29 Kasım 2012 Perşembe

Keşke 'Herkes İşini İyi' Yapsaydı, Samsun Kazanacaktı..

Eti Bakır'da yaşanan ve 5 işçinin hayatını kaybettiği olayda, facia kazaya yol açan nedenler kamuoyunda tartışılırken, aslında gündeme gelmeyen bir de olayın farklı bir boyutu var.. Herkes işini düzgün ve yeterince yapsaydı, sorumluluğu bilebilseydi, Samsun için kazançlı bir yatırım hayata geçmek üzereydi.. Çünkü Eti Bakır İşletmeleri, bakır üretiminde elde ettiği amonyakı kullanabilmek için 'gübre üretimine geçiyordu'.. Yani Samsun'un Toros Gübre'den sonra ikinci bir gübre fabrikası daha olacaktı. Bu Samsun'a ekonomik katkı demek, bu kente istihdam demekti..  Ve eğer bu facia yaşanmasaydı, belki de Samsun, ikinci gübre fabrikası haberleriyle gündeme gelecekti..

Ama olmadı.  Böylesine büyük bir facianın yaşandığı olay 'gündeme düştü'.. O zaman da yatırım yerine 'faciayı hazırlayan nedenler' konuşulmaya başlandı.. O amonyak tankının yapıldığı yerden, iş ve işçi güvenliğine kadar alınan ve alınmayan tüm tedbirler, olumsuzluklar ve sonuçları '5 evin ocağını söndürdü'..  Taşeronun taşerona işi pas etmesi, Yeni Yapı Denetim Kanunu'ndan muaf olması, hatta Makine Mühendisleri Odası Başkanı Kadir Gürkan'ın söylediği gibi, "Rüzgar bile hesaplanmalıydı' sözleri, böyle bir inşaatın ne kadar teknik detaylarının olduğunu ortaya koyuyor..

Şu an cezaevinde olan teknik işlerden sorumlu mühendis inşaat için 'özel bir firmadan istihdam edilmiş' ancak, yapı denetim için bir mühendis olması gerektiği 'gözden kaçırılmış olmalı'.. Eti Bakır'ın gübre fabrikası kurmak için işi ihale ettiğini hatırlatan Kadir Gürkan, oradaki sorun 'denetimsizlik' gibi görülüyor diyor ve ekliyor; "İş kaynak işi. O nedenle o işten anlayan bir mühendis arkadaş görevlendirilmiş.  Ama elindeki ruhsatla Yapı Denetim'den muaf olduğu için o yapı denetimci bir mühendis de olmalıydı. Bunu taşeron firma gerekli görmeliydi. Ama bu noktada projeye ruhsatı veren belediye de gerekli denetimleri yapmalıydı'...

Buraya 'sorumlular şunlardır bunlardır' diye alt alta yazmaya gerek yok'.. Kamuoyu bunu zaten anlayabiliyor.. Çünkü yetki, sorumluluğu da beraberinde getiriyor.. Yani işveren işi ihale ettikten sonra... Herkes işini düzgün ve hakkını vererek yapsaydı, projeye ruhsat verilmeden önce yeterli inceleme yapılsaydı, inşaat sırasında denetim işin önemine ilişkin sürdürülebilir olsaydı, iş ve işçi güvenliği için önlem de alınmış olsaydı; bugün bu facia yaşanmamış olabilirdi. Ve Samsun Türkiye'nin en büyük dev amonyak tankını ve yakında hizmete girecek olan 2. gübre fabrikasını konuşuyor olabilirdi..

Keşke, bunu konuşuyor olsaydık.. Keşke, herkes işini doğru yapsaydı da böyle bir facia yaşanmasaydı.. Samsun yeni bir yatırım kazansaydı.. Ve çok önemli bir ayrıntı.. Bu keşkeleri, Allah korusun başka bir faciada yeniden yaşamamak için, Ocak 2012'de yürürlüğe giren Yeni Yapı Denetim Kanunu'ndan muaf olmak için 2010'da alınan binlerce inşaat ruhsatını yeniden gözden geçirmek gerekir.. 'Sırf denetimden kurtulmak için' alınmış o ruhsatlarla şimdi yüzlerce bina yükseliyor.. Ve hepsi Yeni Yapı Denetimi'nden muaf..

Yani eski metodlarla, belediyeden aldığı 'rutin inşaat ruhsatlarıyla' özel denetçi olmadan, iş ve işçi güvenliği denetimi olmadan 'dev binalar yükseliyor ya da yükselecek.. Çünkü o ruhsatlar 5 yıl geçerli.. Samsun'daki belediyelerin dikkatini çekmek istiyorum.. Zemin, kullanılan malzeme konusunda denetimleri eksik etmeyin.. Samsun Çalışma Müdürlüğü de 'o ruhsatlarla iş yapılan inşaatlarda' iş ve işçi güvenliği açısından denetimlerini sürdürmeli..

Çünkü, arkadaşlarımızın aldığı rakama göre, 2010'da yasa çıkmadan önce Samsun'da da Türkiye'de 'inşaat ruhsatı patlaması olmuş'.. Nerede boş arsa var, "buraya inşaat yapacağız deyip, belediyelerden ruhsatlar alınmış'.. Belediyelerin kasasına trilyonlarca lira girmiş..  O yüksek borçların bir çoğu bu şekilde ödenmiş ama iş riski ortada.. Denetim yoksa, risk vardır. Bu kadar  basit..

29.11.2012
/A.YENER CABBAR

27 Kasım 2012 Salı

Bakır Fabrikası

Karadeniz Bakır İşletmelerinin Samsun fabrikası inşaatına amele olarak alınmıştı babam. Henüz şehre taşınmamıştık. Aşağıçinik’te yaşıyorduk yani. Babam, dedemden ayrılmış, anam ve babam sırtlarında kum taşıyarak yeni yaptırılan dede evini boşaltarak Rum’lardan kalma o eski eve taşınmışlardı. Çocuk denecek yaştaydık yani o durumun anam ve babamda yarattığı travmayı anlayacak durumda değildik. Kardeşler olarak biz farkında olmasak ta rezil bir yoksulluğun tam ortasındaydık aslında.

Bir gün evde bayram havası yaşanıyordu. Anam şen benden iki yaş kadar büyük olan abim de şen. Ev  pür neşe yani. Babamın işe girdiği söylenmişti. Karadeniz Bakır İşletmelerinin Samsun fabrikası inşaatına amele olarak alınmıştı babam. Kazma kürek işçisiydi yani. Bizi de bu durum sevindiriyordu.
Babamıza üzülmemiz gerekirken seviniyorduk aslında. Ne tezat değimli. Allah kimseye yok ve yoksulluk göstermesin.

Samsun Bakır Farikası’nın bende anısı var. Bende derin izler bıraktığını söyleyebilirim. Temelinde babamın emeği var Bakır’ın Bu bakımdan meslek yaşamım boyunca Karadeniz Bakır İşletmeleriyle ilgili haberlere dikkat kesilirim. Önceki gün meydana gelen elim kazayı da bu nedenle dikkatle isledim. Babamı düşündüm. Bir de arkadaşlarını. Bizim köyümüzden çok insan bu işletmeden karnını doyurmuş. Evine ekmek.

Çocuklarına mutluluk taşımıştır işletmeden kazandıklarıyla. Haluk Koç’la birlikte gezdim kaza yerini. Murat Albayrak anlatırken kazanın oluş biçimini. Ben babamın fabrikanın temeline vurduğu kazmanın sesini dinliyordum sanki. Arkadaşlarını o devasa kütlenin altında yitiren işçiler, bir taraftan enkazı kaldırıyorlar, bir taraftan da yarım kalan işi tamamlamaya çalışıyorlar. Tarifsiz bir keder içindeydim.
Hele hele Murat Albayrak’ın ‘’Bir çoğu dün iş başı yapmış’’ demesi üzerine  tümden kederlendim.  Sanki o fabrikanın bütün enkazı üzerime düşüyor gibiydi.  Geçmiş olsun diledim Cengiz ailesinden Şeref Cengiz’e.. Allah böyle kaza ve belalardan korusun hepimizi. De. Haluk Hoca da söyledi. İş kazalarında dünya ikincisiymişiz. Biraz daha fazla dikkat ve biraz daha fazla özen gösterilsin lütfen.

/Ragıp GÖKER
27 Kasım 2012

25 Kasım 2012 Pazar

Kimi Yeneceksin?

Bir zamanlar Süper Ligde kıysıya bir mücadele içersinde yıllarını geçiren iki takımın kaderleri bu kez PTT 1.Liginde kesişti... Ne ilginçtir ki, her iki ekibin sıkıntıları ligler değişsede değişkenlik göstermiyor... Hüzün ve hüsran kolkola geziyor, camiaların içerisinde... Futbol sergileme adına her imkan vardı Ankara'da... Hava, saha, taraftar...

Oyunculara düşen konumlarını üst sıralara taşıma şansını kullanabilme adına çaba sarfetmeleriydi...
Ama futbol bir türlü vasatın üzerine çıkmadı-çıkamadı... Orta alanda kördüğüme dönüşmüş oyunu ev sahibi ekip Timuçin ve Teoman ile geliştirdiği ataklarla çözmeye çalıştı ve devre biterken bulduğu gol ile soyunma odasına avantajlı gitmesini bildi... Buna karşılık Samsunspor'un kaleyi bulan bir tek şutunun dahi olmayışı düşündürücüydü...

Hakan ile yakalanan şansta bu futbolcunun ağır kalıp kaleye şu çekmeyi düşünmeyip, penaltı beklentisi içerisine girmesi yanlıştan öte bir şey değildi... İkinci yarıda uzun süre tempoyu artıramayan Samsunspor kalesinde tehlikeleri kazasız savuşturduktan sonra Roberts'in şahsi gayretiyle beraberlik golüne ulaştı... Tatsız, tutsuz geçen maça bu gol sonrası akılalmaz bir biçimde tempo geldi... Her iki takım skoru değiştirme adına adeta hırs yapıp, pozisyon üstüne pozisyon gerçekleştirdiyseler de başarılı olamayıp puanları paylaşmak zorunda kaldılar... 13 maçta 10 beraberlik istatistiği görülür bir şey değil...

