24 Şubat 2011 Perşembe

Selanikspor

Teneke Mahallesi'nin arkasındaki geniş çimenlik doğal futbol alanıydı. Gazete dağıtımından, ayakkabı boyacılığından dönen gençler öğleden sonra burada iddialı futbol maçları yaparlardı. En büyük keyifleri buydu. Her gün maç yapınca tabi ki futbolları ilerliyor, daha güzel oynamaya başlıyorlardı. Şehrin diğer mahalleleriyle özel maçlar yapılıyor, maçlar çok seyirci çekiyordu.

O yıllarda Samsun'da resmi olarak Samsunspor, Yolspor, Demirspor, Fenerspor takımları ve profesyonel kurum takımları vardı. Bu takımlar bizimle maç etmek için sıraya girerlerdi. Çayırlıktaki maçlarda mahalle tam kadro seyirci olarak bulunurdu. Bizim çocuklar Atletten formalar ve kara lastik ayakkabılarla oynarken gacoların pırıl pırıl formaları kramponları vardı. Yine de çok koşarak, mücadele ederek çoğu zaman onları yenerdik. Samsun'da düzenlenen turnuvalarda mutlaka bizim de olmamız istenirdi. Bizden katılım parası bile istemezdiler. Yeter ki katılalım. Çünkü bizim katılmamız turnuvanın ilgisini, seyircisini çok çok artırıyordu.

Biz her turnuvada favori idik. Her maçımız final tadında geçer, rakip takımlar bize karşı ayrı bir hırs ve ayrı bir sertlikle oynarlardı. Bizi yenmek sanki milli bir meseleydi. Bizi yenen milli oluyordu. Bu çoğu zaman tartışmaları ve kavgaları beraberinde getiriyordu. Eğer Kumluk'ta, Koren'de Fuar'da oynuyorsak bizim çocukları döverlerdi. Sonra iş tatlıya bağlanırdı. Canım olur muydu?... Olmayacak çulsuz çingeneler Samsun'un elit takımlarını mı yenecekti? Yenemezdi. Yenmemeliydi. Gerekiyorsa dövüleceklerdi...

Maçlarımız büyük ilgi çekiyordu. Futbolu bilen seyirciler imrenerek bizim maçları seyrediyor sabırsızlıkla maçlarımızı bekliyorlardı. Hırslı, mücadeleci, estetik oyunumuz ve esmer tenimiz nedeniyle Samsun bize Brezilya diye tezahurat yapıyordu. Biz de Brezilyayı benimsemiş hepimiz Brezilya fanatiği olmuştuk.

Koren'de oynanan bir turnuva maçında son dakikalarda golümüzü atan Pele Aydın'a seyircilerin ve futbolcuların saldırmasıyla başlayan kavgada biz küçük çocuklar eve doğru kaçmaya başladık. Bizi korumak için karşılık veren Kaptanımız Deli Yaşar'ın kolu kırılmış, Koçali'nin başı yarılmış, bütün takım mahalleye sakat dönmüştü. Bizler futbol oynamayı seviyorduk. Yediden yetmişe çayırlıkta top oynuyorduk. Pele Aydın daha sonra profesyonel olmuş; Samsunspor da, Tokatspor da, Rizesporda forma giymiş ve para da kazanmıştı.

1984'de Samsun'da mahalle takımları resmi kulüp olmak için müracaat ediyorlardı. Mahallede de bir telaş vardı. Samsun'da gazete dağıtan Fikret GÖKÇEN yanına, Koçali, Kerim, Şuşut ve Ramazan'ı alarak spor kulübü kurmaya karar vermişti. Kulübün adı Selanikspor olacak dediler. -Metin sen belgeleri hazırlayabilir misin, diye sormak için eve geldiler. Oturduk konuştuk. İyi olurdu. Rengi ne olsun? Sarı-Yeşil. Çünkü iyi futbol oynuyorduk. Esmer tenimizle Samsun'da bize Brezilyalı diyorlardı. Brezilyanın renklerini kullanacaktık. Arma için, Fikret Atatürkün doğduğu Selanik'teki evi önerdi. Nasıl, nerden geldiyse aklına güzel fikirdi.

Ertesi gün Beden Terbiyesi İl Müdürlüğü'ne gittik . Matbu evrak ve belgeleri aldık. Hazırladım. Arma için resim seçtik, arma olarak düzenleyip formlara geçtik. Bir hafta sonra dernek kurulmuş evraklarımız Ankaraya Futbol Federasyonuna gönderilmişti.

