30 Kasım 2014 Pazar

SAMGAZ, SASKİ, YEDAŞ Haksız Kazanç Sağlıyor

SAMGAZ Genel Müdürü Kenan Şara,. Doğalgaz aboneliğiyle ilgili yaptığı açıklamada,  güvence bedellerinin hangi amaçla alındığını, hangi durumlarda gazın kesileceğini, kesildikten sonra açma-kapamanın nasıl olacağını söylemedi. SAMGAZ’da,  406 TL güvenci bedeli bulunan bir abonenin 20 veya 30 TL lik bir ödenmemiş faturadan dolayı gazının niçin kesildiğini, abonenin gazı kesilerek niçin mağdur edildiğini, gazı kesilerek mağdur edildiği yetmiyormuş gibi caba olarak da abonenin  406 TL güvence bedeli  SAMGAZ’da olduğu halde, bir de aboneden 20 TL’lik fatura için 30 TL açma-kapama ücretinin niçin alındığını söylemedi.  Aboneler bu sorunun cevabını Genel Müdür’den bekliyor. Güvence bedeli, ödenmemiş faturanın güvencesi değil mi?  406 TL’nin altındaki borçtan gazın kesilmesini -böyle gelmiş böyle gider- diyerek mi açıklayacaksınız, Sayın Şara?

SAMGAZ’daki durum, SASKİ ve YEDAŞ’ta da aynı. SAMGAZ’da olduğu gibi bu kurumlarda da faturanın 10 katı güvence bedeline rağmen, abonelerin suyu kesilerek, susuz kalmalarına, elektriği kesilerek karanlıkta kalmalarına neden olduklarının yanında, bir de aboneden açma kapama parası alınıyor. Belirli yönetmeliklere uygun olsa da bu paralar haksız, hukuksuz alınıyor, kurumlar haksız kazanç sağlarken, aboneler mağdur ediliyor.

Sayın Yılmaz, Sayın Türkoğlu

Haksız kazanç sağlamak suç değil mi, Sayın Yusuf Ziya Yılmaz, Sayın Nurettin Türkoğlu?  YEDAŞ’ta sistemden kaynaklanan tüketimin zamanında faturalandırılmasından dolayı da aboneler mağdur ediliyor. ‘Tüketim miktarınız ve bedeli ikinci bir faturayla bildirilecektir’ denmesine rağmen ikinci fatura gelmeden veya aboneye ulaşmadan elektrik kesiliyor ve açma – kapama bedeli alınıyor. Şikayet edildiğinde de ilgili görevliler kesilme dönemiyle ilgisi olmayan, kime veya ne zamana ait olduğu belli olmayan,  herhangi bir faturanın resmini çekerek vatandaşa ‘İşte faturanız’ deniyor. Müşterinin mağdur edilmesi bir tarafa müşteriyle alay ediliyor.

Şara, Doğal gaz kullanımın yaygınlaşması amacıyla bağlantı ve abonelik bedellerinde yasal bir zorunluluk olmamasına rağmen taksit kampanyaları ile doğal gaz kullanımına teşvik edildiğini, bağlantı, abonelik ve güvence bedellerinin Enerji Piyasası Denetleme Kurulu (EPDK)’unca belirlendiğini. 2014 yılı için bireysel kullanım; bağımsız bölüm için güvence bedelinin 406 TL olarak belirlendiğini,  219 bin 385 aboneye ulaşıldığı bilgisini kamuoyuyla paylaştı.

/Mehmet AKSOY
30 Kasım 2014

29 Kasım 2014 Cumartesi

Ses Ver Samsun

Tek ses, bizim tribünün üstüne konulmuş ve kulakları tırmalayan stat hoparlörlerinden geliyor. Onun sesini de alabileceğine açıyorlar. Güya tribünleri coşturacaklar. Epi topu üç-beş kişiyiz oysa. Aslında sesini duymak istediklerimiz statta yine yok. 19 Mayıs boş ve sessiz. Tıpkı şehir gibi. Kulüpte sessiz. Futbolcu kardeşlerim feryat figan. Bir tek ‘’Bu rezilliğe son verin’’ demedikleri kalmış.

Yöneticiler, futbolcularının iyi niyetine sığınmış. ‘’Kazansalar da bizi de kurtarsalar’’ durumundalar.
Ve fakat ‘’Kendisi himmete muhtaç dede, gayrıya nasıl himmet ede’’ denir ya o haldeki  oyuncuların yönetimi taraftarın ve kamuoyunun baskısından kurtaracak hali kalmamış gibiydi. Moralsizdiler belki ama iyi niyetlerinden zerre miskal kuşku duymam. Onla yenseler de yenilseler de benim için bu şehrin makbulüdürler artık. Dün akşamki oyuna iyi de başladı bizim çocuklar. Golü de bulduk erkenden.

Ama sonra çok geri yaslandılar ne hikmetse. Rakibe ‘’Gel de at’’ dercesine davetiye gibiydi bu geri çekilme. Moral eksikliğinin etkisiyle olsa gerek. Maçın ilk 30 dakikasından sonra ne topa vurabildik doğru dürüst, ne de üst üste iki pas yapabildik. Hafta içinde yaşanan, başkan ve kaptanın medya üzerinden atışma durumları, Samsunspor’daki o herkesin imrendiği takım ruhunu da öldürmüş olmalı.

Yenilseler de bizim makbulümüz oldular ama takımın bu maçı kazanmasını şu bakımdan çok önemsiyordum. Sahamızda kaybetmemiz durumunda tümden dağılabileceğimizden çok korkuyordum ki; üst üste gelen rakip takımın gollerindeki çaresizliğimiz bunun bir işareti gibiydi. Umarım ve dilerim bu yenilginin sebebi antrenman eksikliğinin ürünüdür. Aksini düşünmek istemem. Ses ver Samsun. Takım elden gidiyor…. Bari kulübü kurtaralım….

/ Ragıp GÖKER
29 Kasım 2014

Kamu Hastanelerinden, Özel Hastanelere Kıyak Mı?...

Sorunun, Gazi Hastanesi'nde EMAR cihazının bakım sözleşmesinin bitmesinden kaynaklanmadığı öne sürülüyordu bazı yorumlarda... Ve ilginçtir  'Kamu hastanelerinde yaşanan cihaz bozukluklarının' başka bir yönüne dikkat çekildi.. Özel hastanelere 'hasta göçü'.. Yani bir bakıma 'Devletin hastanelerinde sıkıntı çeken' vatandaş konu sağlık olunca mecburen parasına kıyıp özel hastanenin yolunu tutuyor..

Parasını ödüyor, özel hastanede 'EMAR sonuçları için' günlerce beklemiyor.. Bugün git, yarın gel, gelme diye bir şey de yok.. Telefonunu aç, muhatabını bul.. Ama iş devlet hastanesine gelince, "Sonuçlar çıkmadı beyfendi yarın tekrar arayın demek' kolay.. Telefona bakmasan da olur.. Ay sonu maaş garanti nasıl olsa.. Şikayet edeceğin bir merci de yok.. Şikayet kutusu var.. At oraya dilekçeni; cevap gelene kadar 'mefta olmazsan' yanıtını alırsın.. O yanıt gelir ama EMAR'dan sonuç gelir mi bilmem..

Şimdi arayıp, haberle ilgili 'benim de başıma geldi, mecburen özel hastaneye gitmek zorunda' kaldım, diyenlere kulak vermeyelim mi?.. Bazı özel hastanelerin bazı bölümlerine 'hastane ismi hatta doktor ismi verilerek' yönlendirme yapıldığını bilmeyen var mı?.. Kamunun elinde onca imkan varken bir bakım sözleşmesini yenileyemiyorsa, bunun altını eşmek 'Öküzün altında buzağı aramak olarak değerlendirilebilir mi?.. Özel hastanede böylesine bir cihazın bozuk olması veya hastanın geri gönderilmesi durumunda o birimde ne kadar eleman varsa kapının önüne konulacağı bir gerçekse; Kamu hastanelerinde halen nasıl oluyor da 'Devlet kapısı' mantığı sürüyor anlamış değilim..

Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği uygulamasını aynen Büyükşehir Yasası'na benzetiyorum.. Büyükşehir nasıl tüm ilçelere hizmet götürmekte yetersiz kaldıysa; başhekimler hastane yönetiminde ve sağlık müdürlükleri de sağlığın koordinesinde devre dışı bırakılınca aynı sonuç ortaya çıktı.. Belediyelerde merkezi yönetimle ilçelere hizmet gitmeyeceği gibi, Sağlıkta da merkezi yönetim, hastaneleri 'hasta konumuna' getirmiştir..

