Bugünkü konumuz SAMSA. Daha önce Karadeniz
Sahil Yolu ile ilgili olarak “Laz Seddi”nden bahsetmiştik. Samsa onun devamı.
SAMSA, Samsun’dan başlayıp Sarp’a
kadar devam eden Karadeniz Sahil Yolu güzergâhında (bir kısım kesintiler hariç)
500 km boyunca uzanan, (yer yer daralıp genişlemekle birlikte) çizgisel şekilde
uzayıp giden ve bir hat boyu (hattî) gelişme gösteren şehrin adı. Samsun’un
SAM’ı, Sarp’ın SA’sı; SAMSA. (Şimdilik adını böyle koydum, siz farklı bir isim
de önerebilirsiniz). Samsa; şehirlerden oluşan bir şehir, şehirler şehri.
Bu upuzun şehir nasıl ortaya çıktı?
Karadeniz Sahilinde geçmişte karayolu
yokken yerleşmeler arasında ulaşım denizyoluyla sağlanıyordu. Her biri bir
ırmağın azmak adı verilen düzlüğünde kurulu bulunan bu küçük liman yerleşmeleri
zamanla büyüyüp çevrelerine doğru gelişmeye başladılar. Esas gelişme
1950’lerden sonra ortaya çıktı. Bu arada karayolu devreye girdi, deniz yolu
unutuldu.
Arazi yapısı düz olmadığı için şehir
ve kasabalar ışınsal olarak her yöne gelişemedi. Biraz ırmaktan içeri (güneye)
doğru girdiklerinde sel ve taşkın riski önlerini kesti. Yamaçlara doğru da
çıkmakta zorlandılar, çünkü heyelan tehlikesi vardı. Sonuçta yerleşmeler
doğu-batı yönlü, kıyıya paralel ve çizgisel olarak gelişme gösterdi. Her bir
merkez geliştikçe diğeri ile yakınlaştı. Zamanla aralar doldu ve birleşmeye başladılar.
Kırdan kente göç ve diğer nedenlerle
yerleşmeler kalabalıklaştıkça mekân sıkıntısı arttı. Bu durum bir yandan doğal
kıyıların işgaline, diğer yandan da dikey gelişmeye (apartmanlaşmaya) zemin
hazırladı. Derken mevcut karayolu şehirlerin içinde kaldı, trafik zorlaştı,
yeni ve geniş bir yola ihtiyaç doğdu.
Karadeniz Sahil Yolu gündeme geldi.
Bir kısım bilim insanlarımız yol içerden geçsin, kıyılar tarumar olmasın dese
de dinleyen olmadı, kıyı çizgisi üzerinden dolgu yapılarak geçirme fikri galip
geldi. (Bu arada, ‘madem dolgu üzerinden geçecek bari demiryolu hattı da
ekleyin ki ilerde lazım olur’ önerisine de kulak veren çıkmadı).
Hasılı, sahiller taşlarla dolduruldu,
doğal kıyılar yok edildi, 2010’lara doğru yol inşaatı tamamlanıp hizmete girdi.
Beklenti müthişti. Ulaşım kolaylaşacak, kazalar azalacak, Karadeniz Dünyaya
açılacak, ticaret artacak, yaylalar şenlenecek, turizm gelişecek, göç duracak…
daha neler neler.
Bunların bir kısmı oldu. Ama hesapta
olmayan başka şeyler de oldu. Ne mi oldu?
Göç durmadı, artarak devam etti.
Kırlar hızla boşaldı. Bir kısım nüfus bölge dışına giderken, bir bölümü de
sahile indi. Ulaşım kolaylığı dışa göçle
beraber, dışardaki (büyük şehirlerdeki) emeklilerin geri dönüşüne de vesile
oldu. Bunların çoğu köylerine değil, sahil boyuna yerleşti. Bu gelişmeler
yaylalara çıkışı da kolaylaştırdığı için yaylalar üzerindeki yapılaşma baskısı
arttı. Ucube evler arasında katı atıklar görünür hale geldi, sular kirlendi,
egzoz gazları sislere karıştı.
