20 Temmuz 2007 Cuma

Karadeniz Neden Karadeniz?




"Oy deniz Karadeniz,
Neden suların Kara?"
(Eski bir Karadeniz türküsünden)
 /Yaşar Karaduman
12000 yıl önce buzul kütleleri erimeye, okyanuslar ve denizlerdeki su seviyesi yükselmeye başlamıştı. Karadeniz o çağlarda etrafı tarım arazileri ile çevrili hiç çıkışı olmayan bir tatlı su gölü, bir içdeniz idi. 7000 yıl önce de buzulların erimesi ile Akdeniz'in suları yükselerek Ege, Marmara ve Karadeniz'e aktı. Karadeniz'in seviyesi Marmara'nın 150 metre altındaydı, akıntı çok şiddetli oldu. Gölün kenarında yaşayan insan toplulukları daha yükseklere ve başka bölgelere göç ettiler, tuzlu sular bütün tarım arazilerini kapladı.

Bir müddet sonra İstanbul Boğazı'ndaki akıntı sistemi bu günkü halini aldı. Karadeniz'in daha hafif olan tatlı suyu yüzeyden Akdeniz'e, Akdeniz'in daha ağır olan tuzlu suyu ise dipten Karadeniz'e doğru akmaya başladı. Buradan göç eden insanlar daha sonra Mezopotamya'da Sümerler olarak tarih sahnesine çıkacaklardır. M.Ö. 3000 yılında yazıyı bulan bu insanlar çivi yazısı ile kil tabletler üzerinde kuşaktan kuşağa bu olayı anlattılar, buna büyük tufan öyküsü dediler, bazı bilim adamları bunu "Nuh Tufanı" olarak da kabul ederler.

İonialı Grekler, KARADENİZ'e "dost olmayan" anlamında Pontos Aexeinos demişlerdir. Aexeinos adının Persçe (Farsça) bir kelime olan Ahşaena'dan geldiği belirtilir. Ahşaena, "karanlık, zalim, uğursuz" gibi manaları içerir. Bir başka rivayette bu adın Nuh'un oğullarından Yafes'in torunu olan Aşkenaz'ın bu bölgede oturduğu varsayımı nedeniyle verildiğidir.

KARADENİZ'e tarih boyunca etrafında yaşayan halklara göre isimler verilmiştir. İskit sahasına yakın yere İskit Denizi, Sarmatlara yakın yerlere Sarmat Denizi, Kimmer Denizi, Amazon Denizi gibi, Türk hakimiyetinden itibaren KARADENİZ adıyla anılmaya başlanmıştır. Bu ad öteki dillere de, "KARA"nın "SİYAH" anlamıyla tercüme edilmesiyle, İng. Black Sea, Fr. Ner Noire, Alm. Scharz Meer, İtal. More Nero, Rus. Çernoya Nore, Rumen. Morea Negra, Arap. El-Bahrül esved, Yun. Mavro Thalassa, Bulg. Chernoya More, Lazca Ucha Zuğa şekillerinde girmiştir.

"KARA" kelimesi Orta Asya Türklerinde kuzey anlamındadır. Çin kaynaklarında verilen bilgilere göre, Türkler Kuzey'e kara, Doğu'ya yeşil, Batı'ya ak demişler, Güney'i de kızıl olarak tarif etmişlerdir. Türkler Orta Asya bozkırlarından gelip yüzyıllar içinde Anadolu ve Mezopotamya'ya hakim oldukları zaman, kuzeyde bulunan denize KARADENİZ, batıdaki denize AKDENİZ, güneydeki denize KIZILDENİZ ismini vermişlerdir. KARA kelimesi, Orta Asya Türk Toplumlarında, felaket, uğursuzluk ve ağır olumsuz şartları pekiştirme anlamında da kullanılmıştır: Karakış, karasevda, karayel, karahaber, karayazı gibi.

Karadeniz kıyılarının Samsun-Ordu sınırları içinde kalan bölümüne de CANİK-CANİT-CANET-CENİK denilmiştir. Bazen Kızılırmak'ın denize döküldüğü Bafra Ovası'na CANİK OVASI ve CANİK DENİZİ dendiği olmuştur. Canik adınım, Samsun-Ordu arasında oturduğu ifade edilen Tzan-Çan-Can kavminin adından ileri geldiği belirtilmektedir. Bu adın tarif edildiği coğrafi alan genelde, Samsun-Ünye-Ordu'ya kadar ise de, bölgeye bazen Amasya illeri de dahil edilmiştir.