Lige katılacaktık. Hazırlanmalıydık. Mahalleden para toplandı. Formalar, ayakkabılar satın alındı. Takımın başına Pele Aydın getirildi .Herşey amatörceydi. Futbol oynamasını biliyorduk, ama ofsayt kurallarını ilk defa uygulayacaktık. Mahalle bu işe sevdalanmıştı. Kısa zamanda eksikler tamamlandı, herkesin olmasa bile çoğunun kranponu vardı. Ve lig başladı. Maçlar Yeni Samsun Stadı yanındaki amatör sahalarda oynanıyordu. Güçlüydük, kum saha bizim için avantajdı. Ancak esas avantaj sahaların mahallenin yakınında olmasıydı. Korkmadan oynayabiliyorduk.

Daha sonraki yıllarda Rahmetli Belediye Başkanı Muzaffer ÖNDER'in katkılarıyla takımımız malzeme yardımları almaya başladı. Artık güzel formalar, eşortmanlar, kranponlar kullanmaya başlamıştık. Amatör ligde başarılı maçlar ve şampiyonluklar yaşadık. Ancak gazete dağıtıcılığı işinin bitmesiyle birlikte gençlerin akşama kadar pazar pazar gezerek çalışmaya başlamaları, kereste hamallığının yaygınlaşması ve erken evlilikler takımın gelişmesini engelleyen sebepler oldular. O yıllarda Samsun'da kurulan mahalle takımlarının pek çoğu kapanmak zorunda kaldı.

Biz Selanikspor'u devam ettirmeye kararlıyız.

/Metin ÖZBASKICI

23 Şubat 2011 Çarşamba

Talihsiz Şehir

Vurdumduymaz, kimseyi umursamaz, kendi çıkarlarını ve çıkar gruplarını gözeten ve giderek kötüleşen bir düzenin varlığını "hissetmiyorum" diyenlerin sayısı giderek azalıyor.

Ve her dönem daha öncesinde de olduğu gibi kendi zenginini yaratıyor. Zaten yoksul olanlar, avuçlarına konulan sadaka benzeri yardımla yaşamaya çalışırken, amiyane tabirle kendini götürebilen, bir dönem adına orta direk denen, daha yaygın bir halk sınıfı ise giderek yoksullaşıyor.
Siyasal iktidarın sonuna kadar bastırdığı yeni düzende çalışma hayatına dair bilinen istihdam şekilleri, çalışanları tüccar yöneticilerin iki dudağı arasına mahkûm ediyor.

Son günlerde Samsun Gazi ve Ondokuz Mayıs Üniversitesi Hastanesi'nde işten çıkarılan taşeron işçilerinin durumu, bunun en canlı ve yakıcı örneğidir. Sendikalı olmaları, dolayısıyla haklarını aramaları nedeniyle taşeron yapılanmanın suyuna gitmeyenler, yöneticilerin gazabına uğruyor.

Güzel şehrimizde hafif raylı sistem sonrasında şoför esnafına dolayısıyla onların ailelerine yapılanların ise içe siner bir yanı yok. Bakınız, en son 511 şoföre dava açılmış.  Savcı Türkiye Şoförler ve Otomobilciler Federasyonu Genel Başkanı Fevzi Apaydın'ın da aralarında bulunduğu 511 kişi hakkında Toplantı ve Gösteri Yürüyüşleri Kanunu'na muhalefet suçlarından 1,5 yıldan 3 yıla kadar, karayolları araçlarını hukuka aykırı olarak alıkoyma ve hareket etmesini engelleme suçlarından 1 yıldan 3 yıla kadar, demiryolu ulaşım araçlarını hukuka aykırı olarak alıkonulması suçundan ise 2 yıldan 5 yıla kadar hapis cezasına çarptırılmalarını talep etmiş.

Şoför esnafına, onları mağdur etmeyecek bir yol gösterilmemesi üzerine gelişen olayları adalet bugün bir suçmuş gibi gösterse de yapılan mücadelenin çoluk çocuk tam bir yaşam mücadelesi olduğu unutulmamalıdır. Keşke adalet, her kim olursa olsun,  işinden olup da evine ekmek götüremeyenlere sebep olan anlayışı da bir kez olsun yargılayabilse. Belki o zaman asıl suçluyu bulabiliriz.  Hepimiz biliyoruz; bu bizde olmaz, oldurmazlar… Ancak şunu da biliyorum; millet ekmeğine sebep olan anlayışı bir gün kendi vicdanında mahkûm edecektir.

