30 Haziran 2013 Pazar

Samsun - Sinop Hattı

Samsun Sarp yolu Sinop, Kastamonu, Zonguldak hatta İstanbul’a bağlandığında Sinop bir Bodrum, bir Marmaris olacak limanı canlanacak Soci ve Klasnadar’a hatta Azak Denizinden Kafkaslara açılan gemiler bu limandan kalkacak sanayisi canlanacak. Yaşam standardı yükselecek. Sinop dünyaya gözlerini açacak, çekim noktası olacak. 

Sinop’un tek caddesi kamu binalarının işgali altıdadır. Emniyet Müdürlüğü, Jandarma Komutanlığı, Askerlik Şubesi Başkanlığı, Orman İşletme Müdürlüğü, İl Özel İdare Müdürlüğü şehrin göbeğinde Cumhuriyet Hastanesi ise şehrin dışındadır.(!) 

Sinop büyüsün diye hastaneyi şehrin dışına atanlar diğer kamu binalarını şehrin dışına taşımayı düşünmemişler ancak benim vatandaşımın kendi arazisi üzerine kurup devlete bağışladığı, sağlık ocaklarını doktorlar ve sağlık memurları tarafından milli emlaktan kiralayıp çiftlik evi yapmış… Babalarının evi gibi kullanıyor. Bunun adına da sağlıkta dönüşüm diyorlar. 

Sinop’u gezdim, dünyanın en kuzey noktasında bulunan İnceburun’a Sinop fenerine kadar uzandım. Büyük önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün “gidemediğin yer senin değildir” sözüne kulak veren merkezi hükümet 1996 yılında dış kredili olarak ihale edilen Samsun, Sinop, Kastamonu, Zonguldak yoluna 2005’te yeniden start vermiş. Sarp’dan Zonguldak ve hatta İstanbul’a uzanacak olan Devlet Karayolunu engellemeye çalışan çevreciler başarılı olamamış yolun Sinop’a kadar olan kısmı bitmek üzere. Özellikle akşam saatlerine püfür püfür esen deniziyle, doğal Erfelek şelalesi kumsalları, ormanlarıyla Sinop tanıtılmayı bekliyor, ancak tüm daire amirleri burada yatıyor. Sanki yaz tatiline dinlenmeye gelmişler. Bereket versin bazı turizmciler dışarıdan gelip, küçük çapta oteller tatil köyleri yapmışlar. Birçok ev sahibi de evini pansiyon olarak kiraya vermiş.

Ak parti iktidarı Karadeniz’e şaibeli ihale ile müteahhit firmalara yol yaptı diye yüce divana sevk ettiği Sinop eski milletvekili Ulaştırma, Bayındırlık ve İskân Bakanlarından Yaşar Topçu beraat etmiş, Sinop’a ve hatta Karadeniz bölgesine büyük hizmetler vermiştir.

Zamanın Valisi Adil Yazar Sinop‘u dünyaya tanıtılması için uluslararası turizm fuarlarında standlarla açtırmış, muhteşem bir polis evi, deniz kıyına ahşap bungolov evlerden orman tesisleri yaptırmış, orman bölge kapanınca çürümeye bırakılmış. İl Özel İdare tesislerin de bakımsızlıktan çürüyor, Başta baro ve makine mühendisleri odası olmak üzere bazı STÖ’ler Samsun’a bağlı olarak hizmet veriyor.

Sinop iktidar partisine AK Parti’ye 28 Mart 2004’de oy vermiş ancak başkan İstanbul Ankara arasında mekik dokurken makamına yakışmayacak işler yapmış, partisinden ihraç edilmiş, Sinop’lu da eski Samsun DSİ Bölge Müdürü CHP’li Baki Ergün’e oy vermiş seçmiş belediye başkanı yapmış. Sinop pislikten batıyor, sahiller çöp yığınlarıyla dolu bunları eşeleyen kedi ve köpeklere bırakın belediyeyi Çevre ve Şehircilik müdürlüğü bile gümbür gümbür müzik çalan iş yeri sahiplerine hiçbir ceza uygulamıyor. Parklardaki çimler dahi sulanmıyor, belediye ekipleri kokoreç satan, kaldırımları işgal eden seyyar satıcılara ses çıkmıyor. Sinop son derece milliyetçi vatansever insanların yaşadığı bir yer. Burada yasadışı örgütlere yer yok ve sırf bu yüzden kayda değer asayiş olayı yok.

Yasa dışı örgütlerin TBMM’deki temsilcilerine gösterilen tepkinin kaynağında ise burayı karıştırmaya geldikleri yönündeki duyumlar. Buna inanan insanların doğal bir tepkisi olarak yorumlamak gerekir aslında insanlar burada rahatça gezip eğleniyor dinleniyor kimse kimseyi rahatsız etmiyor, sokaklara atılan restoran masalarında vatandaş içkisini içiyor, kısa etek giyene, dekolte giyinene kimse yan gözle bakamıyor, son derece sosyal bir şehir.

Yaygın kanallarda yayınlanan Parmaklıklar Altında dizisinin ardından birçok ünlünün yattığı Sinop’u simgeleyen tarihi cezaevi ziyaretçi akınına uğramış ancak cezaevinin duvarlarındaki örümcek sarkıtlarını temizleyen yok. Hiç kimse bu tarihi binaya sahip çıkmıyor. Kapıya bir bilet kişisi koyup para topluyor. Tıpkı Erfelek şalelerine gibi hiçbir şey vermeden alan ziyaretçilere hiçbir sosyal imkân sunmayan Kültür ve Turizm il Müdürü gibi.

Sinop’lu iş adamları Karakum da bir hatıra ormanı yapmışlar ağaçlar kurumuş etrafındaki koruma telleri yırtılmış ilgilenen yok. “Samsun Su Ürünleri Araştırma Enstütüsü” Sinop sahillerine 10.000 adet kalkan balığı yavrusu bırakmış, büyüyene kadar toplanmazsa balıkçılığın gelişmesine katkıda bulunacak.

Artvinli, Rizeli, Bayburtlu, Gümüşhaneli, Trabzonlu, Giresunlu, Ordulu, Samsunlu, Amasyalı, Çorumlu yaz tatillerinde reklâmı bol olan Ege’ye, Akdeniz’e değil tanınmayan, tanıtılmayı bekleyen, sahilleri fırıl fırıl esen, yat gezileriyle dinlenme eğlenme mekânlarıyla bir Bodrum, bir Marmaris ve Kuş Adasın’ı aratmayan Sinop’u tercih etmeli. Ondan sonra buraya beş yıldızlı oteller gelecek, lüks restoranlar kurulacaktır.

Ben gelecekten ümitliyim. Karayolları Sarp’tan Samsun’a şimdi de Sinop’tan, Kastamonu, Zonguldak’a ve İstanbul’a uzanan sahil şeridinden geçen duble yolu çok zor şartlarda yapıyor. Ödenek sıkıntısı yok Karayolları Samsun 7.Bölge Müdürü Arif Çobanoğlu tüm ekibiyle işini takip ediyor. Kendisini kutluyorum aynası iştir kişinin boş lafa bakmıyorum...!

/İbrahim Hakkı EMİROĞLU

25 Haziran 2013 Salı

Samsun Toprak Koruma Kurulu Kime Hizmet Ediyor

19 Temmuz 2005 tarih, 25880 sayılı Resmi Gazete’de yayınlanarak yürürlüğe giren “Toprak Koruma ve Arazi Kullanımı Kanunu”  amaç kapsam ve tanımlarının 1 maddesi aynen şu şekildedir. “Bu kanunun amacı toprağın; doğal ve yapay yollarla kaybını ve niteliklerini yitirmesini engelleyerek korunmasını,  geliştirilmesini ve çevre öncelikli sürdürülebilir kalkınma ilkesine uygun olarak planlı arazi kullanımını sağlayacak usul ve esasları belirlemektedir.”

Toprak Koruma Kurulunda illerde vali başkanlığında oluşturulan,   İl Özel İdaresi ve Büyükşehir Belediyesi temsilcilerinin yanı sıra , ilgili bakanlıklardan ve mesleki kurum ve kuruluşlar ile üniversiteden bir temsilcinin katılımı ile 9 üyeden oluşur. Bu tür kurulların gerek baskı ve gerekse çeşitli metotlar ile oylar beklentiler karşısında yönlendirilmeleri kolaydır. Örneğin birebir yaşadığımız bir olayı naklederek, kurullarda kişisel menfaatlerin ülke menfaatlerine nasıl tercih edildiğini ifade etmek istiyoruz. Petrol türevi ürünlere muadil olarak Türk müteşebbislerinin ve mühendislerinin katkıları ile yerli bir ürün buluşu gerçekleştirilir. Ürünü belgelendirme aşamasında ilgili bakanlık ve kuruluşlara müracaat edilir.