Sahibi var gibi gözüken hastaneler 'yetkisizlik ve emir silsile uygulamasına yenik düşmüştür'.. Özel hastaneler o nedenle çıtayı yükseltirken, kamu hastaneleri 'EMAR sonucu bile veremeyen duruma düşmüştür.. Samsun sağlık kenti olabilir ama 'kamu hastaneleri bunun dışında tutulmalı'.. Çünkü sağlıkta skandallar kapıyı çalabilir.. Özel hastanelerle ilgili en küçük olumlu ya da olumsuz haberde 'genel Müdürü, Başhekimi' muhatap olarak anında karşısında bulan vatandaş, Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliğini halen google de arıyorsa, 'iletişim sıfır demektir'.. Yetkili kimseye ulaşamayıp Başbakan Davutoğlu'na kadar konuyu iletiyorsa; 'Nerede Devlet' diye bağırmanın 'internet versiyonuyla' uygulanışına muhtaç kalmıştır..

Yani 'Sahipsiz kent Samsun'un bir vatandaşı daha çareyi Başbakan'da aramak zorunda bırakılmıştır.. Sonuç; kamu hastanelerinden uzaklaşan her vatandaş, bilerek ya da bilmeden özel hastanelere yapılan bir kıyaktır..

/A.Yener CABBAR
29 Kasım 2014

Neden Yeni Bir Kültür Sanat Derneği?

Halihazırda Samsun Kültür Sanat Platformu  Derneği varken, neden yeni bir dernek kurmak zorunda kaldık? Kurucularından olduğumuz Samsun Kültür Sanat Platformu  Derneği artık 21 den daha fazla Vakıf ve derneği içinde barındıran, vakıf ve dernek başkanları ile temsil edilen, harikulade bir organizasyon ve bir üst kimliktir. Başkan Prof. Dr. Metin EKER, Başkan yardımcıları Mali Müşavir Emin KIRBIYIK, Prof. Dr. Cevdet YILMAZ ile Kazım MEMİÇ, Doç. Dr. Ali SEYLAN, Av. Belgin BİLGİN, Cihat YILMAZ, Cihangir DÜLGER, Ömer UMUTLU, Yavuz ÖZKARAN, Abdulkadir ÖZYILMAZ, Emre BOSTANOĞLU ve bizlerden oluşmaktadır.

Sn. EKER başkanlığında her geçen gün büyümesini nitelikli olarak devam ettirirken, Samsun a kazandırarak ilerledi. Hatta öyle bir boyuta geldi ki, 2015 yazında böylesi bir platformun bu şehre neler kattığını ve katacağını  sevinç ve hayretle karşılayacaksınız. Başta da dediğimiz gibi bir üst kimliktir. Ülkenin en önemli dernek ve vakıfların şube başkanlıkları ile ilimizde bu alanda değer üretmiş öne çıkmış onca dernek ve vakıf ortaklığında Samsun temsil ediliyor! Herhangi bir işi ya da projeyi hatta bir basın açıklamasını bile yönetim kurulunun tamamı onaylamadıkça yayınlayamazsınız, konuyu sevk ve idare edemezsiniz. Dezavantaj olmaktan daha çok önemli bir güvenlik koridorudur bu durum. Dolayısıyla efendim, bireysel olarak sizi heyecanlandıran Samsun a kazandıracak hayallerinizi ifade ederken ya da gerçekleştirmek isterken böylesi bir organizasyonu birey olarak yönlendiremezsiniz.

Bir fırsat çıkar, bir etkinlik kararı verilmesi gerekir, harekete geçmek, sonuca varmak için hızlandırmak istersiniz ancak çaba şahsi olarak tezahür eder. Sanki bütün sizinmiş gibi bir davranış algısının doğuracağı rahatsızlığı düşünürsünüz. Rahatsızlık uyandırır da.  Tamamlamanız gereken süreç, birlikte karar vermeniz gereken tüzel kişilikler vardır. Haklı da olsa amacınız, izlemeniz gereken yol; size o hızı tanımaz, tanıyamaz. Bu durumda hem hızlandırmak isteyen haklıdır hem prosedürü daha da önemlisi, bütünü esas alan temsilciler. Bazen güçlü itirazlar istersiniz, alınmış tavırlar ama alamazsınız zira sadece siz yoksunuz orada. Koskoca bir şehir, işinde gücünde öne çıkmış temsil kabiliyeti yüksek temsilciler...

En güçlü itirazlarımdan biridir mesela; şair ve yazar olarak, ressam, heykeltıraş, hattat, ebrüzen, karikatirüst, tiyatro sanatçısı, hem saz hem ses sanatçısı olarak üst düzey bir eser üretir, üst bir üslup kazanmış duruma gelir ancak bu şehirde yeni başlamışlarla birlikte harmanlanırsınız! Bu olmaz. Buna daha fazla müsaade edilemez. Ne usta ustalığını fark eder, ne çırak çıraklığını. Böyle yaparak ne ülkeye dünyaya armağan edecek bir yazar üretebiliriz ne de sanatçı! Altın, altın olarak değer görmek zorundadır. Maşallah değil Samsun da bu ülkede herkes şairdir, herkes yazar, herkes sanatçı! Üst düzey bir eser üretmiş, üst bir üslup kazanmışlar, özel ilgi hatta ayrıcalıklar ister. Haklıdır böyle davranmaması sanatına hakarettir zaten. Bulunduğu şehir, yeteneği ayırt ederek, elinden tutup destek olacak ki olup bitenler sonucunda eser de kazansın, insan da kazansın, şehir de...

Ayrıca bu şehir Yeşilçam a, tiyatro dünyasına, ses ve saz dünyasına, resimde, tiyatroda marka üstüne marka olmuş değerler üretmiş ancak geri dönüşümünü kazanamamıştır. Şu an 10 a yakın başrol oyuncusu var bu şehrin! Ülkenin en önde tiyatrocuları, ses ve saz sanatçıları! Dünyanın en prestijli galerilerinde sergi açan sanatçıları! Peki Samsun ne kazanıyor bunlardan?

Trabzon yılda en az 8-9 filme, 1-2 TV dizisine set oluyor! Yılda bir defada olsa uluslararası bir sergi ile insanlarını buluşturuyor! Biz ise kanalları tek tek davet ederek tanıtmak için yırtınıyoruz! Dolayısıyla efendim,  Samsun Kültür Sanat Derneği olarak benzer itirazları daha özgür daha rahat ifade edebileceğimiz, bu konuda çaba sarf edenlere destek olacağımız malumunuzdur. Mesele bu kadar açık. Ve ilk işlerimizden biri de bu durumdan rahatsız olmayanların gözünün içine baka baka bu şehirde bir dizi film çekilmesi için elimizden ne geliyorsa yapacağız inşallah.

Güzel günlere uyanın. Sağlıcakla kalın

/Uğur DEDE
29.11.2014

28 Kasım 2014 Cuma

Hatalar…

Adamın mumla arandığı bir kentte nefes alıp, veriyoruz ne yazık ki... Büyük köy unvanlı şehrin ulusal tek markası Samsunspor'dan başka sevgimiz olmadı, olmayacak ta... Sahipsiz kentin, sahipsiz takımının sevdalısı olmaya mezara kadar devam edeceğiz... Her şeye inat... Sitem ve öfke heybem ağzına kadar dolu... Yazacak çok ama çok şey var...

Düşünüyorum, "vazgeç" diyor diğer yanım, değmez üç kuruşluk adamları dile getirip, yermek... Allah'a havale ediyorum bir kez daha... Bedduam büyük... "Her kim ki Samsunspor'dan nemalanıp, makam mevki ve para sahibi olup ta, bu kulübe beş akçelik dahi olsa zarar vermişse haram olsun, zehir zıkkım olsun...

Sahipsizliğin kol gezdiği, sahte kahramanların cirit attığı, bir takımda ilk firarist Umar oldu... Çekti gitti bir gece yarısı... Haklılığını-haksızlığını irdelemiyorum... Eğer bir futbolcu "ev sahibi kapıma dayandı kira istiyor" diye feryadı figan ediyorsa,

Çalışanlar kilometrelerce yolu yürüyerek gidip geliyorsa, evdeki tüplerin çapı büyükten, küçüğe iniyorsa, sözün bittiği yerdeyiz... Dünyada başka bir takım var mıdır? Bilemiyorum...

Takım gol atınca taraftar "gooolll" diye sevinmeyip, "yönetim istifa" diye coşkuyla bağırıyor artık...
Bugünleri bize yaşatanlara selam olsun... Sezona bomba transferler yaparak giren Antep temsilcisi takım olamamanın sıkıntısını yaşıyor...

Samsunspor maça golle başlayabilirdi, Taha topu kaleciye nişanlamasaydı... Devrenin ortalarında Musa ile öne geçmesini bildik... Sonrasında duraklama devrine girdi takım... Orta saha top tutamaz, kazandığı topları da ön bölgeye atamaz oldu... Doğan bir hayli sırıttı... Yanındaki Hasan da O'na uydu...  Sahi Taha oyunda mıydı ?

