27 Nisan 2012 Cuma

Kandırılmış Ve Yalnız Bırakılmış S A M S U N…

Üzülerek söylüyorum, Samsunlular, seçtikleri, oy verdikleri siyasiler tarafından yalnız bırakılmıştır ve iddia ediyorum kandırılmıştır. Samsunluları yalnız bırakan ve aldatan bu uyanıkların, bu durum umurlarında bile değil. Aksine çok rahat bu beyefendiler, nasıl eder ederiz, biz Samsunluları ikna eder, onların oylarını gene alırızın rahatlığı içerisindeler. Bu defa pabuç pahallı olmalı, Samsunlular, siyasilerin yalanlarını unutmamalılar.

1970’li yıllara kadar bölgenin cazibe merkezi olan Samsun, bu yıllardan sonra göreceli olarak bu özelliğini kaybetmeye başlamıştır. AKP döneminde uygulanan politikalar sonucunda, Samsun ekonomisine yön veren tüm kamu kuruluşları, yok pahasına satılarak, Samsun ekonomisi çökertilmiş, tüm coğrafi avantajlarına rağmen göç veren bir Samsun yaratılmıştır.

Yok, pahasına satılan kamu kuruluşlarında çalışanlar, perişan edilmişler, işsiz ve aşsız bırakılmışlardır. Samsunda hazır Azot gübre kuruluşuna talip olanlara, hazırcılık yapmayın, size yer gösterelim, bir azot sanayide siz yaratın demek, o kuruluşu satmaktan daha iyi değil midir? Bu önerilere kulak vermeyenler, ısrarla söylüyorum, Samsunluları kandırmışlardır.

Samsunda yapılan bu olumsuzluklar, muhalefet ve sivil toplum kuruluşları tarafından kullanılamamış, muhalefet ve Sivil toplum kuruluşları Samsunda, toplumu harekete geçirememiş ve adeta olanları Samsunlular ile birlikte izlemiştir. Kimseye sormadan, danışmadan satılan kamu yatırımlarının özelleştirilmesi ile Samsunluların üzerinden sanki büyük yükler kaldırılmış gibi, bu özelleştirmeler ile siyasiler övünmüşlerdir.

Bu konuda, Samsunlular kandırılmıştır.
- Gelemen devlet üretme çiftliği,
- Tekel İşletmeleri,
- Et ve balık kurumu,
- Devlet malzeme ofisi,
- Bakır İşletmeleri,
- Azot gübre sanayi,
- Yem sanayi,
- Samsun Limanı,
- TEDAŞ
- Petrol ofisi,
- Büyükşehir mülkiyetindeki tüm gayrimenkuller yok pahasına satılarak elden çıkarılmıştır.

Şimdi bu kuruluşları satanlara, Samsunlular adına sormak istiyoruz,
- Bu satılan kurumlar devletin sırtında kamburmuydu, bu satışlar sayesinde, devlet bu kamburdan mı kurtarıldı?
- Bu sattığınız kurumlar zarar mı ediyordu?
- Bu satışlardan sonra, Samsunun üretime dayalı sanayisi mi gelişmiştir, bu gelişen sanayi sayesinde Samsunda istihdam mı sağlanmıştır?
- Yoksa devletin kar eden bu kuruluşları birilerine hediyemi edilmiştir?

İşin en acı yanlarından bir tanesi de, kendi elimizdeki dünyanın en iyi tütününü kendi ellerimizle öldürdük, kar eden Samsun Tekel işletmelerini sattık ve ondan sonra dışarıdan sigara ithal etmeye başladık. Bunun adına özelleştirme dedik, bunu büyük bir ekonomik başarıymış gibi sunduk ve halkı devletçiliğe karşı örgütledik, olmaz böyle şey… Evimizdeki bir eşyayı değiştirmek istediğimizde bile aile bireylerine soruyoruz. O Satılan devlet kurumları, bizlerin ortak değerleriydi. Samsun Milletvekillerimiz son teşvik konusunda bari konuşsunlar ve durumu Samsunlulara anlatsınlar istiyoruz. Yada Samsunlular bu yaşananların hesabını, bu siyasilere sorsun istiyoruz.

/Tekin AKIN
27 Nisan 2012

15 Nisan 2012 Pazar

Yürüyen Köşk, Sahte Atatürkçüler

Günlerdir Atakum’da yapılan ağaç katliamından bahsediliyor.. Sizlere 1930’da Mustafa Kemal Atatürk’ün bir uygulamasını olduğu gibi aktarıyoruz.