Bugün KARADENİZ'in kıyılarında Türkiye, Bulgarisya, Romanya, Rusya, Gürcistan ve Ukrayna devletleri yer almaktadır. Yüzölçümü 460.000 km2, en derin yeri 2200 metredir. Beş büyük ırmak Karadeniz'e dökülür. Bunlar, Tuna, Dinyeper, Dinyester, Don, Kuban (Rusya), Türkiye'den dökülen nehirler ise, Sakarya, Kızılırmak, Yeşilırmak ve Çoruh ırmaklarıdır.

1 Temmuz 2007 Pazar

Yıllarca Saklanan Büyük Skandal



Amerikan askerleri tecavüz, adam öldürme, Atatürk’e ve Tük bayrağına hakaret dâhil olmak üzere Türkiye’de sayısız suç işlemelerine rağmen ceza almadılar: İşte o suçlar:

Amerikan askerleri tecavüz, adam öldürme, Atatürk'e ve Tük bayrağına hakaret dahil olmak üzere Türkiye'de sayısız suç işlemelerine rağmen ceza almadılar. Amerikalı askerlere görev başındayken müdahale edilmiyordu..

Türkiye’deki Amerikan Dehşeti Kronolojisi!

Marshall Yardımı ve NATO görevleri nedeniyle Türkiye’de bulunan Amerikalılar, 1950–1970 yılları arasında Türk bayrağına ve Atatürk’e hakaret başta olmak üzere ırza geçmek, kaçakçılık, adam öldürmek, esrar satmak gibi sayısız suç işlemiş, ancak bu suçların hiç birisinden ceza almamışlar.

Kırmızı Çizgi Dergisi’nin Temmuz sayısında İlhami Yangın imzasıyla yayınlanan araştırmaya göre, Türkiye’de görev yapan Amerikalı askeri ve sivil personelin çok sayıda suç işlediği, bunların çoğundan ise ceza bile almadığı ortaya çıkıyor. Türkiye NATO’ya üye olduktan sonra ülkemizdeki Amerikalı asker ve uzman sayısı 30 bine ulaştı. İkili anlaşmalar gereğince, Amerikalılar görev başındayken Türk polisi onlara müdahale edemiyordu.

Bu ise Amerikalıların cesaretini arttırdı, güpegündüz adam vurdular, sokakta insanlara saldırdılar, bayrağımıza ve Atatürk’e hakaret ettiler. Öte yandan, Amerikan asker ve uzmanlarının işledikleri suçların basın organlarında yayınlanmasına da yasak getirilmişti.

Amerika İle İlişkiler Başlıyor

1869 yılında Sultan Abdülaziz zamanında Amerika’dan Türkülerimize konu olan 600 bin Martini tüfek ile 114 bin Spingfield tüfeği alındı. Bu silahlar Amerikan iç savaşından (1861–1865) arta kalan silahlardı. Savaş bittiği için Amerikalılar ellerinde kalan işe yaramaz silahlarını satmak için Türklerle anlaşmıştı.

Amerika ile ikinci münasebetimiz Birinci Cihan Harbi sonrasında oldu. Amerikalı General James G. Harbourd emrinde 15 asker, 31 sivil 46 kişilik yüksek mütehassıs heyeti ile emrinde Amerika’nın Akdeniz’de üstlenmiş savaş sahnesindeki kuvvetli donanması, o günün değeri 750 bin dolar tahsisatı olduğu halde Türk topraklarına ayak bastı. Amerikalı General’in görevi Türk topraklarında bir Ermeni devleti oluşturmaktı.

General Harbourd ve yanındaki heyet Doğu Anadolu’yu gezdi, bölge halkıyla görüştü. 20–22 Eylül 1919’da Sivas’da bulunan Mustafa Kemal Paşa’yla da bir görüşme yaptı. Bu görüşme Türk tarihindeki en önemli görüşmelerden birisidir. Mustafa Kemal Paşa, Amerikalı meslektaşını Ermeni propagandasına kanmaması için uyardı. Bölgenin tamamen Türklerden müteşekkil olduğunu anlattı.