Tek önemli pozisyon vermeden soyunma odasına gidilirken Furkan-Ercan anlaşmazlığı yaşandı.. Genç oyuncu doğum gününde kendi kalesine gol atmanın üzüntüsünü yaşadı... İkinci yarıda farklı bir Antep vardı sahada, orta saha egemenliğini ele geçiren konuk ekip, öne geçmekte gecikmedi... Ameobi kafaya çakarken Ercan'ın pozisyona seyirci kalmasının anlaşılır bir yanı yok! Erhan Altın'ın, maçı çevirme gayreti adına yaptığı değişiklikler meyve vermekten uzaktı... Savunmadan çıkarken kaptırılan iki top rakibe atak şansı verdi ve faklı yenilgi geldi...  Ligin en az gol atan, en az kazanan takımından bu kadar gol yemek şık olmadı... Bu takım kaybetse de üzülmeye varız,  ama kızmaya asla hakkımız yok...

/ Resul AKÇAY
28 Kasım 2014

Samsun'da Sağlık Bakın Ne Halde..

Sağlık kenti Samsun'da 'ne kadar sağlıksız bir sözde sağlık hizmeti' var.. Özel hastanelere gidenler 'Parayı gözden çıkarıyor da' sesleri çıkmıyor.. Devlet Hastanesi'ne giden, çileyi yine 'yaşıyor'.. Manşet haberimizde okuyacaksınız; Gazi Hastanesi'nde EMAR çilesini.. Ama çile yetersiz bir kelime olarak kalıyor..

Sonrasındaki gelişmeler, açıklamalar 'tam bir skandal boyutta'.. Öyle ki; vatandaş burada sorununu çözemiyor ve Başbakan Davutoğlu'na kadar iletiyor.. Olayın seyri şöyle; Bir hasta ortopedi bölümünden dizindeki ağrı nedeniyle randevu alıyor.. Gidiyor muayenesini oluyor.. Buraya kadar her şey normal.. Bir hafta sonrasına EMAR çekimi için randevu veriyorlar.. Devlet Hastanesi'dir 'süre verebilirler' bu da normal.. EMAR çekiliyor, 13 gün sonrasına sonuçlar için randevu veriliyor.. Hadi devlet hastanesidir, bu da normal olsun.. Normal olmayan ne biliyor musunuz?.. Her gün sonuçlar çıktı mı diye gidiyorsun ve 'Hayır' yanıtı alıyorsun.. Günler böyle gelip geçiyor.. Hastanın psikoloji sıfır.. Çünkü 8 yıl göğüs kanseri tedavisi görmüş.. Acaba kötü bir şey var da söylemiyorlar mı diye 'uykuları  kaçıyor'..

Oysa sorun farklı.. Bugün git yarın gel keyfi değil.. EMAR cihazı bozuk ve çektiği sonuçların yorumlanabilmesi için o çekilen veriyi vermesi gerekiyor.. Bu konuda işin ilginci muhatapta yok.. Kimse yanıt vermiyor, nedenleri anlatmıyor hastaya ve yakınlarına.. Hasta yakını çaresiz kalıyor ve..
Yazıyor dilekçesini Başbakan Ahmet Davutoğlu'na… Her şeyi anlatıyor.. Haklı da.. Bizim arkadaşlarımız da muhatap aradı ama bulmakta zorlandı.. Yanıt verenler de 'aman ismimizi yazmayın' diyor..

Sarı çizmeli Mehmet ağa dönemi sanki.. Bir makamı işgal ediyor ama adının yazılmasını istemiyor.. İşin ilginci Sağlık Müdürlüğü ile Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği arasında tam bir yetki kargaşası hakim.. Bu olay bir top olmuş aralarında paslaşıyorlar adeta.. Sağlık Müdürlüğü'nün ne iş yaptığını anlayamadım açıkçası bu olaydan sonra.. Konumuz o değil ama önemli.. Neyse sonuçta Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'nden biri bir şeyler anlattı.. Sorunu biliyoruz, cihazların bakım anlaşmasını yapan şirketle Gazi Hastanesi'nin sözleşmesi fesih olmuş falan filan.. Yani skandal..

Sağlıkta şu kadar memnuniyet, şu kadar başarı diyen Sağlık Bakanı Samsun Gazi Hastanesi'ne sorsun bakalım.. 'Vatandaşa ne sizin şirket ile aranızdaki sözleşmeden' diye.. O makama oturduğunuza göre, anlaşmayı zamanında yapacaksın, sorun varsa çözeceksin, öyle değil mi?.. Sorun çözemiyorsanız makamda işiniz ne diye sorarlar adama.. Kamu Hastaneleri Birliği yetkilisinin söylediği bir sözü çok sevdim.. Hasta Hakları Şikayet Kutusu varmış.. Oraya hasta yakınlarının bir yazı yazmalarını istemiş..  Çok şükür diyelim buna da..

Bakın şikayet edecek bir yetkili bulduk.. O da çıka çıka bir kutu çıktı.. Ağzı var dili yok... At dilekçeyi içine 'bekle ki yanıt gelsin'.. Kutuya gitmeme gerek yok.. Buradan ilan ediyorum.. Şikayetçiyim.. Kamu Hastaneleri Birliği Genel Sekreterliği'nin ortaya çıkması ve Başhekimler ile Sağlık Müdürlüğü'nün yetkilerinin tırpanlanmasından sonra 'işler karıştı'.. Hastaneler sorun yumağı oldu..

Kalitesiz ameliyat malzemeleri şikayetleri arttı.. Hasta yakınları 'hastane içinde sorunlarını' çözemez oldu.. Yetkili, etkili kişi kalmadı.. Sizler de 'kamuoyundan adeta saklanır gibi hizmet verdiğinizden' sağlık kamuda 'sıkıntı haline' geldi.. EMAR cihazının 'bakım sözleşmesi fesih aşamasında' ve sorunu bildiğiniz halde çözüm üretmediyseniz, 'daha ne diyebilirim ki'.. O bahsettiğiniz kutu nerededir bilmiyorum ama..

Açıkça ilan ediyorum.. 'Bu yönetim şeklinden şikayetçiyim'.. İsmimi yazmayın, 'demenizden sıkıldım'.. Bir makamda oturup ta 'o makamın günahını ve sevaplarını' üstlenmiyorsanız, 'Gerisi teferrruattır'..

Samsun Milletvekili ve Gençlik ve Spor Bakanı Akif Çağatay Kılıç;
Samsun Milletvekilleri;
Samsun Valisi İbrahim Şahin;
Samsun AK Parti İl Başkanı Fuat Köktaş;

Kentteki sağlık sorunlarına bir el atın.. Özel hastaneler 'cazibe merkezi haline gelirken' Kamu hastaneleri göçüyor farkında değil misiniz?.. Vatandaş 'Bugün git, yarın gelme' çilesi çekerken şirketle sözleşme yapamayan bir yönetimle karşı karşıyayız.. NOT:  Bu yazımı ben de tüm çile çeken hasta yakınları için BİMER’e göndereceğim.. Bilgilerinize..

/A.Yener CABBAR
28 Kasım 2014

26 Kasım 2014 Çarşamba

Samsun’da Ne Yapılmak İsteniyor?

Aslında ben ne yapılmak istendiğinin farkına vardım da, daha kaç kişinin farkına vardığını merak ediyorum. AK Parti Rize Milletvekili Hasan Karal içinde Samsun’un da bulunduğu bölgede koordinatör oldu. İşte ondan sonra mı başladı değişim, yoksa değişim olsun diye mi Hasan Karal koordinatör oldu henüz çıkamadım işin içinden. Yıllardır Samsun’un siyaset ve ekonomisini özellikle de Trabzonluların yönlendirdiği söylenir dururdu. Bu söylenenler bir yere kadar da gerçekti.

Ancak bu galiba değişiyor veya değiştiriliyor. Türkiye Cumhuriyeti’nde on beş yıl Başbakanlık görevini sürdüren Recep Tayyip Erdoğan’ın Cumhurbaşkanlığı görevine başlamasından sonra, durum hissedilmekten öteye geçti ve artık gözle görünmeye başladı. İlk örnek de Atakum’da yaşandı. Rizeli belediye başkanı İshak Taşçı’nın yanı sıra bu ilçede Rizeli Kaymakam Ali Bakoğlu geldi.

Seçim öncesi veya sonrası fark etmez kimin önce göreve başladığının hiçbir hükmü yok. Önemli olan ikili hale gelmesi… Atakum’da bakalım ne olacak? Rizeli Belediye Başkanı ile Rizeli Kaymakam uyum içinde çalışabilecekler mi? Diğer ilçelere de bir bakın isterseniz, bakın bakalım ne göreceksiniz? Trabzonlu belediye başkanı ile çalışan kaymakam nereli? Aklıma gelmişken Kamu Kurum ve Kuruluşlarına atanan müdürlerin nereli olduklarına da bakabilirsiniz. Bütün bu oyunlardan sonra aklıma takılan soruyu da dillendirmek istiyorum.

