20 Mayıs 2017 Cumartesi

Yırttık!


Ligin ikinci yarısı tamamlandığında on bir puanla sondan ikinci sıradaydık… En az kazanan, en çok mağlup olan, en az gol atan takımıydık… Normalde bu kadar kötü bir istatistiğe sahip takım sezonun ikinci yarısı tamamlanmadan küme düşmeyi kesinleştirir… Geçmişten gelen örnekler bunu gösteriyor… Samsunspor geleneği yıktı ve 25 puan toplayarak ligde kaldı… Bunda emeği olan herkesi tebrik etmek gerek… Bandırma maçı stada veda maçıydı…

Bu stad 1975 de beraberlikle tamamlanan bir maçta açılmıştı, berabere biten bir maçla görevini tamamladı… Acı, tatlı anılarla bir devir kapandı, şimdi rota Tekkeköy… Bandırma maçına kalmadan bu sıkıntıdan kurtulmalıydık, beceremedik… Kader böyle istedi, son haftaya bıraktık…

Bandırmaspor içinde yazgının böyle şekil alması talihsizlikti… İki yumurtadan biri kırılacaktı… İlahlar böyle istemişti, bu stresi, heyecanı çeşitli duygularla yaşadık… Savunmayı sağlam tutup akılla birleştirip 94 dakika sonra sahadan istediğimizi alan taraf olarak ayrıldık…

Soyunma odasındaydım… Orada ki ortamı yazma yeteneğine sahip değilim, yaşamak gerek… Hasan’ın, Mustafa Sevgi’nin gözlerinden akan yaşları, hüngür hüngür ağlamalarını gördüm… Uzatma dakikalarında kafasına darbe alan Göksu’nun şuur kaybı yaşamasına rağmen “bitti di mi, kurtardık di mi ?” sorularını duydum… Helal olsun…

Şimdi konuyu değiştirip farklı bir pencereye taşımak istiyorum sizi… Bitiş düdüğü ile birlikte, binlerce taraftar sahaya indi… Mutluydular, kale direkleri, kapılar pencereler, korner bayrakları kırıldı… Fileler söküldü, camlar kırıldı, tabi bunlar sevinçten yapılan davranışlardı…

Ya tersi bir durum olsaydı… Takım kaybetseydi, küme düşülseydi… Hakemler, tüm futbolcular, hocalar sahada savunmasız bir şekildeydiler… Vahim bir olay yaşanır mıydı, yaşanmaz mıydı? Düşünmek bile istemiyorum…

Maç sonunda ki fotoğrafı emniyet kuvvetlerinin iyi ve doğru okumasını arzu ederim…

/Resul AKÇAY
20.05.2017

16 Mayıs 2017 Salı

1900…


Önceki Pazar günü Samsunspor sahasında Giresunspor’u konuk etti… Bu maçın önemini yazmama gerek yok! Herkes iyi biliyor, iyi görüyor, iyi okuyor… Gökay o golü atmasa kara kara bulutlar çökerdi üzerimize… Şimdilik hava bugünlerde olduğu gibi parçalı bulutlu… Soracaksınız, merak da ediyorsunuz… Şu 1900 rakamının anlamı, kerameti nedir? diye…

Profesyonel hayatına başladığı 1965 yılındaki ilk maçından (Nihat Serçeme’nin attığı gol ile 1-0 kazandığımız Yeşildirek maçıdır o) Pazar günü oynanan Giresun maçına kadar gelinen süreçte oynanan maçların toplamıdır… Evet, lig tarihimizde 1900. Maçımıza çıktık… Şüphesiz hepsi çok ama çok önemliydi, ancak bu maç da hakikaten hayati derecedeydi… Merak etmişsinizdir de soramıyorsunuzdur…

Süper Lig ve 1.Lig de oynadığımız 1900 maçta, 740 galibiyet aldık. 492 maçı berabere tamamladık. 668 maçı da kaybettik. 2392 gol atıp 2206 gol yedik… Karnemiz bu… Beğendiyseniz ne ala…

Son dokuz lig maçında Samsunspor taraftarının sebep olduğu olaylardan ötürü kulübe ceza yağdı… Ya merdiven boşlukları, ya kötü ve çirkin tezahürat ya da stat ekipmanlarına zarar verilmesi… Koltukların kırılması, ayna ve lavaboların muslukların parçalanması gibi tasvip edilmeyecek davranışlar…

Maddi zararı ödeyen ise para diye inim inim inleyen kulüp… Sırf bu nedenle Kazım Yılmaz’a olan borç ödenemiyor… TFF bu cezaları tahsil ettiği için, Yılmaz para alamıyor… Yazık değil mi? Alamadığı her süre içerisinde artan döviz de cabası…