Görüşme sonrası ikna olan General bir rapor yazarak Anadolu’nun Ermeni propagandasına feda edilmesinin tarihi bir hata olacağını belirtti. Bölgenin tarih boyunca da Türk yerleşimi olduğunu söyleyen General Harbourd, Ermeni devleti kurulması fikrinden vazgeçilmesini istedi.

“Well Come Missouri”

Amerika ile üçüncü önemli münasebetimiz yine bir savaş sonunda oldu. İkinci Dünya Savaşı’nın galiplerinden Sovyetler Birliği’nin diktatörü Stalin, Kars/Ardahan ve Boğazlarda üs kurma hakkı talep edince, Türkiye 1948’de Marshall yardımı almaya ve 1951 yılında NATO’ya girmeye mecbur kaldı.

Stalin’in üs isteğinden hemen sonrasında Türk-Amerikan diplomatik ilişkileri hızlanmaya başlamıştı. Türkiye’yi, Sovyetlere kaptırmak istemeyen Amerika, Stalin’in üs talebinin hemen ardından aradığı fırsatı bulmakta gecikmedi. Washington’da vefat eden Türkiye’nin Amerika Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesinin Türkiye’ye gönderilmesi gerekiyordu. Amerika bunun için donanmasının en gözde zırhlısını Missouri’yi görevlendirdi. Japonya’nın teslim antlaşması da döneminin en büyük zırlısı olan bu gemide imzalanmıştı.

1 Nisan 1946 günü Missouri zırhlısı Cebelitarık Boğazı’ndan Akdeniz’e girdi. Washington’da ölen Türkiye Büyükelçisi Münir Ertegün’ün cenazesini Türkiye’ye getiriyordu. Zırhlının süvari kaptanı Rascol H. Hillenkolt’un yanında Truman’ın özel temsilcisi Alexander Weddel vardı.

İstanbul’da ise konukları iyi ağırlamak için hummalı bir çalışma sürmekteydi. PTT Missouri için seri bir hatıra pulu bastırmış, Tekel ise piyasaya Missouri adında bir sigara çıkartmıştı. Gazeteler bütün sayfalarını Missouri’nin ziyaretine ayırmıştı.

Gemi Dolmabahçeye yanaşacağı için Karaköyden Beşiktaş’a kadar bütün evler aynı renge boyandı. Taksim alanında ampullerden kocaman bir Missouri maketi yapılmış, geceleri ışıl ışıl yanmaktaydı. Ayrıca camilerin minarelerine İngilizce “Well Come Missouri” yazan mahyalar asıldı.

Tramvaylar, otobüsler, taksiler gelen emirle yıkanıp temizlendi. Gazetelerde taksiciler, dolmuşçular röportajlar veriyor, dost Amerikan askerlerine bedava hizmet edeceklerini, hiç birinden para almayacaklarını söylüyorlardı.

Türkiye’deki bütün genelevler taranarak en güzel kadınlar İstanbul genelevine taşındı. Ayrıca İstanbul genelevi en seçkin doktorların başkanlığında inceden inceye gözden geçirildi. Bütün kadınların temiz ve güzel elbiseler giyinmesi sağlandı. Missouri zırhlısı gidene kadar Türk erkeklerinin içeriye alınmaması emri verildi.

Esnaflar zabıtalar tarafından tek tek tembih edilerek para vermek istemeyen Amerikan askerlerinin zorlanmaması istendi.

Ayrıca Eniyet Müdürlüğü Amerikan askerlerine yardımcı olmaları ve ihtiyaçlarını karşılamaları konusunda bütün polis ve bekçilere kurs verdi. Amerikan askerlerine kolaylık gösterilecek, kesinlikle kötü davranılmayacaktı.

İstanbul’un hem valisi hem de belediye başkanı olan Lütfü Kırdar Taksim Belediye Salonu’nda Amerikan Başkanı’nın özel temsilcisi ve gemi komutanları onuruna büyük bir ziyafet düzenlemek için çalışmalar yapıyordu. Ankara’dan gelen bir emirle konukların Dolmabahçe Sarayı’nda ağırlanması daha daha uygun görülerek hazırlıklar saraya kaydırıldı.

5 Nisan 1946 Cuma sabahı Missouri Zırhlısı Dolmabahçe önünde demirledi. On binlerce İstanbullu ünlü zırhlıyı ve Amerikan askerlerini görebilmek için Dolmabahçe önüne gelmişti.

