17 Ocak 2014 Cuma

Oldu Mu Şimdi?


İnsan ömrünün son yılları, pişmanlık dönemlerinin tekrar tekrar anılmasıyla geçiyor. İnsanın hikâyesi, yaşadığı yılların muhasebesini yapmak, geçmişiyle hesaplaşmak hep yaşanan yıllardaki, ah’lar vah’lar ve tüh’lerin neden olduğu bir yaşam panaromasına döner ki artık bundan sonra yapacak pek bir şey de kalmamıştır. Sadece muhabbet ve aile ortamlarında; “ah be ne günler yaşadık, ne fırsatlar kaçtı önümüzden” diyerek geçen günlerden bir öç alınmak isteniyorsa kişi tamamen kendisini sorgulamakta ve yargılamaktadır. Tabiidir ki bu günlerdeki meçhul asker yine kendisi olduğundan, acze düşen, saygınlığını yitirmeye sebep olanda yine kendi kararlarıdır. Eski darbı meseldir “insanın kendine yaptığını bir köy halkı toplansa yapamaz derler” ki çok da doğrudur.

Mimarlık öğrencisi olduğum yılların sonlarında, projem için gerekli literatür, matbuat ve malzeme toplamak için İstanbul gitmiştim. Orada da okuyan üniversiteli arkadaşlarla buluşup kendi aramızda bir program yaptık. Şenlendirmek istediğimiz ve buluştuğumuz akşamın mekânı Çiçek Pasajıydı. Herkesin bardağına, tabağına yer bulmakta zorlandığı bir fıçının etrafında sohbeti koyulaştırıp konuşuyorduk ki bir karaltı belirdi yan tarafımızda. Yorgun bir yüz, gözaltları torbalanmış, dudaklarına gayrı muntazam sürülmüş bir ruj, mahzun bir ifadeyle sofraya bakıyordu. Tanıdık olup olmadığından, dikkatimizi ona yoğunlaştırdığımızı anlamamış olmalı ki bakışlarından belki de bir bardak içki istediği anlaşılıyordu. Arkadaşlarımdan birisi fısıltı halinde usulcacık “bu kim biliyor musun” dedi. Kim dedim yine duyamayacağı kadar hafifçe, “Cahide Sonku “dedi. Duyunca döndüm hissettirmeden daha dikkatlice baktım. Koluna taktığı çantasına, üzerindeki giysilerine, ayakkabılarına göz gezdirdim. Acınacak vaziyette ve zor durumda olduğu belliydi.

Bir devirde değil Onunla konuşmak, bulunduğu ortamlara girmek, çevirdiği filmlerin stüdyolarında bulunmak bile önemli bir olay sayılan bir dev di yanımızda duran. Tabiri caizse o sarışın ilahe hemen yanı başımızda duruyor, bomboş bakışlarla etrafı süzüyordu. Bazı davetlerde ayakkabılarından şampanya içildiği yazılır, bir tebessümüne o devirde otomobil hediye edildiği söylenirdi. Ama bu gün kapısını çalacak bir dostu olmadığı gibi belki de bir parça ekmeğe muhtaç ve içkinin esiri olmuştu.

Ben yaşımın o yıllara kadar uzanan zaman muafiyetini yaşayan birisi olarak o anı, bu yıllarda hatırlayıp hayattan çıkarmam gereken dersleri derdest ediyorum bugün. Ne aciz ve ne zavallı bir mahlûktur insanoğlu. Bazen yaşadıklarından bazı dersleri çıkarır ki, bir musibetin verdiklerinden özümsemeler yaparak. Bazen de başkalarına bakarak, şükreder kendi durumuna.

Felsefi bazı anlatımlar yaptığım sanılmasın, nostalji gibi bir maksadımda yok. Tamamen güncele yönelik dertleşiyorum bu yazıyı paylaşanlarla.

Geçen hafta Büyükşehir Belediyesinin Yaşlılara evlerinde vermiş olduğu bir hizmet çok dikkatimi çekti. Yaşlı kabul edilen, 60 yaş üstü ve kimsesi olmayan, evinden çıkamayan hatta yatalak sayılacak mağdurlara evlerinde verilen Yaşlılara Bakım Hizmeti, çok insani geldi bana.   Yemeklik malzemenin de getirilerek yemeğinin yapılması, bulaşığının yıkanması ev temizliğinin yapılması, hatta hatta sakal bıyığının kesilmesine kadar ince düşünülmüş bir hizmet çeşidiydi. İnsanlar bir diğerini bir menfaatleri olmaksızın aramazlarken, kapılarını çalacak hiç kimse olmazken, hatta evlatlar, ana ve babalarına zaman zaman başkaldırırlarken, insanın evinde kendi kapısında verilen bir hizmet kutsallıktan başka bir isimle tariflenebilir mi? Ta Osmanlı döneminden başlayan Darülaceze anlayışının bir evin eşiğine kadar gelebilmesi pek umutlandırdı beni.

İşte böyle insani bir programı, kentteki eksikliğini duyarak, düşünerek hayata geçiren bir kurum başlatmış olduğu bu neviden hizmetini kent halkına yeteri kadar anlatamamış. Ayrıca daha mütevazı şartlarla inşa edilerek kent yaşlılarına hizmet veren o zamanki adıyla güçsüzler yurdunu yeni yerine taşıyarak ve modern bir yapı ve hizmetlerini daha üst seviyelere getirişini de tanıtamamış.  Şayet anlatmış ise de yeteri kadar muvaffak olamamış. Bu konudaki eksikliğin her iki hizmetinde aynı kalitede yaygınlaşması ve çoğalması olduğunu düşünüyorum. İnşallah insanların en korkulu kâbusları olan; yatakta kalmak, ele bakmak gibi bazı karabasanlar bizim şehrimizde oldukça kolaylaşarak insani bir sona ulaşır!

Kent idarecileri insanı rahatlatan keyiflendiren geleceğe umutla baktıran bazı kararları alırken geleceğin yaşam projeksiyonlarını da bazı nüans hatalarıyla gözden kaçırabiliyorlar. Samsun kent yaşayanlarının bir bölümü son günlerde müthiş bir tedirginlik içindeler. Atakum ilçesi içinde yaşayanların kayıtlardaki nüfusu 103.000 olduğu görülüyor. Bu insanlar her halükarda kent merkezine araçlarla gidip gelmek zorunda kalıyorlardı. Ancak 10.10.2010 tarihinden itibaren Raylı Sistemin devreye girmesiyle kent ulaşımında bir huzursuzluk yaşanmaya başladı.  Hemen kapısının önünden geçen minibüslerle rahatça merkeze ulaşan insanların ağzının tadı kaçıverdi. Tek vasıta ile gidebildikleri mesafelere iki veya daha fazla vasıta ile gideceklerini görerek bundan sonra sıkıntı yaşayacaklarını anlıyorlar. Bu gün ne olacağı pek belli olmayan flu bir dönem başlıyor ki aklı eren her kes birbirine neticenin ne olacağını soruyor.

İşte bu yüzdendir, Samsundaki yerel ulaşım detayları, behemehal ele alınarak şu andaki huzursuzluğa bir son verilmesi lazım. Yerel yöneticilerin bu konudaki verecek oldukları kararlar, belki de önümüzdeki seçimlerin Siyasi Ortamının şekillenmesine dahi etkisi olacak gibi görünüyor.

Görünen köyün kılavuz istemediği de bilinir.

İyi haftalar.
/Sacit ACAR
07.12.2010

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder