25 Nisan 2011 Pazartesi

Hazinedaroğulları Çarşambalıdır…

Tarihçi Yrd. Doç.Dr. Abdullah Bay Canik muhassıllığı için yapılan siyasi mücadeleler adlı makalesinde:

Hazinedarzâde Süleyman Paşa’ya ait vakıf kayıtları incelendiğinde, ailenin ilk zamanlarına ait önemli bilgilere ulaşılmaktadır. Vakıf kayıtlarında geçen “Ayvacık kazasına tâbi Kurt Ahmedlü köyünde medfûn akraba ve yakınları ve iyal ve evladının medfûn oldukları kabirlerinde” cümlesinden ailenin çıkış yerinin ve menşeinin Çarşamba kazasındaki Kurd Ahmetlü köyü olduğu anlaşılmaktadır.

Ailenin daha sonra zenginleştikçe Çarşamba kazasına doğru nüfuzunu artırdığı yine vakfiyedeki “Rahtvan Camii şerifi havalisinde ve Kücelü Camii şerifi kurbunda medfûn akraba ve iyallerinin iki mahalde olan makberleri” cümlesinden anlaşılıyor.

Hazinedarzâde Süleyman Bey’den önce de aile Çarşamba yöresinin nüfuzlu ailelerindendi. 1793 yılına ait bir belgeye göre, Ünye âyanından Canikli Genç Mustafa Ağa’nın mütegallibe hareketlerinin önlenmesi için “Karahisar Mütesellimi Halidzâde ve Canik sancağında Hazinedarzâde Mustafa Ağa’ya başka başka evâmir-i âliyye” gönderilmiş ve Canik muhassılı Osman Ağa yanında görevlendirilmişlerdir.

Yine Kasım 1793’te Trabzon eşkıyasının çıkardığı ayaklanmanın bastırılması için Fatsa âyanı Canikli Süleyman Paşazade Mehmed Paşa’nın oğlu Mir Ahmed Bey’in topladığı üç bin askere Hazinedarzâde Mustafa Ağa sergerde tayin edildi Süleyman Ağa’nın diğer kardeşi Hazinedarzâde Emin Ağa da eşkiyaları tenkil faaliyetlerinde görevlendirilmiştir.

Gerek tarihçi Yrd.Doç.Dr. Abdullah Bay’ın yukarıdaki anlatımları; gerekse Yrd. Doç. Dr. Recep Gün beyin Rahtvan Camii haziresindeki mezar taşları üzerine araştırması ve şahsen arazide yaptığımız incelemeler ailenin Canik sancağındaki ilk yerleşiminin Çarşamba’da Kurt Ahmetli köyünde ve şehir merkezinde olduğunu göstermektedir. Çarşamba Çay Mahallesini şehrin merkezi yapan ve hükümet konağını buraya getiren Süleyman Paşa’dır.

Şöyle ki: Hazinedarzade Süleyman Paşa’nın mezarı Rahtvan camii haziresinde olduğu gibi, eşi Fatıma Hatuna ait 1763 tarihli mezar, diğer eşi gürcü Fatıma Hanıma ait 1812 tarihli mezar, diğer eşi Fatıma Hanıma ait 1812 tarihli mezar, odalığı Zernişan Kadına ait 1814 tarihli mezar, Hazinedarzade Memiş Ağanın 1781 tarihli mezarı,  Osman Paşa’nın eşi Hava Hanımın 1855 tarihli mezarı, diğer eşi Efic Rukiye Hanımın mezarı, oğlu Seyyid Hüseyin Bey’in 1829 tarihli mezarı, kızı Şerife Havva Hanım’ın 1822 tarihli mezarı,  kızı Şerife Rabia Hanımın 1836 tarihli mezarı, torunu Osman Bey’in 1855 tarihli mezarı, Abdullah Paşa’nın oğlu Seyyid İsmail Bey’in 1822 tarihli mezarı, kızı Şerife Habbe Naile Hanımın 1823 tarihli mezarı, diğer kızı Azime Hatun’nun 1854 tarihli mezarı, Süleyman Paşa’nın kardeşi Kezban Hanımın 1831 tarihli mezarı ve Hazinedarzade Abdullah Bey’in 1884 tarihli mezarı da buradadır.