Elçinin cenazesi kimsenin umurunda olmamıştı. Bu nedenle, ne zaman nasıl çıkartılıp nereye götürüldüğünü kimse göremedi. Ortalık bayram yeri gibiydi. Bu arada Amerikan başkanının özel temsilcisi ve komutanlar zırhlıdan çıkarak onurlarına düzenlenen yemeğe gitti.

Truman’ın özel temsilcisi Weddel, Dolmabahçe Sarayı’ndaki yemekten sonra Milli Şef İsmet İnönü ile görüşmek üzere Ankara’ya hareket etti.

Bu arada binlerce Amerikan askeri İstanbul sokaklarına dökülmüştü. En kısa zamanda hepsi körkütük sarhoş olmuş, İstanbul tarihinde hiç yaşanmamış garip bir durum çıkmıştı ortaya. Önde sarhoş Amerikan askerleri, onların arkasında onların her istediklerini yerine getirmek için didinen görevliler. Barların, gece kulüplerinin önlerinde, yollarda “Yes! Yes!” diye bağıran muhabbet tellalları.

Amerikan askerleri güpegündüz yollarda, tramvaylarda, kızlara sarkıntılık etmeye başladılar. Karşı koyan, kadın, kız, nişanlı, kardeş Amerikan askerlerinden dayak yemezse, polisten azar işitiyordu.

Çok zaman geçmedi ki karakollar dolmaya başladı. Ancak karakolları dolduranlar sarkıntılık eden Amerikan askerleri değil, şikâyetçi olan İstanbullulardı. Polisler her ne olursa olsun Amerikan askerlerinin karakola getirilmemesi için emir almışlardı.

Missouri Zırhlısı 9 Nisan 1946 günü İstanbul’dan ayrıldı. Ancak yapılan anlaşma uyarınca daha fazla sayıda Amerikan askeri, uzmanı ve personeli Türkiye’ye gelecekti. Bu sayı Türkiye’nin NATO’ya üye olmasıyla birlikte 30 bin kişiyi aşacaktı.

Türkiye Teksas’a döndü

Amerikalılar gelmeden kısa bir süre önce gazetelerde Amerika’yı öven Türklere Amerikalıları sevdirmeyi amaçlayan yayınlar yapılmaya başladı. Gün geçmiyordu ki, “Amerikalılar Türkiye’de petrol buldular”, “zengin olduk”, “zengin maden yataklarımız gün ışığına çıkacak”, “petrol yataklarımız Suudi Arabistan’dan fazla” haberleri çıkmasın.

Ve Amerikalılar geldiler

7.09.1050. Ankara Yenişehir’de oturan Mr. Morris adındaki Amerikalı uzman kapısınının önünde bıraktığı motorsikletinin çamurluğuna dokunan 11 yaşındaki Turhan adındaki çocuğu evinin penceresinden av tüfeği ile vurdu. Yaralı çocuk hastaneye kaldırıldı. Mr. Morris görevi başında olduğunu söylediğinden polisler dokunamadı. Amerikalı ceza almadı.

3.01 1953. Amerikan Kongresi üyelerinden Mr. Sonston, Kongrede yaptığı konuşmada Türkiye’deki Amerikalıların sekreter adı altında metres tuttuklarını söyledi.

20.11.1957. Samsun’da Şehir Gazinosu’nda Amerikalılar Atatürk’ün resmini yırttılar.

1957 yılında Ankara, İzmir ve İstanbul’da yalnız erkek çocukların çalıştırıldığı fuhuş evleri çoğaldığı tespit edildi.

30.09.1955. Samsun’da içki içen on kadar Amerikan askeri ara sokaklarda nara atarak gezerken kızlara sarkıntılık yaptılar. Kendilerini önlemeye çalışan ve efendi olmaya davet eden mahalle bekçisini dövdüler. Olaya vatandaşlar da müdahil oldu. Amerikalı askerler kendilerini önlemeye gelen jandarmalara da saldırıp bir jandarma eri ve bir bekçiyi ağır yaraladılar. Çünkü karşılarındaki erler ve bekçiler aldıkları emir nedeniyle Amerikalı askerlere zor kullanama konusunda uyarılmışlardı. Sonunda halk galeyana gelerek Amerikalı askerlerin hepsini dövdü.