Eğer Türkiye’de “Eyalet Sistemine” geçilirse ki burası küçük Amerika geçileceğe benziyor, işte o zaman eyalet merkezi neresi olacak? Samsun mu, Trabzon mu, Rize mi?


Elektriği Kaybetmeyin

Elektrik faturalarına bakıyor musunuz? Elimde bir fatura var ve inceliyorum. O parası, bu parası derken baktım ki “Kayıp Bedeli” var bir de. Bunu buraya kim koymuş bilemem. Bakanlık mı emir vermiş, özel sektör mü bulmuşken yonalım mantığı gütmüş. Faturada 6.81 lira kayıp bedeli yazılmış ve alınmış. Bu faturanın sahibi, yani abone mi kaybetmiş bu elektriği? Hayır.

Peki, parasını neden aboneden alıyorsunuz? Kim kaybetmişse ondan alın parayı… Çünkü ben de böyle para ödüyorum o nedenle beni de ilgilendiriyor bu durum. Haliyle siz değerli okurlarımızı da…

Bir de okuma bedeli var. Firma birileriyle anlaşıyor ve elektrik saatlerini okutuyor. Okuma parasını da bir lira gibi bir ücreti bizlerden alıyor. Yahu, okuma işini yapan firmayı sen buluyorsun, bana soruyor musun daha ucuza yapan var mı yok mu diye. Senin için saatleri okuyor parasını benden alıyorsun. Bu ne biçim iştir vallahi anlamıyorum.


Başarı Üniversitesi Kaçakmış

Haberi okuyunca şaşırdım. Koca üniversite oraya kaçak olarak mı yapılmış? Eğer kaçak olarak yapıldıysa birileri göz yummuştur. Yoksa o kadar binalar insanın gözüne geçebilirdi alimallah. Paralel yapı mı değil mi beni ilgilendirmiyor.

Beni ilgilendiren tarafı, eğer kaçaksa o yapıyı oraya yaptıranlar hakkında ne gibi bir işlem yapılacağıdır. O kocaman, kaçak olduğu söylenen, binayı oraya yaptıranlar açılışına katılanlar hakkında sanırım birilerinin suç duyurusunda bulunmaları gerekir. Bizdensen yap, bizden değilsen kaçaktır mantığı çok yanlış.

Hatırlıyorum da Canik Belediye Başkanı Osman Genç bir basın toplantısında konuyla ilgili sorulan soruyu cevaplandırırken “Hatalıysak hatayı biz yaptık” demişti de…

/İsmail BAŞARAN
26 Kasım 2014

25 Kasım 2014 Salı

Terme’de Santral Yapılacak Mı?

Televizyonların nadir olarak izlediğin haberlerinde Bakan Taner Yıldız’ın açıklamaları yüreğime adeta su serpti.(!) Bakan Bey hani o termik santral yapımı için kesilen zeytin ağaçları var ya, işte onlar için bakın ne dedi: Kesilen her zeytin ağacının yerine on fidan dikilir ancak santral da yapılır.

Vay be… Bunu bakan söylerse, yandım hep birlikte. Ben de oradaki köylüler için seviniyordum. Bir taraftan da bizim Terme’yi düşünüyordum ve “Bu kadar karşı duruşun ardından Terme’ye termik santral yapılmaz” diyordum kendi kendime. Meğer yanılıyormuşum.

Bakan Taner Yıldız “Terme’ye santral yapılır” derse o bölgeye hangi ağaçlar dikilecek? Hem de her sökülenin yerine on adet? Yandık ki ne yandık… Bu pencereden baktığınızda Samsun’un Terme ilçesine o termik santralin kurulduğunu ve de bacalarının tüttüğünü görür gibiyim. Bana ne kadar zararı dokunacak bilemiyorum da o bölgede oturanlara zararının dokunacağı kesin. Yani eğer işe siyaseten bakıp “Yüzde elli bu iktidara oy verdi, yaparlar kardeşim” denilecekse, bir o kadar da galiba oy vermeyen var. Sadece oy verenler solumayacak ki kömür tozunu. Oy vermeyenler de soluyacak o tozu.

Gelelim can alıcı soruya: Terme’de santral yapılacak mı? Bakan Bey ne demişti: “Kesilen her zeytin ağacının yerine on tanesini dikeriz, santrali de yaparız.” Terme’de zeytin ağacı kesilmediğine göre… Geriye sadece “O santrali yaparız” ifadesi kalıyor galiba… Şimdiden siz havanızı temizleyecek birer gaz maskesi alsanız iyi olur, benden hatırlatması…


Şenol Kul Zor Durumda

Şenol Kul Terme Belediye Başkanı… AK Parti’den seçildi. Terme’nin şimdi mahalle olan Kozluk Beldesi’nde belediye başkanlığı görevini yaparken orada OMV’nin çevrim santral yapım girişimi vardı. Olmaz dedi mühürledi, sonra olur dedi… Santral şimdi elektrik üretiyor. Çevreyi ve havayı kirletiyor mu kirletmiyor mu bilmiyoruz.

Onu ölçmek veya ölçtürmek de benim işim değil… Şenol Kul Kozluk’un mahalle olmasının ardından Terme’den aday oldu ve seçilince de “Termik Santral” sorununu kucağında buldu… Kısaca göreve geldiği günden itibaren Terme’de sorunlar bitmiyor. Bir taraftan termik santral meselesi, diğer taraftan da son günlerdeki yağışlar nedeniyle oluşan seller ve su baskınları. Eleştirmeye bile sanki hakkı yok.

Nedeni basit kendinden önceki Belediye Başkanı uzun yıllar AK Parti’den seçilmişti. Eleştirse “Dur bakalım kimi eleştiriyorsun onu kim aday yapmıştı” diye sorarlar insana. Seller ve su baskınlarının oluşması ise köylere ve kente yeterli hizmetin yapılmadığı anlamı taşır ki o da başka bir dert. Yine aynı soru: Sen kimi eleştiriyorsun? Eleştirdiğin partiden seçilen başkan ile sen aynı partiden değil misin?

İşte muhatap olacağı soru bu. Yani sakal, bıyık meselesi… Ancak benim tanıdığım Şenol Kul’un hiç de umurunda değildir bunlar. O santral yapılmayacak derse yapılmaz sanıyor. Oysa karşısında ağaç diktiren Bakan Taner Yıldız var. Hem de Terme’ye ağaç dikmeden yapılacaksa o santral, Termelilerin nasıl yandığını şimdiden görür gibiyim. Sadece Termeliler mi? Sırada başka santraller de varmış…

/İsmail BAŞARAN
25 Kasım 2014

23 Kasım 2014 Pazar

Terme’de Neler Oluyor?

TV Haberlerini dinlerken kulaklarıma inanamadım. Türkiye’de ilk kez iktidara bağlı bir belediye başkanı termik santral yapımına “Hayır “ dedi. Terme halkı ile kenet olmuş, bilinçli bir başkan.  Adı Şenol Kul. Terme Belediye Başkanı. Zeki, dinamik ve azimli bir başkan. Böylesine kaos dolu gündem içinde bunu duymak, beni çok sevindirdi.

Terme, Samsun’un önemli bir tarihi ve kültür merkezidir. Amazon başkentidir.  Geçmiş dönem başkanları idaresinde Terme daima sorunlu bir ilçe idi. Özellikle kendi alanım olan hayvanlar konusunda geçmiş dönem başkanı hiçbir adım atmadı. Daha doğrusu hep geriye adım attı. Son seçimlerde Şenol Kul’un başkan olması, Terme’nin makûs talihini değiştirip. Terme‘ye ivme kazandıracaktır.

Şenol Bey ile sürekli telefon görüşmeleri yaparken, Terme sokak hayvanları için çözüm ararken kendilerinden hep yapıcı iş bitiren olumlu ve nezaketli bir başkan olgusunu almışımdır. En son sokak hayvanları için bir araç tesis etmesi de yapacaklarının göstergeleridir. Şu ara hayvanların üreme periyodu içindeyiz. Altı çift köpekten, altı yıl içinde 60.000 köpek sayısına ulaşma gibi bir bilimsel verinin bilincindeyiz. Terme sokaklarındaki başıboş hayvanlar problem olabilir. Bu hayvanlar için bir bakım evi yapıp hayvanların acil kısırlaştırılarak popülasyon artımını önlemek gerekiyor. Samsun belediyesi de bu konuya çok önem vermekte.