Yeni hoca Besim Durmuş'un, Erhan Altın'ın izinden gittiğini gördük... Gelen gideni aratmadı, beraberlik serisi bir rakam daha arttı... Değişim fark yaratır diye düşünenler, hayal kırıklığına uğradılar... İşin daha kötüsü, Samsunspor'un bilindik futbol mantaletisinin geriye düşmesi... Futbolcuları bu kadar iştahsız, yorgun, isteksiz görmedik... Ankaragücü galibiyeti kaçıran taraf oldu desek yeridir... Maça bile çıkıp çıkmayacağı belli olmayan bir takımı yenemiyorsan sahi 'kimi yeneceksin?'

25 Kasım 2012 Pazar
/Resul AKÇAY

23 Kasım 2012 Cuma

Çocuklar & Bizim Çocuklarımız

Samsun’da  çocuğa  dair  gündelik  siyasette  ve  gelecek  tasarımda  sözler işitmek, projeler görmek  pek  mümkün  değildir. Çocuk  ihmal  ve  istismar  haberleri  dışında  çocuk  yaşamı üzerinden  şekillenmiş  yerel  medya  anlayışına da yoktur  bizim  basında..

Okul  haberleri, reklam  üzerinden biçimlenir  genelde.. 20  Kasımlarda  bir  iki  sivil  örgütü  Çocuk  Hakları  konusunda  açıklama  yapar  yıllardır. Çocuk  hakları  hakkında  ezbere  bilinen  bir  iki  söylem  dışında  bir  söz  yoktur politikacılarda, çoğunlukla. Onlar  bizim  geleceğimiz  deriz  misali,  bir  kaç  gönül  alma cümlesi.. Köy  çocukları.. Okula  gidemeyen  çocuklar… Yoksul  çocuklar.. Yoksun  çocuklar.. İhmal  ve  istismara uğrayan çocuklar.. Annesiz çocuklar.. Babasız  Çocuklar.. Sağlıksız  Çocuklar.. İşçi  çocuklar… 

Çocuk Vakfı, her yıl 20 Kasım gününde Dünya Çocuk Hakları Bildirisi yayınlar.  2012  yılının  Türkiye bildirisini şair Haydar Ergülen yazdı: ÇOCUĞUM, HAKLIYIM, BÜYÜYECEĞİM! Çocukların üstümüzde hakkı var. Çocukluğu ‘yitirilmiş cennet’ olarak gören biz büyüklere, yalnızca bu ‘cennet’i hatırlattıkları için bile olsa, çocukların düşlerimizde hakkı var. Hepimiz ‘araf’ ta yaşıyoruz. Bize yitirdiğimiz şeyleri hatırlatan, anlatan, işaret edenlerse yalnızca çocuklar. Bu yüzden çocukların her şeye hakkı var, hakları var. Çocukların ‘kardeş’ bildikleri hayvanlarla birlikte yaşama hakları var.

Kedi, köpek ve diğer evcil hayvanları evlerine, bahçelerine almaya, onlarla birlikte, kardeşçe bir dünyaya büyümeye, gelişmeye hakları var. Hayvanların çocukların üstünde çok hakkı var. Çocukların üstümüzde çok hakkı var. Çocukların dünya kadar hakkı var. Çocukların hakkı dünyada ödenmez. O dünya bu dünya mıdır? Bütünüyle kuşkudayız elbette. Ama hiç kuşku duymadığımız bir şey varsa o da çocukların bu dünyanın üstünde de çok hakkı olduğudur. Dünyada hala nefes alınabiliyorsa o çocukların yüzü suyu hürmetinedir.

Bu yüzden çocukların sağlıklı, geniş, bol nefesler almaya hakları vardır, sularının tertemiz olduğu ve su kaynaklarının hiç tükenmeyeceği bir dünyada gürül gürül, su gibi, akar gibi yaşamaya hakları vardır. Yüzlerini güldürecek, gözlerini parlatacak, içlerini ısıtacak ve düşlerini ışıtacak bir çevrede, korkusuzca büyümeye, oynamaya, paylaşmaya, düşlemeye, koşmaya hakları vardır. Çocukluğun hakkı barıştır. Çocuklar barışı hak edecek kadar doğal insanlardır. Çocuk, yalın insandır, doğal insandır. Bu yüzden doğal olarak işkenceden, zulümden, tacizden, zorbalıktan, cinayetten, savaştan, gerilimden, cezadan, baskıdan, şiddetten, kötü söz ve eylemlerden, her türlü kötülükten korunmaya birinci derecede hakları vardır.  Çocuk olmak, haklı olmaktır, her iyi şeye hakkı olmaktır.
Büyüklerin çocukluğu unuttuğu bir dünyada, çocukluk yapmak da elbette çocukların hakkıdır.

/Cem ŞAHAN
23 Kasım 2012

Dusseldorf’taki SAMSUN

Geçen hafta Samsun Ticaret ve Sanayi Odası ve MEDİKÜM-Samsun Medikal Sanayi Kümelenme Derneği işbirliği ve Ekonomi Bakanlığı’nın destekleriyle Almanya’nın Kuzey Ren-Vestfalya eyaletinin başkenti Dusseldorf’ta düzenlenen MEDİCA 2012 fuar ziyareti organizasyonuna katıldım. Medikal sektörünün dünyadaki tüm üretici, satıcı, dağıtıcıları kısmen de kullanıcılarının bir araya geldiği fuara katılım oldukça yüksekti. Ülkemizi yüzün üzerinde medikal üretimi yapan firmanın stant açarak temsil ettiği fuara Samsun’dan onbeş firma (Ziyaretçi/stant açarak) katıldı.

İlk önce fuardan sizlere bahsetmek istiyorum. Yukarıda da açıkladığım üzere fuar sektörün dünyada buluşma noktası. Altmış yedi ülkeden 4.571 medikal üreticisi firma fuarda stant açtı. Fuar kapsamında workshoplar, teknik toplantı organizasyonları ve firmalar arasında ikili iş görüşmeleri düzenlendi. Fuarda yerinde gördüğümüz gerçek ise medikal üretim sektöründe Almanya’nın dünya genelindeki ağırlığıydı. Diğer ilgimi çeken gelişmelerse Meksika, Pakistan, Hindistan, Danimarka gibi ülkelerin medikal firmalarının sektörel gelişimleriydi. Amerika, Çin ve Japonya her sektörde olduğu gibi Medikal Sektörde de hedeflerinin yüksek olduğunu açtıkları stantlar, yaptıkları ikili görüşmeler ile tüm katılımcılara gösterdiler.

Fuarın gerçekleşen profesyonel ziyaretçi sayısı yaklaşık yüz elli bin kişi. Samsun’dan fuara ziyarete giden ekibimizde fuara ilk kez katılan sektör imalatçılarımız vardı. Onlar için ciddi bir tecrübe oldu.Fuar öncesi Samsun Ticaret ve Sanayi Odası ekibinin yapmış olduğu ön çalışma sonucu Avrupa İşletmeler Ağı projesi kapsamında projenin Almanya kanadı olan NRV Europa Zenit Gmbh tarafından Samsun’lu on beş firmamız elliye yakın ikili iş görüşmesi yaptı. Bunun yanı sıra Ekonomi Bakanlığı’nın koordinasyonunda Samsun TSO tarafından yürütülen KOBİ İşbirliği ve Kümelenme Projesi tarafından organize edilen toplantı ve görüşmelerde firmalara ürettikleri ürünleri satabilmek için doğru distribütörleri bulma, satın alma ve birleşme süreçleri, klinik analiz süreçleri, Avrupa’daki yasal düzenlemeler ve Duesseldorf Medikal Mükemmeliyet Kümesi ile ilgili bilgi alma olanağını buldular.

Yapılan tüm bu çalışmalar üreticilerimiz ve Samsun için çok önemliydi. Ancak bence en önemlisi sektörde rekabet halinde olan Samsun’lu medikal üreticilerimizin fuarda açılan “Samsun Standı”nda ürünlerini birlikte sergilemesiydi. Kümelenmenin ruhunu deyim yerindeyse fuarda herkese göstermiş oldular.Sektöre yönelik ilimizde ilk kez düzenlenen yurt dışı fuar katılım organizasyonunda elbette daha iyi planlanabilecek daha iyi uygulanabilecek unsurlar vardı. Bu husus kişilerin/firma ve kurumların bakış ve birikimlerine göre değişkenlik gösterebilir. Ancak benim bakış açımdan ilk kez düzenlenmiş olmasına rağmen başarılı bir organizasyon olarak yerini aldı. Bu organizasyonun sektöre ve kurumlarımıza katma değer yaratacağına ve sürdürülmekte olan çalışmaları olumlu etkileyeceğine inanıyorum. İlimizde örnek bir birliktelik ve dayanışma göstererek kümelenme adına çalışmalar yürüten sektör firmalarını, MEDİKÜM-Samsun Medikal Sanayi Kümelenme Derneği ve Samsun Ticaret ve Sanayi Odası’nı tebrik ediyor çalışmada emeği geçenlere teşekkür ediyorum.

