29 Mart 2016 Salı

Samsun’da Hiç Bir Şeye Şaşırmam

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın da açılışı sırasında bir bölümünü izlediği DEİK’in (Dış Ekonomik İlişkiler Kurulu) toplantısında, Samsun’da yatırım yapan bir iş adamı, yaşadığı bürokratik zorluklardan şikayet emiş. Fransa’da yaşadığını söyleyen İşadamının yazılı şikayeti tamamı iş adamı ve üst düzey bürokrattan oluşan toplantıda barkovizyondan gösterilince, toplantının konuşmacılarından olan Ekonomiden Sorumlu Başbakan Yardımcısı Mehmet Şimşek bu duruma çok şaşırtmış. Kim olsa şaşırır.

Ve fakat. Burası Samsun. Yatırımcıya ‘öcü’ gibi bakılıyor buralarda. Her türlü zorluğun çıkarılması normaldir yani. Samsun’da fabrika kuran bir yatırımcıdan astronomik su parası istenmişti de, o fabrika aylarca üretime geçememişti. Oysa burnumuzun dibinde Çorum’da yatırım düşünenleri neredeyse davul zurnayla karşılayacak kenti yönetenler. Çorum OSB’de fabrika kuracaklar için, hafriyat işini bile belediye yapıyordu. Merak edenler, Samsun’dan kaçırıldığı için yatırımını Çorum’a taşıyan Orhan Cazgır’dan, o işin nasıl yapıldığı ile ilgili bilgiyi alabilirler.

1999-2004 yılları arasında Merzifon Belediye Başkanlığı yapan Cahit Toprak’ın, Çınar Otel’in lobisinde rastladığı iki iş adamını ilçeye yatırım yapmak için nasıl ikna ettiğini yakından bilirim. Doğu Karadeniz gezisine çıkmışken, bir geceliğine konaklamak için geldikleri ilçede, Belediye’ye ait binanın alt katında atölye kuran iş adamları, 50 dolayında Merzifonlu kadına yıllarca iş vermişlerdi. Samsun’da yatırım yapacak olanların bırakın Büyükşehir Belediye Başkanını, TSO Başkanından bile randevu almakta zorlandıkları konuşuluyor bu şehirde. Buna karşın, şehrimizin kirli yatırımcılar için cennete çevrildiğini de, onlara gönderilen davet mektuplarından anlıyoruz ya neyse.

Oysa Samsun’da oy vermeyenlerin bile saygı duyduğu ve bu nedenle ‘Abi’ sıfatıyla hitap ettikleri Muzaffer Önder’i yenerek, 1999’da Büyükşehir Belediye Başkanı seçilen Yusuf Ziya Yılmaz’ın, seçilmesindeki en önemli faktör ‘’Şehre katalizör olacağım’’ şeklindeki söylemiydi. Samsun’da herkese iş ve aş vaat ediyordu Yılmaz. Bunu söylerken, kendisini destekleyenleri belediyede işe koymak değildi amacı. Şehrin önünü açmaktan söz ediyordu. Yusuf Ziya Yılmaz seçileli 17 yıl oldu. Samsun bu süre içersinde bir arpa boyu yol alamadı. Bırakın ilerlemeyi, şehir bu sürede geriledi bile. Daha geçenlerde devletin istatistik kurumu, ekonomik ve sosyal gelişmişlik sıralamasında 33. sıradan 34. sıraya gerilediğimizi açıkladı.

Bunu anlamak için kahin olmaya da gerek yok, ihracat rakamlarına bakmak yeterli aslında. 5 Milyar dolar ihracat hedeflemiştik, 400 milyon dolar barajını geçemeyeceğimizi biliyoruz artık. Şehrin katalizörü olacağını söyleyenlerin yıllardır Merkez OSB’nin genişleme sorununu çözemediklerini biliyoruz. OSB’de 17 yıl önce de 52 fabrika vardı, fabrika sayısı günümüzde de aynı. ‘’Lafla peynir gemisi yürümez’’ demiş atalarımız. Yürümüyor gerçekten. Bakan, o iş adamının şikayetine şaşırmış ya. Biz yaşadıkça şaşırmamayı öğrendik.

/Ragıp GÖKER
29.03.2016

21 Mart 2016 Pazartesi

Samsun Güvenli Mi?

Bu hafta,  geçen cuma izlediğim Olaylar Olaylar filminde Çarşamba'nın temsilini yazacaktım, vazgeçtim. Sinema falan düşünecek hal  de moral de kalmadı olanlardan sonra. Filmi izlediğim Yeşilyurt'taki sinema salonu da bomboştu. Nasıl olmasın? Her ilde mi var bilmiyorum ama Samsun'da günlerdir nerden peydahlandığı belli olmayan bir sürü mesaj dolaşıyor. Yok, Piazza'da canlı bomba yakalanmış,  yok bir arkadaşım söyledi camına sıra sizde yazmışlar, yok abim polis dedi ki şu şu plakalı bombalı araç Samsun'daymış, yok şu gün Meydan'da bomba patlatacaklarmış...

Yetkili ağızlardan herhangi bir güvenlik açıklaması gelmediği için mışlı mişli söylentilere kaldık. Bu söylentileri çıkaranlar eğlence arayan üç beş ergen mi, bilinçli bir şekilde toplumda korku yaratmaya çalışan vicdansızlar mı bilmiyorum. Ama insanları bir hayli korkuttukları kesin. Sokaktaki insanların yüzlerine bakın. Herkes bir birinden şüphe eder hale geldi. Eşim, annem babam her evden çıkışımda "aman dikkat et" diyorlar. Nasıl dikkat edeyim? Neye dikkat edeyim?

İş yerim şehrin göbeğinde. İşe gitmek için hemen hemen her gün tramvaya biniyorum. Yüzlerce kişinin yanından geçiyorum. Her birine "pardon acaba canlı bomba mısınız" diye mi sorayım? Hem dikkat etmesi gereken ben miyim yoksa daha bu söylentiler için çıkıp da güven verici bir açıklama bile yapamayan yetkililer mi? Gerçi Samsun gibi normal zamanlarda bile şehrin göbeğindeki hastanelerde doktorların öldürüldüğü, sokaklarda insanların birbirine kurşun sıktığı güvenliği sıfır bir şehirde, canlı bombaya kadar halihazırda korkulacak daha bir sürü şey var.

Yazıyı yazdığım an itibari ile bir sürü öğrencim bana mesaj atıyor.  "Hocam, yarın meydanda bomba patlayacakmış...  Annemler derse gitme diyor...  Derse gelmezsem devamsızlıktan kalır mıyım?"
Merak etmeyin canlarım, siz devamsızlıktan kalmazsınız da, Sizin gönül rahatlığıyla sokağa çıkma özgürlüğünüzü ve can güvenliğinizi sağlayamayan birileri güvenlik ve istihbarattan çoktan sınıfta kaldı! Saygılar!

/Emre SEVEN
21.03.2016

Samsun’a Neler Oluyor Anlayan Var Mı?

Bu kent geçmişin de şöyle moderndi, ekonomisi öylesine güçlüydü ki bölgenin lider kenti olmuştu, sosyal yapısı itibariyle Türkiye’nin en önde gelen çağdaş kentlerinden birisiydi gibi ağlaşmalar artık bir şey ifade etmiyor.

Çünkü gerçek Samsunluların ve Samsunlu olmakla gurur duyanların bu özlemini anlayan ve Samsun’u yeniden eski gücüne ulaştırmayı görev edinmiş ne siyasetçimiz, ne de yöneticimiz var. 

Ben bunları bugün söyleyen birisi değilim. Bu tür eleştiri ve daha güzel bir Samsun için önerilerimi, SAM-SEV’İ kurduğumuz 1988 yılından beri yüksek sesle söylüyorum.

Bir Samsunlu olarak bu konuda en azından bir şeyler yapmanın çabasında olmuş birisi olarak, artık ben de her geçen gün biraz daha umutlarımı yitirmeye başladım.

1990 lı yıllara kadar tayin ile Samsun’a görevli olarak gelen asker, doktor ve üst düzey bürokratlar emekli olunca Samsun’a yerleşiyordu. Bugün çevrenize bakın, görev süresi dolan veya emekli olanlardan kalan var mı?

