26 Aralık 2018 Çarşamba

Bilim İnsanına İnanmak ve Amerikan Felaket Filmleri


Kur’an-ı Kerim’de Yasin Suresi’nin 13. ilâ 31. Ayetleri arasını bir hatırlayalım. Mealen bu ayetlerde Allah-ü Teâlâ bir mesaj veriyor. Azıp sapmış, yanlışta ısrar eden bir kavim var. Bu kavmi doğru yola, hakikate, gerçeğe çağıran da iki kişi var. Sapkın kent halkı kendilerini hidayete çağıran, doğru yolu tavsiye eden bu kişileri yalanlıyor, “sizin ne üstünlüğünüz var, siz de bizim gibi insanlarsınız” diyerek onları kurtuluşa çağıran bu kişileri yalanlıyorlar. Hakkı, gerçeği tebliğ etmek üzere gönderilen bu kişiler 16.Ayette “Rabbimiz biliyor ki biz size gönderilmiş elçileriz”, 17.Ayette de “Bize düşen açık bir tebliğden başka bir şey değildir”, diyorlar. Kent halkı ise 18.Ayette “Sizin yüzünüzden uğursuzlukla karşılaştık. Eğer bu işe bir son vermezseniz sizi mutlaka taşlayacağız…” diyerek tepkilerini ortaya koyuyorlar, elçilere inanmadıkları gibi onları tehdit ederek susturmaya kalkıyorlar. 21.Ayet ise çok ilginç; “sizden hiçbir ücret istemeyen bu kişilere uyun, onlar dosdoğru insanlar” deniyor.

Şimdi konuya gelelim. Peygamberlerin varisleri olan bilim insanları gerçeği söylemek zorundadırlar. Araştırma ve çalışmalarında elde ettikleri bilgileri insanlığın faydasına sunmalı, (elbette öncelikle kendi vatandaşları ve ülkelerinin menfaatlerini de gözeterek) doğruyu göstermeli, iktidarın ve güç odaklarının etkisinde kalarak halkı yanlış yönlendirmemelidir.

Bu minval üzere Amerikan (ABD’nin) felaket filmlerine bir göz atalım. Hangisini isterseniz, hiç önemli değil; Köpekbalığı, Piranalar, Karıncalar, Yaban Arıları, Volkanlar, Depremler, Seller, Dev Dalgalar, Göktaşının Dünyaya Çarpması… Bütün bu filmlerin ortak bir özelliği var. Ortada bir bilim insanı var. (Bu genelde başrol oyuncusu oluyor). Bu kişi kendi alanında uzman, yeterli bilgiye sahip ve bilgisini halkın menfaatine kullanıyor ve hiç çekinmeden de fikrini söylüyor. Sonra bu bilim insanına inananlar var. O’na davasında (film boyunca) yardımcı oluyorlar, felaketin gelmekte olduğunu onun ağzından halka duyurup hep birlikte insanları uyarıyorlar.

Bir de karşı taraf var (ayette geçen şehir halkı gibi). Bunlar “felaket geliyorum” derken bu felaketi umursamadan cebini doldurmaya çalışanlar, menfaatleri peşinde koşanlar. Misal; bunlar o sırada bir festival yapıyorlar, turistler akın akın geliyor, bol kazanç umuyorlar.

İşte bu ortamda festival alanının girişinde bilim insanı beliriyor. Yaklaşan tehlikeyi (depremi, volkanın patlamak üzere olduğunu, piranaların havuzdan kaçıp nehre yayıldığını…) haber veriyor. Fakat tıpkı ayetlerde olduğu gibi menfaat sahipleri O’nu susturmaya çalışıyor, “sesini kes, düzenimizi bozma, gelirimize engel olma, yoksa seni tutuklatırız, yok ederiz” diyorlar.

Sonra ne mi oluyor? (Filmin konusu olan) felaket mutlaka gerçekleşiyor. Bilim insanı ve ona inananlar kurtuluyor, menfaatine ters düştüğü için bilim insanının susturmaya kalkanlar ise feci şekilde ölüyor.

Bütün bu filmlerde verilmeye çalışılan mesaj; “bilim insanlarına uyun, onlar doğruyu söylüyor, menfaatperestlere uymayın, yoksa helak olursunuz”. Bu fikir (bu tür filmlerle) insanların bilinçaltına yerleştiriliyor.

Peki bu gerçekten böyle oluyor mu? Bence evet. Amerikan hükümeti kasırga uyarısı yaptığında hiç kimse acaba demiyor. Bilim insanları doğru söylüyor diyerek gerekli tedbirleri alıyor, evini terk edecekse ediyor, yer değiştirmesi gerekiyorsa hemen yola çıkıyor.