Kurt Ahmetli köyü Paşa mezarlığında da Süleyman Paşa’nın eşine ait mezar ile yakınlarına ait mezarlar mevcuttur. Yine aynı köyde Osman Bey adlı mera mevcuttur. Osman Paşa Çarşamba doğumludur.

1834 tarihli ilk nüfus sayım defterine baktığımızda Çarşamba Çay mahallesinde Çarşamba ayanı devletlü Osmanpaşazade Süleyman Bey taifesi diye başlayan bir bölüm mevcut ve hane reisi olarak Süleyman bey’in oğlu Osman Bey görülmektedir.

Süleyman Paşa ve küçük oğlu Abdullah Paşa’ Çarşamba da cami yaptırmışlar ve halen mevcuttur. Ayrıca Osman Paşa’nın Süleyman Paşa mescidinin doğu tarafındaki köşede bulunan konağı 1920’de yanmış ve konakta başlayan yangın hükümet konağına da sıçramış tapu, nüfus ve diğer kayıtların çoğu yanmıştır.

Hazinedarzade Süleyman Paşa Ünye’ye 1808’de bir konak yaptırmıştır.   Yukarıdaki tarihlerden anlaşıldığı gibi Hazinedar ailesi 1700’lü yıllarda Çarşamba’ da mevcuttur. Ünye’de ise 1800’lü yıllarda sayfiye maksatlı yerleşim başlamıştır. Ailenin Nuri Paşa’dan gelen kolunun Ünye ve çevresinde yaşamaya devam ettiğini biliyoruz. Ancak Hazinedar ailesinin çıkış yeri ve ana kolun 1960’lı yıllara kadar devam ettiği yer ÇARŞAMBA’DIR. 

/Av. Safa TEMİZ
25.04.2011

22 Nisan 2011 Cuma

Önce Hesap

Önce aday adayları...  Şimdi de adaylar. Yani... Yiğitler çıktı meydane...
***

Bir bakmışınız kaldırımın ortasında birisi elinizi sıkıyor... Yanındakiler gözünüze yabancı değil... Ama takım elbiseli ve kravatlı olan... Ya da bayan... Eliniz sıkıldıktan sonra düşünüp duruyorsunuz? Diyorsunuz... Galiba bayram yakın, eniştem beni öptü.
***

Yiğitler çıktı meydana da... Hiç kimsenin geçen 4 dönemin hesabını vermeye niyeti yok gibi... Öyle niyetleri olsaydı... En azından önce basın toplantısıyla anlatırlardı... Gazetecilerle baş başa!
***

Mesela... 4 yıl önce hangi sorunları devraldılar, hangilerini çözdüler? 4 yıl önce kaç fabrika çalışıyordu, şimdi kaç fabrika var? Kaç işçi, kaç işsiz... Bölge Müdürlüklerinin Amasya, Sinop, Ordu gibi bölge illeri dışında...  Sadece Samsun için gönderilen ödeneklerin miktarı ve bu ödeneklerin iller bazındaki yeri? 6 ay sonra gemilerin suya ineceği tersane, iş bekleyen 17 bin 500 kişiye ne oldu? Organize Sanayilerdeki istihdam kaçtı, kaça çıktı? Samsun 4 yıl önce ne kadar borçluydu?  Şimdi Samsunlunun bankalara, kredi kooperatiflerine ne kadar borcu var?  4 yıl da kaç esnaf battı... Kaçı intihar etti?  Kaçının refah seviyesi yükseldi...
***

 Milletvekillerimizin gücü, 4 yılda bütçe dışı kaç liranın Samsun'a gelmesini sağladı... Ovaların bitim süresi 50 yılın altına düştü mü?  Global marketler nedeniyle kaç market kepenk indirdi... Samsun'daki kaç ihale Samsun dışı şirketlere verildi...  Yani soru çok... Vekiller önce 4 yılın hesabını vermeli ki...  Yeni 4 yıl için görev istemeye yüzleri olsun!
***

Yoksa onlar hesap vermeye alışık değil mi? Yoksa onların tek hesap verecekleri mevkii genel başkan mı?  Sadece iktidar değil... Muhalefet vekillerinin de kendi penceresinden bu hesabı vermesi gerekmez mi?