Bırakın sonradan gelip de Samsun’da yerleşmeyi düşünmeyenleri, bu kentin çok sayıda seçkin ailesi de artık Ege ve Akdeniz Bölgesine yerleşiyor, onların yerini ise kırsaldan gelenler alıyor.

Şimdi sizlerle, son otuz- kırk yılda nereden nereye geldiğimizi ve neleri kaybettiğimizi paylaşacağım. Bu yazacaklarım, yukarıda çizdiğim olumsuz tablonun kanıtlarıdır.


Kentlilik bilincinin oluşmaması ve sosyal yapının bozulması;

Samsun, tarihler boyu göç almış ve çok değişik medeniyetlere ev sahipliği yapmıştır. Bu da Samsun’u hem ticari, hem de ekonomik yönden bölgenin lider kenti yapmış ve sosyal yaşam yönünden de Türkiye’nin en çağdaş kentlerinin ilk sıralarına taşımıştır. Ne var ki, Samsun sahip olduğu bu özelliklerini sonra ki yıllarda kötü yönetilmesi ile birer birer kaybetmiştir.

Samsun sahip olduğu bu potansiyel nedeniyle, 1960 ve 1980’ li yıllar da özellikle Doğu Karadeniz Bölgesinden yoğun göç almaya başlamıştır.

Kenti yönetenlerin kentlilik bilincini oluşturarak, değişik yörelerden gelenlerin Samsun ile bütünleşmesini sağlayamaması sonucu, bu kenti yeni yaşam yeri olarak seçenler de bu kentle bir aidiyet duygusu oluşmamıştır.

Tam tersine, o dönemlerde kent yönetiminde bulunanların Samsun’u siyasi kazanımlar sağlamak adına giderek artan bölgecilik ve hemşerilik anlayışı ile yönetmesi, Samsunluların birlikte hareket edebilmesinin ortamını yok etmiştir. Bu olumsuz tablo sonra ki yıllarda daha kemikleşmiş ve ilk gelenler bir yana, Samsun’da doğan sonra ki kuşakları dahi Samsun ile bütünleşmemiştir.

Tarım kenti olma özelliği kaybedildi;

Türkiye’nin en verimli iki alüvyon ovasına sahip olmanın getirdiği ürün zenginliğine rağmen, Samsun bir tarım sanayi kenti haline gelememiştir. Yanlış ve kirli yatırımlarla bu ovaların yok edilmesi engellenememiş, bu kent adına siyaset yapanlar da bu yanlışlara seyirci kalmıştır

Bütün kentlere onlarca sanayi kuruluşunun devlet eliyle kurulduğu yıllarda, Samsun’a da tarihinin en büyük sanayi kuruluşu olarak Azot ve Bakır Sanayileri kurulmuştur. Ama bula bula çocuklarımızın geleceği olan ve binlerce yılda oluşan ovanın ortasına kurulmuş ve yıllarca ovayı kirletmiş, Samsunlunun en önemli gelir kaynağı olan tütün üretimine zarar verilmiştir.

Bu yanlışlara günümüzde de devam edilmekte ve ovayı tamamen bitirmenin yanında, bu kentte yaşayanları da kansere mahkûm edecek termik santraller zincirlerinin sıralanmasına göz yumulmaktadır.

Ne yazık ki, tüm bu yanlışlar bizim seçtiğimiz milletvekillerimiz ve kentimizi yönetenlerin suskunluğu altında yapılıyor.

Sanayi kenti olmayı da beceremedik;

Çok çeşitli ürünlerin yetiştiği iki ovanın değerini bilemedik. Tütünümüze sahip çıkamadık. Sigara Fabrikasını kapattık ve dünyaca meşhur tütünümüzün yerine Virginia Tütünü öne çıkartacak yanlışlara alet olduk. Sonunda yeni Sigara Fabrikası’nı da yabancı tekellere bırakarak, tütünümüzün ekimine sınırlamalar getirerek Samsun köylüsünün en büyük gelir kaynağını yok ettik.

Bir meyve suyu veya konserve fabrikası kurarak köylümüzün üretimini teşvik edemedik.

Bu kente can suyu olacak “Teşvik Yasası” Dışında bırakılan tek Karadeniz ili olma aşağılanmasını dahi alkışladık. Teşvik Yasasının kapsamının genişletileceği günlerde, iktidarın Samsun Milletvekilleri hemen hergün Samsunluya müjde vermek için yarışıyordu.

Ne var ki, Sayın Başbakan ve Maliye Bakanı’nın Ticaret ve Sanayi Odası salonun da Samsun’un Teşvik Yasası’nın dışında bırakıldığını açıklarken, aynı milletvekillerimiz ve bu kentin çıkarlarını savunmak için seçtiğimiz belediye başkanlarımız ayakta alkışlıyordu.

STK’ ların o günlerde hazırladığı ve sadece Samsun’un dışarıda bırakıldığını gösteren teşvik haritasına baktıkça, hala bu aşağılanmayı içime sindiremiyorum.

Bu nedenle, kişisel çabalarla kurulmuş bazı diğer sanayi kuruluşlarına da (Cerrahi aletler sanayii, İlaç sanayii, pompa sanayii gibi) Can suyu veremedik.

Samsunlunun en önemli geçim kaynağı olan ticareti de baltaladık;

Üretimin yeterli olmadığı Samsun’da, zaten sınırlı olan ticari piyasayı da kent içerinde açılan AVM’ ler aracılığı ile bu kente ait olmayan firmalara bıraktık. Kent içerisinde ki önemli markalarda bu AVM’ ler açılınca peş peşe kapandı. Ticaretin merkezi olan Mecidiye Caddesi ve Çiftlik Caddesi önemini yitirdi, onlarca dükkân kiralık tabelası astı.

Bunlar olurken bu kenti daha güzel günlere taşımak için oy verdiğimiz kent yöneticileri ve ticaret yapanlara sahip çıkması gereken Ticaret ve Sanayi Odası sadece seyretti.

Samsun ihracatından daha fazla ithal eden, yani tüm olanaklarına rağmen hazır yiyen kent haline geldi.

Samsun, genç kuşağını kaybetti;
Yeni istihdam alanları yaratılamadığı ve olanları da yok ettiğimiz için bu kentin üniversiteyi bitiren gençlerini bu kente getiremedik, getiremiyoruz.

Bu acı gerçek, bu kenti yönetenlere ve bu kent adına siyaset yapanlara çok ağır bir vebal yüklemektedir. Bu kent bu olguyu değiştiremezse, yakın bir gelecekte sadece emeklilerin, devlet memurlarının ve işsizlerin yaşadığı bir kent haline gelmesi kaçınılmazdır.

Bu kent geçmişte ilk on sırada yer aldığı, ekonomik gelişmişlikte, eğitim de ve yaşanabilir kent sıralamasında otuzlu sıraların altına yuvarlanmışsa, hiç kimsenin bunu savunması mümkün değildir.

Bu kentin tek markası olan Ondokuzmayıs Misyonuna sahip çıkamadık;

Hiçbir kentin sahip olmadığı bir Ondokuzmayıs Misyonuna sahibiz ve biz ona sahip çıkmak yerine, Samsun’un tarihi, kültürel ve turizmine katkısı olabilecek bazı simgeleri ( Sülün ve Amazon kadınları gibi) Öne çıkartma veya öyle anlaşılacak yanlışlara düşüyoruz.

Samsun’un en önemli tanıtım organı Samsunspor’a gerekli desteği veremedik;
 
Sevsek de, sevmesek de futbol bugün toplumların en önemli tutkusu haline gelmiştir. İnsanlar bu tutku ile yatıp kalkmaktadır. Ülkemizde de bu tutku, kentleri Türkiye gündemine taşıyan en önemli reklam aracı haline gelmiştir. Bu kentin Türkiye liglerinde ki tek takımı ise, Samsunspor ’dur.

Üzülerek söylemek gerekirse, 2005 yılından sonra Samsunspor başkan bulmakta dahi zorlanmış ve sporla hiçbir alakası olmaması gereken siyasilerin desteği ile zoraki göreve getirilen başkanlarla yönetilmiş bir takım durumuna düşmüştür. 