Büyük Önder Atatürk; dünya ülkelerinin ancak 1970’li yıllardan sonra anlayıp düşünmeye başladığı çevre olgusunu 1930’lu yıllarda benimsemiş ve özellikle Yalova’da gerçekleştirdiği bir olay yalnızca Türk insanına değil tüm insanlığa, çevreye verdiği önemin çok anlamlı bir göstergesi olmuştur. Atatürk bir gün çiftliğine gittiğinde köşkün hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan bir bahçıvan ile karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak, bunun nedenini sorar. Görevli bahçıvanın cevabı şöyledir: "Ağacın dalları uzamış, binanın duvarlarına dayanmış, duvara zarar vermesin diye dalı kesmemiz gerekiyor."

Aldığı cevaptan tatmin olmayan Atatürk, düşünülmesi bile imkânsız bir emir verir: "AĞAÇ KESİLMEYECEK BİNA KAYDIRILACAK" Görev İstanbul Belediyesi’ne intikal eder. 8 Ağustos 1930 tarihinde, önce bina çevresindeki toprak büyük bir dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine inilir. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine oturtulur. Artık binanın raylar üzerinden kaydırılarak ağaçtan uzaklaştırılması aşamasına gelinmiştir. Güzel ve sıcak bir yaz akşamında Atatürk ile birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali vekili Muhittin bey, Emanet Fen Müdürü Ziya Bey ve Cumhuriyet Gazetesi baş muhabiri Yunus Nadi nezaretinde bina 4.80 m civarında kaydırılır. Bu olağanüstü ve riskli iş 10 Ağustos 1930 tarihinde tamamlanır ve ulu çınar ağacı da kesilmekten kurtulur.

10 Ağustos 1930 tarihli gazetelerden bu olayın haberini okuyanlar, ülkenin içinde olduğu onca önemli meseleler arasında bunun o tarihte ne ifade ettiğine belki bir anlam veremediler. Belki de bir çınar ağacının birkaç metrelik dalının kesilmemesi için bir köşkün kaydırılmasını hayretle karşıladılar. Çünkü o devirde ne ozon tabakası delinmesi vardı, ne global kirlilik, ne asit yağmurları, ne orman katliamı...

Büyükşehir belediye başkanımızın var olan hiçbir değerimizi kabul etmediği, Atatürk’le anılan Samsun şehrinin hayal ürünü kahramanlarla değiştirmeye çalıştığını bütün Samsun biliyor. Ondan zaten ne Atatürk’e saygı nede Atatürk’ün saygı duyduğu bir şeye saygı duymasını beklemiyoruz.

Ya sen Sayın Metin Burma! Atatürk’le aranızdaki farkı görüyor musunuz?  Siz ‘Yol önemli, önümüze ağaç da gelse keseriz, ev de gelse yıkarız’ diyorsunuz. Ve siz aynı zamanda milleti de yanlış bilgilendiriyorsunuz. Çünkü bizler yol için kesilen ağaçlara üzüldüğümüzü, imara açılan bölüme itiraz ettiğimizi defalarca söyledik, bir defa daha söyleyelim; Parkın imara açılarak birilerine peşkeş çekilmesine itiraz ediyoruz. Arsası istimlak edilen şahıslara ya parasını ödeyin ya da başka bir yerden içinde ağaç olmayan bir yer tahsis edin. Bizim itirazımız insani, vicdani bir itiraz. Sizin uygulamanız vicdansızca bir uygulama. Atatürk yaşıyor olsaydı bu uygulamadan dolayı herhalde yüzünüze tükürürdü. Atatürk bir gün sizin gibi idarecilerin gelebileceğini tahmin ederek hem sizlere; hem bizlere ağaçların önemiyle ilgili bir mesaj vermeye çalışmış. Bunu Atatürkçüyüm diye geçinenlerin anlamamış olması çok acı..

