19 Aralık 2006 Salı

Sana Geldim


Anakara’nın bir türlü alışamadığım otoriter ukalalığından da senin merhametsiz kucağına sığındım Samsun.. Sen benim karşılıksız sevgilimdin ve hep öyle kalacaksın. Hiç beni sevmedin, sevemedin nedense..

Seni aldattığım şehirlerin sayısını çoktan unuttum. Senden alamadığım, bulamadığım sevgiyi ve aşkı başka şehirlerin koynunda aradım. Ne ki, seni sevemeyen, sevmesini beceremeyen bir Samsunlu, başka şehirleri nasıl sevsin. Gittim işte. Bazen bıçak sırtı yaşamaktan bıkıp usandığım için kaçtım gittim. Bazen de güneş burada kapalıysa başka yerlerde mutlaka açıktır düşüncesiyle gittim. Ama seni terk etmenin ıstırabı hiç peşimi bırakmadı. Yaşadığım yerlere sensizlik tarif edilemez bir sızı olarak peşimden geldi. Kaçamadım senden. Gitme deseydin bana, gitme deseydin bir kerecik. Gitmezdim elbette. Ama hayır, yanında olsam yüzüme bile bakmayacaktın biliyorum. Ben senden uzaktayken seni daha fazla özlediğimi fark ettim böylece. Her gidişimde; bir gün, ağır yaralı, ordusunu kaybetmiş bir asker gibi döneceğimi bile bile gittim. Hiç, ama hiç gitmek istemedim, ayrılmak istemedim senden… Hiç ama hiç dönmek, gelmek istemedim sana… Dönüşümde yüreğime muska gibi taktığım bir Yusuf Hayaloğlu şarkısının bile farkına varmadın;  “Yağmurlar içinden ıslandım geldim. Bir kuru değneğe yaslandım geldim. Sıcacık çorbana muhtacım inan, ölümlerden geçtim uslandım geldim.”

Ben geldiğimde sen uyuyordun Samsun. Karlar yağıyordu üzerine. Tren sesleri geliyordu uzak ıssızlarından.. Bir köpek burnundan sıcak nefesler çıkararak geçip gidiyordu yanı başımdan.. Ağır bir uyku gibi bilinçaltıma yerleşmiş siren sesleri, tren seslerine karışıp gidiyordu. Ben sana geliyordum, karşılıksız bir aşkı yaşayan yeni yetmeler gibi…

Gittiğim her şehirde seni yaşadım: Eskişehir’in birbirinin aynı caddelerinde kaybolduğumda sen vardın aklımda.. Mimar Cevat Ülger’in Camiine bakarken Büyük Cami’ni özlüyordum orada… İstanbul’un gecekondu mahallelerinde, kömür karası havayı çekerken ciğerlerime bir Kısa Samsun öksürüğü ile boğuluyordum. Çeliktepe’nin yokuşlarını tırmanırken birazdan Mecidiyeköy yerine senin siluetin çıkacak diye sabırsızlanıyordum. Ya da Kütahya’nın Kalesi’nden seyrettiğim sendin başkası değil. Ya da Trabzon’un dar ve yorgun ara sokaklarında gezinirken, sen vardın içimde, ruhumda, bir o kadar yorgun ve ümitsiz ve karamsar… Ya da Ordu’nun soğuk kış günlerinde sahilinde attığım voltaların hemen yanı başında da sen vardın. Sen hep varsın bende. Senden ancak ölünce kurtulacağımı anladım ben.

Anakara’nın bir türlü alışamadığım otoriter ukalalığından da senin merhametsiz kucağına sığındım Samsun.. Sen benim karşılıksız sevgilimdin ve hep öyle kalacaksın. Hiç beni sevmedin, sevemedin nedense..

Konya’dan bile sana geldim ben, çıkarken gitme der gibiydi Mevlana Türbesi, Alaattin Tepesi…Sen de bana böyle seslenseydin, çağırsaydın.. Çağırsaydın beni bir kere.

Biliyor musun şimdi kim bilir kaç evladın gurbetin soğuk, bekar odalarında senin hasretinle kavruluyor. Uykusuz gecelerinde Samsun’un Meydanı, Saathanesi, ya da ne bileyim hırçın Karadeniz’i diye başlayarak, anlatarak bir sağa, bir sola dönüp duruyorlar. Uyuyamıyorlar. Sen bize sahip çıkmadın Samsun, kaybolduk biz. Geleceğimizi ve hayallerimizi başka şehirlerde bitirerek, yitirerek, harcayarak döndük sana. Biz senin soğuk, taş kadar soğuk yüzüne hasret, sen bizim hayallerimizi hiç ciddiye almadın Samsun.

Artık kovsan da, istemesen de beni gitmiyorum, gidemiyorum. Ölüm yaklaştığında mezarlığa doğru yola çıkan filler gibi burada senin toprağına gömülmeyi bekliyorum. Hayallerini yaşayamamış ve geleceği elinden alınmış olarak geldim sana.

Ama sen hala eski Samsun’sun. Hala sahip çıkmıyorsun seni yaşayanlara, sende yaşayanlara.. Meydan’da, yani tam kalbinde bir tinerci eski Tekel Binası’ndan sana bağırıyor, nara atıyor, duymuyorsun. Elindeki bıçak ile kendi bedenini değil; seni parçalıyor, seni bırakıyor boşluğa. Seni İntihar ediyor. Okul çocukları birbirlerini değil, seni öldürüyorlar mahalle aralarında. Hiç umurunda değil.

Senin için doğuyor bu güneş ve senin üzerinde dolaşıyor bu martılar. Karadeniz sana aşkını anlatmak için bu kadar hırçın. O da benim gibi karşılıksız sevmelerin yorgunu. Yağmur senin vefasızlığına yağıyor Samsun.

19.12.2006
/Recep Yazgan

16 Aralık 2006 Cumartesi

Markasını arayan şehir: Samsun

İmajı en parlak illerden Samsun, geçmişini arıyor. Ticaret merkezinden üretim merkezine geçişin sancılarını yaşayan şehir, avantajlarını kullanabilme telaşında.

Karadenizli ezan sesini duyunca torununu gönderir, “Bak bakalım hangi camiden?” der. Torun, “Hasan Ağaların camii.” deyince dede tepki vermez. Başka bir ezan daha başlar, o da Mehmet Ağaların camiindendir ve dede yine tepkisiz kalır. Üçüncü ezanda torun, “Bu kez bizim camiden okunuyor.” deyince, dede hemen toparlanarak duasını yapar; “Aziz Allah cella şanühü.” Samsunlu işadamı Bekir Çetinkaya bu fıkrayı anlattıktan sonra ekliyor: “Fıkra Karadeniz’in tipik bir özelliğini ele veriyor. Sadece Samsunluların değil bütün Karadenizlilerin özelliğidir bu. Ötekini kolay kolay benimsemezler.”

Fıkra, “Samsun’da neden çok ortaklı büyük şirketler yok?” sorusuna verilmiş kestirme bir cevap aslında. Kayseri, Denizli, Gaziantep hatta komşu il Çorum’da bile çok ortaklı başarılı ticarî organizasyonlar varken, Samsun sanayisi bu beceriyi gösteremiyor. Şehirde kiminle görüşseniz ortaklık kültürünün gelişmemesinden yakınıyor. İşadamı Mustafa Karabıyık’a göre ortaklık yapılamamasının temel gerekçesi ‘ben’ duygusu: “Karadeniz’de ben vardır. Ben yaptım, ben ettim deriz hep. Hatta öyle de demeyiz, ‘pen’ deriz yerel ağızla. Pen yaptım, pen kurdum, penim malım, penim şirketim.”

Aslında Samsun Türkiye’nin geleceği en parlak görünen illerinden biri. Şehir, Bakü-Ceyhan Petrol Boru Hattı ve Mavi Akım gibi projelerin geçiş noktasında. Son günlerde gündeme gelen rafineri projesi de gösteriyor ki Samsun yakın gelecekte bir enerji üssü haline gelecek. Bunun heyecanı şimdiden yaşanmaya başlamış bile. Hükümetin Samsun’u ‘cazibe merkezi iller’ arasında göstermesi de bu heyecanı besleyen unsurlardan. Ancak, bu pozitif tablo bir potansiyeli işaret ediyor. Mevcut durumsa bu potansiyeli harekete geçirmeye muhtaç.