Ekonomisi güçlü olmayan bu kentte takımı sahiplenecek güçte bir işadamı da çıkmadığı için, kent yöneticilerinin ve siyasilerinin sınırlı desteği ile ayakta durmaya çalışan bir Samsunspor olgusu, bu kentin dramatik durumunun en açık göstergesidir.


SONUÇ;

Bu kent, kan kaybetmektedir. Samsun’un yaşadığı sorunlara ve uğradığı haksızlıklara karşı toplumsal tavır sergileyecek ve seçtiklerini sorgulayacak bir kent iradesi yoktur.

Bu kent, bu kentle özdeşleşmiş Samsuncu olma anlayışını benimsemiş, kendi içerisinden insanları TBMM’ ne gönderememektedir.

Samsun’un kendisine ve sorunlarına sahip çıkacak, bu kente önderlik edecek bir lideri yoktur.

Bu kentte kentlilik bilincini oluşturacak, kentte ki bölünmüşlüğü ve bölgecilik yapma anlayışını giderecek, toplumun tüm kesimlerini kucaklayacak bir lidere ihtiyacı vardır.

İster bu kentte doğmuş olsun, isterse bu kenti sonradan yaşam alanı olarak seçmiş olsun, bu kentte yaşayan herkesin bu kentte yaşamaktan mutlu olmasının tek yolu, bu gerçeği kabul ederek tek vücut olmasından geçmektedir.

Bu kentin insanı olarak herkesin, hemşerilik ve siyasi hesapları bir yana iterek bu kenti ayağa kaldıracak isimleri TBMM’ ne göndermesi ve kent yönetimlerine seçmesi tek çözüm olarak gözükmektedir.

Kent olarak bu iradeyi göstereceğimiz inancıyla, güzel ve sorunsuz, şehitlerin gelmediği bir hafta diliyorum.

/Sadi SUBAŞI
21.03.2016

18 Mart 2016 Cuma

Doğu Karadeniz Arkeolojisinin Keşfi

Eski çağlardan buyana birçok topluluk Doğu Karadeniz bölgesine yağma ya da sığınma amacıyla gelip yerleşmiştir. Yeni gelen topluluklar öncekilere üstünlük sağladıklarında zorunlu nüfus hareketlerine neden olmuş, yerli halk kendilerini güvende hissedebilecekleri, yüksek dağlık veya derin vadilere çekilmek suretiyle varlıklarını devam ettirebilmiştir. Kaçmaya zaman bulamayan kitleler veya yeni iskân alanı bulamayanlar büyük oranda asimile edilmişler, yeni gelen güçlü halka kaynaşarak daha da güçlenmesine katkıda bulunmuşlardır. Romanın bölgeye hâkim olmasıyla yeni yerleşmeler ve nüfus içten veya dıştan gelen kavimlerin göç hareketleri sonucu değil İmparatorluğun uyguladığı doğu sınırlarını emniyet altına alma politikalarına göre şekillenmeye başlamıştır. Bir yandan Roma'nın hâkimiyetini sağlamak için sürdürülen askeri harekât ile diğer yandan doğudan İran ve Karadeniz'in kuzeyindeki Got ve Hun gibi kavimlerin akınlarından korunmasına yönelik faaliyetler bölgenin nüfus yapısında değişikliklere, asırlar boyu süren çekişme alanı içinde olması ise tahribatlara neden olmuş, Roma ile İran'ın asırlar süren rekabetiyle bölgedeki istikrar tamamen kaybolmuştur. Bu gün Doğu Karadeniz bölgesindeki birbirini takip eden çok sayıda ki garnizon kale o günlerin hatırası olarak bugüne şahitlik etmektedir.

Doğu Karadeniz'in eski halklarıyla ilgili en eski bilgileri Karyalı Skylax, Arrianus, Heredot, Strabon ve Ksenophon’dan öğrenebilmekteyiz. Bölge halkı ve sosyal yaşamları ile ilgili verdikleri bilgilerde hemen tüm seyyahlarca abartıya kaçıldığı muhakkaktır. Karyalı Skylax Yunan denizcisi ve coğrafyacısı olup Pers hükümdarı I.dara tarafından İndus nehrinin bir kısmını keşfetmekle görevlendirilmiş, adını taşıyan Periplus' u (deniz seyahati) MÖ.508 de kaleme almıştır. Flavinus Arrianus (M.S. 95–175) Yunan tarihçi ve filozof olup Roma imparatoru Hadrianus tarafından Kapadokya valiliğine atanmış, Karadeniz sahilleri hakkında bilgi veren ve bir bölümü imparatora yazdığı raporlardan oluşan Periplus'u kaleme almıştır. Ksenophon Atinalı filozof ve tarihçi olup Anabasis (Sefer) adlı eseri, Heredot kendi adıyla anılan tarih kitabını, Amasyalı Strabon Anadolu Coğrafyasını kaleme alarak bölgenin tanıtılması konusunda ki temel kaynakları oluşturmuşlardır.

Skylax'a göre Rize çevresinde batıda Bechireler, Çayeli bölgesinden doğuya, Pazar bölgesi ve Furtuna deresine kadar olan bölgede Ekekheirieler, Ardeşen, Arhavi, Hopa bölgesinde Byzerler ve Byzerlerin doğusunda, Batum bölgesinde de Kolkhlar oturmaktaydı.

Bechire bölgesinde Bechire limanı ve Bechire şehri (Rize) vardı. Ekekheirielerin bölgesinde ise Pazar bölgesinde Odeinus ve Limne şehri vardı. Odeinus’a adını veren Odena halkı Kafkas menşeli idi. Skylax Bechirelerin batısında oturan halkı Macrokephalesler olarak tanımlamaktadır ki bu halk Ksenpohon'un Makronlarıdır. Trabzon’un Macrokephaleslerin bölgesinde bir şehir olduğundan bahisle bunların batısındaki halkı Mossynoikler olarak bildirmektedir. Skylax’tan bir asır sonra Ksenophon 'un Trabzon civarında oturan halkı Kolkhlar olarak adlandırması nüfus hareketlerini ve halkların kaynaşmasını göstermesi açısından önemlidir. Skylax’ın Mossynoikler 'in memleketini Zephiros limanı ile Giresun /Ares adasının bulunduğu bölge olarak tanımlar.

Bölge hakkında bilgi veren bir diğer Periplus'da MS.131–132 yıllarına tarihlenen Arrianus Periplus’udur. Arrianus Solaklı deresinin doğusundan Furtuna deresine kadar olan bölgenin Machelonlar ve Henoikler tarafından iskân edildiğini belirtir. Bölgenin batısında Machelonlar, doğusunda ise birçok aşiretten meydana gelen Henoikler bulunmaktadır. Henoiklerin doğusunda Zydritler ve onların kuzeyinde Lazlar bulunuyordu. Henoiklerin arkasında Hazar denizi sahillerine kadar olan bölgede oturan halkın at eti ile beslendiğini bildirmektedir.

Ksenophon ( MÖ.430–355 ),Anabasis (Sefer) adlı eserinde Pers İmparatorluğunun Batı Anadolu Valisi Kyros’un, babası II. Dara’nın ölümünden sonra tahta çıkan kardeşi II. Atrakserkes’e isyan ederek bir ordu toplayıp M.Ö. 401 de Sardes'ten yola çıkarak Anadolu'yu geçip Babil yakınlarındaki Kunaksa'da Pers İmparatorluk ordusuna yenilmesi ve Kyros'un öldürülmesinden sonra başıboş kalan On bin kadar Helen paralı askerin ülkelerine dönüş hikâyesini anlatmaktadır.

Kunaksa yenilgisinden sonra ülkelerine dönmek üzere yola çıkan Helen askerlerinin komutanları yolda öldürüldüğü için aralarında seçtikleri komutanlarla birlikte orduyu yöneten Ksenophon kayda aldığı İran Seferi notlarında ordunun başından geçen önemli olayların yanı sıra geçtiği bölgelerde yaşayan halklar konusunda da bilgi vermektedir.