Ya, Samsun Belediyesi vet. hek. Grubu eşliğinde ya da gönüllü Haytap vet. Hekimleri ile bu sorunun çözüleceğine ve bu çalışmaların başladığına 5199 sayılı yasanın hayata en kısa zamanda geçeceğine inancım sonsuzdur. Sayın Şenol Kul Başkanı huzurlarınızda bir kez daha tebrik eder başarılar dilerim. Taşı delen suyun gücü değil, damlaların sürekliliğidir. Şenol Bey gerçek iktidarın BİLGİ olduğunu bilen eğitimli bir insan.
***

Bir başka başarı hikâyesi de yine Samsun ile ilgili. Adı Remide Arsan. Samsun 19 Mayıs Lisesi Felsefe hocası Behire Arsan’ın kızı. Başarılı bir mimar. Mesleğini icra ederken bir de kitap yazmış. Kendisi benim yakın arkadaşım. Çocukluk yıllarına atılmış imzalarımız var. Annesi benim felsefe hocam. Kitabın adı “ Dinozor Çağına Bilet “ 1968 kuşağını çok mutlu edecek, anılara yolculuk ettiren bir kitap. Özellikle Samsun vurgusu fazlaca yapılmış pasajlar, okuyucuyu kendi içinde bir zaman yolculuğuna çıkarıyor.

Geçmişi ve yaşanmışlıkları bir kitabın içine doldurup okuyucuyu zaman yolculuğuna çıkarmak zor iştir. Yazar en ince vurguları insanın yüreğine dokundurarak anlatmış. Ben kitabı okumadım. Ben kitabı içtim adeta bir kadeh şarap gibi. Ya da dokümanter bir film gibi soluk soluğa izledim. Kitap,  Sarissa Yayınları tarafından hayata geçirilmiş. Kitabın arka yüzünde dokunaklı cümleler aynen şöyle yazılmış “Nostalji dediğin taa derinlerde uykudaki bir hüzün dalgası yaş kırkı geçmeye başlayınca kimilerine bir meltem esintisi gibi uğruyor. Kimilerine yaz yağmurları gibi anlık ama etkili.

Bazen bir anne yemeğinde, bazen “ikimizin “diye sahiplendiği bir şarkıda. Bazen de ekmeğe katık edilmiş bir lokmacık peynirin kokusunda... Tıpkı ünlü mısralardaki gibi; Hüzün… Zaman zaman deli dalgalarla gelip gönlün kıyısına vuruyor işte. Bugün yazımda iki başarılı insan ve iki başarı hikâyesi vurguladım. Bir belediye başkanı…  Ve bir mimar. Ne enteresan; aslında ikisi de birbirini tamamlayan iki insan öğesi.  

LÜTFEN SOKAK HAYVANLARI İÇİN KAPINIZIN ÖNÜNE BİR KAP SU VE MAMA KOYUNUZ.

/Gül TURAN
23.11.2014

22 Kasım 2014 Cumartesi

Türk Dilencilerini Koruma Vakfı kurulabilir…

Eğer yakın zamanda, Türk dilencilerini koruma vakfı kuruldu diye bir haber duyarsanız hiç şaşırmayın. Dilencilik piyasası kızıştı, müthiş bir rekabetle karşı karşıya ülkemin dilencileri.   Önümüzdeki günlerde, sokaklarda dilencilerin meydan savaşları yaşanırsa, ona da hiç şaşırmayın. Suriyeli işsizler yüzünden ekmek, aslanın midesine indi. Bu rekabet sadece dilenciler arasında yaşanmıyor, daha kötü ve tehlikeli olanı, ülkemizde asgari ücretle çalışan emekçilerimizin de bu rekabetten etkilenecek olmalarıdır. Asgari ücretin yarısına ve sigortasız çalışmayı kabul eden Suriyeli işsizlerle,  haksız rekabet etme durumunda bırakılan yerli işçilerimizin durumunu, masaya yatırmanın zamanı gelmiştir.

Türk dilencilerinin, Türk işsizlerinin, Türk yoksullarının ve Türk emekçilerinin karşısında, rekabet etmesi gereken önemli bir tehlike oluştu ülkemizde. Suriyeli işsizler, ülkemizdeki emekçilerin yasalar ile belirlenmiş piyasa değerlerini düşürdüler. İnşaat sektöründe asgari ücretin yarısına çalışan Suriyeliler dururken, ülkemin işsizini asgari ücretle çalıştırıp, sigorta ödeyip maliyeti artırmak istemeyen işverenlerin can simidi oluverdi Suriyeliler.
                 
Suriyelilerin ülkemize gelişlerini insani olarak değerlendirmeye çalışıyorum. Bu iş insani olmaktan çıkmak üzere. Biz bir hukuk devletiyiz, hukuk devletlerinde İşyerlerinde, yabancı işçi çalıştırmanın bir usulü olmalı. Emeği ile geçinenlerin emeklerini açık eksilte ile kullanmaya ayak kalkanların yakasına mutlaka devletin yasaları yapışmalıdır. Asgari ücret yasasını yok sayıp, asgari ücretin yarısı ile işçi çalıştırıp, işleri ucuza getirmenin iş ahlakı ile tanımlanması mümkün değildir.

Emek sendikaları, bu haksız rekabete burnunu sokmalıdır. Türk emekçilerinin karşı karşıya olduğu bu haksız rekabetin, emeğin ihaleye çıkartılması olduğunun altını çizmek istiyorum. Emek sendikaları, bu durumu mutlaka değerlendirmelidirler ve dillendirmelidirler.  Emeğin uluslar arası dayanışmasını savunan bir insan olarak, emeğin değeri üzerinden haksız bir rekabet yaratmayı hoş göremeyiz.   Suriyeli işsizleri kullanarak emek sömürüsü yapmanın önlenmesi lazımdır.

/Tekin AKIN
22 Kasım 2014

Samsun Talihsiz Bir Dönemden Geçiyor...

Devletimizin bazı kurumları 'çok kötü yönetiliyor'.. Hatta yönetilip, yönetilmediği bile tartışılabilir.. Makamlarda birileri oturuyor ama 'kamu adına görev yaparken, ne kadar bilgilendirdiği, ne kadar konulardan haberdar olduğu tartışılır.. O nedenle; Beğenirsin, beğenmezsin.. Yeterlidir, değildir..

Belediye başkanımız, belediyemiz, zabıtamız çalışmıyor, halkın taleplerini yerine getirmiyor dememeli hiç kimse.. Çünkü Samsun ilçeleri dahil öyle bir durum yaşıyor ki; Belediye Başkanları olmasa 'halka indirgenmiş, hizmet ve bakış açısı olmayacak sanki'.. Halkın içine giren onlar, halkın tepkisine muhatap olanlar da onlar.. Vatandaşların hizmetlerini, yaptıklarını, yapmadıklarını sorgulayabildiği tek kurum belediyeler oldu neredeyse.. Günah keçisi gibi adeta.. Neden mi?.. Çok basit.. Talihsiz bir dönemden geçiyoruz da ondan..

Yönetim olarak çok zayıf olduğumuz bir süreç var bir süredir.. Aslanda uzun süredir aynı da; sonuçları tek tek ortaya çıkmaya başladı.. Nasıl bir kent olduk anlamak zor.. Muz Cumhuriyeti diyen siyasetçi var, kalk o makamdan istifa et, yapamıyorsun diyen sendikacı var.. 'Kirleten egzoz gazına ceza keserken, koca santralı döşemişler haberdar olmayan kurumumuz bile var.. Deneme sınavını yapamayan 'milli müdürümüz' de mevcut..

Samsun'dan bihaber milletvekillerimiz olduğu gibi; Telefonla soruyu sorduğunda hemen bülbül gibi şakıyan, ama makamına bile gitmeyen yerel politikacılarımızın 'Allah eksikliğini göstermesin'.. Saat 14.00'te bile 'gazetelere henüz bakamadım' diyen yöneticilerimiz bile var.. Hatta 'Ben gazeteleri akşam evde okuyorum' diyecek kadar gündemi 1 gün sonrasından takip ettiğini itiraf eden STK'cı da bu kentin aydınlarındandır.. Ama şu yazacağımı şu ana kadar duymamışsınızdır...

'Yaz ayı gelince, yazlığa gittiğinden, ofisinin gazete aboneliğini üç aylığına iptal ettiren yerel siyasetçimizi de 'gördük biz'.. 21 yüzyılda halen kalemle kağıda yazıp, basın bildirisini çoğaltan bayan siyasetçilerimizin 'akıllı telefon kullandığı' Samsun'da, at yarışı müptelası erkek siyasetçilerimizin 'kupon telaşını da' anlamak mümkün oluyor.. Yani uzun lafın kısası.. Kentin göbeğinde 600 MW'lık santralin çaktırmadan döşenmesi sonrası 'sessiz film' oynar gibi perde arkasında duran bürokratları da, kentin üst düzey yöneticilerini de anlıyorum.. Hatta deneme sınavında bile cevap anahtarlarını karıştıran Milli Eğitim Müdürü'ne de anlayış gösterelim diyorum..

Asıl Merkezi sınavda hata olursa da 'Denerken, provada da oldu' diyerek hoş görebiliriz.. Tarım Lisesi, yargı kararı beklenmeden tahliye edildi, şimdi yargı 'yanlışı ortaya koydu' diyen öğrenci velileri haklıdır ama.. Yargı kararına uyarız diyen 'İlin Valisi' Diyarbakır'a atandığı için, 'Devlette devamlılık esastır' ilkesi uyarınca o verilen söz kentin yeni valisini ne kadar bağlar, onu bilemeyiz.. Çevre ve Şehircilik Müdürlüğü 'Santralden haberdar olmamış, çoktan döşemişler ve kendi verilerinde yokmuş' kısmına da takılmayalım.. Bunlar olağan şeyler bu kent için..

