29 Ekim 2012 Pazartesi

Atamayana Atarlar

Hakemlerin Samsunspor'a kıyak yaptığı bilinen bir şey değil... Doğrusunu isterseniz 5.dakikada Lokman'ın Kıbong'a yaptığı temas ceza sahasının içindeydi, ama faule hükmeden Abitoğlu atışı ceza sahası dışından kullandırdı... Penaltıyı vermedi, veremedi, ya da pozisyonu iyi süzemedi... Kararı Samsunspor'un işine geldi... Hayret doğrusu...

Denizlispor maçı sonrası Samsunspor'un rakibe acemice pozisyon imkânları verdiğini, yenen golleri ise çok basit gördüğümü yazmıştım... Fikrimde değişen bir şey yok... Adanaspor'un attığı gollerin tümü adeta bayram şekerleri gibi ikram tarzındaydı... Nasıl oluyorda böylesi haybeye goller yenebiliyor, anlamış değilim... Maç her iki takımada gitti geldi... Samsunspor yakaladıklarını kullanamadı.... Adanaspor şansını iyi değerlendirdi... Maç sonunda da gülen taraf oldu... Umarım bu yenilgiden çıkarılacak derslerler gözardı edilmez... Yoksa gidişat iyi değil...  

Maça ev sahibi ekip etkili başladı... Ev sahibi ekibin üç yabancısı M'bılla, Kıbong ve Chıbuzor ve de Fevzi ürettikleri pozisyonlarla Samsun kalesini abluka altına altına aldılar... Her zaman olduğu gibi kaleci Soner kurtarışlarıyla öne geçmesini bildi... Geriye düşen Samsunspor ilk kez gerçekleştirdiği atakta eşitliği yakalamasını bildi... Musa Sinan'ın adrese teslim köşe atışını günün başarılı siması Kere şık bir kafa vuruşu ile tamamladı... Devre sonuna kadar oyun hep Samsunspor alanı içerisinde oynansada rakibe ikinci kez gol şansı verilmedi...

Beraberliğe razı gelmeyen bir mantaliteyle ikinci yarıya başlayan Samsunspor Lokman'ın serbest vuruştan kaydettiği gol ile öne geçti geçmesine de, ardından Musa Sinan'ın boş kaleye isabet tutturamaması maçın kırılma anıydı... Bu pozisyon rakibin direncini artırdı, maça tutulmasını sağladı... Ardından beraberlik golü gecikmeden geldi... Savunmada adam paylaşım eksikliği skora yeniden eşitliği getirdi...

Son vuruş beceriksizliğinin tavan yaptığı bir maçta Musa Aydın ve Roberts'ın kaçırdıkları saç baş yoldurdu... Sonrasında o unutulduğu düşünülen uzatma dakikaları fobisi yine hortladı... Böyle bitecek diye düşünülürken maçın en çalşkan ismi M'bılla iki savunma oyuncusu ve kaleciyi ite kaka topu filelerle buluşturdu... Futbol da ayağına gelen fırsatı kullanmasını bilmez isen sıkıntıyı omzuna alır taşıyamazsın... Adana'da olan biten budur...

29 Ekim 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

25 Ekim 2012 Perşembe

Altın Dokunuş

Turgay bu takımın en tecrübeli adamı, bu nedenle de, koluna kaptanlık pazubantı takılmış... Canberk ise, en genci, en tecrübesizi... İsmail Haktan Odabaşı ayağında ki topla tıngır mıngır Çiftlik caddesinde gezercesine ceza sahasına girip golü atıverirken bu ikili ile diğer savunma oyuncuları O'nu sorumsuzca izliyordu...

Samsunspor sezon başından beri böylesine ucuz, böylesine basit goller yiyor... Oysa bu takımın en sağlam halkaları savunma dörtlüsüydü, şimdi ise durum çok farklı halde... Bu sıkıntılı duruma dikkat çekmek isterim... İki hafta önceki 11 dakikalık maçta sergilenen futboldan kırıntı bile yoktu... Takımın üzerine bir miskinlik toprağı serpilmiş gibiydi... Arzusuz, isteksiz, heyecansız bir kadronun ortaya çıkardığı tablo... 34 dakikalık ilk yarıda kaleyi bulan tek bir şutun olmaması bunun açık isbatıydı...

Soyunma odasına futbol ve skor dezavantajıyla gidilirken endişe, kaygı tavan yapmış haldeydi...  Erhan Altın, ikinci yarıda Ensunbu ve Uğur Tülümen değişikliği yaparak oyuna müdehale edip kötü gidişatı değiştirmek istedi... Takviyeli Samsunspor'un rakip kaledeki etkisi kendisini göstermeye başladı...

Tribün desteği daha da arttı, rakip kale adeta kuşatılmaya başlandı... Takım geri dönüş sinyalini anında çaktı... Talihsiz gelen penaltı golü farkı ikiye çıkarsa da oyun disiplininden ve mücadeleden vazgeçilmedi... Erhan Altın'ın yaptığı üçüncü oyuncu değişikliği takıma vites yükseltti... Kere'nin şık kafa vuruşu ile gelen gol umutları daha da arttırdı...

Altın bunları düşünüp uygularken, meslekdaşı umutsuz bir telaş içerisindeydi... Konuk ekibin skoru koruma düşüncesi içerisine girmesi hataları kaçınılmaz kıldı... İşte böyle durumda da defansın zaafiyeti Samsunspora puan getirecek golün bulunmasına neden oldu... Zamansız oyuncu değişiklikleri yaptığı gerekçesiyle eleştirilen Erhan Altın dün akşam davranış tekrarı göstermedi... Yaptığı altın dokunuşlarla müthiş geri dönüşün mimarı oldu...

Samsunspor sahasında yüz güldürememe geleneğini sürdürdü, taraftarlarına bayram hediyesi veremedi ama üzmedi de... Kazanamıyorsan, kaybetmeyeceksin...

25 Ekim 2012 Perşembe
/Resul AKÇAY

24 Ekim 2012 Çarşamba

Alkışlar İlkadım Sanat Akademisine

Geçen akşam AKM’de
İlkadım
Sanat Akademisi
Filarmoni Orkestrası
Samsunlulara
Sanat ziyafeti çekti
Açılışta konuşan
Akademi yöneticisi
Mehmet Ortaç
4-S'den söz etti
Sanatçı, sahne
Seyirci ve sponsor
Şık bir konuşmaydı
3 F'yi biliyordum
4 S'yi Mehmet Ortaç’tan
Öğrendim
İlkadım
Sanat Akademisi
Samsun için kazanç
Sanatçıların
Sahne performansı
Muhteşemdi
Mehmet Ortaç’ı
Mukaddes Kaptaner’i
Fırat Cenk’i
Ve tüm orkestrayı
Kutluyorum.
 (…)

24.10.2012
/Şakir DEMİRCİ

23 Ekim 2012 Salı

II. Uluslararası Canik Sempozyumu ve Tarihçilerimiz

19-21 Ekim 2012 tarihleri arasında Canik Kültür Merkezi’nde gerçekleştirilmiş bulunan “Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik (Samsun)“ konulu sempozyumda tarihçilerimizi dinledik. Sempozyum, Karadeniz’le ilgili fevkalade bir tarih ziyafeti niteliğinde idi! Ancak dinlediklerimiz ,”Tarih Hüccetüllahları değildi.” Dinlediğimiz tarihçilerimizle ilgili değerlendirmelerimizi şahıslar üzerinden yapmayacağız. Genel bir değerlendirme yaparak bazı açmazlara işaret etmek istiyoruz.

Her şeyden önce tarihi olayları günümüze taşıdığımız oranda tarihin anlam kazandığını biliyoruz.  Her tarihi olayın, günümüze taşıdığı bir mesajı vardır. Aksi halde tarihi olaylar geçmişe ait masal olmaktan öteye bir anlam ifade etmez. Sempozyumda Karadeniz ve Canik (Samsun) ile ilgili tarihi verilerin bazı konuşmacılar tarafından günümüze taşınamaması ya da taşınmaması bir eksiklikti. Sempozyumda sunulan her bildirinin Canik’in (Samsun’a) günümüz ticareti ile ilişkilendirilmesi bir zaruretti.

Herkes bilir ki, tarih boyunca özelde Canik'te (Samsun)  genelde ise Karadeniz havzasında cereyan edenler günümüzde de cereyan etmektedir. Dün olduğu gibi bugün de Karadeniz’in karşı yakasına yönelik ihracatın kapısı Samsun’dur. İlkbahar ve yaz aylarında Mersin’in ve Adana’nın ürünleri Samsun’dan Rusya ve Ukrayna’ya gönderilmektedir. Sempozyumda sunulan bildirilerin güncellenmiş verilerle desteklenmesinin zaruretine inanıyoruz.

Bazıları bu zaruretin gereğini yerine getirirken bazıları da getirmemiştir. Tarihin herhangi bir döneminde meydana gelmiş bir olayı güncelleştirmeden” salt bir olay olarak” aktarmanın amaca aykırı olduğunu düşünüyoruz. Canik Sempozyumu’nda bir kez daha gördük ki,  geçmişimizi bu güne taşımada tarihçilerimize büyük görevler düşmektedir.

