, büyük olasılıkla da mecburi gelişlerimdeki günahların es kaza münkir meleklerince kendilerine yazılması korkusunda olan hemşerilerimin köylü kurnazlığındandır).

Bu sabah her zamankinden farklı bir saf tutma olayı yaşadık aslında onu paylaşmak için oturmuştum klavye başına ama yine "gameti uzattım" Çerkes, kürt, Türk(eniştelerimizin kahir ekserisi Türk’tür) ve mülteci Suriyeli Arap’lardan oluşan ilginç, ilginç olduğu kadar hoş bir cemaat mozayiği oluşmuştu, bu curcunada bizim önceki saf tutuşlarımızda birbirine karıştı, Bilinçli olduğuna ihtimal vermiyorum gayri ihtiyari –ya da bilinç altının izdüşümü olarak köyün Çerkeş ahalisi caminin sağ tarafında saf tuttu, Türk enişteler her zamanki gibi Çerkezlerin en arka sırasında saflaştılar, Kürt konuklarımız kendilerini biraz daha "BİZDEN" saydıklarından olsa gerek sol cenahta saf tuttular, Suriyeli Araplar ise çoğu perişan kılıklı Kürtlerin arkasında çıkış kapısının hemen önünde kümeleştiler.

Ben her zamanki yerine yöneldim Arapların arasından ilerleyerek görünüş itibari ile -pek Müslüman benzemediğimden olsa gerek- kendilerinden olmadığımı gören Araplar ve Kürtler aralarında saf tutmamdan çok hoşnut olduklarını hissettirdiler bana göz işaretleri ile birbirlerine beni göstererek.

Bu saf tutuş beni oldukça duygulandırdı, tanrının evi olmasına rağmen insanların bu kutsal saydıkları mekânda bile "sahiplenme" egolarının esiri olmuşlardı.

Namaz sonrası köy geleneğimizdir cami avlusunda xhabzemizce hiyerarşik sıralanıp bayramlaşırız. Bu seferde yine öyle yaptık ama hiç kimse çıkıp Kürt ve Arap cemaati bayramlaşma saflarına davet etmedi, biçare dostlarımız melül melül bakışıyorlardı. Aykırılık ruhuma işlemiş ya bu durumlarda damarlarımdaki Soylu Şapsığ ŞPAŞİGO KITIJ SMAYLL'ın mirası anarşit damarım kabardı cemaatın önüne geçip gençlik yıllarımdan içimde kalmış "ajitasyonlardan" birini yaptım, sanırım camide imamın bayram hutbesinden etkili oldu, Çerkez, Türk, Kürt, Arap tüm Müslümanlar olarak kucaklaşıp ağlaşarak birbirimize sarıldık. En son imamla kucaklaşıp bayramlaşırken kulağıma eğilip "hoca yine komünistliği gösterdin, ama hiç de fena olmadı Allah için" diye fısıldadı. Komünist olmaktan her zaman onur duymuşumdur. "Müslümanlar kardeştir" hadisinin Marksist tezahürü olan "Dünya halkları kardeştir "şiarını hayata geçirmenin gönül rahatlığı ile eve döndüm.

/Cemil BİÇER
24.09.2015

19 Eylül 2015 Cumartesi

“Kurban” Kültürü

İslam, Hristiyanlık ve Yahudilik gibi İlahi dinlerde kurban, ilk insan Hz. Adem’in çocukları Hâbil ile Kâbil’in Allah’a şükranlarının bir ifadesi olarak sundukları ile başlar. Maide Suresi 27. Ayet’te bu durum şöyle anlatılır:  “Onlara, Adem’in iki oğlunun haberini gerçek olarak anlat: Hani birer kurban takdim etmişlerdi de birisinden kabul edilmiş, diğerinden ise kabul edilmemişti. (Kurbanı kabul edilmeyen kardeş, kıskançlık yüzünden), ‘Andolsun seni öldüreceğim’ dedi. Diğeri de ‘Allah ancak takva sahiplerinden kabul eder’, dedi.” Hâbil, hayvancılıkla geçimini temin ederdi. Kâbil ise çiftçilik yapar toprakla tarımla uğraşırdı. Habil az ile yetinen çokça şükredendir ancak Kabil tam aksi. Aralarında Allah’a şükranlarını nasıl sunacaklarına dair bir tartışma çıkar. Hâbil, hayvanlarından en değerlilerinden birini seçerek, bunu yapmak isterken; Kâbil ise en beğenilmeyecek mahsulden yana tercih yapar. Sonuç olarak Allah(C.C) a şükranların ifadesi olarak takdim edilecek kurban, Kur’an-ı Kerim’de ifade bulunduğu üzere gerçekleşecek bir ibadet olarak sürdürülegelir. Hac Süresi 37. Ayet’te ibadetin ile işin özü “Elbette onların etleri ve kanları Allah’a ulaşmayacaktır. Ancak O’na sizin takvanız erecektir.” 34 Ayette ise emrin kendisi zikrolunur: “Biz, her ümmet için Allah’ın kendilerine rızık olarak verdiği kurbanlık hayvanların üzerine O’nun adını ansınlar diye kurbanı gerekli kıldık.” 

