31 Ocak 2010 Pazar

Alaçam Bizim Sevdamızdır

1887 (Rumi 1303) yılında yapılmış Alaçam Yeni Cami

Atalarımız, “İnsanın doğduğu değil doyduğu yer önemli” demişler. Bu söze hiç itirazımız yok. Elbette İnsan doğduğu yeri değil, geçimini sağladığı yeri yurt edinir. Doğduğu yerde karnını doyuramıyorsa rızk için başka yerlere göç etmesi kadar doğal bir şey yoktur. İş bulduğu yerde yerleşir, yaşar. Karnını doyurduğu yer, vatanı olur. Ancak, kendi doğduğu yerde doymayı, iş güç sahibi olmayı, kendi memleketi için çalışmayı, yararlı olmayı kim istemez ki?  Demek ki bu mecbur kaldığındandır.

Kim ne derse desin, kim ne düşünürse düşünsün ama insanın doğduğu topraklar gibisi yoktur. Bülbülü altın kafese koymuşlar, yine de “vatanım” demiş. Toprakların taşlı, kıraç ve verimsiz de olsa, dere-tepe, dağ-bayır da olsa, geçim derdiyle nerelere gidersen git, yüreğinde ince bir sızı, derin bir hüzündür memleket hasreti. Gün gelir yerinde duramazsın. Ne iş, ne aş, ne de geçim telaşı artık sana vız gelir. Gözünde tüter doğduğun topraklar. Dayanamazsın, vasiyetini yazdırırsın şairin dediği gibi; ”Eğer ölürsem buralarda, vasiyetimdir, beni götürsünler doğduğum topraklara.” diye. Öldükten sonra döndüğün topraklar seni bağrına alır ama sen onu bağrına basabilir misin? Bu hakkı kendinde bulabilir misin? Toprağın sana; “ Hey, hemşerim! Nerelerdeydin bu zamana kadar? Beni koyup gittin. Arkana bile bakmadan. Şimdi ne yüzle kapımdasın?” demez mi? Der. Bu duruma düşmemek için bizi bekleyen birçok görev var.

Her şeyden önce Alaçam’ın bizim “tanıklığımıza” ihtiyacı var. Eğer bu topraklar üzerinde yaşamış ya da yaşıyor isek mutlaka o günler için ilçemize “şahitlik” etmek zorundayız. Kasabamız kendinden şüphe etmemeli. Onun bir ilçe olduğunu ve içinde insanların yaşadığını kendisine hissettirmeliyiz. Bizim milletimizin bir özelliği vardır; bir vukuat meydana geldiğinde hemen oradan uzaklaşırız. “Aman, ne olur ne olmaz. Şimdi bizi şahit-mahit yazarlar” deyip, olayı gördüğümüz halde şahitlik etmekten kaçarız. Tıpkı bunun gibi, bugün yaşadıklarımızı da kayıt altına alarak yarınlara aktarmak, gelecek nesillere “işte bir zamanlar biz burada böyle bir yaşam sürdük, öyle aşklar yaşadık, şu şu şu mekânlardan geçtik, o ağacın altında oturduk, şu kahvehanede falancalarla çay içtik”  diye bir kent kültürü oluşturmak boynumuzun borcudur.

Ahmet Hamdi Tanpınar'ın “Beş Şehir” adlı eserini duymayanımız yoktur ama kaçımız okumuştur acaba? “Beş Şehir”, Ankara, Erzurum, Konya, Bursa ve İstanbulşehirlerinin anlatıldığı deneme türü bir eser. Tanpınar, "Beş Şehir'in asıl konusu hayatımızda kaybolan şeylerin ardından duyulan üzüntü ile yeniye karşı beslenen iştiyaktır…" olarak ifade etmiştir.

O halde köklü bir tarihi geçmişi olan Alaçam için bize düşen ilk görev “yazarak” onu yaşatmaktır. Nice yaşanmışlıklar, tükenip giden ömürlerle birlikte unutulup gitmemeli. Bu şehrin bir hafızası olmalı; Yaşayan, diri bir hafıza… Ancak o zaman nereden gelip nereye gittiğimizin farkına varacağız.

Alaçamlı olmak, Alaçam Sevdalısı olmak Alaçam’ın içinde yaşıyor olmak demek değildir. Ömründe bir kerecik bile olsa eğer onun içinden geçmişsen, sen Alaçamlısın demektir. Alaçamın sende, senin Alaçam’da göz izi, göz hakkı var demektir. Bu aslında bir sevdadır, bir aşktır.  Bu, aynı zamanda şimdi Alaçamın sana ihtiyacı var demektir. Ne olur ona bir mektup yaz, bir selam gönder!...