Müracaat edilen kurumların başında TSE kuruluşu gelmektedir. TSE’nün ürünün kabulü ile ilgili oluşturduğu kurul ise ilgili kurumlardan birer temsilcinin katılımı ile 5 kişiden oluşturulur. Bir üye petrol türevi ürünleri üretici ve satıcılarının oluşturduğu dernek temsilcisidir. Diğer üyeleri  ise bakanlık temsilcileri oluşturulur. Türk üreticilerinin yabancı kartellerin ürünlerine muadil olarak ürettiği ürünlerin Türkiye’de satılabilmesi için ruhsat verilmez. Yani standartlara kabul edilmez.

Oysa bu ürünler için oluşturulan Türk Standartları birebir Alman normlarının kopyasıdır. Türk müteşebbis Türkiye’de satamadığı ürünlerini rahatlıkla Almanya ve diğer AB ülkelerine rahatlıkla satabilmektedir. Yani Türk Standartları kurulunu oluşturan 5 kişi, ne yazık ki ülke değerlerini, onur ve gururunu ayaklar altına alarak şahsi ikbal ve istikbalini ön plana almış ve Türk ürünlerine gerekli iznin verilmesini engellemişlerdir. Bu örnekten hareket ile şimdi Samsun Toprak Koruma Kurulunu oluşturan üyelere sormak gerekir.

Soru 1.) Sizler hangi kriterleri göz önünde bulundurarak Kozluk’taki arazilerin tarım dışı amaçlar ile kullanılabileceğine karar verdiniz.
Soru 2.) 27.01.2009 tarihinde vilayette yapılan toplantıda Ziraat Mühendisleri Odası, TEMA ve OMÜ temsilcilerinin “RED” oyları ve diğer üyelerin çekimser kararlarına rağmen, 3 gün sonra yeniden bir toplantı yapılması  kararını kimler vermiştir. Çünkü bu toplantı sonucunda da arazinin yeniden incelenmesi  kararı çıkmıştır.
Soru 3.) 05.02.2009 tarihinde TEMA ve ZMO temsilcileri toprakların ve çevrenin kirleneceğine ilişkin yine “RED” kararı verirken OMÜ temsilcisi 3 gün içinde kararını neden değiştirmiştir. Çekimser üyeler neden yine çekimser oy kullanmak yerine “EVET’ oyu vererek arazilerin tarım dışı kullanılmasının önünü açmışlardır.

Tezgah bellidir. Kamu görevlileri rant uğruna ülke değerlerinin peşkeş çekilmesi için baskı altına alınmıştır. Bu görevliler de ne yazık ki bu tür baskılara veya çeşitli metotlara karşı ayakta kalamamışlar ve boğun eğmişlerdir. Üstelik bu kararlar yangından mal kaçırır misali süratli bir şekilde alınmıştır. OMV yürütmeyi durdurma kararlarına rağmen meşru olmayan bir tesisi işletebilmek için meşru olmayan tutum ve davranışlarını sürdürmüş ve milyon dolarlık yatırımlarını kurtarmanın peşine düşmüşlerdir. Hükümet kesinlikle kirli yatırımların önünü kapatmalıdır. Teşvik etmemelidir. Siyasi rant uğruna çevre ve insan katliamlarına yol açacak uygulamalara son vermelidir.

/Süleyman SALUR
25 Haziran 2013

Canik’te İmam-Hatip Çalıştayı -1

22 Haziran 2013 Cumartesi günü Canik’te “İmam-Hatiplerin Dünü, Bugünü ve Yarını” konulu bir çalıştay düzenlenmiştir. Çalıştay, Canik Belediyesi’nin himayeleri ile gerçekleştirilmiştir. Söz konusu çalıştay, yerel gözükse bile aslında ulusal nitelikli bir çalışma idi.

Iğdır, Sivas Cumhuriyet, Bursa Uludağ ve 19 Mayıs üniversitelerinden gelen seçkin ve alanında uzman öğretim üyelerinin ve  Canik Müftüsü’nün tebliğleri yanında Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nden alanında yetkin Grup Başkanı’nın ufuk açıcı konuşmaları ve yerel katılımcıların görüşleri-önerileri biraraya getirildiğinde ortaya çıkan tablo; son derece memnuniyet verici olmuştur. Hafta içinde paylaşacağım bu öneriler Din Öğretimi Genel Müdürlüğü’nden gelen Grup Başkanı Sn. Nafiz Yılmaz Beyin ifadeleri ile fevkalade yararlı olmuştur. Hatta kendileri, şahsıma, “Bu çalıştay bizim için, bizim yararımıza olmuş gibidir” ifadelerini kullanmıştır.

İl Milli Eğitim Md.den katılımın olmadığı fakat Canik Kaymakamı ile Canik Belediye Başkanı’nın katılımcıları yalnız bırakmadığı çalıştaya beklenenin üzerinde sivil toplum kuruluşlarının ve eğitim yöneticilerinin ilgisi olmuştur. Sabah 8:00’de kahvaltı ile başlatıp saat 16:00’da sonlandırdığımız çalıştay, ortaya konulan düşünce ve önerileri sonuç bildirgesi yanında Canik Belediye Başkanı Sn. Osman Genç Beyin çalıştay katılımcılarına verdiği söz gereği ayrıca kitaplaştırılıp gerekli kişi ve kurumlara ulaştırılacaktır.

Okuduğunuzda sizler de göreceğiniz gibi çalıştayın içeriği fevkalade zengin olmuştur; yararlı olmuştur. Yerel gözükse bile tebliğ sunan ilim adamlarımız ve seçilen başlıklarla ulusal nitelikli olmuştur. Bu ve buna benzer çalıştaylar taşranın sesinin Ankara’ya taşınmasına önemli katkılar sağladığına inanıyoruz. Katkı sağlayanlara minnet ve şükranlarımızı arz ediyoruz. Selam ve sevgi ile…

25.06.2013
/Mustafa GENÇ

Tülay Bakır Ve Hızlı Tren

AK Parti Samsun Milletvekili Prof. Dr. Tülay Bakır iyi bir doktor, iyi bir hoca ve daha da önemlisi iyi bir insan, deneyimsiz ama samimi bir siyasetçi. Alışkın olduğumuz siyasette pek yeri olmasa da inandığı, en azından içinden geldiği gibi konuşuyor. “Hızlı trende Samsun’a haksızlık yapıldı” demiş. Bu söz siyaseten yanlış, eğer gerçekten bir haksızlık söz konusuysa, haksızlığı yapan mensup olduğu parti. İnsana “Derdini bize yanma, partine anlat” derler.

Sayın Bakır; Samsun’a haksızlık yapıldı ama hızlı trende değil, teşvikte yapıldı. Bugün yakındığınız ve ileride yakınacağınız tüm haksızlıklar o gün yakınmadığınız/yakınamadığınız ana haksızlığın yavrularıdır. Samsun’un bugün yaşadığı ve gelecekte de yaşamaya mahkum edildiği sıkıntıların temelinde AK Parti iktidarının teşvik yasasının kapsamını otuz altı ilden kırk dokuza çıkarırken Samsun’u kapsam dışında bırakması vardır. Teşvik üretimin hayat damarıdır ve teşvik dışı bırakılarak Samsun’un hayat damarları kurutulmuştur. Teşvikli illerle çepeçevre kuşatılan Samsun; yıllardır sanayi yatırımı almamakta, sanayi yatırımı almadığı için üretememekte, üretemediği için de satamamaktadır. Bir türlü istenilen, söylenen hedefe ulaşamayan, bırakın ulaşmayı hatta yaklaşamayan ihracatın yetersizliğinin altında da bu üretimsizlik ve dolayısıyla teşvik dışılık vardır.  

Üretmeyen Samsun’un kendi temel sorununu bir kenara bırakarak, bazı siyasetçilerin ve gazetecilerin oraya attığı hızlı tren hayalinin peşinde koşması kaynak, zaman ve enerji israfıdır. Şunu herkes kafasına yazsın ki, bugüne kadar Samsun ve hızlı trenle ilgili olarak “geldi, geliyor, ihale edildi, ediliyor” yollu söylemlerin tümü bir koca yalandır; ne geldiği vardır ne de geleceği. AK Parti’nin “2023 Vizyon” açıklamasında yoktur, Ulaştırma Bakanlığı’nın 2023 ve hatta 2030 plan, program ve hedeflerinde yoktur. İnanmayan internette kısa bir gezinti yaparak acı gerçekle doğrudan yüzleşebilir.

“Planda yoktur ama bastırırsak olur” söylemi gerçekçi değildir. Ülkenin kaynakları ve ihtiyaçların bölgesel dağılımları bellidir. Bu şartlar altında siz ne kadar bağırırsanız bağırınız ülkenin asıl tüketim ve üretim merkezlerini birbirine bağlayacak ana arterler dururken kimse dönüp sizin cılız feryadınıza kulak vermez. O demiryolunu besleyecek ne yolcunuz vardır ne de o demiryolundan ülkenin diğer hatlarına pazarlayacak üretiminiz söz konusudur.