Kamu Emekçileri Konfederasyonu'na bağlı sendikaların yöneticileri 13 ay önce Samsun Atatürk İlköğretim Okulu bahçesine anaokulu yapılmasına tepki göstermek için okul bahçesinde basın açıklaması yapmışlar. Açıklama sırasında orada bulunan çocukların hafriyat makinelerini taşlamaları üzerine üçü sendika başkanı olmak üzere toplam 13 kişi hakkında dava açılmış ve haklarında18 ay ile 3 yıl arasında hapis cezası istenmişti. Mahkeme 13  ay sürdü. Üçü sendika başkanı olan toplam 13 kişi dün berat etti.  Çoğu devlet memuru olan bu güzel insanlar, kendi sorunlarına ilave bir sürü sıkıntıyı bu süreçte yaşadı. Sırf betonlaşan bir şehrin çocuklarının yegâne oyun oynayabildikleri bir okul bahçesi yok olmasın diye.
              
Başka kim bu gerekçe için bunca sıkıntıya katlanır ki? Şehrin doğusunda, Canik'te "Köprülü Katlı Yol" tartışması ise bizleri hiçe saymanın bir başka örneği. İnşaat Mühendisleri Odası Samsun Şube Başkanı Hüseyin Tüfek, Mimarlar Odası Samsun Şube Başkanı Selami Özçelik "Köprülü Katlı Yol" projesi yerine "Doğu Çevre Yolu"  yapılmasının her yönden doğru olacağını açıklıyorlar.

AKP'li belediye başkanı ve ilçe başkanı da aynı görüşte. Aklın yolu bir. Yapılacak olan yatırım bilimsel değil, işlevsel değil, ekonomik değil, estetik değil, kalıcı değil, millet de istemiyor. Ancak Ulaştırma Bakanı açıklıyor: - "Projesini yaptırıyoruz." Belediye Başkanı Osman Genç: -"İnanamıyorum." diye karşılık veriyor. İnanın sayın başkan, inanın; Samsun talihsiz bir şehir. Ve bu talihsizliğin nedenini millet anlamaya başladı bile.

 23.02.2011
/Dr Murat ERKAN

22 Şubat 2011 Salı

Saathane

Hiç unutmam, 50 yıl öncesinde rahmetli babam elimden tutarak, Kasaplar Arastasının sonlarındaki Acem Kasap’a götürürdü beni. Oraya gidişlerimizin tadını hala da hatırlarım. Saathane istikametindeki bu yol günün her saatinde müthiş bir yoğunlukta ve oldukça da kalabalık olurdu. Hele Ramazan ayında bakliyat, sebze, meyve, balık satanların tezgâhlarının önlerindeki kalabalık gruplanmalar, nostaljik bir özellik olarak günümüze kadar gelen bir çeşnidir. Sadece Kasaplar Arastasındaki bu yoğunluk değildir bölgenin özelliği. Hemen bu yol gibi, Saathane ye dikine inen ve esnaf kahvehanelerinin bulunduğu Namık Kemal Caddesi ise ayrı bir curcunadır. Civardaki bilumum çay ocaklarının bulunduğu bu güzergâh üzerindeki çayhaneler, gerek sahibinin adıyla anılmasıyla,  gerekse bulunduğu yapının özelliği ile önemli bir adres tespitidir. Mesela Asma Altı, mesela Zakirin Kahvesi gibi. Bu çay ocakları aslında günü birlik iş ve işçi arayanların buluştukları mekânlar olarak da hala kullanılmaktadır. Buralarda oturarak iş bekleyenler, kapı önlerinden dışarılara taşarak yeni ve günlük patronlarını günümüzde bile beklemektedirler.

Bu yol üzerinde yıllar yılı etraftaki asayişi temin eden bir karakol bulunurdu ki isminden zaten bu bölgeye ait oluşu hemen anlaşılır, bir merkez olma özelliğini hissettirirdi; Çarşı Karakolu. Adeta Meydanı geniş bir açı ile kontrol altına alarak asayişi takip eden bir polis noktasıydı. Yakın zamana kadar aynı binada bu hizmetini devam ettirdi. Bazen hırsızlık veya basit suçlardan karakola alınanların tutuklanmaları bile, dışarıdaki esnaf tarafından merakla takip edilirdi.

Üçüncü Saathane bağlantısı ise Bankalar Caddesidir. Bu yol adından da anlaşılacağı üzere zaten yoğunluk olarak Şehir Bankalarının bulunduğu cadde olup Büyük Camiye ulaşım güzergâhı olarak da kullanılır. Bu yolun diğer bir özelliği de Şehrin öteki Meydanlarına bağlantıyı temin etmeye hala devam etmesidir.