Not:  Yazımı hazırladığım esnada Tekkeköy ilçesi Sanayi Mahallesi Selyeri mevkisinde faaliyetini sürdürmekte olan Eti Bakır'a ait işletmede meydana gelen iş kazası sonucu hayatını kaybeden personele Tanrı’dan rahmet, acılı ailelerine sabır ve başsağlığı, yaralılara acil şifalar diliyorum. Sağlıcakla

23.11.2012
/Kadir GÜRKAN
http://www.habergazetesi.com.tr/kose-yazilari/kadir-gurkan/3416/dusseldorf-taki-samsun/

Tütünün Dumanı

İlkokulu Aşağıçinik köyündeki okulda okudum. Okul bittiği yıl Samsun’a taşındık. Yıl 1969’du. Köylü çocuğuyum yani. Biz şehirli olduk ama Babaannem Rahmetli Amcalarımla birlikte köyde kalmıştı. Çok kere köye gidip tütün işinde yardımımız olmuştur. Elime çok iğne batmışlığım var. Tütün dizerdik yani. Ama en zoru tütünün dikilmesi işiydi. Tütün tarlalarında çok çalışmışlığım vardır onu söylemek istiyorum. ‘Zifir’ bilir misiniz bu tanımı. Zift gibi yapışkan bir madde salgılar tütün. Özellikle kırım sırasında zifir üstümüze başımıza yapışırdı. Tütün tarımının yapılması en zor çalışma olduğu söylenir. Ve fakat İyi para ederdi.

Çocukluk yıllarımdan hatırlarım. Tütün satımından sonra bir süre bizim evde bayram havası eserdi. İnönü’mü daha çok verdi, Demirel mi? Ve daha sonraları Ecevit mi? Tütüne daha çok kim fiyat verdiyse en çok o sevilir oylarda bir süre o liderin partisine giderdi. Piyasa günü iple çekilir. O gün geldiğinde adeta nefesler tutulurdu. Kolay mı bir yıl süren çalışmanın emeğine değer biçilecekti. Hüzün de yaşanırdı çoklukla. Beklentiler karşılanmayınca hüzünle döndüklerini de hatırlarım çiftçilerin. Ama şapka fırlattıklarını ki; çok kere haber yazdım tütün piyasalarıyla ilgili. Fuar açılışı gibi mesleğimin ilk yıllarında bana heyecan veren ikinci önemli haber çalışmasıydı tütün piyasası haberleri.

Samsun 20 milyon kilo civarında tütün üretirdi. Binlerce aile tütün tarımından geçimini sağlardı. Benim köyüm Aşağıçinik, Şimdilerde Samsun’un bir mahallesi oldu. En kaliteli tütünün o topraklarda yetiştiği bilinir. Bi başına içime elverişli değildir bizim toprakların tütünü. Maden Oymağı olarak adlandırılır bizim topraklar. Maden oymağında yetişen tütün uzun süre dayanmasıyla ünlüdür.

Amerika’ya ihraç edilirdi Samsun tütünü 70’li yıllara kadar. Çok tüccarı zengin etmiş çok tüccarı da batırmıştır. Tütün tarımını bugün yapanların sayısı çok az biliyorum. Tütün ihraç eden ülkem sigara üretimi için tütün ithal eden bir ülke oldu. Ne yazık değil mi? Önceki hafta bir haber yayınlandı gazetelerde Tütün Müzelik olmuş. Vatana millete hayırlı olsun.

/Ragıp GÖKER
23 Kasım 2012

22 Kasım 2012 Perşembe

Makyaj Yerine Keşke İşinizi Yapsaydınız..

Samsun Büyükşehir Belediyesi 12 yıldır şimdiki ekiple yönetiliyor.. Yani A Takımı aynı kişilerden oluşuyor.. 'Sizin için' sloganıyla çıktılar yola..  Doğu Park, Batı Park derken, kavşaklardaki çiçeklere kadar 'güzel makyajlar yaptılar'.. Sülün heykelleriyle Samsun'u tanıştırdılar.. Sülün'ün ana diyarının Samsun olduğunu bu ekipten öğrendik..  Yetmedi, Batı Park'ta 'Amazon Köyü, Amazon heykeli inşaa ettiler'.. Meğer Amazonlar da atamızmış.. Bunu da öğrendik.. Uzay çatılı kafeler yaptılar... Türkiye'nin en kısa mesafeli teleferiğini de yine bu A Takımı yaptı.. 3 dakikada tamamladığın teleferik keyfiyle, manzara görmesen de Amazon Heykelleri'ni görebilmek mümkün..

Minik aslanlarla Samsun'un ilişkisini çözemedik ama, onları da 'sahilimize inşaa ettiler'.. Raylı sistemi getirdiler, Samsun'un ulaşımını kaosa döndürdüler.. Atakum'da raylı sistem çevresine yakın oturanlar ve üniversite öğrencilerinin dışında kalan vatandaşların çoğunluğu isyanda.. İlçelerden gelen yolcular sıkıntı içinde..

Alt bulvara, üst bulvara alt geçit, yaptılar.. Bulvarlara yollar açtılar.. Ama eski yerleşim yerlerinde yollar 'patates tarlasına' döndü.. Kentsel dönüşüm yaptık, yollar yaptık, çehreyi değiştirdik, görmüyor musunuz diyecekler şimdi.... İyi onları da yapmasaydınız bari, 12 yılda bu kadar da olacak elbette.. Görevin adı belediyecilik olduğuna göre, 'temel görevler bunlar zaten'..

Ama neyi atlamışlar biliyor musunuz?.. Öylesine makyaj çalışmalarına dalmışlar ki; Rahmetli Büyükşehir Belediye Başkanı Muzaffer Önder'in 20 yıl öncesi yaptığı alt yapıya o kadar  güvenmişler ki; oraya el atmamışlar.. Kentin nüfusunun nereden nereye geldiğini hesaplamamışlar.. Yer altı sularının hareketlerinin kentin ağırlaşan koşullarına göre yeniden düzenlenmesi gerektiğini fark etmemişler.. Göreve başlar başlamaz, "öngörü oluşturup", bu alt yapı yetmez bu kentin gelişimine dişe düşünmemişler..

Ve anlaşılıyor ki; geç kalmışlar.. Çünkü Samsunlu'nun makyaj hizmetlerle 'gözleri boyanırken, aslana, sülüne, teleferiğe bakarken', yerin altını onlar da fark edememişler.. Derken.. Yağmur yağdı.. Sel oldu.. Dereler taştı, sular evlere doldu.. 14 kişi can verdi.. Ve şimdi seferberlik başladı.. Derelerin ıslah seferberliği..

Makyaj bitti, gerçek hizmete dönüldü.. Cana mal olacak kadar gerçek ve önemli hizmetlere.. Derelerin ıslahından sorumlu olan Büyükşehir Belediyesi de şimdi bunu artık itiraf ediyor.. Genel Sekreter Kenan Şara'nın dünkü açıklamaları oldukça önemli.. 'Çok geç kalınmış diyor'.. 15 yıl önce yapılmalıydı diyor..  Evet ya öyle olmalıydı..  

Keşke siz de işinizi yapsaydınız da göreve geldiğiniz zaman yeraltına çok önem verseydiniz.. Samsun'un ihtiyaçları konusunda öngörüleriniz daha objektif ve gerçekçi olsaydı.. O zaman alt yapı ıslahı olsaydı da, o minik aslanları, sülün heykellerini şimdi yapsaydınız.. Hatta Amazon Köyü'nü.. Keşke, keşke zamanında bu ıslah çalışmaları olsaydı değil mi?..

Belki o zaman Yılanlıdere taşmaz, sel kapanları yeterli gelir ve 'TOKİ Konutları'nda kardeşleriyle can veren Bedirhanlar ölmezdi, değil mi?.. Kıssadan hisse gibi bir açıklama Kenan Şara'nın açıklaması.. 'Ben yaptım oldu demekle olmuyor'... Doğru, zamanında ve yerinde yapmakla oluyor'.. Ama her şeye rağmen Şara'nın açıklaması için 'tam zamanında' diyebilirim.. Ve 'bir o kadar da gerçekçi ve doğru'.. Doğru söze ne denir ki.. Kamuoyunu doğru bilgilendirdiği için teşekkür etmek gerekir..

22.11.2012
/A.YENER CABBAR

21 Kasım 2012 Çarşamba

Sahi Ne Zaman?

Maçın kırılma noktası, anı, 71.dakika da Adem Sarı'nın klasına yakışmayacak bir davranış sergilemesiydi... 5.dakikada takımını attığı gol ile öne geçiren Adem, kaçırdığı gol ile maçın kader adamı oldu... Büyük bir vartayı belasız atlatan konuk ekip, geliştirdiği atakta beraberliği yakaladı... İşin enteresan tarafı ise, yenen gol sonrası seyircinin Adem aleyhine tezahurat yapmasıydı... Üzerinde kafa yorulması gereken ince bir konudur bu, anlamak isteyene tabi...

Şanlıurfaspor, Ankaragücü ve Bucaspor maçları Samsunspor'un ligdeki konumunu belirlemesi açısından,'Olmak, ya da olmamak' adına hayati önem arz ediyordu.... Bu manada ilk rakipti Şanlıurfaspor... Ligde deplasmanda hiç yenilmemiş tek takım özelliğine sahip bir ekibe karşı, kırmızı beyaz siyahlı ekip maça taraftarının müthiş desteğini de arkasına alarak erken bulduğu gol ile avantajlı başladı...

Haftalardır forma şansı bulamayan, bulduğunda da suskun kalan Adem hem takımını, hem de kendisine dönüş yaratacak golde ustalığını konuşturdu... Sonrasında Kıvanç ve Sercan'ın yakalayıpta değerlendiremediği iki net pozisyon Samsunspor adına büyük şanstı... Urfa ekibinin beraberlik golüne kadar maç tam bir kördüğüm düzeneğinde geçti... Sıkı bir orta alan mücadelesinde taraflar birbirlerine karşın üstünlük kurmakta bir hayli zorlandı...