İHMAL EDİLEMEZ BİR KARA PARÇASI
Nitekim tarihe baktığımızda Samsun’un olması gereken noktanın çok gerisinde kaldığı görülüyor. Cumhuriyetin ilk yıllarındaki parlak ekonomik ve sosyal konumunu şimdi büyük ölçüde kaybetmiş. 1930’lardan 1970’lerin sonuna kadar, sosyoekonomik gelişmişlik seviyesi olarak Türkiye’nin ilk 7 ili arasında bulunurken bugün “Büyükşehir” konumuna rağmen 32. sırada. Peki, bu gerilemenin sebepleri neler? Şehir, eski parlak günlerine tekrar nasıl ulaşabilir? Aksiyon, bu soruların cevabını Samsun’da aradı.

Samsun denince üzerinde durulması gereken ilk konu tarım. Türkiye’nin en verimli delta ovaları olan Bafra ve Çarşamba, il sınırları içinde. Cumhuriyetin ilk yıllarında yıldızının parlamasında en büyük rolü de bu ovalar oynamış zaten. 1970’lerin sonuna kadar devam eden tütün üretimi ciddi bir zenginlik getirmiş. Bu ekonomik güç, 9 ülkenin konsolosluk açmasıyla sonuçlanmış. (Şimdi hepsi kapanmış durumda.) Tütünün üretimi, işlenmesi ve pazarlanmasıyla elde edilen sermaye, şehirde kendine has bir burjuvazi ortaya çıkarmış. Daha büyük illerde bile olmayan sosyal kulüpleri Samsun’da bulmak mümkün. Yelken, havacılık, tenis ve rotary kulüpleri bugün de varlığını sürdürüyor. Hatta şehirde bir değil, tam dört ayrı rotary kulübü faaliyet gösteriyor. Bu açıdan Samsun için kullanılan “Küçük İstanbul” tabiri boşuna değil. İstanbul’da ne varsa yıllarca hemen arkasından gelmiş bu şehre. Yakın tarihte yaşanan devr-i saadette, tütün kadar kamu yatırımlarının rolü de büyük elbette. Zamanında 13 bin kişiyi istihdam eden Tekel Sigara Fabrikası, Azot ve Bakır İşletmeleri, Yem Sanayii gibi kamu yatırımları kenti ihya etmiş. 1980’den sonra yaşanan değişimin estirdiği liberalleşme ve özelleştirme süreçleri doğal olarak Samsun’u da etkilemiş.

TÜTÜN ARTIK ZENGİNLİK SEMBOLÜ DEĞİL
Kamu yatırımlarının rolü azalıp, özelleştirmeler gündeme geldikçe şehir de gerilemiş. Buna bir de gittikçe azalan ve eski önemini kaybeden tütünü de eklemek lazım. Tütün kırsal kesimdekiler için halen önemli bir geçim kaynağı ama artık bir zenginlik unsuru değil. Şüphesiz bütün bunlar gelinen noktayı izah etmeye yetiyor. Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Adnan Sakoğlu’na göre, ‘ticaret merkezi konumundan sanayi şehrine dönüşme süreci’nde geç kalmışlığın bedeli ödeniyor bugün. Şimdi bu açığı kapatma ve coğrafî konumun nimetlerini iyi kullanarak bir üretim ve sanayi şehri olabilme telaşı var Samsun’da. Ayakkabılara kauçuk taban üreten ve Türkiye’nin bütün önde gelen ayakkabı markalarıyla çalışan İtibar Kauçuk’un Yönetim Kurulu Başkanı Ömür Öziç, ticaretten sanayiye geçişin başarılı bir örneği. Daha önce hazır giyim perakendesiyle uğraşan Öziç, yaklaşık bir yıl önce başladığı üretimde ciddi mesafe almış. İç piyasadan sonra şimdi İtalya gibi ayakkabıda öne çıkmış ülkelere ihracat yapmayı hedefliyor. Öziç, yeni neslin bu dönüşüm sürecine ayak uyduracağından son derece umutlu.

Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz, görevdeki ikinci dönemini yaşıyor. Mühendis olan Yılmaz, Samsun’u ve şehrin sorunlarını iyi bilen bir isim. İcraatlarıyla hemen her kesimin takdirini topluyor. Önemli yatırımlar, büyük projeler bir yana aslında onun şehre en büyük katkısı, Samsunluları denizle barıştırması olmuş demek yanlış olmaz. Neredeyse bütün sahili kapatan liman ve demiryollarından dolayı denize inilemeyen bir şehrin sahillerinde yapılan çevre düzenlemeleri ve inşaatlar dikkat çekici. Samsun sahili artık İzmir kordon boyunu aratmıyor denebilir. Başkan Yılmaz’a göre 21. yüzyıl markalar ve şehirler yüzyılı olacak. Kamu yatırımlarının önemini kaybetmesinden sonra Samsun’un markalarını ve bir bütün olarak şehri ön plana çıkarmaya ihtiyacı var.

1999’da başkan olduğunda aşırı göç almış ve ekonomik olarak durgunlaşmış bir şehir bulduğunu belirtiyor. Şimdi ilin kendine gelme sürecine girdiğine ve teknik altyapısı güçlü projelerle bir dönüşüm süreci yaşanacağına inanıyor. 2010 Samsun vizyonunu ise şöyle anlatıyor: “Raylı bir toplu taşıma sistemi olan, kentsel düzeni sağlanmış, temel sorunları çözülmüş bir şehir. Böyle bir şehir de ruhunu ve kimliğini ancak sanattan, tarihten ve estetikten alabilir.” Başkan’ı şehirde en çok rahatsız eden konu kent içi trafik. Bu sorunun İstanbul’dakinden bir farkı olmadığını düşünüyor. Samsun’un coğrafi konumu itibariyle, ihmal edilemez ve geri kalmasına müsaade edilemez bir kara parçasında bulunduğunu vurguluyor.

Samsun için kullanılan bir diğer tabir ise toptancı cenneti. Şüphesiz bu durum bir zenginlik getiriyor ama mevcut potansiyel yatırıma dönüşmediğinden söz konusu sermaye kalıcı olmuyor. Adnan Sakoğlu, sanayi kenti olma amacına yönelik inşa edilen Birinci Organize Sanayi Bölgesi’nde 65 firmanın üretim yaptığını söylüyor. İkinci Organize ise Kavak ilçesinde yakında faaliyete geçecek. Bafra’da yeni hizmete girende ise tarımsal sanayiye dönük yatırımlara öncelik verilecek. Toplam istihdamı 3 bin 600 olan Birinci Organize, 100 kişi çalıştıran firmaların ‘büyükler’ kategorisinde kabul edildiği bir sanayi bölgesi. Oysa sanayide öne çıkmış illerde bazı büyük firmalar tek başlarına 10 bin kişilik istihdam sağlayabiliyor.

KRİZLER ÇOK ŞEY ÖĞRETTİ
Adnan Sakoğlu buna rağmen, imalatın yüzde 70’inin dış pazara yönelik yapılması ve pompa, boru, çelik döküm, medikal cerrahi gibi katma değeri yüksek ürün üretiminin, gelecek adına umut verici olduğu görüşünde: “Samsun her anlamda potansiyel alt yapıya sahip bir şehir. Bütün mesele bunları ortaya çıkarmak, harekete geçirebilmek.”

Samsunlu sanayicileri umutlandıran en önemli gelişme Rus Lukoil şirketinin rafineri projesi. Gerçekleşmesi halinde, ardından gelecek petrokimya yatırımlarının şehre büyük katkı sağlayacağına inanıyorlar. Sakoğlu, Samsunluların iş için yan yana gelememelerinden muzdarip. Bu açıdan çok ortaklı şirketlerin yaşamasını zor görüyor. Buna rağmen gelecekten de umutlu: “Samsun için karamsar değiliz. Krizler bize çok şey öğretti. Kaliteli üretimi, tasarruf ve verimliliği öğrendik. Bu bizi geleceğe taşıyacak.”

Karadeniz Sanayici ve İşadamları Derneği Başkanı Bekir Çetinkaya’nın somut çözüm önerilerinden biri daha önce başarıyla uygulanan ihtisas fuarları. Gerek çevre iller, gerekse Karadeniz çevresindeki ülkelerin katılımıyla gerçekleşecek bu organizasyon, ciddi bir ekonomik canlanma getirebilir. İkinci öneri, şehrin bölgedeki merkezî konumu dikkate alınarak kurulacak Disneyland benzeri bir eğlence merkezi. Havayolu kargo binaları ve yine havaalanına yakın inşa edilecek soğuk hava depoları ise özellikle tarım ürünleri ihracatı için önemli bir altyapı sağlayabilir. Çetinkaya ayrıca tersane çalışmalarının hızlandırılmasını öneriyor. Ulaşım noktasında Samsun-Ankara arasında direkt bir demiryolu hattı kurulmasını “hayatî” buluyor. Bu projenin, Karadeniz ürünlerinin gemi ile dolaşmasına gerek kalmadan doğrudan Akdeniz’e indirilerek, ihracatı kolaylaştıracağını belirtiyor.