28.06.1955. Bir Amerikalı Hilton Oteli asansöründe görevli kıza tecavüz etmeye kalkıştı. Kızın bağırması üzerine yetişenler kızı kurtardı.

18.03.1959. Bill adındaki bir Amerikalı 15 yaşındaki bir kıza tecavüz etti.

23.04.1959. Tuslog’da çalışan Amerikalılar gece kulubünde Türklere çatarak kavga çıkarttılar. Dışarı çıkartılan Amerikalılar burada da nara atarak etrafa küfredince toplanan halk tarafından yuhalandılar. Amerikalılar polis kordonu altında evlerine götürüldüler.

13.08. 1959. Amerikalı çavuşların yönettiği büyük bir kaçakçılık çetesi yakalandı. İki Amerikalı general ve iki albaydan oluşan bir heyet Türkiye’ye geldi. Bu heyetten sonra bir başka heyet daha Türkiye’ye gelerek olayın basına yansımaması için uyarıda bulundular. Heyet hükümetten bu işi kapatmasını istedi. Mahkemeye yayın yasağı kondu. İki Amerikalı mahkeme esnasında tanıkların önünde Atatürk’e küfretti. Bütün bu olanlara ve tanıklara rağmen Amerikalılar delil yetersizliği gerekçe gösterilerek bütün suçlardan beraat ettiler.

14.09. 1959. Amerikalı bir çavuşun evini randevu evine çevirdiği tespit edildi 3 Amerikalı fuhuş yaparken yakalandı.

7.11.1959. tarihi itibariyle Türkiye içerisinde serbestçe çalışan dört Amerikan mahkemesi vardı. Amerikalılar Türkiye’de 300’den fazla suç işlemişlerdi.

15.04.1961. Amerikalı astsubay Calvin Hubert, yol dışındaki bir çimenlikte uyumakta olan bir erimizi cipiyle kasten çiğneyerek öldürdü. Gelen polislere görevli olduğunu söyleyerek serbest bırakıldı.

18.04.1961. Amerikalı bir subay biri on iki yaşında olan iki Türk çocuğunu özel arabası ile çiğneyerek öldürdü. Ceza almadı.

15.06.1961. Evinde fuhuş yaptıran bir Amerikalı karakola gelmeyi reddetmişse de polis kendisini karakola götürdü. Amerikalının küçük yaştaki kızları çalıştırdığı tespit edildi.

16.07.1961. Amerikalılar plajda halka ellerinde saldırmalarla hücum ettiler. Gelen polislere ise görevleri başında olduklarını söylediler. Ceza almadılar.

18.03.1962. Bir Amerikalı çavuş Gebze yolu üzerinde bir Türkü çiğneyerek öldürdü.

7.10.1962. Amerikalı kadın Binbaşı Miltret Butler bir Türkü çiğneyerek öldürdü.

21.10.1962. Adana İncirlik Üssü Sendika Başkanı Canan Bıçakçı bir açıklama yaparak üste çalışan Türk görevlilere Amerikalıların kötü davrandığını, sürekli hakaret bulunduklarını ve küfür ettiklerini söyledi.

22.10.1962. Amerikalı Çavuş John Menemen yolu üzerinde bir Türkü çiğneyerek ölümüne sebebiyet verdi.

11.08.1963. İzmir’de büyük seks partisi. Radar üssünde görev yapan Amerikalılar seks partisi düzenlediler. Camlar açık olduğu için halk ortalıkta dolaşan çırılçıplar kızlar görünce polise haber verdi. Amerikalılar gelen polislere görev başında olduklarını söyleyince polis müdahale edemedi. 15 kadar küçük kıza tecavüz edildiği halde, Amerikalılara dokunulamadı.

6.05.1964. Tuslog’da görevli bir Amerikalı yüzbaşı ve çavuş Türk bayrağına hakaret etti.

11.05.1964. Bayrağı yırtan bir Amerikalı Wilburd Martin “Bütün Türkler …. Çocuğudur” diyerek hakaret etti.

13.06.1964. Bir Amerikalı asker Türk kadınına cebren tecavüz etti.

24.06.1964. Adana’da John adındaki bir Amerikalı çavuş mahalle bekçisini vurdu. Bekçi Resul ağır yaralı.

28.11.1964. Bir Amerikalı çavuş zorla bir kızın evine girmek istedi. Mahalle halkı kızın bağırması üzerine olaya engel oldu. Kız sinir krizleri geçirdi.

