26 Eylül 2011 Pazartesi

Medicana ve Günaydın

Eğer bugün Samsun "Sağlık kenti' unvanını hakkıyla ve gururla taşıyorsa, bunda Dr. Ferhat Günaydın'ın payı vardır. Samsunlular olarak kabullenmekte zorlandığımız bir kararla tarihe karıştırılmasına hayıflandığımız Mehmet Aydın Devlet Hastanesi, bu kentteki sağlık hizmetlerinin yükselmesinde hep öncü rol oynamıştır. Dr. Ferhat Günaydın'ın başhekimliği dönemi, bu öncü rolün zirve yaptığı bir dönem olmuştur. Bu kent onu izleyen ve onunla yarışan diğer genç kuşak başhekimlere çok şey borçludur.

Kamu sağlık kurumlarının gelişmesinde nasıl Dr. Ferhat Günaydın'ın ayrı bir yeri varsa özel hastanecilik konusunda da Başoğlu ailesinin şimdi Hakk'ın rahmetine kavuşan mensuplarının ve Prof. Dr. Haydar Şahinoğlu'nun da ayrı bir yeri vardır. Özel Başoğlu Hastanesi ile başlayan o kültür, Büyük Anadolu Hastanesi ile devam etmiş ve Samsun bugün bölgenin en önemli sağlık merkezi haline gelmiştir. Akademi Tıp, Mediva, Atasam, Medical Park'la zenginleşen özel sağlık kurumları Medicana ile taçlanmıştır.

Samsun'un sağlık bundan sonraki hedefi ihtisaslaşma, tüm ülkeye açılma ve ülke genelinden hasta kabul etmek olmalıdır ve olacaktır da. Hatta Karadeniz'in karşı kıyısından ve Ortadoğu'dan da… Sağlık sektörü kendi turizmini de geliştirecektir.

Medicana'ya bu duygularla hayırlı olsun diyorum.

BİR ÖZÜR BORCU: Hafta içinde "görgüsüzlüğü eleştirmek" amacıyla yazdığım bir yazıda hiç istemeden ve hatta farkında bile olmadan bu kentte yaşayan bazı dostlarımı kırmışım. Yaptığım bir teşbih onları yaralamış. İstemeden açtığım bu yaradan ötürü en az onlar kadar üzüldüm. Ben dostlarımı bu sütunda yaralamış, kalplerini bu sütunda kırmıştım. Yaralarını sarmaya yeter mi bilmiyorum ama ben onları yaraladığım bu sütunda onlardan özür diliyorum.

26.09.2011
/Osman KARA

25 Eylül 2011 Pazar

OMÜ'de Yaprak Dökümü

Türkiye'de kamu üniversiteleri ile silahlı kuvvetler dışında kalan tüm alanlarda hızlı bir değişim yaşanıyor. Değişime direnen, ülke ve dünya gerçekleri dışında hareket eden kurumlarda er ya da geç bu değişim kervanına katılmak zorunda. Değişim kervanına zamanında katılmayan kurumların yöneticileri önce vatandaş nezdinde tasfiye olacak, sonra da oralarda hızlı bir ‘hazan mevsimi' yaşanacak…

OMÜ'nün de aralarında bulunduğu kamu üniversiteleri kendilerini nicel verilerle kandıracakları yerde biraz da niteliksel çıktılara odaklanmak zorunda. OMÜ' nün 13 Fakülte, 15 yüksek okul ile 5 enstitü'ye sahip olması; 20 binden fazla öğrenci ile binlerce akademik ve idari personelinin bulunması niceliksel olarak iyi de; Ziraat Fakültesi'nin bölge tarımı ile Samsun köylüsüne ne katkısı var? Fen – Edebiyat Fakültesi'nin Fizik, Kimya, İstatistik ve Biyoloji gibi bölümlerinden mezun olanlar ne iş yapıyor, İlahiyat Fakültesi neden eskisi kadar tercih edilmiyor?  

2011 – 2012 öğretim yılında OMÜ' nün Fen – Edebiyat Fakültesi Fizik Bölümü'nü tercih eden öğrenci sayısının sadece 8, yine aynı fakültenin İstatistik Bölümü'nü de sadece 12 öğrencinin tercih etmiş olması, Kimya bölümü ile İlahiyat Fakültesi'ne olan öğrenci tercihlerinde de ciddi düşüşlerin görülmesi, Ziraat Fakültesi'nin tüm bölümlerine kayıt yaptıran öğrenci sayısının adı geçen fakültedeki öğretim elemanı sayısından daha az olması;  biraz değil, bir hayli düşündürücü değil mi?

Üniversiteler, unvan alma ile ücret alma yerleri olmaktan acilen çıkarılmalıdır. Ziraat Fakülteleri; akademik ve idari personeli ile öğrencilerine daha nasıl lezzetli kebap yapabilirim,  koyunluk koçlar ile yılbaşı hindilerini kaç paradan satabilirim mantığından uzaklaşmalıdır. Samsun'da lezzetli kebap yapan kebapçılarla, koyun ve hindi besleyen köylü o kadar çok ki, bu konuda OMÜ'de bir Ziraat Fakültesi'nin olduğu ve ağırlıklı olarak da bu işlerle uğraştığı kimsenin aklına bile gelmiyor.

Üniversiteyi 2023'lere taşıyacak bugünkü ve gelecekteki OMÜ yönetimleri tıpkı Vakıf üniversitelerinin yaptığı gibi kapatılması gereken bölüm ve fakülteleri zamanında kapatabilmelidir. Hiç kimse buralarda bilim yapılıyor, bir öğrenci bile olsa biz yan gelir yatar maaş ve ücretlerimizi alırız anlayışında olmamalıdır. OMÜ'de son 16 yılda çevrilen Bizans entrikalı filmler Yeşilçam'da bile çevrilmedi. Herkes film çevirme işinden vazgeçip, görevini adam gibi yapmalı…

OMÜ, Samsun'a yön vermeli. Çarşamba Belediye Başkanı ile birkaç siyasinin güdümüne girerek Çarşamba'ya Hukuk Fakültesi açmak yanlış dedikçe yanlıştı. OMÜ yönetimine böyle bir teklif geldiği zaman,  arkadaşlar bir dakika; Hukuk Fakültesi öğrencisi sosyal bir ortamda yetişmeli, o fakültenin sağında ve solunda Tıp, Mühendislik ve Eğitim fakültesi gibi fakültelerde olmalı diyerek; bu konuda formasyon bilgisi eksiği olan siyasilere ders verilmeliydi.