15 Nisan 2012
/Adnan ÖZ

11 Nisan 2012 Çarşamba

Kamuda Yok Sayılan Aile Hekimliği -2

Hekime ve sağlık çalışanına yönelik şiddet, haklarım meta haline döndüğü sektörlerde kaçınılmaz hale gelmektedir. Hızlı neoliberalleşme, sistemin ayrılmaz bir parçasıdır.şiddet….. Bugün aile hekimliği sistemi ile ilgili görüşleri vermeye devam edeceğim, ama sağlıkta yaşanan kaosa dair, bir kaç satırda yazmak isterim. Ya kamuyönetimsel şiddet? Ya kamuyönetimsel baskı? Ya sağlık erkinin yaptığı baskılar... Ya işletilmeyen Çalışan sağlığı ve güvenliği komisyonları? Ya o acilde 5 hekime düşen nöbet sayıları... Ya adı konulamayan hekim yanlızlığı.. Sevgili Alladdine yapılan şiddeti kınamak, günü kurtarmak mı olur? Çalıştırılamayan hastane güvenlik sistemlerini sorgulayalım mı  mesala. Şiddet uygulayan iktidara yakın diye şiddet uygulanan hemşireye bu konuyu kapatalım diyen hastane müdürlerini? Şiddete gözünü kapatan sağlık erkini.. Her şey bir illüzyon ile gerçekleşiyor...
Şiddet, içimizdeki ve toplumdaki kaynaklarından besleniyor. Vahşi neoliberal soslu .. sisteminiz yaratıyor , İçimizdeki ve içinizdeki şiddeti... Ve sadece gösteriye dönüşüyor sağlık alanı.. Ve biraz kavgalı ve dövüşlü..  Geçmiş olsun Sevgili Alaaeddin...Belki herkes düşünür biraz... Biz ne kattık şiddete diye....

Aile hekiminin yıllardır birlikte çalışmaya ve bir ekip anlayışı içinde birlikte hizmet üretmeye alıştığı hemşiresi, sağlık memuru, tıbbi sekreteri, ebesi artık yoktur; aile hekiminin rakamla “1” adet aile sağlığı elemanı vardır. Aile hekimi çalışma ilişkileri alanındaki tanımıyla kitabi konuşacak olursak alt-işverendir, yarı-patrondur, taşeron işçi istihdam eder ya da edilmesini sevk ve idare eder. Ticaret siciline işlenmesine ve işyeri denetimlerinin Ankara Ticaret Odası tarafından yapılmasına ramak kalmıştır.

Memnuniyet Mi Dediniz?
Evet bir kısmımız halimizden gerçekten memnunuz. Daha iyi bir gelire kavuştuk; her ne kadar bu gelir emekliliğimize yansıyamayacak olsa da bugünümüzü biraz daha yaşanır kılmaya yarıyor. Ama bir çoğumuz bu gelire güvenerek daha fazla borçlandık, “işimizi” büyütmek için kredi kullandık, hatta bir kısmımız kira ödemek yerine konut kredilerine başvurup hizmet ürettiği mekanı satın alma yoluna dahi gitti. Bu yüzden daha gergin, daha kaygılıyız çünkü hastalarımız bizi terk edebilir; nitelikli bir sağlık hizmeti sunduğumuzdan emin olsak bile onları memnun edemeyebiliriz, cıva gibi kaygan nüfusumuz iradi ya da irade dışı nedenlerle bir başka meslektaşımızın portföyüne dahil olabilir; iç göç yaşayan ya da devamlı göç alan bir bölgedeysek nüfus hareketlerini kontrol etmekte zorlanabilir bu sebepten zaman zaman performans dolayısıyla gelir kaybına uğrayabiliriz. Cari gider payımızı büyütmek için sınıflandırılmaya ya da sınıf atlamaya çabalıyoruz ama maddi özendiricilerle itildiğimiz bu yol halkın sağlık hizmetine erişim hakkı açısından aslında eşitsizliğin sınıflandırılmasına hizmet ediyor, tabii bunun da farkındayız.

Bizler bu halkın bir parçası değilmişiz gibi halkı bize düşman etmeye çabalayan bir sağlık otoritesiyle karşı karşıyayız. Sağlık alanını tümüyle piyasalaştırmayı hedefleyen siyasi otorite, süreç ilerledikçe emekçi halktan gelecek tepkileri elbette yine biz hekimleri hedef göstererek hafifletmeye çalışacak ..Biz yine özveriyle çalışmaya devam edeceğiz; mesleğimize ve son yıllarda zaman zaman şiddetine uğradığımız halkımıza da yabancılaşmamaya çalışarak ama meslek onurumuza, iş güvencemize ve geleceğimize yönelik bu kapsamda bir saldırıyı hiç birimizin tek başına kalarak göğüsleme şansı olmadığını da artık kavramalı ve odamıza üye olmalı, sahip çıkmalıyız.