SAMSUN MARKA ŞEHİR OLABİLİR Mİ?
Türkiye’nin son yıllarda yaşadığı ‘teknik ara eleman’ sıkıntısı ciddi boyutlarda Samsun’da da hissediliyor. Çetinkaya, sanayiciler olarak ‘vasıflı işçi’ bulamadıklarını belirtiyor: “Bizim için elzem olan meslek lisesi mezunlarıdır. Fakat artık meslek lisesinden mezun gelmiyor. Bu açığı kapatmak için beceri kursları düzenliyoruz. Fabrikalar tek başına işsizliği çözmez, önce işsizleri vasıflı hâle getirmek gerekiyor.”

İşte bütün bu sorunlar, beklentiler ve ticaretten sanayiye geçiş sürecinde yaşanan sancılar, Samsun’da ciddi arayışları beraberinde getirmiş. Avrupa Birliği’nden 97 bin Avro’luk hibe desteği kazanan ‘Marka şehir Samsun’ projesi de bu arayışın bir sonucu. Gazeteci ve yönetim danışmanı Mustafa Çakır’ın hazırladığı çalışmada şehir, 70 trilyonluk bütçesiyle bir şirket gibi ele alınıyor ve 7 yılda bu şirketin marka haline getirilmesi hedefleniyor. Vali Hasan Basri Güzeloğlu’nun da desteklediği çalışmanın, AB tarafından kabul görmesi şehirde bir heyecan dalgası oluşturmuş. Projenin süresi normalde bir yıl. Ancak il özel idaresi 7 yıl boyunca desteklemeyi AB’ye taahhüt etmiş. Mustafa Çakır, normalde ortaklığa şüphe ile bakılan şehirde herkesin çalışmayı sahiplenmesini olumlu bir gelişme olarak görüyor.

Peki, şehir nasıl bir marka olacak? Proje, şehir dışında yaşayan Samsunluların tatillerini memleketlerinde geçirmelerinden sokakların ve binaların özürlülerin kullanımına uygun hale getirilmesine kadar bir dizi çalışmayı içeriyor. Burada temel hedef, hem kentte hem de başka şehirlerde yaşayan Samsunlular için “Samsunluluk” bilincini artırmak. Mübadele ve göç, Samsunluluk bilincinin zayıflamasında en önemli iki faktör olarak öne çıkıyor. Kurtuluş Savaşı’ndan sonra il sınırlarında ciddi bir nüfusa sahip Rumların şehri terk ederek yerlerine göçmenlerin gelişi ve iç göçün artması Samsunluluk bilincini azaltan unsurlar. Bugüne kadar Meclis’e Samsun milletvekili olarak seçilen birçok siyasetçinin aslen Karadeniz’in başka şehirlerinden olması da bunun bir göstergesi.

Marka olma yolunda şehrin bir yatırım ve turizm merkezi haline getirilmesi, iki ana hedef olarak belirlenmiş. Bunun gerçekleşmesi için Samsun bir ürün veya hizmet gibi ele alınıp, tanıtım çalışmalarına başlanmış; marka olmanın en önemli şartlarından biri tanınmak çünkü... Turizm potansiyeli açısından şehir kendi hâline terk edilmiş, keşfedilmeyi bekleyen tarihî ve doğal güzellikler merkezi adeta. Proje Koordinatörü Çakır, 3 aylık saha çalışması yaparak, Samsun’un sahip olduğu kültürel, turistik, doğal, sosyal ve ekonomik kaynakları tespit edeceklerini söylüyor. Sonra bunları harekete geçirecek yatırımlara başlanacak. Örneğin, yüksek standarda sahip tesislerin yapımı gibi.

Bugün Samsun’da beş yıldızlı otel sayısı sadece bir. O da, bütün Karadeniz sahilindeki tek beş yıldızlı otel konumunda. Bu açıdan, yatak kapasitesini artırmadan yapılacak yatırımların getirisi olacağını beklemek anlamsız. Marka olma hedefine kilitlenmiş bir şehrin elbette bundan sonraki gelişimi için çerçevesi iyi belirlenmiş bir çizgi izlemesi gerekiyor. İl Özel İdaresi Genel Sekreteri Arslan Karanfil, “Samsun neyle büyümeli, kendine nasıl bir hedef koymalı?” sorusuna uzun zaman cevap aradıklarını belirterek, gelinen noktayı şöyle özetliyor:

“Doğrudan sanayi şehri değil, tarıma dayalı sanayi şehri olmalı Samsun. Bu sebeple ihraç edilebilir tarım ürünlerine yönelmek gerekiyor.” Karanfil, özel idare olarak bu tip ürünlere destek verdiklerini de belirtiyor.

Samsun sadece şehir merkezi olarak değil, eğer bütün il merkezi anlamında marka olmak istiyorsa, odaklanılması gerekli en önemli merkez kuşkusuz Bafra. Tarihî ve doğal güzellikleri, kültürel dokusu, sivil toplum duyarlılığı gelişmiş insan yapısı ve tabii ki ovasıyla bu ilçe Samsun’un en önemli değeri konumunda. Bafra’da bugün en önemli sorun, yüzyıllardır bereket sembolü olmuş Kızılırmak’ta yaşanan kirlilik. Sivil toplum örgütleri burada yaptıkları eylemle, sanayi atıklarını taşımaktan yorgun düşmüş nehirlerine dikkati çekmeye çalışıyor. Son olarak Bafralı gönüllü Hamit Genç’in organizasyonuyla 24 Eylül’de Kızılırmak’ta büyük bir eylem yapıldı. Genç, artık nehrin tarımsal sulamada bile kullanılamayacak hale geldiğini, kirlilikte üst sınırda olduğunu belirterek, bu kirlenmenin resmî kurumlar tarafından da tespit edildiğini ancak bu bilgilerin kamuoyuna açıklanmadığını savunuyor.

Kızılırmak’taki kirlilik noktasında, DSİ Genel Müdürlüğü Etüd ve Plan Dairesi Başkanlığı’nın tespitleri dikkat çekici. Raporda, nehirdeki ağır metal kirliliğinin, Çoruhözü havzasında yer alan Makine Kimya Endüstrisi Kurumu’na ait, metal makine endüstrisi atıklarından kaynaklandığı belirtilerek, bunu engellemek için atık su arıtma tesislerinin kurulması öneriliyor. Bafra’daki bir diğer ciddi sorun ise içme suyunda yaşanıyor. Kendi kaynakları kendine yetmeyen Bafra, suyunu artık Samsun’dan alacak.

KARADENİZLİNİN SİLAH TUTKUSU
İl Genel Meclisi Üyesi Muharrem Ceylan, Bafra’daki potansiyeli üç T ile açıklıyor; tarım, turizm ve tekstil. Özellikle tarım ve tekstil, şehrin kadim tarihinde de izlerine rastlanan iki sektör. Ceylan, yapılan bilimsel çalışmalarda, Kızılırmak Deltası’nın en az 5 milyon kişiyi besleyebilecek potansiyele sahip olduğunun tespit edildiğini belirtiyor. Bunun gerçekleşebilmesinin en önemli şartı ise ırmağın sanayi atıklarıyla kirletilmemesi. Çünkü bu durum hem tarımdan geçinen kesime, hem de tarım ihracatına büyük darbe vuruyor.

Bafra, arkeolojik hazineleriyle dikkat çeken bir ilçe aynı zamanda. Karadeniz sahilinde tek arkeolojik kazının yapıldığı İkiztepe’de 35 yıldır devam eden kazılardan şimdiye kadar 10 bini aşkın tarihî eser çıkarıldı. Şimdi onlar Samsun Arkeoloji Müzesi’nde sergileniyor. İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Önder Bilgi, 33 yıl kesintisiz İkiztepe’yi kazan ekibin başında. 1973’te burada başladığı kariyerine yine burada son vererek, geçtiğimiz yıl emekli olmuş. Bölgedeki son kalıntıları da müzeye teslim ettikten sonra Bafra macerasını sonlandırmayı planlıyor. Çok tatmin edici bir meslekî serüven yaşadığını dile getiren Prof. Bilgi, ortaya çıkardığı sonuçların kendisini çok mutlu ettiğini söylüyor.

Bunlardan biri, günümüzden 4 bin 500 yıl öncesine kadar uzanan kalıntılar. Hattuşaş bölgesindeki Hitit Medeniyeti’nden önce burada yaşayan insanların hangi medeniyete ait olduğu henüz bilinmiyor; ama bilinen, onların kendi dönemlerinde en yüksek teknolojiye ulaşmış olmaları. Bakırı, arsenikle karıştırarak, onları aynı ocakta eritmeyi başarıp tunç elde ettikleri için Tunç Çağı olarak nitelendirilen bir dönem bu.