Saathane Meydanına, Cadde ve Sokak özelliğinde 10 Adet yol bağlanır. Şehrin günden güne gelişmesiyle bile değişikliğe uğramayan bu bağlantı organizması Kente ait bir “Tarih Atlası” özelliğini günümüze taşımıştır denebilir. Her yol en az 150 yıllık kronolojik birikimiyle hafızaların diriliğine emanet edilmiştir. Ki Tarihi geçmişi yaşatan sadece Binalar değildir. Şu anda Eski Telgraf hane Sokak, Patlıcan Pazarı Sokak, Çıkrıkçılar Sokak isimleriyle yaşamaya devam ederken kim bilir hangi kentsel geçmişi korumaya çalışmaktadırlar.  

   2000 li yılların başlarında İzmir Büyükşehir Belediyesi Tarihi İzmir Konak Meydanının kullanımına dair bir değişiklik fikrini ortaya koymuştu. Bu konunda bir yarışma açıldı. Bu fikir projesini Ersen Gürsel isimli bir Mimar kazandı.

Ersen bey, Yarışma Projesine başlamadan önce, Konak Meydanını panoramik olarak gören yüksekçe bir set üzerinden günlerce sahayı gözetlemişti. İnsanlar Meydana nasıl geliyorlar, nasıl kullanıyor, nasıl çıkıyorlar, alışkanlıkları nasıl? Meydanın hangi bölgesinde hangi saatlerde nasıl bir yoğunluk ve canlanma görünüyor, nasıl boşalıyor? Bu toplum hareketlerini nasıl ve nice bir yerlere kanalize etmek gerektiğini, projede nasıl değerlendirmeye almalıydı.  Çünkü bu alışkanlıklar yıllarca süren bir tünelden geçerek bu güne gelebilmişti, bu yüzden çok önemliydi.

Burada insanı ve insanın çevre kullanımını önemseyen, hatta Baş Aktör yapan proje diğer projelere göre çok verimli bulunarak öne geçti ve birincilik kazandı.

Şimdi Saathane Meydanı ve çevresinde, dini yapıları koruma altına alıp diğerlerini tırpanlayarak bir planlama yapılması düşünülüyor.  Burada yıllardır süren yol ve yaşam dokusunu hiçe saymak akıl karı bir anlayış olamaz. Böyle bir programın ve projenin alt yapısını tarihçiler, sosyologlar, kent bilimciler ve daha ve en önemlisi Samsun Yaşayanları kabul etmelidir. Böyle bir anlayışı projelendirmek de plancıların görevidir. Ama mutlaka bir yarışma sonrasında.

Fakat son birkaç yıldır çokça gündeme gelen Kentsel Yenilenme adı altında belirli amaçlara yönelik arsa ve kıymetli alan kazanmak için başvurulan yöntemlerin, güzelim Saathane için düşünülmesi vahim sonuçlara da yol açabilir. Sakın ha!

 Yoksa kuyuya atılan bir taşı çıkarmak,  bazen başkalarının başına kalmaktadır ki buna da yazık tan başka izahi bir kelime bulunmamaktadır. Yoksa bu Kent kimsenin tekelinde olmayıp, tüm yaşayanlarındır. Ayrıca Kent Yaşayanlarının da bu kent üzerinde bazı hakları olduğu da unutulmamalıdır.

 İyi Haftalar.
22.02.2011
/Sacit ACAR

16 Şubat 2011 Çarşamba

Yavuz Selim Yardımlaşma Derneği (4)

Kurban bayramında kurban kesenlerin kurban derisi yardımlarını kabul ettik. Satarak parasını dernek hesabına yatırdık. Bütçemizi kuvvetlendirdik. Dernek olarak üç adet yangın söndürme cihazı aldık. Mahallenin her bir köşesine koyduk. Olası yangınlarda ilk müdahale yapılabilsin istedik. Bu tedbirler üç dört yangının büyümeden söndürülmesini sağladı. Yangın tüplerini hep dolu bulundurduk, bulunduruyoruz.

Mahallede yaşayan insanların basit rahatsızlıklar için bile hastaneye gitmek için iki araç değiştirmesi gerekiyordu. İlaç yazdırmak, iğne yaptırmak sorun oluyordu. Sağlık Müdürümüzü ziyaret ederek bir sağlik ocağı ihtiyacımız olduğunu belirttik. Yer gösterirseniz ekip hazırlarım teyidini aldıktan sonra belediye başkanımızı ziyaret ettik, uygun bir alan ve bina talebimizi ilettik. Mahalle yanındaki hayvan borsasının üst kısmındaki büroların üst katını önerdik. İnceleyelim teyidini aldık. Bir kaç ay sonra oyalandığımızı hissettik. Milletvekilimiz Mehmet Çebi'ye durumu anlattık. -Çocuklar size söz veriyorum, dedi. İki yıl içinde mahallemizin hemen yanında sağlık ocağımız oldu. Çok faydasını gördük. Bina sağlıksız olduğu gerekçesiyle belediye tarafından 2003 de yıkıldı. Sağlık ocağı birkaç yıl kiralanan özel bir binada hizmet verdikten sonra Samsun'da Aile Hekimliği uygulamasının başlamasıyla birlikte sağlık evine dönüştürüldü.