OMÜ yönetimine bir öneride bulunmak istiyorum. Ziraat Fakültesi Çarşamba'ya, Çarşamba'daki Hukuk Fakültesi'de bugünkü Ziraat Fakültesi'nin yerine taşınmalı. Ziraat Fakültesi'nde öğrenci yetersizliğinden dolayı ücret alamayan öğretim üyelerine sırf onların ücret alabilmeleri için yüksekokullara gereksiz bölümler açılmamalı. Kimse kusuruma bakmasın da; herkes elini vicdanına dünden biraz daha fazla koymalı…

25.09.2011
/Şerafettin ÖZIŞIK

22 Eylül 2011 Perşembe

Geçmişe Sövmenin Çekilmez Köpekliği!

Mehmet Akif Ersoy Safahat’ta “Zülmü alkışlayamam, zalimi asla sevemem/ Gelenin keyfi için geçmişe kalkıp sövemem” der. Ne yazık ki hem ülkemizde hem de kentimizde gelenin keyfi için geçmişe sövmenin dayanılmaz köpekliği giderek yaygınlaşıyor. Hem de gelenin isteği ve hatta haberi olmamasına rağmen. Başkaca bir meziyeti ve marifeti olmadığı için efendisine sadakatini geçmişe sövmekle ispat edeceğini ve böylelikle de “yalını artıracağını” sanan bazı “köpek ruhlular” yerli yersiz geçmişe saldırıyorlar.

Bugünü övmenin yolu geçmişe sövmekten değil dürüst olmaktan geçer. Bugünün hakkını vermek başka bir şeydir bugünü yücelteceğim diye geçmişe saldırmak çok başka bir şeydir. Birisi ne kadar adamlıksa öbürüsü o kadar nadanlıktır. Geleceği anlamak ve hele de anlatmak çok daha büyük birikimleri ve erdemleri gerektirir.

Gelenekten beslenmeyen ve sağlam bir geçmiş üzerine inşa edilmeyen her gelecek ilk katında çökmeye, ilk rüzgarda devrilmeye mahkumdur. Geçmişin hakkını vererek bugünü anlamak ve geleceği kurgulamak zorundayız.

Dün sabah üyeler olarak Samsun Kültür ve Sanat Platformu’nun Samsun’um 1 gemisindeki toplantısındaydık. Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz konuşurken ben bunları düşünüyordum. Zaman zaman acımasızca eleştirdiğim Sayın Yılmaz kentin geçmişindeki kültür ve sanat kalitesi/zenginliğini anlatırken “geçmişin inkarcısı bugünün şakşakçısı” olanlara ders niteliğinde sözler söyledi. Kelimesi kelimesine değil ama mealen “Samsunlu olarak gençliğimizde bölgenin en ileri kültür ve sanat kenti olmakla hep övündük. Üniversiteye gidince bu konudaki zenginliğimizi ve farkımızı çevremizdekilerle kıyaslayarak çok net gördük. Çok zengin ve seçkin bir kültür ve sanat hayatından geldiğimiz açıktı. Bu nedenle hep gurur duyardık.” dedi.

Bu kentin bugünü geçmişinin üzerinde yükseliyor. Yarını da bugününün üzerinde inşa edilecektir. “Bu kentte on yıl önce hiçbir şey yoktu” demek ya bu kentin on yıl öncesini bilmemektir ya da geçmişi inkar ve geleceğe sırt çevirmektir.

Bu kentte altmış yıl önce hipodrom, havaalanı ve tenis kortu olduğunu bilenler bilir. Bir 19 Mayıs Lisesi vardı kalitesiyle herkese örnek, şöhretiyle dillere destan. Ya Maarif Kolejine ne demeli? Sanat Okulu’ndan, Ticaret Lisesi’nden yetişen bunca başarılı “köylüleri!” nereye koymalı?

Bu kentin hafızasında hala elli yıl öncesinin fuar hatıraları vardır. Ne sevdalara yataklık, ne mutluluklara beşiklik etmiştir o fuar. Yapanlar nur içinde yatsın, yaşatamayanlar utansın. Oda Tiyatrosu’nu, Samsun Musiki Cemiyeti’ni unutmak ve hele de inkar etmek mümkün mü?

Bu kentin kehribar renginde tütünü ve kimimizin anası, kimimizin bacısı, kimimizin de kara sevdalısı “tütün kokulu kadınları/kızları” vardı. “Mecidiye”si vardı onlarla dolup boşalan, onlarla şenlenen ve bizlerin traş olmadan, kravat takmadan gezmeye çıkamadığımız. Teras Gazinosu, Kısmet Gazinosu ve Neco’su vardı, ülkenin en önemli sanatçılarının günler, haftalar ve hatta aylar boyu program yaptığı. Ne şık kadınlardı onlar Allah’ım, ne zariftiler ve ne ağır, ne beyefendi erkeklerdi onlara eşlik edenler. 

Hangi insaf dışı söz sahibi Belediye Evleri’nin eski halinin şimdikinden daha çirkin olduğunu söyleyebilir bu kentte? Ve hangi zevksiz 56’ların yeşiller arasına serpilmiş güzelliğini inkar edebilir?

Böyle köye can kurban!

Dünü geçmek insanoğlunun asli görevi yarının gerisinde kalmaksa kaderi ama düne sövmeden, bugüne yaltaklanmadan ve yarına teslim olmadan!

22.09.2011
/Osman KARA

18 Eylül 2011 Pazar

Samsun'un Eğitim-Öğretim Gerçeği

Okullar açılıyor. Uzunca bir tatilin ardından Samsun'daki tüm öğretmen ve öğrenciler 19 Eylül Pazartesi günü ders başı yapacak. İlimizdeki tüm ilk ve ortaöğretim kurumlarında törenler düzenlenecek, konuşmalar yapılacak. Samsun İl Milli Eğitim Müdiresi ile İlçe Milli Eğitim Müdürleri tarafından eğitimin önemine ilişkin açıklamalar yapılırken, il geneli ile ilçelere özgü de istatistikî bilgiler verilecek… 

Samsun'daki derslik sayısı, okullaşma oranı, yeni açılan okullarla, öğretmen ve öğrenci sayıları bir kez daha meraklıların bilgisine sunulacak. Muhtemelen ilin LYS ve SBS sınavlarındaki başarısı hakkında da fazla bir yorum yapılmayacak. Kısacası, her yıl olduğu gibi bu yılda yine bildik ve duymaya alışık olduğumuz konular konuşulacak.