O zamanki medeniyet silah yapımında son derece ileri gitmiş. Mızrak ucu, hançer, zıpkın ve ok uçları gibi aletler bulduklarını belirten Bilgi, “Bu döneme ait başka yerde görülmeyen silah türleri bunlar. Bu açıdan Karadeniz’deki silah merakının tarihî bir altyapısı olduğunu söylemek mümkün. Bu merakın bölgede Tunç Çağı’na kadar uzandığını söyleyebiliriz.” diyor.

Bir başka ilginç nokta ise o dönemde kafatası açılarak yapılan ameliyatların olması. Kazılarda 14 adet ameliyatlı kafatası bulunmuş. Bunlar aslında tıp tarihine ışık tutacak nitelikte bulgular. Bilimsel tespitlere göre kafatasından ameliyat edilenlerin 5 yıl kadar yaşadığının da tespit edildiğini aktarıyor, deneyimli arkeolog. İkiztepe’den son bir not ise dokumacılık konusunda. Dokuma tezgâhlarında ipleri gerdirmekte kullanılan delikli ağırlık taşlarından 4 bin adet bulunmuş. Bu da tekstil sektörünün o zamanki canlılığının bir işareti.

ASARKALE’Yİ ŞİMDİLİK ÇOBANLAR KEŞFETMİŞ
Bafra yöresindeki Asarkale, Kızılırmak kıyısında, dağ oyularak yapılmış binlerce yıllık merdivenleri ve antik kalesiyle dikkat çekiyor. M.Ö. 1000 yılından itibaren yerleşimin olduğu bölgede kaya mezarlarına çok sık rastlanıyor. Paflagonya olarak bilinen bölgenin bir Frig yerleşmesi olduğu tahmin ediliyor. Yörede herhangi bir kazı faaliyeti yok. Kendi hâline bırakılmış Asarkale’nin müdavimleri çobanlar ve koyunları! Çünkü kalenin alt kısmı ağıl olarak kullanılıyor. Onun biraz ilerisinde, dağların derinliklerinde karşımıza çıkan Tependelik ise bir başka tarih hazinesi ama o da şimdilik sadece bölgedeki köylülerin keşfedebildiği bir yer. Bafra sadece bu tarih dokusunu iyi tanıtsa, Kızılırmak’ın doğal güzelliği ile birleşen bu antik uygarlık kalıntıları, bölgede bir turizm patlamasına yol açabilir. Turizm patlaması elbette işin bir sonraki aşaması. Öncelikle yapılması gereken bu tarih hazinelerine sahip çıkmak. Şu anda bu bile yapılamıyor!

Türkiye’de Bafra’nın iyi tanınan bir ürünü var: Bafra pidesi. Pidenin ünü il sınırlarının dışına taşmış. Ama bu konuda Terme ile rekabet halindeler. İki şehir de, gerçek pidenin kendilerine ait olduğunu savunuyor. Terme’de 33 yıldır pidecilik yapan Yusuf İçlek, Bafra pidesinin 1970’lerde meşhur olduğunu, sonra Çarşamba’nın öne çıktığını ve günümüzde ise Terme pidesinin bir numara olduğunu savunuyor. İçlek, kendisine lezzetli pidenin sırrını soranlara, “Bu işte malzeme bellidir. Önemli olan o malzemeyi en uygun şekilde harmanlayıp ortaya lezzetli bir ürün çıkarmaktır. Bu da bir sanat ister.” cevabını veriyor. Bu düşünceden hareketle olsa gerek, fırında çalışan ustalarına ‘sanatçı’ diyor.

TÜRKİYE’NİN MİNİBÜS PAZARI: TERME
Pideye şehir dışından talep çok büyük. Piştikten sonra soğutularak şoklanan pideler kargoyla bütün Türkiye’ye gönderiliyor. İstanbul, Ankara, Bursa ve İzmir müşteri iller arasında. Şoklanmış pideler ısıtılınca yemeğe hazır hale geliyor. Hatta Terme pideleri gurbetçiler eliyle Almanya ve Hollanda gibi ülkelere bile gidiyor. İçlek bu işte öyle iddialı ki, iki gıda mühendisiyle, ‘daha uzun ömürlü pide’ üzerinde araştırmalarını sürdürüyor.

Terme ilçesi pidesiyle olduğu kadar kendine has buzlu limonatası ve minibüs galerileriyle de ünlü. Şehirdeki ana cadde üzerinde bulunan galerilerde gözün alabildiği yere kadar minibüsler dizilmiş, satış için sıralarını bekliyor. Türkiye’nin minibüs piyasasını, alış satış fiyatlarını bu küçük ilçe belirliyor. İlçenin en eski galerisine sahip olan ve baba mesleğini sürdüren Ali Rıza Altun, Terme-Samsun arasında dolmuş hattı olanların 1987’den itibaren başladıkları minibüs işinin, şimdi bütün ülkeyi etkileyen bir sektöre dönüştüğünü belirtiyor. “Fiyat öğrenmek isteyen bizi arar. Özellikle Türkiye’de ikinci el Ford fiyatını Terme belirler.” diyecek kadar da iddialı bu işte. İşin ilginç yanı bu işi yapanların büyük çoğunluğunun Gündoğdu isimli bir köyden olması. Bir tür eş dost akraba işi olarak başlayan galericilik, şimdi Türkiye’nin minibüs pazarı konumunda.

Terme, Samsun’un ikinci delta ovası konumundaki Çarşamba ile birlikte Samsun’un fındık merkezi aynı zamanda. Bu sene fındıkta yaşanan kriz, Fiskobirlik ile hükümet arasındaki problemler ve düşen fiyatlar en önemli gündem maddesi bu iki ilçede. Farklı işleri yapsalar da kime selam verseniz hemen fındıktan dert yanmaya başlıyor. Çünkü fındık Karadenizlinin hayatında öyle bir yere sahip ki, çalıştığı ve para kazandığı sektör farklı da olsa herkesin bir fındık bahçesi var. Ek gelir olarak bu işi yapanlar çoğunlukta. Hatta İstanbul’da çalışan ancak yazları gelip bahçesindeki fındığı toplayan ve bununla aile bütçesine katkı sağlayan memur ve işçi sayısı da azımsanmayacak kadar çok. Bu yönüyle fındık piyasası, sadece Karadeniz’de yaşayanları ilgilendirmiyor.

DÜZ ARAZİLER FINDIK BAHÇESİ OLURSA
Son yıllardaki yüksek fiyat politikasının etkisiyle fındık bahçesi sayısındaki artış ise madalyonun diğer yüzü. Çarşamba ovasının düz arazilerini fındık bahçeleri dolduruyor artık. Oysa fındık dağlarda, engebeli arazide yetişen bir ürün ve bu sebeple birçok tarım ürünü için çok verimli olan arazileri fındık bahçesine çevirmek, kısa vadede çok kârlı görünen ama uzun vadede tarımdaki genel sıkıntıyı daha da artıracak bir yöntem. Zaten üretici şimdi arz fazlası sorunu yaşıyor. Ülkenin her bölgesinde olduğu gibi yapılamayan tarımsal üretim planlamasının bedelini ödüyor.

Doğan Beyhan ve Asım Köken, İstanbul’da işçi olarak çalışan iki Samsunlu. İkisi de fındık toplamak için Çarşamba’ya geliyor her yaz. Beyhan, “Eskiden fındık iyi bir yan gelirdi bizim için. Şimdi masrafı karşılamıyor.” diyerek dert yanıyor. Bütün geliri fındık üretimi olan Murat Çakır da düşük kazançtan dertli. “Kazandığımız yevmiyelere gidiyor ama başka alternatifimiz de yok” diyor. O öyle diyor ama konu tarım olunca bölgede alternatif çok fazla. Bazı ürünlere yönelik teşvikler hükümet tarafından veriliyor. Teşvik olmasa bile bölge her türlü tarım ürünü için, hatta yılda iki kez ürün almak için son derece uygun.

Terme Organik Fındık Üreticileri Birliği Başkanı Mehmet Özmen’e göre fiyatlar yüksek olduğu dönemde düz araziye fındık dikildi. Her taraf fındık bahçesi oldu. Şimdi kota geldi, yüzde 10 meyil olmayan araziye dikemiyorsun ama mevcutlar da sökülmediği için arz fazlası sorunu yaşanıyor. Alternatif ürünlere maddi teşvikler var ama insanlar bunları umursamıyor. Kimse rahatını bozmak istemiyor. Fındığı yüksek veya düşük fiyat olması tamamen bir arz talep meselesi. Arz fazlası olmazsa, fiyat da çok iyi olacaktır. Özmen’in tespitleri de gösteriyor ki, Türkiye’deki fındık sıkıntısı bu seneyle sınırlı kalmayacak. Arz fazlası olduğu müddetçe fiyatlar düşük kalmaya devam edecek ve hükümetler çiftçi ile karşı karşıya gelecek.