Tarihimizi bugüne taşıyamayanların da derslerine biraz daha çalışmalarının gereğine inanıyoruz. Ayrıca tarihçilerimiz, “kendileri çalıp, kendileri oynamak” istemiyorlarsa; halkımızla bütünleşmeyi bilmelidirler. Milletimize pratik yararı olmayan tarihin dolapta saklı ilaçtan farkının olmadığını bilmeliyiz.  “Faydasız ilimden Allah’a sığınıldığı” gibi “faydasız tarihten de tarihçiden de Allah’a sığınırız” diyoruz. Bunun için de “Sempozyuma dâhil olmayandan soru almayacak” kişilere tavsiyem, bir daha böyle yerlere gitmemeleridir. Evde ve fakültede duvarlara, buluyorlarsa öğrencilerine anlatsınlar lütfen… Selam ve Sevgi ile……

23.10.2012
/Mustafa GENÇ

Canik'e Sabır Gerek

Türkiye Bayanlar Basketbol Ligi'nde Samsun'un iki temsilcisi yer alıyor... SBK ve Canik Belediyespor... Yeni sezon başladı... SBK deplasmanda Edremit'e fark atıp ilk haftanın lideri oldu... Tüm sıkıntılara rağmen mücadele ettikleri ligde başarılı olacaklarına inanıyorum...

İyi bir takım kurdular, her şeyden öte bu ligin en iyi hocasına sahipler... Canik Belediyespor ise tarihinde ilk kez katıldığı ligde sahasında Fenerbahçe'yi konuk etti ve ne yazık ki kaybetti... Hasan Doğan Spor Salonu'nda iğne atsanız yere düşmeyecek şekilde doluluk vardı... Bu da gösteriyor ki, Canik halkı takımlarının arkasında dimdik duracak...

Temsilcimiz güçlü rakibi karşısında varlık gösteremedi... Farklı yenilginin nedenlerinin başında takım olamamak geliyor... Canik henüz bunu başarmış değil... Takım setleri oynamada da çokça geride... Zaman geçtikçe daha da düzelecekler şüphesiz... Tuhafıma giden şey atılan üçlüklerde savunmanın aciz kalışı...

Bir Allah'ın kulu gidipte atış yapanı tedirgin edecek hamleyi gösteremedi... Canik teknik heyeti bu zaafı görüpte önlem alamadı... Basketbol oyunun da bu tür basit hataları artık kimse sergilemiyor... Rakibin kadro derinliğini de göz ardı etmemek gerekli... Fenerbahçe ne zaman ilk beşini sahaya sürdü, fark açıldı...

İkinci beş oyundayken Canik'in direnci artar oldu ve sayı aralığı kapanır oldu... Ama tecrübe herşeyden önemli bir faktör...  Samsun'a Cumhurbaşkanlığı Kupası sahibi etiketiyle gelen sarı lacivertli ekip için Canik çerez gibi geldi... Maçın devre arasında Canikli yöneticiler, antrenörlerini eleştirmekten geri kalmıyorlardı...

Her sezon üç- dört hoca değiştiren bir yönetimin antrenör kıyma makinasının start butonuna daha ligin ilk haftasında basacaklarını doğrusu tahmin etmemiştim... Korkarım bu anlayışla takımlarına hoca bulamayıp, sahaya kendileri çıkacaklar... Oysa biraz sabırlı olabilseler ne iyi olacak...

23 Ekim 2012 Salı
/Resul AKÇAY

22 Ekim 2012 Pazartesi

II. Uluslararası Canik Sempozyumu’nda...

19-21 Ekim 2012 tarihleri arasında Canik Kültür Merkezi’nde ,“Tarih Boyunca Karadeniz Ticareti ve Canik (Samsun) “ konulu bir sempozyum gerçekleştirilmiştir. Dünyanın çeşitli üniversitelerinden 90’ı aşkın bilim adamının katılımı ile gerçekleştirilen sempozyumun ev sahipliğini Canik Belediyesi yapmıştır. Başkanlığını Canik Belediye Başkanı Osman Genç, genel koordinatörlüğünü ise History Studies Dergisi Editörü Doç. Dr. Osman Köse’nin yaptığı sempozyum, gerçekten güzel geçmiştir.

Sempozyumun ilgimizi çeken konularını imkânlarımız oranında dinlemeye çalıştık. Bazen yalnız, bazen de arkadaşlarla salondan salona koştuk. Tarih, Karadeniz ve Samsun adına söylenenleri ilgi ile dinledik. Tarihi bilgilerin değişkenliğini bilerek her söyleneni hüccet( tek doğru, tek delil)) kabul etmedik.

Bardağın dolu kısmına bakmak, onu görmek ve göstermek her zaman umudun tünel ucundaki ışığı olarak kabul ederiz. Burada da öyle yaptık ve yapıyoruz. Zira böyle bir çalışmayı ortaya koymak her babayiğidin harcı değildir. İşin bu noktasında Sn. Belediye Başkanı Genç ve Genel Koordinatör Köse’yi kutlamamak nankörlük olur. Ayrıca Karadeniz’de kıyısı olan devletler, şehirler ve Samsun adına kutlamamak da nankörlük olur.

Sempozyumun açılış gününde de belirttiğimiz gibi aslında Karadeniz’de kıyısı olan şehir ve devletlerce düzenlenmesi gerekirdi. Bunu bir ilçe belediyesinin gerçekleştirmesi ise fevkalade ve sevindirici bir durumdur. Sempozyumda görmek istediğimiz tablolardan biri, konuşmacıların konularını günümüz ve Samsun’la ilişkilendirmeleri, diğeri ise devletin Samsun bazındaki en yüksek temsil kadrolarının orada bulunması idi.

Dinleyici arkadaşlarımızın ifadesiyle görmek istemediğimiz tablolardan biri, bir öğretim üyesinin sempozyuma dahil olmayanlardan soru sormamalarını istemesidir. “Körler sağırlar birbirini ağırlar” dercesine bir çirkinlik. Ve yine aynı arkadaşımızın ifadesiyle Ermeni-Türkiye ilişkilerinin konuşulduğu bir oturumda bir öğretim üyesinin Türkler, Ermeniler ve devletin üst düzey yöneticileriyle ilgili söylediği sözlerin,  bir ilim adamına yakışmayacak şeyler olduğunu düşünüyoruz.

Atalarımız, “bu kadar kusur, kadı kızında da olur” demişlerdir. Bunlar da bu cinsten sözlerdir diye düşünüyoruz. Belirtmekte yarar vardır ki, hiçbir hata bu organizasyonu gölgelemez.  Samsun’un ticareti,  geçmişi ile birlikte ele alınmadıkça Samsun’a bölgede ve Türkiye’de misyon yüklenilemez. Aslında bu sempozyum Samsun’a misyon yükleme denemesidir. Dileriz ki, bu deneme gerçeğe dönüştürülsün ve Samsun, hak ettiği konuma gelsin. Ticaret demek kalkınma, istihdam ve refah demektir. Samsun ile ilgili bir şeyler yapmak isteyen herkes bu sempozyumun bildirilerini dinlemeliydi. Değilse en azından okumalıdır diye düşünüyoruz. Selam ve sevgi ile…

22.10.2012
/Mustafa GENÇ

Türk Tarımını Çökertmek, Bu Ülkenin Geleceğini Yok Etmek Demektir..

Canlı yaşamı için su ne kadar gerekli ise beslenme de o derece önemlidir. Tanrı yarattığı tüm canlıların ihtiyacı olan su ve gıda maddesini onlara sunmuştur. İnsanlara diğer canlılardan farklı olarak içgüdüleri ile değil, akılları ile yaşama olanağı tanımıştır. Diğer canlıları da doğa koşullarına göre yaşamlarını sürdürebileceği içgüdüye sahip olarak yaratmıştır. Örneğin, Alaska’da yaşayacak canlıları o bölgenin soğuk ortamına göre, çöl sıcağında yaşayacak canlıları da o bölgenin sıcaklık koşullarına göre yaratmıştır. İnsanı da, tüm canlılardan farklı olarak her ortama uyum sağlayabilecek, hatta ortamı kendi çıkarına göre değiştirebilecek akıl denen muhteşem yetiyi vererek yaratmıştır.

Ne var ki, insan bu yetisini her zaman doğru kullanmamış ve zaman zaman kısa vadeli çıkarlarına hizmet eden egosunun esiri olmuştur. İnsan aklının doğrular yerine yaptığı bu tür günlük yanlışlar, gelecek nesillerinin yok olmasını sağlayacak boyutlara ulaşmıştır. İşte burada toplu yaşamı düzenleyen devlet gücü ortaya çıkmış ve koyduğu kurallarla insanların bu tür yanlışları yapmasını engellemiştir. Bu, bütün toplumlar için geçerli mi diye sorguladığımızda, karşımıza devlet otoritesinin bazı ülkelerde yeterince sağlanamadığı, hatta kötüye kullanıldığı gerçeği çıkmaktadır. İşte bu kurallar düzenini sağlamış ve bu konuda ödün vermemiş ülkelere “Çağdaş ülke” denilmiştir. Çağdaş ülkeler, bunu daha ilkokuldan başlayarak verdiği eğitimle ve halkının kültür seviyesini yükseltmekle sağlamıştır. Daha da önemlisi, bu gerçekleri kural kabul etmiş dürüst ve kişisel çıkarları için ödün vermeyen, vermeyecek siyasetçi ve yöneticileri iş başına getirerek sağlamıştır.