Ben bugünkü yazımda hem siz değerli okurlarımı aydınlatmak, hem de ilimizin eğitim-öğretimini yönlendiren, yönetici konumundaki ilgililerin dikkatine sunmak amacıyla "Milli Eğitim İstatistikleri Örgün Eğitim 2010-2011" verilerindeki Samsun ile ilgili bazı önemli hususları sizlerle paylaşmak istiyorum.

Samsun, il genelindeki 51 Pansiyonlu okul ile Ankara, Erzurum, Van ve Kastamonu illerinin ardından pansiyonlu okul sayısı açısından Türkiye genelinde 5'nci sırada bulunuyor.

Samsun, ildeki 7 bin 796 yatılı öğrencisi ile Muş, Van, Bitlis, Ağrı ve Erzurum illerinin ardından en çok yatılı öğrencisi olan iller arasında Türkiye'de 6'ncı sırada yer alıyor.

İldeki ilk ve ortaöğretim yurt sayısı açısından da; Samsun 72 öğrenci yurdu ile Türkiye genelinde 18'nci sırada bulunuyor.

Bafra ve Terme'deki yurtlarla birlikte il genelindeki Yüksek Öğrenim Kredi ve Yurtlar Kurumuna bağlı yurtlarda 4 bin 328 öğrenci barınıyor. Samsun bu konuda İstanbul, Ankara, İzmir, Eskişehir, Adana, Bursa, Denizli, Erzurum ve Konya'nın ardından Türkiye'de 10'uncu sırada yer alıyor.

Türkiye genelinde faaliyet gösteren 15 Gençlik ve İzcilik Eğitim Tesisi arasında Samsun'da ne yazık ki bir tane bile tesis bulunmuyor.

Milli Eğitim Bakanlığı'nın istatistikî verilerine göre Türkiye'de 9 tane Turizm Eğitim Merkezi bulunuyor. Samsun'da bu eğitim merkezlerinden bir tane bile yok. Samsun'un halen görev başında olan ve Mersin'e giden sayın valilerinin zaman zaman dile getirdikleri; Samsun'un olmazsa olmazları arasında olan ve ilimizin gelişmesinde öncü olacak sektörlerin başında gelen Turizm sektörü açısından hayati önem taşıyan Turizm Eğitim Merkezinden yoksun olması; söylemlerle eylemlerin birbirini tutmadığını gösteriyor.

Samsun il genelinde toplam 441 yatak kapasiteli 13 öğretmenevi bulunuyor. Samsun bu konuda Türkiye genelinde 16'ncı sırada yer alıyor.

YÖK, üniversite ve ileri teknoloji enstitülerinin ekonomik sınıflandırmaya göre 2011 yılı bütçesine göre 203 milyon 825 bin TL'lik bütçesi ile OMÜ Türkiye'deki üniversiteler arasında 15'nci sırada yer alıyor.

Samsun, il genelindeki 734 Okul öncesi eğitim kurumu ile Türkiye'de 7'nci sırada bulunuyor.
Samsun, Milli Eğitim Bakanlığı'nca yayımlanan 206 sayfalık istatistikî çalışmanın 87'nci sayfasında, taşımalı eğitim kategorisinde "Taşınan okul sayısı" açısından 786 okul ile Şanlıurfa'nın ardından Türkiye'de ikinci sırada yer alıyor.

18.09.2011
/Şerafettin ÖZIŞIK

13 Eylül 2011 Salı

Aldatmacalar Kenti Samsun

Bafra'da yaşanan "karton kutu makinesi" skandalı, bu kentin meselelere bakışındaki sakatlığın tipik bir örneği ve inkar edilemez şekilde dışa vurumudur. Ortada dış pazara ihraç edilecek ya da iç pazara sunulacak ve ambalajlanacak bir ürün olmamasına rağmen birilerinin hangi akla hizmetle aldığı ve Bafra Sebze Üreticileri Birliği'ne dayattığı bir "karton kutu ambalaj makinesi" olayı daha doğrusu skandalı vardır. Kimin aklına nereden esmişse esmiş kimse istemediği halde Samsun İl Özel İdaresi'nin sayın yetkilileri devlet kesesinden 247.000(eski hesapla 247 milyar) TL harcayarak bir "oluklu mukavva karton kasa makinesi" alarak Bafra Sebze Üreticileri Birliği'ne hediye etmişler!  Birlik Başkanı Mehmet Bilgiç'in açıklamalarına göre "bizim ihracatımız dolayısıyla makineye ihtiyacımız" yok demelerine rağmen "ihracat yaptığınızda kullanırsınız" denilerek makineyi adeta metazori vermişler.

Aradan üç yıl geçmiş; şimdi "makineyi niye kullanmıyorsunuz" diye soruşturma açıyorlar! El insaf! Eğer bir soruşturma açılacaksa bu "niye kullanmadınız" soruşturması değil "kim niye, neden ve nasıl aldı" soruşturması olmalıdır. İhtiyaç duyulmayan bir makinenin niye kullanılmadığı değil ihtiyaç duyulmayacak o makinenin kim tarafından niye, nasıl ve hangi hesaplarla alındığı ve kamu kaynaklarının kullanımındaki hesapsızlık ve plansızlık soruşturulmalıdır.

Bu kent önceliklerin doğru hesaplanmaması nedeniyle akıl dışı yatırımlar mezarlığına dönmüştür. Bunlardan birisi ve en pahalısı ve en gereksizi Büyük Cami önündeki akıl almaz yeraltı oto parkı ile yaya geçidi ise bir diğeri de atıl vaziyette duran Samsun-Çarşamba Havaalanı Kargo Tesisleridir. Siyasetin hesapsızlığının tipik örneği olan bu tesise yatırılan milyon dolarlar çok daha verimli ve çok daha üretken projelere harcanabilir ve kente hem istihdam hem de katma değer olarak geri dönerdi. Harcanan paraya, zamana, emeğe ve kurulan hayallere, yiten güvene yazık olmuştur.

Hayıflandığım bir diğer siyaset kurbanı yatırım da Samsun Tersanesi yatırımıdır. Son derece doğru bir proje siyasetçilerin küçük hesaplarına kurban edilmiş hem önemli bir fırsat kaçırılmış hem halkın umutları ve hayalleriyle acımadan oynanmıştır. Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Sayın Yusuf Ziya Yılmaz'ın "1 Kasım 2004'te ilk geminin denize ineceğini" müjdelediği Samsun tersanesinin hala altyapı çalışmaları sürmektedir. Bu arada ne yazık ki dünyanın gemiye olan talebi de neredeyse sıfırlanmış, mevcut tersaneler sipariş alamaz duruma düşmüşlerdir. Önümüzdeki yıl tersanelerin kapanma yılı olacaktır. Ve Samsun'un hayali bir daha ve çok uzun süre yeşermemek üzere solacaktır.