Bütün bu bilgi ve tespitlerden sonra, tarih boyunca değişik uygarlıklara ev sahipliği yapan, Kurtuluş Savaşı’nın fiilen başladığı Karadeniz’in merkez noktası Samsun’un, imajından daha parlak bir geleceğinin olabileceğini elbette söyleyebiliriz. Zaten böyle bir potansiyele de fazlasıyla sahip.

Görünen o ki Samsun şehri yerel yönetimi, işadamları ve sivil toplum kuruluşlarıyla o potansiyeli ortaya çıkarma ve Samsun gerçeğini bütün Türkiye’de benimsetme heyecanını yaşamaya çoktan başlamış bile. Bu heyecana halk da sahip çıkabilirse, Samsun Türkiye’nin lokomotif illerinden olabilir. Hem de çok yakın bir gelecekte…


SAMSUN EKONOMİK KALKINMA KONSEYİ BİR İLK
Samsun’un genç valisi Hasan Basri Güzeloğlu’na göre öncelikle yapılması gereken birlikte üretmek ve kazanmak. Bunun için de birlikte çalışmak ve birlikte olmak gerekiyor. Şehrin en büyük avantajı, dünya pazarlarıyla buluşabilir bir konuma sahip olması. Kara, deniz ve havayolu açısından şehrin merkezî konumda bulunması, iyi değerlendirilmesi gereken bir özellik. Bunu değerlendirmenin birkaç yolu var. Birincisi, özellikle iş dünyasının ve tarımsal sanayicilerin beklentisi olan havaalanı kargo ünitelerinin inşa edilmesi. Vali Güzeloğlu bu iş için projelendirilmenin tamamlandığını ve ünitelerin kısa sürede hizmete gireceğini vurguluyor. Kongre merkezi hâline gelerek hizmet sektörünün geliştirilmesi ise diğer önemli bir hedef. Sağlık turizmi de hedefler arasında. Karadeniz’e kıyısı olan ülkelere ulaşım kolaylığı da bu çerçevede çok iyi değerlendirilerek, şehrin bir buluşma noktası olması sağlanabilir.

Vali Hasan Basri Güzeloğlu, devam eden yatırımlara da dikkati çeken Bakü-Ceyhan petrol boru hattı, Karadeniz sahil yolu, limanın özelleştirilmesi, tersane projesi gibi çalışmaların Samsun’un merkezî ve belirleyici rolünü güçlendireceğini belirtiyor. Bütün bu projelere şehrin altyapı ve zihniyet olarak hazırlanması da önemli bir ayrıntı elbette. Bu anlamda, Samsun Valiliği, Büyükşehir Belediye Başkanlığı, sivil, sosyal özel ve yerel tüm kesim temsilcileriyle birlikte Samsun Ekonomik Kalkınma Konseyi’ni kurduklarını da belirtiyor: “Bu konsey Samsun’un hedeflerini belirlemek, tanımlamak, bunlara erişmek için sorumlulukları dağıtmak, bu doğrultuda çalışma amaçlı kurulmuş bir oluşumdur. Bu Türkiye’de ilk ve örnek bir modeldir.”


İŞADAMLARININ SAMSUN VİZYONU
Samsunlu işadamları bir yandan öz eleştiri yaparken, bir yandan da sorunlara çözüm önerileri üretiyor. Muharrem Durmuşoğlu, Samsun’un bir ticaret merkezi olmasından dolayı çevre illerden gelen mevduat akışına işaret ediyor. Bu durum ildeki sermaye oranını yükseltiyor ve aldatıcı bir zenginlik görüntüsü oluşturuyor. Sanayi noktasında o da birçok girişimci gibi tarımsal sanayinin desteklenmesini öneriyor. Soğuk hava depoları ve ambalaj sanayii olmadığı için tarım ürünlerinin yeteri kadar değerlendirilemediğini düşünen sanayici Burhan Erçal ise tarımda sadece üretmenin yeterli olmadığı görüşünde. Ona göre şehirde ve özellikle iş dünyasında profesyonel davranamama sorunu var ve bu yüzden projeler kâğıt üzerinde kalıyor.

Recep Asal da bu görüşe katılarak, süslü lafların icraata dönmediğinden yakınıyor. İlden güçlü ortaklıkların çıkmamasını ise eskiden yaşanmış başarısız bir tecrübeyle açıklıyor. 28 yıl önce Çarşamba yolunda kurulan çok ortaklı bir elektrik malzemeleri üretim fabrikası iflas ederek kapanmış. Bu olayın genç nesilleri olumsuz etkilediğini düşünüyor. Samsun’daki son konsolosluk olan Belçika Konsolosluğu 1954’te kapanmış. Yarım asırlık bir aradan sonra şimdi Moğolistan’ın fahri konsolosluğu ilde faaliyete geçecek. Görev ise işadamı Ahmet Giritli’ye verilmiş. Kendisi bu gelişmenin şehrin yeniden tırmanma rampasına girmesi için dönüm noktalarından biri olabileceğini düşünüyor.

/Zafer Özcan - Yasin Çanakçı

Betonlaşan Samsun

Samsunluların yaşamına daha apartmanların girmediği bundan 45-50 yıl öncesinin güzel şehrini arar oldum. Bunu da her fırsatta yazdıklarımla ifade ettim okuyucularıma.

Çocukluk ve gençlik yıllarımızda Samsun'da apartman yok gibiydi. Bilinen tek apartman ise bugün hala ayakta duran parkın karşısındaki Kefeli Apartmanı'ydı. O da eski görkemli günlerini yitirmiş. İki yanında yükselen beton yığınlarının arasında sıkışıp kalmıştır. Aman, sakın bana dokunmayın dercesine...

Odunpazarı'ndaki Şişik Apartmanı ise Kefeli'den sonra yapılan Samsun’daki en yüksek ve gösterişli apartman idi. Bunun temelinin atıldığı günü dahi çok iyi hatırlıyorum. Belki de Samsun’un tek asansörlü binasıydı. İstanbul’dan gelen teknik elemanlar, Odunpazarı'ndaki kahvehanede zaman zaman otururlardı, çay içmek ve mola vermek için. Yapıldıktan sonra da ilk olarak mahallemizin çocuklarını bindirmişlerdi bu inip çıkan kabine. Bu benim de asansöre ilk binişimdi.

Apartmanın sahibi ise manifatura tüccarı olan Celal Şişik idi. 6 katlı binanın en üstüne çıktığında “Ha buradan paktuğumda havaalanını (eski) köreceğim” dediğini söylerdi o günkü dostları. Gerçekten de görünürdü eski havaalanı bu 6 katlı yapıdan.

1960 yılından itibaren Samsun'un o güzelim bahçeli 2-3 katlı evleri birer birer yıkılıp tarih olmaya başladı ekonomik sebeplerden dolayı. Yerlerine de koca koca beton yığınları dikildi devasa görünümlü..

O eski güzel evler artık çok az sayıda kaldı şehirde, onların da pek çoğu  kaderiyle başbaşa bırakıldılar sahipleri tarafından, yılkı atı misali..
   
Oturduğum apartmanın 6'ncı katından bakıyorum da şöyle etrafa, eskiden tarla olan Zeytinlik ve Toraman tepe civarında da hiç boş yer kalmamış, oralarda da yeni yeni beton yığınları yükselmiş o bakir topraklar üzerinde. Halbuki buralar bizim kuşağın bıldırcın avladığı en verimli tarlalarımızdı..

Yakın civarımıza bakıyorum dikkatlice, maalesef mahallemizde de 2 adet bina kalmış eskiyi anımsatan. Bunlardan biri Termeli Berk’lere ait çok geniş bahçeli ve artık kaderiyle başbaşa bırakılmış ümitsiz hasta misali, o da kendiliğinden yıkılacağı günü bekliyor.   

Hemen onun yanında ise bir zamanlar Mecidiye'nin en gözde tuhafiye mağazası sahibi olan Üç Kardeşler'e ait 3 katlı bina hala o eski günlerin tek temsilcisi olarak 'Ben buradayım' dercesine bütün ihtişamı ile karşımda bana bakıyor. İçinde oturan oğlu Dr. Necip Vildan Özüdoğru sayesinde konak görünümü ve bakımlı bahçesi, önündeki balkonuyla mahallemizin en güzel binası olarak gösteriyor kendini eski günleri hatırlasın meraklıları diye..   