20.04.2011
/Erdem EROL

Samsun'un Hali

Hani seçim geldi...  Kapı kapı gezen siyasetçiler Samsun'u yere göre sığdıramıyor ya... Hani biz Türkiye'nin en gelişmiş 10 şehri arasına girmeye adayız ya... Hani yatırım yağıyor ya memlekete... Milyon milyon dolar...  Kanat taktık uçuyoruz ya... Hepsi de masal! Bunların masal olduğunu ben söylemiyorum... Rakamlar söylüyor! Vergi Dairesi'nin rakamları.
***

2010 yılı vergi rekortmeni...  2008 ve 2009'da olduğu gibi Avukat... Avukat Berkant Öztoprak. Bir kaç bankanın icra işlerine bakıyor.
***

İkinci ve üçüncü sırada eczacılar var...  Cahit Kılıç ve Orkun Erzurumlu... Dördüncü sıra kar payı ve faiz gelirlerinde oluşuyor...  Sıranın sahibi ise Turhan Aydın. Beşinci sırada da bir müteahhit!
***

Yani Samsun'da en çok üretebilenin aldığı sıra ancak beşincilik...  Bu rakamlarda gösteriyor ki... Samsunlu gırtlağına kadar borca batmış...  Ve millet icralık! İcralık olan Samsunlu aynı zamanda hasta...  Yaşamak için torba torba ilaç yutmak zorunda.
***

Yani Samsun güllük, gülistanlık değil...  Üreten bir Samsun yok... Borçlu... Hacizli... Hasta... Ve ölmek üzere olan bir Samsun var!
***

Liste bize bir şey daha gösteriyor… Parası olup yatırım yapan değil...  Parasını faizde değerlendiren kazanıyor!
***

Hâlâ Samsun'un ekonomisini kalkındırdıklarını söyleyenlerin... Rekortmen listesinin izahını da yapması gerekmez mi?

22.04.2011
/Erdem EROL

16 Nisan 2011 Cumartesi

4 Yılda 4 Milyon


AK Parti Samsun 4. sıra milletvekili adayı Prof. Dr. Tülay Bakır, 10. Yıl Marşı'ndan esinlenmiş... Hani marşta diyor ya... "10 Yılda 15 milyon genç yarattık her yaştan" Benzer şekilde... Samsun'u 4 yılda 4 milyon nüfusa ulaştırmayı vaat etmiş...  Nasıl olabileceği konusunda biraz kafa yorduk.
***

Bir milyon 250 bin nüfuslu Samsun...  Ortalama 400 bin çift...  Bu çiftleri seri üretime bağlasak...  Her yıl bir bebek...  4 yılda 4 bebek...  400 bin çarpı 4 eşittir 1 milyon 600 bin.  Hadi, Azrail'le de anlaş...  4 yıl Samsun il sınırlarına girmesin! Mevcut nüfusu da kat üzerine... 2 milyon 850 bin...
***

Hadi diyelim Prof. Dr. Tülay Bakır'ı istemese de (!) Aileden Sorumlu Devlet Bakanı yap... Evlilik yaşını düşürsün 13'e...  Eder 500 bin çift. Her yıl bir çocuk...  2 milyon... Azrail’le anlaşmayı yürürlükte tut...  Mevcudu ekle 3 milyon 250 bin.
***

O zaman... Tüp bebek yapılacak... O'nun da ikiz, üçüz yaptırma garantisi var mı bilmiyorum ama... Başka çare yok... 400 bin kadın 3 yıl ikiz doğuracak...  Bir yıl normal doğum...  Böylece 2 milyon 800 bin bebek... Mevcut nüfusu da ekleyince... Hesap tamam! 4 milyon!
***

Tülay hanımı boş yere prof yapmamışlar...  400 bin kadın 4 yılda 7 bebek sahibi olunca... Zaten çalışamayacak... Hepsi ev kadını olacak... Binlerce kadro açılacak... İşsizliğe de çare bulunacak!
***

Eh 2 milyon 800 bin çocuğun kreşi için... 11 bin yeni kreş... 7 bin ilköğretim okulu... 6 bin lise yapılması gerek... Bunların inşaat işini de ekleyince... İşsizlik mişsizlik kalmayacak memlekette!
***

4 yılda 4 milyon nüfus idealiyle seçim çalışması yapacak Tülay hanıma sloganı da benden olsun! "Erkekler gerdeğe... Kadınlar doğumevine... İşsizler kadınların yerine... Hep beraber... 4 milyonluk mutlu günlere!"