Bir aile kardeşleri için evlenme düğünü yapacaktı. Bizden para talebinde bulunmuştu. Bu yardımı yapmayalım diye şer koymamıza rahmen adam gelip -Borç verin, ben aydan aya öderim, deyince verme kararı aldık. Gariban bir kardeşimizdi. Ancak düğünü öyle bir yaptı ki öyle şaşalıydı ki bizler şaşırdık... Sıra ödemeye gelince ilk ay geldi bir taksitini ödedi. Sonraki ay su borcum var, daha sonra hastayım, vs... o para geri dönmedi. Kulağımıza gelen laflar canımızı sıkıyordu. Derneğimizi üç yıl sonra birkaç densizin yüzünden kapatmak zorunda kaldık. Kimseden karşılık beklemiyorduk. Ama ''Enayiler'' lafını da çekemezdik...

Yıllar geçti. 2010. Başlattığımız sünnet şölenleri Belediyeler tarafından halen sürdürülmekte, Ramazan erzak yardımları belediyeler için bir yol açmış, uygulama devam ediyor. Yeşil kart uygulamasıyla sağlık konusunda rahatlayan yoksul hastalarımıza destek ziyaretlerimiz ve ikramlarımız yine devam etmektedir. Cenaze evine ziyaretler ve ikramlar sürdürülmektedir.
Biz kardeşiz, akrabayız, acımızda tatlımızda yanyanayız. Biz rahmetli Koçali ve Amo dedesiz de olsak yardım etmeye devam edeceğiz. Biz mahallemizi seviyoruz....

/Metin ÖZBASKICI

13 Şubat 2011 Pazar

Samsun Siyasetinin Davetsiz Misafirleri

Siyaset, Arapça kökenli bir kelime. At eğitimi, at talimi anlamına geliyor. At eğitimi, at talimi ile uğraşan insanları biz şimdiye kadar "seyis" olarak bilirdik. Bu ifade karşısında yanılmış mı oluyoruz? Hayır. Atçılık sektöründe at eğitimi ile uğraşan insanlara yine "seyis" diyeceğiz. Ansiklopedilerde yer aldığı şekliyle bilimsel anlamdaki siyaset kavramına yükleyebileceğimiz anlam; yurttaşları birer at, bunları temsil etmeye, yönetmeye talip olanları yani seyisleri de birer siyasetçi olarak görebiliriz…

Türkiye'de günümüzden yaklaşık 30 yıl öncesine kadar siyasetçilerin elebaşları yani liderler, vatandaşı nereye sürerse vatandaş o tarafa gidiyordu. Geniş halk yığınlarının siyasetçiden direkt bir beklentisi yoktu. O zamanlar daha çok taraf olma psikolojisi vardı. Sağcılar, solcular, şucular, bucular…

Günümüzde siyaset kurumu ile siyasetçiye yüklenen anlamlar da değişti. Siyaset kurumu, ülkenin ve toplumun bulunduğu sosyo-ekonomik seviyesini daha yukarılara taşımak amacıyla biraraya gelmiş örgütleri, siyasetçi de kendisini ili ve ülkesine adamış projesi, hedefi ve idealleri olan kişileri ifade etmektedir. Bu yaklaşım, elbette ideal siyaset kurumu ile ideal bir siyasetçiyi tasvir etmek içindir.

Ülkemizde en kolay, en zahmetsiz, hiçbir birikim ve donanım olmadan yapılabilecek iki işten birisi nedir diye sorulacak olursa; bu soruya kestirmeden verilebilecek en pratik cevap da siyaset olurdu herhalde. Siyasette siyasi partilerin merkezinde yer almakla, vekil, il ve ilçe başkanı olmak, yerel yönetimlerde görev almak; siyasete yeni başlayanlar için uzak birer hedef, mevcutlar içinse siyasette yapabileceği kıvraklığa, konjonktürel gelişmeler karşısında durduğu yere ve biraz da şansa bağlı değil mi?