Etrafımız hep 8-10 katlı apartmanlarla çevrilmiş, hele 100. Yıl Bulvarı ayrı bir rezalet görünüm sergiliyor bence. Bulvar kenarındaki beton yığınları şehrin içinde adeta bir Çin seddi oluşturmuş ve kenti ortadan ikiye ayırmış. Bu nedenle bu civarda ikamet edenler astımlı bir hasta gibi nefes alabilecek oksijen aramaktadırlar yaşamlarını sürdürebilmek için.

Yol  boyu hiç eksik olmayan gürültü, korna, acı fren sesleri insanların çilehanesi haline getirmiş curcuna misali bu övünç duyulan bulvarımızı..
    
Ben bunları devamlı izlemeye ve duymaya mahkum bir Samsunlu olarak o güzel görüntülü arnavut kaldırımlı taşlarla döşeli sokaklarda insanların rahatça yürüyebildikleri, kapkaçın, cinayetlerin, gaspların, kavgaların olmadığı, gece silah seslerinin duyulmadığı, saat 01.00'de, 02.00'de çöp kamyonlarının sessizliği bozan gümbürtülü çöp boşaltmalarda çıkardığı inanılmaz seslerin duyulmadığı bir şehirde yaşamak istiyorum.

Geçmiş yıllarda köylerden şehire gelenlerin atlarının taşlarda çıkardığı nal seslerini özlüyorum bu gürültülere karşılık.

Seyyar satıcıların sokak aralarında mallarını satarken ilginç seslenişlerini, arabam yanıyor diye simit ve tatlı maya satan vatandaşın sesini, nane şekercinin manili nane satışını, kış geceleri keten helva satarken kendine özgü seslenişini özlüyorum. Bütün bu koşturmaca ve sıkıntılı yaşamdan biraz uzaklaşmak için..

Şüphesiz ki bunlar artık mazide kaldı ama insan yine de o eski güzel günleri, herkesin birbirine saygılı olduğu beton yığınsız ve sakin şehri arıyor gayri ihtiyari. Ben daima o günlerin özlemiyle yaşıyorum bu kentte, kendimi avutmak için de olsa... Esenlikler dileğiyle..  

/Sefa ARALAN

Islak Kentin İnsanları

Kent Kültürü dergisi; ilk sayının heyecanı ve eksikleri ile birlikte yayın hayatına başladı. Baktıkça dergiye, unutmuş olduklarımızı görüyorum. Yer darlığı nedeniyle sıkışan yazıları ya da baskıya yetiştirirken tekrar elden geçirdiğimiz sayfaların yerlerinden oynayarak, değerli yazarımız Sıdık Akbayır’ın Yıldıray Çınar üzerine yaptığı çalışmanın eksik olarak sayfalara taşınması ve tabii Ahmet Ağabey’in yazısının yerinde olamaması..

Yapmaya çalıştığımız şeyin, şehir adına ortaya koymaya çalıştığımız potansiyelin önemi, umarım bunları ve göremediğimiz hatalarımızı telafi etmeye yeterli olur. İlk sayımızın editörü Ömer İdris Akdin’in geceli gündüzlü ortaya koyduğu performansı takdir ederken benim yazımı da kuşa çevirdiğini belirtmem gerekiyor.

Samsunlu Yazar Zerrin Koç’un kaleme aldığı “Islak Kentin İnsanları” isimli eser de eski Samsun hakkında önemli ipuçları veriyor. Editörümüzün sayfa tasarrufu inadı nedeniyle dergiye girmeyi başaramamış olan bu bölümleri sizlere sunmak istiyorum;

Yıl 1960
Elli dörtte temeli atılan deniz limanı hizmete açılmıştı. Ayrıca elli yedide yapılan hava limanının yanı sıra Samsun’u Ankara,  Trabzon ve Sinop illerine bağlayan karayolu çalışmaları tamamlanmıştı. Mayıs Devrimi’nin hemen sonrası… Kent halkının çoğunluğu suskun, kinli, öfkeli.  Devrim, bu çoğunluğun üstünde adeta şok etkisi yaratmış. Azınlığı oluşturan devrim yanlılarının canlı kıpırdanışları, Halk Partisi binasında geceli gündüzlü çaldırılan davul sesleri de olmasa, dışarıdan gelen biri kentin boşaltıldığını düşünebilir. Sokaklarda asker dolu cemseler dolaşırken, üç kişinin bir arada dolaşması yasaklanmıştı. Yıllar öncesine dayanan bu iki parti çekişmesi devrimlerle birlikte büsbütün hal almış. Halk haber bültenlerini, radyolarının içine girmişçesine dinliyor. Tutuklanmaları duyuran her anonsta çoğunluğun sinirleri yay gibi geriliyor. (230)

Yıl 1961, Güz
 “ Kentin doğu yöresini kaplayan mısır tarlalarındaki son ürün toplandıktan sonra ekim durdurulmuştu; toprak parsellenerek yerleşim alanını bu bölgeye yaymak amacıyla satışa çıkarılmıştı. Nüfusu elli bine ulaşan kent batıdan doğuya genişliyordu.  Söğütlü Bahçe’ye yapılan pazar gezintileri bitmiş, onun yerini inşaatlar almıştı. O günlerde kent halkı öğlen haberlerinde, eski Maliye ve  Dışişleri Bakanlarına verilen kararın infaz edildiğini öğrendi.” (236)

 Yıl 1986
 Doğu ve batı yöresiyle birleşen kentin güneyde tepelerin eteklerine değin yerleşimi yayılmış durumda. Geçmişe dair tek iz yaşamıyor artık. Bütün semtler, mahalleler alt üst olmuş. Bahçeler bozulmuş, deniz suyu zehirlenmiş, balıklar azalmış… Çoğalan binalar, inşaatlar, insanlar, araçlar, sesler..Uğultu, gürültü.. ‘Yalnız alıp verilir bir selam da kalmamış…

Kentin yerli aile sayısı, bir elin parmaklarını ya bulur ya da bulmaz. Eski yağmurlar da yok artık. Eski dondurucu kara kışlarda… Deniz, doldurula doldurula kentliden olabildiğince uzaklaşmış.

Samsun, sırtını denize dönüp oturan bir insan gibi.. Küskün, bağrı toz duman, gözü sisli.”

/Recep YAZGAN


13 Aralık 2006 Çarşamba

Okeye Dönme Evine Dön


Canik Belediyesi ve Rehberlik Araştırma Merkezi, Canik beldesinde “ Çocuğumu Hayata Hazırlıyorum” ismi ile bir dizi eğitim programını uygulamaya koyuyor. 


‘Baba Eğitimi’ ve ‘ Madde Bağımlılığı’ hakkında kahvehanelerde, vatandaşlara bilgilendirme eğitimleri veriliyor. Programı hazırlayıp aşama aşama takip eden ve aynı zamanda eğitimcilerinin arasında da yer alan Rehberlik Araştırma Merkezi Müdürü Ali Usta’nın gayretleri ile hayat bulan bu çalışma, tüm Samsun ve Türkiye için örnek olabilecek kadar kalitede devam ediyor.

Psk. Doktor Murat Günaydın aile içi iletişim konusunu ele aldığı bir sunum ile anne- baba ve çocukları arasındaki anlaşma ve irtibatın nasıl olması gerektiğine dair fikirler ve ipucu veriyor. Çocuğun da bir “ birey” olarak kabul edilmesinin, onların da fikirlerinin ciddiye alınmasının, hepsinden önemlisi ise onlarla diyalog kurmak için çaba sarf ederek, gelişimlerini tamamlayabilmeleri yönünde çaba sarf edilmesinin öneminden bahsediyor.

Okey oynamak, çay ve sigara içmek için kahveleri dolduran Canikliler, bu sürprizden hiç de rahtsız olmuyorlar. Tam tersi konuşmalar bittikten sonra soruları ile programa dahil oluyorlar.

Dr. Kaan Durukan, Uyuşturucu maddelerin vücudumuz üzerinde yapmış olduğu tahribat ile birlikte uyuşturucu bağımlılarının sosyo- psikolojik durumlarına da değindiği konuşması ile dinleyicilerini uyuşturucu ile mücadeleye çağırıyor. Çocuklarımızı uyuşturucu belasından kurtarmak için bu konularda yeteri kadar bilgi sahibi olmamız gerektiğinin altını çiziyor.