Samsun Hava Kargo Terminali’ni hatırlar mısınız? Siyasilerin uzun süre dilinden düşmeyen ve “Samsun’un taze meyve sebze ihracatında havalara uçuracak” denilen tesis. Ben o zaman ona da karşı çıkmıştım. “Mal ve pazar olmadan kargo tesisi yapsanız ne yazar yapmasanız ne yazar” demiştim.  “Siz ihracata yönelik malı üretin ve pazarı bulun kargo tesisi kolay, bu Türkiye, artık böyle bir tesisi altı ayda yapar” demiştim. Siyaset zoru sevmez, siyasetçiler devlete yaptıramadıklarını özel teşebbüse yaptırdılar. Altı yedi yıl oldu, hala boş durur, ne bir gram mal gitmiştir oradan, ne de bir gram mal gelmiştir yurtdışından. Sadece emek ve kaynak değildir heba olan umutlar ve güven duygusu da yara almıştır. Asıl onarılmaz yara da odur.

Bunları yazdım diye kimse bana “Sen bu şehri sevmiyorsun” diye saldırmaya kalkmasın. Ben bu şehri seviyorum ve sevdiğim için bu şehrin gerçeklerini siyasetin şimşeklerini üzerime çekme pahasına açık seçik dile getiriyorum. Bu halkın enerjisini olmayacak duaya amin dedirterek harcatmayın.  Bu kentin önceliği hızlı tren değildir, ikinci bir devlet üniversitesinin bir an önce ve en kapsamlı şekliyle kurulmasıdır. Samsun’un tüm üretimsizliğine rağmen hala ayakta kalmasının birinci sebebi OMÜ’nün bu kente yaptığı ekonomik katkıdır. Bu katkıyı ikinci bir üniversiteyle çoğaltmak zorundayız. Siz ikinci ve hatta üçüncü üniversiteyi açar, sanayi bölgelerinizi kağıt üzerinde istismarı yapılan değil de gerçekten üretim yapan merkezler haline getirirseniz, istemeseniz de yol da gelir, hızlı tren de gelir.

/Osman KARA

24 Haziran 2013 Pazartesi

Eczacılık Mesleği Dönüştürülerek Önemsizleştiriliyor...

Mesleğinde 45 yılı tamamlamış bir eczane eczacısı olarak mesleğimiz üzerinde uygulamaya konulan değiştirme ve dönüştürme projesini kaygıyla izliyorum. Kaygım, meslek yaşamımın sonuna gelmiş olmam nedeniyle kendimden çok geleceğini bu mesleğe bağlamış olan genç meslektaşlarım içindir. Eczacılık Fakültelerin de çok ciddi bir ilaç eğitimi alarak mezun olan eczacılardan ülkemizde yeterince yararlanılmadığı bir gerçek. 25.000 civarında ki eczane ile yurdumuzun en uzak köşelerinde dahi sağlık ve danışmanlık hizmeti veren eczacılar, en azından benim de tanık olduğum son 45 yıldır bir yığın sorunla uğraşmak zorunda bırakılmıştır.
     
Eczacılığın Dünü;
Sağlık giderleri içersinde ilaç ödemelerinin önemli yer tutması nedeniyle, hemen hemen tüm iktidarlar döneminde sağlık giderlerinden bunalan hükümetlerin yaptığı ilk iş, eczacıların kar oranları ile oynamak olmuştur. 1956 yılında yürürlüğe giren eczacılık yasaları ile yönetilmeye çalışılan eczacılık mesleğinin ciddi bir değişim ve düzenlemeye ihtiyacı olduğu bir gerçekti. Özelikle de yüksek enflasyonun hüküm sürdüğü dönemlerde ilaç fiyatlarının sürekli artması engellenememiştir. 
     
İlaç fiyatlarını kontrol altında tutan, ilaç fiyatlarının belirlenmesini ve eşdeğer ilaçların tek fiyatla satılmasını sağlayan “İlaç Fiyat Kararnamesi’nin” Turgut Özal döneminde kaldırılarak, ilaç fiyatlarını belirleme yetkisinin ilaç firmalarının insafına terk edilmesi ile ilaç fiyatlarının artışının ve farklı fiyatlarla satışının da önü açılmıştır. Bu nedenlerle eczacılar Devletle ilaç fiyatları arasında sıkışmış ve asli sorunları yerine, ilaç fiyat değişimleriyle uğraşmak zorunda kalmıştır. Eczacılar ve onun temsilcisi olan Eczacı Odaları ile üst kuruluş olan Türk Eczacılar Birliği sürekli olarak ülkemizde ilaç fiyatlarının yüksekliğini gündeme taşımıştır.
    
Ne var ki, Eczacı Odaları ülkemizin çıkarları adına kendi meslektaşlarının çıkarlarına aykırı olan bu tavrı sergilerken, tüm dönemlerin Sağlık Bakanları, alıp başını giden ilaç fiyatlarını düşürmenin gerçek yöntemlerini aramak yerine, her defasında çözümü depocu ve eczacı kar oranlarını düşürmekte bulmuştur. O yıllarda her ilaç fiyatı artışında elinde ki ilacı eski fiyattan satmak zorunda kalan eczacıların rafında ki ilacı değer yitiriyordu. Sermayesi eriyen eczacılar ilaç alabilmek için ek sermaye bulmak zorunda kalıyor ve çoğu kez de bankalara mahkûm oluyordu. Türk Eczacılar Birliği büyük uğraşılardan sonra bu sorunu Sağlık Bakanlığına anlatabiliyor ve eczacılara bu dönemde nefes aldıracak bir düzenleme ile elindeki ilaçları yeni fiyattan satma yetkisi tanınıyordu.

Ancak, uluslar arası ilaç tekellerinin dayatmaları ve bakanlık kademeleri ile kurulan akıl almaz ilişkiler sonucu, ilaç fiyatları sürekli artıyordu. Onun da ötesinde kamu kurumlarının ilaç alım ihalelerinde yaşananlar akıl almaz boyutlara ulaşmıştı. Örneğin, eczanelerde 20.00 TL. Satılan bir ilaç, ihalelerde kamu hastanelerine 2.00 TL. verilebiliyordu. Bu dahi, ilaç tekellerinin karlılıklarının boyutlarını göstermeye yetiyordu. Benim de görev aldığım Eczacı Odaları ve Türk Eczacıları Birliği bu çarpıcı fiyat farklılıklarını fatura örnekleri ile Sağlık Bakanlıklarına vererek uyarılarda bulunuyor ama kurulan çark bir türlü bozulamıyordu. “İlaç Fiyat Kararnamesinin” kaldırılması sonrası oluşan yüksek fiyatlı ilaçlarla hem devlet, hem de halk sömürülüyordu.
   
Eczacılığın bugünü;
Buraya kadar anlattıklarımın eksiği var, fazlası yoktur. Peki, sonra neler oldu? İşte böyle bir dönemin sonunda iktidara gelen AKP Hükümeti, sağlık alanında büyük bir dönüşümü gerçekleştirdi. Yıllardır konuşulup da bir türlü gerçekleştirilemeyen SKK, Emekli Sandığı ve Bağ-Kur SGK adı altında birleştirilerek, toplumun tüm kesimleri Genel Sağlık Sigortası altında sağlık güvencesine kavuşturuldu.  Ardından da ilaç fiyatları büyük çapta ucuzlatıldı.  Sonunda, eczacı odalarının yıllardır iddia ettiği tez doğrulanıyordu. Sağlık alanında yapılan bu düzenlemeler 2007 Genel Seçimlerinde meyvesini veriyor ve AKP’nin oylarını % 50’lere taşıyordu. Ne var ki, çark bu dönemde de eczacıların aleyhine dönmeye devam ediyordu.

Eczacılar bu kez de sürekli düşürülen ilaç fiyatları nedeniyle ellerinde ki pahalı aldığı ilaçları düşük fiyattan satmak zorunda kaldığı için büyük zararlara uğruyordu. İlaç satışını eczane dışında marketlere taşıyacak reçetesiz ilaç (OTC) kavramı ve Türkiye’de yer bulmaya çalışan zincir eczaneler korkusu yaşanmaya başlamıştı. İlaç fiyatlarının alt sınırlara düşürülmesi ve kamu reçete ödemelerini azaltmak için ilaç firmalarından sağlanan özel ıskontolar ( Kamu ıskontoları) nedeniyle, ilaç sanayicisi ecza depoları üzerinden eczanelere aktardığı özel ıskontoları da kaldırmıştı. İlaç fiyatlarının düşürülmesi ile eczanelerin satış rakamları da (cirolar) düşmüş ve buna bağlı olarak eczanelerin karlılığı da yarı yarıya azalmıştı. Bu gelişmeler sonrası hastane ve aile hekimlerinin civarında bulunan eczaneler şimdilik edebiliyor olsalar da, diğer eczaneler büyük miktarda azalan gelirleri ile giderlerini karşılayamaz hale gelmiştir.

Eczanelere son darbe de, eczacılık yasalarında yıllardır yer alan “İlaç reçetesiz satılamaz” kuralının işletilmeye başlaması ile vurulmuştur. İlacın reçetesiz satılmaması kuralı son derece doğrudur. Ancak, karlılıkları giderlerini karşılayamaz hale gelen eczacılara meslek hakkı verilmeden, eczanelere yaşayabilecekleri kar oranları tanınmadan, bu uygulamada ısrarlı olmak ve reçetesiz satılacak her ilaç için ceza uygulamasının başlatılması, eczanelerin kapanmaya zorlanması demektir.