Samsun'da son 25 yıldır her milletvekilliği genel seçimleri öncesi hep bir şey dikkatimi çekmiştir. O da, genel seçimlerden 6-7 ay öncesine kadar bu şehre çok nadir uğrayan, yaşayıp yaşamadığından kimsenin haberinin bile olmadığı, kentin sorunlarından bihaber olanların birden bire milletvekili aday adaylığı için Samsun'u mesken tutmaları, üyesi olduğu siyasi partiden seçilebilecek sırayı elde edemeyince de sessiz sedasız bir biçimde bu şehri terk etmiş olmalarıdır.

Son zamanlara kadar adı ve sanı bilinmeyenlerle, siyasetten daha önce nemalandığı için para ve çevre sahibi olan; Adalet ve Kalkınma Partisi, CHP ve MHP'den milletvekili aday adayı olabilmek için son zamanlarda hummalı bir çalışma içine giren; gazete gazete, ajans ajans dolaşarak ilgili siyasi partilerin il ve ilçe örgütleri arasında mekik dokuyan, kendilerini bulunmadık birer Bursa kumaşı gibi görenlerin unuttuğu bir şey yok mu? Elbette var.

Türkiye siyasetinde seçilebilmek için genel kabul görmüş ilkeyi unutanlara hatırlatmak isterim. Bu kişilerin unuttuğu şey; paranın ve düzenbazlığın her zaman iş yapmayacağı, seçilebilecek sıradaki milletvekili adaylığının da liderlerin iki dudağının arasında olduğu değil mi?

13.02.2011
/Şerafettin ÖZIŞIK

7 Şubat 2011 Pazartesi

Ben Kötümser Değilim Rakamlar Kötü

Bir önceki yazımızda Samsun’un bazı gerçeklerini rakamlarla ortaya koymuş ve “dost hatırına yalan mı söyleyelim” diye sormuştuk. Bu yazımızda da yine kent gerçeklerini rakamlarla ortaya koyacağız. Rakamlar hatır gönül dinlemez, rakamlar yalan söylemez.

Samsun, Devlet Planlama Teşkilatı’nın sosyo-ekonomik kalkınmışlık araştırmasında ancak 32’inci sırada yer bulabiliyor. İlçelerin durumu çok daha kötü; on ilçemizin gelişmişlik endeksi eksi(-)dedir ve maalesef birinci gelişmişlik bölgesinde bulunan hiçbir ilçemiz yoktur. İlçeler arası sıralamada Terme 436’ıncı, Ladik 459’uncu, Havza 523’üncü, Kavak 575’inci, Yakakent 581’inci, Alaçam 645’inci, Vezirköprü 710’uncu, Salıpazarı 761’inci, Ayvacık 789’uncu, Asarcık ise 796’ıncı sıradalar. Gelişmişlik endeksi artıda olan ilçeler de öyle ahım şahım yerlerde değiller. Merkez 25’inci, Ondokuzmayıs 168’inci, Bafra 204’üncü, Tekkeköy 226’ıncı, Çarşamba 282’inciler. Bu ilçelerin Bafra ve Çarşamba gibi bu ülkenin en mümbit iki ovasının içinde ya da hemen kenarında oldukları göz önüne getirilirse hali perişanımız çok daha net anlaşılır.

Yerel siyaset bu kentte beş organize sanayi sitesi bulunduğunu söylemektedir ama rakamlar bu söylemleri doğrulamamaktadır.

Havza Organize Sanayi Bölgesi henüz bir laftan ve boş bir araziden ibarettir. Olacağı, olacaksa bile ne zaman ve nasıl olacağı belli değildir.

 Gıda Organize Sanayi Bölgesi daha işin başındadır. Doğru ve gerekli bir projedir ama faaliyete geçmesi uzun zamana bağlıdır.  Kavak ve Bafra Organize Sanayi Bölgeleri “bedelsiz arsa tahsislerine” rağmen arzu edilen gelişmeyi bir türlü gösterebilmiş değillerdir.

Mazisi 1993’e kadar giden Kavak Organize Sanayi Bölgesi’nin alt yapısı tamamlanan birinci kısmında bulunan elli sanayi parselinden on beşinin tahsisi yapılabilmiş, bunlardan sekizinde kurulan tesisler faaliyete geçmiştir. Halen bir parselde fabrika inşaatı devam etmekte olup altı tesis ise proje safhasındadır. Şu anda yaratılan istihdam 252 kişidir. Diğer tesisler bittiği zaman bu sayının 672’ye çıkması beklenmektedir.  

Bafra Organize Sanayi Bölgesi’nde bugüne kadar dördü bedelli altısı bedelsiz on parselin tahsisi yapılmış ve yedi tesis faaliyete geçmiştir. Bu yedi tesisten birisinin üretimi daha sonra durdurulmuştur. İki yatırım proje, bir yatırım da inşaat aşamasındadır. Toplam istihdam taahhüdü ise 110’u mevsimlik olmak üzere 440’tır.