Futbol olarak vasatın altında kalan maç yeniden eşit duruma gelmesinden sonra iki takımada gitti geldi... Ama son vuruş beceriksizliği dengenin bozulmasını engelledi... Doksan dakika tamamlandığında akıllarda kalan sorulara cevap aramak gerekirse... Samsunspor ne zaman kazanacak? Ramazan Sal'ın Samsunspor'a olan nedensiz öfkesi ne vakit sona erecek? Samsunspor maçlarına adam gibi düdük çalacak hakem ne vakit atanacak? Stad ışıklarının maç esnasında sönmesinin önüne nasıl geçilecek? Sahi ne zaman?

Var mı bu soruları yanıtlayacak birileri? Bu sonuçlardan sonra maç öncesi takımın mimarlarından Ali Kemal Gedikli istifa etmişti. Maç sonrasıda bir başka mimar Erhan Altın istifa etti... Oysa Samsunspor'da işler tersine gidiyor. Gerçekte istifa etmesi gerekenler, şan şöhret uğruna istila ettikleri koltuklarda oturmaya devam ediyorlar. Bu iki istifa birileri için öngörülen planların gerçekleşmesine neden olur artık...

21 Kasım 2012 Çarşamba
/Resul AKÇAY

16 Kasım 2012 Cuma

Samsun’da Muhacir Bir Yazar

Yeni bir hicri yılın başındayız. Hicret kavramı, “Sevgili Peygamberimiz (SAV)’in Mekke’den Medine’ye göç etmesi” anlamına gelir. Bir başka ifade ile hicret; “Allah için bir yerden başka yere göç etmek” demektir. Muhacir kavramı ise,  Kur’ani olup hicret eden kişiye denir. Hicret günahlardan, anarşiden, yolsuzluktan kaçmaktır.  Muhacir ise bu göçü gerçekleştirendir. 

Samsun’da, bu anlamda bir muhacirimiz vardır.  Samsun’da yaşayan Muhacirimiz Yusuf Dokumacı Hocamız, PKK terörünün kurbanı olarak çocuklarını PKK’ya vermeme uğruna birini hala vücudunda taşıyan toplam dokuz kurşun yemiştir. Yusuf Dokumacı Hocamız,  bir taraftan çalışıp rızkını temin ederken, diğer taraftan İslama, İslami yaşama ve kültürümüze hizmet amacıyla küçümsenemeyecek çalışmalar yapmaktadır. Özellikle tasavvufi konuları açıklamaya yönelik kitaplar yazmıştır.

“Ayetler ve Hadisler Işığında YAŞAM, Ayetler ve Hadisler Işığında Tasavvufi YAŞAM ile Ayetler ve Hadisler Işığında ADAB-I MUAŞERET” adlı kitapları, bu çalışmalarının somut güzel örneklerdendir. 

Yazar Dokumacı; “Her Müslümanın inancını ve zahiri amellerini düzeltmesi ve güzel yaşaması için bir öğretici olan öğretmene ihtiyacı olduğu gibi, batini halini de güzelleştirmek ve nefsin ıslahı için bir mürşid-i kamile ihtiyaç vardır. Ahlak kurallarını ve görgüyü öğrenmenin adresi Kur’an-ı Kerim ve Hz. Peygamber (s.a.v) ‘in hadisi şerifleridir.” diyor. Yeni bir hicri yılın başında Şanlıurfa’dan ve Samsunumuza gelen muhacirimizi kutluyor, başarılarının devamını diliyorum. Selam ve sevgi ile…

16.11.2012
/Mustafa GENÇ

15 Kasım 2012 Perşembe

Ulaşım Kaosu Yaşanan Böyle Bir Büyükşehir Var Mıdır?...

Balaç.. Beypınar.. Pelitköy.. Yukarı Oyumca.. Aşağı Oyumca yolu üzerindeki tüm siteler.. Altınkum.. Çatalçam..  Taflan.. 19 Mayıs  Bafra... Alaçam.. Yakakent... Havza.. Kavak... Vezirköprü.. Ladik.. Salıpazarı.. Asarcık..  Ayvacık... Tekkeköy.. Çarşamba.. Terme.. Dikbıyık..  Çınarlık.. Evci.. Kozluk.. Ambartepe.. Ve daha 'sesini duyurmamış onlarca mahalle' de yaşayanlar Samsun'a gelmekte ve gitmekte ulaşım sorunu yaşıyor..

Küçük yerleşim yerlerinden ve ilçelerinden geldikleri minibüsler kente sokulmuyor. Batıdan gelenler Raylı sisteme mecburen yönleniyor.. İn, bin vatandaşın 'gücü kuvveti' kesilirken, aynı zamanda bütçesinden fazladan para ödemek zorunda kalıyor.. Kimi yere 'yol bozuk gerekçesiyle' Özel halk otobüsü gitmiyor, konuyu çözmesi gerekenler ise 'sanki farklı illerde yaşıyorlarmış gibi' topu bir birine atıyor..

Samsun'da ulaşım Raylı sistem hattı üzerinde oturan Atakum'lu ile OMÜ'ye giden gelen öğrencilere 'yarar sağlıyor' kısır döngüsünün ötesine gidemiyor.. Ulaşım kaosu yaşanan böyle bir Büyükşehir var mıdır, Türkiye'de bilmiyorum.. Ama basından takip ettiğimiz kadarıyla, minibüs ve mağdur yolcu eylemleri yaşayan ender kent Samsun.. Minibüslerin 'eylemi' bu kentte.. Minibüs eyleminde bir şoförün kalp krizi geçirip hayatını kaybetmesi de 'bu kentte' yaşandı..

Günler kontak kapatıp yolları tıkayan minibüsleri başka illerde ne kadar gördünüz.. İlçelerde 'ulaşamıyoruz' feryadı bu kentte yaşandığı kadar 'açığa çıktı mı sizce'.. Ring otobüsleri  5 dakika bir gelen ve yolcu indiren raylı sistem duraklarına sadece bu kentte 45 dakikada bir gelebilir..

Ve dün.. Samsun'daki ulaşım isyanına Bafralı öğrenciler katıldı.. Öyle ufak bir eylem yapmadılar.. Velileriyle birlikte Büyükşehir Belediyesi'ne adeta 'baskın' yaptılar.. Slogan attılar ve tepki gösterdiler.. Gerekçeleri de 'servislerinin kaldırılması'.. 'Öğrenciyi düşünmeden' servislerden D4 belgesi isteyen Büyükşehir Belediyesi, 'ben yaptım oldu' dedi ve servisler 'ulaşım dışı kaldı'..

Ulaşım mağdurları listesine bir ek daha gelmiş oldu.. Bu kez yer Bafra İlçesi.. Mağdurlar ise 'Üniversite öğrencileri'..

(Not: Lütfen biz de ulaşım mağduruyuz diyen vatandaşlarımız varsa, ilçeler dahil, bizleri arayın, yayınlayalım.. Samsun'da ulaşım mağdurları listesinin ne kadar uzun olduğunu biz de merak ediyoruz)..  Çünkü 'ulaşamıyoruz'...

15.11.2012
/A.YENER CABBAR

14 Kasım 2012 Çarşamba

Tütünü Önce Yok Ettiler, Sonra Da Müzelik Yaptılar…

Temel, İngiltere’ye tatile gider, çevreyi gezmek için bir araç kiralar. Araçla seyir halindeyken radyoyu açar. Radyoda spikerin sesi telaşlı:  Dikkat! dikkat! Otoyolda manyağın biri ters şeritte seyretmekte, tüm sürücülerin dikkatine! Temel sinirli:  Haçan hangi biri hepüsü ters gideyi daa... Dünyaca ünlü tütünümüzün başına gelen böyle bir şey. Önce en önemli ihraç maddemiz tütünü akıl almaz yasalarla tarihe gömdük. Şimdi de o tarihe gömdüğümüz tütünü müzelik yapmak için kollar sıvandı. Kim mi? Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz.

AK Parti’ye ‘Ne halt ettiniz?’ dercesine, fıkrada olduğu gibi biri değil tüm ürünleri müzelik duruma getirdiniz mesajı verircesine. Bir tarım ülkesiyiz. Pardon tarım ülkesiydik. Artık üretmiyor, ithal ediyoruz. Üretecek durum bırakılmalı. Üreten, zarar eder hale getirildi. Samsun’da, dünyanın en kaliteli şark tipi denilen Maden, Evkaf ve Canik türü tütünümüz vardı.  İzlenen yanlış politikalarla yok edildi. Halbuki Türkiye’nin en önemli ihraç maddesi tütün idi. Ardından diğer ürünler ekilmez oldu. Tarlasını ekemeyen çiftçi köyleri terk eder oldu.

AK Parti iktidarı tüm bu olumsuz gelişmelere rağmen çiftçinin iyi durumda olduğunu yineleyip duruyor. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz gerçekleri görmüş olacak ki, geçmişin önemli ihraç ürünü olan tütünü kurulacak Kent Müzesi’nde sergileyecek. Neden? ‘Bir zamanlar bu müzedeki tütün bizimdi’ demek için olsa gerek. Sayın Yılmaz, müzede en dikkat çekici ve en önemli köşenin tütünün hikayesinin anlatıldığı bölüm olacağı inancında. Ben de o inancı taşıyorum. Tütünün o köşedeki geçmişi öyle sanıyorum ki, yok edenlere çok şeyler söylenmesine neden olacak. Ne dersiniz?


Tekkeköy’de dumansız hava hayal…
Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin, dumansız hava istiyor ama ilçesi zehir saçıyor. Dumansız havayı istemesine neden de o zehir olsa gerek. Sayın Tekin’in bu isteğine gülüp geçenleri görür gibiyim. Neden mi?

Tekkeköy’de zehirli duman saçan bacalara bırakın engel olmayı, yenilerinin eklenmesi sürüyor. ÇED raporu da hikaye. Gücü olan ÇED raporuna ihtiyaç duymaz, duysa da almakta zorlanmaz da ondan. Zaten Mimarlar Odası Başkanı Selami Özçelik ‘ÇED almak formalite’ diyerek en doğru özeti yaptı. Tekkeköy Belediye Başkanı Hayati Tekin ÇED denetiminin bölgesel yapılması gerektiğini öne sürerken, “20 metrekarelik bir odada bir kişi bir sigara içiyorsa bunun etkisi çok büyük olmaz. Ama 10 kişi sigara içiyorsa, oradaki herkes boğulur” örneği verdi. Örnek doğru; ya gerçek?