Ksenophon Bayburt Ovasında İskitlerin memleketine girerek, şehri yağmadan kurtardığı için yöneticisinin çok akıllı olduğunu ifade ettiği Gymnias'a ulaştıklarını ve buranın rastladığı ilk şehir olduğunu bildirir. Yönetici onlara verdiği kılavuzla beş günde denizi görebilecekleri yere götüreceklerini söyleyerek kısa sürede kendi topraklarından çıkmalarını sağlamıştır. İskit Kılavuz yolu uzatarak orduyu Soğanlı dağlarına çıkarmış, bu dağların tepeleri ve kuzey yamaçlarında yaşayan düşmanlarının yaşadığı bölgeden geçirtmek suretiyle köylerini yağmalatmıştır. Denizin görüldüğü Thekes (Madur) dağına ulaştıktan sonra ertesi gün İskitlerin memleketini Makronların memleketinden ayıran ırmağa (Karadere) ulaşılmıştır. Eski Çağın ünlü coğrafyacısı Amasyalı Strabon (MÖ.64-MS 21) Geographica adlı eserinde Trabzon'un üst tarafında doğudan batıya doğru Moskhia dağları, Skydises/İskit dağı Samsun bölgesine kadar uzanan Paryados dağlarından bahseder. İskit dağı Maçka'nın güneydoğusunda yükselen Kolat dağlarıdır.

Demirkapı köyünün güneyindeki Homeze yaylası yolu üzerinde yer alan Tekneler mevkiindeki kalıntılar o günlerden günümüze ulaşan yerleşme izleri olarak değerlendirilebilir. Devasal blok taşlar, firizler, çokgen formda yontulmuş sütunlarla geniş bir alana yayılmış olan kalıntılar yoğun ve kontrolsüz bitki dokusu altında kalmış olup bir bölümü hala görülebilmektedir. Geniş ve düzgün bir hat çizen ve zamanında oldukça işlek bir ticari kervan yolu olduğu gözlenen yol üzerindeki devasal yerleşmenin detaylı incelemeler sonucu adının da ortaya çıkabileceği ifade edilebilir. Yazıları yosunlar ve yağışlar nedeniyle silinme aşamasına gelmiş taşların incelenmesi neticesi yerleşmenin ve dolayısı ile kuruluş ve yıkılışı arasındaki tarihsel süreçte ortaya çıkacaktır. Büyük blok taşların harç kullanılmadan birbirine geçirilmek suretiyle birleştirildiği, taş boyutlarının ise oldukça büyük olmalarından korunaklı bir kent-köy ortamı sağladığı anlaşılmaktadır. Taşların altında kalan yerleşmeye ait seramik vb. buluntuların ele geçmemesi yaşananlar ve bölge halkının kültür-sanatı hakkında daha detaylı bir bilgi edinmeyi engellemektedir.

Tekneler mevkiinde yer alıp sahil-iç bölgeler arası ticaret ağının önemli bir güzergâhında olup zengin bir yerleşme olduğu şüphe götürmeyen kentin Ksenophon ve ordusunun yağma hedefi içinde kalması kaçınılmazdır. Ksenophon ve On Binlerin geçiş yolunun bölge halkı tarafından Homeze yaylasına ve Yusuf Eline gidişte hala kullanılmakta olan bu yol olması muhtemeldir.

Heredot Pers imparatorluğunun 19.satraplık bölgesindeki halklar arsında saydığı Moskhiler'i MÖ.480 de Yunanistan üzerine sefere çıkan Pers imparatoru Kserkes'in ordusunda bölgenin diğer halklarıyla birlikte, ağaçtan yapılmış başlıklar, kalkan ve ucu sivri saplı mızraklarla donatılmış olarak bulunduklarını kaydetmektedir. Ksenophon'un bu halktan söz etmemesinin nedeni halkların isimlerinin anıldıkları adlarla değil kendi koydukları isimlerle anılması ya da Ksenophon'un geçtiği bölgelerde bu halkla karşılaşılmaması olabilir. Strabon'un yukarı Kolkhis bölgesindeki Moskhia dağlarından bahsetmesinden hareket ederek onları Doğu Karadeniz dağlarının güneyi ve Bayburt'un doğusuna düşen bölgenin halkı olarak tanımlayabiliriz.

Strabon, MÖ.400 de bu bölgeden geçen Ksenophon'un Mosynekler dediği halkın Heptakomentler olduğunu bildirir. Strabon Trabzon'un güneydoğusunda Heptakomentler tarafından işgal edilmiş Moskhia dağları, bu dağlarla birleşen İskit dağı ve Trabzon'un batısından Samsun'a kadar uzanan bölgeyi meydana getiren Paryadros dağlarında yaşayan insanların tamamıyla vahşi fakat Heptakomentlerin daha da kötü olduğunu ifade etmektedir. Mossyn denilen ahşap kulelerde yaşayan bu insanlar daha eski devirlerde Mosynekler olarak adlandırılmıştır. Vahşi hayvan eti ve ceviz yiyerek yaşarlar, kulelerinden atlayarak yolculara saldırırlar. Heptakomentler Romalı komutan Pompeidus'un ordusu dağlık ülkeden geçerken ağaç sürgünlerinden elde edilen deli balı kâselerle yol üzerine bırakmışlar ve askerler bunu yiyip de bilinçlerini kaybedince onlara saldırarak üç Roma bölüğünü yok etmişlerdir. Bölgenin Anzer balı ününü hala korumaktadır. Strabon Roma birliklerin hangi yolu izlerken saldırıya uğradığı konusunda bilgi vermez ancak olay Pompeidus’un Kırım’a geçen Pontos Kralı VI. Mithridates’i (MÖ.121–63) yakalamak için yaptığı takip esnasında gerçekleşmiş olabilir. Birliklerin bölgeden geçiş yolu hakkında net bilgi olmayıp Ovit Dağı geçidi araştırmacılarca kabul görmekle birlikte Demirkapı köyü,Tekneler mevkiindeki kervan yolunun bu geçişe sahne olan mevki olma ihtimali kuvvetlidir.Geniş bir alana yayılan kent kalıntısı bölgede büyük olayların yaşandığının habercisidir.Bu gün Erzurum karayolu olarak kullanılan ve Demir Kapı Köyüne uzak mesafede olmayan Ovit geçidi adını bölgede yaygın olan Arı'dan almıştır.Coğrafyada çok sayıda yabani arı petekleri olması Arı Dağı anlamındaki Ovit Dağı adının kullanılmasına neden olmuştur.Heptakomentlerin Romalı askerleri saf dışı etmek için yolların üzerine bıraktıkları balın ilk çağlarda bölgede doğal olarak bulunan,1960'lı yıllara kadar yaygın olarak tarımı yapılan ve tarih boyunca bölgedeki tekstil sanayini temelini teşkil etmiş olan kendir bitkisinden arılarca alınan polenlerle yapılan balın bal tutmasına yol açtığı bilinmektedir.Strabon'un verdiği bilgiler ışığında Heptakomentlerin Trabzon'un doğusunda,Rize'nin güneyinde kalan Moskhia dağları üzerinde bugün İkizdere bölgesinde yaşadıklarını söylenebilir.Bölge de bakır,demir ve mermer yatakları olup önceden işletildikleri bilinir ayrıca termal maden suyu yatakları da mevcuttur.