Hep siyasilerden bahsettik ama kentin aldanışında ve aldatılışında, kaynakların heba edilişinde suçlular sadece siyasetçiler değildir. Yanlışa karşı çıkma cesaretini kendinde bulmayan meslek mensupları, bunların temsilcileri, bırakın karşı çıkma yiğitliğini üstüne üstlük bir de yağcılık ve yalakalığa soyunan kimi gazeteciler ve hiç hesapları olmaması gerektiği halde suskunluğa bürünmeyi taşıdıkları unvanla bağdaştırabilen sözde akademisyenler siyasetçilerden daha suçludur ve bu kent insanları; bir gün asıl vicdani ve ahlaki hesaplaşmayı onlarla yapacaktır.

13.09.2011
/Osman KARA

12 Eylül 2011 Pazartesi

Teneke Mahallesi -1980

Teneke mahallesinin 3-4 yerinde davullar zurnalar, bir başka tarafta ince sazlar çalıyordu. Küçük içki masalarında oğullarını asker edecek babalar keyifle içkilerini yudumlarken etraflarını gururla süzüyorlardı. Hele ilk oğlunu askere uğurlayacak babamın boyu sanki göğe değecek gibi dikleniyordu. Arada kalkıp bir gayda çekmesi ile alkışlarla gözlerinin buğulanması bir oluyordu. Kolay değildi ilk defa oğlu evinden uzaklara gidecek, iki yıla yakın evinden ve gözlerinin önünden uzaklarda olacaktı.. O daha çok küçüktü... Yirmisine gelmis oğlu, hala cocuktu gözünde... Evlenmiş ve bir cocuk sahibi olmuş olsa bile...

Diğer bir tarafta çalan roman havalarıyla taze gelinler, yeni anneler, askere uğurladıkları kocalarının yanında mahcup ve mahsun oynuyorlardı. Ayrılık... Ayrılmak... Çok zordu. Tutamadığı gözyaşlarıyla sarıldığı asker eşine hiç ayrılmayalım derdi sanki... Tutamaz kendini oyun alanına atar asker anası... Gururla elleri havada, oyun alanını dört döner, bir oğluna, bir gelinine sarılır. Önce yakın akrabalar sonra komşular ve tüm mahalle oyun alanında asker ailesinin gururunu ve mutluluğunu paylaşır...

Bugün ben de askere gidiyorum. Ailemin İlk ve tek oğluyum. Yavuz Selim Mahallesi'nden erkenden çıkmış, Teneke Mahallesi'nin kalabalığında eş dostlarla beraberdik. Babam çoktan çakırkeyf olmuş, anam ve eşim yanımdan ayrılmıyordu... Otobüs biletlerimizi almış ve küçük çantamızı hazırlamıştık. Mahalleden bu yıl temmuzun ilk haftasında tam on iki kişi hep beraber askere gidiyorduk.

Vakit gelmişti. Otobüs terminali, hemen mahallenin arkasında, şimdi sanayi sitesinin inşaatlarının yükseldiği büyük çayırlığınn sonundaydı. Mahalleli grup grup terminale doğru davullarla zurnalarla oynayarak yola koyuluyordu. Terminale gelen gruplar oyun alanı oluşturuyor, neşeyle oynamaya devam ediyorlardı. Askerler ortaya alınıyor. Oynatılıyor, gençlerin ellerinde havalara fırlatılıyorlardı.

Asker sevki vardı. Terminalde yola çıkacak en az ikiyüz kişi vardı. Ancak sanki bir tek Romanlar askere gidiyordu. Diğer askerler normal bir seyahate gidiyor gibiydi. Romanların çoşkulu kalabalığına biraz merakla biraz ürkekçe bakıyor, uzaktan seyretmeyi tercih ediyorlardı.

Bizim için askerlik kutsaldı. Askerliğini yapmayana bizde adam denilmezdi, askerlik büyümek ve olgunlaşmaktı. Askerlik ilk gurbetti. Bütün askerlerimiz evli ve çocuk sahibiydiler... Ve askerlik sevdiklerinden ilk ayrılıktı... Askerlik vatana bir borctu. Askerlik sorumluluk almayı , ana-baba ve aile özlemini, sevgisini öğrenmekti... Askerlik bir gururdu. Bu yüzden şölen gibi kutlanmalıydı.

Hareket saati yaklaşırken askerler gençlerin omuzlarında otobüsün kapısına getiriliyor. En büyük asker bizim asker sloganları yeri göğü inletiyordu. Askerimiz, minik yavrusunu sıkıca kucaklayan eşine, gözleri gururla parlayan, durduramadıkları gözyaşlarını silen ana ve babasına el sallayarak oturduğu koltuğundan, gözlerini sevdiklerinden ayıramaz....

Otobüs hareket ederken peşinden su döken, alkışlarla el sallayan büyük bir kalabalığı arkasında bırakıyordu. Otobüs gözden kaybolana kadar izlenir ve o muhteşem kalabalık mahalleye doğru yola koyulur, asker babalarının sırtı sıvazlanırdı... Allah kavuştursun duaları birbirine karışırdı.

Bugün sıra bizdeydi. Otobüste dokuz arkadaş beraber asker ocağına doğru yola çıkmıştık. Babalarımız üç yıl süren askerliklerini üç gün süren tren yolculuklarıyla başlamış ve tamamlamışlardı... Bizler onlara nazaran çok şanslıydık. Otobüste rahat koltuklarımızda asker yolundaydık. 20 ay bize çok uzun bir zaman gibi geliyordu. Herkesin yüzünde bir yorgunluk, bir keyifsizlik vardı. Bir belirsizlik, bir merak , beynimizi kurcalıyordu. Nelerle karşılaşacaktık? Neler yaşayacaktık? Yolculukta yarım saat hiç konuşmadan,pencereden dışarı boş boş bakarak geçti.

İlk defa biz asker olmuyorduk. Allahın izniyle vatani görevimizi en iyi şekilde tamamlayacak evimize yuvamıza dönecektik. Derin endişe ve yalnızlıktan kendimizi kurtardık. Sohbet başladı. Akrabaların, komşuların çeplerimize sıkıştırdıkları harçlıkları çıkarıp düzeltmeye, verilen poşet ve torbadakileri karıştırmaya başladık. Neler yoktu ki... Pastalar, börekler, marikliler, kızarmış tavuklar, meyveler, kolalar, sigaralar... Neşelenmiş şamata ve şakalarla yolculuk güzelleşmeye başlamıştı. Bekle bizi Ankara... İzmir... Manisa... Isparta... Komandolar, piyadeler geliyor...