Göztepe maçında yine ceza yenilecek, TFF savunma istiyor… Neyin savunmasını yapacak kulüp? Demir kapıları bile kıracak güce sahibiz… Eyyy, sevgili taraftarımız, canlarımız yapmayınız, yapanları da ikaz ediniz…

/Resul AKÇAY
16.05.2017

7 Mayıs 2017 Pazar

İlaç Gibi


Caner Koca, aylardır idman futbolcusuydu… Kenan’nın sakatlığında, Osman hoca sürpriz yaptı, böylesine hayati bir maçta sahaya sürdü… Heyecandan olsa gerek, çok top kaybı yaptı ama yerinde müdehaleleriyle rakiplerine kolay çıkışı engelledi… Kumaşı iyi, daha fazla fırsat daha iyi oyun…

Dakika bir di… Tom öyle bir kurtarış yaptı ki, takımının maça geriden başlamasına izin vermedi… Giresun takımı bu ligde izlediğim en iyi rakipti… Golü bulacak yaratıcılıktan uzak olsalarda ki bunda Samsun savunmasının payı büyüktü iyi mücadele ettiler… Top ayağında olan Samsunlu oyuncuya ikili, zaman zamanda üçlü baskı uyguladılar… Sahanın her yerini parselleyip, Samsun’a geniş alan bırakmadılar…

Onlar yapar da, Samsun aşağıda kalır mı? Kalmaz elbet! Şurası bir gerçek Samsun takımı maça mental olarak çok iyi hazırlanmış, oyun disiplininden kopmadan, ölesiye mücadele ettiler… Alınacak bir üç puanın önemini iyi biliyorlardı… Dakikalar tükendikçe, gol gelmese bile aynı hırs ve mücadeleyi tempo azaltmadan ortaya koydular… Buna mecburdular zira arkalarında inanılmaz bir itici güç vardı… Bu güç taraftardı…

Koreografi kralları yine yaptı yapacağını… Maç başlarken “19 Mayıs Stadı-Hatıran yeter” yazılı tabloyu Neşe Karaböcek’in “hatıran yeter” şarkısıyla seyrederken tüylerimiz diken diken oldu… Son düdüğe kadar tiribünler susmak bilmedi… Bu önemli maçta tribünlerde takımlarını çılgınca destekleyen 8505 biletli seyirci vardı…

Nazlı gol uzatmada geldi… Gitti denen iki puanı Gökay kale dibinden söktü aldı… İlaç gibi bir galibiyet oldu… Hele rakiplerden kazananlar olunca önemi daha da arttı üç puanın…

Cuma günü İzmir’deyiz… Puan ya da puanlar alınmadan gelinmeyecek… Bunu nasıl de emin bir şekilde söylüyorum… İki nedeni var… İlki bu takıma olan inancım… İkincisi orda olacağım… Yetmez mi? Yeter elbet…

/Resul AKÇAY
07.05.2017

2 Mayıs 2017 Salı

Samsun’un Üç Yiğit Evladı -II


Dün “Samsun’un üç yiğit evladını” anlatacaktım, köşem ancak ikisini anlatmama izin verdi. Milli Mücadele’nin Samsun Müftü Vekili Yusuf Bahri (Uğurlu) ile Havza-Direm Köyü İmamı Sıtkı Hoca. Bu kentin, bu vatanın, bu milletin binlerce kahramanlarından sadece ikisi. Milli Mücadele'ye inanmış ve yürek koymuş iki din adamı. Onları özetleyebildiğim kadarıyla özetleyerek anlatmaya çalıştım dün; bugün de bir başka Samsunluyu, Havza Müdafaa-i Hukuk’unun yiğit evlatlarından ve kurucularından Zübeyirzade Mehmet Fuat(Kaynar) Beyi anlatmaya çalışacağım elimden geldiğince.

Oğuz’un Kınık boyundandır. 1889’da Havza’da dünyaya geldi; ilk ve ortaöğretimini Havza iptidai ve rüştiye mekteplerinde tamamladı, Samsun İdadisinden mezun oldu. Toplumsal olaylara son derece ilgiliydi. Dönemin iki etkili siyasi partisinden işbirlikçi ve İngilizci Sulh ve Selamet’i değil millici ve milli ekonomi taraftarı İttihat ve Terakki’yi tercih etti; İttihat ve Terakki’nin bölgede yapılanmasına katkı verdi.