Dağlık Doğu Karadeniz yerleşmelerinin tarıma elverişli olmayan derin vadileri, sık ormanları, sayısı bir hayli fazla olan dereleri, bol yağışı ve dik yamaçları nedeniyle insan yaşamını zorlaştırıcı birçok unsuru bir arada bulundurur. Bu nedenle sık sık yağmacı ve sığınmacıların baskılarına maruz kalır. Nüfus hareketi barış-savaş-ekonomik etkenler doğrultusunda süreklilik gösterir. Otokton olarak kabul edilebilecek grupların kültürlerinde paralellik görülür ve bu kültürün köklü bir geçmişe sahip olduğu Dikkaya Kalkolitik-Tunç? Demir çağı yerleşmeleri ve Hisarcık köyü Kale-i Bala çevresindeki Tunç-Demir Çağı arkeolojik verileriyle desteklenmektedir. Adlarına genellikle M.Ö.6.yüzyıl kaynaklarından itibaren gördüğümüz kavimlerin yaşamlarındaki benzerlikler nedeniyle hem isim hem de yayılım alanları konusunda çelişkiler ortaya çıkmaktadır. Bu çelişkiler antik çağ yazarlarının da dikkatinden kaçmamıştır ve bunu en açık ifade eden de Coğrafyacı Strabon'dur. Amasya'lı Antik Çağ Yazarı Strabon eski yazar ve seyyahların bölge halklarına kendilerini andıkları isimlerden başka isimler vermesini ''bu isimler Hellanikos ve Heredotos ve Eudeksos tarafından bize zorla kabul ettirilmiş '' şeklinde açıklamaktadır. Ksenophon Giresun'un batısında yaşayan halkı ağaçtan yapılmış evlerde oturdukları için Mossynoik olarak tanımlarken kendisi Rize'nin güneyine düşen dağlarda yaşayan halkın ahşap evlerde oturdukları içi eskiden Mossynoik olarak adlandırılan halk olduğunu düşünmüştür ve hala Karadeniz halkı çoğunlukla iklim ve bitki örtüsüyle ilişkili olarak ahşap evlerde oturmaktadır. Karadeniz bölgesi ahşap evleri, ahşap sergenleri ve ahşap Camileriyle hala Sanat Tarihinin en özgün örneklerinin yaşandığı ve yaşatıldığı bölge olarak önceliğini korumaktadır. İlkçağ yazarlarının bölgenin coğrafi şartlarından ötürü bölgeyi ve yaşayan halkları yakından tanımaları mümkün olmadığından duyumlarla yapılan aktarımlara da yer verdikleri düşünülebilir. Trabzon'un güneydoğusunda yer alan Moskhia dağlarının üzerinde yaşayan bu halka verilen Heptakomentler adı ''Yedi köylüler '' anlamında olup Demir Kapı köyünde tespit edilen yerleşme bu yedi köyden birisi olabilir. Çünkü Demir Kapıya yakın mesafedeki İkizdere ilçesinin bulunduğu bölgenin Osmanlı kayıtlarında da Yedi köyler anlamına gelen Kuray-i seba olarak anıldığı bilinmektedir.

Karadeniz'de Heptokomentler dışında Makronlar, Kolklar, Driller, Mossynoikler, Khalybler, Tibarenler bulunmaktadır.
        
Makronlardan Ksenophon, Heredot, Skylax ve Strabon bahseder. Pers imparatorluğunun 19.satraplık bölgesinde yaşadıkları ve vergi ödedikleri bilinir. Heredot Makronların sünnet olma adetlerinden bahseder. Heredot MÖ.480 de Pers kralı Kserkes komutasındaki Yunanistan seferine çıkan İran ordusunda bulunan birlikler arasında Makron askerlerini de sayar. Bu seferden 80 yıl sonra (M.Ö.401) Ksenophon Makronlar ülkesine girerken sağ tarafda (polut dağı) dik yamaç, solda ise aşılması gereken sınır ırmağından ve Makronlarla Helenler arasında mızrak alınıp verilmesiyle sağlanan antlaşma ile onları Kolkhların sınırına kadar götürmelerinden bahseder. Strabon ise Trabzon dağlarında yaşayan Sanni-Tzan-Canların eskiçağlarda Makronlar adıyla anılan halk olduğundan bahseder. Makronlar Of-Yomra arası sahil ve vadilerde yaşamış olup doğuda sınırları İyidere' ye kadar uzanmaktadır. Hayvancılık ve tarımla uğraştıkları, yün ya da kıldan yapma elbiseler giydikleri, örme kalkan ve mızraklarla silahlandıkları ve ticaret yaptıkları bilinmektedir.

M.Ö.8. yüzyılda Urartu kaynaklarında Kolheti devletinden bahsedilmektedir. Heredot MÖ.488 de Perslerin Yunan ve İskit seferi sırasında Pers müttefikleri arasında Kolkhlardan bahsetmektedir. Ksenophon MÖ.400 lerde geçtiği Trabzon ve çevresinden bahsederken buraların Kolkhların memleketi olduğunu bildirmektedir ve Trabzon yakınında 30 gün konaklayan On Binlerin 30 gün boyunca Kolkların memleketini yağmaladıklarından bahseder. Yunanlılardan çok önce ticaret amacıyla Karadeniz’e gelen Ak Denizli tacirlerden Fenikelilerin Kolkhis'lilerden kırmızı boya, kurşun, kehribar, balık, el sanatları ürünleri aldıkları MÖ.7.yy.dan sonra Kolheti kültürünün İskit kültürüyle etkileşime girdiği arkeolojik verilerdeki paralelliklerden anlaşılmaktadır. Kendir bitkisinden elde ettikleri keten kumaş ve bezlerle eski çağların önemli tekstilcilerinden oldukları bilinmektedir. Bu gün hala değerini koruyan Rize Bezi ve Samsun İkiztepe höyüğündeki tunç çağının çok sayıdaki dokuma tezgâhı atölyesi Karadeniz dokumacılığının dünü ve bugünü konusuna ışık tutacak yeterli metaya sahiptir.

Heredot, Kolkların Mısırlılar ve Ethiopialılar gibi sünnet olduklarını belirterek yaşayış ve dillerindeki benzerlikten yola çıkarak Mısır kökenli olduklarını söyler. Ağaçtan yapılmış başlıklar, tabaklanmamış deriden yapılmış kalkan, kısa mızrak, eğri kılıç ile donanmış olarak Kserkes'in ordusunda Yunanistan seferine katılmışlardır.19.satraplık bölgesi halkları ile birlikte Pers imparatorluğuna vergi ödemektedirler. Arrianus Of nehrinin Kolkların memleketi ile Tzanlar /Sanniler/Canların memleketi arasında sınır teşkil ettiğini yazar. Arrianus’un periplosunda Of-Solaklı deresinin doğusunda kalan toprakların Kolkların ülkesi olarak belirtmesi, MÖ.400 de Trabzon'a ulaşan Ksenophon'un ise Trabzon ve Giresun'u Kolkların memleketi olarak tanımlaması aradan geçen beş asır içinde Kolkların doğuya doğru çekilmek zorunda kaldığını göstermektedir.

Roma imparatorluğunun Kapadokya valisi Arrianus ''Ksenophon'un çok savaşçı ve Trabzon'luların düşmanı diye tabir ettiği Driller bence Tzannilerdir '' demektedir. Silahlarla donatılmış yerlerde yaşıyorlar ve kralsız bir halk olarak Romalılara haraç veriyorlar. Driller, Canlar ve Makronlar aynı topluluk olabilir. Doğu sınırları İyidere'ye kadar uzanmaktadır. Dağlık, yolsuz bölgede yaşayan Diriller On binlerle savaşırlar ve bölgenin en savaşçı halkıdırlar. Savaşçılar örme kalkan, mızrak. Dizlikler, Paphlagonya tolgaları kullanmaktadırlar. Roma ve Bizans dönemi kaynaklarında da Driller Trabzon'un güneyindeki dağlarda yaşayan ve Trabzonlulara amansız düşman bir halk olarak geçer.

Mossyn denilen ağaçtan yapılmış ev ve kulübelere oturdukları için Mossynoikler olarak adlandırılan halk Giresun’un batısındaki topraklarda yaşıyorlardı. Krallıkla yönetilen bu halk doğu-batı olarak iye bölünmüş olup birbirlerine düşmandırlar. Heredot’a göre 19.Pers satraplık bölgesinde olup Yunanistan seferine katılmışlardı. Ksenophonun verdiği bilgiye göre Balıkçıdırlar. Müstahkem mevkilerle korunan 10–12 k.m. mesafe aralığıyla şehirleri vardı. Eski kaynaklarda madencilikle ünlü oldukları belirtilen Khalyblerin Mossynoiklerin uyruğunda olduğundan bahsedilir. Bakır, sarı, pirinç gibi madenleri işlemektedirler.