Sonuç;
1-Türkiye’nin en uzak yerlerine kadar yaygınlaşarak topluma sağlık ve danışma hizmeti veren 25.000 eczanenin en az yarısı kapanma noktasına gelmiştir.
2-“Reçetesiz ilaç satımını” Yasaklayan kanun maddesinin uygulamaya geçirilmesi ile yaşam kavgası veren eczaneler yasağı delerek suç işlemek zorunda bırakılmıştır.
3-Birçok ilacın sırf tüketimleri artsın ve uluslar arası ilaç tekelleri daha çok kazansın diye marketlere satılmasına zemin hazırlanırken, halkın en kolay ve güvenilir ilaca ulaştığı eczane müessesesi yok edilmek üzeredir.
4-İlaç fiyatlarının büyük çapta ucuzlatılması sonucunda, ilaç tekelleri karlılıkları azalan ama çok önemli hastalıkların tedavisinde kullanılan çok sayıda ilacı üretmemekte veya Türkiye pazarına sokmamaktadır.
5-Gerekli süre tanınmadan çıkartılan patent yasası nedeniyle, 2000’li yılların ilk çeyreğinde önemli bir orana yükselen yerli ilaç üretimi de uluslar arası ilaç firmaları karşısında yok edildiği için ilaç da dışa bağımlı hale gelinmiştir.
6-Halkımız en basit ağrı kesici veya sürekli kullandığı tansiyon ilacını dahi alamama durumuna düşmüştür.
7-Yıllarca yüksek fiyatla ilaç satmasına göz yumulan uluslararası ilaç tekelleri, yerli ilaç sanayisinin de çökertilmesi nedeniyle ilaç fiyatları düşürülen son derece önemli çok sayıda ilacı piyasaya vermeyerek hasta insanları umutsuzluğa itmiştir.
8-Geçtiğimiz dönemlerde eczacının en zor anlarında güvendiği, arkasında dik durduğunu ve örgütsel desteğini vereceğini bildiği meslek örgütleri de artık eskisi kadar güçlü gözükmemektedir.                                

Son söz:
Amaç, ülkemizi dışa bağımlı olmaktan kurtaracak seviyeye gelmekte olan yerli ilaç sanayisini yok etmek ve uluslararası ilaç tekellerinin 70 milyonluk Türkiye ilaç pazarını ellerine geçirmesi idiyse, bu başarılmıştır. Dışa bağımlı hale gelen Türkiye, muhtemelen önümüzde ki dönemlerde ucuz ilaç elde etmek bir yana, çok pahalı ilaç almak zorunda kalacaktır. Evet! Eczacılık da değişim ve dönüşüm yapılmıştır. Ama bu ne eczacıların, ne de ülkemizin çıkarına olmamıştır. Sonuçlarına katlanmak ise, ne yazık ki her zaman ki gibi halkımıza düşecektir. Uzun vadeli getiri ve götürü hesapları yapılmadan uygulamaya konulan değişimler, eczacılık mesleğini önemsizleştirmeye başlamıştır.

Genç meslektaşlarımızın günlük hesaplardan sıyrılarak gelecek dönemlerin hesabını yapmasında ve meslek örgütlerine her zamankinden daha fazla ilgi göstermesinde yarar olduğuna inanıyorum. Umarım benim düşündüklerim gerçekleşmez ve eczacılık mesleği saygınlığını ve geçerliliğini koruyarak halkımıza sağlık hizmeti vermeyi sürdürür.  İyi haftalar…

/Sadi SUBAŞI
24 Haziran 2013

Turizm Şehri

Hafta sonu yok ki... Karadeniz can almasın... Suyla şaka olmaz... Hele Karadeniz'le hiç... Ama şaka yapan kim ki? Serinlemek için... Deniz keyfi yaşamak için denize girenin... Cesedi karaya vuruyor!

Yani turizm şehri olacağız ya... Otellerimiz, motellerimiz dolacak... Samsun turizmden para kazanacak ya... Ver babam ver gazı! Şunun şurasında zaten 2 ay var... 20 Haziran- 20 Ağustos... 20 Haziran öncesi su buz... 20 Ağustos sonrası ana işgali... Deniz analarından fırsat bulan girer suya... Ama o girişlerde de... Her an boğulma tehlikesi... Her an bir facia!
***
Daha yeni başladı deniz sezonu... Bismillah, peş peşe yiten canlar... Kaybolan sevgililer ve yarınlar... Tüm bunlar da gösteriyor ki... Turizm şehri oluyoruz, olduk demekle iş çözümlenmiyor... Dibe dalmak lazım... Karadeniz'de.... İnsanların tehlike yaşamadan deniz keyfi yapacağı alanlar oluşturmak... Bunları da ücretsiz hale getirmek... Sonra deniz kıyısını donatmak lazım! Kıyıyı donatsanız bile... Karadeniz'e inemedikçe... İki aylık... Ve bir ayağı kırık turizm olur! Yani... Deniz yerli turiste bakar... Yerli turist denize...
(…)

24.06.2013
/Erdem EROL

22 Haziran 2013 Cumartesi

Samsun’da Şehitlik Ve Temizlik!

Samsun merkezde üç şehitlik bulunmaktadır. Bunlardan en eski ve en dolu olanı Asri Mezarlık'taki şehit askerlerin ve şehit polislerin defnedildiği 'Karma Şehitlik'tir. Diğer şehitlikler ise yine İlkadım İlçemizde Kıranköy'deki Garnizon Şehitliği ve Polis Şehitliği'dir. Şüphesiz bütün şehitlikler ülkemizin ve toplumun gerçek aynasıdır. Şehitlerimize verdiğimiz değerin ve saygının en güzel ortaya konduğu yerler şehitliklerimizdir. Bakımlı ve temiz şehitlikler, ahde vefanın güzel bir yansımasıdır. Bu yüzden şehitliğe gelenlerin de en çok dikkat ettiği şey, şehitliğin düzeni ve temizliğidir. Şehitlikler temiz ve bakımlı olmalıdır. Çünkü şehitlerimiz daha fazlasını hak ediyorlar.

Samsun’da, şehitliklerimizi yeterince düzenli ve temiz tutabiliyor muyuz? Kıranköy’deki Garnizon Şehitliği'nin ve Polis Şehitliği'nin bakımına ve temizliğine söyleyecek hiçbir sözümüz yok… Ama diğer taraftan sadece özel günlerde hatırlanan ve diğer günlerde ise sıkça unutulan Samsun Asri Mezarlık’taki şehitlik için aynı şeyleri söylemem mümkün değil. Bunun için Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı'ndan şehit yakını kimliğimle özellikle rica ediyorum; bu şehitliğimizin de bakım ve temizliğini düzenli bir şekilde yaptırsınlar. Sadece özel günlerde ve eksik personelle akıllarına geldikçe yaptıkları temizlik yeterli olmuyor. Haftada en azından cuma sabahları 15 – 20 dakika ayırsınlar. Bu yapılmaz ise bu şehitlik de kaderine terk edilmiş olacaktır. Bu durum ne Samsunumuza ne de bize yakışır. Şehitliğin temizliğinin, hastalıklı ağaçların bakımının zaman zaman ihmal edildiğini görünce şehit yakınları olarak çok üzülüyor ve kırılıyoruz. Acaba biz Samsun Büyükşehir Belediyesi'nden çok şey mi istiyoruz ki, bu yapılmıyor diye düşünüyoruz. Kasıt olmadığını ama bazı sıkıntıların olduğunu düşünüyorum.

Şehitliklerin bakım ve temizliğin düzenli yapılamamasının nedenleri arasında personel yetersizliği olabilir. Ancak personel yetersizliğini şehitlikle ilgili bu konuda hiçbir şekilde kabul edemiyoruz. Her yere, her şeye personel bulunurken, bunu mazeret olarak görmüyorum. Kaldı ki, şehitlik konusu farklıdır. Şehitlikler her şeyden bağımsız ve özel tutulmalıdır, siyaset üstü takip edilmelidir. Açık ve net söylüyorum Samsun’daki bütün şehitlikler en azından Büyükşehir Belediye Başkanımızın odası gibi özel ve bakımlı olmalıdır. Sanırım şehit yakını olarak bunu talep etmeye hepimizin hakkı vardır.

Bir şehit yakını olarak söylüyorum, şehitliklerin bakımı ve temizliği hiçbir zaman ihmal edilmemelidir. Şehitlikler özenle takip edilmelidir. Unutmayalım ki şehitlerimize ne yapsak azdır. Bunu sadece sözde bırakmayalım ve özel günlerde yapmayalım. Bunu Samsun Asri Mezarlık'taki şehitlikte de her zaman gösterelim. Acaba şehitlerimiz için çok şey mi istiyoruz?