Kurban, Yahudilikte, İslami uygulamalara yakınlık da gerçekleşir ancak Hristiyanlıkta Hz. İsa’nın bütün insanlık için kendini fedâ (kurban) etmesi üzerine kurgulanır, Tanrı’nın rızasını kazanmak için yapılacak olan maddî ve manevî bütün fedakârlıklar kurban olarak addedilir.

Türk dünyasında da kurban ibadeti (İslama girmeden önce) ; at, deve, koyun, sığır gibi hayvanların tanrı için kesilmesi olarak tezahür eder. Kadim bir gelenek olarak, ölülerin ruhlarından yardım istemek, tanrının rızasını kazanmak ve ataların öfkesini durdurmak için kurbanlar kesilirdi. Ayrıca kurban olarak çeşitli yiyecekler de sunulduğu gibi bazen hayvanlar, kutsal ruhları memnun etmek için, kesilmedikleri hâlde serbest bırakılırdı. O hayvanlara kimse dokunamaz, etinden, sütünden ve yününden faydalanmaya tevessül edemezdi.

Diğer taraftan Çin geleneklerinde insanların da kurban edilmesi söz konusu iken, Konfiçyus, döneminde bu uygulama yerini tahıl saplarının insan şeklinde yapılmasıyla, şeklî bir uygulamaya dönüşmüştür.

Budizm’de hayvan kurban etme olmamıştır. Aksine Budizm, Hinduizm’deki hayvan kurban etmeye karşı çıkmıştır. Budizm kurbanı,  rahiplerin ihtiyaçlarını görmelerine yardımcı olacak çeşitli yiyeceklerden ve değerli eşyalardan vermeyi vaaz eder.

Hinduizm’deki kurban anlayışında, hayvanların yanı sıra çeşitli yiyecek ve eşyalar da kurban edilebilir. Fakat eski kültürlerin çoğunda olduğu gibi özellikle kralların ve üst düzey yöneticilerin öldüklerinde, onlarla birlikte köle ve hizmetçileri de kurban olarak öldürülürdü.  Hinduizm’in  ilk çağlarında eşi ölen kadınların ölen eşleri ile birlikte veya daha sonra yakılmaları kurban gelenekleri arasında görülür. Bu geleneğin en bariz örneğine Nepal kraliçesi Rajeshwari  Devi’nin 1806 da yapılan bir törenle yakılmasında rastlanır.

İnsanın, gördüğü nimetler karşısında teşekkürünü ifade etme adına sürdürülen kadim bir gelenek, dini bir ibadet, özünden ihlasından gerçeğinden gün geçtikçe uzaklaşıp parasal bir döngüye, maddi bir vurguna, kurumsal ve bazen de kişisel köşe dönmecelere dönüşüyor.

Buna birde etobur insanların, hayvan sevgisini bahane ederek, ibadeti küçümseme,  çoğu zaman hakarete varan eleştiri getirmelerini eklerseniz, kurban ibadetinin nasıl boğulmaya çalışıldığını açıkça göreceksiniz.

Vakti gelince, birilerine ya da bir kuruma para vererek deri toplamak değildir Kurban İbadeti? Paran olduğu sürece elbette yardım edeceksin. Münasip şekliyle derisini de etini de bağırsağını da bağışlayacaksın. Elbette sosyal yardımlaşma ve dayanışmayı sağlayan, bu yönde faaliyet gösteren sivil-resmi kurumlara destek de olacaksın taltif de edeceksin. 