16.04.2011
/Erdem EROL

12 Nisan 2011 Salı

Samsun mu Türkiye mi?

Bu yazı asla bir okuyucuya cevap verme yazısı değildir; hele de okuyucu ile polemiğe girme yazısı hiç değildir. Bir okuyucunun elektronik iletisi üzerine bir zorunlu açıklamadır.

Bir okuyucum “İhanet Gafletin Koynunda Beslenir” başlıklı yazıma bir ileti(*) göndermiş. Yazının altında olduğu gibi yayınladık. Okuyucum “Son dönemde ayırımcılık etrafında ya da yakınlarında yazılarımı okumaktan üzüntü duyduğunu” belirtiyor. “Yerel basının daha yerel sorunlar üzerinde durması ve o sorunlara çözümler getirmesi beklenirken ve Samsun’un o kadar sorunları varken” benim “birilerini incitmemek ve onlara şirin gözükebilmek için elzem sorunlardan kaçınarak bu tür genel konulara değinmemi basiretsizlik olarak” niteliyor. Okuyucuma göre “benim işlediğim konuları işleyen çok kimse varmış. Benim bu konuları işlememin Samsun’a hiç faydası olmazmış.”

O “birilerini incitmemek, birilerine şirin gözükmek için elzem sorunlardan kaçarak genel konulara değinmek basiretsizliğine” hiç girmeyeceğim. Bu sitenin ve yazdığımız gazetelerin arşivleri o tür yazılarla doludur ve bu suçlamalara en açık cevaplar o arşivlerde vardır. Ama şu genel konular üzerine birkaç söz söylemeden de edemeyeceğim.

Biz sayısız gaflet ve dalaletlerin sonucu imparatorluklar kaybetmiş bir milletin evlatlarıyız. O üç kıtaya yayılmış büyük Türk coğrafyasından elimizde kalan son sığınağımızın üzerine titrememiz ve aynı gafletlerle onu da kaybetmek tehlikesine karşı -biraz aşırıya kaçarak da olsa- sık sık uyarıya kalkışmamızın üzüntü verecek ne tarafı olabilir ki? Ve bu niye rahatsızlık verir ki?

Evet, ben ve bu siteyi yönetenler ve bu sitede yazanların büyük çoğunluğu bu kentte yaşıyoruz. Bu bir ayıp mı, bir noksan mı? Bu kentte yaşayan insanların ülke sorunları hakkında söyleyecek sözleri, yazacak yazıları olmaz mı, olamaz mı? Ülke sorunlarını konuşmak ve yazmak sadece İstanbul ve kısmen de Ankara’da yaşayanlara has bir imtiyaz mı?  Samsun ve diğer illerimiz İstanbul ve Ankara’ya göre hala taşra ve hala ikinci sınıf insanların ikinci sınıf memleketleri mi?  Yazarına “sen sadece Samsun’u yaz, ülke sorunlarını başkaları yazıyor” demek aynı zamanda “ben sadece Samsun’u konuşayım bari, ülkeyi zaten başkaları konuşuyor” demekle eş anlamlı değil mi?

Evet, bu kentte yaşıyoruz; evet, Samsunluyuz ama aynı zamanda bu ülkede de yaşıyoruz ve aynı zamanda Türkiyeliyiz. Türkiye ana gövde, Samsun bir dal, bir kol. Dalın sağlığı gövdenin sağlığına bağlıdır. Gövdeyi kurtlar kemiriyorsa, bahçeyi ayrık otları sarmışsa ve bahçıvan ya olayın farkında değil ya da suskunsa biz burada elimiz kolumuz bağlı, ağzımız dilimiz kapalı duramayız; durmamalıyız. Söylemeli, yazmalı, konuşmalı, haykırmalıyız. Bu aynı zamanda Samsun için, Trabzon için, Ardahan için, Aydın için bağırmaktır, yazmaktır.

