29 Kasım 2007 Perşembe

Samsun Kent Kültürü



Eşine Ender Rastlanan Bir Dergi;
Samsun Kent Kültürü
7. Sayısıyla Seçkin Gazete Bayii ve Kitabevlerinde



Hepinizin koltuğunun altında bir Kent Kültürü Dergisi görmek isterim; bir somun ekmek gibi.



/ Hakan Dilek
Kent ve Kültürü… İkisi de birbiri olmadığı zamanlar yine birbirini çağrıştıran iki kelime. O iki kelime, Samsun’da yeni çıkan bir derginin adı oldu. 1 Nisan’da her geçen gün biraz daha dibe oturan sosyo-kültürel yapının, bozulan ve dağılan hallerine inatla bir kentin savunusu yapmaya girişmiş.

Bir kenti savunmanın yanında o kayıp kenti yeniden bulmak ve bir mücevher gibi saklamayı hedeflemiş bir grup sevdalı yan yana gelmiş ve sabah edip bir dergiyi sürmüşler beklemenin haznesine… Bir dergi; yazılarla fotoğraflarla dolu bir dergi neyi anlatır bir kente? Düşlerini genç insanların? Yaşı kemale ermişlerin? Bir kentten umudunu kesmişlerin? Bir kente umudunu bağlamışların?

Artırılabilir bu sorular. Her soru bir kez daha bağlar bizi yaşadığımız kente ve sorgulayan tümceler düşer aklımıza? Kent Kültürü Dergisi’nin kapağına taşıdığı başlık hepsini kapsıyor aslında; ‘Kentteyim kendimdeyim!’ İnsanın kendini arayışının bir başka adı belki… Bir çıkmaz yol kadar insanı çaresiz bırakan yanı var Samsun’un; ‘Bu kadar geldik geri mi dönüceez!’ E evet usta! Geri dönmelerin ve yolculuğumuzun; gurbetimizin ve bahçelerimizin hikâyesidir bu kent. Çocukluğumuza yaptığımız yolculuğun bir başka adı…

Fotoğrafları için de ‘yazmak’ isterim. Hani hep sorarım ya; bir fotoğraftan nasıl girilir içeriye? İşte bu sorunun karşılığı var bu dergide. Öyküsü, derdi sıkıntısı olan fotoğraflar… Çarşambalı fotoğraflar, Çiftlik Caddesi’nde eski bir aşkın peşindeki cümleler, ‘nereye gitsen bu kent arkandan gelecek!’diye başlayan cümleler…

Kasabaların, cami avlularının, kadınların, çocukluğuna başlayan yolculukları içlerinde bir eski zaman sevdası gibi taşıyanların renkli anlatılarıyla dolu sayfalar… Her biri insanın yaşadığı memlekete duyduğu sevdayı anlatan yazılarla kurulu yapraklar; ‘Anılar konacak dal istermiş!’ diye dökülen, tutunan yapraklar!

Uzun Samsun Aşireti’nden hikâyeler, mekanlar, sokaklar, caddeler, Çarşambalı sekiz köşe kasket, kilimciler, bir anıya suç ortaklığı yapan isimler, ‘eskidendi çok eskiden’ şarkısı Sezen Aksu’nun, yaşadığı memleketten ayrı düşmüşlerin sıla mektupları, ‘bu kentte yaşayacağım ve kendime gerekçe üretiyorum!’ diyenler… Hepsinin toplamı biraz hiç biri belki…

Kent Kültürü Dergisi bu kentin bütün umarsızlıklarına ve üzerine ölü toprağı serpilmişliğine karşın; ‘Belki yine gelirim / sesime ses veren olursa bir gün / biz yürürsek hangi kent güzelleşmez!’ diyenlerin dergisi olsun. Ve en çok de derginin meramını anlattığı çıkış yazısını okuyalım hem de defalarca…

Hepinizin koltuğunun altında bir Kent Kültürü Dergisi görmek isterim; bir somun ekmek gibi. Herkesin iç ceplerinde; dostun dosta yazdığı mektup gibi… Evet ‘dostun dosta yazdığı mektup’ gibi...

Samsun’dan Bursa’ya Selam Olsun!!!

Bonnie Bee diyor ki;
Bursa'da eski bir cami avlusu, küçük şadırvanda şakırdayan su.
Orhan zamanından kalma bir duvar, onunla bir yaşta ihtiyar çınar.
Eliyor dört yana sakin bir günü, bir rüyadan arta kalmanın hüznü…
                                                                                     A.H.Tanpınar



Öğr.Gör.Yasemin Şimşek
Bursa… Bu kenti gerçekten çok severim. Sokaklarında gezinirken kaybolsam,  Konya’da  Hacı Veyiszade   Camii bana nasıl yol gösterirse,  Ulu Cami de  hep pusula görevindedir, bilirim.

Evet, bu kentin tarihi dokusu sarıp sarmalar, caddelerinde yürürken dar uzun yolları sizi mutlaka bir hana ya da bir kütüphaneye ulaştırır. Tanpınar dizelerinde olduğu gibi, mutlaka koca bir çınar yokuşun başında sizi bekler.