Heredot İran - Yunan savaşlarında İran tarafında sefere katılan Khalyblerin savaşçılarının öküz köselesinden yapılma kalkanlar ve kurt avlamakta kullanılan çeşitten ikişer mızrak taşıdıklarından bahseder. Başlarını pirinçten metal tolgalar korumaktadır ve tolganın üzerine de yine pirinçten öküz boynuzları takıp, kulaklarına şerit bağlar sardıkları yine Heredot tarafından bildirilmektedir. Ksenophon Anabasis'de Giresun ve Ordu arasındaki dağlık bölgede yaşayıp Mossynoiklere bağlı olan Khalybler’in demir madenciliğinde ilerlediklerinden bahseder. Savaş kuşamlarıyla On Binlerin dönüşünde Helenleri uğraştırdıkları da anlaşılmaktadır. Ksenophon Zırhları ketendendi ve karınlarına kadar iniyordu. Zırhlarının etekleri sıkı bükülmüş iplerden yapılmıştı. Dizlik ve tulga taşıyorlardı. Kemerlerinde hemen hemen lakonia kılıçları büyüklüğünde bir harp bıçağı sokulu idi. Düşmanları kendilerini görebilirse türkü söylüyorlar ve dans ediyorlardı. On beş kol uzunluğunda ve tek uçlu birer mızrakları vardı. Kasabalarında bekliyorlardı ve Helenler geçince hemen arkalarına düşüyor, boyuna dövüşüyorlardı. Müstahkem yerlerde oturuyorlardı. İç kesimlerde demirciyken sahile yakın yerlerde çelik yaparak bunu Yunanlılara da öğreten Khalybler'dir diye bildirmektedir. Yunanlılara demir-çelik işleme sanatını öğreten Khalybler İskit veya onlardan önce bölgeye gelmiş Kimmer boylarından olabilir. Demircilik ve çelikle uğraşmaları Orta Asya Ata yadigârı madenciliğimiz ve maden sanatımızı, savaş türküleri söylemeleri ise Mehteri hatırlatmakta olan Khalybler' le ilgili kapsamlı araştırma yapılması faydalı olacaktır.        
     
Heredot'un, Pers imparatorluğunun 19.satraplık bölgesinde yaşayıp Yunanistan seferine katıldıklarını belirttiği Tibarenler daha sonra Amasya-Kastamonu-Sinop bölgesinde kurulmuş olan Pontos devletine katılacak, Anadolu'yu Roma işgaline karşı ayaklandıran Pontos kralı Mithridates? Romalı Pompedius mücadelesinde Roma ordusunu epeyce uğraştıracaktır.

Kunaksa yenilgisinden dönerken bölgeden geçen Helen paralı askerlerinden oluşan On Binlerin Makronların, Kolkhların ve Mossynoiklerin ülkesinden geçerken tercümanlar vasıtasıyla anlaşmalarından Helen kolonistlerin dillerinin ve dinlerinin henüz yayılmadığı anlaşılmaktadır. Roma döneminde sınır güvenliği sağlama amaçlı iskân politikası ve takip eden yıllarda bölgede Hiristiyanlığın yayılarak Yunancanın Bizans'ın resmi dili haline gelmesi, henüz Müslüman olmamış Kuman Türklerinin askeri desteğiyle Trabzon'da devlet kuran Komnenos hanedanının faaliyetleri bölge otokton halkları üzerinde süreklilik gösteren bir baskı oluşturmuştur. Kilisenin getirdiği din ve mahalli etkili dil Rumlaşma-Romalılaşma sürecini hızlandırmış, otokton halklar zaman içinde kendi dil ve kültüründen uzaklaşıp asimile olarak öz kimliklerini yitirmiştir.

*Emine YILMAZ-Müze Araştırmacısı – SAMSUN 2010
( Yazı Rize Müze Müdürü iken - Kasım 2007 de hazırlanmıştır)

14 Mart 2016 Pazartesi

Olaylar Olaylar Mevzu Çarşamba

Çarşambalı oyuncu ve senarist Sadi Celil Cengiz'in senaryosunu yazıp başrolünü üstlendiği ve bir kısmı Çarşamba'da çekilen Olaylar Olaylar filmi bu Cuma vizyona giriyor. Samsunlular olarak uzun zamandır tatmadığımız bir keyfi yaşayacağız demektir bu. Çünkü Samsun'u konu edinmek ya da Samsun'da çekilmek şöyle dursun, Samsun'a ucundan kıyısından değinen filmlerin sayısı maalesef bir elin parmaklarını geçmez.

70'lerde çekilen, Orhan Gencebay'ın  bir kaç sahnesi Saathane civarında geçen ve Samsun'dan bir kaç kare görüntü sunan "Bir Araya Gelemeyiz" ve Yıldıray Çınar'ın Derecik Mahallesi'nde çekilen "Çarşambayı Sel Aldı" filmleri bunlar arasında en bilenleri. Bir de geçtiğimiz yaz vizyona giren Karayel Poyraz filmi var. Levent İnanır'ın yönettiği ve tamamı Samsun'da çekilen film maalesef Samsun'da beklediği ilgiyi görmedi. Bir hafta kaldı kalmadı vizyonda. Silindi gitti. Tabi filmin başarısızlığının yanında, sadece Konak Sineması'nın 6. Salonunda gösterilmesinin de bunda etkisi var. 6. Salonu biliyorsunuzdur. Bilmiyorsanız hala çok şanslısınız.

Konak'ın o meşhur ve tarihi büyük salonunun kapitalist bir zihniyetle ufak salonlara bölünmesinden türeme bir odacık. Salon demeye dilim varmıyor. Ufacık bir odaya sığdırılan 20 tane sinema koltuğu renksiz bir sahne son derece dandik bir ses sistemi ile alın size sonsuz bir sinema keyfi! Konak Sineması yönetimi tarafından pek beğenilmeyen daha doğrusu pek gişe yapmayacağı öngörülen filmler bu salonumsu odada gösteriliyor ve genellikle bir iki hafta içinde gösterimden kaldırılıyor.   
Nice filmleri harcadı o salon.

Senaryosunu Samsunlu dostum Sefa Demir'in yazdığı Figüran filmi de bunlardan biri. Elbette bu filmlerin bir sanat eseri olduğunu sırf salon kötü diye beklediği ilgiyi görmediğini iddia etmiyorum.  Ancak içinde Samsun olan ya da Samsunlu bir senarist veyahut yönetmen tarafından yaratılan bir film - ticari kaygılar bir yana bırakılarak - en azından bir Samsun sinemasında doğru dürüst bir salonda gösterilmeyi hak ediyor diye düşünüyorum. Umarım Olaylar Olaylar 6. Salona mahkum olmaz. Tabi ki sadece salon değil beklentim.

Kültürüyle, tarihiyle, ağzıyla, kelime dağarcığıyla, deyimleriyle, kıyafetiyle, insanıyla bir derya olan, sanat ve bilim dünyasına Ali Fuat Başgil, Yıldıray Çınar, Ferhan Şensoy gibi bir çok değer armağan eden  memleketim Çarşamba'nın en güzel şekilde temsil edildiğini umuyorum. Son dönemde yaptığı çalışmalarla Çarşamba'ya gösterilen ilginin mimarlarından olan "Çarşamba çocuğu" Sadi Celil Cengiz'in bunu başarmış olduğuna inancım tam. Velhasıl kelam, bu Cuma "siğide siğide gidiğim filmi izlemiğ" Saygılar!

/Emre SEVEN
14.03.2016
http://www.hedefhalk.com/olaylar-olaylar-mevzu-carsamba-604889yy.htm

13 Mart 2016 Pazar

Tekkeköy Gerçeği -3

İstanbul’da tıp fakültesi yıllarında ‘’Fikri Takip’’  üzerine fikir alışverişlerimiz olmuştu. Çapa kantininde bu konuda yaptığımız münazara dün gibi aklımda. Sanırım Aydın Engin’in bir yazısında: ‘’Fikri takip… Bu bizim mesleğin amentülerinden biridir. Pek az uyulan amentülerinden biri. Bir haberi vermek yetmez, sonrasını izlemek gerekir.’’ Diye bahsetmişti. 24.Mayıs.2015 te bizim gazetede yayınlanan yazımda:

Tekkeköy’ü karış karış bilirim. Son zamanlarda dostlarım, tanıdıklarım ve hastalarım veya onların yakınlarının solunum sistemi ve kalp hastalıklarına yakalandıkları haberlerini alıyorum. Kanser olguları haberleri çok sıklaştı. Hava Kirliliği sorunu, başta Termik Santraller olmak üzere sanayi tesislerin olumsuz etkisi yıllardır konuşuluyor. Bu konuda bilimsel raporların sayısı 10 ‘unu geçti. Resmi olarak TÜİK Hava istatistikleri bakarsanız, Tekkeköy’ü ve orada yaşan insanlarımızı nasıl bir tehlike yaşadığını görürsünüz.