22.06.2013
/Ayhan HAMLI

21 Haziran 2013 Cuma

Bafra, Başaran’daki tarih…

Samsun ve bölgesinin özellikle turizm potansiyelini ortaya çıkaracak çalışmaların sıklıkla gerçekleşiyor olması, bölge insanı başta olmak üzere birçok kesimin ortak sevinci. Samsun’un ve bütün ilçelerinin sahip olduğu kültürel ve tarihsel zenginlikleri bir bir ortaya çıkarıp, her geçen gün biraz daha artan tarih meraklılarının beğenisine sunabilmek; sabır, kararlılık ve biraz da kendini adamakla eş değer. Turizm İl Müdürlüğü’nün bu noktadaki kararlılığı, bence takdire şayan.

Her biri tarihsel hazine niteliğindeki yeni bulgular ile ileriye yönelik çalışmalarda umut vaadeden girişimlerde bulunuldu. Başaran Köyü’ndeki bu gizli tarihin ortaya çıkarılması, başta Belediye Başkanı Zihni Şahin olmak üzere tüm Bafra’nın ortak beklentisi. 2012 yılı içerisinde Bafra’da yeni arkeolojik alanlar ve mağaralar tespit edilmişti.

7 adet ahşap camisi, çok sayıda höyük ve tümülüse sahip  olan ilçeye bu yeni katılımlarla yeni bir kültür –turizm boyutu kazandırıldı. Demir Çağ ve Helenistik dönemde iskan görmüş Asarkale ve Kaya Mezarları güzergahındaki bu yeni tespitler, bölgenin kültürel zenginliğine zenginlik katmakta. Tespiti 2012 yılında yapılan ve sit alanı ilan çalışmaları devam eden yeni arkeolojik alanlarımızla ilgili bilimsel veriler şu şekilde;

1- Bakacak Kayası Mağarası: Esençay Köyü, Kabaçukur Mahallesi’nde Bakacak Kaya üzerinde bulunmaktadır. Kaya kitlesinin eteğinde köyde geçmişte panayır manastırı olarak anılan bilinen bir de kilise kalıntısı mevcuttur. Mağara birkaç bölümden oluşmakta olup, iç içe açılan ve 150 metre kadar devam eden mağara yerleşmesi konumundadır. Zemininde basit kerpiç duvar kalıntı izleri ve dönemine göre iyi kalitede tunç, demir ve geç antik çağ seramikleri zengin seviyede bulunmaktadır. Mağara, savunma kolaylığı, çevreye hakim stratejik konumu nedeniyle oldukça korunaklı bir noktada olup, eski kervan yolu ağlarıyla da bağlantısı olması nedeniyle önem arz etmektedir. Alan İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel ÜNAL ve Arkeolog Emine YILMAZ tarafından 2012 yılında tespit edildi ve sit alanı ilan çalışmaları devam etmekte.

2- Hayat Kayası Mağarası: Meşeli Türkmenler ve Başaran köyleri arasındadır. Hayat Kaya Mağarası, il sınırlarımızdaki en büyük doğal mağara olma özelliğine sahiptir. Pleistosen dönemlerde (MÖ.600.000-15.000) kullanıldığı düşünülmektedir. İnsanların en erken yaşam çağlarında tamamen tüketici olduğu dönemlerde korunma için stratejik bir sığınak oluşturan ve tatlı bulunması nedeniyle güvenli bölge konumundaki mağaranın girişinin daha sonraki dönemlerde düzeltmek suretiyle şekillendirildiği anlaşılmaktadır. Yaklaşık 1 km. uzunluğundaki mağaranın içinde bir kısmı yeraltında olan dere ve sonlarına doğru bir küçük şelale bulunmaktadır. Yer yer likit-sarkıt oluşumu mevcuttur. Mağara ışıklandırması yapıldığı takdirde Samsun kültür ve turizmine önemli kazançlar sağlayacak niteliklere sahiptir. Pleistosen dönem arkeologlarınca da incelenmesi gerekli olan Hayat Kayası Mağarası  İl Kültür ve Turizm Müdürü Yüksel ÜNAL ve Arkeolog Emine YILMAZ tarafından 2012 yılında tespit edildi ve sit alanı ilan çalışmaları devam etmektedir.

3-Tependeliği Tunç-Demir Çağ Kaya/Yamaç Yerleşmesi: Meşeli Türkmenler ile Başaran köyleri arasında olup, Hayat Kayası Mağarası’na yakın mesafededir. Muhtemelen Hayat Kayası’nda yaşayan insanların uygun koşullar oluştuğunda Tependeliği mevkiine inerek bu yerleşmeyi iskân ettikleri düşünülebilir. Bölgedeki Helenistik dönem kalıntıları ilde gerçekleştirilen yüzey araştırmalarında daha önce tespit edilmişti, ancak Tunç-Demir Çağ yerleşmesine ait seramik kalıntılar 2006 yılında Arkeolog Emine YILMAZ tarafından tespit edilmiştir. Bölgenin Zalpa kenti olma ihtimali değerlendirilmektedir. Bugün yerleşme kalıntıları arasında kaya basamakları ve potern (tünel) en dikkat çekici olanlardır. Seramik buluntular Tependeliği Kaya yerleşim yerinde iskânın M.Ö. 3 binli yıllarda başladığını göstermekte olup Bakacak Kayası Mağara yerleşmesi ile paralellik gösterdiği görülmektedir.

21.06.2013
/Birol BİRCAN

13 Haziran 2013 Perşembe

Samsun Kaybetti -1

Koca  şehirde  sadece, dün  sadece Mimarlar  Odası  Görüş  belirtti. Terme’de  yapılan  termik  santralin  iptal  edilen  lisansının  yeniden  verilmesine.. Kamu  yararı  adına,  sermaye  birikimini  insan  ve  çevre  sağlığına  tercih  edenlerin  kararı olarak  değerlendiriyorum. OMÜ  bu  termik  santral  hakkında  ne  düşünüyor? Bu  kentin  bilim  yuvası  olduğunu söylenen  bu  kurum,  150.000  civarında  insanı  etkiyecek bu  santral  hakkında,  2008  den beri  herhangi  bir  bilimsel  rapor  üretmiş midir? Hayır… Üniversite  bilimi  ne  için  üretilir? İnsan  için  değil mi? İnsan  sağlığı  ve  mutluluğu  için  değil mi? Bu  kentin  hekim örgütü  ne  düşünüyor? Bu  konuda  ve/veya  kenti  ilgilendiren  hiç  bir  konuda  görüş  sunmayan  ve  bilimsel doğruları  halk  ile  paylaşmayan/paylaşamayan  kent  sağlık  erkinin  bu  santraller  hakkında söyleyeceği  var mıdır?

Benim  2006  dan  beri  izlediğim, 2006-2010  dönemlerinde  başkanlığını  yaptığım  Samsun Tabip  Odası  ve  aynı  yıllar  içinde  bulunduğum  Samsun  Çevre  Birlikteliği  bağlamında, kentimiz  verimli  ovalarına  yapılacak insan ve  çevre  sağlığına  zararlı  Termik  santraller konusunda  2-3  kitap  oluşturabilecek  arşivimi  karıştırma  ve  düzene  sokma  zamanı  geldi.. Evet  yenildik. Vahşi  kapitalizme, onun  halk  sağlığı  tanımayan örgütlenmesine  ve  kamusal  destekçilerine yenildik. Evet  yenildik. Bu  kentin  insan  temalı  sivil  toplum örgütleri  bu  kentte,  Karadenizin  500  metre  kıyısına, 1.  Sınıf  tarım  arazisine  Termik  Santral  yapımına  engel  olamadılar. Mücadele  ettiler.
Ama  sonuç.. Sınır  tanımayan  sermaye  kazandı. İnsan  sağlığı ve  çevre  sağlığı  kaybetti.

Samsun  Tabip  Odasının  07.Temmuz.2013  günü  yaptığı bu  konuda ki  ilk  basın  açıklaması ile  başlayalım: Sınırsız  Sermaye  Zihniyetine  Karşı  Sağlık  Kamuyönetimi  Halkı Bilgilendirmelidir  Başlıklı  açıklama  şöyle  devam  ediyor:

Türk  Tabipleri  Birliği  6023  sayılı  yasa  ile  kurulmuş,  hekim  özlük  hakları    hem  de  halkın sağlık  hakkı  için  mücadele  veren  demokratik meslek  örgütüdür. Halk  sağlığı  ve  çevre sağlığı  üzerine  duyarlılığını  insana  olan  inancından  ve  saygısından  alır.  Piyasacı zihniyetin gerek  ulusal  gerekse  uluslar arası  sermaye  ile  ENERJİ  OYUNLARI  bağlamında  Samsun İnsanına  ve  onun  sağlığına  dayatmak  istediği  TERMİK  SANTRALLERE  KARŞI  mücadelenin  her  zaman  içinde  olacaktır.  Bildiğiniz  gibi  eski  kuşak  santrallerin  ülkemize  pazarlanma  süreci  ve  buna  karşı  mücadelenin  önemli  Bir  YATAĞAN  TERMİK  SANTRALİ ve  sağlığı  konusunda  TTB  insan  duyarlılığını her  süreçte göstermiştir. Yatağan Termik Santralinin yarattığı hava kirliliği ve sağlık üzerine etkilerini değerlendirmek için TTB tarafından bir çalışma yapılmış, değerlendirme gezisinde yürütülen görüşmelerin ayrıntılarını, elde edilen sağlık verilerinin değerlendirmesini ve önerileri içeren "TTB Yatağan'da Hava Kirliliğinin Değerlendirmesi Raporu"  açıklanmıştır. Son  yıllarda  mevcut  kamu yönetimi üzülerek  ve  kelimeleri  seçerek  söylüyoruz ki  KAMU  YARARI  kavramı  üzerinde  özlenen tarzda  durmamakta  bu  konuda  hassasiyet  gösteren  Sivil  toplum  örgütleri ile çatışmaktadırlar.