Et, et de; kurbanı, kurban etme ya da bu bağışlar için kurbanı, kurban edenlere, benzeme! Kurbanını kes. Gözün değsin, elin değsin o ibadete… Cebinden paranı önünden lokmanı kapmak için herkes muhakkak bir gerekçe bulur, öyle yada böyle seni ikna eder. Kanma! Ve bir de usulüne uygun, temiz şartlarda lütfen. Bulduğun her açık alan, her akarsu bırakacağın kirliliği temizlemez. Aksine daha çok kirlenmeni daha çok hakaret görmeni ve daha çok ceza yemeni sağlar.

Allah adına yapacağınız ibadetle Allah’a ve Resulüne laf söyletmeyin. Kötü çirkin manzaralara sebep olmayın lütfen. Güzel günlere uyanın. Nice güzel bayram sabahlarına. Sağlıcakla kalın efendim.

/Uğur DEDE
19.09.2015

2 Eylül 2015 Çarşamba

Karadeniz’i Satmak

Ülkemizde alternatif turizm arayışları uzun zamandır sürüyor. Güneş ve deniz turizmi için Ege Akdeniz kıyıları zaten bu özellikleriyle biliniyor. Antalya ve Alanya’nın yanı sıra Kuşadası ve Bodrum bilinen turizm bölgeleriyken, son yıllarda bunlara Çeşme de eklendi. Ege ve Akdeniz sahilleri Alman, İngiliz ve özellikle Antalya Rus turistler için bir dönem cazibe merkeziydi. Ama duyuyorum ki Rus’lar için Antalya da cazibesini yitiriyor. Şimdinin yeni trendi ise Arap Turistler. Arap’lar sıcaktan kaçtıkları için daha ılıman iklim arıyorlar. Karadeniz’i keşfetti Arap’lar.

Bunun için de Samsun biçilmiş kaftan gibi duruyor. Kumsalımızın bir kısmını insan eliyle yok etmişsek bile plajlarımız da var. Arap’lar bu bunun için gelmiyor zaten. Bolca yeşilimiz var çok şükür. Ve alabildiğine mavi denizimiz. Son yıllarda sayıları artıyor olsa da otellerimizdeki yatak sayımız,  dezavantajımız gibi duruyor.

Ve fakat. Araplar otelden daha fazlasını istiyor zaten. Geçici konaklamak istemiyorlar, daha ziyade kalıcı konut arıyorlar. Burada Atakum öne çıkıyor. Son yıllarda Atakum’da çok sayıda konut üretildi. Bu konutların önemli bir bölümü orta sınıfa hitap eder nitelikte. Üst sınıfın ihtiyacına dönük de konut üretiliyor elbette. A Plas diyeceğimiz konut türlerinden Atakum’da da örnekleri var Canik’te de. Canik’te mesela Cevat Öncü’nün yaptığı konutlar A Plas denilecek türden oluyor. Atakum’da da Mazhar Başoğlu, Servet Keskinsoy ve arkadaşlarıyla Borkonut da lüks konut sayılabilecek türden inşaatlar yapıyor. Atakum ve Canik’te sözünü ettiğimiz bu konut türleri daha çok bizim üst sınıf  tüketiciler için planlanmış gibi duruyor. Ama Arap turistin beklentisi daha farklı ortaya çıkıyor: Biliyorsunuz Arap’lar aile boyu seyahati seviyor. Çoluk çocuk aynı yerde tatil yapabilmeleri için bu yapıların onların tatil anlayışına göre de dizayn edilmesi gerekiyor.

Fkk Güney Oto Lastik ve Takoz Sanayinin Samsun’un en köklü sanayi kuruluşlarından biri olduğunu biliyoruz. FKK, süspansiyon araçlarının yanı sıra köprü mesnetleri, elastomeller, liman usturmaçaları ve maden değirmenleri için merdane ve kauçuk kaplama üretimi gibi sanayi üretimi yapan bölgemizin en önemli sanayi kuruluşlarından biridir. Samsun’un göz bebeği firmalardandır yani. Ufuk Altuncu yönetimindeki FKK son yıllarda inşaat sektöründe de önemli yatırımlara imza atıyor. Eras Konutları bunların en bilinenlerindendir. Eras konutları daha çok orta sınıf tüketiciler için planlanmış yapılarken, firma Eras konutlarının hemen yanı başında A Plas konut üretimi yapmaya hazırlanıyor.