Genel olarak havadaki kirleticilerin sağlığa etkileri şöyle toparlanabilir;
*Solunum fonksiyonlarında bozulma
*Solunum sistemi hastalıklarında artış
*Kronik solunum sistemi hastalığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde artış
*Kronik kalp hastalığı olan kişilerin hastalıklarının alevlenmesinde artış
*Kanser insidansında artış
*Erken ölüm insidansında artış

Ekolojik sağlık karşısındaki en büyük düşman olarak sayısız hain vardır: aydınlamacı akıl, türcülük (speciesism), modernite ve modernleşme, bilimsel/teknolojik rasyonellik, materyalizm (hem dar hem geniş anlamıyla), teknolojik gelişme (ilerleme), çok uluslu şirketler (özellikle petrol alanında), dünya bankası, ataerkillik, kapitalizm, serbest piyasa, özel mülkiyet, tüketicilik (çoğunlukla sözüm ona kuş beyinlice olanından), devlet iktidarı, emperyalizm, müdahalecei ve akılcı olmayan bürokratlar, askeri-sinai kompleksler, cehalet, umursamazlık, küstahlık, miyopluk, akılsızlık ve benzerlerinin her biri veya bazı kombinasyonları. (Harvey, 2011, s:264.)

Teknoloji, bir kere kar ve verimlilik kaygılarına tabi “teknik” bir mesele olarak görülmemeye başladıktan sonra farklı kaygılar (karşılıklı tanıma, emeğin özgürce seçimi, bütünün parçası olma, yeterlilik, organik ilkelere uygunluk, vb.)  ön plana çıkacaktır…

Ekolojik üretimde teknoloji meydana getirmek ve teknolojiyi kullanmak, daha çok ekosistem oluşturma ve ekosistemlere katılma hedefiyle yürütülen işlerdir. Teknolojinin toplumsal düzenleyicisi, … Kullanım değerlerinin artırılması, buna bağlı olarak ihtiyaçların yeniden inşa edilmesidir. (Kovel, s:274)

Sermaye teknolojiyi, unsurlarından biri olduğu toplumsal ilişkilerin bütününden yalıtmak ister. Ekolojik üretimse işin içine teoriyi de katar ve onun en büyük kaygısını karşılıklı bağlantı alanlarının tamamı oluşturur. Dolayısıyla, bir makinenin veya tekniğin ekosistemlerin hayatına tümüyle katıldığını görmeye başlamak demek, onu mübadeleden ayırmaya ve gerçekleşmiş bir kullanım değeri oluşturmaya başlamak demektir. Ekolojik söylemde buna “uygun teknoloji” denir; doğayı insani yollarla sahiplenmemizi sağlayan bir teknolojidir bu. ((Kovel, s:275)

Sonra bir politikacı açılıyor? Samsun’a toplam bin 150 yataklı şehir hastanesi yapılacak. Şehir hastanesinin içinde 100 yataklı yüksek güvenlikli adli psikiyatri, 150 yataklı fiziksel tıp ve rehabilitasyon, 300 yataklı kalp damar cerrahisi ve göğüs hastalıkları, 200 yataklı onkoloji, 400 yataklı kadın doğum ve çocuk hastalıkları bölümleri olacak.

*Tekkeköy’de yıllık kanser olan kişi sayısı nedir?
*Tekkeköy’de çocuk solunum enfeksiyonları niçin iyileşmiyor?
*Tekkeköy’de özellikle Selyeri civarında KOAH sıklığı nedir?
*Tekkeköy’de solunum hastalıkları sıklığı nedir?
*Tekkeköy’de Pnömoni sıklığı nedir?

Bu sorulara cevap veremezsek, buna yönelik çalışmalar yapmazsak, bunlara neden olan Termik santralleri kaldıramazsak, yani koruyucu sağlık hizmetlerini sunamazsa,  Çevre-İnsan-Hastalık üçgenini kavrayamazsak daha çok HASTANE yapım haberi alırız.

/Cem ŞAHAN
13.03.2016

12 Mart 2016 Cumartesi

Lojistik Köy de Mahkemelik

Bir şehir düşünün..!’ Vurulan her kazma mahkemeye taşınsın. Bu şehir Samsun. Kuş cenneti daha önce mahkemelik olmuştu. Sahil yolu zaten dava konusu. Valinin ‘’O vatandaşı kornalatın’’ dediği Adnan Menderes bulvarındaki trajik komik durum hala düzeltilmeyi bekliyor biliyorsunuz. Vali’den güç alan bizim Samsun Büyükşehir Belediyesi, o gülünç durumu düzeltmek için bir adım atmak yerine, vatandaştan fedakarlık bekliyor. Arsa bedavaya kapatılmak isteniyor.

Ve fakat Gelin görün, vatandaşın tapulu mülkünden para ödemeden yol geçiren Büyükşehir Belediyemizin yöneticilerinden bazıları ve onların yakınları ‘Gökdelen Kule’den daire kapmak için adeta yarışmışlar. Saathane’deki rezaleti hatırlatmaya gerek var mı bilmiyorum. Kazdıkça tarih fışkıran Saathane Meydanını, kale surları üzerine yapmışız. Meydanının oluşturulduğu tarihlerde kültürel mirasımızla ilgili bilincin henüz oluşmadığını söyleyenler olabilir ama o kale burçları üzerine iş hanı konuşlandırılırken, bu bilinçten yoksun olduğumuzu söyleyemez kimse. Bütün bunlar. ‘’Ben yaparım olur’’ anlayışının bir sonucudur aslında. Samsun’da son olarak Lojistik Köy de mahkemelik olmuş.

Lojistik Köy projesi Hasan Basri Güzeloğlu’nun Samsun Valisi olarak görev yaptığı dönemde gündeme gelmişti. Büyükşehir Belediyesi lojistik köyün Toybelen tarafında kurulmasını istiyordu ama bu konuda bilgilerine benim de inandığım Atilla Yıldıztekin’in önerisini doğru bulan Eski Valimiz Hüseyin Aksoy’un talimatıyla lojistik köyün Aşağıçinik’in merasında kurulması kararlaştırılmıştı. Aşağıçinik doğumluyum ben. Çocukluğum o köyde geçti. O nedenle merada bizim ‘Sarı Öküz’ü çok defa otlatmışlığım vardır. Meralar, köy tüzel kişiliğine kayıtlıdır. Köyün ortak malıdır yani. Köylülerin onayı alınmadan meralara el konulamaz, üzerinde hiçbir kurum ve kuruluş tasarrufta bulunamaz.

Buna rağmen TSO tarafından ‘Ot Parası’ adı altında bir bedel ödenerek bizim meraya el konulmuştu. Önceki akşam arayan Serkan Lay, meraya el konulması nedeniyle Samsun Valiliği ve Büyükşehir Belediyesi aleyhine, yürütmenin durdurulması istemiyle açtıkları davayı kazandıklarını ama çalışmanın buna rağmen devam ettiğini söyledi. Bizim şehri yönetenler de mahkeme kararlarını tanımıyorlar galiba. Oysa mahkeme kararları herkesi bağlar. Bunlar neden bizim şehirde oluyor? Bu ‘’Ben yaparım olur’’ anlayışı sanırım bir bilene, yani uzmanlara danışma kültürünün eksikliğinden kaynaklanıyor olmalı. Yöneticilerimiz bundan vazgeçer mi? Her seferinde duvara tosluyorlar olsalar da bunun olacağını sanmıyorum.

/Ragıp GÖKER
12.03.2016

11 Mart 2016 Cuma

Sadi Celil Cengiz Ve Çarşamba Filmi "Olaylar Olaylar"

Sanatsal etkinlikler ve üretimler üretildiği kültürün tarihsel derinliğinin hazineleridir. Çarşamba orta Karadeniz’in en önemli kentlerinden biridir. Verimli alüvyal ovaya sahip olmasının yanında farklı kültürlere ev sahipliği yapması açısından da önemli bir demografik zenginliğe sahiptir.