Biz Hekimler Olarak Ne İstiyoruz?
Güvenceli çalışma, Negatif performans, ceza puanı yerine nitelikli sağlık hizmeti sunumunun özendirilmesi ve desteklenmesi, Çalıştığımız kurumların kiralarının ve elektrik, su, doğalgaz, iletişim giderlerinin bugün de genel bütçeden ve ayrım gözetmeksizin karşılanması, Kamusal hizmet üretiminde kullanılması zorunlu olan tüm demirbaş ve ekipmanın, zorunlu tüm sarf malzemelerinin bedelsiz olarak temini, Sağlıkta taşeronlaşmanın durdurulması, Rekabet değil dayanışma, Yeterli ve nitelikli yardımcı sağlık personeliyle sunulan ekip hizmeti, Damga pulu, tevkifat vergisi, stopaj vergisi gibi birinci basamakta özelleştirme enstrümanı olarak uygulanan tüm dolaylı-dolaysız ticarileştirme girişimlerine son verilmesi, Bireye yönelik değil topluma yönelik, bölge tabanlı, kamusal nitelikte koruyucu sağlık hizmeti, Esnek değil kurallı çalışma, 8 saatlik tanımlı işgünü, İnsanca yaşamaya yetecek ve emekliliğe de yansıtılacak güvenceli ücret..

/Cem ŞAHAN
11 Nisan 2012

10 Nisan 2012 Salı

Kamuda Yok Sayılan Aile Hekimliği -1

Tüm şiddete ve kaosa rağmen bu ülkede/kentte insan sağlığına katkı sunan tüm sağlık emekçilerine…

Aile hekimi kendisine atanmış bulunan ve coğrafi anlamda tanımlanamayacak bir nüfusa koruyucu, sağaltıcı ve rehabilite edici sağlık hizmetlerini bir bütün olarak sunmakla mükellef birinci basamak hekimidir. Sözleşmeli çalışmasına ve devlet nezdindeki istihdam tanımı halen belirsizliğini korumasına rağmen kendisine zaman zaman devlet memuru zaman zaman da küçük esnaf gibi yaklaşılan kişidir.

Geçmişe Mazi Derler..
1) Sağlık ocaklarındaki fiziksel yetersizliklere, yokluk ve eksikliklere rağmen bu kurumlarda yıllarca özveriyle çalışmış ve sağlık hizmetinin kamu eliyle sunulması gerektiğine inanmış, bundan başkasını görmemiş, tanımamış olan –çoğunlukla-dünün pratisyen hekimidir. Şapkadan tavşan çıkartır gibi içinden girişimci çıkarması beklenmiştir.

*Birinci basamakta özelleştirme, girişimcilik ve rekabete alıştırılma işi yeni değil. Sağlık ve Sosyal Yardım Vakfı makbuzlarıyla başlayıp sağlık ocaklarına yazar kasa girmesiyle devam eden sürecin sonunda birinci basamakta çalışan hekimlerin de insanca yaşamaya yetecek, emekliliğe de yansıtılan güvenceli bir gelir yerine, ödenip ödenmeyeceği tümüyle sağlık otoritesine bırakılmış performansa göre hesaplanan döner sermaye ödemelerine bağımlı kılındığını görüyoruz. Hesaplamada kullanılan formül de ilk bakışta basit bir denklem gibiydi : Payı vardı, paydası vardı, sabit çarpanı vardı. Ama bu denklemde görünmeyen rekabet sağlık alanının piyasalaşmasına hizmet ettiği oranda çalışma barışı, işbirliği ve dayanışmayı da zedeledi, insan ilişkilerinde çürütücü bir etki yarattı. Bu aşamada daha piyasa odaklı, daha özel bir sağlık örgütlenmesine geçiş mümkün hale getirilmiş oldu. Bugün artık birinci basamaktaki hekimlerin gelir kaybına uğramamak için “hasta tutmak” zorunda kaldığı, kayıtlı nüfusunu kaybetmemek için meslektaşlarıyla yarıştığı, yoksullaşma ihtimali ve sözleşme feshi şantajıyla yola getirilmeye çalışıldığı bir dönemdeyiz. ( Çerçeve olabilir)

İki Kişilik Dev Kadrodan Gerçeküstü Bir Performans Bekleniyor
Aile hekimi ve aile sağlığı elemanından oluşan iki kişilik dev kadro kendisinden beklenen şu işleri yapmaya mecburdur: *Bağlı nüfusun tespiti. *Nüfustaki kişilerin en geç 6 ay içinde evlerinde ziyaret edilip muayene edilmesi *Günde ortalama 50-60 hastanın muayene edilmesi ( Sevk sistemi uygulandığında bu sayı çok daha artacak) *Bağlı nüfustaki bebek-sağlam çocuk ve gebe izlemlerinin yapılması *Bağışıklama hizmeti *Aile planlaması hizmeti *Evde bakım hizmeti *Mobil nüfusa gezici sağlık hizmeti *Verem hastalarının doğrudan gözetim altında tedavisi *İdari yazışmaların sürdürülmesi *Verilerin günlük aktarımı *İdarenin vereceği ek görevler *Keyfiyete dayalı adli nöbet uygulamaları *Kayıp kişilerin bulunması *Defin ruhsatı işlemleri