Peki şimdi öğrendiler ne yapacaklar diye de 'meraklanmaya gerek yok' zaten.. En üst yöneticiler dahil kimsenin çıtı çıkmadığı için 'bir bildikleri vardır' deyip geçmeliyiz.. Çünkü 'Ankara merkez, ne, nasıl oldu biliyor herkes' durumu var anlaşılan.. Ama bu kent sahipsiz ya da Muz Cumhuriyet'inde bile olmaz diyen Sivil Toplum Örgütü temsilcilerine de yöneticilerimiz kızmasın lütfen.. Çünkü arada bir de 'böyle karşılıklı çıkışlar yapmazlarsa' vatandaş şişti çatlayacak, nerdeyse.. O nedenle belediye başkanlarına 'iyi bakalım' değerlerini bilelim.. Hiç olmazsa, onlar 'eleştirilere yanıt veriyorlar'.. Öyle değil böyle diyebiliyorlar.. Sessizliği bozuyorlar..

/A.Yener CABBAR
22 Kasım 2014

20 Kasım 2014 Perşembe

Samsun Ekonomisinin Büyüme Sancıları

Bizim Ticaret ve Sanayi Odası Başkanımız Salih Zeki Murzioğlu geçen yıl yaptığı bir açıklamada, Samsun ekonomisinin hızla büyümekte olduğunu ileri sürmüştü. Samsun’da ekonominin uçuşa hazır bir duruma geldiğini de söyleyen Murzioğlu bu iddiasını bir veciz sözle süslemiş ve “Levyeyi çekmeye hazırız” demişti. Bu söz aslında büyüme sancısının dışa vurumuydu.

TSO Başkanımız neden böyle konuşmuştu. Bunun nedenleri var aslında. Bunu anlayabilmek için 20 yıl öncesine gitmek gerektiğini düşünüyorum. Bir zamanlar Türkiye’nin 7. Büyük ili olarak anılıyordu Samsun. Şimdinin araştırmalarına göre ise ekonomik ve sosyal gelişmişlikte 36. sıraya inmişiz. Samsun 29 sıra gerilemiş yani. Bu sürede ne olmuş: Samsun’da bir Organize Sanayi Bölgesinin kurulma çalışmaları başlatılmış. Bizim OSB ancak iki yıl önce tam doluluğa ulaşılmış. Kurulabilen işletme sayısı da ancak 52’yi geçebilmiş.

Bizimle birlikte aynı yıllarda sanayileşme çalışmaları başlatan Gaziantep’te geçen yıl 7. OSB’nin temeli atılmış. Konya’da da keza 7 OSB faaliyet gösteriyor. Kayseri’de de 2 OSB var ama sadece bir OSB’deki fabrika sayısının 860 olduğunu biliyoruz. Mesela İstikbal Markası bu OSB’lerin birinde doğmuş. Biz bir yılda 400 milyon dolar civarında ürün ihraç edebilirken, Kayseri’nin yıllık ihracatı 1 milyar 600 milyon dolara, Gaziantep’in ihracatı ise 5 milyar dolara ulaşmış bulunuyor.

Biz bu arada bir Gıda OSB kurma gayreti içersine girmişiz. Gıda OSB’nin kuruluş çalışmalarına başlayalı 10 yıl oldu mu bilmiyorum ama henüz bir arpa boyu yol alabilmiş değiliz. Epi topu 25 işletme yer alacaktı Gıda OSB’de, 10 fabrika işletmeye geçti mi onu da tam olarak kestiremiyorum. Demem o ki: Kimse kusura bakmasın ama biz çok konuşuyoruz ama az iş üretiyoruz.

Ben DÜNYA Gazetesinde çalıştığım yıllardan hatırlarım. Yıllardır tarımsal sanayiden söz edilir. Orhan Cazgır’ın kulakları çınlasın. 25 yıl kadar önce tarımsal sanayiden söz etmeye başlamış ve bunu da SAMSİAD’da birlikte çalıştığı arkadaşlarına inandırmıştı. O yıllarda çok emek verilerek hazırlanan bir kitap yayınlanmıştı. O kitapta Samsun’un ekonomik, sosyal ve kültürel durumundan söz edilirken, Samsun’un nasıl kalkınabileceği de anlatılıyordu. O kitapta, Samsun’un ancak ve ancak tarımsal sanayi ile kalkınabileceğine vurgu yapılıyordu.

Büyük emeklerle hazırlanan o kitap, Orhan Cazgır ve arkadaşları SAMSİAD’dın yönetiminden ayrılınca tarihin tozlu raflarına terk edilmiş oldu. Valimiz İbrahim Şahin önceki gün Tarımsal Araştırma Enstitüsünde düzenlenen bir törende konuşurken, tarımsal sanayiden söz etmiş. Sayın Valinin konuşmasını okuyunca aklıma SAMSİAD’da yapılan o konuşmalar ve hazırlanan o kitap geldi. Aslında Valimiz de çok doğru bir noktaya temas etmiş. İki büyük nehrin beslediği Çarşamba ve Bafra gibi iki önemli ovaya sahip Samsun’da tarımsal üretim yok denecek kadar azdır.

Defalarca yazdım. Benim büyüdüğüm Aşağıçinik köyündeki tarlalara ‘Adam’ eksen yetişir ama günümüzde hiçbir şey ekilmiyor ve ben de buna şaşırıyorum. Sayın Vali, Tarımsal Araştırma Enstitüsünde yaptığı o konuşmada çok önemli bir şey daha söylemiş. Teknik adamların, köylerde eğitici bilgi vermesinden falan söz etmiş Sayın Vali, bu teknik adamlardan bir beklenti ve temenni midir yoksa bir direktif midir tam olarak kestiremedim. Ben çocukken, köyümüze bir ziraatçının geldiğine hiç tanık olmadım. Köyde amcalarım ve onların çocukları yaşıyor, sordum “Son yıllarda size doğru tarımın nasıl yapılması gerektiğini anlatan bir ziraatçı geldi m?” diye. Gelen - giden olmamış.
Şaşırmadım tabi.


Samsun’un Kalkınması İçin İmalat Sanayi Yeter Mi?

Kavak ve Bafra’daki OSB’leri saymıyorum. Çünkü bu iki OSB’de de tam olarak üretim başlamış değil henüz. Samsun OSB bile tam anlamıyla OSB sayılmayacağına göre Kavak ve Bafra’da tek - tük işletmelerin olması onların Organize Sanayi Bölgesi olduğu anlamına gelmez. En azından benim anlayışıma göre.

Niye böyle söylüyorum.  DÜNYA’da görev yaptığım yıllarda kendisi Bursalı olan gazetenin Reklam Müdürü Meral Ögat 2009 yılında Samsun’a gelmişti. Meral’i bizim OSB’ye getirdim. “Burası bizim Demirtaş OSB’nin bir caddesinden bile küçük” demişti Meral Ögat. Unutmadan söyleyeyim. Bursa’da yaklaşık 10 bin işletmenin olduğu biliniyor. Buna göre kıyaslama yapın yani. Bütün bunlara rağmen Samsun’da üretim yaparak yıldızı parlayan işletmelerimize haksızlık etmek istemem.

Türkiye’nin en büyük düktil boru üretimi yapan Samsun Makine Sanayinin başarısın görmezden gelmek için kör olmak gerekir. Bir aile şirketi olarak kurulan Cemal Abi’nin Yeşilyurt Demir Çelik’in gösterdiği gelişimi görmezden gelemeyeceğimiz gibi. Adnan Ölmez’in yoktan var ederek kurduğu Borsan’ını nasıl görmezden gelir bir insan. FKK ve Sampa’nın süspansiyon üretimi yaparak sürekli büyüyen ve yüzlerce insanımıza iş ve aş kapısı olan işletmelerinin başarılarını övmekten de kaçınmam. 

Samsun’dan borsaya açılan ilk şirket olan Ulusoy Un’un gelişimini tamamlarken gösterdiği başarıyı da yok sayamam ben. Ama ulusal düzeyde bir marka yaratabilmiş değiliz henüz. Sayın Valimiz İbrahim Şahin’ in de sık vurgu yaptığı gibi marka oluşturmakta oldukça beceriksiziz. Bizim genç kuşakların örnek alacağı başarı öyküleri ve rol model sanayici sayımız oldukça az. “Bize Cemal Abi ve Fahrettin Abi yeter” diyorsanız bir şey demem ama başarı öykülerini arttırmalıyız diye düşünüyorum.

/ Ragıp GÖKER
20 Kasım 2014

Ahmet Yeni'nin Muhteşem Samsun'u...