Bir kişinin bir odada sigara içmesi halinde içene 70 lira, içtirene 5 bin lira para cezası var. O nedenle o odada kimse sigara içmeye cesaret edemez ama koca ilçeyi zehirli dumana boğanlara ceza kesecek var mı? Var da, yok! O halde fazla söze gerek yok. Zarar verenlerin gücü yok edilmedikçe göz göre göre zehirlenmeye devam. Bizden sadece hatırlatması.


Bütünşehir tepkileri sürüyor…
Samsun Büyükşehir Belediyesi il genelini kapsayacak. Her kesim buna karşı. Daha şimdiden belediye başkanları arasında da  görüş ayrılıkları başladı. İlkadım Belediye Başkanı Necattin Demirtaş, yeni yasayı eyaletleşmeye giden yolun ilk adımı olarak niteledi. Atakum Belediye Başkanı Metin Burma ise ‘Kime danışıldı da bu yasa çıkarıldı?’ diye sordu. AK Partili belediye başkanlarına bir diyeceğim yok. Sesi çıkanın sesini kısarlar çünkü. Vatandaş endişe duymakta haklı.

‘Büyükşehir’den ne gördük ki, bütünşehirden görelim’ diyerek tepki gösteren vatandaşa aldırış edildiği yok. Vatandaş hiçe sayılmanın rahatsızlığı içinde. ‘Sıra bize de gelecek’ derken, seçimde AK Parti’ye ders verecekleri mesajını iletiyor. Anlayabilenlere. Her neyse, bu bütünşehir sadece Samsun’un değil tüm bütünşehir olan illerin sorunu. Ya vatandaş ya da AK Parti kaybedecek. Bekleyip göreceğiz.

14.11.2012
/Avni DEMİR

12 Kasım 2012 Pazartesi

İlginç Seri Sürüyor

Manisaspor üçte biri geride kalmış ligin bileği en az büküleni, kalesinde en az gol yiyeni ünvanlı bir ekip... Topladıkları puanlarla zirveyi zorluyorlar... Samsunspor'un hali ortada... Tüm liglerin en çok berabere kalanı... Manisa da bu mana da en yakın takipçisi... Haftalardır çölde susuz kalmışçasına, galibiyete hasret bir takım... 

Kazanamadıklarının yarısını ekleseniz puanlarına adını üst sıralara yazdıranlardan olacak... Böyle hal ve ahvalde başladı Ege'deki zorlu mücadele... İlk dakikalarda Musa'nın yakaladığı pozisyonlarda vuruşları gayri ciddi, sallapati olmasaydı Samsunspor maça golle başlayabilirdi... İlk yarı boyunca her iki ekipte 'ah, vah' çektirecek pozisyonlar üretemediyse de deplasmanda olsa da Samsunspor rakibine teslim olacak bir futbol mantalitesinde görünmedi... Bu Roberts denen delikanlı öyle söylendiği gibi golcü molcü biri değil... Saymakla bitmez top kayıpları, adam ikili mücadelelerin bir tanesinden bile galip çıkmayı beceremedi... O'ndan olsa olsa iyi bir çorba kaşığı, ya da mikser olabilir... Adam geliştirilmek istenen her atakta takoz görevi yaptı.... Sadece kendi takımına değil, rakibe de engel oldu... Hal böyleyken golü kim atacak? Artık kime rast gelirse, şansa yani....

Geliştirilen ataklarda Şenol'un etkili olduğunu, sakatlanıp çıktıktan sonra takımın geriye yaslandığını böylelikle rakibe fırsatlar üretmede katkı sağladığını gördük.... İkinci yarıda sahasında kalıp, savunmasını diri tutup kontrataklarla gol bulmayı hayal eden bir takım görüntüsündeydi kırmızı beyazlılar, ancak ilkinde başarılı, ikincisinde başarısızdı.... Görünen o ki bu takımda son vuruş ustası eksikliği var.. Kaleci Atilla her ne kadar yan top ve geri paslarda yürekleri ağza getiren hamleler yapsa da, ikinci yarıdaki kurtarışlarıyla alınan bir puana katkı verenlerdendi.... Tatsız tutsuz bir maçtı... Her iki ekipten numunelik dahi bir gol gelmedi... Puanlar paylaşılırken Samsunspor 8. Manisaspor 6. beraberliğe imza koydu... Galibiyet umutları Şanlıurfaspor maçına kadar ötelendi...

12 Kasım 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

Atatürk Sıradan Bir Lider Değildi..

Üzülerek belirtmek isterim ki, aramızdan ayrılışının 74. yılında saygı ve minnetle andığımız Büyük Önder Mustafa Kemal Atatürk, bu millete doğru öğretilmemiş, gerçek yönleri ile anlatılmamıştır. Aynen dinimizin de kendi lisanımızdan doğru düzgün öğretilmediği ve anlatılmadığı gibi. O nedenle de, ne yazık ki, böylesine büyük ve tüm dünya tarafından 20. yüzyılın en büyük ve saygın lideri olarak kabul edilmiş Mustafa Kemal Atatürk, Türk toplumu tarafından sevginin ötesinde tabulaştırılmıştır.

Atatürk’ün ölümünden sonra ki bu olumsuzluklardan, gelmiş geçmiş tüm dönemlerin milli eğitim politikalarını belirleyen siyasetçiler sorumludurlar. Büyük bir günah işlemişlerdir. O nedenle de, toplum O’nu gerçek yönleri ve öğretileri ile anlayamamış, gösterdiği hedeflere ve ilkelere yeterince sahip çıkamamış ve onları gelecek kuşaklara yeterince taşıyamamıştır. Bu büyük insanı gerçek yönleri ve gösterdiği hedefleri tam öğrenememiş ve yaşam biçimi olarak özümseyememiş olan toplum, O’nun ölümünden sonra yalan yanlış bilgilerle yönlendirilmiştir. Sonunda, toplumun bir kesimi O’na duyduğu sevgi ve hayranlığı ile O’nu tabulaştırırken, diğer bir kesimi de Atatürk düşmanı olarak yetiştirilmiştir. 

Bazı kesimler Mustafa Kemal’i gerçeklerle alakası olmayan (Din düşmanı yakıştırması gibi) yanlış ve acımasız tanımlamalarla tanıtma çabasında olmuştur. Oysa Mustafa Kemal Atatürk, geleceği en güzel görebilen ve muhtemel tehlikeleri o günden söyleyebilen bir liderdir. Atatürk’ün bu özelliğini görmek için O’nun “Gençliğe Hitabesini”okumak yeterlidir. Orada ki sözleri, günümüz Türkiye’si için de çok net uyarılar içermektedir. Onun içinde bu hitabe, bazılarını çok rahatsız etmektedir. Şimdi bu büyük liderin söylem ile öğretilerinden ve dünyanın O’na bakışından bazılarını sizlerle paylaşmak istiyorum.

“Atatürk’ün en kudretli olduğu bir dönemde, Çankaya sofrasında genç milletvekili Reşit Galip Bey, Atatürk’ün hocası da olan Maarif Vekilinin (Milli Eğitim Bakanı) görevini yürütemediğini söyler. Atatürk sabırla, “Reşit Galip bey, o zat beni yetiştirmiştir. Galiba biraz rahatsızlandınız. Kalkıp bir parça nefes alsanız!” der. Reşit Galip yumruğunu masaya indirerek “Burası milletin sofrasıdır, kalkmıyorum” der. Bugün “diktatör” olduğu öne sürülen “tek adam”, bu saygısızlık karşısında sinirden mosmor kesilir ama kendisine hâkim olarak ayağa kalkar ve “O halde masadan kalkmak bize düşer!”diyerek salondan çıkar. Ertesi gün Reşit Galip, yaptığına bin pişman olarak memleketine gider. Birkaç ay sonra Atatürk, Reşit Galip’in ne yaptığını sorar. Mahcup bir biçimde memleketine gittiği söylenir. “Çağırın” der. Huzuruna geldiğinde ise bu tatsız olayı hiç hatırlatmadan onu güler yüzle karşılar ve Reşit Galip’i Maarif Vekilliğine getirir.

Bir de günümüzü düşünün. Acaba bugünün liderleri böyle bir davranış karşısında ne yapardı? Ve günümüzde, bazıları hala utanmadan O’nu diktatör olmakla suçluyorlar. 1923 yılında Amerikalı gazeteci İsaac F. Marcorsan’la yaptığı söyleşide de şunları söylüyor; “Bir gün, 1. dünya Savaşından sonra Ortadoğu’da kurulan Devletler ayaklanacaktır. O gün geldiğinde, yeni kurduğumuz Cumhuriyetin yöneticileri, bu halkların değil sömürgeci güçlerin yanında yer alırsa, onlarda aynı akıbete uğrayacaktır ve kurtuluş Savaşın da yedi düvele haddini bildiren Türk Halkı onların da hakkından gelecektir.”