 Bunlar böyle de mazisi ta 1976’ya dayanan Samsun Merkez Organize Sanayi Bölgesi’ndeki durum dört dörtlük mü? Otuz beş yıllık Merkez Organize Sanayi Bölgesi’nde hala %100 doluluğa ulaşılamamıştır. Seksen altı parselden oluşan bölgede halen yedi parselde üretime geçilememiştir. Altı parselde inşaat, bir parselde ise proje çalışmaları sürmektedir. Bölgede 4.960 kişiye istihdam sağlandığı bildirilmektedir. Bölgedeki tüm fabrikalar faaliyete geçtiğinde bu sayının 5.332’ye ulaşması beklenmektedir.

Bu rakamlar saklı ve yasak değil. İsteyen herkes biraz zahmetle hem bu ülke hem de bu kentle ilgili rakamlara ulaşabilir ve gerçeklerle yüzleşebilir. Bu biraz zahmetli ve biraz üzücüdür ama kimi siyasetçilerin sabah kahvaltısında ya da basın toplantısındaki nurlu ufuklar söylemlerine teslim olmaktan çok daha gerçekçi ve çok daha doğru bir yaklaşımdır.

Ben kötümser değilim rakamlar kötü. Rakamların Samsun’u siyasetçileri Samsun’una benzemiyor. Bu Samsunla ilgili başka rakamlar da var; onları da yayınlayacağız.

07.02.2011
/Osman KARA

2 Şubat 2011 Çarşamba

Rafet’in Hikâyesi

Bilenler bilir veya dikkat edenler hemen hatırlayacaklardır. Samsunun mozaik yapılanması içinde Alucralılar önemli yer tutar. Bu mazlum görüntülü sessiz yığın bulundukları yörenin özelliklerinden midir nedir bilinmez daima kenarda kalmaya çok fazla ortalıkta görünmemeye ve dikkat çekmemeye özen gösterirler. Ama ırk olarak birbirine bağlılıklarını cenazelerinde ve düğünlerindeki kalabalık gruplanmalarından hissedebilir ölen veya evlenenin zengin fakir olduğunu kesinlikle anlayamazsınız.

İşte Esma kadın da, Raif’le Alucra da evlenmiş orada doğurduğu Metin’le Münire’den sonra geçimin zorluğu ve hayatın zor şartları onları önce Termeye savurmuştur. Orada ki yoksul yaşam şartlarında Rafet ve bir kız çocuğu daha doğuran Esma, çareyi Samsuna göçmekte bulmuş Samsunda Tütün işçiliğine kendini attıktan sonra biraz nefes almıştır. Bu arada Raif’te inşaatlarda çalışmaya başlamış ama Esma hala doğurmaya devam etmiştir. Rahim, Turgut ve bir de kızları olunca çocuk sayısı burada yediye çıkmıştır. Erkek çocukların mutlaka okumasını arzu eden Ekiz’ler bu düşüncesinde oldukça başarılı olabilmiştir. Önce Metin, orta öğretimin ardından kendini İstanbul’a atmış Mimar Sinan Güzel Sanatlar Akademisinde heykel eğitimi almaya başlayarak acımasız yıllarla ilk tanışan kişi olmuştur.

Ardından Rafet, Ortaokul ve Lise de kara kalem guvaş ve suluboya ile çokça oynayınca resim sevdasının ilk belirtileri ortaya çıkmıştır. Orta öğretimin bitiminde O’da İstanbul’a koşmuş Sanat arayışı onu Atatürk Eğitim Enstitüsü Resim Bölümüne yönlendirmiştir. Başarılı olan ve sevilerek alınan resim eğitimi kabiliyetinin öne çıkmasını sağlamış ve birincilikle bitirmiştir Yüksek Öğrenimini.

Okulun bitiminde memuriyet dolayısıyla Erzurum’a gitmiş öğretmenlikte ancak bir yıl geçirebilmiştir. Sanata olan tutkusundan dolayı istifa etmiş tekrar İstanbul’a dönerek hem Resime hem de güzel sanatlar akademisinde eğitime yeniden başlamıştır.