Basınla da ilgiliydi; İstanbul’da yayınlanan Sabah, Akşam ve Tan gibi gazetelerin Samsun temsilciliğini yaptı. Çanakkale Savaşı’na yedek subay olarak katıldı, kahramanlıklar gösterdi ve memleketine gazi olarak döndü.

Milli Mücadele’nin örgütlenmesi için olağanüstü bir gayretle çalıştı. Havza Reddi İlhak ve Müdafaa-i Hukuklarının kuruluşlarında en önde yer aldı. Mustafa Kemal Paşa’yı Havza’ya gelişlerinde karşılayanlar arasında da vardı ve yine en öndeydi. O, Havza’da kaldığı süre zarfında hep Atatürk’ün yanında, hep Milli Mücadele’nin emrinde oldu.

Onu Havza’daki ilk mitingde kürsüde görürüz. Hani şu, Sıtkı Hoca’nın “Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silaha sarılmaktır. Derhal silahlarınızı temizleyiniz! Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız. Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz” dediği büyük mitingden bir hafta önceki miting.

Hazırlıksız çıkmıştır kürsüye ama kalbindeki iman, beynindeki idealle konuşmada hiç zorluk çekmez. İzmir’in kabul edilemez akıbetine yarın Samsun’un da, Havza’nın ve mukaddes vatanın herhangi bir köşesinin de uğraması ihtimalinden bahseder ve “Her Müslüman her ne karşılığında olursa olsun silahlanmaya mecburdur” der. Konuşmasının sonunda meydanda toplanan Havzalıları “dinleri, namusları ve nikâhları üzerine” vatan ve millet için yemin ettirir. Olay yeminle kalmaz, silahlar temin edilir, çeteler kurulur ve Pontus sevdalılarına anladıkları dilden cevaplar verilir.

Zübeyirzade Mehmet Fuat Efendi o konuşmayı yaptığında, Reji İdaresi’nde çalışmaktaydı. Bu konuşma hemen İngiliz işgal kuvvetleri temsilcilerine ihbar edilir ve Reji İdaresi, Mehmet Fuat Efendi’nin işine son verir. Mehmet Fuat Efendi artık işsizdir ama o bunu hiç dert etmez, onun asli işi artık vatanın kurtarılması, milletin bağımsızlığıdır.

O dert etmez ama bunu dert edinen birisi vardır bu ülkede. Mustafa Kemal Paşa, bir taraftan milletinin savaşını verirken diğer taraftan dava arkadaşlarının kavgasını da veren bir liderdir, başkomutandır. Haberi Sivas’ta alır ve hemen III. Kolordu Komutanı Albay Refet(Bele) Beye talimatını verir. Mehmet Fuat Efendi kısa bir süre sonra işine geri dönecektir hem de daha yüksek bir maaşla.

Zaferden sonra Mustafa Kemal Atatürk, onu Ankara’ya çağırır, gurur duyar bu davetten ama Havza ve çevresinden ayrılmak istemez, Havza’da kalır, “Yurdumuz Havza” kitabını 1925’te yayınlar. Küçük hacimli ama önemli bir kitaptır. Hele de Mustafa Kemal Paşa’nın Havza günlerini öğrenmek ve kimi tarih kalpazanlarının sahte tarih anlatılarını çürütmek açısından daha da önemlidir.

Zübeyirzade Mehmet Fuat Efendi’nin adını yaşatmak Havzalılara düşen bir asli görev. Niye yapmazlar anlamak mümkün değil. O ve diğer aziz kahramanlar, nurlar içinde yatsınlar.

/Osman KARA
02.05.2017

1 Mayıs 2017 Pazartesi

Samsun’un Üç Yiğit Evladı I


Eğer bugün milletler âleminde hür ve bağımsız bir millet olarak saygın bir yerimiz varsa bunu Milli Mücadele’ye ve o şanlı mücadelenin kahramanlarına borçlu olduğumuzu unutmamamız gerek. Dünü hatırlamadan bugünü anlamak da yarınları doğru dürüst planlamak da mümkün değil.

Milli Mücadele’nin üç yiğit evladını konu edeceğim bugünkü yazımda. Üçü de Samsunlu ve ne yazık ki üçü de bırakın Türk kamuoyunu hemşehrileri tarafından bile ya hiç bilinmemekte ya da pek az bilinmekte. Halbuki, her üçü de her Samsunlunun haklı olarak gurur duyacağı hizmet ve himmetlerin sahibidir ve mutlaka bilinmeleri gereken vatanseverlerdir.