Mustafa Kemal, Eskişehir ve İzmir konuşmalarında ise, “Uluslar, egemenliklerini geçici olarak bile olsa bırakacakları meclislere dahi gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk (zorbalık) yapabilirler. Bu despotluk bireysel despotçuluktan daha tehlikeli olabilir ki, bu kararlar ulusun yaşamında giderilmesi olanaklı olmayan zararlar verebilir.” Diyor. Atatürk’ü askeri dehasını görmek için ise, O’nun kazandığı zaferlerle iki kez Britanya hükümetini devirdigini söylemek yeterlidir. O büyük askeri deha olmanın yanında, barış yanlısıdır da. 1937 yilinda Amerikali bir gazeteciye verdiği röportajda ne söylüyor:

“Bugün bütün dünya milletleri aşağı yukarı akraba olmuşlardır ve olmakla meşguldürler. Bu itibarla insan, mensup olduğu milletin varlığını ve saadetini düşündüğü kadar, bütün cihan milletlerinin huzur ve refahını düşünmeli ve kendi milletinin saadetine ne kadar kıymet veriyorsa, bütün dünya milletlerinin saadetine hâdim olmağa (hizmet etmeye) elinden geldiği kadar çalışmalıdır. Bütün akil adamlar takdir ederler ki, bu vadide çalışmakla hiçbir şey kaybedilmez. Çünkü dünya milletlerinin saadetine çalışmak, diğer bir yolda kendi huzur ve saadetini temine çalışmak demektir. Dünyada ve dünya milletleri arasında sükûn ve iyi geçim olmazsa, bir millet kendisi için ne yaparsa yapsın huzurdan mahrumdur.“

Dünyada faşizmin kol gezdiği 1937 yılında bu sözleri söyleyebilmiş bir lidere, nasıl diktatör yaftası yapıştırılır? Anlamak mümkün değil.  Bir de dünya O’NUN için ne söylüyor onlara bakalım. Winston Chirchill; “Atatürk, bütün insanlık için gerçek bir onur simgesidir. Atatürk sağ olsaydı, dünyanın görüntüsü bugünden çok başka olurdu. Keşke sağ olsaydi da, biz o büyük adamin izinde gidebilseydik.”

Franklin D. Roosevelt; “ Benim üzüntüm, bu adamla tanışmak konusunda ki şiddetli arzumun gerçekleşmesine artık imkan kalmamış olmasıdır.”

General Douglas MC. Arthur; Askerlik dehasıyla, insanlık idealini O’NUN kadar nefsinde birleştirmiş bir adam tanımıyorum. Şu anda hiçbirinizi değil, büyük kabiliyeti ile Mustafa Kemal’i görmek için neler vermezdim.”

Adolf Hitler; “Mustafa Kemal, bir millet bütün olanaklarından mahrum bırakılsa dahi, kendini kurtaracak olan olanakların yaratılabileceğini ispat eden adamdır.”
  
Klaus Liebe; “ Atatürk, Tanrı’nın Türk Ulusuna ve insanlığa bir armanağıdır.”
  
Unesco;  “Atatürk, bütün insanlık için gerçek bir onur simgesidir.”
  
Ve son söz; Mustafa Kemal Atatürk’ten;“Büyük olmak için hiç kimseye dalkavukluk yapmayacaksın, hiç kimseyi aldatmayacaksın. Memleket için gerekli ülkü ne ise, onu görecek, o hedefe yürüyeceksin. Herkes sana karşı çıkacaktır. Yolundan çevirmeye çalışacaklardır. Fakat sen buna dayanıklı olacaksın. Önüne sonu gelmeyen engeller çıkacaktır. Kendini büyük değil küçük, zayıf kimsesiz ve donanımsız kabul edecek, kimseden yardım gelmeyeceğine inanmış olarak bu engelleri aşacaksın. Bundan sonra da sana “Büyüksün” derlerse, bunu söyleyenlere güleceksin.”

 Ve Atatürk’ten bir de öğüt; Diyor ki, “Kurduğumuz Çağdaş Cumhuriyetin başı dik, onurlu insanlarla ayakta durabileceğini ilke olarak benimsemeliyiz.” 

ATAM ÖYLE BÜYÜKSÜN Kİ, UNUTTURULMAYA ÇALIŞILDIKÇA SANKİ YENİDEN DOĞUYORSUN. ATAM RAHAT UYU.. ZOR DA OLSA EMANET ETTİĞİN LAİK VE ÇAĞDAŞ CUMHURİYET İLE ÇAĞDAŞLIĞIN YOLU OLAN İLKELERİN YAŞATILACAKTIR. ÜLKEMİZİ ÖZGÜRLÜĞÜNE KAVUŞTURAN, ÇÖKEN BİR İMPARATORLUĞUN KÜLLERİNDEN ÇAĞDAŞ BİR ÜLKE YARATAN BÜYÜK ÖNDER MUSTAFA KEMAL ATATÜRK'Ü, ARAMIZDAN AYRILIŞININ 74. YILINDA SAYGI VE MİNNETLE ANIYORUM..Ruhu şad olsun..

/Sadi SUBAŞI
12 Kasım 2012

10 Kasım 2012 Cumartesi

Mısmılağaç'a Tramvay Gidecek Mi?

CNN Türk Televizyonundaydı Yusuf Ziya Yılmaz. Eskişehir Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Yılmaz Büyükerşen ile Taha Akyol’un “Bütünşehir” projesi hakkındaki sorularını cevaplıyorlardı. Büyükerşen Hoca, Yasa taslağının eksikliklerini ısrarla dile getirirken, Yusuf Ziya Yılmaz ise yasa taslağının erdemlerini anlatmaya çalışıyordu. Aynı günlerde Tramvay hattındaki yolcular Ring otobüslerinin görevini yapmaması nedeniyle evlerine gidemiyorlardı.

Kurupelit tramvay istasyonunda inerek Pelitköy’e gitmek isteyenleri evine taşıyamayan Belediye Mısmılağaç köyünün insanlarını şehir merkezinden köylerine nasıl taşımayı düşünüyor acaba. Kurupelit ile Pelitköy arasındaki mesafe sanırım1 km. Buradaki sorunu çözemeyen Büyükşehir,  en az120 kmuzaklıktaki Vezirköprü’nün kunduz ormanlarının derinliklerinde kurulu köylere nasıl hizmet getirecek.  Benim Bahçelievler’de aldığım hizmetin aynısını bihakkın Vezirköprü’nün baraj gölü kıyısındaki Çeltek Köyünün halkı da alabilecek mi merak ederim.

Ki; hükümet alacağı iddiasıyla çıkardığını ileri sürüyor bu yasayı. Yusuf Ziya Yılmaz’da yasa taslağının en ateşli savunucularından. Tamam, 2004 yılında çıkan ilk düzenleme topaldı. Çok eksik yönleri vardı o yasanın ama bu öyle mi? Asarcık’ın Çerkez Biçincik’i de şehirli olacak. Ayvacık’ın Erbaa sınırındaki köyleri de. Şehirli olmak ve şehirliye sağlanan hakları her yurttaşımın almasını gönülden isterim. Herkesin eşit şartlarda yaşaması en doğal hakkıdır.

Ama bu yasa Mısmılağaçlı Mehmet Emmi’nin şehirli gibi yaşamasını sağlamak amacıyla çıkarılmıyor ki; Mehmet Emmi’nin oy pusulasında ampullü parti amblemini görünce Evet’ e mührünü basmasını sağlamak için çıkarılıyor. Bunun böyle olacağından emin siyasi irade. Mehmet Emmi’ye duyulan ihtiyaç ‘Evet’ le sınırlı. Kimin umurunda Mehmet emmi’nin köyüne yapılacak kanalizasyon. Eşitsek ki öyle olması isteniyor.Tramvay gelecek mi mesela Mısmılağaç’a. “Gelecek” demeyin. Gelmez.

Halk otobüsünün de gideceğini sanmam Mısmılağaç’a. Dolmuşu bulsunlar da öpüp başlarına koysunlar. Kurpelit’ten Pelitköy’e halkını taşıyamayan belediye. Mehmet Emmi’yi şehir merkezinden Mısmılağaç’a taşıyacakmış öyle mi? Güldürmeyin beni.

/Ragıp GÖKER
10 Kasım 2012

8 Kasım 2012 Perşembe

Amazonlar Bizim

Uluslararası sempozyumda Samsun Canik Belediye Başkanı, açılış konuşmasından talihsiz sözleriyle gündeme oturdu. Neymiş, “Samsun'un geçmişinde Amazonlar yoktur. Amazonlar, bu şehrin tarihi değildir, asla olmamıştır, efsanedir ve bundan sonra da olmayacaktır. Bu şehrin tarihi Selçuklulardır.”demiş.

Başkan Osman Genç'in amacı, belediye başkanı olarak bölgesini her yönüyle cazibe merkezi haline getirerek yabancı ve yerli konukların gelmesini sağlamak değil mi?  Samsun'un ekonomisi çıta yapmaz mı? Yapılan çalışmaların tanıtımı olmaz mı?

Bu gün bütün dünya, turizm sektöründen azami payı alabilmek için deniz, kum, güneş kadar tarihi zenginlikleri de pazarlayarak milyonlarca turisti kendi bölgelerine çekiyor,  milyonlarca dolar kazanabiliyorlar. Mısır, romanları yayınlıyor, Yeni Zelenda Amazonları konu alan Zeyna dizi flimleri yapıyor.

Biz neden bütün dünyanın hayran kaldığı, Heredot tarihinde Terme'de yaşadıkları efsane de olsa Amazonları birçok yönleriyle tanıtmıyoruz. Terme demek Samsun demek. Yarın bu bölgelerden nasıl oy isteyeceksiniz? Viktor Hugo bile şöyle diyor “Tarihte efsane, efsanede tarih vardır.”

Amazonlar ne kadar efsane olsa bile Terme'nin unutulmuş, kaybolmuş tarihidir. Yani tarihi bir mirasıdır.  Düşünün bir kere.

Van'da her pazar Van Gölü kenarında güneşin batışını seyreden bir vali muavinini, “Bu bölgeyi nasıl cazibe merkezi haline getirebilirim?”diyerek, aslı olmayan canavar maketiyle Van Gölü'nde canavar var diyerek, yazılı ve görsel basında görmedik mi?