Önceki gün mecliste Samsun’un iktidar ve muhalefet milletvekilleri, Samsun’u tartıştılar ya, o tartışma Samsun kamuoyunun gündemine göre çok çok gerilerde kaldı.. Yani yıllar öncesinin konuları bunlar.. Tarım bitti, bölge müdürlükleri uçtu, ekonomi geriledi, işsizlik, istihdama yönelik yatırım yoksunluğu, göç vs... MHP'li Şimşek Samsun'un gelişmişlik sıralamasında 33. sırada olduğunu söyledi ama, Samsunlu çoktan o konuyu çok ama çok geride bıraktı..

O gerileme dönemine alıştık artık bu kentin insanları.. Katkı verelim, yaşanabilir kentler arasında da 40'a dayandık.. Sorunlar çok farklılaştı ama bizim vekiller, gündemi nedense gerilerden takip ediyor.. Hal böyle olunca, günümüzün 'el yakan' sorunlarına değinseler 'çıkıp laf söyleyecek iktidar vekili göremiyorum' ama herkes birbirine 'ağabey, hocam' diye pas atmakla meşgul..  CHP'li Kalkavan sahilimizle Haydarpaşa Garı benziyor filan demiş çok anlamadım.. Kendisi denizci ya, o bağlamda bir şeyler söylemiştir herhalde..

Ama '30 yıl önce Samsun daha güzeldi mi Ahmet ağabey sözüne bayıldım' açıkçası.. Evete gerek yok, ağzını kıpırdatıp Heee dese yetiyor Yeni.. Böyle muhalefete bayılıyor zaten AK Parti.. Hani bazen Cumhurbaşkanı Erdoğan diyor ya muhalefet yok karşımızda; o misal.. 'Al gülüm ver gülüm'.. Şimşek ve Kalkavan, böyle ceza sahasında karşı takıma 'alda at dercesine gol pası verince' sonuç kolay.. Ahmet Yeni de usta politikacı çakıyor o pası, doksana takıveriyor. 'Sağlık diyor, yol diyor' hepsi sus pus.. MHP'li Şimşek işsizlik diyor, AK Partili Yeni, '10 binden fazla uçak kalkıyor' diyor.. Şimşek, göç diyor, Yeni 'duble yol yaptık' diyor.. Şimşek, hastaneler hasta doldu, doktor yetersiz diyor, Yeni, Sağlık Bakanı Samsun'daydı geçende diyor. Şimşek, Amasya Çorum kalkınmada öncelikli illerde dördüncü sırada biz 5'teyiz diyor, Yeni Karadeniz'in incisiyiz' diyor.. Ama Şimşek, "6 Santral döşediler Samsun'a, zehirleniyoruz, niye engel olmadınız' dese o kürsüye kimse çıkmaz, inanın..

Kim onlara izin verdi dese, kürsüye çıkmak şöyle dursun, ilgilenmezler bile.. İktidar Samsun'u 'enerji cehennemine mi dönüştürecek' dese; Sağlık Bakanı oradaydı demez kimse.. Tarım bitti diyeceğine, "O bölgedeki insanları, doğayı tarımı zehirliyorlar, doğal yaşam yok ediliyor' neden sahip çıkmıyorsunuz diye sorulsa, 'Karadeniz'in incisiyiz, güzellikte birinciyiz' diyecek kim çıkar acaba.. Enerji Bakanı Taner Yıldız'a dönse, "Siz neden Samsun'a santral yapmak isteyenlere lisans veriyorsunuz" diye sorsa, hep birlikte yanıtını alacağız ama; Önemli olan bu değil bizim vekillerimizce..

Çünkü kimse sahiplenmiyor Samsun'daki bu kirleten yatırımları.. 'Bilmiyoruz, umarım izin almışlardır' deyip geçiştiriyorlar.. Yani önceki gün mecliste yaşanan Samsun'un gerçek gündem tartışması değildir.. 'Ağabey, hocam' paslaşmasıdır bu.. Dostlar alış verişte görsün, tartışmasıdır.. Parmak uçlarıyla 'kibarca orta sahada top çevirip', karşılıklı gol pası atma' enstantaneleridir.. Bana göre; bir kaç kareden ibaret içi boş, gündemimizin gerisindeki 'aile meclisi sohbetinden' farksızdır..

AK Partili Ahmet Yeni'ye göre muhteşem Samsun'a yapılan haksızlıktır.. Bana göre de öyledir ve haklıdır da.... 'Samsun habersiz döşenen santrallerle boğuşurken' muhalefetin 'verdiği gol paslarını, 90'a takmak' şarttır.. Gerçekten 'hepiniz Muhteşem Samsun'un, muhteşem siyasilerisiniz'..

/A.Yener CABBAR
20 Kasım 2014

Tebrikler Bafra Emniyet Müdürlüğü

Bafra’da geride bıraktığımız hafta içinde kamu vicdanını derinden yaralayan bir cinayet ve sonrasında yaşanan gelişmeler, uzun süreli gündemi meşgul etti. Ekmeğini alın teri ile kazanan, baba parası ile bir yerlere gelme beklentisi içinde olmayan bir yaşamanın, hayalleri bütçesine bol gelen bir diğer yaşam tarafından yok edilmesine şahit oldu ilçe. Geride ise; gün çalışıp gün yeme hayat zorluğuna bir de evlat-eş acısı eklemek zorunda kalan yoksul yürekler bırakıp sessizliğe yolcu edildi Murat Demir.

Bu sessiz gidiş midir trajik olan, yoksa nedenin otomobil parası elde etme acizliği mi? Yorumsuz olan bu duruma varın siz yapın yorumunuzu. Her ne kadar büyük görünse de böylesi vakalara duyarlılığı üst seviyededir Bafra’nın. Olayın bir an önce aydınlatılması, suçlunun ele geçirilmesi ve adalete sevk edilmesi beklentiler arasındadır. Kasiyer cinayetinde de beklenti aynıydı.

İşte tam da bu noktada Bafra Emniyeti kamu vicdanında büyük bir alkışa mazhar oldu. Bafra Emniyet Müdürlüğü Asayiş Şube ekiplerinin ortaya koyduğu titiz ve kararlı çalışma, cinayetin bir an önce aydınlatılmasını sağladı. Olay yerinden elde edilen deliller, 29 ayrı güvenlik kamerası incelenmesi, okullara yayılan araştırma gayreti sonuca ulaşıldı. Bilirsiniz böylesi durumlarda olayın bir an önce çözüme kavuşturulması oldukça önemlidir. TUİK verilere göre Bafra’nın merkez nüfusu 87.500. İlçede görevli olan polis sayısı ise 186.

Ortalama 471 kişiye bir polis memurunun düştüğü bir ilçede, Bafra Emniyetinin başarısını anlamak için ulema olmaya gerek yok. Bize düşen görev, başta Bafra Emniyet Müdürü Sayın Mustafa Yiğit nezdinde, tüm personele kalbi bir teşekkür. “Yiğit”lik bazen sadece bir soyadı değildir. Eksikliklere, bahanelere sığınmadan görev yapma bir duruş gerektirir. O duruş ise kendilerinde fazlasıyla var.

Maalesef ki benzer olaylar ülkemizde sıkça yaşanmakta. Yaktığı oksijeni bile hak etmeyen birileri, aldığı her nefesi alnının akıyla hak eden birilerinin yaşam hakkını alabilme hakkını bulabiliyor kendinde. Ne için? Otomobil sevdası yüzünden. Emin olun araba alınsa idi, büyük olasılıkla arkasında “Babam sağ olsun” yazacak, camları açık Ankara havası ile yüksek volümde sözüm ona hava atacaktı. Ve bunun adı da gençlik olacaktı. Yazık.

Kendisi asgari ücretle çalıştığı halde, çocuğuna bilmem kaç bin liralık cep telefonu alabilen ve buna da ebeveyn sorumluluğu diyerek, yeni nesli bitmek bilmez beklentilere sevk eden bir toplum olmaktan bir an önce uzaklaşmanın zamanı gelmedi mi sizce de? Ne dersiniz?

/Birol BİRCAN
20.11.2014

19 Kasım 2014 Çarşamba

Samsun’un Sahibi Sensin Unutma….!

Gazete dün “Sahipsiz Kent” manşetiyle çıktı. Tekin Akın da dünkü yazısında sormuş “Bu şehrin sahibi sadece siyasetçiler mi?” diye. Bu şehrin insanı ne der bilemem ama ben kendi adıma Tekin Hocaya cevap vermek isterim. “Hayır, bu şehrin sahibi sadece siyasetçiler değildir.” Düzeltiyorum. Siyasetçilerin bu şehir üzerinde zerre kadar hakları yoktur. Şehrin sahibi sensin Hoca. Bir o kadar da ben kendimi bu şehrin sahibi hissediyorum. Tıpkı Bakkal Mehmet Efendi gibi.