Bugün her asker sevkinde sokaklardaki araba konvoyları davullu zurnalı uğurlamaları görünce o anılar gözümde canlanır. Bugün ülkemizin yaşadığı olağanüstü olaylar; askerliği ve askerlik yapmayı kahramanlığa dönüştürdü. Ülkemiz insanları kışkırtmalar ve tahriklerle, ırkçı yönlendirmelerle birbirine küstü. Kardeşlik kayboldu, herkes birbirine endişe ve korkuyla bakmaya başladı. Niye ? Biz değilmiyiz bu ülke için şehitler veren? Birbirimizin yarasını saran... Bu ülke bizim... ve Hepimize yeter... Üzülüyor, çok üzülüyorum... Bu cafcaflı asker uğurlamaları, konvoylar çok güzel... Keşke bazıları ırkçılık kokmasa....

/Metin ÖZBASKICI

11 Eylül 2011 Pazar

Kiliseler Konusunda Makulü Bulmalıyız...

Tekkeköy ilçesindeki kiliselerin restorasyonu konusunda "herkes eteğindeki taşları döktüğüne göre bundan sonra kararı alanlar, eleştirileri dikkate alarak bir durum değerlendirmesi yapar" zannediyorduk.

Hiç lüzumu yokken gerilen ortamın sakinleşmesinden sonra eleştiriler dikkate alınır; herkesin kabul edebileceği bir formülle sorun çözülür diye bekliyorduk.Bu beklenti içinde, "Tekkeköy'deki kiliseler halk eğitim merkezi olsun" başlıklı yazımız ile projeyi ortaya atan CHP'li başkan Hayati TEKİN ve ona destek veren Ak Partili meclis üyelerini, "eyyamcı davranmadıkları için" kutladıktan sonra revervlerimizi sıralamıştık.Özetle demiştik ki, kiliseler restore edilsin ama eğitim ve sosyal hayat için kullanılsın. Asla bir zamanlar bu bölgede başka unsurların yaşadığını çağrıştıracak bir işlev kazandırılmasın. (Mesela mübadele müzesi yapmak gibi.)

Buna gerekçe olarak da, bizim için milli mücadele hareketinin ilkadımı olan 19 Mayıs tarihinin Yunanlılarca "sözde Pontus Soykırım Anma Günü" olarak kabul edilmesini göstermiştik. Kısaca demek istemiştik ki, bizim iyi niyetimiz, yarın kötüye kullanılabilir. Samsun'daki 19 Mayıs Kutlamaları, günün birinde fanatik Ortodokslarca provake edilebilir; lütfen bu meseleyi politize etmeyin, aklı selim bir değerlendirme yaptıktan sonra "hem çağdaş, hem de akılcı" bir çözüm üretin.
 
 Lakin geçen hafta içinde İl Genel Meclisimizden gelen ve ne yazık ki eleştirileri dinlemek yerine "dediğim dedik, çaldığım düdük" anlamındaki çıkış, beklentilerimizi boşa çıkardı. Açıkçası "kiliseleri restore etme" konusunda gerçekten "çağdaş" davranan yerel siyasetçilerimiz, ne yazık ki sıra sivil toplum örgütleri ve gazetecilerden gelen eleştirilere tahammül etmeye gelince sınıfta kaldılar.

 Bunları dile getirirken, "kiliselerin restorasyonuna külliyen karşı yazılar kaleme alan" üstadım Osman KARA ve onunla yakın görüşler dile getiren Türk Ocağı'nın saygın başkanı Prof. Dr. Tuncer ÇAĞLAYAN'la tam olarak aynı görüşleri paylaşmadığımı bir kez daha ifade etmek isterim.

Neticede bir tarihi eser olan bu kiliselerin oldukları yerde çökmelerini beklemenin kimseye yarar getirmeyeceğini düşünüyorum. Tıpkı Yunanlılar'ın bizim tarihi camiilerimizi "modern sanat galerisi, restoran, sinema salonu, kültür merkezi, alışveriş amaçlı mağaza" vs. olarak değerlendirmeleri gibi bizim de onlardan kalan kiliseleri kendi halkımızın ihtiyaçlarını karşılamak üzere değişik amaçlı tesisler haline getirmemiz gerektiğini savunuyorum.


ÇİNİKLİLER KİLİSENİN DÜĞÜN SALONU OLMASINI İSTİYOR

Tekkeköy'deki kiliseler konusunda, duyduğum en aklı başında öneri Aşağıçinikli bir vatandaştan geldi. Kendisinden izin almadığım için ismini vermeyi uygun bulmadığım bu vatandaş, beldedeki Ak Kilise'nin yıkıntılarından yararlanarak bir düğün salonu yapılmasını teklif ediyor. Gerekçesi ise mükemmel: Son yıllarda Aşağıçinik'te düğün magandalarının silah kullanmaları nedeniyle çok sayıda acı olay yaşandı. Eğer beldede bir düğün salonu açılırsa düğün magandalığının önüne büyük ölçüde geçilmiş olur. Ben bu fikri çok tuttum, bence il özel meclisi üyeleri ve Tekkeköy Belediyesi, tümüyle siyaset üstü bu pratik çözümü uygulamaya karar verirse onarıma karşı çıkan çevreler de bunu makul karşılar... Ne dersiniz?


ANTYERİ'NDEKİ KİLİSE, MÜSLÜMAN MEZARLIĞININ ORTASINDA...

Benim merak ettiğim bir konu da Antyeri'deki kilisenin onarıldıktan sonra ne işe yarayacağı... Çünkü bu kilise kalıntısı, bugün Müslüman Mezarlığının içinde kalmış. Yerleşim merkezlerine de bir hayli uzak...

Düşünsenize, bu kilise diyelim onarıldı. Kültür merkezi desen olmaz, halk eğitim merkezi desen olmaz, müze desen olmaz... Turist geldi diyelim, kılık kıyafeti Müslüman mezarlığına uygun olmayan yabancılar ayrı dert...

Eskiden bu kilise kalıntısı, Antyeri köylüleri tarafından mescit olarak kullanılırmış. Şimdi oraya gelecek Ortodoks turistlerin kendi inançlarına göre dua etmeleri bilmiyorum ne kadar hoş olur? 

Antyeri'ndeki kalıntıların makul bir onarımdan sonra yeniden mezarlığa gelenlerin namazlarını kılabilecekleri sadece bir Müslüman mescidine dönüştürülmesi düşünülmeli belki de.Kendisi de Antyeri köyünden olan İl genel meclisi üyesi değerli kardeşim Özkan Karakaya çok sağlıklı düşünebilen, kaliteli bir arkadaşımızdır. Çıkabilecek sorunları tahmin ediyordur herhalde. Bu meselenin çözümünde anahtar rol oynayabilir diye düşünüyorum.