Saadettin Teksoy, gerçekmiş gibi televizyonlarda, canavarı günlerce göstermedi mi?  Trabzon'da daha dün yeni kurulan bir komiteyle şehrin efsaneleri araştırılarak cazibe merkezi haline getirilmeye çalışılıyor. Giresun Belediyesi, denizin ortasındaki adayı Amazon adası yapmaya çalışıyor.

Sayın başkan o atma gönderdiğiniz, Samsun Amazon Köyü'nü kuran, bölgesine sahip çıkan, yani  Terme tarihine sahip çıkan, Samsun'u metropol şehirlere katmaya çalışan Yusuf Ziya Yılmaz'ı Termeliler adına tebrik ediyorum.

Sizlere destek veren o bilim adamıyla, gazeteci arkadaşımızın Samsunlu olduğundan şüphe ediyorum. Bunlar başta tarihçi Heredot ve Strabon, batılı birçok coğrafyacı, arkeologları Terme'de yaşadığını savunurken, onları inkar edişiniz bizleri yaraladı.

Samsun il olarak tek değil. Ağaç, dallarıyla gürler. Samsunlu olmak bir onurdur, bir şereftir. Kurtuluş Savaşının simgesi, Selçuklular diyarı, Amazon efsanesiyle de bir tarihtir Samsun. Kim ne derse desin Amazonlar bizim.

/Yetkin KARAMOLLAOĞLU
8/11/2012

7 Kasım 2012 Çarşamba

Samsun'da İyi Şeyler Yapanlar Da Var..

Makyaj hizmetlerle Samsun'un gözünü boyayanlar yoktu dün o toplantıda.. Kaliteli hizmet üretenlerin 'Avrupa ölçeğinde', insanca yaşam sundukları için nasıl onure edildiklerini göremediler.. Bırakın kamuoyuna yapılan kaliteli hizmetin anlatımını, hizmet temin ettikleri tedarikçilerinin bile 'kalite için imza attıkları' bir güne şahit olduk.. Genel Merkezi Samsun olan bir şirketin, Samsun'un adını Avrupa Mükemmellik Ödülü'ne yazdıran tek ve ilk dağıtım şirketi olmasının çalışanlarına verdiği gururu izledik.. Yaklaşık iki saat kadar izlediğim toplantıda dünya ülkelerinde öne çıkan gelişmiş kuruluşların çağdaş kalite felsefesini Türkiye'de yaygınlaştırma faaliyeti yürüten Kalite Derneği yetkililerinin anlatımlarını izlerken, o şirketin genel merkezinin Samsun'da olduğunu bilmek bile yetti..

Kosova ile Avrupa'ya açılan Çalık YEDAŞ'tan bahsediyorum.. Dün onlar için gurur günüydü..  Samsun için ise öylesine başarılı bir şirketi bu ilde barındırması açısından, 'belki de çokta farkında olunmayan' bir gurur toplantısıydı.. KalDer yetkililerin 'toplam kalite için anlattıklarını' dinlerken yorulmamak elde değildi.. Çünkü Avrupa'da bir şerket olarak anılmak ve bunu sürdürülebilir hale getirmek istiyorsan, bedeli bir hayli ağır.. Bu bedel para değil asla.. Emek..Çaba..Zaman..

Sadece çalışan değil. Herkes mutlu olmalı. Tüm paydaşlar... Müşteriler, tedarikçiler, çalışanlar, hissedarlar ve kamuoyu.. Ve bunların hepsinin ölçülebilir olması gerekiyor.. Yüzlerce kişinin çalıştığı bir yerde 'aynı sesi çıkarmak' nasıl olur, onu izledik dün.. KalDer Yönetim Kurulu Başkanı; aslında anlattıklarını çok basit bir cümleyle örnekledi.. Bu bir üçgen çan..

Hani eski western türü filmlerde çalışanları toplamak için demir bir çubukla vurulup, çağrı yapılan çan.. "Ama tüm paydaşlar aynı şeyi yaparsa, bu melodi olur, yapamazsa, kaliteyi yakalayamazsa ise gürültüden ibarettir.." Çalık YEDAŞ Genel Müdürü Nurettin Türkoğlu ise 'toplam kalite ile ilgili yaptığı uzun konuşmasını aslında bir tek cümle ile bağladı'.. Herkes o cümleyi bir yerlere yazmaya çalıştı.. Hatta KalDer Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Doğan'ın bile not aldığını gördüm.. O söz çok güzeldi.. 'Biz sadece güzel şeyler yaptık. Ödül ve alkışlar kendiliğinden geldi'.. Keşke Samsun'da makyaj hizmetlerle göz boyamaya çalışanlar, Çalık YEDAŞ gibi Avrupa ölçeğinde kabul edilebilir hizmetler üretebilse de; alkışlar da kendiliğinden gelebilse.. Ama nerde..

Samsun’da sel olur Allah’tan derler, ama kaliteli bir alt yapı yapı niye yapmadık diye kendilerini sorgulamak akıllarına bile gelmez.. Dereleri ıslah etmezler, ‘Çok yağmur yağdı dereler taştı’ derler, 14 kişi can verince de ‘Başbakan talimat verdi, dere yataklarındaki konutlar yıkılacak derler’.. Ne yazık ki; kaliteli ve sürdürülebilir hizmetten bi haber olanlar ‘talimatla’ iş yapmak zorunda kalınca; ‘toplam kalite olmuyor, olamıyor işte’... Acı tecrübeleri yaşamak zorunda  kalıyoruz.. Onun adı da kalite değil, güzel işler hiç değil; sadece zorunluluk oluyor.. Zorla da alkış olmuyor..

07.11.2012
/A.YENER CABBAR

Samsun'da İyi Şeyler Yapanlar Da Var..

Makyaj hizmetlerle Samsun'un gözünü boyayanlar yoktu dün o toplantıda.. Kaliteli hizmet üretenlerin 'Avrupa ölçeğinde', insanca yaşam sundukları için nasıl onure edildiklerini göremediler.. Bırakın kamuoyuna yapılan kaliteli hizmetin anlatımını, hizmet temin ettikleri tedarikçilerinin bile 'kalite için imza attıkları' bir güne şahit olduk.. Genel Merkezi Samsun olan bir şirketin, Samsun'un adını Avrupa Mükemmellik Ödülü'ne yazdıran tek ve ilk dağıtım şirketi olmasının çalışanlarına verdiği gururu izledik..

Yaklaşık iki saat kadar izlediğim toplantıda dünya ülkelerinde öne çıkan gelişmiş kuruluşların çağdaş kalite felsefesini Türkiye'de yaygınlaştırma faaliyeti yürüten Kalite Derneği yetkililerinin anlatımlarını izlerken, o şirketin genel merkezinin Samsun'da olduğunu bilmek bile yetti.. Kosova ile Avrupa'ya açılan Çalık YEDAŞ'tan bahsediyorum.. Dün onlar için gurur günüydü..  Samsun için ise öylesine başarılı bir şirketi bu ilde barındırması açısından, 'belki de çokta farkında olunmayan' bir gurur toplantısıydı.. KalDer yetkililerin 'toplam kalite için anlattıklarını' dinlerken yorulmamak elde değildi.. Çünkü Avrupa'da bir şerket olarak anılmak ve bunu sürdürülebilir hale getirmek istiyorsan, bedeli bir hayli ağır.. Bu bedel para değil asla.. Emek..Çaba..Zaman.. Sadece çalışan değil. Herkes mutlu olmalı. Tüm paydaşlar...

Müşteriler, tedarikçiler, çalışanlar, hissedarlar ve kamuoyu.. Ve bunların hepsinin ölçülebilir olması gerekiyor.. Yüzlerce kişinin çalıştığı bir yerde 'aynı sesi çıkarmak' nasıl olur, onu izledik dün.. KalDer Yönetim Kurulu Başkanı; aslında anlattıklarını çok basit bir cümleyle örnekledi.. Bu bir üçgen çan..  Hani eski western türü filmlerde çalışanları toplamak için demir bir çubukla vurulup, çağrı yapılan çan.. "Ama tüm paydaşlar aynı şeyi yaparsa, bu melodi olur, yapamazsa, kaliteyi yakalayamazsa ise gürültüden ibarettir.."

Çalık YEDAŞ Genel Müdürü Nurettin Türkoğlu ise 'toplam kalite ile ilgili yaptığı uzun konuşmasını  aslında bir tek cümle ile bağladı'.. Herkes o cümleyi bir yerlere yazmaya çalıştı.. Hatta KalDer Yönetim Kurulu Başkanı Hamdi Doğan'ın bile not aldığını gördüm.. O söz çok güzeldi.. 'Biz sadece güzel şeyler yaptık. Ödül ve alkışlar kendiliğinden geldi'.. Keşke Samsun'da makyaj hizmetlerle göz boyamaya çalışanlar, Çalık YEDAŞ gibi Avrupa ölçeğinde kabul edilebilir hizmetler üretebilse de; alkışlar da kendiliğinden gelebilse.. Ama nerde..

Samsun’da sel olur Allah’tan derler, ama kaliteli bir alt yapı yapı niye yapmadık diye kendilerini sorgulamak akıllarına bile gelmez.. Dereleri ıslah etmezler, ‘Çok yağmur yağdı dereler taştı’ derler, 14 kişi can verince de ‘Başbakan talimat verdi, dere yataklarındaki konutlar yıkılacak derler’.. Ne yazık ki; kaliteli ve sürdürülebilir hizmetten bi haber olanlar ‘talimatla’ iş yapmak zorunda kalınca; ‘toplam kalite olmuyor, olamıyor işte’... Acı tecrübeleri yaşamak zorunda  kalıyoruz.. Onun adı da kalite değil, güzel işler hiç değil; sadece zorunluluk oluyor.. Zorla da alkış olmuyor..