Çırak Hüseyin ne kadar "Bu şehrin sahibi benim" diyorsa, Berber Hasan, Memur Ayşe, Ev hanımı Fatma da bu şehrin sahipleridir. Yani Hoca şunu söylemek istiyorum. Bu şehir siyasetçilerin kararlarına bırakılmayacak kadar değerlidir. İlçeler ve ona bağlı köylerle birlikte Samsun’da bir milyon 200 bin insan yaşıyor. Bu bir milyon 200 bin insandır bu şehrin asıl sahipleri. Siyasetçiler, bizim temsilcilerimizdir sadece. Karar da bizim aslında yani.

Senin ve benim adıma karar veren ve uygulayan o siyasetçiden yanlış yaptığında, bu yanlışın hesabını sorabiliyor muyuz peki? Ondan şüphe duyuyorum işte. En büyük silah bizim elimizde aslında. Sandık ve o sandığa giren oylar var ya. İşte o oylar senin ve benim irademizdir aslında. Dönüp dolaşıp aynı noktaya geliyoruz ama tekrar etmekte fayda görüyorum. Bu şehrin başına gelen her iyi şeyden de, her kötü şeyden de bu şehrin insanı sorumludur.

Biz Terme’de olup bitenlerle uğraşırken bak burnumuzun dibinde santraller kuruyor birileri. Çaktırmadan. Minareyi çalan kılıfını hazırlar ya. Tam da öyle yani. ÇED raporu alındı mı bilmiyorum ama ÇED – MED umurunda da değil sanki adamların. ÇED demek bir anlamda bizim kararımız demektir aslında. Ama bizi umursamıyor bile adamlar. Ey bu şehrin asıl sahibi olduğunu unutan hemşerim. Demedi deme: Sen böyle vurdumduymaz tavrını sürdürürsen Terme’de de doğaya zehir saçacak olan o santraller kurulacaktır.

Sen onun yanında olmazsan Şenol Kul’un çabası yetmez bu belaları def etmeye. Biliyorum, bütün o santraller kurulduğunda sen önce Şenol Kul’u, sonra da Samsun basınını suçlayacaksın. Ama o zehri hep beraber soluyacağız. Kafanı kuma gömmekle bu sorumluluktan kurtulamazsın. Unutma…

/ Ragıp GÖKER
19 Kasım 2014

Şehir Hastaneleri

Sayın Sağlık Bakanımız Cumartesi günü 2015 yılında Samsun Şehir Hastanesine başlanacağını söyledi. Bu köşenin okurları, bu köşede 10 larca ŞEHİR HASTANELERİ hakkında yazılar okudular.     2002 den beri Sağlıkta kamusal alanın çöküşüne dair betimlemeler / öyküler dinlediler.     Girdikleri lokantada sofra altı bezinin üzerinde Hastane reklamlarını gördüklerinde gülümsediler.
   
Ancak her seçim öncesinde olduğu gibi politik söylem Kamu-Özel Ortaklığı ile yapılacak ve özel sermayeye kiralanacak olan Şehir Hastaneleri konusunda sürekli yanlış sunumundan vazgeçmiyor. Kısaca hatırlarsak:
*Şehir hastaneleri kamusal değildir.
*Şehir hastaneleri halkın yararına değildir.
*Şehir hastaneleri kamusal alanın tasfiyesidir.
*Şehir Hastaneleri halkın SAĞLIĞINA olumlu katkı sağlamaz.
*Şehir Hastaneleri sağlıkta yeni bir sermaye sınıfı yaratır.
*Şehir Hastaneleri kamu hastanelerinin özelleştirilmesi, sağlık çalışanlarının taşeronlaştırılmasıdır.

Bu konularda onlarca Bilimsel bilgi TTB tarafından kamuoyu ile paylaşılmıştır. Özellikle İngiltere ve Kanada’nın Sağlık alanında kamu-özel ortaklığı konusunda yolsuzluklar ve yüksek maliyetler nedeniyle dili çok yanmış.  Bu yolsuzluklar ve kamusal zarar Meclis raporları ile doğrulanmıştır. Peki, nedir bu Kamu Özel Ortaklığı? Mazisi eski. Kamu Özel Ortaklığı teorisinin müellifi Milton Friedman, 70’li yıllarda olgunlaştırdığı bu yapının “hızla” ve “kitleler uyanmadan” gerçekleştirilmesi gerektiğini savunuyordu. Friedman’ın ilk laboratuarı ise 11 Eylül 1973’te darbe yapılan Şili oldu. Askeri Diktatör Pinochet’nin danışmanı olarak ilk elden uygulamayı denetledi. Biliyoruz ki 20 yıldan fazla zamandır bu yöntemi uygulayan İngiltere'de şu an itibariyle 7 hastane resmen iflas etti, tüm sağlık sistemi mali krize girdi.

Türkiye’de ise ilk ihale 2011 yılı Nisan ayında Kayseri için yapıldı. (Eylül 2011’de temel atma töreni yapılan Kayseri Entegre Sağlık Tesisi’nin 2,5 yılda bitirileceğine ilişkin tören esnasında yapılan anlaşma açısından sadece 6 ay kalmasına karşın henüz inşaatın temelinin atılamadığı, tahsis edilen arazinin bataklık çıktığı biliniyor.) TTB’nin açtığı davalarda Ankara-Etlik, Ankara-Bilkent ve Elazığ şehir hastanelerinin ihalelerinin yürütmesi durduruldu. Sağlık Bakanlığı kararlara itiraz etti, Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu itirazı reddetti. Bu üç ihaleye ilişkin Danıştay’ın yürütmeyi durdurma gerekçesine uygun yeni bir ihale yapmadan sözleşme imzalanması yargı kararına uymamak dolayısıyla suç işlemek anlamına gelecek.

TTB’nin önceki tüm açıklamalarında da belirtildiği gibi Kamu Özel Ortaklığı bir özelleştirme yöntemidir. Üstelik Sağlık Bakanlığı bu yöntemle yaptığı şehir hastaneleri ile aslen yatak sayısını artırmıyor sadece yenileme yapıyor, yani aslında yatırım yapılmıyor. (Bunu Sağlık Bakanlığı da kabul ediyor.) Sağlık Bakanlığı’nın bütün bu binaları kendisinin yap(tır)maşının, Kamu Özel Ortaklığı Modeli ile yaptırmasından çok daha ucuza geleceği biliniyor.

Bu tesislerden vatandaşların ancak çok yüksek ücretler ödeyerek yararlanabileceği, burada çalışan hekimlerin-sağlık çalışanlarının güvencesiz taşeron işçisi haline getirileceği, bu hastanelerde eğitim alacak hekimlerin çalışma koşullarının belirsiz hale geleceği, katrilyonlarca liralık kamu kaynağının sadece bina yenileme adı altında şirketlere dağıtılacağı, ihalelerin içine gömülü modern kapitülasyonlarla sağlık hizmetlerinin özelleştirileceği de biliniyor. Şehir Hastaneleri seçim öncesi sermaye grubuna-çoğunlukla da yabancı sermayeye-   uzatılan eldir.

/Cem ŞAHAN
19 Kasım 2014

Samsun’un Evliya Çelebileri

Seyahat-gezi denildiğinde akla Evliya Çelebi gelir. Çelebi, 17. yüzyılda Kütahya’da doğup öğrenimini tamamladıktan sonra 40 yıla yakın bir zaman Osmanlı topraklarında seyahat yapmış, gördüklerini “Seyahatname” adlı eserinde toplamıştır.

Samsun İl Milli Eğitim Müdürlüğü ile Gençlik Hizmetleri ve Spor İl Müdürlüğü’nün ortaklaşa yürüttükleri “Samsun’un Evliya Çelebileri” adlı  proje ile Samsun’un tarihi, doğal ve kültürel değerleri tarih ve coğrafya öğretmenlerine tanıtılacaktır.

Ekim 2014-Haziran 2015 tarihleri arasında gerçekleştirilecek proje kapsamında tüm ilçe sosyal bilgiler ve coğrafya öğretmenlerine Samsun’un tarihi ve kültürel değerleri tanıtılacaktır. Bu proje aslında tüm öğrencilerimizi de kapsamalıdır.

Belli bir program çerçevesinde çocuklarımız liseyi bitirinceye kadar en az bir defa Samsun’un tarihi ve kültürel mirasını yerinde görmelidir. Yaşayarak öğreneceği tarihini daha çok sevecek ve gezdiği yerleri hissederek vatanlaştıracaktır. Tarihi okuyan çocuklarımız tarih yazmasını daha iyi ve daha kolay yapacaklardır.

Tapu senetlerimiz mesabesindeki tarihi eserlerimizi çocuklarımıza tanıtmak, bu toprakları vatanlaştırmanın en önemli adımlarından birisidir. Bu proje yaygınlaştırılarak çocuklarımızı da (12 yıllık öğrenimi süresince en az bir defa olmak üzere) kapsamalıdır. Projenin yapımında emeği geçen herkesi kutluyor, başarılar diliyorum.  Selam ve sevgi ile…

/Mustafa GENÇ
19.11.2014