Yakın geçmişe kadar yukarıda anılmayan çevre sağlığı hizmetleri de dahil tüm bu hizmetler Sağlık Ocakları, Ana Çocuk Sağlığı ve Aile Planlaması birimleri ve Verem Savaş Dispanserleri tarafından işbirliği içinde verilmekteydi. Koruyucu sağlık hizmetlerinin bölge tabanlı planlanması ve coğrafi tanımı olan bir ölçek nüfusa dayandırılmasının halk sağlığı disiplini açısından ikili bir anlamı var. İlki doğrudan yöntemin akılcılığına ilişkin; bireysel değil toplumsal nitelikte hizmet planlamanın işgücü planlaması ve verimlilik açısından taşıdığı rasyonalite tartışılmaz. İkincisi ise toplumsal sağlık göstergeleri ile ilişkili; ölçme-değerlendirme yapabilmenizi sağlayan bir araştırma evreninde nüfus artış hızını, kaba ölüm hızını, doğurganlık hızını, bebek ölüm oranlarını da tartışılmaz kesinlikte hesaplamak mümkündür. Toplumların gelecek projeksiyonu bu veriler doğrultusunda biçimlenir.

Kaygılıdır
3)Aile hekimi sayılan tüm bu görevlerin başarıyla üstesinden gelmek durumundadır çünkü anılan bu görevlerin bir kaleminde dahi aksama olursa yalnızca ücret kesintisiyle karşılaşmakla kalmayacak, uğradığı puan kayıpları nedeniyle sözleşmesinin feshi dahi gündeme gelebilecektir. Dolayısıyla aile hekimi hep KAYGILIDIR..

Bu Dünyada Kiracıyız Zaten De..
Aile hekimi yıllarca kira vermeden hizmet ürettiği kamu kurumlarının bugünkü kiracısıdır; yalnızca kiracısı değil aynı zamanda tamircisi, işletmecisi, vergi mükellefi, sayaç abonesi ve muhasebecisidir de. Kamu binasında kamuya hizmet veren kamu görevlisi çalıştığı yerin, oturduğu masa ve sandalyenin kirasını ödeyen kişiye dönüşmüştür. Aile hekimi performans baskısı altında çalışırken Bakanlık tarafından bir kamu görevlisi gibi denetlenmektedir ama aynı Bakanlık kamusal hizmet veren kamu görevlisinden kullandığı kamu malı için kira talep edebilmekte ya da mesleki mali sorumluluk sigorta bedelini –özel hekimlik yapan meslektaşlarımıza uygulandığı gibi-tümüyle aile hekimine ödetmektedir. Gerekçe olarak da aile hekiminin “organik olarak” kamu görevlisi sayılamayacağı görüşünü savunmaktadır.

Kamudaki kira bedelleri de Milli Emlak tarafından belirlenen birim fiyatlara dayandırıldığı için semtten semte değişkenlik gösterebiliyor, bir başka kamu kuruluşuyla ortak kullanım alanı olan binalar için çetrefil hesaplamalar yapılabiliyor. Açık pozisyonlara atanan meslektaşlarımızın ise vay haline! Gerçek kişilerden kiraladıkları binaları Bakanlığın hangi bilimsel kriterlere dayanarak belirlediğini açıklayamadığı standartlara uydurmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla neredeyse tüm aile hekimleri günlük konuşmaları sırasında “stopaj, tevkifat vergisi, damga pulu, metrekare, ticarethane elektriği” sözcüklerini cümle içerisinde sıklıkla kullanmak durumunda kalmaktadır.

/Cem ŞAHAN
10 Nisan 2012

3 Nisan 2012 Salı

Mucize Uzak Değil

Gözler bir yandan İnönü'de, kulaklar Antalya'dan gelecek müjdeli haberdeydi... Umut Samsunspor için samanlıkta kaybolan iğneyi bulma misali zor bir ihtimaldi... Kırmızı beyazlı formayı sırtlarına çekip, sahaya çıkan onbir yürekli insan, taraftarının kulaklarına fısıldadığı, "Biz bitti demeden düşme yok" sözünü belleklerine kazımıştı...