Bu öylesine kısır döngüdür ki, eğer çağdaş ülke olma koşullarını sağlayamamışsanız, her şey tersine işlemeye başlar. O tür düzgün yöneticileri iş başına getiremezsiniz. Çünkü düzeni sağlamakla görevli olanlar, şartları kendilerine göre ayarlar ve özellikle yeterli eğitim verilmemiş, kültür seviyesi yükseltilmemiş toplumu her türlü yalan vaatle kandırarak kendilerini göreve getirmesini sağlar. Bunun sağlandığı yönetim şekli ise, baskıcı diktatörlüklerdir. Bu tür yönetimlerin egemen olduğu ülkelerde ülke çıkarları hepötelenmiş, onun yerine kişisel çıkarlar ile başka ülkelerin çıkarları ön plana geçmiştir.

Günümüzde yaşananlara göz attığımızda bunun çok sayıda örneğini görebiliriz. Daha geçtiğimiz yıl büyük kampanyalarla yardım ettiğimiz Somali, bunun en güzel örneğidir. Somali, yakın geçmişinde geniş ve verimli toprakları ile diğer Afrika ülkelerinin tahıl deposu olarak görülmekteydi. Ancak çağdaş demokrasinin olmadığı ve diktatörlerin hâkim olduğu bu ülke, verimli topraklarını Avrupa’nın sömürgeci devletlerinin sanayi yatırımlarına açma gafletine düşmüştür.

Sömürgeci ülkeler, kısa sürede kendi ülkesinde yapılmasına halkının karşı koyduğu kirli kimyasal yatırımları Somali’nin verimli topraklarına kaydırmıştır. Diktatörlerinin kişisel çıkarlarına sunulan imkânlar sonrası Somali’nin, bu verimli topraklarının çoğu Avrupalı sömürgecilerin eline geçmiş ve çevre kirliliği yapan yatırımlarla o verimli topraklar yok olmuştur. İşte o Somali ve benzer diğer Afrika ülkeleri bugün açlıkla savaşmakta ve her gün binlerce çocuk ve yetişkin açlık nedeniyle ölmektedir.

Üzülerek söylemek gerekirse, bugün ülkemiz de bu sömürgeci devletlerin kıskacına girmiş bulunmaktadır. Bir yandan ürettiğimiz ürünlerin ekimi ya engellenerek veya ekim alanları daraltılarak köylümüz tarımsal üretimden kopartılırken, diğer yandan datemel gıda maddelerinin dahi dış ülkelerden alınması pompalanmaktadır.. Çok değil 15 yıl önce, dünyanın tarımsal gıda üretimi bakımından kendisine yeten yedi ülkesinden birisi olan ve ürettiği buğdayı siloları almayan Türkiye, bugün buğday ve şeker gibi temel gıda maddelerini dahi dış ülkelerden sağlamak zorunda bırakılmıştır. Halkımız sağlığa zararlı GDO’lu ürünlerle tanıştırılmıştır.

Amerika yıllar önce Bursa yöresinde şeker kamışından şeker üretimi yapacak “CAGRİL” isimli sanayi tesisini kurmuştur. O dönemlerin hükümetleri ülkemizde ki şeker üretimini baltalamaması için bu tesisin üreteceği ürüne kota koymuştur. Bugün ise ülkemizde şeker pancarı ekimi sınırlandırılmış, her türlü destekleme fonu kaldırılmıştır. CAGRİL’İN ürettiği şekerin ham maddesi olan şeker kamışı, Amerika’da üretilmekte ve oradan ithal edilmektedir.

Şeker ve buğday için yapılan savunmanın temelini dışarıdan daha ucuza alınması gösterilmektedir.    Ama kendi ülkemde köylümün alın teri ile ürettiği ve hem kanını doyurduğu, hem de satarak geçimini sağladığı bu ürünler ne kadar pahalıya mal olursa olsun geliri yurt içinde kalıyordu. Dış güçlerin ülkemizi ambargolarla baskı altında tutmasına zemin hazırlanmış olması da işin bir başka ürkütücü yanıdır. Bugün pahalıya mal oluyor diye üretimini engellediğimiz şeker pancarı üretimini, Fransa destekleme fonu ile şeker pancarı ekimini sürdürmektedir.

Buğday üretim deposu olan ovalarımızda ki köylerde traktörler branda ile örtülmüş, köylerin gençleri karnını doyurabilmek için büyük kentlere gitmek zorunda kalmış ve oraların varoşlarında acımasızca sömürülmeye mahkûm edilmiştir. Fransa gelecek nesillerini de düşünerek tarımsal üretimi desteklerken, Türkiye tarımsal üretimden caydırıcı ne kadar yöntem varsa onları yürürlüğe koymaktadır. İşte iki ülke arasında ki fark da budur. Türkiye’nin dış ticaret açığı, tüm zamanların en yüksek seviyesine ulaşmıştır. Bu gidişin sonunun karanlık olduğu, tüm ekonomistlerce söylenmektedir.

Günümüzde ülkemizin en verimli ovaları yabancı yatırımcıların kirli yatırımlarına açılırken, ülkesinin geleceği adına karşı çıkan bir avuç çevreci vatansever insana da eziyet edilmektedir. Asırlar boyu dünyayı titreten bir imparatorluk kuran Türkler, eğitim, kültür ve hukuk alanında çağdaş dünya seviyesine yükselecek girişimleri yapmadığı için darmadağın edildiği gerçeği gözden kaçırılmaktadır.    Osmanlı’nın dağılması üzerine çağdaş dünya koşullarına uyan yepyeni bir devlet kuran Mustafa Kemal Atatürk’ün, tarım alanında yarattığı mucizeleri daha da ileri götürmek varken, ülkemizi tarımsal üretimden uzaklaştırmak bu ülkenin geleceğine yapılmış en büyük kötülüktür. 

Dünyada bir sömürenler, bir de sömürülen ülkeler gerçeği vardır. Son zamanlarda çok söz edilen dünyanın ilk on ülkesi arasına girmek iddiasında olan ülkemizin, tarım ve sanayi alanında üretim yapmadan bu iddiayı gerçekleştirmesi tam bir hayaldir. Bu iddianın hiçbir yazılı ve uygulamalı kuralda yeri yoktur. Bu boş iddialarla toplumu yanıltmak, günümüzün moda deyimiyle ülkemizin geleceğine ihanettir. Ülkemizin, akıl ve mantığının kişisel çıkarlardan arınmış bir yönetim kadrosuyla yönetileceği günleri görmek dileğiyle,güzellikler dolu bir hafta diliyorum..

/Sadi SUBAŞI
22 Ekim 2012

Sadece Goller Güzeldi

Öncelikle lig liderinden alınan bir puanı kazanç olarak görmek gerektiğini düşünenlerdenim... Kayseri Erciyesspor bu ligin en çok koşan ekibi olduğunu bir kez daha gösterdi... Elbette çok koşan iyidir demek istemiyorum.... Sahanın her santimetresini kullanabilen, rakibini yıldırtan bir oyun mantalitesini son düdüğe kadar devam ettirdiler... Düdük dedim de, aklıma geldi... Adı Ferdi Uludağ... Hakem diye göndermişler Samsun'a... Mübarek pazar akşamımı zehir etti...

Kafasında saç yok ya, beni de, tribünleri dolduranların da hırstan saçını, başını yoldurmaya yeminli... Görmüştüm de, bu kadarına şahit olmamıştım... Bu acemi mahalle arası maçı bile yönetemez, değil 1. Lig.... Ardı ardına gelen iki gol sonrası ortaya konan şeye futbol demek mümkün değil... İkinci yarıda ki futbol tribünleri uyutmaya yetti... Oysa yediği o saçma sapan gole kadar Samsunspor rakibinden daha üstün gözüktü... Sakar bir görünüm veren konuk ekip savunmasına çok adamla hücum edilebilseydi gol değil, goller üretilebilirdi... Becerilemedi...

Seyrettirilen iki gol de vuruş ustalığı nedeniyle şapka çıkarılacak nitelikteydi... Golcülerin hakkını yemeyelim, yemesine de bu gollere zemin hazırlayan savunmalara birer sarı kart gösterelim... Samsunspor beş haftadır kazanamıyor, sahasında siftahı yok... Beraberlikler takımı oldu, çıktı... Takım buna rağmen beğeniyle izlenecek hüviyette... Artık kazanmak gerekli... Yarım kalmış bir hesabı kapatma adına Denizlispor maçını kazanarak bir bayram hediyesini ziyadesiyle hak ediyor bu taraftar...

22 Ekim 2012 Pazartesi
/Resul AKÇAY

20 Ekim 2012 Cumartesi

Samsun'da Belediyecilik Bu Kadar Yapılabiliyor..

Başka kentlerde görmeniz çok da mümkün değildir; Samsun'da yaşananlar..  Bu özellikler Samsun'a has.. Mesela Samsun'da birden bire beliren Sülün heykelleri, aslan heykelleri ve Amazon Köyü vardır.. Bir efsane olarak Amazonlar'ın Samsun ile ilgisi olduğu öne sürülmüştü, hatta bunları biz de zamanında haber yaptık ama bu kentin 'tarihinde bu kadar öne çıktığını' hiç görmedik..