Milli Mücadele’de İstanbul basını ya korkutularak ya da satın alınarak susturulmuşken Anadolu basını “Ya Ölüm Ya İstiklal” diye bağırıyor ve Milli Mücadelenin hem ülkedeki hem de dünyadaki sesi oluyordu. Erzurum, Balıkesir, Sivas, Kastamonu, Trabzon, Samsun ve daha birçok ilde yayınlanan o mütevazı ama milli gazetelere biz bugün bağımsızlığımızı ve özgürlüğümüzü borçluyuz. Kendimize tarihten rol biçmiyoruz ama dersler çıkartıyor ve onları örnek alıyoruz; almaya da devam edeceğiz.

*(Sayın Kara Son dönemde ayrımcılık etrafında ya da yakınlarında yazılarınızı okumaktan üzüntü duymaktayım. Vizyonunuz ya da tarzınız bu ise sözüm yok. Yerel basının daha yerel sorunlar üzerinde durması ve o sorunların çözümü noktasında bulunduğu çevreye fayda getirmesi beklenen davranıştır. Ancak Samsunun o kadar sorunları varken birilerini incitmemek için onlara şirin görünebilmek için elzem sorunlardan kaçınarak bu tip genelin sorunlarına kendinizi görevli hissetmenizi basiretsizlik olarak görüyorum. Samsunu yazın, sorunlarını yazın, sorunlara neden olan olguları ya da kişileri yazın. İşlediğiniz konuyu yeterince işleyen var. Sizin bu konuları gündeminize almanızın Samsuna hiç faydası olmayacağını siz benden daha iyi bilebilmektesinizdir.

12.04.2011
/Osman KARA

8 Nisan 2011 Cuma

Küt Ve İşlevsiz Yapılar

Kent yerleşimlerinde bazı yapılar, bazı programların ve Belediye Başkanlarının öncelikleri arasında yer alır ve yapılıp bitirilmesi heyecanla beklenir. Oysaki bu yapılar, yapıldıktan sonra hiç de umulduğu gibi kullanışlı ve ihtiyaçlara cevap veren bir kimlikte olamamaktadırlar. Hatta bulundukları bölgede beliren bir dermansız ur gibi,  düşünüldüğü gibi işe yaramayan, çevreyle uyum sağlayamayan kendisine yapılan masrafa da değmeyen bu yapılar, lüzumsuz bir yatırım özelliğiyle durdukça durmaktadırlar. Belki de hiç yapılmayıp da inşaları söz konusu olmasa bile, boş duran arsaları dahi daha rantabl, daha gani bir verimliliğe tabi bile olabilirlerdi.  

  Hatırlatacağım ilk yapının zemin katında; çoğunluklu olarak kuyumcu dükkânları, farklı amaçlarla ticaret yapan bir iki tane değişik dükkân bulunmakta ama diğer cepheleri ise manasız kapalı duvar, aydınlatma amaçlı penceresi dahi yok. Koskoca bir yapı adasının tamamını işgal ettiği için yürüdüğünüz herhangi bir yoldan diğer yola kestirme geçmek isterseniz yapının herhangi bir kapısından girerek diğer bir sokak veya caddeye ulaşabiliyorsunuz. Hatta yağmur yağışlı günlerde kuruluk bir saçak altı aramak yerine binanın içine dalarak, ıslanmaktan da kurtulabilirsiniz. Yani arzu edene, yapının koruyuculuk amaçlı böylede bir faydası olabiliyor.