Milli Mücadele’nin kader anlarından yahut da kaderini belirleyen tarihi olaylardan birisi de şüphesiz ki, Anadolu’nun kutsal mücadelesini isyan ve mücahitlerini asi ve şaki olarak niteleyen ve öldürülmelerinin şeran caiz olduğunu vurgulayan İstanbul’daki Şeyhülislam Dürrizade Abdullah fetvasına karşılık Ankara Müftüsü Börekçizade Rıfat Efendi önderliğinde Anadolu ulemasının yayınladığı cihat fetvasıdır.

153 din adamı ya imza atar ya da mühür basar bu cihat fetvasının altına. İlk mührü basan da Samsun Müftü Vekili Yusuf Bahri (Uğurlu) Efendidir. Bu toprakların çocuğudur, Badırlı’dandır. Samsun Sıbyan Mektebi’nde başlayan eğitimini İstanbul Çifte Baş Kurşunlu Medresesi'nde tamamladı. Fatih Dersiamlarından dersler aldı. Öğrenimini tamamladıktan sonra Samsun’a döndü, Saitbey Medresesi ve Pazar Camii’nde dersler verdi. 30 Ocak 1919’da Samsun müftü vekili olarak atandı ve Cihat Fetvasının altına mührünü basan ilk müftü olarak tarihe geçti. O fetvaya Samsun’dan mühür basan bir diğer din adamı da Havza Müftüsü İsmail Efendidir. İkisi de nurlar içinde yatsın.

Milli Mücadele ve Samsun, Milli Mücadele ve din adamları deyince Sıtkı Hoca’yı hatırlamamak ve rahmet ve şükranla anmamak olur mu? Ulemadandır, Havza Direm Köyü imamıdır. Ama şöhreti köyüyle sınırlı değildir. Tüm Havza’da tanınır, sevilir, sözlerine itibar edilir, önerilerine uyulur. Havza Milli Mücadele’ye daha Mustafa Kemal Paşa gelmeden hazırdır, Reddi İlhak daha önceden kurulmuştur, Müdafaa-ı Hukuk ise Atatürk’ün gelişinden hemen iki üç gün sonra ve yine onun isteği üzerine kurulacaktır. Havza aynı zamanda Mustafa Kemal Paşa’nın halkın arasına ilk defa katıldığı yerdir, hem caddelerde, sokaklarda halk arasındadır hem de 30 Mayıs’ta Yörgüçpaşazâde Mustafa Bey Mescidi'ndeki mevlitte halkla beraberdir, 12 Haziran’daki büyük mitingi de o ister.

Sıtkı Hoca, 12 Haziran’daki büyük mitingde kürsüdedir. Sıtkı Hoca konuşacaktır; köylüler Havza’ya akmıştır ve meydan tıklım tıklım doludur. Şevket Süreyya Aydemir o günü ve o anları “Tek Adam” adlı üç ciltlik eserinin ikinci cildinde şiirsel bir dille şöyle anlatır:

“Halk evvelâ Mescide, sonra Mesudiye Oteli önüne yığılır. Mustafa Kemal mitingi, odasının penceresinden izler. Hatipleri sahnededirler. Sıtkı Hoca, kürsüde görülür. Halk Sıtkı Hoca’nın konuşmalarını; Mescitte vaazını dinler gibi, yahut arkasında namaz kılar gibi bir huşû ve teslimiyet içinde dinler. Kendini ona verir. Ve Hoca neler konuşmaz:

‘Yangın saçaklığı sardı. Yanıyoruz! Tek çaremiz, silaha sarılmaktır. Derhal silahlarınızı temizleyiniz! Silahı olmayan baltasını, baltası olmayan sağlam bir odunu eline alsın, derhal saldıracağız. Önce içimizdeki ekmek bilmez hainleri, sonra da yurdumuzu işgal eden düşmanları temizleyeceğiz.”

Nasıl bir milli şuur ki, Anadolu’nun bir küçük ilçesinin daha da küçük köyünden bir din adamı olacağı olmadan önce tespit ve ilan edecek. Ve o nasıl bir büyük millet ki, dededen kalma paslı çakaralmaz silah ya da kör balta ya da sağlam bir sopayla ayağa kalkacak, önce içerideki “ekmek bilmez hainleri” sonra da işgalcileri temizleyecek. Milli Mücadele silahı olmayan ama imanı ve bağımsızlığa olan tutkusu tarih boyunca hiç eksilmeyen insanların baltayla, taşla, sopayla yazdığı eşi olmayan bir destandır.

“Samsun’un üç yiğit evladı” demiştim başlıkta, köşem ancak ikisini nakletmeye yetti, üçüncü kahramanı da yarın anlatacağız kısmet olursa.

/Osman KARA
01.05.2017