Fakat, Bursa’nın ayrı bir tadı vardır benim için… Samsun’un Beylik köyünden kopup gelinen, Fikret’le başlayan ve Ayşe'yle devam eden uzun bir öyküyü barındırır içerisinde.

Hemen hemen hepimizin bir eşi, dostu, bir akrabası başka başka kentlere, sizden çok uzak yerlere içinizden kopup gitmişlerdir. Tanımadıkları bu kentin terminalinde başlamıştır öyküleri. Bazen buna sebep üniversite eğitimi olmuş, bazen asker olmuş gitmiş, bazen o kentte evlenip gitmiş, bazen de sebep tamamen yeni bir başlangıç isteği olmuştur. Artık yeni bir kentte yeni bir başlangıç yapmışlardır.

Yeni yeni olgular, insanlar, konu komşu, iş, güç, bir bakmışsın evlenmişler ve geride bıraktıkları, kopup gelinen şehir artık misafir olma tadındadır. Artık gözleyip dururuz yollarını, ne zaman gelirler bilinmez…

Not: Gülsemin, Hakan ve bebeler her hafta sonu olduğu gibi yine beraberdik. (Bir yandan bebelerin peşinde koştururken bir yandan da telefona cevap verme başarısı.) Doktor, Bursa’dan selam yolluyordu Samsun’a.  Bir çift selam da bizden olsun!   Şükranıma, doktoruma, Şevkinazıma…   Şükriyemize,  Mehmet Ağabeyimize…   Ahmet Ağabeyimize… Fikriyemize…  Bilcümle Tahtakale esnafına, Ahmet Ağabeyimize… 

Tüm dostlarımıza Samsun’dan selam olsun!

18 Kasım 2007 Pazar

Samsun Nasıl Kalkınmaz?




Samsun’da dün yapılan “Sürdürülebilir Büyümenin Sektörel Politikalara Entagrasyonu” adlı toplantı Samsun’la ilgili çok farkında olunmayan ve bilinmeyen birçok konuya ait ipuçlarıyla doluydu. Zaten toplantının adında geçen “sürdürme”, “büyüme”, “Politika” ve “entegrasyon” ifadeleri bile Samsun için düşünüldüğünde; insanın kafasında kıvılcımlar çaktıracak ve haklarında kitaplar yazılabilecek kadar önemli başlıklar. Bu başlıklara ve altlarında yapılanlara bakarak bir şehrin durumu ve gelişimi hakkında bilgi sahibi olmak daha kolay.

Neden mi?
Bir şehirde, ekonomik ve sosyal kalkınma dinamiklerine yönelik her hangi bir konuda bir plan, bir strateji ( Burada o konuya ait her aktör, sektör,  bileşen ve ilgiliyi kapsayan, uzmanlarca hazırlanmış, gerçekçi, objektif ve uygulanabilir açıkçası adam gibi bir planı ve stratejiyi kastediyorum) yani bir POLİTİKA yoksa,

Bir şehirde uygulanması planlanan her hangi bir politika; o şehrin idari ve ekonomik alanlarda yetkili ve üst düzey kuruluşlarının mutabakatı ve ilgili tüm diğer meslek kuruluşları ve bileşenlerin aktif katılımı, önerileri ve katkılarıyla yani şehrin tam olarak bir ENTEGRASYONU ile hazırlanmamışsa,

Daha düne kadar tüm ülkede örnek model olarak lanse edilen oluşumlarla Bölgesel Ekonomik kalkınma adına yola çıkanlar, Ekonominin yanında şehrin her konusuna ve her başlığına el atarak konuyu – Belki de kos koca bir bilim kurulunun bile altından kalkamayacağı- kadar geniş bir alana yayıp olağanüstü dağıtmışlarsa,

Bir şehrin geleceğini planlama adına iyi niyet ve böylesine önemli oluşumlarla yola çıkanlar; “ekonomi ve bölgesel kalkınma” konularının daha ABC’ sinden habersiz derleme ekiplerle, ( 3 saatlik toplantıda fizibıl olmayacağı anlaşılabilecek projeler peşinden aylar ve milyarlar harcayarak koşarken ) gün kurtarma ve boşluk doldurmadan öte bir iş  başaracak ufuk ve donanımdan yoksun ise,

Koskoca bir şehir ve kamuoyu ister merkezi ister yerel siyaset hesapları sebebiyle BALON PROJELERLE ve GÜNDEMLERLE aylarca meşgul edilip avutulabiliyorsa,

Şehrin ekonomide ve yerel siyasette en önemli aktörleri her hangi bir somut, gerçekçi ve faydalı bir proje konusunda bir araya gelip, güçlü bir mutabakat ve samimi bir işbirliği ile şehre bugüne kadar MEGA BİR KAZANIM veremeyecek kadar birbirlerinden kopuk ve uzaklarsa,