   Kale Mahallesindeki Kuyumcular arastasındaki İş Merkezi olarak adlandırılan o koca hantal yapıyı anlatmaya çalışıyorum. Hani üst katlarındaki YEDAŞ yani Elektrik İdaresinin de bulunduğu, o güneşi kesen etrafındaki bilumum yapıları eteğine toplamış olan etrafındaki daracık yollarının üzerine bir karabasan gibi çökmüş olan bu yapının sevimsizliğini tasvir ediyorum.  Üstelik bu yapı türlü gürültüler kopararak, zamanın belediye idaresi tarafından ve de Ulusal bir proje yarışması sonrasında birkaç müteahhit de harcayarak inşa olunmuş sevimsizlik sembolü. Kendi alamet büyüklüğü ve etrafına verdiği sıkıntı yetmezmiş gibi Garanti Bankasına bakan cephesinde, Bankalar Caddesine doğru kocaman yüksek bir kolon uzamış ve asli bir görevi de yok. Asansör kulesi desem değil, işe yarayan bir kolon desem hiç değil, bir de üstelik eski PTT binası ile arasındaki yolu da sıkıştırması işin cabası yani. Topal ve yaşlı bir insanın koltuk değneğine dayanması misali.

   Binanın üst katları şimdilik YEDAŞ tarafından kullanılıyor ama kendisine Atakum da kiralık bina temin ettiği söylenen bu idareden sonra, üst katların büro olarak kullanılması ve müşteri bulması da hayli zor görünüyor. Çünkü Samsun gibi Kentlerde hem zemin katlardaki ticari yaşam seviliyor ayrıca pasaj türü yapılaşmalara ise hiç kimse itibar etmiyor.

  Son olarak göze batan bir diğer olumsuzluk ise binanın kullanımı ve fonksiyonlarıyla alakalı.  Nikâh Salonu ve evlendirme Memurluğu da binanın içinde bulunuyor. Hafta sonlarında nikâh ve evlilik yoğunluğundan dolayı trafik sıkıntısı yaşanırken, bir de ilave otopark sancıları yaşıyor bina. Çünkü hepi topu koca binaya 30 araçlık bir otopark yapılmış. Zaten çalışan bir otopark demek çok zor, araçlar tıkış tıkış. Değil binanın ihtiyacının karşılanması çevrenin sıkışıklığına bir de bu binanın iş potansiyelinin verdiği araç yoğunluğu da ekleniyor. Keşke o günlerde böyle bir iş merkezi düşünüleceğine o günkü bina tüm sempatik haliyle bugünlere kadar yaşasaydı. Ayrıca şaka bir yana bugün belediye destekli İŞ MERKEZLİ OTOPARK furyasına bir potansiyel yerimiz daha kalmış olurdu(!)

   İkinci sancılı Kent Binamız ise Site Camii ve altındaki halk pazarı görüntüsü(!) Üstlerde anlattığım birinci binanın yıkımı sonrasında boşta kalan kuyumcu esnafını yerleştirmeyi düşünerek planlanmış, cami altındaki bir pasaj. Maalesef düşünüldüğü gibi gerçekleşmeyen ve zorlamayla bir esnafı yeni bir yere kanalize etmenin mümkün olmadığını gösteren canlı bir örnek. Kuyumculardan ziyade halk benimsemedi, oraya itibar etmedi. Ama Diyanet Matbuatını ve Dini yayınları satanlar Caminin altını mekân tuttu. Yanında yöresinde ufak tefek çeşitli ürünler satan esnaf Cami altını kullansalar dahi tümüyle arabesk bir kullanım hâkim. İnsanlar alışverişe veya ibadet ve cenaze için Camiye gelseler bile araçla gelmek mümkün değil, araçlarını bırakacakları bir otopark yine yok. Camiye çıkış rampası belki de bu amaç düşünülerek yapılmış ama kesinlikle işlevsel değil. Zamanında caminin yapılması gündeme geldiği günlerde, şehir cenazelerinin bile buradan uğurlanacakları hayal edilmişti ama mal meydanda.

Yani Ulusal Proje yarışması ile kente ve kentliye kazandırılmış her iki yapıdan ne kentliler memnun, ne de çarşı esnafı. Her iki yapı da kullanılmaktan ziyade etrafını kütlesel hacimleriyle olabildiğince etraflarını sıkmaya ve sıkıştırmaya devam ediyorlar. Bakalım Samsunlular, her iki yapıyı kütlesel özellikleriyle, kaç yıl daha bir yenilenmeye tabi olmaksızın kullanmaya sabrederek, direnecek.