Atatürk şehri olmak yetmiyormuş gibi Amazon kenti olarak anılması için yapılan 'Amazon Köyü' artık, her gelen konuğa da ballandıra ballandıra anlatılıyor... Ama bakın 2. Uluslararası Canik Sempozyumu'nda konuşan Canik Belediye Başkanı Osman Genç ne diyor.. Biz demiyoruz dikkat edin, AK Partili bir belediye başkanı söylüyor.. Kimlere söylüyor. Amazon Köyü'nü Samsun'a inşaa eden AK Partili Büyükşehir Belediyesi'ni hedefine koyuyor.. Genç, sözü 'Amazon Kenti' yakıştırmasına getirdi ve "Bu kentin tarihinde Amazonlar hiç olmamıştır. Bundan sonra  da olmayacaktır. Bu şehrin tarihi Selçuklulara dayanmaktadır" dedi. Bir de ekledi; Mustafa Kemal Atatürk’ün Kurtuluş meşalesini yaktığı Samsun şehrin önemini unutmayalım. Atatürk Samsun’a tesadüfen gelmemiştir. Tarihimizi iyi araştırıp öğrenmeliyiz.

Samsun 'belediyecilik anlamında' işte böylesine kültür ve tarih konusunda paradokslar yaşıyor.. Tarihi geçmişiyle ilgi ve alakası olmayan minik aslanlar, sülünler, Amazonlar, bırakın muhalefet partilerinin belediye başkanlarını 'AK Partili belediye başkanını bile' çileden çıkarıyor.. Uluslararası bir sempozyumda bunu dile getirerek de 'önemli bir mesaj veriyor'..  Hadi kültür ve tarih konusunda böylesine 'taban tabana zıt fikirler' ortaya çıkabilir.. Ya ulaşım konusunda kaç gündür yaşanan sıkıntılara yanıtlarda 'keşmekeş yaşanması mümkün mü'.?.

Yaşanır, Samsun'da olur bunlar.. Bakın hem de nasıl olur.. Büyükşehir Belediyesi biliyorsunuz Raybüs'ü soktu hayatımıza.. Atakum ve Samsun arasında önemli bir yükü sırtladı aslına bakarsanız.. Aslında ring sistemiyle doğru uygulandığında 'toplu taşımacılıkta' çok önemli bir gelişme.. İş Samsun'a gelince sıkıntıya dönüştü.. Nasıl diye çok aramaya gerek yok.. Her şey ortada aslında.. Hafif raylı sistem 5 dakikada bir geliyor ama otobüslerle yapılan ring sistemi sürekli aksıyor. Vatandaşa çileye dönüyor.. Peki bu konuda yetkili kim derseniz.. O konu tam bir kargaşa.. Vatandaş çile çekiyor SAMULAŞ ile otobüs derneği 'yetkiyi' birbirine pas ediyor.

Samsun Büyükşehir Belediyesi'nin ulaşımı koordine eden şirketi SAMULAŞ açıkladı: Ring taşımacılığında yetki Özel Halk Otobüsçüleri Derneği'nin.. İlginç değil mi?.. Sonuçta bu bir belediye hizmeti, denetim kimde, yetkiniz yok mu diye sorsak, 'neredeyse yok' diyecekler.. Böyle komik bir şey olur mu?.. Ring için o derneği kim görevlendirdi. Görevlendirmeyi yapan 'sorumluluğu da alır', yeri gelirse hesap sorar.. Samsun'da öyle olmazsa, olmaz.. Ona bir şey diyemem.. Çünkü burada çok olmaz iş olur.. Hadi onu bırakın ulaşım sıkıntısını kaç gündür gündeme getiren gazetemize en ilginç açıklama Samsun Özel Halk Otobüsçüleri Dernek Başkanı  Sadettin Başar'dan geldi..

Önceki gün gazetemize dernek adına açıklama yapan Dernek Başkan Yardımcısı Sami Düzenli'nin üyeliğinin geçtiğimiz ay düşürüldüğünü ve yetkisiz olduğunu söyledi.. Düzenli ise, resmiyette hala Dernek Başkan Yardımcısı olduğunu belirtti.. Gördünüz mü.. Siz hiç bu kadar karmaşa içinde karmaşa gördünüz mü?.. Kim yetkili, kim değil, kim sorumlu kim değil. Tarihimiz, kültürümüz, ulaşım hemen hepsi birbiri ne girmiş.. Nereyi tutsan elimizde kalıyor.. Tutma bırak desen vatandaş çile çekiyor.. Şimdi bu çalışma sistemi ve bu enerjiyle Büyükşehir, bütün şehir olacak öyle mi?.. Olur da, nasıl olur Allah bilir.. Çünkü şu üç konuda bile kafam karıştı.  Bir okuyuşta anlamanız mümkün değil gibi görülüyor.. Önemli uyarı:  Lütfen bazı kısımları konunun  başından tekrar okuyunuz..

20.10.2012
/A.YENER CABBAR

Kentesel Dönüşüm Ve Sağlık

Bir  kaç  gündür,  Canik  Belediye  Başkanı  ile  ESM  Başkanının  basın  üzerinden  yaptıkları kentsel  dönüşüm  tartışmasını  izliyorum. Kara/beyaz’dan  öteye  gitmeyen  medyasal  fikir  egzersizlerinin,  daha  4  ay  önce dönüştürdüğünüz  konutlarda  kaybedilen  canlara ve  yakınlarına  traji-komik  geldiğini söylemek  bana  düşmez…

Bu  ülkede  kentsel  dönüşüm  adı  altında  yürütülen  çalışmaların  genellikle  Roman  halkın yaşadığı  yaşam  alanlarının  ranta  açılması  dışında  bir  anlam  taşımadığını  herkes  görüyor. Bu  kentsel  dönüşüm  adı  altında  yapılan  rantın  yeniden  dağılımı  öyküsü  yeni  değildir. Ankara  Dikmen  Vadisinde  RANTSAL  DÖNÜŞÜM’ün  gerçeğini  bu  ülke  uzun  zamandır yaşıyor. Demokratik  katılım  ve  kentin  ortak  aklı  bağlamında,  önümüzde  200  evler  örneği dururken, bu  dönüşüme –yıkıma-  uğrayanların  bugünkü  durumlarını  incelemek,  memnuniyetlerini ölçmek sanırım  ilk  yapılması  gerekendir  diyorum.  Bu  konuda  özellikle  Canik  Kent  Konseyine de  önemli  bir  görev  düşüyor.

Bu  bölgede  yaşayanların –yıkıma  uğrayanların- memnuniyet  indekslerinin, psikolojik testlerinin  yapılması  gerekiyor. Etkin  vatandaşlık  taleplerinden  önce  kentsel  dönüşümü  red  haklarının  anlatılması gerekiyor. Ankara Tabip Odası, Yıkım Tehdidinin Dikmen Vadisi Halkı Üzerindeki Ruhsal Etkileri: Kontrollü Bir Alan Çalışması Son Raporunu   adlı  çalışmanın  bir  benzerini  kent  hekim  örgütü  ve sağlık  sendikaları Canik  bölgesinde  yapmalıdır. Bu  raporun  temel  çıktıları  kent  konseylerinde  tartışılmalıdır.

Raporda, Avrupa’daki kentsel dönüşüm projelerinin uzmanlar tarafından belediye, müteahhit firma ve yerel halkın işbirliğiyle yapıldığı kaydedilerek, “evinin yıkım tehdidi yaşantısı”nın insanların ruh sağlığını oldukça olumsuz etkilediği belirtilmektedir. Dikmen Vadisi halkının sağlıklı bir ruhsal durum olan öz yeterliliklerini koruyabilecek ve yükseltebilecek sosyo kültürel bir yapı oluşturduğu tespit edilerek, hem bireysel olarak ruh sağlığının korunması hem Dikmen Vadisi Kültürünün şimdiki hali ile yaşatılması için devletin tüm kurumlarına önemli roller düştüğü vurgulanmıştır.  Canik  yoksul  halkı  ve  roman  vatandaşların  psikolojik  ve  sosyolojik  sorunları  hakkında neler  yapılması  gerektiğini de  bu  rapor ipuçları  ile  bize  sunuyor.

Ankara Tabip Odası’nın raporunda ifade edilen öneriler arasında, sosyal ve kültürel doku özelliklerinin öncelikli olarak gözetilmesi, fiziksel ve sosyal bütünlüğünün bozulmayacağı “Yerinde Islah” projelerinin hayata geçirilmesi gerekliliği vurgulanarak, her durumda yöre halkının “barınma hakkı”nın tanınması, karşılanması isteniyor.  Gecekonduda yaşayanlara yönelik “varoş”, “terörist”, “rantçı” ve potansiyel suç mahalleri gibi etiketlemelerle ve her türlü olumsuz tutumlarla kent yaşamından dışlayan ve ötekileştiren anlayışın yıkılması için çaba gösterilmesi önerilen raporda, zaten yoksul olan gecekondu insanının kaldıramayacağı ek parasal yük getiren uygulamalardan kaçınılması gerektiği tespiti yapılıyor.