Resim’e başlamasıyla kişilik değişimi de başlamış hem çılgınca üretmiş hem de bohem bir yaşam tarzına yönelmiştir Rafet. Kuzguncuğu mekân seçmiş, sanat camiasından bazı isimlerin ve Can Yücel’inde uğradığı mekânlarda işret meclisleri kurmaya başlamıştır. Oralarda topladığı sanat enerjisini bazen sanata bazen de ruh halinin verdiği fırtınayla kavgacı bir kimliğe büründürmüş, olur olmaz yerlerde önüne gelene sataşmıştır. Bu durum onun belki de ikinci adı olmuş Rafet Ekiz resimle özdeş olarak anılırken çılgın ressam imajını da hep hatırlatmıştır. Bazı dostları onun bu içi içine sığmayan yapısını tarif ederken 100-150 kişi içine dahi yalınayak dalarak, gözünü budaktan sakınmadığını ve kıyasıya kavga ettiğine hala söylemektedirler.

Yaşamının her safhasını resimle bütünleştiren bu enteresan tipin, sakin olduğu zamanlardaki ruh hali içince tamamen değişmekte adeta ikinci bir kimliğe bürünmektedir. Sanki çift yaradılışlıdır.  Evlenme ve ev kurma güdüsünü, yapmış olduğu resimlere aksettirmiş olmalı ki bazı eserlerinde cinsel tınıyı da ara sıra hissettirmiştir.

Büyük Türk Ressamı Fikret Muallâdan sonra ekspresyonist akımı (Dışavurumculuk) Rafet Ekiz sürdürmüştür, denmesi boşuna değildir. Rafet’in sanat kişiliğini anlatan basın ve sanat dünyasının eleştirmenleri bu mütevazı yapıdaki kişinin dünyanın her yerindeki resim galerilerinde, kendisine kolaylıkla yer bulabileceğini hala iftiharla anlatmaktadırlar.

Sanatın o ağır ve dayanılmaz hazzı içinde zaman zaman kapandığı stüdyodan günlerce çıkmamış doyasıya resim üretmiştir. Hayati fonksiyonlarını bile unutarak yediği ve içtiğini, tüm gereksinimlerini bir resim atölyesinde giderdiği günlerin sonunda müthiş bir üretkenlikle ortaya çıkmış bazen ağabeyi Metin Ekiz’le bazen de yalnız sergiler açmıştır. Kazanç ve para ikinci planda olmasına rağmen umduğundan çok kazandığı parayı savurup saçtığı da dostları tarafından hala hatırlanmaktadır. Belki biraz abartılı olarak söylenir ama bir sergi sonunda servet sahibi olduğu ama bir gecede tüm varlığını etrafındakilerle tükettiği esefle anlatılır.

Samsunlu olduğunu her fırsatta dile getirmesine ve baba evine de fırsat buldukça gidip gelmesine rağmen, kendi şehrinde bir sergi açmayı, O’na vefayı becerememiş eski yılların ve çocukluğunun çekingenliğini bir türlü yenememiştir. O zaman zaman çılgınlaşan, atak Rafet genelde bir kedi gibi sinmiş, hayatın sürprizlerini sadece Resim, Boyaları ve Çizgileriyle göğüslemeye gayret etmiştir.

2003 yılının sıcak bir temmuz günü hiç kimsenin sırrına eremediği bir gün olur. Rafet kiminle nerededir bilinmez, büyük bir ihtimalle içkilidir veya yalnızdır. Kimi özlemiştir kime gitmiştir. Bir trafik kazası yaşar. Cebindeki kimliğini dahi araştırmayıp bir morga atarlar onu. Tam 13 gün o soğuk taşın üzerinde yatar. Bu yatış, Atölyesinde evine gitmeyip resim yaparken ara verdiğindeki taşın üzerinde sabahladıklarına benzememektedir. Ölü bedenine ne tanıdık rast gelmiştir ne de bildik. Kimsesizler mezarlığına tam gömüleceği gün en küçük kardeşi ondan bir süredir ses çıkmadığını fark ederek arar ve onu soğuk taşlar üzerinde bulur.

Sonu da başındaki gibi garip olmuştur Rafet’in. Sessizce kayıp gitmiştir yaşamın içinden. Götürür onu Feriköy mezarlığına kardeşinin yanına gömerler. Ressam Rafet Ekiz artık yoktur.

Dünya çapında bir fırça, çok ünlü olmaya müsait bir Samsunlu en olgun çağında bu dünyadan geçip gitmiş geriye yaptığı rengârenk dünyası kalmıştır.

Geçen Haftaların birinde bir yerel gazetecimiz, gazetesindeki köşesinde Samsunun yetiştirdiği ünlülerin isimlerini sıralamıştı. Biraz övünçle bu sayının çoğaldığını görmek bu kentin insanlarının göğsünü kabartır muhakkak. İşte ben bu listenin sonuna yine onun kendi üslubunca Rafet Ekiz adını da sessizce ilave ediyorum.

İyi Haftalar.  
02.02.2011
/Sacit ACAR