ALTINKAYA KİLİSESİ, HALK EĞİTİM MERKEZİ OLABİLİR...

Eski adı Kelkaya olan Altınkaya'daki kilise, gerçekten özgün bir mimariye sahiptir. Köyün hemen yanı başında olan bu kilise kalıntısı, eğer Samsun'un merkezinde olsaydı harika bir sanat galerisi olabilirdi. Lakin ana yoldan birkaç kilometre mesafede, bir hayli yüksek bir noktadaki bu binaya restorasyondan sonra köyde oturanlar dışında kimsenin pek uğrayacağını sanmıyorum.

Gazetelerde, Tekkeköy Belediye Başkanı  Hayati TEKİN'in gönlünden burasını bir mübadele müzesi yapmak geçtiğini okuduk. Sayın Başkanın iyi niyetinden kimsenin şüphesi olmasın; ama bu konuyu bir daha düşünse iyi olacak...

Zira gözden uzak bir kilise kalıntısını "mübadele müzesi" yapmanın pek bir anlamı olmayacağı gibi, buraya gelecek Yunanlı turistlerin istedikleri taktirde mübadele müzesinde ayin yapmalarına hiçbir şekilde mani olunamaz. Bizimkilerin Yunanistan'dan getirdikleri anıların yanı başında ibadet eden Rum turistlerin yaratacağı garabeti herhalde tahmin edersiniz...

Altınkaya Kilisesinin basit bir onarımdan sonra Milli Eğitim ile ortaklaşa faaliyet gösteren bir halk eğitim merkezi olarak Altınkaya halkına hizmet etmesi, en akla yatkın çözümmüş gibi geliyor bana.


Herkesin Üzerinde Düşünmesi Gereken Bir İhtimal...

Projeyi destekleyen Tekkeköy Belediyesi ve İl Genel Meclisindeki Ak Parti Gurubunun saygıdeğer üyeleri... Projeye karşı çıkan siyasi partiler ve sivil inisiyatif... Kamu tarafında yer alan karar vericiler, sayın valimiz ve üst düzey bürokratlar...

Bundan üç – dört sene sonra, bir on dokuz mayıs günü, biz Atatürk'ün Kurtuluş Savaşını başlatmasının yıldönümünü kutlarken...

Arkasına uluslararası lobilerin desteğini almış Ortodoks Kilisesi'nin organize ettiği birkaç yüz kişi, Rusya'dan, Yunanistan'dan, Gürcistan'dan kalkıp Çarşamba havalimanında arz-ı endam ederse...

Dosdoğru Altınkaya Kilisesine gidip orada uluslararası medyanın gözü önünde, "Pontus soykırımında ölen Ortodoksların anısına" bir ayin düzenlemeye kalkarsa...Sahi o zaman ne yapacağız? "Boşveeer, biz Ondokuzmayıs Atatürk'ü anma, gençlik ve spor bayramımızı kutlayalım, onlar da Pontus soykırım gününü ansınlar... Bize ne" mi diyeceğiz?

11.09.2011
/Mümin BOZKURT

9 Eylül 2011 Cuma

Yine Raylı Sistem

Biraz gecikmiş bir yazı oldu. Daha önce yazacaktım ama araya başka konular girince konuyu ele almakta birkaç gün geciktim.Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz 7.500 kişilik spor salonunun temel atma töreninde yaptığı konuşmada o bölgede oluşacak yoğunluğa işaret ederek "Ulaşım problemini çözmek için biz belki de Cumhuriyet Meydanı'ndaki raylı sistemi buraya kadar uzatmak zorunda kalacağız" demiş.

 Öncelikle "belki" kelimesi üzerinde durmak istiyorum. Talihsiz bir kelime; belirsizlik ifadesi, Başkan gibi bir mühendise ve kent yöneticisine yabancı olması gereken bir kelime. Ben o kanıdayım ki bir sürç-ü lisandır, irticalen konuşmanın kaçınılmaz sonucudur.Sayın Başkan "Hafif Raylı Sistem" konusunda zaman zaman farklı ortamlarda farklı açıklamalar yapıyor. Bir süre önce Çiftlik semti esnafıyla yaptığı kahvaltıda sistemi "Liman Kavşağı-Gaziler Meydanı-Subaşı-İstiklal Caddesi- Uğur Mumcu Parkı- Kılıçdede" güzergahından geçirmekten bahsetmişti. Kulağa hoş gelse de kentin gerçeklerine aykırıydı, olmayacak işti ama kendileri söylemiş, esnaf da dinlemişti.

Başkanın "hattı Tekkeköy'e kadar uzatmak" söylemi de kulağa hoş geliyor ama olması söz konusu değil. Bir kere hattın önünde ciddi bir fiziki engel var. Güzergahın Belediyeevleri mıntıkasındaki doğal yapı sorununu aşmak kolay değil. Başkan Yılmaz'ın bir çözüm olarak ortaya attığı "mevcut demiryolu hattından yararlanma" önerisi de TCDD tarafından reddedildi.

İkincisi hat rantabl (verimli) değil. Bu hususu Başkan Yılmaz da biliyor. Bu konuda yapılmış fizibilite çalışmasının sonuçları ellerinde bulunuyor. Mevcut hata yolcu bulabilmek için olmadık tedbirlere başvuran, olmadık yasaklar getiren Büyükşehir Belediyesi'nin bütçesi hem böylesine bir yatırımı karşılayamaz hem de artacak zararı kaldıramaz. Belediye şu andaki zararı ve faiz ödemelerini karşılamakta zorlanıyor. 2014'ten sonra başlayacak olan ana para geri ödemelerinin getireceği yükü düşünmek bile uykuları kaçırmaya yeter.

Başkan Yılmaz çelişkili açıklamalarla içinden çıkılmaz hale getirdiği "Hafif Raylı Sistem Projesi"ni artık bir netliğe kavuşturmak ve bir gün kent içine sokmaktan, bir gün Tekkeköy'e uzatmaktan, bir başka gün de otogara taşımaktan vazgeçmek durumundadır. Doğrusu ve yakışanı da budur.

09.09.2011
/Osman KARA

8 Eylül 2011 Perşembe

Hızlı Tren Aldatmacası

Hızlı tren Samsun halkı için hoş ama boş bir hayal, bazı siyasetçiler için seçmen yakalama zokası ve maalesef bizim bazı aklı bilgisi kıt meslektaşlarımız için de palavra haber vesilesidir ve sadece bundan ibarettir.