Dinleyiciler Canik Belediyesi’nin ikram etmiş olduğu kurabiye ve çaylar eşliğinde uyuşturucuların türleri, nitelikleri, bağımlılık çeşitleri hakkında bilgi sahibi oluyorlar. Yarın bu tür durumlar ile en yakınlarında karşılaşabileceklerini düşünerek çocuklarını hayatın bu tehlikeli sürecine hazırlamak için daha bilinçli dönüyorlar evlerine. Bu gün okey oynayamadılar ama bu bir kayıp sayılmaz. Zaten programın oluşum aşamasındaki ismi; “ Okeye Dönme, Evine Dön” olarak tespit edilmişti.  Biliyorlar ki  bu masalarda harcadığımız vakidi yarınlarımızı inşa etmek üzere, çocuklarımızı hayata hazırlamak için kullanmak sosyal bir eğitim seferberliğinin ilk adımı olacaktır.

Samsun Emniyet Müdürlüğü’nden programa dahil olan Narkotik Büro Amiri Alparslan İlter ise, bir suç ve asayiş konusu olarak uyuşturucuyu ele aldığı konuşması ile, gençlerin uyuşturucuya ulaşım aşamalarından, uyuşturucuların çeşitlerinden ve bu maddeler ile yasal mücadele yöntemlerinden bahsediyor. Hazırlamış olduğu sunum ile izleyenlerin dikkatlerini bu maddelerden korunma yöntemlerine çekiyor. 16 yaşında uyuşturucu ile tanışmış bir kızın 26-27 yaşlarındaki halini gösteriyor kahvedekilere.. Güzelliğinden eser kalmamış, çevresi ile ilişkisini kesmiş, içine kapanmış, Yaşama isteği kalmamış. Artık sadece uyuşturucu için yaşar hale gelmiş. Gösterdiği resimlere bakan her insanın Allah başa vermesin diye dua edeceğinden eminim.

Ben bu çalışmanın, gençler arasındaki şiddet ve Madde bağımlılığı oranlarındaki yükseklik ile dönem dönem Türkiye sıralamasında en üst noktalara çıkan Samsunumuzun her beldesinde ve her mahallesinde belirli periyodlar halinde uygulanmasını diliyorum. Belki böylelikle gençlerimiz arasındaki şiddetin bir nebze önüne geçebilir ve evlerimizdeki iletişim eksikliğini ortadan kaldırabiliriz. Eğitim, uzun vadede neticesini veren bir faaliyettir. Bu gün olmasa da yarın, bir kişiyi bu tür çalışmalar sayesinde uyuşturucu belasından kurtarabilirsek; görev tamamlanmış demektir.

13.12.2006
/Recep Yazgan

7 Aralık 2006 Perşembe

Samsunspor Nasıl Kurtulur


Bakmayın siz, elindeki hamam tasını bir kenara bırakarak dışarı fırlayan ‘aklıevvel’ gibi “ evraka” diye bağırmadığıma… Bu benim fikrimin onunkinden aşağı kalır hiç bir yanı yoktur.  Bu tip insanlar; “ benim için küçük ama, insanlık için büyük bir adım..” diyerek buluşlarını güzel sözler ile süslemesini çok iyi biliyorlar sadece. Ben ise, kendi yazıp kendi okuyan “münzevi bir fikir işçisiyim” 


Konuya girmeden çok kısa olarak bana bu fikirde ilham kaynağı olan Ünlü Türk Büyüğümüz Kenan Evren’in katkılarına da değinmem gerekiyor. Hatırlar mısınız? Bilmiyorum; Ankaragücü küme düştüğünde, “Başkent’in takımı küme mi düşermiş” diyerek Ankaragücü’nü tekrar birinci lige alıvermişti. İşte olay budur. Hazır ortam ihtilal senaryolarına çok müsaitken, bu işi de araya sıkıştırıverelim olsun bitsin. Biz de kurtulalım, Samsunspor da kurtulsun, Samsun da… Hazırsanız başlıyorum;

Sabahın ilk saatlerinde henüz hava aydınlanmadan,  kışlasından şehre doğru intikal edecek olan dört ‘cemse’nin (CMC) iki tanesi kulüp binasının çevresindeki görev yerlerine doğru ilerleyişine devam ederken, diğer ikisi ise, şehir içinde ne kadar kulüp ile direkt ya da endirekt ilgili kişi varsa onları, hazırlanmalarına bile müsaade etmeden apar topar, pijamalarıyla dahi olsa toplama merkezine getirecekler. ( araya bir miktar hiç ilgisiz olanlar da sıkıştırılabilir, malum; yaşın yanında kuru da yanar.)

Toplanma merkezi kulübün idman sahası olabilir. Gelenler burada tek sıra halinde dizilecekler. Yaklaşık dört yüz, beş yüz metre civarında bir uzunluk elde edildiği takdirde toplama işi başarıya ulaşmış sayılacak. Bu beş yüz metrelik tek sıranın her beş-on metresine bir asker görevlendirilecek. Aynı zamanda kulübün etrafı da yeter kadar omuzlar dik, göğüsler önde, gözler ufukta ve çapraz tutuşta çakı gibi erler ile güvenlik altına alınmış olacak; Olası bir sızmayı veyahut firarı önlemek maksadıyla.

Tek sıra halinde bekleşen bu ilgili ilgisiz yetkilerin sabahın ayazında üşüyüp üşümediklerine, aç ya da açık olup olmadıklarına asla itibar edilmeyecek. Sırayı bozan ya da kendi aralarında konuşmaya yeltenenler görevli askerlerin dipçik darbeleriyle ikaz edilip hizaya getirilecekler.  Onların da tıpkı askerler gibi nizami olarak beklemeleri sağlanmış olacak.  Bekleme tabi ki Ümit edilenden daha fazla olacak.

Ve nihayet; yeşil çimlerin üzerindeki sis, günün ilk ışıkları ile birlikte yerini çiğ tanelerine bırakırken, soğuktan moraran ayakların ıslanmaya yüz tuttuğu bir an da beklenen an gelecek. Askerlerin “dikkat!” komutu ile birlikte başlar komutana dönecek. Sıra halindekilerin, göbeğinden sonra apoletlerinin normalden fazla parlatılmış olduklarının farkına varacakları komutan, ellerini arkasına bağlamış olarak içtima alanına gelecek. Tek sıra halindeki irili ufaklı kelli felli upuzun ilgili ve ilgisiz kişiler takımına şöyle göz attıktan sonra denetleme yapar gibi yanlarına gelecek. Hepsini şöyle bir inceledikten sonra hakim bir noktada durarak, mevcudu ezen bakışlarla bir kez daha süzecek.  Sonra acelesi varmış gibi başlayacak konuşmaya…  İşte o konuşma;

“ Buraya neden getirildiğinizin hiçbir önemi yok. Önemli olan bir tek şey var; o da artık hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağı. Şimdi sizler, futbolcusundan, yöneticisine, masöründen, psikolog danışmanına kadar hepiniz bundan sonra benim gözetimim ve denetimim altında çalışmalarınıza devam edeceksiniz. Benim ise sizlerden istediğim bir tek şey var; O da, disiplindir. Disiplini bozacak en küçük bir olaya tahammülümün olmadığını zaman içinde çok yakinen anlayacaksınız. Bu takımı her türlü şaibeden, başarısızlıktan, tembellikten, isteksizlikten, cesaretsizlikten kurtaracak olan irade işte buradadır. Bu iradeye itaat etmeye mecbur olduğunuzu kısa zamanda kavrarsanız hem benim işim, hem de sizin ki daha da kolaylaşır.  Bu sıkıyönetimin süresi takımın birinci lige çıkması ile sınırlı değildir. Ben bu takımı şampiyon yapmak ile görevlendirildim. Hep beraber çalışacak ve başaracağız.

Her sabah saat beş buçukta kalkacaksınız. Sabah koşusuna her kes katılacak. Mıntıka temizliğinden sonra kahvaltı yapacaksınız. Kahvaltıdan sonra takım oyuncuları yedekler, sağlık görevlileri ve diğer teknik kadro ile birlikte çalışmalara başlayacaklar. Öğle molası bir saat. İstirahat ve yemekten sonra aynı tempo çalışmalara devam edeceksiniz. Akşam mesai altıda bitecek. Saat dokuza kadar serbestsiniz. Dokuzda herkes yatacak. Bu saatten sonra kimseyi ayakta görmeyeceğim. Anlaşıldı mı? (Evet, sesleri) Evet değil ‘ sağ ol’ diyeceksiniz. Anlaşıldı mı? (sağ ol sesleri) Hiçbir konuda fikriniz sorulmayacak, hiçbir şey hakkında yorum yapmayacaksınız. Düşünmeyecek, çalışacaksınız. İndir parmağını! Burası okul değil. Soru sormak yasak."

07.12.2006
/Recep Yazgan

20 Kasım 2006 Pazartesi

Samsun’un Kendi Stili Yok Mudur?