Raporda, yeni imar sürecinde işgücünün olabildiğince bölgedeki işsiz insanlardan sağlanması, bölgenin doğasına zarar vermeden olumsuz fiziksel koşulların ıslahı ve ilave yeşil ve ağaçlıklı alanların sağlanması önerileri de sunuluyor. RAPORDA, Kentsel Dönüşüm projelerinin 1980 sonrasında ilk kez Ankara Büyükşehir Belediyesi tarafından Dikmen Vadisi ve Portakal Çiçeği Vadisinde kamu kesimi-özel sektör işbirliği ile belediyenin resmi yapısı dışında oluşturulan şirketler eliyle gerçekleştirildiğine dikkat çekilerek, şöyle devam ediliyor:

“Dönüşüm projelerinin sosyal içerikli olarak uygulandığının iddia edildiği bir dönemde bile kamu kesimi özel sektör ortaklığı sermaye aktarımının bir aracına dönüşmüş ve gecekondulunun başka alanlarında rant yaratmak üzere yeniden sürülmesine neden olmuştur. 4. ve 5. Etap kentsel dönüşüm projeleri, gittikçe kent merkezlerinde kalan ve yoksul yurttaşların yaşam alanları olan gecekondu bölgelerinde ortaya çıkan ranta el koyma süreci olarak adlandırılabilir.

Kentsel  dönüşüm  bir  anlamda  yoksul  yerleşim  yerlerine,  sermaye  birikimi adına kapitalin el  koymasıdır.. Italo  Calvino,  Görünmez  Kentler  adlı  eserinde:  ‘’Doğruyu bulmak  için  kaybolmak  gerekir… Labirent,  içine  giren  kaybolsun  ve  dolaşsın  diye  yapılır. Ama  labirent,  o  aynı  kişiyi,  yeni bir  plan  çizmesi ve  labirentin  gücünü  yok  etmesi için  bir  başkaldırıya da  dönüştürür. Bunu başardığı  takdirde  insan  labirenti  yıkacaktır: onu  boydan  boya  geçen  biri  için  labirent yoktur.’’  der. Tam  da  bu  noktada  kentsel  dönüşümü  kavramsal  ve  sosyolojik  olarak  analiz  ediyordum. Kentsel  dönüşüm. Reform, Değişim,  Devrim  niteliğinde  yenilikler.. Küreselleşme  ve  neoliberalizmin  son  yıllarda  çok  kullandığı  kavramlar. Sağlıkta  Dönüşüm  Programı,  Eğitim  Reformu… Asıl  olan  yeni  piyasa  alanları  tanımlayabilmektir. Ve  tabii ki  rant  alanları. Küreselleşme,  kentte  alınıp,  satılabilen  bir  meta  olarak  bakar. Önemli  olana  kentsel topraklardan  çok  kar  etmektir. Amaç  kar  olunca, kentte  yaşayan  yoksulların  sosyal  ve kültürel  yaşamaları  öncelenmez

/Cem ŞAHAN
20 Ekim 2012

18 Ekim 2012 Perşembe

Büyükşehir Bu Haliyle 'Bütün Şehrin' Altından Kalkamaz..

Mecliste Büyükşehir Belediyeleri'nin 'Bütün şehir kapsamına dönüştürülmesini' ön gören yasa tasarısı tartışıla dursun.. Aslında asıl mesele 'küçük beldelerin kapatılması filan da değil'.. Hatta ilçelerin, bir çok mevzuatta Büyükşehir Belediyesi'ne bağlanması da sorun olmayabilir.. Sorunun büyüğü, Samsun gibi hizmette kusurları bulunan Büyükşehir Belediyeleri böyle bir kapsama hazır mı..? Geçtiğimiz günlerde AK Parti İl Başkanı Fuat Köktaş'ın bir açıklaması vardı. Hizmette koordine olacak diyordu.. Doğru..

Örnek olarak gösterdiği yerde İstanbul Büyükşehir Belediyesi'ydi..  İstanbul'da 15 milyona yakın insan yaşıyor ama metrobüsler, metrolar ve trenlerle 'toplu taşama araçlarına binenler' trafik sorunu yaşamadan gidebileceği yere ulaşıyor.. İstanbul'da Anadolu yakasından Söğütlüçeşme'den metrobüse bin, Avrupa yakasında iki durak sonra aktarma yapmak için ring otobüslerini beklemene gerek yok.. Anında 34 numaralı metrobüsler yanaşır ve Avcılar'a kadar hatta İstanbul Bütün şehir’in son noktasına kadar 'sorunsuz gidebiliyorsun'..

Ya Samsun'da nasıl bu durum.. Raylı sistemden in.. ve durakta kal.. Bekle ki gelsin ring otobüsü.. Yarım saatte mi gelir, 45 dakikada mı, bilinmez.. Yani belli bir saati yoktur.. Vardır diyenler gelsin Pelitköy'e ulaşsın bakalım ulaşabilirse.. Dün arkadaşlar vatandaşlardan gelen bir şikayet sonrası Beypınar ve Balaç mahallerine YAPILMAYAN otobüs seferlerini yerinde görmek için şikayet eden vatandaşların9 olduğu yere gitti.. Yollarda ne çalışma var, ne de trafik kapalı..

Ama özel halk otobüsleri iki üç aydır, yol çalışması var diye hizmet vermiyor.. Atakum ilçesinde toplam bin 500 nüfus bunuluyor; Beypınar ve Balaç mahallelerinde.. Yörede yaşayanlar Pelitköylüler gibi otostopçu olmuş resmen.. Çaresiz vatandaş başka bir hattan evine varmak istiyor o da 'iki kilometre geride bırakıyor'.. Nasıl gidecek evine; otostop yaparken.. Üstelik Özel Halk Belediye Otobüsleri Derneği yöneticilerinin yol çalışmasının bittiğinden haberi bile yok.. Arkadaşlarımıza "Biz yol çalışması var biliyorduk" diyorlar..

Şimdi Samsun Büyükşehir Belediyesi daha kentte ulaşım sorununu çözememişken, aynı belediye ilçelerdeki ulaşım sorununu nasıl çözebilecek.. Bütün şehir ile uğraşacak enerjileri var mı sizce.. Kentin içinden akıp denize gitmesi gereken dereleri daha ıslah etmemişler.. Yağmur suyunu denize vermeyi beceremediler.. 14 can verdi bu kent sele.. Sanki; Nil Nehri'nin kenarında yaşayan göçebe toplulukların bulunduğu yer Samsun..

Büyükşehir ve Bütün şehir olmaya aday metropol illerden biri.. Ama halen mega köy bakış açısıyla yönetilmeye çalışılıyor.. Makyaja gelince var, gerçek hizmete gelince, "Böyle yağmur görmedik" deyip çıkıyorlar işin içinden..  Yol boyunca çiçeklerle gözlere hoş görünmek yerine, görmediğimiz yerin altından suyu denize akıtabilseler, hizmet etmiş olmuyorlar mı?..

Ama aslanlar, sülün heykelleri ve Amazon Köyleri varken, sıra ancak acı tecrübelerle gerçek hizmetlere geldi.. O yüzden de Atakum'da şimdi tek şeritten araç trafiğine izin verilebiliyor.. Ve o  yüzden bir hemşire adayı bir otobüsün altında kaldı.. Samsun Büyükşehir Belediyesi bugünkü yönetim şekliyle Bütün şehir'e dahil edilirse, ilçelerin beklediği hizmetleri siz düşünün artık.. O nedenle Bütün şehir elbette olsun.. Hizmette koordine elbette yapılsın.. Bunlar 'koordine edebilenler için' bir bütünlük oluşturabilir.. Ama böyle değil.. O işi üstlenecek değil, yapabilecek, hayata geçirebilecek, yöneticilerle mümkün olabilir diye düşünüyorum.. Ayinesi iştir kişinin lafa bakılmaz..

18.10.2012
/A.YENER CABBAR

16 Ekim 2012 Salı

Ulubay'ın Hayvanları 'Uruguay'dan Mı Geldi'...

Hayvan Hakları Konferansı’na ev sahipliği yapan Samsun'da ilginç şeyler oluyor.. Herhalde 25 ilden Samsun'a gelen HAYTAP temsilcileri hayvan severler, Samsun'a gelirken böylesine 'absürt bir durumla' karşılaşacaklarını hayal bile etmemişlerdir.. Konferansa katıldıktan sonra kentin tarihi ve turistik yerlerini gezecekler, sonra da Büyükşehir Belediyesi'nin yaptırdığı “Güçten  Düşmüş Sahipsiz Hayvan Bakım Merkezi”ni gezecekler 'övgüler yağdırıp, mutlu mesut Samsun'dan ayrılacaklardı..

Mutlu mesut ve gezi kısmı tamam da, Samsun'da bazı hayvan severlerin farklı bir gündemi var, il dışından gelen ve bizim bürokratların 'mutlu mesut olsunlar' diye geziden geziye koşturdukları hayvan severlerin gündemi çok başka.. Konferansı yaptılar, o akşam Samsunum1 Gemisi ile deniz sefasını da sürdüler ama Samsun'da aynı gün, bazı hayvan severler kendi derdine düşmüştü..

Bir hayvana yapılan kötü muamele nedeniyle tartışması nedeniyle Samsun Hayvanları Koruma Derneği Başkanı Hümeyra Ulubay, 'yanık yanık' facebook'tan bağırıyordu.. '2400 lira para cezası nedeniyle hapse gireceğim. Lütfen hayvanlarıma bakın, ölmesinler" diye haykırırken, nedense Samsun'a 25 ilden gelen hayvan severler, "Oh oh Samsun'da düşkün hayvanlar, sokakta kalmayacak diye methiyeler diziyordu'..