Sivil toplum örgütlerinin önemli bir kısmı kendi meslekleri ve misyonlarıyla şehre ve üyelerine bir şeyler vermek derdinden çok, ideolojik ve siyasi manevralar yapmaktan yorgun düşmüşse,

Şehrin belki de en önemli lider ve kanaat önderlerinin birçoğunun arasında ya siyasi, ya ideolojik ya da kişisel sebeplerle görünmez ve anlaşılmaz bir mesafe, bir soğukluk, bazen bir çekememe, hatta bazen de düşmanlığa varan “HER TEKLİFİNE HAYIR, HER SÖYLEDİĞİNE OLMAZ, ONUN OLDUĞU YERDE BEN YOKUM” yaklaşımı almış başını gitmişse,

Ülkenin en önemli eğitim kurumlarından ve şehrin en önemli güçlerinden olan koskoca üniversite, şehrin Sosyal ve Ekonomik Kalkınması ilgili her hangi bir proje ya da oluşuma neredeyse “0-SIFIR DESTEK VERME” noktasındaysa,

Şehrin bırakın farklı kurum, kuruluş, parti, purtu ve bileşenlerinin birlik ve beraberlik içinde olmasını veya öylece bir şeyler başarmasını, bu şehrin ( Sayıları topu topu 6 olan )iktidar partisi milletvekilleri bile “BİRBİRİYLE AYNI YERDE OLMAZ- GEREKMEDİKÇE GÖRÜŞMEZ ” modunda 3 ayrı keskin grup içinde toplanmışsa,

Şehirde faaliyet gösteren onca yazılı ve görsel medya kuruluşunun hiç birinde uzman ve yetişmiş ekonomi muhabiri veya editörü bulunmadığından, iş dünyası- yönetim mekanizmaları ve kamuoyu arasında medya marifetiyle geliştirilebilecek bilgilenme, diyalog ve koordinasyon olağanüstü zayıf, verimsiz ve yüzeysel ise,

Her ağzını açan yerel idareci bir yandan “Cazibe Merkezi – Yabancı yatırımcı” diye avazınca feveran ederken yine kimi yerel yöneticiler kendi aralarındaki yer- yön- bina kaprisleri sebebiyle yatırımcının emdiği sütü burnundan getiriyorlarsa,

Zaten yeni yeni gelişen ve kabuğunu kırma yoluna giren Samsunlu girişimci ve yatırımcı yapacağı her yeni yatırımda veya atılımda önünde garip anlaşılmaz engeller ve duvarlar bulup, yatırım yaptığına yapacağına bin pişman olma noktasına gelebiliyorsa,

Bu şartlar ve bu anlayışlar altında bir şehir yani SAMSUN ( kolay kolay) KALKINMAZ!
*****

PEKİ KİM SUÇLU VE KİM KURTARICI?
Şahıslar ve özellikle idareciler eleştiriye açık olmadıkça, her eleştiri sahibini düşman belledikçe, biz bu şehirde hiçbir şeyi düzeltemeyiz.

Kafası yorgun olup da bu yazıdan “Birilerini hedef almış” şeklinde “zahmet çekmeden algılama” metoduyla bir anlam çıkarmayacak kadar açık zihinli iseniz müsaadenizle şunları da yazmalıyım:

Hava kirli mi ? Evet kirli. Ama mesele senin bacan benim bacam meselesi değil.

Tribünler sessiz mi? Evet sessiz. Ama açık mı, kapalı mı, alt mı, üst mü önemli değil.

Trafik mi sıkışık? Evet sıkışık. Ama lamba mı suçlu, polis mi, yaya mı, çizgi mi, şoför mü, önemli değil.

Ortada çok ve önemli sorunlar var ve bunlar hepimizin sorunları ve de HEPİMİZ SORUMLUYUZ.

Halkından medyasına, işsizinden işverenine, muhtarından belediyesine, odasından derneğine, yayasından şoförüne, başkanından müdürüne, bekçisinden patronuna…

Hepimiz sorumluyuz.

Herkesin herkesi tanıdığı, herkesin hemen herkesle bir alacak-verecek hesabının olduğu, olabileceğinden çok daha fazla ahbap çavuşluğun yaşandığı, konuşmaları gerekenlerin sustuğu, susması gerekenlerin çok konuştuğu bir şehir burası.

Peki böyle olunca kim kimin hatasını söyleyecek, kim kimi ikaz edecek,

Kim kimin fikrine projesine destek verecek, kim boş konuşmaları bırakacak, kim artık gerçekleri haykırmaya başlayacak, kim çıkıp şehri sahiplenecek ve var gücüyle kucaklayıp baykuşları susturacak?

Her halde “zaman”…

Şuurla, mantıkla, bilimle, iyi niyetle, akılla

Hesapsız, siyasetsiz, beklentisiz

Cesur, yürekli, bilge adımlar ve adamlar

Sadece bunlar belki zamanı daha öne çekip, bir şeyleri daha erken başlatabilecek…

/Uçkan Apak