Firmadan henüz bir açıklama yapılmamış olmasına rağmen 100 daire olarak planlanan bu A Plas yapıların daha çok Arap turistlerin ihtiyacına yönelik olarak planlandığı biliniyor. Arap’ların Karadeniz bölgesine ve özellikle Samsun’a olan ilgisi bilinirken önümüzdeki günlerin yeni ticaret anlayışı bu yeni trend etrafında yoğunlaşacak. Karadeniz’in doğal güzelliklerini pazarlamak, konut satışının temel stratejisini oluşturacak yani.

/Ragıp GÖKER
02.09.2015

1 Eylül 2015 Salı

Samsun'u Sel Aldı…

Sandığın sapı YZY'ın elinde kaldı. Bilinçsizce (ne yaptığını bilmeden) ve sürekli aynı şeyi yaparak farklı sonuç beklemek ancak ve ancak aptalların yapacağı bir eylem şeklidir. Başkası bu tür konularda ki bilinçli davranışa ve davranışı gerçekleştirenlere nasıl bakar, değerlendirmesi ne olur bilmiyorum. Ama… Birileri aynı şeyi bilinçli bir şekilde yapıyor ve bunda da ısrar ediyorsa bu işin adı da ortaya çıkacak sonuç da, bizim bu konuya vereceğimiz tepki de asalak takımından çok farklı olur elbette ki.
………
 
İlk bakışta yapılan eylem aynı olduğu halde eylemi yapanların niyet ve bilinç durumları birbirinden farklı olduğu için sürekli aynı eylemi yapan “salak” ile “i..ney”i aynı kefeye koymak Yalnızca Adalet’e inanan(inanıyormuş gibi yapmayan) Kalkınma’dan yana, sadece Partisi’nin ve kendisinin çıkarlarını düşünen aklı başından uçmuş insanların yapacağı bir davranış şeklidir, biz Ebu Zer zihniyetlilerinin değil. Sözüm ona bir kısmı “seçilen”  çoğunluğu ise “seçen” durumundaki ahiret yolcusu insanoğlu bildiğini okumaya devam eder hem, hemcinslerinin hafızası, hem de insanlığın hafızası olan tarihi kayıtlarda ısrarla ‘’ ben kendi namımla değil; “anamın adıyla” akıllarda kalmak, hatırlanmak ve anılmak istiyorum”   derse artık o kişi için “Allah hidayet nasip etsin, hidayet nasip etmeyecekse de ıslah etsin” demekten başka yapılacak bir şey kalmamıştır. Rab’bimin hidayet etmeyeceği kullarını nasıl ıslah ettiğini hepimiz biliyoruz nasıl olsa…..
………..
 
Aslında bariz bir şekilde birbirlerinden farklı oldukları aşıkar “AT” iziyle “İT” izini dünyevi beklenti ve korkuları yüzünden birbiriyle karıştıran, karıştırmadığı halde işine öyle geldiği7gelmediği için sırf i… nelik olsun diye karıştırıyormuş gibi yapanları (günü geldiğinde o at ile bu itin de sahibi;  tek olan)  “O”,  sütçü beygirinden ve uyuz olmuş sokak itinden beter hale sokacak haberiniz ola... Bu nedenle içinde bulunduğumuz ramazan ayı münasebetiyle “Sizi kötülükten alı koymak ve size iyiliği emretmek” Adına bir kez de ben uyarmak istedim. Ben söyleyeceğimi söyler gerisini yüce yaratıcının takdirine bırakırım. Karşı cephedeyseniz siper alın; aynı saftaysak kulaklarınızı dört açın ve beni dinleyin.. Ey gündemde ve koltuk da kalmak için hiçbir şey ve kimseden “Yılmaz” , ey sözlerini  “Kılıç” zanneden gafil, Ey “Demir” yürekli olduğu iddiasındaki garip bakan kul ve diğerleri…
 
Bu gün ki mevcut zenginliğiniz, makamlarınız ve çevrenizde ki dalkavuklar sizi aldatmasın. Sakın; “Bu saatten sonra bana bi bir şey olmaz” demeyesin. An gelir “ olmazı olur, oluru olmaz “ kılan Allah, seninde olurunu olmaz, olmazını da olur haline getirir de ruhun bile duymaz. İster inan ister inanma. Ama… Hiçbir zaman sakın ola, “olmaz olmaz “ deme…..