Oysa, kendileriyle aynı duyguya sahip olan ve Samsun'daki düşkün hayvanlar için kendini paralayan, bırakın barınağı evinde 30'un üzerinde düşkün hayvan bakan Hayvan sever Başkan Hümeyra Ulubay hapse gidecek kimse 'tık' demedi.. Allah'tan, bizim gazete ve Atakum Belediyespor Başkanı Hayri Endönmez devreye girdi de, Ulubay hapse girmekten kurtuldu..

Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, kaç gündür çok yoruldu..  Gündüz HAYTAP'ın konferansına katıldı, gece de gemide deniz gezisi yaptırdı.. Samsun'da hayvan sever Hümeyra Ulubay'ın cezaevine gideceği ve hayvanlarına bakacak birilerini aradığı günlerce basında yer almasına rağmen, 'Sevaptır, yardımcı olalım, o hayvanlara' demedi ama Samsun'daki düşkün hayvanlara yaptığı barınağı il dışından gelen HAYTAP üyelerine bizzat kendisi gezdirip, efor harcadı..

Hatta orada söylediği sözler öylesine ilginç ki; sokak hayvanlarına bakım evi projesinin sadece bir sosyal sorumluluk projesi olmadığını, manevi yönden baktığını belirtip, "Muhtaç, ilgiye sevgiye ve bakıma muhtaç yüzlerce hayvana bir el uzatılmasının her şeyden önce büyük bir sevap olduğunu düşünüyorum" dedi. Keşke, basın bürosu günlük gazeteleri okuyup, kendisine '30 kadar hayvanın sahipsiz kalacağını, onlara sahip çıkmanın da sevap olduğunu'  hatırlatabilseydi..

Çünkü başkanın HAYTAP ile yoğun bir çalışma programı vardı üstelik. Yerel basına bakma fırsatı olmamış olabilir.. Hayvan sever Başkan Yılmaz hem 'bir başka sevaptan' mahrum oldu, hem de HAYTAP üyeleri kentte yaşanan paradoks karşısında sanırım şaşkına dönmüştür.. Ama belki onlar da yoğun gezi programından 'olayın farkında değildir' diyeceğim ama 'günlük yerel gazetelere' en azından haberlerimiz çıktı mı diye bir göz atma imkanı bulmuş olmaları lazım.. İşin aslı, günlerdir Samsun'da bu olay gündemde dururken, Atakumlu futbolcuların bile idmanlardan fırsat bulup, yardım için aralarında para topladığını ve Ulubay'ın para cezasını ödediklerini düşünürsek, bu vurdumduymazlığa söyleyecek söz bulamıyorum..

Sanki Samsun'daki kasabın, bakkalın, çöp kutularının köşelerinde duran hayvanları 'bizim hayvanlar da', Hümeyra Ulubay'ın cezaevine giderse bakıma muhtaç olacak hayvanları "Uruguay'dan gelen anguslar".. Ama sanırım HAYTAP temsilcilerine en güzel yanıtı bugün Hümeyra Ulubay verecek.. Para cezasını ödeyeceği adliyenin önünde, 'Yavrularım kimseye muhtaç kalmayacak' diyecek.. HAYTAP'lılara gelince; Ben onları anlamadım. Hayvanlara sahip çıkabilmek için il il dolaşırken, hayvan sevmek adına her şeyini, hatta özgürlüğünü bile ortaya koyan 'bir can dostu insana' karşı nasıl böyle duyarsız kalabildiler acaba.. Bürokratlarımızın eşliğinde 'Özel Samsun gezisini' unutmazsınız umarım..  Güle güle…

16.10.2012
/A.YENER CABBAR

Samsun’un Manevi Mimarlarından Açıkbaş Ömer Efendi

Canik Belediyesi ile Çevre Eğitim ve Yardımlaşma Derneği’nin organizesi ile geçtiğimiz pazar günü Canik Kültür Merkezi’nde  “SAMSUN MANEVİ BÜYÜKLERİNİ YÂD EDİYOR” konulu bir programla Samsun’da AÇIKBAŞ ÖMER Efendi olarak bilinen Ömer Şevki Altuniç anılmıştır.

Fevkalade bir program organize edilmiş ve alanında uzman kişilerden oluşan panelistlerle konu gerçekten seçkin bir toplulukla paylaşılmıştır. “Açıkbaş Ömer Efendi olarak bilinen Ömer Şevki Altuniç, Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde yetişen âlim ve veli şahsiyetlerden biridir.

1877 ( PANELİSTLERDEN BİRİNE GÖRE 1295/ 1880) yılında Artvin-Salkımlı’da  (Tolgov) Mustafa Efendi ile Havva Hanımın çocukları olarak dünyaya gelmiş, doğumundan bir sene sonra ailesi Rus işgali sebebiyle Samsun’a göç etmiştir. “Karakullukçuoğlu” olarak anılmalarına rağmen soyadı kanunundan sonra aile “Altuniç” soyadını almıştır. Çok iyi derecede Fransızca bilen Açıkbaş Ömer Efendi, Fransızca ve edebiyat öğretmenliği yapmış, hayatını Samsun’da geçirmiş ve burada Hakk’ın rahmetine kavuşmuştur.

Tasavvufi hayatı Ahmed Ziyauddin-i Gümüşhanevi’nin halifelerinden Hacı Ferşad Efendiye intisabı ile başlamıştır. Tekke ve zaviyelerin kapatılmasıyla açıkça yürütemediği hizmetleri için bilhassa Fener’de bulunan sebze bahçesindeki evini kullanmıştır. İl dışından gelen talebelerine zor şartlarda tasavvufi eğitim vermiş, onların yetişmesi için öğretmenliği bırakmıştır. Geçimini sağlamak için meyve ve sebze komisyonculuğu yapmış, Samsun’da ticari hayatın şekillenmesine, Kasaplar Caddesi’nin ticari bir merkez olmasına büyük katkıları olmuştur.

Kendisinden sonra hizmetleri sürdürmesi için yerine Amasya-Suluova’da bulunan Sulucalı Ali Efendi şeklinde anılan merhum Ali Galip Yücel Efendiyi görevlendirmiştir.

 25 Aralık 1950’de 74 yaşında iken Hakk’ın rahmetine kavuşan Ömer Şevki Efendi, İlkadım sınırları içerisinde bulunan Seyyid Kutbuddin mezarlığına defnedilmiştir.” Fiili organizasyonu üstlenen Çevre Eğitim ve Yardımlaşma Derneği yöneticilerine teşekkür ediyor, kutluyor ve bu minval üzere çalışmalarını ve Canik Belediyesi’ nin de teşvik ve katkılarını bekliyoruz. Selam ve sevgi ile…

16.10.2012
/Mustafa GENÇ

15 Ekim 2012 Pazartesi

Canik’te Yeniden

“Canik’te yeniden” diyoruz. “Canik yeniden” demiyoruz. Nedeni ise Canik’in, Belediye Başkanı Sn. Osman Genç tarafından gerçekten“ yeniden” inşa edilmiş olmasıdır. Seçildiği zaman makam arabasının patlayan lastiğini kefil ile yaptırabilen bir belediye başkanı, nasıl yaptı ki, yönettiği ilçeyi sosyal ve ekonomik yönden bu şekilde dönüştürmüş olabilsin? Bu dönüştürme çalışma ve başarıları bizce üniversitede en azından bir Yüksek Lisans Tezi’nin konusu olmalıdır.

Başarılı işadamlarınının başarı öyküleri, mevcut ve gelecek işadamlarına  “model” oluşturmak için yayımlandığı gibi, buradaki başarının dayanakları da anlatılmalıdır. Sosyal ve ekonomik dönüştürme çalışmalarına pekâlâ model oluşturabilir. Bunun için en azından bir “ TEZ’in” konusu olabilir diyoruz.

Bugün bizim üzerinde durmak istediğimiz konu aslında bu değildir. Ancak yazımızın başlığını da izah etmek durumundaydık. Türkiye’nin en büyük ve en modern Anadolu İmam-Hatip Lisesi’ni Canik’te açma girişimleri olmuştur. Elde olmayan bazı nedenlerden dolayı çalışmalar biraz sekteye uğramıştır. Ama hiçbir zaman bu sevdadan vazgeçilmemiştir. İmam- Hatip davası bir sevda olduğu kadar aynı zamanda milli ve dini bir amaçtır.

Bin yıldır milletin uğrunda canını feda ettiği dinin modern bilimle birlikte öğretildiği mekanlardır bu okullar. Milletimizin bu okullara rağbeti hep bu duygularla olmuştur. İslam dini bu milletin en önemli ve vazgeçilmez harcıdır. Bu duygularla Canik’te yapılması planlanan Mehmet Akif Ersoy Anadolu İmam-Hatip Lisesi Yaptırma Derneği’nin ikinci olağan kongresi yapılmıştır.