/Çetin KOŞAR

31 Ocak 2010

12 Ocak 2010 Salı

Samsun Gündemine Dönüş


Değişen bir şey yok Samsun gündeminde. On yıl önce, beş yıl önce, bir yıl önce neler konuşuluyorduysa bu kentte bu gün de onlar konuşuluyor. Seçimden seçime gündeme gelen ve oy toplama görevini yaptıktan sonra gündemden çıkartılan konular da yok değil ama onlar şu anda yeni bir seçime kadar buzdolabına konmuş bulunuyor.

On yıl önce tahsis edildi Tekel Sigara Fabrikası Milli Emlak Müdürlüğü’nden Samsun Büyükşehir Belediyesi Başkanlığı’na. Uluslararası üne sahip bir firmaya “kültür ve alışveriş merkezi” projesi çizdirildi. Proje 28 Mart 2004 seçimlerinden önce İstanbul ve Ankara’daki büyük firmalara sunuldu. Çok ilgili oldukları söylendi ama sonu gelmedi. Üzerinden bir yerel, bir de genel seçim geçti ve tamamen çürüyen binalar nihayet bir özel ortaklığa otuz yıllığına kiralandı. Bir aksilik olmazsa ortaklık söz konusu alanda otuz ay içerisinde tarihi binanın aslına sadık kalarak bir alışveriş ve kültür merkezi yapacak.

Samsun Tersanesi 28 Mart 2004 seçimlerinden hemen önce gündeme geldi; 17.000 kişiye iş sağlayacaktı ve ilk gemi 1 Kasım 2004’de denize inecekti. Seçimlerden hemen sonra Samsun-Trabzon Karayolu’nun Gelemen Mevkiine üzerinde “Samsun Tersane Alanı” yazan birkaç devasa tabela dikildi. Ötekiler bir süre sonra kaldırıldı, birisi hala durur. Basının sürekli eleştirmeleri sonucu olaya devlet ciddiyetle el koymak zorunda kaldı, o alanda açık deniz teraneciliği yapılmayacağı kabullenildi. Şimdilerde mendirek ve rıhtım inşaatı sürüyor. Biterse sıra özel teşebbüsün yatırımına gelecek. “Ölme eşeğim ölme, yaz gelince yonca ye de öyle öl” diye argo bir deyim vardır, bu iş de o hesap. Dayananlar tersanenin bittiğini görecekler ama bekleyenler o süreçte yaşlandıkları için işe giremeyecekler. Olsun, onların yerine çocukları girer. 2004’de on yaşında olan çocuk 2014’de yirmi yaşında bir delikanlı olacak. Tam da işe girme yaşı.

Hafif Raylı Sistem projesi diğer tüm projelerin inadına beklenenden de hızlı yürüyor. Devlet Planlama Teşkilatı ve Yüksek Planlama Kurulu ilke kararlarını Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın desteğini de arkasına alıp yerle bir ederek attı ilk adımı Samsun Büyükşehir Belediyesi. Ama aynı belediye, devleti ve planlama kurallarını aşmakta gösterdiği başarıyı doğayı yenmekte gösteremiyor. Sistem asıl hedef noktaya ulaşamıyor, tren ve vagonlar üniversiteye çıkamıyor. Arazi yapısı buna izin vermiyor. Yolcular OMÜ yerleşkenin altında planlanan aktarma istasyonunda raylı sistem vagonlarından indirilecek ve yerleşkeye otobüsler ya da dolmuşlarla taşınacak!

Burada küçük bir sorun var; toplama merkezinin yapılacağı arazi OMÜ’nün ve bugüne kadar kimse burayı OMÜ’den istememiş. İstenseydi sistemin foyası çok önceden ortaya çıkacaktı ve belki de Başbakan bu sakat sistemin arkasındaki desteğini çekecekti. Şimdi artık ok yaydan çıkmış bulunuyor; 130 milyon avroluk projenin ihalesi yapılmış, kredileri alınmış, artık geri dönmek söz konusu olamaz. OMÜ de arsayı çaresiz Büyükşehir Belediyesi’ne devredecek. Bütün sorun kimin ne alıp kimin ne vereceğinde düğümlense gerek.

Sistemin faiz yükü de hala açıklanmış değil. 130 milyon avroluk kredinin hangi koşullarla alındığını anlatan da yok, bilen de. Bu borcu bu kent ödeyecek, ama bu kent halkı kullanılan kredinin maliyetini ve ödeyeceği borcun miktarını bilmiyor.