Ligde var olma adına büyük önem taşıyan maçın ilk kırkbeş dakikası tamamlanıp soyunma odasına gidilirken ev sahibi ekibin yakaladığı üç net gol pozisyonunu kazasız, belasız geçmenin verdiği mutluluğa, Antalya'dan gelen Bursaspor'un 2-0'lık önde olduğu haberide eklenmişti...

Antalyaspor'un sahasında yıkılışı, takım üzerinde doping etkisi yarattı... İkinci yarıda maça daha fazla asılan, yemeden atılacak bir golün değerini bilen, düşünen taraf Samsunspor'du...

Murat'ın golü zamanlama adına mükemmelden de öte bir durumdu... Öne geçmenin verdiği avantajı maçın sonuna dek korumak da zor bir durumdu... Uzatma dakikalarında Beşiktaş'ın yakalayıp kullanamadığı pozisyon Samsunspor'un lige tutulmasını sağladı...

Yeşil çimenlere terlerinin son damlasını bırakan kırmızı beyazlı futbolcuları yürekli mücadelelerinden dolayı ayakta alkışlamak gerek...  Uzun lig maratonunun son 90 dakikasına diken üzerinde giren Samsunspor'un kümede kalabilmesi artık mucizeden de öte değil...

Şampiyon olmak isteyen Fenerbahçe, Antalyaspor'u yenmek zorunda... Samsun'un da ligde hiç bir iddaası bulunmayan Sivas'ı mağlüp etmesi gerekiyor...

Daha düne kadar, "Bu takım ne yazık ki düştü" diyenlerdendim... Sivasspor maçına kadar umudumu, asla pes etmeyen takımıma olan inancımı sürdüreceğim... Eğer sonuçlar tıpkı dünkü gibi Samsunspor lehine gelişirse tarih yazan bu ekip spor otoritelerince çokça konuşulacak...

Bir hatırlatma yapmak istiyorum...

3-0 Bursaspor'un galibiyetiyle sonuçlanan maç sonrası Samsunspor'a kıyak yapmadığı için Ertuğrul Sağlam'ın adını ağzına besmelesiz ve de abdestsiz alıp, hakkında ileri geri yazılar yazan köşe yazarı şimdi ne yazacak çok ama çok merak ediyorum...

Varsa bir cevabı, yazsın da biz de okuyalım...

03 Nisan 2012 Salı
/Resul AKÇAY

Samsun Sürekli Uçuyor Ama Uçtuğunu Gören Yok..

Ben kendimi bildim bileli Samsun uçuyor. Daha doğrusu siyasetin ve yöneticiliğin doruğuna çıkanlar tarafından Samsun’un uçacağı müjdeleniyor. Her defasında da bu uçuşlara gaz veren bir proje sunuluyor. Kalkınmaya ve yatırıma susamış, işsizlik sorunu karşısında ezilmiş benim güzel Samsunlum da çare olur umuduyla, her vaade inanıyor ve tatlı hayallere dalıyor. Bekliyor ki, Samsun havalanıp uçsun.. Ne var ki, Bekle, bekle ne uçan var? Ne de müjdelenen yatırımı yapan.. Bu uçuş vaatleri son on yılda daha da yoğunlaştı. Nasıl olsa, bu tatlı zokayı yutan ve tatlı hayallerden uyanındığında da uyutulduğunu görüp tepki dahi göstermeyen bir kent var karşılarında.. Öyleyse proje mi yok? Ondan çok ne var. Birinin etkisi geçince üflersin bir yenisini.. Garibim bir süre daha oyalanır.. Böylece siyasetçilerimiz ve yöneticilerimiz de görevlerini yapan insanların rahatlığı ile Samsunumu temsil etmeyi ve yönetmeyi sürdürürler..

Gelin hep birlikte zaman tünelinde bir uçuş da biz yapalım ve bakalım hangi projelerle Samsun uçurulmuş... 1999 da Marmara depreminden büyük zarar gören tersanelerin açığını kapatmak üzere bir dizi yeni tersane yapımı gündeme gelmişti. Bunun ilklerinden birisi de Samsun’da yapılacaktı. Proje, ilk kez Merhum Ecevit Başkanlığında ki Koalisyon Hükümeti sırasında gündeme gelmiş ama dönemim Tarım Bakanı’nın tersane sahasının tarım alanı olduğunu belirterek direnmesiyle sürünceme de kalmıştı. Daha sonra iktidara gelen AKP Hükümeti projeyi ciddi şekilde ele almış ve kısa sürede tamamlanacağını açıklamıştı. Milletvekillerimiz tarafından müjdelenen proje Samsunluyu tatlı hayallere sürüklemişti. Hatta o günlerde bu müjde yaklaşan 2004 Yerel Seçimlerinin de en büyük kozu olmuş ve seçimlerden sonra 15.000 işçi alınacağı vaadi ile listeler dahi yapılmış ve oylar toplanmıştı.