İmarda yerini Anadolu İmam-Hatip Lisesi olarak tahsis eden  Sn. başkanın, yine hiç eksilmemiş destekleriyle inşallah Türkiye’nin en modern ve en büyük Anadolu İmam- Hatip Lisesi  yapılacaktır.
Şimdiye kadar emeği geçen herkese Samsunluların ve tüm dünya Müslümanlarının teşekkür borcu vardır. Bayrağı devralan yeni yöneticilere de başarılar diliyoruz. Evet, “Canik’te yeniden” diyoruz. Selam ve sevgi ile…

15.10.2012
/Mustafa GENÇ

11 Ekim 2012 Perşembe

Samsun Müftüsü’nün İsimler Sözlüğü

“Lûgat, bir isim ver bana halimden; Herkesin bildiği dilden bir isim!” Bediüzzaman’ın kelimelerin köklerini ve ebced değerlerini gösteren bir sözlük yazma isteğini ‘ömrüm vefa ederse’ kaydıyla ifade ettiğini okumuştum..  Necip Fazılın “lügatin deniz manasına geldiğini öğrendiğimden beri daha fazla sahile iniyorum” ifadesi ile Bediüzzaman’ın isteğini birlikte düşünelim..

Lügat sözcüklerin içine tıkıştırıldığı bir kutu gibidir ama içindeki sözcükler donuk, mekanik birer kalıp değillerdir. Lügat açıldığında yüzünüze bir deniz ürpertisi vursa gerektir; öyle hissetmek, öyle yaklaşmak gerektir kitaba.. Tıpkı denizdeki dalgalar misali oynayan, hareket eden, kıyıya vuran, derinliği ve de karanlığı, gizemli yanları hatta yosun kokusu ve de dokusu da olan mefhumlardır..  Demek istediğim işimize uygun bir kelimeyi vidaya somun uydurur gibi lügatin içinden çekip alarak meseleyi halledeceğimizi zannetmek işin kolayına kaçmaktır.. Hata payı vardır..

"söyleyin, söyleyin, ben miyim yoksa,
arzı boynuzunda taşıyan öküz?
belâ mimarının seçtiği arsa;
hayattan mühacir; eşyadan öksüz?"

Bu şiiri okuyanlar derler ki, hala dünyanın öküzün boynuzları üstünde durduğuna inanan kaldı mı, böyle yobazlık olur mu? Halbu ki, gerçek tek boyutlu değildir.. Tıpkı bir derede iki kere yıkanılamayacağı gibi, aynı kelimelerle de iki kere aynı cümle kurulamaz..

Kar tanelerinin melekler tarafından yere indirildiğini ve bu sebeple birbirlerine değmediklerini biliyor (inanıyor) olmalısınız.. Tasavvuf kitaplarında da âlemlerin- feleklerin nasıl kurulduğuna yönelik şemalar (proje) vardır. Bu şemalarda arzı meleklerin taşıdığını görebilirsiniz.. Ve öküz İbranicede melek anlamına gelmektedir.

Samsun Müftüsü’nün isimler üzerine yaptığı açıklamasından sonra Twitter’dan bir mesaj: “Samsun Müftüsü Hayrettin Öztürk e naçizane cevaptır.. Saygılarımla

Dil bilgisi ders 1:  

Aleyna "bize ait" demektir. إِنَّ عَلَيْنَا لَلْهُدَى (İnne aleynâ lel hudâ)
Senem ise arapça değil farsça anlamında isim olarak kadınlara verilir. Yani Arapça anlamı olan "put" anlamında değil "güzel kadın" anlamında kızlara bu isim verilir.

Bekir ismine gelince. Her kelimede olduğu gibi Bekir sözcüğü de ARAPÇA birçok anlama gelir deve yavrusu demeden önce bunu da bilmek gerekir. Bekir'in anlamları: 1. Sabahları erken kalkmayı alışkanlık edinen kimse, 2. Yeni doğmuş. 3. Öncesi, İsmail’i zümresine ait büyük bir Arap kabilesi...
 Şimdi Diğer melek isimlerine yorum yapmayacağım. İnsanın iki kelam ederken 2 gram da bilgisi olması gerekir.  Öyle her bilgiye atlamadan iyice araştırması gerek.

 Mesela Kezban'ı hep yalancı manasına anlayan müftümüz, Kur'an'daki "tükezziban" ile karıştırmış işi... Çoğu kimse Farsçadaki "ev hanımı" manasına gelen "Kedban"dan alınma "Kezban"ı, Arapçadaki 'yalanlayan' manasına gelen tükezziban'dan alınma sanır..!! Halbuki "keziban" ismi "ev hanımı" manasına gelmektedir.” Ayşenur YAZICI

Diyanet İşleri Başkanı’nın Müftümüzü eleştirmesi ve eleştirirken Alem kelimesinin argo anlamıyla da kullanılıyor olmasını örnek olarak vermesi hem ani bir refleksle işin içine daldığını ve de vaziyete hakim olmadığını göstermiş oldu.. Hem müftümüze hem de Diyanet İşleri Başkanı’na bu işin dini olmadan önce linguistik bir mesele olduğunu hatırlatmak da fayda görüyorum..  Yazarımız Dursun Ali Tokel’in meseleyi izaha kavuşturmak için yazısını hadislerle tahkim etmesi meselenin dini boyutu olduğunu da gösteriyor elbette..

Ama unutulan şu ki, bu gibi mevzularda kelam oynatmak için, dilleri iç içe geçmiş bir sistem olarak değerlendirebilmek ve  niteliğini, yapısını, birimlerini ve dönüşümlerini incelerken diller arası geçişlerdeki değişimleri de göz önüne almak gerekiyor.. Bakın meselenin, coğrafi, tarihi ve antropolojik birer yanlarının olduğunu da söylemiş olduk..

11 Ekim 2012
/Recep YAZGAN

10 Ekim 2012 Çarşamba

Ah Müftü Bey Ahh!...

Diyanet İşleri Başkanı bizim müftüye, “Bunu düşünmek abesle iştigaldir” diyor. Bizim müftünün basın çalışanlarının sorusuna karşılık yanıtladığını iddia ettiği konudan bahsediyorum. Müftümüz ne demiş:
“Aileler çocuklarına Kur'an’dan isim koymak isterken ismin anlamına çok dikkat etmeliler.” Çünkü bizim müftü; anlamları bilinmeden isim verildiğini söylüyor. Haklı da. Sonra isim örnekleriyle devam ediyor… Orada baltayı taşa vuruyor.

Sametler, Aleynalar, Kezbanlar, Bekirler, Rumeysalar, Hüreyreler, Kayralar, Resuller, Laralar, İlaydalar,Jülideler, Alaralar  isyanda… Ailelerde infial yaşanıyor. Sözlüklere sarılanlar, bayılanlar, ayılanlar… Diyanet İşleri Başkanı da yazının ilk cümlesindeki ifadesiyle bizim müftüyü uyarıyor. Hoş, üç beş ay öncesine bakılırsa “İftardan sonra sigara içmenin içki içmekle aynı olduğunu, 40'lı yıllarda Kur'an’ın yasaklandığını” söylediğinde; ilk o zaman “müftü bey neyle ilgileniyor” diye düşünmüştüm.
Meğerse bizim müftü “abesle iştigal” ediyormuş. En azından bunu anladık.

Bizim müftünün açıklamaları bir yana, son zamanlarda bazı bürokratların açıklamalarına dikkatinizi çekmek isterim. Bu bağlamda daha dün Diyarbakır Emniyet Müdürü’nün açıklamaları oldukça çarpıcı nitelikte. “Dağda ölen teröriste ağlamayan insan değildir.” Bu ifade, sanırım çoğunluk tarafından yadırgandı. Çünkü ilk kez emniyet teşkilatının üst düzey bir bürokratından, alışmadığımız nitelikte bir açıklamaya şahit olduk. İktidardan ise bu açıklamaya “içeriğini müdürün şahsına atfetmek suretiyle”   “temkinli” ama “açık” bir destek geldi.

Bir bürokrat çıkıp da Türkiye’nin en hassas gündemiyle ilgili böyle açıklamalar yapabiliyorsa, buna  “kendi vicdanında gelişen bir duruş” diyebilmek saflık olur. En azından bugünkü Türkiye’de bunun değişmediğine kesinlikle eminim. Bu olsa olsa siyasi iktidarın daha öncesinde de olduğu üzere, toplumda hassasiyet gösteren konulardaki birtakım kararlarını, kendisini ortaya koyup riske etmeden, bürokrasi aracılığıyla kamuoyuna ulaştırması hadiselerinden biridir. Yoksa Emniyet Müdürü kendi başına çıkacak, konuşacak; o biraz zor. Peki, buna destek veren bir iktidarın  “Yolda karşılaştıkları teröristlere sarılanları hainlikle suçlaması” bir çelişki değil midir?  

Son otuz yılda yaşanan acıları bir kenara atıp, birarada yaşayabilmenin yolunu açmak adına insani duygularımızı sınamaya başlayacaksak eğer sormak gerek: Ölenin arkasından ağlamak mı? Yoksa dirisine sarılmak mı daha insanidir? Çelişkilerin olduğu bir yoldan doğru yere varabilmek mümkün değildir.