/A.Yener CABBAR
07 Kasım 2012

6 Kasım 2012 Salı

OSCAR’a Aday Samsunlu

Onu 1986’da tanıdığımda Tercüman Gazetesi'nde muhabirdi. Sonrasında yolumuz Varlık Film’de kesişti. Ben Varlık Film’de genel müdür olmuştum, o da yapımcı-yönetmendi. İlk filmi “Gündoğmadan”ın afişinde yapımcı olarak benim adım geçer. “Gündoğmadan” hem onun, hem benim hem de daha sonra Yeşilçam yıldızı olacak olan Mehmet Aslantuğ’un ilk filmiydi.

Onun da benim de Mehmet Aslantuğ’un da bir ortak paydamız vardı: Her ne kadar ayrı ayrı yerlerden de gelsek, sonradan da olsak üçümüz de Samsunluyduk. Ben Sivas’tan gelmiştim, onun babası Sürmene/Köprübaşı’ndan, Mehmet’in dedeleri ise Kafkasya’dan gelmişti. Kader bizi önce Samsun’da sonra Varlık Film’de ve aynı hedefte buluşturmuştu.

“Gündoğmadan” filminin yapım kadrosunda bir ilginç isim daha vardır. Sonradan milletvekili, Kültür ve Turizm Bakanı ve ANAP Genel Başkanı olacak olan Erkan Mumcu o filmde İsmail Güneş’in birinci asistanıdır.

Samsunlu hemşehrimizle birlikteliğimiz Varlık Film’den sonra da devam etti, rahmetli Ömer Lütfi Mete’yle birlikte Turkuaz Tanıtım’ı kurduk. Bizim Yunus, o dönemden bir çalışmadır. O uzun zamandır tek başına veriyor Yeşilçam’daki kavgasını. Çizme ve The İmam gibi iddialı filmler; onun imzasını taşıyor. Film yapmayı biliyor ama para kazanmayı bilmiyor. İnandığı doğruların peşinde koşmayı paranın peşinde takla atmaya tercih ediyor.

Dün Sevgili Muammer Dilber aradı, benim eski kader ortağım, bizim sevgili hemşerimizin son filmi Oscar’da Türkiye’yi temsil edecekmiş. Onun adına çok sevindim. Bir yalnız adamın sanat ve ideal kavgasının sonunda geç de olsa zor da olsa anlaşılması ve hakkının teslim edilmesi gelecek adına iyiye işaret.

Onun adı İsmail Güneş; o benim arkadaşım, o Samsun’un evladı, hemşehrimiz. Dilerim Amerikan Film Enstitüsü ‘en iyi yabancı film’ dalında filmimizi aday gösterir, Türkiye’nin Oscar düşü bu filmle son bulur, İsmail Güneş okyanus ötesinden mutlulukla döner. Eline sağlık Sevgili İsmail, Allah beynine ve gönlüne zenginlikler ve güzellikler ihsan etsin.

/Osman KARA

5 Kasım 2012 Pazartesi

İşte Öyle Bir Şey!

Hocanın parmağı, Taraftarın morali, Futbolcunun iştahı, Yedeklerin umutları, Yönetimin ekonomisi kırık... Tüm bunlara rağmen sahaya çıkanlar ilk dakikada başlıyor rakibi ısırmaya… Sanırsın atak fırtınası, sonrasın da  gol sağanağına dönüşecek… Ama nafile… Her şutta ayağa kalkan bizler şapa oturuyoruz isteksiz…

Futbolcular direkleri, Erhan Altın kenarda kendini dövüp duruyor… Sahanın düdüklü Aslanboğa’sı  ‘alın benden size bir kıyak’ deyip gösterse de penaltıyı,  asasız Musa yarıp geçemiyor karşıya…  Sanki başka atan, heveslisi yok bu işin, oysa rüştünü ispatlamış Kere varken… Rakip yüksek moralli... İyi başladılar lige, öyle de gidiyorlar...

100 yıl apoleti omuzlarında, gurur verircesine parlıyor... Dünkü futbolları hayrete düşürüyor insanı…
Çuval dolusu puanı böyle oynayarak topladılarsa bu ligde bir yanlışlık var… Aslanboğa’nın gazabına uğrayıp bir penaltıları gümbürtüye gitse de bu berbat oyuna bir puan aldılar ya, öpüp de başlarına koysunlar…  Geride kaldı on maç... Sepette var  on yumurta... Anlayacağınız her maça bir puan...  Yarım gaz versen durursun ortalarda... İkiye katlarsan çıkarsın yukarı...  Bu ortalamayla sezon tamamlarsan düşersin bir alt lige... Benden söylemesi…

05 Kasım 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

1 Kasım 2012 Perşembe

Başbakan Bir De 'Samsun'un Ulaşım Rezaletini Görse'...

Samsun'un belediyecilik anlamında en önemli sorunlarından ilk üçü sayın deseler, ulaşım sıkıntısı ve kaosu ilk sırada yer alır kuşkusuz.. İkinci sırada 'makyaj hizmetçiklerle göz boyanırken' derelerin ıslahı bir yana bırakılıp, sel felaketinin bu Samsun'un kaderi olması gelir sanırım..  Üçüncü sırada da Büyükşehir Belediyesi'nin 'Ben yaptım oldu' ama vatandaşla mahkemelik olan projeleri yer alabilir.. Patates tarlasına dönmüş yollardan bahsetmiyorum bile.. Vatandaşın evinin su basması artık rutin aldığı için ilk üç sırada yer almıyor..

Çünkü Samsun sel felaketlerinde 'can kaybeden bir il'.. Maddi hasar solda sıfır kalır.. Sahile çok katlı otellerin, birilerine 'kıyak çekilmesini' sıraya koymaya bile gerek yok.. Çünkü günlük sıkıntılar, yaşamın kendisi haline gelmiş bir kent burası.. Kanıtsanmış bir çok şey.. Tepki vermek şöyle dursun, raylı sistemden in, ringi bekle, gelirse bin koşuşturması içinde sürüyor yaşam.. Balaç gibi mahallelere ise 'otobüs bile gitmiyor'.. Halk 'yürümekle tabanlar aşılmaz misali' 1-2 kilometre yürüyerek evine gidebiliyor..

Zordur Samsun'da merkezden biraz içerde yaşıyorsan, evine, ulaşabilmek.. Hatta bırakın ulaşmayı, 'sorumlu kim onu bile bulmak zor'.. Büyükşehir Belediyesi'nin Allah yokluğunun göstermesin, raylı sistemi emanet ettiği SAMULAŞ'ı 'ring işi bizim değil bile diyebiliyor'.. Tabi ki onların değil, "Özel Halk Otobüsleri Derneği'nin".. Ama bir sorun var.. Çünkü Dernekte diyor ki; "Bize belediye nereye sefer yapacaksınız derse oraya gideriz'.. O zaman geriye ne kalıyor biliyor musunuz?.. Bu işi de Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a iletip, durumu çözmemiz gerekiyor.. Neden mi?.. Bunun da haklı gerekçeleri var..

Bizim Samsun Büyükşehir Belediyesi biliyorsunuz, dereleri ıslah etmediği için Samsun'u su bastı.. 14 kişi bu sel felaketinde can verdi.. Başbakan Erdoğan eski İstanbul Belediye Başkanı olduğu için bu işleri iyi biliyor elbette.. Bizim başkan 10 yılı aşkındır görev başında ama 'bilememiş derelerin ıslah edilmesi gerektiğini'.. Bırakın ıslahı, dere yatığının kenarına konut yapılmamasını da bilememişler.. Başbakan bir genelge yayınladı ve dere kenarındaki evler dozerlerle anında yerle bir edildi.  Dereler dört koldan ıslah edilmeye başladı.. 14 kişi can verdi o sellerde ama 'neyse ki, Başbakan duruma el attı da' Samsun inşallah kurtulacak bu su baskını belasından.. İşi bilen Belediye Başkanları'nın bu Samsun'a ilk katkısı değil aslında.  

Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Melih Gökçek de işi iyi bilir. Ankaralı onu kaç dönemdir başkan olarak seçer.. İddiaya göre Samsun'u ziyaretinde Büyükşehir Belediye Başkanı Yılmaz'ın makamının balkonuna çıkıp, Saathane kısmını görünce; "Ben olsam buraları yıkar alanı açarım, yeni bir imaj veririm demiş'.. Doğrudur yanlıştır, ama sonuçta Gökçek'in gelip gitmesinin ardından da böyle bir çalışma başlatıldı. Şimdi mahkemelik.. Bu arada Başbakan Erdoğan'ın yine bir belediyecilik bilgisi Samsun'da uygulamaya konuluyor... Yine Başkan Yılmaz açıkladı..

Havaalanlarından kent merkezine giden yolların estetik olması gerektiğini söylemiş... Başkan Yılmaz da bu talimatı hayata geçirecek.. Oysa Yılmaz kaç kez, havaalanından Samsun merkeze, kaç kez de Samsun merkezden havaalanına gitmiştir değil mi?.. 10 yılı aşkındır gördüğü o yol güzergahındaki çirkinlikleri görmesi için Başbakan Erdoğan'ın söylemesi gerekiyormuş demek ki.. Neyse ki Başbakan Erdoğan iyi bir belediyeci aynı zamanda. İşi biliyor.. Bakıp ta göremeyenleri uyarabiliyor.. Şimdi diyorum ki; keşke Başbakan Erdoğan Balaç'ı da bir görmek istese.. Pelitköy'ün yolundan bir çıksa.. Patates tarlası gibi yollardan da geçmek istese..

Ring bekleyen vatandaşları görüp, bunlar neyi bekliyor burada diye sorsa diyorum.. Bakın nasıl ulaşım anında yoluna giriyor.. Vatandaş ne derse desin, kimsenin umurunda değil ama.. Başbakan derse 'akan sular duruyor', çabucak 'belediyeciliğin gerçek hizmetleri' hatırlanabiliyor.. Olmaz ya; hani olsa.. Mektup mu yazsak diye düşünmüyor da değilim.. Şıptanak olur mu sizce..

01.11.2012
/A.YENER CABBAR