2004 yılıydı ve Samsun 2000’li yılların ilk uçuş denemesini yapıyordu. Yıl 2012. Henüz tersaneden bir haber yok. Samsun uçuşa geçemedi. Bu Samsunlunun ilk düş kırıklığıydı. Ama Samsunlu umutluydu. O olmadı ama nasıl olsa bir başka proje gelirdi. Geldi de.. Samsun milletvekilleri yeni bir müjde veriyordu. Samsun bu kez uçacaktı.. “Teşvik Kanunu” genişletiliyordu ve bu kez Samsun teşvik alan iller kapsamına alınıyordu. Yatırımlar teşvik edilecekti ve böylece yatırımlar birbirini kovalayacaktı. Samsun’da yatırım yapacakların SSK primleri düşecek, karşılıksız yer tahsisleri yapılacak, vergi indirimleri tanınacak, elektrik daha ucuz verilecekti. Üzerine bir güzellik de, ucuz teşvik kredileri verilerek yapılacaktı..

Sanayi alt yapısı yeterli, yan sanayisi güçlü olan Samsun’da yatırımlar patlayacak, işsiz kimse kalmayacaktı.. O da ne? Doğu, Batı ve İç Karadeniz Bölgesinin tüm illeri içersinde sadece Samsun dışlanmış ve Samsun bölgede tecrit edilmiş bir il gibi kalmıştı. Lütfen aşağıdaki “Teşvik ayıbı haritasına” bir göz atınız. Samsunlu, bu müjdeyi veren vekillerinin müjdelerine sahip çıkacağındam emindi. Ama sonuç tam bir hayal kırıklığıydı. Sayın Başbakan ve ilgili Bakanlar Samsun Ticaret Odası’nın salonun da, “Samsun’un buna ihtiyaç duymayacak kadar zengin bir il olduğunu” söylerken, Samsun milletvekilleri tek söz söyleyemiyor ve suskunluğu seçiyorlardı. Daha acı ve düşündürücü olanı salonu dolduran ve teşvikten en çok yararlanacak işadamlarımız, Samsun’u teşvik dışına iten bu konuşmayı ayakta alkışlıyordu.

İşte O Gün, Samsun’un Bıttığı Ve Yalnızlığa Tekedıldığı Gündü.
Sivil toplum kuruluşları SAM-SEV’İN öncülüğünde hak arama mücadelesi verirken işadamlarımızın kuruluşu bu direniş içersinde yer almayarak Samsun’u teşvik dışında bırakan hükümet kararına sahip çıkıyordu. Teşvik şoku yeni geçmişti ki, yeni bir müjde geldi. Samsunluya teşvik verememişlerdi ama varsın olsun, Samsun’u “Cazibeli Kent” yaparak bu kez uçuracaklardı. Ne var ki, Samsun için birşeyler ters gidiyordu. Bu kez de Başbakan Yardımısı Sayın Nazım Ekrem, sanki inadına yapar gibi Samsun’u dışlayan Cazibeli illerin isimlerini yine Samsun’da açıklıyordu. Salonda oturan Milletvekillerimizden, kent yöneticilerinden ve de her zaman güçlüden yana oynamayı ilke edinmiş özel davetli sivil toplum kuruluşlarının temsilcilerinden yine ses çıkmamış ve tek itiraz gelmemişti.

Samsun uçağı bu kez de havalanamamış, adeta çakılmıştı... Projeler biter miydi? Samsun birgün “Turizmin” parlayan yıdızı, bir başka gün bölgenin “Sağlık Merkezi” ilan ediliyordu. Geçen hafta içersinde Turizm balonu da patladı. Uçak bir kez daha çakıldı.. Sağlık Merkezi projesinin de getirisi henüz görülebilmiş değil. Araya sıkıştırılan “Samsun Ankara Hızlı Tren Projesi” de boş çıkıyor ve böyle bir projenin açıklanan 2023 programında dahi bulunmadığı anlaşılınca yeni bir şok yaşanıyordu.