Katılımcı demokrasi ve şeffaf yönetim bu olmasa gerek.  
 /Osman KARA
12.01.2010

7 Ocak 2010 Perşembe

Samsun'da Kral Olmak


Türkiye'de böyle...  Samsun'da da! Seçilen kendini, seçildiği süre içinde 'Kral' zannediyor... O kralın döneminde yapılan yanlışların faturasını da teba (!) ödüyor! Hem de kendi kararı olmadan!
***

Gazeteciler Cemiyeti binası yapımı için çalışma başlatıldığında ortaya fikirler çıktı... Kimi 3 katlı bir bina, kimi 5 katlı bir bina fikri savundu.  Karşı çıktım... "Bu bina, bizim dönemimizi aşacak bir çalışma... Dolayısıyla ortaya çıkacak tablo ve oluşabilecek sorunlar sadece bizi bağlamaz... Bu camiadaki tüm gazetecileri, hatta daha sonra bu mesleğe girecek insanları da etkiler... O nedenle, meslekteki tecrübeli isimleri, gazetelerin yöneticilerini, eski cemiyet yöneticilerini toplayıp, orada tartışalım... Herkes faturaya ortak olsun" demiştim...  Arkadaşlar karşı çıktı...  "Bizi niye seçtiler... Bizi seçtilerse kimseye sormamıza gerek yok! 3 yıl boyunca biz yöneteceğiz!" buyurdular... Yani 3 yıl kral biziz... Biz ne dersek o olacak... Yönetim yetkimizi niye paylaşalım fikrini savundular... Tıpkı şehir yönetiminde olduğu gibi!
***

Bizden bir örnek anlattım...  Ama bu şehirde çok yaygın... Bakın, Büyükşehir Belediyesi raylı sistemi yaparken... Halka bilgilendirmedi... Güzergâhını anlatmadı...  Borçlanma miktarını açıklamadı... Şehri ikiye böleceğini söylemedi...  "Kral benim yaparım" dedi... Yaptı!  Şimdi her kesimden tepkiler yükseliyor...
***

Oysa Samsun'un bugününü, yarınını hatta yıllar sonrasındaki çocuklarımızı ilgilendirecek böylesi bir konuda, fikir alması gerekmez miydi? Katılımcı demokrasilerde bu böyledir... Halkın yaşamını, hayat tarzını etkileyecek konular, referandumlarla halka sorulur... Halk, "Yapın" derse yapılır... "Yapmayın" derse yapılmaz!
***

Bugün şehrin önünde yeni bir konu var...  DLH önündeki alan...  Otel yapılacak... Yarın bir gün, doğa olaylarıyla belki de Samsun'da denize girilebilecek tek alan... Birilerinin yapacağı otelin özel plajı olacak! Ama kimse yapalım mı, yapmayalım mı diye Samsunluya sormuyor! Şahin’in dediği gibi, "Emme basma tulumba gibi hareket eden" belediye meclis üyelerinin... İl genel meclisi üyelerinin kararıyla halkın ortak alanı birilerine peşkeş çekilmeye çalışılıyor...  Yeni bir Yelken Kulüp yaratılmaya çalışılıyor... Samsunluya sormadan...  Samsunlunun ortak malı satılıyor! Üstelik tulumbaların hareketiyle! Yazıktır...  Ayıptır... Günahtır!

 /Erdem EROL
07.01.2010

4 Ocak 2010 Pazartesi

Samsun'un En Şık Bürokratı


Memleket meselesi yazıyoruz... Kimseden 'tık' yok...  Samsun'un sorunlarına kalem oynatıyoruz... Millet burun büküyor... En güzeli magazin yazmak...
***

Mesela; Samsun'un en şık bürokratı kim?  Bakın nasıl da meraklandınız?  Samsun'un 3 yıldaki özelleştirmeden kaybı diye yazsam...  Büyük çoğunluğunuz dudak büker... Ya da Samsun'u bekleyen büyük borç tehlikesini açsam...  Okumaz hemen kaçarsınız?  Ama şimdi merakla bekliyorsunuz... Kim, kim... kim?
***

Samsun'un en şık bürokratı bir kere belediye başkanları olamaz... Mesela Başkan Yılmaz, renk vermemek için hep gri ve benzeri tonlar giyer... Hem göze çarpıp dikkat çekmez, hem de toz götürür! Başkan Burma'nın genel tercihi koyu renkler... Ancak zaman zaman kravat gömlek uyumuna dikkat etmediği de gözden kaçmaz! Necattin Demirtaş'ın ise acil bir görüntü danışmanına ihtiyacı var... Osman Genç, ilk yıllarına nazaran daha uyumlu renklere yöneliyor... Ama Samsun'un en şıkı 4'ü de değil!
***

Konuyu tuttunuz... Merakla bekliyorsunuz...  İçiniz de daralmadı üstelik...
***

Genel Sekreter Aslan Karanfil'in,zaten şıklık çabası olduğu kanısında değilim... OMÜ Rektörü Hüseyin Akan, ilk yılına göre biraz toparlar gibi oldu ama... Daha çok uzun yolu var gibi... Belki Vergi Dairesi Başkanı Şuayip Sevgi biraz daha iddialı gibi... Emniyet Müdürü Muzaffer Erkan da Sevgi'yi zorlayacak kadar... Ancak birisi var ki... Gerçekten çok şık!  Her zaman... Seçtiği takım elbise... Gömlek, kravat ve hatta ayakkabı rengi uyumu... Kim o?  Elbette ki 1 numara! Yani Vali Hasan Basri Güzeloğlu!

/Erdem EROL
04.01.2010