Sesli Düşünüyorum
Son dönemde siyasetin içindeki ve dışındaki avamilerin   ‘padişahım çok yaşa’ tavrını gördükçe, midem bulanıyor. ‘Kontrolsüz güç, güç değildir’ sözünü bir kere daha düşünüyor ve ‘gururlanma padişahım, senden büyük Allah var’ söyleminden de fersah fersah uzaklaştığımız bu süreçte, günlük politikayı ve gündemi özellikle de güce biat etmiş bu medyadan takip etmekten utanıyorum.
 
Birileri tarafından bağışlanan % 50 lik oy oranının uzun süredir AKP ye sağladığı zafer sarhoşluğunu içinde ki dünün demokrasi havarilerinin, bugün kendilerine ve rantiyelerine yönelik bir eleştiri, tehdit hissettiklerinde nasıl da canavarlaştıklarına, hayvanlaştıklarına şahit olup kahroluyorum…  kendi kendime diyorum ki… Hey gidi günler hey; daha düne kadar "bir hata yaparsan ey Hz. Ömer, seni kılıçlarımızla doğrultmasını biliriz diyen sahabeyi ve bir Hıristiyan ile muhakeme olmaktan gocunmayan koca Hz. Ömer’i ve bir Ermeni mimarın elini kestirdiği için zamanın kadısı Hızır Çelebi’nin karşısında davalı olarak hesap veren Fatih Sultan Mehmet Han’ın kadı karşısında iki büklüm oluşunu"düşündükçe bir kere daha…


Şimdi De Saçmalıyorum

Sonuç olarak Katranı kaynatsan da olmaz şeker, Cinsine tükürdüğüm soyuna çeker…  Bu kadar acı sözden sonra hala ağız tadıyla iftar edebilecekseniz afiyet şeker olsun… Sahi az kalsın sormayı unutuyordum. Sahi gündüz saatlerinde yenilen Alaçam balığı, Adalar da ki kilo işi et, Çakallıda ki melemen ve Terme pidesi ve sonrasında içilen semaver çayı orucu bozmuyormuş doğru mu? Haricilere ve düzgün kalanlara hayırlı ramazanlar, huzur dolu bayramlar diliyorum…

/Ali KORKMAZ

Salıpazarı Ve Salman Grup Yolu

Terme Çayı’nın üzerinde kurulu olan Salıpazarı’nın çayın doğusunda kalan kısmı Terme’ye, batıda kalan kısmı Çarşamba’ya bağlı idi. Adını Salı günü kurulan pazardan alan Salıpazarı 1973’te belde, 1988’de de ilçe statüsü kazanmıştır. İlçede fındık üretimi önemli bir yer işgal eder. İlçe merkezi ovada kurulmuşsa da genel itibari ile dağlık olan Salıpazarı’nın iç kesimlerle irtibatı dere ve çayların oluşturduğu vadilerdeki yollardan sağlanmaktadır. İşte, Terme Çayı’nın oluşturduğu vadi üzerindeki yol Yeşilköy, Kızılot, Esatçifliği, Tahnal ve Dağyolu istikametini izleyerek yaklaşık 43 km sonra Salman’a çıkar.