Ece Temelkuran’ın “Milliyet TIR’ı” ekibinde yer alarak Samsunlularla “fikir almak-fikir vermek” ilişkisinden pek memnun olmadığını da görür gibiyiz. İşte delili: “ ‘Mini etek neslinden’, yani Samsun’un eskilerinden olduğunu söylüyor bir kadın. ‘Kızıma mini etek giydiremem şimdi’ diyor ve devam ediyor. (…) Sonra ‘köşe yazarı kız’dan vazgeçip birbirleriyle konuşmaya başlıyorlar. Belki de zaten buna ihtiyaçları var…” Ve -yine Temelkuran’dan- nefis bir “şehirlerimiz” analizi: “Samsun birçok alanda Karadeniz’de kendini gösteremese de artık x kulübüyle eğlence hayatında bir numara! Altta bir tür taşra Laila’sı fotoğrafı. Bu mudur yani? İnsanlar yaşamak için küçük İstanbullar mı yaratmak zorundalar? Samsun’un kendi stili yok mudur? Yoksa o da tıpkı deniz gibi, İstanbul’dan ithal edilen ‘kültürel molozlarla’ mı doldurulmuştur?”


Onların da Laila’sı var!
Hiçbir yolu denize çıkmayan bir deniz kenti olur mu? Nihayetinde, toprak kurutur insanı. Ama Samsun’un da Laila’sı var, amenna!
   
Samsun’un girişinde yazar: ‘Atatürk’ün şehrine hoş geldiniz!’ 19 Mayıs’ta büstü kaparlar, milleti alırlar yalandan, haydi limana! Ne yalan söylüyorsun kardeşim? Hani Samsun’a ayak basılan iskele? Yıktılar. Deniz meniz yok!"

Bu satırlar, yerel Yeni Ses gazetesinin yazarı 81 yaşındaki Mehmet Mithat Özaykut’a ait. Samsun’un "küçük Paris" olduğu zamanları anlatırken, gözleri mavi - yeşil bir şey oluyor. Birden sinirlenip ekliyor:  "Sor bak çocuklara şimdi. Denizin nerede olduğunu gösteremezler!"
   
Denize 200 metre uzaktaki meydanda küçük bir deneme: - Atakan, denize nereden gidiliyor? Bulabilirim de.. Yani...

Deniziyle muhabbeti bozulmuş bu şehrin. Hiçbir yolun denize çıkmadığı bir deniz şehri olur mu? Kriz kenarda dursun, işler biraz da bu yüzden kötü sanki. Su, uygarlıktır nihayetinde; toprak, tutucudur, susturucudur...

‘Sağır sultanlarız!’
Türbanlı arkadaşıyla bir isyan bayrağı gibi çıkıp geliyor. Tiyatro oyunu yazıyormuş, oynuyorlarmış. Ama liseli oldukları için "siyasi takılamıyorlarmış." Oyunları yasaklanınca üzülmekle yetinmişler, kime isyan edeceklermiş ki? Yanındaki ilkokul öğretmeni beş sınıfı bir arada okuttuğunu söylüyor, köyde manavcıların bile öğretmenden daha "saygıdeğer" bulunduğunu anlatıyor: "Bunun şikâyeti nereye yapılır ki?" "Mini etek neslinden", yani Samsun’un eskilerinden olduğunu söylüyor bir kadın. "Kızıma mini etek giydiremem şimdi" diyor ve devam ediyor: "Şimdi bu hayatı değiştirmek istesen, öne atlasan, herkes başını ezmeye çalışır senin. Bizi de sağır sultan ettiler işte!"

Kültürel molozlar
Sonra "köşe yazarı kız”dan vazgeçip birbirleriyle konuşmaya başlıyorlar. Belki de zaten buna ihtiyaçları var: Birbirleriyle konuşmaya; toprağın susturucu boğuculuğundan kurtulmaya...

Onları bırakıp denize gitmek için kişisel bir girişim yapınca... Faydasız! Otele dönmek en iyisi, gazeteleri karıştırmak... Yerel Halk gazetesinin magazin ekinden bir haber.  Mealen söyle:”Samsun birçok alanda Karadeniz’de kendini gösteremese de artık x kulübüyle eğlence hayatında bir numara! Altta bir tür taşra Laila’sı fotoğrafı.

Bu mudur yani? İnsanlar yaşamak için küçük İstanbullar mı yaratmak zorundadır? Samsun’un kendi stili yok mudur? Yoksa o da tıpkı deniz gibi, İstanbul’dan ithal edilen "kültürel molozlarla" mı doldurulmuştur?

/Ece TEMELKURAN

http://www.milliyet.com/2001/08/22/yazar/temelkuran.html

'Çekingen Kentlerin' İsyanı

Samsun Ticaret ve Sanayi Odası (STSO) Başkanı Adnan Sakoğlu'nu dinlerken bir an için kendimi İzmir'de zannettim. Sakoğlu, uzun yıllar yalnız bırakıldıklarından; Samsun'un havayolu bağlantısının kesilmesiyle ticaretinin, kent gelişiminin istenilen düzeye ulaşamadığından bahsediyordu. Büyük Samsun Oteli'ni dolduran turizmciler de benzer düşünüyorlardı. Ayak üstü birkaç tanesiyle görüştüğümüzde; hükümetlerin "çekingen kentler" yarattıklarından şikayet ediyorlardı. "Çekingen kentler..."

Bana ilginç bir tanımlama gibi geldi. Çekingenlik, utangaçlık bazı insanların diğerleriyle beraberken, konuşurken ve yardım isterken yaşadığı kendine güvensizlik duygusu...  Eğer bir kent çabuk ulaşılır olmaktan çıkmışsa, kendini anlatma fırsatını kaybetmişse ve kendi kendine sakin bir yaşamdan başka bir şey sunulmamışsa adı ne olursa olsun o şehrin, çekingen olmaz mı? Adnan Sakoğlu, Samsun'un potansiyelini anlatırken, yapabileceklerini masaya dökerken işte ben de turizmcilerin satır arasında bana söyledikleri "çekingen kent" kavramını düşünmeye başladım.

Samsun'dan Trabzon'a geçtik. Karadeniz'in en güzel ve kendine has kentlerinden biri Trabzon... Yıllar önce gitmiştim; çok değiştiğini söyleyemem. Çarşısında dolaşırken, dar ve yokuşlu sokaklarını çıkarken yine "çekingen bir kentte" olduğumu hissettim. Biraz da akşam oynanacak Galatasaray maçının heyecanıyla sokaklar hınca hınç doluydu. Zorlu otelin balo salonundaki öğle yemeğine geçtiğimizde yöresel yemekleri yiyip kürsüdeki konuşmaları dinlemeye başladığımda yine aynı duygularla sarsıldık.
* * *

Bu sefer Trabzon Belediye Başkanı Volkan Canalioğlu konuşuyordu. Sanki bire bir Samsun Ticaret ve Sanayi Odası Başkanı Adnan Sakoğlu'nun sözleri... "Trabzon Karadeniz'in merkezidir. Potansiyeli büyüktür. Gelişmeye çok açıktır. Ama..." Ama Trabzon da tıpkı Samsun gibi yalnız bırakılmıştı. "Çekingen bir kent" yaratılmış; Trabzon'dan ümidini kesen gençleri makus talihini yırtmak için almışlar bavullarını büyük şehirlere gitmekten başka bir çare bulamamışlardı. Dediğim gibi İzmir'de çokça duymaya alışık olduğumuz cümleler, yorumlar... Aslında kendine güvenen, geçmişte ilklere imza atmış, çok da başarılı olmuş bir kentti İzmir... Elbette Samsun'dan, Trabzon'dan çok daha farklıydı. Ama İzmir de, tek başına bırakılmıştı.Bence bu yalnızlık kısmen de olsa devam ediyor.
* * *

O yüzden ben İzair'in çıkışını, büyümesini yürekten destekliyorum. Çünkü tarihi incelediğimde görüyorum ki; İzmir'in yükselişi hep kendi girişimlerini başlattığı, hızlandırdığı dönemlere denk geliyor. Devletten bir şeyler beklediği zaman bu kent duruyor, bekliyor. İzmir'den tarifeli uçakla Samsun'a gittik, yine tarifeli uçakla Trabzon'dan döndük. Trabzon'dan artık Adana'ya, Antalya'ya gitmek. Devletin yapamadığını İzair'in yapıyor olması beni gururlandırıyor.

Ve... "Çekingen kentler" den kendine güvenen kentler yaratmanın yolunun "ulaşılabilir" olmaktan geçtiğini çok iyi görüyorum.
 / Deniz Sipahi