İyi haftalar
08.04.2011
/Sacit ACAR

2 Nisan 2011 Cumartesi

Masum Değiliz


Bilmiyorum dikkatinizi çekti mi ya da önemsediniz mi? Samsun`da, TÜBİTAK projesi kapsamında ergenlik çağındaki öğrenciler arasında yapılan araştırmada, `vampir` kitaplarına ilginin hızla arttığı ortaya çıkmış. Kan emme, insan öldürme, şiddet, vampir, gençlerin hayal dünyalarında yer alıyormuş. Birçoğumuz bu habere "bana ne kardeşim devlet ilgilensin" umursamazlığında yaklaşıyor olabilir ama önemli bir sorun…

Sorun sadece Vampir ağırlıklı kitaplara gençlerimizin ilgi duyması değil, onları bu arayışa iten eksikliklerimiz. Hatırlıyorum yazılarıma başladığımdan bu güne kadar en çok eleştiriyi "Çürüyoruz" başlıklı yazıda almıştım…

Peki, bu gelinen nokta çürüme değil de nedir sizce? Her sorunu, ileride daha da vahim sonuçlara götürebilecek emareleri basite indirgeme kolaycılığımızdan, topu anne babaya ya da devlete atma alışkanlığımızdan sıyrılmadığımız sürece de bu sorunları yaşamaya devam edeceğiz. Gençlerin arasındaki şiddet artışının çok büyük oranda toplumsal çelişkilerden kaynaklanıyor... Genç insanların dünyası günbegün kazananlar-kaybedenler kültürüne dönüştüğünü, hayal kırıklığına uğrayanların yani kaybeden tarafta yer alanların bunu şiddete dönüştürdüğünü anlamamız gerek. 
      
Her geçen gün bir az daha çaresizliğe ittiğimiz, bir az daha test şıkları arasında sıkıştırdığımız, yaşıtları arasında akıl almaz bir rekabete ittiğimiz başaramadıklarında ölümden başka seçenek bırakmadığımız gençlerimizden, geleceğimizin teminatı olarak bahsetmek biz yetişkinler için ne büyük ikiyüzlülüktür.

Yıllardır kaderine terk ettiğimiz, yaşlarına ve beklentilere bakmaksızın sorumluluk yüklemekten geri kalmadığımız çocuklarımızın üzerinde oluşturduğumuz baskının bu tür arayışlara ittiği gerçeğini ne zaman anlayacağız. Ya da istediği her şeyi alabilmenin anne –baba için görevi yerine getirebilme rahatlığı olmadığı, bunun yetmediği aşikar değimlidir artık. Tam da bu noktada beklide asıl sorulacak soru "ne verdik ki ne istiyoruz" olabilir mi?

Bilinçlerinin en açık olduğu öğrencilik dönemlerinde, bize ait olan, bizden olan geleneklerimiz, göreneklerimizden,her bir safhası ders çıkarabilecek tarihimizden,kültürümüzden öte Yıllarca kurbağa'nın sindirim sitemini,haritada bile zor bilinen bilmem nerenin başkentini,bilmem ne kavminin dini inan detaylarını öğreten bir eğitim anlayışının yetiştirdiği bireyler  değil miyiz hepimiz?

Düne kadar eti senin kemiği benim mantığı ile teslim ettiğimiz çocuklarımızı disipline etmek için çaba sarf eden öğretmenleri, küçük bir azar için sınıfın tam ortasında yakasına yapışıp hesap soran bizler değil miyiz…

2011 Türkiye'sinde gençlerimiz, sorulan Cumhurbaşkanımız kim sorusuna Atatürk cevabını verebiliyorsa, duvarlarında dudaklarından kan damlayan resimler yer alıyorsa,kahvehanelerde yaşlılarımızdan onlar yer alıyorsa,arayışlarını,beklentilerini saç çekilerine yansıtacak kadar yalnızlarsa geçmişle gelecek arasındaki köprü olan biz yetişkinler ne kadar masumuz acaba?

 02.04.2011
/Birol BİRCAN