/Dr. Murat ERKAN
10.10.2012

Sen Köy Görmemişsin Muhterem

“Samsun CHP döneminde köydü” diye buyurmuş muhterem. Yusuf Ziya Yılmaz döneminde Sahil Kenti yapıldığını söylemiş. Ak Parti’nin Yerel Yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hüseyin Tanrıverdi öyle bir laf etmiş ki; Zannımca bu lakırdı Tanrıverdi’nin boyunu aşmış biraz. “Samsun CHP döneminde köydü” diye buyurmuş muhterem. Yusuf Ziya Yılmaz döneminde Sahil Kenti yapıldığını söylemiş. Siyasetçidir, bu muhteremler ağzına geleni söylerler.  Söyledikleri sözün nereye varacağını pek düşünmezler.  Moral verecek ya partililerine. Şimdi ben Bay Tanrıverdi’ye şunu sormak isterim.  Samsun’u mamur ettiğini söylediğin Yusuf Ziya Yılmaz’ı partisi bir kere daha aday gösterecek mi?

Ki Sen Yerel Yönetimlerden sorumlu Genel Başkan Yardımcısısın. Hafta sonu yapılacak kongrede hala o görevde kalabilirsen ki; umarım ve dilerim koltuğunu korursun. Kudretinle onu sağla o vakit. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanlığı koltuğu!  Bir de Bütünşehir olursa ki; öyle gibi de görünüyor.  Bakanlarda o yetki ve güç olmayacak belki.  O koltuk için kimler ne planlar yapıyor. Bunu en iyi bilenlerden olmalısın. Haa!

Yusuf Ziya Başkana giderayak moral veriyor olabilirsin. Ona birşey söylemem. Ve bu sözü öylesine laf olsun diye söylemişsen ona da birşey demem. Ama iddialıysan bu mevzuda sana şunu söylerim.  Muzaffer Önder Rahmetli SHP’den seçilmişti, yeniden açılınca da CHP’ye geçmişti. 10 Yıl Başkanlık yaptı, Belediye onun görevde olduğu dönemde Büyükşehir olmuştu.  10 Yıl boyunca Samsun’u hiç sel almadı. Binaların alt katlarını da su basmamıştı hiç.  Yağmur suyunu rahatlıkla denize ulaştırıyordu Samsun o dönemlerde.  

Bak senin Sahil Kenti diye övgüler yağdırdığın Samsun’da bu yıl iki kere üst üste sel felaketi yaşadık.  Milyarlarca lira zarar var.  En önemlisi de 14 can verdik biz sel suyuna.  Samsun eskiden köymüşte devri iktidarınızda sahil kenti olmuş öylemi? Bay Tanrıverdi size bi önerim var. Bu açıklamalarınızı bi de BEDİRHAN’ın anacının yüzüne söyle. O acılı kadın, “Haklısınız beyefendi” derse. Bu yazdıklarım nedeniyle sizden özür dilemeye hazırım.

/Ragıp GÖKER
10 Ekim 2012

8 Ekim 2012 Pazartesi

Toplumsal Yozlaşma Ve Kültürel Çöküş

Eğer bir toplum geçmişini arar hale gelmişse o toplum da çağdaşlaşma adına çok ciddi sorunlar demektir. Üzülerek söylemek gerekirse, bizim toplumda eskiyi arar hale gelmiştir. Çağdaş toplumlar zaman içinde kendini daha da geliştirir ve birlikte yaşamı kolaylaştırır. Bunu başaramayan toplumlar için ise, çağdaş tanımlamasını kullanamayız. Ülkemizde yaygın kanı, bu tür sorunların eğitimle çözülebileceğidir. Oysa bu tezin ülkemiz için çok da geçerli olduğunu söyleyemeyiz. Çünkü ülkemizin eğitim alanında geçmişine göre yüzeysel de olsa ilerlemediğini söylemeyiz. O zaman sorun nerede? 

Bu konuda ki sorunların başında ülkemizde ki eğitimin uygulamalı yapılmaması ve ezberciliğe dayanması gelir. Bizim toplumun bir başka sorunu ise, çağdaşlaşma adına eğitimin kültürel birikimlerle yeterince desteklenememiş olmasıdır. Kısacası, bir toplumun birlikte yaşamasını kolaylaştıran çağdaşlaşmanın gelişebilmesi için eğitim seviyesinin yükseltilmesi yanında, gelenek ve göreneklerinin korunarak kültür seviyesinin yükselmesine gereklidir. Kültür, bir toplumun tarihsel süreç içinde ürettiği ve kuşaktan kuşağa aktardığı her türlü maddi ve manevi özelliklerin bütünüdür.
  Bu pencereden bakınca, ülkemizde uygulamalı bir eğitimin olmadığını ve kültürel yapısının da giderek yozlaştığını ve geleneklerinden uzaklaştığını görürüz. Gerçekten de geçmişe bakınca içimizi burkan bir tabloyla karşı karşıya kalırız.

Cumhuriyetin ilanı ile başlatılan ve eğitim alanında devrim sayılan uygulamalı eğitim sistemi ile akıl almaz işler başaran “KÖY ENSTİTÜLERİNİ” kapatmışız.  Çoğu aramızdan ayrılan ve yaşayanlarının da emeklilik dönemin de olduğu bu enstitülerde yetişmiş öğretmenleri yakından tanıdığınız da, günümüz öğretmenleri ile arasında ki farkı görüyorsunuz. 1950 sonrasının çok partili döneminin yaptığı en büyük yanlış, Köy Enstitüleri kapatmak olmuştur. Bu kararla Türk Eğitim Sistemi çökmüş ve okullarımızda ezbere dayalı bir eğitim dönemi başlamıştır. 1970 e kadar o dönemin etkisinde yetişen öğretmenler eğitim yanında öğrencilerine yaşamsal kuralları da öğretirlerdi. Derse giren öğretmenlerin bir çoğunun derslerin ilk on-onbeş dakikasını çağdaş yaşam öğütlerine ayırdıklarını çok iyi hatırlıyorum. O günlerde dinlediğim bir çok öğütün ilerde bana ışık tuttuğunu biliyorum.    Günümüzden bazı örneklerle geçmişin örneklerini karşılaştırmak istiyorum.  O dönemin ilkokul öğretmenleri sınıfını bir yere götürmek üzere sokakta öğrencilerinin başında yürürken cenaze konvoyu ile karşılaşınca, öğrencilerine cenaze konvoyunu önlerinden geçene kadar selamlanmasını uygulamalı olarak öğretirdi. Bu gün ise, öğretmen öğrencilerini karşıya geçirmek telaşıyla bırakın selamlamayı öğretmeyi, cenaze konvoyunun önünü kesebilmektedir.

Yine günümüzde okullara trafik dersi konmasına rağmen üzerlerinde ki önlüklerden öğrenci olduğu belli olan gençler kavşaklarda kırmızı ışığa rağmen  canlarını da tehlikeye atarak karşıya geçmeyi göze alabilmektedirler. Ne yazık ki, bugün toplumumuz da ne büyüğe saygı, ne de küçüğe sevgi gösteren kalmıştır. Araç kullananların da ne yayaya, ne de diğer araç kullanan saygısı kalmamıştır. Böylesine olumsuzlukların yaşandığı ortamda toplumsal huzur ve barıştan söz edilebilir mi? Yine üzülerek söylemek gerekirse, eğitim alanında olduğu gibi kültürel yapımızda ki çöküş de sürmektedir.

Bu konuda toplum çok da suçlanmamalıdır. Çünkü 1950 den sonra bu ülkeyi yönetmeye talip olan siyasetçilerin eğitimi yaz boz tahtasına çevirdiği, hemen her kademede ki sınavlar da yolsuzluğun olduğu ve bunlaın adeta örtbas edildiği bir ülkede, eşit ve kaliteli eğitimden nasıl söz edebilirsiniz? İki aylık kurslarla öğretmen yetiştirerek öğretmen açığının kapatılmaya çalışıldığı ve günümüzde de, okullarını bitiren öğretmenlerin atamasının yapılamadığı plansız, programsız eğitim politikaları ile bu yozlaşmanın önüne nasıl geçilebilir?

Kültürel değerlere yeteri kadar önem vermeyen, hatta daha da ileri giderek heykellere tüküren ve yıktıran, tiyatrolarını siyasi vesayet altına almaya çalışan siyasetçilerle çağdaş yaşam ortamı nasıl yakalanacaktır?

ÇÖZÜM;
Donanım olarak yapılan iyileştirmelerin yanında, eğitimi daha da geriye götürecek dayatmalardan ve ezbere yönelten sistemlerden vaz geçilmelidir. Çocuklarımıza geleneklerimizin, örf adetlerimizin öğretileceği, Köy Enstitülerinin günümüze uyarlanmış modeli esas alınarak uygulamalı eğitim sistemine geçilmesi ile daha birikimli ve eğitimli bir kuşak yaratabiliriz. Cumhuriyet Dönemiyle birlikte Mustafa Kemal Atatürk tarafından başlatılan kültür seferberliği örnek alınarak çağdaş  kültürel etkinlikler öne çıkartılmalı ve bu yönde çok titiz bir çalışma dönemine girilmelidir.

Unutulmamalıdır ki, kültürel değerlerle desteklenmemiş, uygulamalı eğitim yerine ezberciliğin desteklendiği modellerle çağdaş yaşama ayak uydurmamız olanak dışıdır. Bu sistemler yerine ezberciliği destekleyen sistemlerde ısrar edildiği sürece, verilecek eğitimlerle dünya görüşüne uzak, çok yönlü düşünemeyen tek tip insan modelleri yetiştirmeye devam ederiz. Bu yaklaşımlarla da çağdaş bir yaşamı, toplumsal barışı yakalamamız hayal olur. İyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
08 Ekim 2012