Salman, Ordu İli’nin Akkuş İlçesi’ne bağlı bir kır kasabası olup, adını Hacıemiroğulları Beyliği döneminde yaşayan Selman Ağa’dan aldığı sanılmaktadır. Canik Dağları üzerindeki Kızılotyazı Tepesi eteklerine kurulan Salman’ın rakımı 1100 metre olup, yayla havası özelliği göstermektedir. Gürgen ormanlarının yoğun olduğu beldede fındık, lahana, mısır, fasulye ve patates üretimi ile tavukçuluk ve büyükbaş hayvan yetiştiriciliği yapılmaktadır. Salman, 1960 sonrası gürgen ağaçlarını taşımak için açılan orman yolu sonrası çevre köylerin merkezinde bulunması dolayısıyla hızla gelişerek, şehirleşmiştir. Halkın da özverisi sayesinde 1988’de belde statüsünü kazanan Salman’da ortalama 3.500 kişi yaşamaktadır. Ancak Salman’ı çevre köy ve mahalleleri ile birlikte düşündüğümüzde 12 binden fazla nüfusa hitap etmektedir. Yazın nüfus yoğunluğu daha da artmaktadır. İlçe olma yolunda uzun yıllar beklenti içinde olan Salman Belediyesi, 12.11.2012 günlü ve 6360 sayılı Büyükşehir Kurulması Hakkındaki Kanun ile kapatılmıştır. 

Salman’ın kültürü Ordu, Tokat ve Samsun kültürlerinin bir sentezi olup, ticaret, göç, eğitim ve sağlık hizmetleri açısından daha çok Samsun’a bağlıdır. İstanbul’dan sonra en fazla Salmanlı Samsun’da (çevre köy ve mahalle ile birlikte değerlendirildiğinde tahmini 5 bin kişi) yaşamaktadır.

Karadeniz’in genel problemleri olan yol, iş ve göç, eğitim ve sağlık konuları da Salman’ın temel sorunları arasındadır. Salman ile birlikte Akpınar ve Seferli beldelerinin de ortak ulaşım yolu olan Salman ve Akkuş Grup Yolu on yıllardır verilen bir mücadeleye rağmen yapılmamış ve halk toprak yollarda mağdur olmuştur. Bundan dolayı olsa gerek yol hep en büyük problem olarak algılanmıştır. Nitekim yol medeniyete açılan bir kapı ise algı doğru demektir!

Salman’ın temel sorunlarından bazıları öğrenci yurdu ve lise binası eksikliği; eğitim ve sağlık personeli eksikliği; resmî dairelerin yer sorunu; su kıtlığı; düğün ve toplantı salonu eksikliği; meslekî kurs ve eğitimi eksikliği; ziraat ve hayvancılık konusunda bilinçsizlik; mezarlık alanının eksikliği; dinlenme, spor, kültür ve park alanı eksikliği; cadde ve sokak yolları ile kaldırımların yetersizliği; büyükşehir irtibat bürosu eksikliği; ahşap ev, seran ve diğer yapıların yıkılması; köpeklerin başıboş bırakılması; orman, dere ve yaban hayatının yeterince korunmaması; Akkuş, Ünye, Ordu ve Samsun hattı dolmuş ve güzergahı ile kalkış-dönüş saatlerinin belirsizliği olup, bu konuda yetkililerce gerekli düzenlemelerin yapılması halk adına önemlidir.

Yukarıdaki açıklamalardan anlaşılacağı üzere Salman açısından Samsun ile olan ulaşım büyük önem arz etmekte ve bu da büyük oranda Salıpazarı ve Salman Grup Yolu’ndan sağlanmaktadır. Hatta Salıpazarı ve Akkuş ilçeleri arasındaki bağlantı da bu yoldan karşılanmaktadır. Ki, söz konusu yol aynı zamanda Yeşil Yol kapsamındadır. Samsun Büyükşehir Belediyesi mezkûr yola önem vererek Salıpazarı ile Esatçiftliği arasında asfalt yenilemesi ve Esatçiftliği ile Eğnebel Deresi arasında da betonlaştırma çalışmaları yapmıştır. Yolun Ordu sınırında kalan kısmı toprak olsa da Salman Belediyesi’nce bakıma alınarak işlerlik kazandırılmıştı. Ancak Salman Belediyesi kapatıldığına göre Eğnebel Deresi ile Salman arasındaki yol bakımsız kalmış ve her geçen gün kullanılamaz hale dönüşmüştür. Bu konuda Ordu Büyükşehir Belediyesi’nin de gerekli hassasiyeti göstereceğini umut ediyorum!

/Tahsin ÇAYIROĞLU
01.09.2015
http://www.hedefhalk.com/salipazari-ve-salman-grup-yolu-603712yy.htm