Seçimler yaklaştıkça daha çok projenin adıyla oyalanacağımız kesin.. Geçen haftanın bombasını da Samsun Ticaret Odası Başkanımız Sayın Salih Zeki Murzioğlu patlatıyor ve “Bu Proje Samsun’u uçurur” Diyordu. Projenin adı, “Samsun’u Lojistik Merkez” Yapmaktı. Sayın Murzioğlu’na göre bu iş için 53 Milyon Euro bütçe ayrılmıştı. Umarım bu projenin de bir başka ile verildiği, Samsunlunun gözünün içine baka baka Samsun’da açıklanmaz.. Geçtiğimiz gün karşılaştığım deneyimli gazeteci dostuma hadi gözümüz aydın “ Samsun bu kez uçacakmış” diye takıldım. Dostum, doğru koku almış ve bu kez uçacağına inanmış olacak ki, yetkilileri arayarak ilk uçuştan kendisine yer ayırttığını söylüyordu...

Şimdiden iyi uçuşlar dilemek de bize düşüyor.. Hafta biterken akademisyen bir vekilimiz de bu proje furyasına, “Koç Grubuna kuracağı otomobil fabrikasını Samsun’da kur çağrısı yaptım” diyerek katıldı. Bir köşe yazarı da kendisine soruyordu..Neden gelsin ki? Ben de diyorum ki, Samsun kalkınma ve atak yapma şansını “Teşvik Yasası” kapsamından dışlanarak kaçırdı. Değerli Samsunlu hemşehrilerimin engin hoşgörüsü ve suskunluğu devam ettiği sürece, bu projelerin gerçekleştiğini görmek biz yaştakilere kısmet olacak gibi gözükmüyor.. Zaman tünelinde bu gördüklerimiz insana bir “Nisan şakası” gibi geliyor. Müjdelerden birisinin olsun gerçekleştiği günleri görebilmek dileğiyle, İyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
03 Nisan 2012

2 Nisan 2012 Pazartesi

“Haberhayat”’ Ta Canik

Yayın hayatına yeni giren “Haberhayat,” sayfaları arasında Canik’i de koymuş bulunmaktadır. Canik, hızlı kentleşmesinin yanında, yabancı sermayeyi bünyesine çekerek (Baumaks, Lovolet, Metro, Piazza vb.)Samsun’un istihdamına katkı sağlayan ve Karadeniz’de de ilk kentsel dönüşümü gerçekleştirerek sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyini hızlı yükseliş trendine oturtan en önemli proje ve hizmet belediyelerinden biri olmuştur. Maddi kalkınmayı refaha dönüştürmek için kültürel dönüşümü sağlamak amacıyla üniversite başta olmak üzere her düzey eğitime ve kültürel altyapıya olağanüstü önem vermiştir.

Nitekim Başbakan’ın elinden almış olduğu üç ödül de bunun göstergesi olmaktadır. “Haberhayat” dergisi, Canik Belediyesi’nin hizmet okyanusundan bir katre diyebileceğimiz kadınlara yönelik pozitif ayrımcılık çalışmalarından söz etmiştir. Kadına yönelik pozitif ayrımcılık, aslında kültürümüzün temelinde vardır. Anadolu’da zaman zaman İslami görünümlü cahiliye (İslam öncesi) dönemi adetlerinin uygulanması işin aslını değiştirmez. 

“Kadına yönelik şiddetin”  gündemde olduğu günümüz Türkiye’sinde ve dünyasında gerek belediyelerin ve gerekse ilgili bakanlık ve kuruluşların gerekli tedbirleri almaları ailelerimizin, dolayısıyla yetişecek nesillerimizin sağlığı için kaçınılmaz bir çalışma ve gayrettir. “Mutlu aile, mutlu toplum” sloganı ile yola çıkan Canik Belediyesi’nin çalışmalarını bu açıdan önemli buluyoruz. Kadına yönelik  projelerin başarılı olmasının şartlarından biri de ekonomiktir. Kadına yönelik şiddetin faili erkektir. Bu arada erkek de eğitilmeli ve onu şiddete yönelten kötü şartlar ortadan kaldırılmalıdır. İnsanı doyuramadığın yerde hırsızlığın kötülüklerini anlatmanın ya da bu suçu işleyenlere ceza vermenin bir anlamı olmaz..

Aile, aile bireylerinin hem cenneti, hem de cehennemidir.  Kadına yönelik pozitif ayrımcılık, kadını rayına oturtma ve aslına döndürme hareketidir. “Allah’ın bir emaneti” olan kadına şiddet, emanet sahibine yönelik saygısızlıktır, emanete ihanettir. Bu emaneti korumak herkesin hakkı ve görevidir. Selam ve sevgi tüm annelere…

02.04.2013
/Mustafa GENÇ