Peki ülkemizde öyle mi? Misal; 1999’dan beri İstanbul Depremi üzerine sayısız yayın yapılmış, her sarsıntıda beklenen deprem diyerek televizyon ekranları parsellenmiş, halkımız korkutulmuştur. Deprem olmayınca da yalancı çoban hikayesinde olduğu gibi insanlarımızın bilim adamlarına güveni sarsılmıştır. Şu an deprem olacak dense acaba İstanbul’da kaç kişi sıcak yatağından çıkar? Yüzde doksanının hiç istifini bozmayacağına eminim.

Şimdi aynaya bir bakalım; bilim insanlarımız halkımızın gözünde “bunlar doğruyu, yalnız doğruyu söylerler, bunlara uyalım” denecek durumdalar mı? “Hayatta en hakiki mürşit ilim” ise, ilim insanlarımızı “mürşit” kabul eden kaç kişi var. Ya da, kaç tane bilim insanımız çalışmalarında elde ettiği bilgiyi milletinin ve insanlığın faydasına sunarken kimsenin karşısında eğilip bükülmeden, (korkmadan, çekinmeden sadece Allah rızası için), bunları haykırarak gerçek “mürşit” olma iddiasında. Bu ülkede din âlimlerimiz için bile “söylediğini yap, yaptığını yapma” deniliyorsa… (ah, ah), varın gerisini siz düşünün.

Hasılı kelam bilim insanı olarak hak ve hakikati araştırma ve bunu yayma yolunda kat etmemiz gereken daha ne kadar çok yol var. Gâvur gâvur iken ayetin sırrına vâkıf olup, dinince onunla amel ederken, biz nelerle uğraşıyoruz. Allah yâr ve yardımcımız olsun.

/Cevdet YILMAZ
26 Aralık 2018

3 Aralık 2018 Pazartesi

Futbol Ciddiyet İster


Sezon başından bu yana gittiğimiz her deplasmanda Samsunspor’a karşı gösterilen saygı ve sevgiyi gördükçe mutlu olduk… Sarıyer maçını saymıyorum, zira oradakiler ruhları kirli, hazımsız insanlar (!) topluluğuydu… Ağızlarından akıttıkları küfür salyalarıyla kimliklerini ortaya koymuşlardı… Uşakspor ile bir adet kupa maçı haricinde bir araya gelmişliğimiz yoktu… Maç öncesi, içi ve sonrasında Samsunspor topluluğuna gösterilen ilgi ve sevgi takdire şayan bir durumdu… Eli kalem tutan, bu güzelliklere şahit olanlardan biri olarak, yüzlerce kilometre uzaklıkta olsalar da haklarını teslim etmek, kendilerinden övgüyle bahsetmek boynumuzun borcudur…

SAMSUN BÜYÜKTÜR, BÜYÜK KALACAK ! söyleminin altında çok manalar yatmaktadır… İki camianın taraftarlarının karşılıklı diyalogları, kasete alınıp, eğitim çalışmalarında örnek olarak gösterilmesi görevi ülke futbolunu yönetenlere aittir… Son derece çirkinleştirilmiş, hala da bu yolda hız kesmeden devam eden bir anlayışa karşı, BU BÖYLE GİTMEZ! haykırışında bulunarak karşı DEVRİM hareketinin kıvılcımları yakanlara selam çakıyorum… Küfürsüz, kavgasız, rakibe saygı duyan, centilmenliği şiar edenlerin oluşturacağı güç kartopu gibi büyüyerek, edepsizleri, hayâsızları, şarlatanları önüne katarak sürükleyecek, altına alıp ezecektir… Buna inanıyorum…

Samsunspor’un başlattığı KÜFÜRE HAYIR dalgasının etkilerinin görülmeye başladığı, örnek alınarak destek verildiğini görmek, her sporsever gibi beni de ziyadesiyle mutlu ediyor… Maça geleyim mi, gelmeyeyim mi?  Bilemiyorum… Güle oynaya, keyifle maç izlememizi istemeyen birileri var… Kaybeden ekibin basın mensuplarının yüzleri nasılsa, bizimkisi de öyleydi…

İşte size maçın teknik analizi… Varın gerisini siz hayal edin…

/Resul AKÇAY
3.12.2018 

1 Aralık 2018 Cumartesi

Samsun Semt Pazarları


Samsun hepimizin ortak sevdası. Bu şehri daha ileri götürmek için önümüzde önemli bir fırsat var; yerel seçimler. Şimdiden aday çok, projelerin bini bir para. Herşey Samsun için!

Biz de bir akademisyen ve bu şehrin sevdalısı olarak mevcut problemler ve bunların çözümü için öneri getirmek durumundayız. Bugün ilk olarak “Samsun Semt Pazarları”ndan bahsetmek istiyorum.