Samsun  iline  yapılması  planlanan  Termik  santraller  hakkında:
1-Samsun  Valiliği  ne  düşünmektedir?
2-Termik  santraller  ve  sağlık  konusunda  Sağlık  erki  ne  düşünmektedir.  Bölgede  sıklığı artan  kronik  akciğer  hastalıkları  hakkında  halk  bilgilendirmiş midir?
3-Çarşamba  ovasına  Termik  santral  kurulması  konusunda  Tarım  müdürlüğü  ne  gibi bilimsel  çalışmalar  yapmıştır.
4-Çevre  il  müdürlüğü  Termik  santrallerin  kurulması  konusunda  hangi  ekolojik  çalışmaları yapmıştır?
5-Ormanlar  konusunda  çalışan  kamu  erki  planlama  yapmış mıdır?
HALK  SAĞLIĞI  ve  SAĞLIK  HAKKI  için  mücadele  veren,  Samsun’da  son  14  aydır  Bilgi toplumu  ve  bilgiye dayanan  gelişmeleri  destekleyen  Odamız  bu  konuda  HALKI BİLGİLENDİRME  sorumluluğunun  bilinci  ile  TTB  Görüşlerini  ve  deneyimleri  paylaşmak istemiştir.
Evet, böyle  demişiz  6  yıl  önce..


Hiç  bir  kamusal  kurum,  bilimsel  bilgiyi  sunmadan  bu  günlere  gelinmiştir. Süreci  anlatmaya  devam  edeceğim.. Termik  santrallere  karşı,  halkın  sağlık  hakkını  SAVUNANLARI bir  bir  medyadan uzaklaştırmaya  çalışan ,  reklam  parası  adı  altında   bu  şehrin  yerel  medyasının  aldığı maddi  kaynakları  ise, onlar  açıklarlar  umarım.

/Cem ŞAHAN
13 Haziran 2013

12 Haziran 2013 Çarşamba

Ragbide Samsun Başarısı…

Ragbi, iki takım arasında oval bir topun el ve ayaklarla kontrol edilerek sayı yapılması esasına dayalı olarak oynanan takım oyunu. Anavatanı İngiltere olan Ragbi, sonradan İngiliz sömürgelerine yayılmıştı. Avustralya, Yeni Zelanda, Güney Afrika, Galler, İrlanda, İskoçya ve Fiji’de çok ünlenen bu oyun; 1945 yılında Türkiye’de kurulan Ragbi Ligi ile başlamış, ancak kısa ömürlü olmuştu. Daha sonra 1999’da kurulan Ragbi 2007’de ilk turnuvayı yaptı. Çoğumuzun pek bilmediği ama yaklaşık iki asırlık bir spor olan ragbideki Samsun başarısı övünç kaynağımız.

1919 Samsun Ragbi Kulübü kadınların ardından erkeklerde de Türkiye şampiyonu oldu. Kimsenin el uzatmadığı, kulüp başkanı Mehmet Taşkın ve arkadaşları ile sporcuların gayretleriyle elde edilen başarı Samsun’a mesaj olmalı. Neden mi? İmkansızlıklara rağmen elde edilen şampiyonluk. Bu şampiyonluk küçümsenmemeli. Kimsenin el uzatmadığı, hiçbir katkı sağlamadığı bu gençler, deplasmanlara otobüsle gitti. Otel paraları olmadığı için yolculuk ettikleri otobüslerde uyuyarak maça çıktılar. Paraları olmadığı için doğru-dürüst beslenemediler. Buna rağmen önce kadınlar takımı şampiyon oldu. Ardından erkekler. Zor elde edilen şampiyonluk büyük bir sevinç yaşattı. Bu sevinci yaşayanlara ortak kaç Samsunlu olabildi ki?

Çoğu ragbinin ne olduğunu bilmedi, hatta duymadı. Ragbiyi bilenler de 1919 Samsun Ragbi Kulübü’nün şampiyonluğundan bihaber. Haber Gazetesi ragbiye önem verip sayfalarına taşımasaydı; kimsenin haberi olmayacaktı. Diyeceksiniz ki; oldu da ne oldu? Doğru, Türkiye şampiyonu olan gençleri Samsun’a gelişlerinde bir karşılayan mı oldu? Onları kutlayan mı? Hadi bugüne dek pek bilinmeyen bu spor dalına ilgi duymadığımızı kabul edelim. Şampiyonluk da mı anlaşılamadı?

Anlaşılmasına anlaşılmıştır da kutlama gereği dahi duymayan Samsun’un önde gelen yöneticileri, ‘Bunu da başımıza bela etmeyelim’ düşüncesiyle mi umursamaz davranıyor? Belediye başkanlarımız nerede? Gençlik ve Spor Bakanımız Suat Kılıç bu gençlerimizin başarısından haberdar mı? Haberdar ise kutlaması gerekmez mi? Gerekir. Sadece bunlar değil, daha çok şey gerekir. Uyanabilir ve önemine binaen hareket edebilirsek. Ne dersiniz?

12.06.2013
/Avni DEMİR

10 Haziran 2013 Pazartesi

Samsun Sanat Gündemi

Son on gündür Türkiye, Taksim Gezi Parkı eylemleri, tartışmaları ve çatışmalarıyla çalkalanırken; Samsun “Birinci Müzik ve Sahne Sanatları Festivali” coşkusunu yaşadı. “Kılı kırk yaran bir titizlikle” hazırlanmış son derece başarılı bir organizasyon, yer bulabilen sanatseverlere muhteşem bir müzik ve dans ziyafeti sunarken; kültür, sanat, tanıtım ve turizm açısından da gelecek adına umut fidanları yeşertti. Daha ilk organizasyonda gelenekselleşeceği ve giderek zenginleşeceği kanaatinin izleyen herkese hakim olması, son derece önemli ve sevindirici.

Samsun’un son yıllardaki en önemli kazanımlarından birisi kesinlikle Devlet Opera ve Balesi olmuştur. Bir zamanlar yazın serinletilemeyen, kışın da ısıtılamayan ve herkese dert olan AKM(Atatürk Kültür Merkezi) o günden beri birbirinden önemli sanat çalışmalarına sahne oluyor. Dünyaca ünlü ses ve sahne sanatçıları ve toplulukları hünerlerini Samsun sanatseverlerine cömertçe sergiliyor. Genç sanatçılar seyirciyle buluşuyor, sanatlarını geliştiriyor, yarınlara güvenli adımlarla hazırlanıyorlar.

Samsun Müzik ve Sahne Sanatları Festivali’nin fikri zamanın Opera ve Bale Müdürü Sayın Mehmet Yılmaz’a ait. Mehmet Yılmaz, fikir babası olduğu projenin hayata geçirilmesine de genel sanat yönetmeni olarak katıldı. Kendisi her türlü takdir ve teşekkürü hak etti. Umarım ve dilerim ki gelecek festivallerde de Sayın Yılmaz yine en önde olur. Organizasyonda en ufak bir aksamaya yer vermeyen titizliğin isimsiz kahramanlarından birisi de Basın ve Halkla İlişkiler Yetkilisi Rabia Hanım ve onun genç ekibiydi. Yoğun bir programı herkesin gönlünü alarak gerçekleştirmek kolay bir iş değildi; o genç ve zarif insanlar o zor işi başardı.

Festivalin fikir babası Mehmet Yılmaz olsa da gerçekleşmesindeki en önemli payın sahibi ve bu anlamda Samsun’un şansı Vali Hüseyin Aksoy’du. Devlet geleneğinin vakarını sanat ve insan sevgisinin zarafetiyle birleştiren Sayın Aksoy’un sağladığı kurumlar arası barış ve işbirliğinin sadece bu organizasyonda değil son zamanlarda izlediğimiz diğer organizasyonlardaki katkısı gözen kaçmıyor. Kendileri eşleri hanımefendiyle birlikte tüm gösterileri izlediler, sanatçılarla ilgilendiler. Bir Samsunlu olarak bu kent ve sanat adına kendilerine şükranlarımı sunuyorum.

Samsun Büyükşehir Belediyesi Kültür ve Sosyal Hizmetler Daire Başkanı Necmi Çamaş da sanat ve kültür adına bu kentin önemli isimlerinden ve son dönem şanslarından birisi. Zaman zaman çeşitli icraatlarını eleştirdiğim Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yusuf Ziya Yılmaz’ın bu tercihini alkışlıyorum. Sayın Necmi Çamaş, festivalin Genel Sanat Yönetmeni Sayın Mehmet Yılmaz’la son derece uyumlu ve faydalı bir işbirliği gerçekleştirdi. Hem festivale verdiği katkıdan hem de Kent Müzesi’nin kazandırılmasındaki hizmetlerinden dolayı onu da kutluyorum.