Sermayesi aslı astarı olmayan bilgileri Ankara'dan alınmış ve akşamdan sabaha hayata geçecekmiş gibi topluma sunmak olan siyasetçilere çanak tutan bizim habere susamış bilgi ve sorumluluk yoksunu meslektaşlarımız halkın aldatılmasında en az hayal satan ya da yalan haber pazarlayan siyasetçiler kadar sorumludurlar.

Kim bundan önce ne demiş olursa olsun ve bundan sonra da ne derse desin Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin gündeminde en azından 2025 yılına kadar Samsun-Ankara Hızlı Tren Projesi diye bir proje yoktur. Var diyen ya yalan söylemektedir ya da Türkiye'den ve devletin projelerinden bihaberdir.

 Biz bunu çok önceleri ve birçok defa hem de ısrarla ve vurgulayarak yazdık. Bizim bazı meslektaşlarımızın "Trabzon-İstanbul Hızlı Tren Projesi" gibi bir aptal haberin kıçına takılıp "biz de isteriz" diye çığlıklar attığı ve hatta bazılarının da zurnanın son deliği mesabesinde birilerinden "yakışır" demeçleri aldığı günlerde de, milletvekili sıfatı taşıyan kimilerinin Ankara'dan haberler aktardıkları günlerde de yazdık. Ve ne yazık ki, hep biz haklı çıktık. Biz hayal şatoları yıkmaktan yorulduk ama ne gariptir o siyasetçiler ve onların değirmenine su taşıyan sözde meslektaşlarımız yalan haber imal etmek ve yazmaktan usanmadılar.   

Biraz dikkat edenler böyle bir şeyin olmayacağına dair ipuçlarını her yerde bulabilirler ama ben fazla yorulmamaları için iki kaynak vereceğim. Birincisi Başbakan ve AK Parti Genel Başkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın seçimler öncesi büyük bir gösteriyle açıkladığı AK Parti'nin "Hedef 2023" isimli seçim beyannamesidir. O zaman sıcağı sıcağına yazmıştım; orada 2023'e kadar yapılması vaat edilen hızlı tren projeleri tek tek sayılmıştır ve Samsun'un adı hiç geçmemiştir.

Onu yeterli bulmayanlara ve daldıkları tatlı uykudan bir türlü uyanmayanlara ikinci bir kaynak daha vereceğim; Türkiye Cumhuriyeti Devlet Demiryolları Genel Müdürlüğü'nün internet sitesi. Sitede TCDD'nin 2025'e kadarki hedefleri slaytlar eşliğinde sunuluyor ve yine ne yazık ki Samsun-Ankara Hızlı Tren Hattı Projesi'nden orada da bahis yok. Bırakın hızlı treni çift ve konvensiyonel hat başlıkları altında planlanan hizmetlerde de adı geçmiyor Samsun'un.

TCDD'nin kendi sitesinde yer alan sunuma göre 2025 yılına kadar Ankara-İstanbul,Ankara-Konya, Ankara-Sivas, Ankara-İzmir, Bursa-Osmaneli, Ankara-Kayseri ve Halkalı-Kapıkule arasında 10.40 milyar dolarlık bir harcamayla tam 2.297 kilometre hızlı tren hattı döşenecek. Lokomotif ve vagonlar için de 2.13 milyar dolar harcanacak ve böylece projenin maliyeti 12.53 milyar doları bulacak. Ülke adına herkesi heyecanlandıracak büyük bir proje ama Samsun adına var olan tek şey sadece bir büyük hüzün.

 Yine bu süreçte Tekirdağ-Muratlı, Kütahya-Alayunt, Tecer-Kangal, Kemalpaşa-Turgutlu ve Kars-Tiflis arasında 192 kilometre konvensiyonel, Konya-Karaman-Ulukışla-Kayseri-Çetinkaya(Sivas) güzergahında ise 813 km çift hat yapılacak. Ne yazık ki, Samsun-Ankara ya da Samsun-Sivas adı bu fasılda da geçmemektedir.

Biraz fazla teknik oldu ve uzadı ama hakikatin herkes tarafından anlaşılması ve birilerinin bir daha böyle bir aldatmacaya tevessül etmemesi, bazılarının da çanak tutmaması, en azından aracılık yapmaması için buna gerek vardı diye düşünüyorum. Bu kent üzerine yapılan aldatıcı açıklamalara ve yorumlara neşter vurmaya devam edeceğiz.

08.09.2011
/Osman KARA

4 Eylül 2011 Pazar

Samsun'da Lezzetli Bir Gün; 11 Eylül 2011

Duyduk duymadık demeyiiiiiin! 11 Eylül 2011 Pazar günü saat 11:00'da Doğu Park sosyal tesislerin bahçesine gelenler, Rumeli mutfağının geleneksel lezzetlerinden tatma fırsatı bulabilecekleri güzel bir gün geçirecekler...
***
Samsun Mübadele Derneğinin gönüllülere yaptırdığı yerel lezzetlerin damaklara servis edileceği bu lezzetli gün için hiç kimse davetiye beklemesin. Tamamen sivil inisiyatifle gerçekleşen bu etkinlikte protokol diye birşey yok. Hiç kimseye özel bir davetiye gönderilmeyecek.
***
Nasreddin Hoca'nın işi gibi, "ye kürküm ye" muhabbeti burda geçerli değil. Üstelik kapıdan girerken kimseye sen kimsin, kimlerdensin de denmeyecek. Diğer bir deyişle sadece mübadillere değil, tüm yurdum insanına açık bir etkinlik bu. Bu sene ikinci kez düzenlenen ve gelecek seneden itibaren gelenekselleşmesi hedeflenen bu etkinlik için dernek yaklaşık 1000 kişilik hazırlık yapıyor. Yani erken gelen, tüm lezzetleri tatma fırsatı bulur. Uzun lafın kısası, 11 Eylül 2011 Pazar günü saat 11:00'da Doğu Park sosyal tesislerin bahçesine konu komşu, ailece "aç olarak" gelin efendim... Pişman olmayacaksınız!
***
Şimdi de lafın uzununu söyleyelim. Bazısı ondan anlıyor ya, o bakımdan...
***
Mübadil berber, laz berbere, "Bre berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim." demiş.

Laz berber, mübadil berbere "Haçan berber, gel bereber 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark sosyal tesislere gidelum diyesun ama, orda ne edeceğiz oni demeysun." demiş.

Mübadil berber, laz berbere, "Bre berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim de te orda eski Urumeli yemeklerinden yiyelim." demiş.