Semt pazarları haftanın belli günlerinde belli semtlerde kurulmakta, çok az yerde kapalı pazar yeri bulunmaktadır. Kapalı olanlar da dahil, açık alanlarda cadde ve sokaklara kurulan pazarlar sorunlar yumağı, pazarcıların durumu ise daha da vahim.

Maalesef bugüne kadar (elbette bazı istisnalar olmakla birlikte) hiçbir belediye başkanından bu pazarların daha iyi şartlarda kurulması ve hizmet vermesi yönünde bir gayretini görmedik.

Bir hafta boyunca yağmurda çamurda ektikleri, biçtikleri, hasat ettikleri mahsulleri en taze ve en ucuz şekilde semt pazarlarında şehirli tüketici ile buluşturan çiftçilerimiz en üst düzeyde desteği hak ettikleri halde maalesef böyle olmamaktadır.

Diyorum ki; semt pazarları Samsun şehri için çok önemli. Neden mi?

-Gerek Çarşamba gerek Bafra ovalarında çok sayıda çiftçi semt pazarları için üretim yapmakta, bizzat kendileri mahsullerini belli günlerde ailece bu pazarlara getirip satmakta, bu yolla çok ciddi miktarda sıcak paranın il içinde (Samsun’da) kalmasına vesile olmaktadır.

-Çiftçilerimiz sayesinde şehrin ovalar yönünde yakın çevresindeki köyler nüfuslarını muhafaza etmekte, kırdan kente göç diğer taraflara göre daha yavaş cereyan etmektedir.

-Köylü köyünde kalırken, köylülükten de çiftçiliğe geçmektedir. Bu vesileyle yerel üretimi ulusal düzeye çıkaran, ya da Hallerde komisyonculuk yaparak tüccar çiftçi olanlar vardır.

Beklentimiz ne? Pazarlar adam gibi denetlensin, bir düzen olsun, intizam olsun. Zırt pırt yer değiştirmesin, kolay ulaşılır olsun, pazarcıyı rahat satış yapacak onu mutlu edecek bir ortam olsun, hak hukuk gözetilsin. Tuvaleti, suyu, mescidi (seyyar da olsa o gün için) hizmet versin. Pazarcılık teşvik edilsin. Halden alıp satanlara göre (bu durumda başka illerin mahsulleri satıldığı için para da başka illere gitmiş oluyor) yerli, yani Samsunlu olup, kendi üretip kendi satanlar korunup kollansın.

Lütfen pazarları bir gezip görün. Zabıta fiş kesip gidiyor, denetim yok. Burada gıda denetiminden bahsetmiyorum, o ayrı bir konu. Pazarın düzeninden, intizamından bahsediyorum. Yürüyecek yol yok, vatandaşın pazar arabaları, dikilip yol ortasında hasret gidermeleri zaten problem. Buna bir de pazarcıların tezgâh önü işgalleri, hijyene dikkat etmemeleri, argo konuşmaları, gereksiz bağırtı çağırtıları eklendiğinde pazarlar itici oluyor. İşte burada denetim şart; fakat nerde öyle belediye, nerde o bilinçte zabıta?

Bayanların hafta içi mesaileri, hafta sonu diğer işleri, çekirdek aileye geçiş ile birlikte çocukları bırakacak kimse olmayışı, otopark problemleri nedeniyle pazar yerine ulaşma güçlüğü, erkeklerin zaten pazara gitme konusunda isteksizlikleri ve daha birçok sebep halkımızı artık büyük ölçüde zaten pazara gitmekten alıkoyuyor. Bütün bu durumlarda alternatif istesek de istemesek de ulusal ve uluslararası marketler oluyor.

Sonuç; çok önemli miktarda paranın il dışına çıkmasını istemiyorsak semt pazarlarına önem verelim, onları yaygınlaştıralım. Halkımız taze ve ucuz sebze-meyveyi semt pazarlarından ve özellikle yerli üreticiden alırsa il ekonomisi için çok önemli miktarda para yine il içinde kalır. Çiftçimiz pazardan elde ettiği geliri yine Samsun’da harcayacağından bu da yerel ekonomiye ayrı bir can simidi olur.

Bütün bunlar için semt pazarlarını çekici hale getirelim, sorunlarını giderelim, erişimlerini kolaylaştıralım. Halkımız rahat alışveriş yapsın, ulusal marketler yerine yerel pazarları tercih etsin, bari bu yolla paramız il dışına çıkmasın. İlde kalan para yeni yatırımların önünü açsın, çiftçilerimiz ekim alanlarını genişletsin, sattıkça üretimlerini arttırsın. Kazandıkça mutlu olsun, fındık dikip şehre kaçmasın. Samsun’un geliri artsın, Samsun kalkınsın.

Bu bilinçte belediye başkanları görmek istiyoruz. Çok bir şey mi istiyoruz?


/Cevdet YILMAZ
01 Aralık 2018