Samsun Devlet Balesi ve Operası Kulübü Başkanı Sevgili Sedat Demirci bu organizasyonun gerçek bir emekçisi ve büyük pay sahibidir. Amatörce yürüttüğü başkanlığı tam bir profesyonel sorumluluk anlayışı ve görev aşkıyla yerine getiriyor. Başta ana destekleyici ADEKA olmak üzere diğer sponsorlar Ticaret ve Sanayi Odası, Ticaret Borsası, OMÜ, Yeşilyurt, Cengiz, As Çelik, Düelsan, Venn, Marin ve Yavuz Tur’un katkılarında Sayın Demirci’nin payı inkar edilmez.

Yazı, bir teşekkür risalesine döndü. Dönmesinde bence sakınca da yok. Marifeti istiyorsak iltifatı esirgememiz gerekir. Hele bir de iltifatlar çok fazlasıyla hak edilmişse. Ben festivalin her türlü iltifatın çok daha fazlasını hak ettiği inancı içinde başta sanatçılar olmak üzere emeği geçen herkese yürek dolusu teşekkürlerimi sunuyorum. Festivalin bir yıl sonra gerçekleşecek olan ikincisini sabırsızlıkla bekleyeceğim.  

10.06.2013
/Osman KARA

9 Haziran 2013 Pazar

Üretim Planlaması

Ekonomide çok üretim çok refah olarak görülür. Oysa satamadığımız ve denize döktüğümüz çay, kapasite fazlalığı nedeniyle satamadığımız iplik ve dokuma ürünleri bu tezi çürütmektedir. Çünkü Pazarlar yaratılmadan üretilen ürünler sefaleti de beraberinde getirir. Üretime yönelik yapılan planlamalarda halkın hangi ürünü üreteceği konusunda bir öneri getirilmez. Bölgesel ürünler dedelerden torunlara intikal ederek bir başka alternatife kapılar kapatılır.

Oysa pazarlar değişkendir. Değişken Pazar şartlarına uygun üretim yapılmadığında, üreticiler ellerindeki ürünleri maliyet fiyatlarının altında satmak zorunda kalırlar. Örneğin bölgemizde üretilen fındık bu sınıfa dahildir. Üretimdeki plansızlığın yanı sıra, yüksek enflasyon altında ezilmemize neden olan kamu harcamalarında kısıtlamaya gitmek yerine, değişik vergi kalemleri üretilmektedir. Harcamaların gelirlerden daha fazla olması nedeniyle devletin vatandaşa yüklediği vergi dilimleri geçici çözüm olmaktan öteye geçmemektedir. Sanayi kesiminde kapasitenin yeterli olduğu bilinmektedir. Ayrıca işadamları ihracatın ne derecede etkin olduğunu tespit etmiş ve sonuçta ihracat ağının genişletilebilmesi için profesyonel kadrolar oluşturmaya başlamışlardır.

Dış pazarların farkına varılması ile, Türk üreticileri yatırımda ve üretimde becerilerini artırmışlardır. İki bereketli ovaya sahip Samsun’da ise gerekli alt yapı çalışmalarının sonuçlanmaması, ihracat pastasından daha fazla pay almasını engellemektedir. Ekonomik krizleri yaratan nedenlerin başında bilindiği üzere hükümetlerin aşırı borçlanması ve bankaların geri dönmesi mümkün olmayan krediler açmasıdır. Sermaye ülkelerden bağımsız hareket ettiği için , ülkeyi yönetenlerin becerisizlikleri halinde kamu borçları her geçen gün artış kaydetmektedir. Dolaysıyla kriz kaçınılmaz sonuç olmaktadır.

Ülkede büyüme oranları olumlu bir grafik çizmesine rağmen, işsizlik oranlarındaki tablo ise ne yazık ki iç açıcı değildir. İşsizlik oranlarındaki olumsuzluk için ekonomistler ülkemizde tarıma dayalı ekonominin ağırlık olmasına bağlamaktadırlar. Samsun’daki işsizlik oranları için de aynı reçete yazılmaktadır. Yani tarım ekonomisinin ağırlıklı olduğu bölgemizde, sanayi yatırımlarındaki istikrarsızlık ve üretime yönelik tesislere önem verilmemesi, işsizlik oranlarının artmasına neden olmaktadır.

Hükümetlerimiz anlaşılmaz bir biçimde sürekli olarak iktisadi hayatın içinde kalmayı tercih etmişlerdir. Oysa devlet yatırım yapmak yerine, yatırıma teşviği ön plana almalıdır. Genç nüfusumuz nedeniyle, üniversitelerden mezun olan gençlerimiz istihdam sorunu yaratmaktadır. Eğitimli işsizlerin yanı sıra, eğitimli olmayan işçiler de ayrı bir sorun teşkil etmektedir. Genel bir tablo çizmeye çalıştığımız ekonomik tablo’dan da anlaşılacağı üzere en önemli handikabımız kamu ve özel kesimin aşırı borçlanmasıdır. Mevcut borç tablosunun değişmemesi halinde, gelecek için iyimser olabilmek pek mümkün görülmemektedir.

Kredi derecelendirme kuruluşlarının not artırımlarının elbette getirileri olacaktır. Özellikle yabancı sermaye girişinde gözle görülür bir artış kaydedilecektir. Ancak bu olumlu tablonun sinyalleri en az 6 aylık bir süreyi kapsayacaktır. Bu görüşlerden hareket ile, kentimizde ihracatın artırılması, tarım kenti olmamız nedeniyle sağlıklı bir üretim planlaması yapılması, işsizlik oranlarının düşürülmesine yönelik üretime yönelik tesislere ağırlık verilmesi gerekmektedir.

/Süleyman SALUR
09 Haziran 2013

8 Haziran 2013 Cumartesi

Üreten Değil Tüketen Toplum Olduk

Samsun’da işsizlikten, gelir dağılımı adaletsizliğinden, üretime yönelik projelere ağırlık verilmediğinden bahsederken, son bir yıl içinde Türkiye’de zenginlerin sayısının hızla artış kaydettiği gerçeği de unutulmamalıdır. Örneğin son bir yıl içinde milyonerler sınıfına yaklaşık 11.000 kişi dahil olmuştur. Ayrıca milyarderlerimizin servet artışlarındaki oran  ise % 25 seviyelerindedir.

Milli gelirin dağılımındaki eşitsizlik anlamında dünya liderliğimizi bugüne kadar hiçbir ülke eline geçirememiştir. Bütçe açıkları ise bilindiği üzere ülkemizde ise sürekli olarak özelleştirmeler ile kapatılmaya çalışılmış ve halen bu gelenek sürdürülmektedir. Bir örnek vererek açıklayacak olur isek; ev reisi başbakanımızın da ifade ettiği gibi ayyaş takımından olsa, bir işe girip çalışmak yerine evindeki yatağı yorganı ve tüm eşyalarını satsa, ve sonuçta satabileceği hiçbir şey kalmasa ne yapabilir.  Siz neyi satıyorsunuz? Halkın malını. Ne zamana kadar satacaksınız? Tüketene kadar. Satılacak malınız kalmaz ise ne yapacaksınız? İşte size ekonomisi çöken AB ülkelerine bir aday daha. Yani mirasyedi misali elinizdeki değerleri satar iseniz, üstelik bunları yabancılara veya bir şekilde size ve yandaşlarınıza kenarından köşesinden ulaşacak şekilde peşkeş çekerseniz, bu savurganlığın hesabını vermek pek o kadar kolay olmayacaktır.

24 Ocak 1980 tarihinde bir gecede dışarıya açıldığımız günden itibaren gelişen ekonomik süreçte, yabancı sermayenin egemenliği hemen her alanda hissedilmektedir. Uluslar arası kredi derecelendirme kuruluşlarının kredi notumuzu artırması ile yabancı sermaye girişinin hız kazanması beklenmektedir. Bu arada yerli sermayenin de akıbeti sorgulanmalıdır. IMF’ye olan borçlarımızın bitmesi ile ülkede adeta bir bayram havası yaratılmıştır. 2002 yılında AKP iktidara geldiğinde özel sektörün dış borç rakamları 43 milyar dolardı. 2006 yılında 121 milyardan başlayarak bugün 200 milyar dolarları aşmıştır.

Tezgah şöyle işliyor. İşadamlarımız yurtdışından düşük faizle kredi alıyor. Sağladığı dövizi TL.ye çevirerek devlete yüksek faizle borç veriyor. Böylece dış krediden aldığı faizle, vatandaşımızın sırtından aldığı faiz farkını Gandi yapıyor, yani cebine indiriyor. İşadamlarımızın düşük kur politikasının uygulanması taleplerinin altında yatan gerçekler bunlar.