Laz berber, mübadil berbere "Haçan berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim de orda sizun eski yemeklerinden yiyelim diyeysun da te bu yemekleri kim bize pişurecek, oni demeysun." demiş.

Mübadil berber, laz berbere, "Bre berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim de te orda, bizim Mübadele Derneğinin gönüllü ev hanımlarına pişirttiği eski Urumeli yemeklerinden yiyelim." demiş.

Laz berber, mübadil berbere "Haçan berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelum da orda sizun Mübadele Derneğinin gönüllü ev hanimlaruna pişurttiği eski Rumeli yemeklerinden yiyelum diyeysun da, uşağum o yemekler hangileridur, oni demeysun." demiş.

Mübadil berber, laz berbere, "Bre berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim de te orda, bizim Mübadele Derneğinin gönüllü ev hanımlarına pişirttiği eski Urumeli yemeklerinden etli kazan pilavı, gağma, köy ekmeği, kavala kurabiyesi, selanik gevreği, kaçamak, soğan pidesi, Allah ne verdiyse yiyelim." demiş.

Laz berber, mübadil berbere "Haçan berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelum da orda sizun Mübadele Derneğinin gönüllü ev hanimlaruna pişurttiği eski Rumeli yemeklerinden etlu kazan pilavu, gağma, köy ekmeğu, kavala kurabiyesu, selanik gevreğu, kaçamak, soğan pidesu, Allah ne verdiyse yiyelum diyeysun da buraya kimler davetludur, oni demeysun." demiş.

Mübadil berber, laz berbere, "Mariiii!" demiş. "Davetiye mi ister be aganın? Sen Kavaklı berberi, Çarşambalı berberi, Bafralı berberi, Ordulu berberi, Giresunlu berberi, Sinoplu berberi, Bayburtlu berberi, Çerkes berberi, Arnavut berberi, Gürcü berberi, Kürt berberi de al gel. Onlara de ki bre berber, gel beraber, 11 Eylül Pazar günü saat 11'de Doğupark Sosyal Tesislere gidelim de te orda, bizim Mübadele Derneğinin gönüllü ev hanımlarına pişirttiği eski Urumeli yemeklerinden etli kazan pilavı, gağma, köy ekmeği, kavala kurabiyesi,selanik gevreği, kaçamak, soğan pidesi, Allah ne verdiyse yiyelim." demiş.

/Mümin BOZKURT
04.09.2011

Samsun'un Sağlık Alanındaki Değişimi

Dünya değişiyor, Türkiye değişiyor, Samsun değişiyor. Kısacası bizler değişiyoruz. Mevcut duruma göre farklılaşmaya değişim deniyor. Değişim, farklı olmak demektir. Değişimi olumlu ya da olumsuz yapabilmek bizim kendi elimizde. Bu yüzden farkındalığı yakalarsak değişimimizi lehimize çok daha rahat çevirebiliriz. Hayat geleceğini tesadüflere bırakanlardan yana değildir. Şansa uygun olmak için fırsatlara da uygun olmak gerekir. Hayatta şanslı olabilmemiz için hedeflerimizin kontrolünün bizde olması gerekir. Sebepler değişmedikçe, sonuçlar da çoğu zaman değişmiyor…

Değişimi başlatanlar; yasa yapıcılarla, bulunduğu konum ve elindeki yetkiye göre karar alıcı ve uygulayıcılardır. Samsun'da birçok alanda değişim yaşanıyor. Bana göre en önemli değişim; sağlık alanında olan değişim. Sağlık alanında hiçbir şey bundan on yıl öncesine göre aynı değil. Ben bu durumu iki kamu hastanesine bakarak anlayabiliyorum. Bunlardan birisi Gazi Devlet Hastanesi, diğeri de OMÜ TIP Fakültesi Hastanesi.

Daha önce SSK Hastanesi adıyla hizmet verdiği dönemde bugünkü GAZİ Devlet Hastanesi'ne bir hasta ziyaretine gitmiştim. Neydi o kalabalık, o izdiham, o kargaşa? İnsanlar muayene olabilmek için polikliniklerin önünde adeta birbirlerini eziyor, sağlam olanlarda hasta olup çıkıyordu.


2005 yılına kadar Sosyal Sigortalar Kurumu Samsun Bölge Hastanesi olarak sadece sigortalılara hizmet verirken, sağlık sisteminin tek çatı altında toplanmasıyla birlikte yapılan yasal düzenlemelerle Sağlık Bakanlığı bünyesine geçerek Samsun Gazi Devlet Hastanesi adı altında günlük ortalama 3 bin – 3 bin 500 poliklinik hastasına hizmet vermeye devam eden Samsun Gazi Devlet Hastanesi'nin bu duruma gelmesinde Başhekim Opr. Dr.Ahmet A.İsmailoğlu'nun büyük payı var. Bugünkü Gazi Devlet Hastanesi, yakaladığı değişimle birlikte artık özel hastanelerle yarışır duruma gelmiş. Özverili çalışmasından dolayı Samsun Gazi Devlet Hastanesi Başhekimi Opr. Dr. Ahmet A.İsmailoğlu ve ekibini kutluyor, başarılarının devamını diliyorum.


Samsun'un olduğu kadar bölgenin de en büyük araştırma ve uygulama hastanesi olma özelliğine sahip olan OMÜ TIP Fakültesi Hastanesi, Başhekim Prof.Dr. Mustafa Bekir Selçuk döneminde adeta çağ atlamışa benziyor. Sağlık alanında birçok başarılı projelere imza atan Selçuk, kamu hastanelerinde pekte alışık olmadığımız bir uygulamayı yıllardır başarıyla uyguluyor. Sağlık alanındaki değişimin en önemli ayağını oluşturan hasta memnuniyeti konusu Orta Karadeniz'de Başhekim Prof.Dr. Mustafa Bekir Selçuk ile birlikte anılıyor.

OMÜ TIP Fakültesi Hastanesi'nde refakatçisi ve ziyaretçisi olmadan yatan hastalar hiçte yalnızlık hissetmiyor. Özellikle bayramlarda Prof. Selçuk ve ekibi yatan hastaları tek tek ziyaret ederek bayramlarını kutluyor, hastalara yalnız olmadıklarını söylemle değil eylemleriyle anlatmış oluyor. Mevlana'nın da hemşerisi olan Başhekim Prof.Dr. Mustafa Bekir Selçuk'u başarılı çalışmalarından dolayı kutluyor, başarılarının devamını diliyorum…

04.09.2011
/Şerafettin ÖZIŞIK