Ulaşım kolaylığı ticareti de vurdu.
Küçük kasabalardakiler alışveriş için daha büyük merkezleri seçince aradaki
merkezler ticari anlamda gölgede kalıp çöküşe geçti.
Trafik güvenliği tehlikeye girdi.
Deniz karşıda kaldı yayalar kazaya kurban gitmesin diye araya bariyerler kondu,
insanlar 50 m karşıdaki deniz kıyısına ulaşmak için kavşak, üst geçit, alt
geçit aradı, kilometrelerce doğuya ya da batıya gitmek zorunda kalanlar var.
Her yere yaya geçidi yapılamadı, alt geçit yapıldı onları da (deniz seviyesine
yakın olduğu için) su bastı. Üst geçitler yapılsa da (hepsi asansörlü olmadığı
için) engelliler mağdur oldu.
Şehir ve kasaba geçişlerinde
plansızlık nedeniyle bir şerit otoparka dönüştü. Trafik daha da sıkıştı. Hız
sınırlamaları milleti canından bezdirdi. Çevre yolları yapımı gündeme geldi,
çok azı gerçekleşti.
Yola paralel yapılaşma (daha önce “Laz
Seddi” adını verdiğimiz) büyük bir duvara dönüştü, şehirlerin arkada kalan
kısımlarını perdeledi. Tıpkı İzmir’in imbat rüzgarlarını kesen Kordonboyu’na
benzer bir durum ortaya çıktı. Fakat burada İzmir gibi kat sınırlaması yok.
Herkes kafasına ve bütçesine göre göğe doğru yükselme telaşında. Bunlar
şehirlerin denizden gelen temiz havasını kesti. Ünye, Fatsa, Ordu ve diğer
birçok şehir özellikle kışın hava kirliliği ile boğuşmaya başladı.
Karayolu ve köprüler her yağmurda
baraj olup su baskınlarına ve sellere neden oluyor. Şehirlerin gelişme alanları
dere yataklarını tehdit ettikçe felaketin boyutları artıyor.
Doğal kıyılar koca koca kayalarla
doldu, kıyı boyunca balık üreme alanları yok oldu, katı atıklar sorun oldu,
kanalizasyonlar denize deşarj edilirken, yaylalardan tertemiz doğan güzelim
dereler sahile ulaştıklarında içilemez hale geldi. Türkiye’nin suyu en bol
bölgesinde şişe suyu satışları patladı.
Bu konuda daha yazacak, söylenecek çok
şey var[1]. Anlayana bu kadar yeter.
Bugün Samsun’dan Sarp’a 500 km’lik
çizgisel bir şehir var. İdari anlamda kesik kesik, her birinin derdi aynı,
çözümü aynı. Fakat idarecisi ve çözecek aklı farklı. Ortak sorunlar ortak
akılla çözülür, birlik olmak lazım.
Diyoruz ki Samsun’dan Sarp’a uzanan bu
upuzun şehre hep beraber sahip çıkalım. Karadeniz Sahil Belediyeler Birliği
kurulsun, ortak hareket edilsin. Bu sorunlar tek başına çözülmez, yerleşmeler
artık birleşmiş durumda, ayrı gayrı yok.
Dünyanın bu en güzel sahili korkunç
bir beton yığınına dönüştü, mavi ve yeşilin arasına apartmanlardan oluşan
kocaman bir set girdi. Estetikten yoksun, ucube mi ucube. Yarın bir gün yıkalım
deseniz yıkılmaz, yenilenmesi veya kentsel dönüşümü zor, çünkü aktar çevir
yapacak yer yok. Ne olur bu kötüye gidişe, çirkin mi çirkin yapılaşmaya bir dur
diyelim. Hiç olmazsa bundan sonrasını kurtaralım. Sessiz kalmayalım gelecek
nesiller bunun hesabını bize sorar. Heyyyy!!!..
Sesimizi duyan var mı?
[1] Fazla bilgi için
bkz.http://tucaum.ankara.edu.tr/wp-content/uploads/sites/280/2015/08/semp5_15.pdf
/Cevdet
YILMAZ
20 Kasım 2018