Dövizle aldığınızı dövizle ödemek durumundasınız. Üstelik borçlarınızdan sadece siz değil devletimiz de sorumlu bulunmaktadır. Çarklar tersine işlediğinde olabilecekleri tahmin etmek zor değildir. Ülkemizde şu anda en önemli tehlikelerden birisi de, breysel borçlanmadaki artıştır. Faizlerin düşmesi ile birlikte otomobil, konut, beyaz eşya ve tüm ürünlerde taksitli satışlar furyası başlamış ve böylece ülke adeta bir harcama makinesine döndürülmüştür.

Üreten değil tüketen bir toplum haline gelmiş bulunmaktayız. Bankalar çeşitli promosyonlar ile tüketime özendirici kampanyalar düzenlemekte ve ayrıca bir cep telefonu çılgınlığı yaşanmaktadır. Evin 6 yaşındaki çocuğunda dahi çok fonksiyonlu pahalı cep telefonu bulunmaktadır. Kamu dış borçları ile özel sektör borçlanmaları alt başı gidiyorlar. Kredi kartları kullanım miktarlarını ise telafuz etmek anlamsız. Borç yiğidin kamçısı diye uyutulduk durduk. Ancak bu kamçının sırtımızda şaklaması ile olabilecekler malum.Bu nedenle öncelikle üretmeli ve ürettiğimizi tüketmeliyiz.

/Süleyman SALUR
08 Haziran 2013

4 Haziran 2013 Salı

Atakum’lular, Kente Böyle Sahip Çıkılır

İstanbul’da Taksim Meydanı düzenlemeleri ile ilgili hükümetin “ben yaptım oldu, ben böyle istiyorum, benim dediğim olacak” gibi yaptırımlarına karşı başlayan protesto eylemleri,  kente nasıl sahip çıkılacağının en önemli örneğini göstermiştir. FB, GS, BJK, Trabzonspor taraftarları ilk kez ortak bir dille İstanbul’un yüreğine hançer saplanmasına engel olmak için eylem birliği yapmışlardır. İstanbul’da yaşayan ve olaylara şahit olan bir kişi olarak, özellikle görsel medyada yer alan görüntülerin sadece aysbergin en üst yüzeyini yansıttığını söyleyebilirim.

Yaralıların sayısı İçişleri Bakanı Muammer Güler’in ifade ettiğinden en az 50 kat fazladır. Bir kişi ise şu anda beyin travması nedeniyle yoğun bakımda bulunmaktadır. Polisimizin anlaşılmaz bir tavırla toplumsal olaylara karşı çoluk çocuk gözetmeden göstermiş olduğu reaksiyonu tasvip edebilmek elbette mümkün değildir. Bunlar olayın adli ve insani boyutlarıdır. Ancak hükümetin Taksim meydanındaki yeşili katlederek AVM ve kışla projesine karşı çıkan İstanbul’lular canları bahasına da olsa sessiz kalmamışlar ve diğer illere de yayılan bir tepki hareketini başlatmışlardır.
Kentin gelişmesi adına elbette çağın gereksinimlerine uygun projeler üretilecektir. Ancak üretilecek projeler  sadece rant yaratmak adına o kentin bazı değerlerini ortadan kaldırıyor ise, vatandaşın da daha fazla seyirci kalması beklenemez. Atakum’da Belediye başkanı Metin Burma tarafından üretilen Meydan projelerine karşı, iktidarın olimpik havuz projesi üreterek temelini atması karşısında ne yazık ki kentte yaşayanlar adeta sus gemisine binmişlerdir. Bir Atakum sakini olarak ve bu köşe yazarı kimliği ile kentimize hiçbir şekilde katma değer yaratmayacak olimpik havuz projesini desteklememekteyim. Başkan Burma’nın öneri olarak sunduğu referandum fikrine de iştirak ediyorum.

“Atı alan Üsküdar’ı geçti “ mantığını da kabul etmiyorum. Tesisin temelinin atılması bitirilmesi zorunluluğunu ortaya koymaz. Bu noktada Atakum sakinleri ve tüm Samsun’lular bu oldu bittiye karşı seslerini yükseltebilirler.   Her zaman olduğu gibi 3 maymunu oynamak veya iktidar partisine yakın olmak adına tepkileri ortaya koymamak, bu kentin değerlerine ihanet etmek demektir. Her kent meydanları ile anılır. Bizde de olduğu gibi her kentte bir Cumhuriyet meydanı bulunmaktadır. Modern mimarisi ile ve görselliği ile ve her şeyden önemlisi yaratacağı katma değer ile kente yeni bir kimlik kazandıracak Atakum meydanı projesinin engellenmesi, sadece siyasal bir inatlaşmanın sonucudur.

Başkan Metin Burma muhalefet partisine mensup bir başkan olabilir. İktidar partisi olarak davulun tokmağını elinde bulundurmanız, o tokmağı usulden ve makamdan uzak bir şekilde kullanmanızı gerektirmez. Doğru olan projeleri sadece “bizim projemiz değil” düşüncesi ile kabul etmemek, öncelikle seçmenlerinize karşı yapılan en büyük kötülüktür. Hiç kimse, Atakum gibi turistik belde olmaya aday bir bölgede, denize metrelerce mesafede yapılacak olan olimpik havuzun mantıklı bir proje olduğunu iddia edemez.

İstanbul’luların göstermiş olduğu tepkiyi ayakta alkışlamak gerekir. Ancak bizim kentimiz ne yazık ki her zaman “bana dokunmayan yılan bin yaşasın” felsefesi ile etliye sütlüye karışmamayı tercih etmektedirler. Bu kent siyasilerin değil bizimdir. Çünkü onların hedefi sadece siyasi ranttır.  Seçilmişlerin her yaptığını doğru olarak kabullenmek ve kentin geleceğine ilişkin projeleri sadece onların insiyatifine terk etmenin hiçbir anlamı yoktur. Bu nedenle haydi Atakum’lular diyoruz. Demokratik haklarımızı sağduyulu bir şekilde kullanalım ve oldu bittiye izin vermeyelim. Vakit geçmiş değil.

/Süleyman SALUR
04 Haziran 2013

2 Haziran 2013 Pazar

Tarihe Geçmek

Bafra’da tarih yazmak mı? Bafra’nın tarihini yazmak mı? Mademki ortak sevdanın adı Bafra, o zaman Bafra için bir görev üstlenmeli Bafralı… Hayır öyle ‘Dünyayı Kurtaran Adam’ edasında değil! Sorumlulukların bilincinde, görev disiplininde hayatın hakkını vererek ama zarar vermeden, incitmeden. Mesela evinin önünü süpürerek, Mesela kaldırımı işgal etmeyerek, Mesela izmaritini sokaklara atmayarak. Kısaca “E falanca yapıyor ama” basitliğine sığınmayarak. Ve hatta araştırarak bilgi sahibi olunarak…

Bafra için yapılan, yapılmayan, yapılması gerekeni bilerek. Yapılamamanın nedenini araştırarak hatta demokrasinin emrettiği sınırlar içerisinde hesap sorarak… Ne eleştirmek için eleştirmek ne yanlış anlaşılma korkusuyla susarak… Her şeyi devlet kademelerinden beklemek, kendinden kaynaklanan eksikliği bile söz konusu birimlere fatura etmek kolaycılıktan ibaret değil midir?

Başta belirttiğimiz tarih yazmak ifadesinde sanırım en manalı olanı işaret tam da bu noktada yer buluyor kendine; Bafra’nın tarihine katkıda bulunmak… Evet, yıllar sonra öncülüğünü ettiğin girişimden bahsederken isminiz geçmeyecek kitaplarda, fakat siz ve sizden sonra hayata hediye ettiklerinizin ömürleri boyunca gurur vesilesi olacak öncülüğünüz…

Nasıl ki hiçbir başarıya çiçekli yollardan gidilmemişse, dikenli yollardan oldukça meşakkatli ise her adım, not düştüğünüz tarihteki yerinizde o denli anlamlı olacak… Kentli olmanın ilk koşulu “kentte yaşamak” değil, o kenti sevmek. İnsan ve kent ikilisinde, sevgi temelinde geliştirilecek her ilişki kentliyi yüceltirken; kenti de güzelleştirerek farklılaştıracaktır mutlaka. Bu muhteşem gelişme bir yandan aidiyet duygusunu oluştururken; aynı zamanda kenti tanıma ve değerlerini algılama duyarlılığının da kapılarını aralar…

Yaşadığımız yöreyi bir daha birlikte keşfetmeli... Henüz zaman varken dokunalım ona, tarihine, kültürüne, doğasına, kısacası yüreğine dokunulmalı. Memleketimizin ılık soluğunu duyumsayalım kulağımızda. Kentin fısıldayışını, sessizliğinin sesini dinlenmeli. İçindeki aynaya yansıtılmalı yürekteki ışığı kente doğru. En tenha sokaklarında şen çocukların oynayışını, yorgun pazarcıların zerzevat satışlarını ve ellerinde ekmekle babaların akşam eve dönüşlerini birlikte izlenmeli. Emin olun böyle de geçersiniz tarihe… Böyle de helallik alırsınız memleketinizden… Ve böylece dokur bir gün mezar taşınıza bir “Bafra” sevdalısı minnetle… Bakın işte geçtiniz tarihe…

02.06.2013
/Birol BİRCAN