6.12.1964. Ankara. Amerikalı çavuş Veysel adındaki Türkü arabasıyla ezdi.

20.04.1966. Ankara’da çavuş Glen bütün mahallenin gözü önünde bir bayanın kapısına dayandı ve kırmak istedi vatandaşlar olaya engel oldu.

16.05.1966. Büyükadada otuz Amerikan askeri içki içtikten sonra etrafa saldırdı, vatandaşları dövdü, sarhoş Amerikan askerlerine polis müdahale edemedi.

6.08.1966 Çavuş Keith Esentepe’de Mediha isimli bir kadını ezerek ölümüne sebebiyet verdi.

Aynı tarihte Diyarbakır’a 20 kilometre uzaktaki Pirinçlik hava alanında korumakla görevli Türk birliğinin başındaki subaya Amerikalı subay silah çekti. Birliğin başındaki Türk teğmenin adı Yılmaz Baysan’dı. Amerikalılar teğmeni silah zoruyla hapsettiler. Türk birliğindeki diğer askerler silahlarını alarak komutanlarını kurtardılar.

16.61961. Amerikalı S.W Topkapı Sarayı Bağdat Köşkü’nden sedef kakmalı takımları çalarken yakalandı. İfadesinde Türkiye’yi çok sevdiğini amacının hırsızlık değil Türkiye’den anı götürmek olduğunu söyledi.

(Komünist propagandasına malzeme olmasını engellemek amacıyla Amerikalıların Türkiye’de işledikleri suçlara büyük ölçüde sansür uygulanmış, sadece Amerikalıların isimleri değil mağdurların isimleri bile gizli tutulmuştur.


İnönü: “Sökebilirsen sök!”

Amerikalı uzmanlar, askeri ve sivil devlet kademelerine dolmuşlardı. İsmet İnönü bu konuda şunları söylüyor:

“Daha bağımsız, şahsiyetli dış politika izlenmesini istiyorsunuz. Herkes aynı şeyden bahsediyor. Nasıl yapacağım ben bunu? Karar vereceğim ve işi teknisyenlere havale edeceğim. Onlar etraflı çalışmalarını yapacaklar, tekliflerini hazırlayacaklar. Yapabilirler mi bunu?

Hepsinin etrafında uzman denilen yabancılar dolu. İğfal etmeye çalışıyorlar. Muvaffak olamazlarsa işi sürüncemede bıraktırmaya çalışıyorlar. O da olmazsa karşı tedbir alıyorlar. Bir görev veriyorum. Neticesi bana gelmeden Washington’a gidiyor. Sonuç memurumdan önce sefirden öğreniyorum. Böyle mi teslim ettik biz bu devleti? Bana şimdiye kadar bunlar tarafından hazırlanmış derdimize deva tek rapor göstermediler. Hepsi yasak savma kabilinden şeyler. Ne yapıyorsak kendi elemanlarımızla yapıyoruz. Peki, bu binlerce adam “avara kasnak” gibi dolaşmıyorlar ya? Elbette kendileri için önemli marifetleri var.

İstiklal Harbi’nden sonra sulh anlaşmasında esas mücadele bu uzmanlar konusunda oldu. Yoksa hudutlar fiili bir durum idi. Tazminat işini iki devlet aramızda hal ederdik. Bütün mücadele idaremize tasallut yüzünden çıktı. Bir tek uzman vermek için büyük tavizlerde bulunmaya hazırdılar.

Dayattık. Biz onların ne için ısrar ettiğini biliyorduk. Onlar bizim niçin inatla reddettiğimizi biliyorlardı. Böyledir bu işler. Peygamber edası ile size dünyaları vaad ederler, imzayı attınız mı ertesi günü gelmişlerdir. Ondan sonra sökebilirsen sök… Gitmezler. Ancak bu meselenin üstüne vakit geçirmeden eğilmek lazım. Yoksa ne bağımsız dış politika, ne bağımsız iç politika güdemezsiniz. Havanda su döğersiniz. Fakat zannetmeyin ki kolay bir iştir. Savuşturulan iki üç badire bunun yanında hiç kalır. Teşebbüs ettiğinizde başımıza neler geleceğini kestiremem."

/İlhami YANGIN
1.7.2007