Tarihsel gelişimine bakıldığında Çarşamba ilçemiz birçok ünlü bilim, sanat ve siyaset değeri yetiştirmiş olmasına rağmen "ahde vefa" duygusunun yeterince gelişmemesi nedeni ile yetiştirdiği bu değerleri ulusal ve uluslararası arenada yüceltme başarısını gösterememiştir. Önümüz deki hafta bu kaybımızı telafi edecek önemli bir fırsat ele geçirmiş bulunuyoruz.

Sadi Celil Cengiz kasabamız da doğup büyümüş bir genç sanatçımız, hiç bir destek görmeden sadece kendi yeteneği ve çabası ile doğduğu toprağın kültürünü anlatan bir sinema filmi çekerek gösterime sunmaktadır. 18 Martta tüm ülke genelinde vizyona girecek bu sinema filminin seyredilirliği Çarşambamızın kadir bilirliğinin somut bir göstergesi olacaktır. Bu bağlamda bu genç kardeşimizin sanatsal çalışmasının -en azından- kendi yaşam hinterlandında ki -başarısı hepimizin onuru ve gururu anlamını taşıyacaktır.

Buradan Çarşambamızın gururu olan sanatçılarımıza çağrıda bulunmak istiyorum Sayın Ferhan Şensoy, Sayın Turgut Çeviker, Sayın yaşar Gündem, Sayın Öner Yıldırım, Sayın Aziz Sivaslıoğlu,ve adını yazmayı unuttuğum Çarşambamızın tüm sanat siyaset ve kültür değerlerini böyle bir günde bu genç kardeşimizle el ele görmek istiyoruz.

Çarşambanın ve Samsunun yerel yöneticileri, sivil toplum kurumları üyeleri ve yöneticileri, Çarşambanın kadirbilir insanlarını bu gösterimde Tüm ülkeye Çarşambanın Kadir bilirliğini göstermeye davet ediyorum. Bu çağrıyı 25 yıl Çarşambada öğretmenlik yapmış olma onurunu taşımanın bir gereği, bir görevi olarak görüyorum. Sadi Celil Cengiz kardeşimize bu cesur çalışması için ve bundan sonraki eserlerinde başarılar diliyorum.
***

Türkiye de yaşayan Kafkas diasporasının güzel insanlarının da bu yiğit ABREK'imize tüm varlıkları ile destek vereceklerinden zerrece kuşkum yok. 18 Martta Sinema sever tüm insanlarımızı sinema seyretmeye davet ediyorum.... SADİ CELİL CENGİZ: Öğrencim olmandan ve yeğenim olmandan gurur duyuyorum.

/Cemil BİÇER
11.03.2016

Kent Estetiği mi Dediniz...'

Samsun’da Büyükşehir Belediyesi tarafından ulusal düzeyde düzenlenen bir sempozyumda kent estetiği tartışılacakmış. Bununla gurur duymak isterdim. Ve fakat Nedense bu duyguyla coşamıyorum. O sempozyuma çağrılı olanların ‘’Neden geldik Samsun’a’’ diye düşünmelerinden korkarım.

Sahi, katılımcılara kent estetiği ile ilgili ne anlatacağız merak içindeyim. Hava alanından sempozyumun yapılacağı Atakum’daki kültür ve sanat merkezine kadar gidecek konuklardan, Fener’deki o oteli nasıl saklayacaklar. O çirkin valilik binası da okus pokusla yok edilemeyeceğine göre, Samsun’daki çirkinlikler nasıl gizlenecek acaba. Samsun, bir zamanlar denize paralel caddelerini dikine kesen ve denize doğru inen sokaklarıyla bilinirmiş. O özellikteki Samsun’un son halini görenlerdenim. Bu nedenle şükrediyorum.

Ama biliyorsunuz, Kemal Vehbi Gül geçti bu şehirden. Görev yaptığı o yirmi yıl boyunca denize paralel giden caddelerini dikine kesen sokakları yok edildi önce. Sonra Oflu müteahhitler marifetiyle yaptırılan ucube binalarla şehrin siluetiyle birlikte denizle irtibatı da kesildi. 1869’daki büyük yangın sonrası yabancı mimarlarla çizdirilen plana göre imar edilen güzelim şehir yok edilince, bir dönem Mimarlık Fakültelerinde kötü şehirleşmeye örnek gösterilmişti Samsun. Denize dik inen sokakların, denize paralel caddeleriyle kestiği o eski şehir bir daha geri gelmez elbette.

Samsun’da şehir estetiği ile ilgili bilgi vermek için yurdun dört bir yanından uzmanları Samsun’a getiren bizim Büyükşehir Belediyenizin amacı ‘’Biz bir şehri berbat ettik, bunu da görün ve örnek alın istedik’’ demekse, bu sempozyumu yapmak doğru bir karardır. Öyle ya bazen çirkinliği sergilemek de, güzelliği oluşturmak için örnek olabiliyor. Hani ‘’Bir musibet bin nasihatten iyidir’’ denir ya öyle yani. Bu açıdan bakınca ülkemiz diğer şehirlerinin kurtulması için Samsun’un feda edilmiş olmasına da fazla üzülmemek lazım. Yoksa Samsun’un kent estetiği bakımından örnek alınacak ne özelliğimiz var. ‘’Sahilimiz yeter’’ diyenleri duyar gibiyim. Bu görüşün bir kısmına katılırım ama bunu bir de Çatalçam ve Taflan’da evleri olanlara da söyleyin isterim. Samsun ve ‘Kent Estetiği’ Ne yaman çelişki…!

/Ragıp GÖKER
11.03.2016

10 Mart 2016 Perşembe

Kim Samsunlu?

Samsun’un sorunlarından habersiz, sadece Samsun nüfusuna kayıtlı oldukları için kendilerini her yere aday, her makama laik görenler, Samsun’un dertlerine derman olmak bir tarafa hayatlarının hiçbir döneminde tercüman bile olmuyorlar. Tek atanabilirlik veya seçilebilirlik özellikleri Samsun nüfusuna kayıtlı olmak olan bu zevatın hizmet kayıtlarında adını göremezsiniz.

Üçüncü sayfa haberleriyle Türkiye’nin gündemine oturan şehir Samsun. En pahalı, en yavaş ulaşım, en kirli hava, en az para, en çok borç, en çok silahlı ölüm, yüksek oranda işsizlik, tüm suçların yarısı kadar işlenen icra suçları Samsun’da. Samsun’un kalkınma lokomotifin iki rayından birisi tarımsal kalkınma için ‘tarım master’ planı hazırlanan, diğer taraftan bu planın hayata geçirileceği alüvyon ovaları santral cehennemine çevrilen, kirlilik oranı anormal derecede yükselen,  Çevre İl Müdürlüğü ile ilgili soruşturma izni valilikçe verilmeyen şehir yine Samsun.

Yağmura göre altyapı yapılmadığı için, insanların ölümünden altyapıya göre yağmayan yağmur, kendilerine iskan izni verilen dairelerinde oturan kapıcılar, üst katlarda değil; kapıcı dairesinde oturduğu için başlarına gelen sel felaketinden sorumlu tutuluyor.

Şehirle deniz arasına devasa oteller alışveriş merkezleri, Emniyet Müdürlüğü, SGK binaları yapılıyor, şehirle denizin bağlantısı ve hava sirkülasyonu kesiliyor. Yine sahil bandındaki ‘Protokol Camii’ yargıdan dönüyor.

Saathane Meydan’ında dozerle, kepçeyle çalışılıyor, Samsun’un tarihi yok ediliyor. Yargı durduruyor.

 Samsun’un Kurtuluş Savaşı Destanı’yla sağladığı tarihi kimliği yok edilirken, yapay mitolojik, efsane (Amazon- Sülün) kimlikler oluşturuluyor.

Sahiller kayalarla doldurulup, plajlar bozuluyor, sonuç olarak deniz kıyıları aşındırıyor. Yargı durduruyor.

Kışın yollara deniz suyu dökemeye para bulamayan BB belediyesi  denize sıfır kaldırımlar yapıyor deniz bu kaldırımları her yıl yıkıyor, BB yeniden yapıyor.

Belediye’nin oto parkaları özel sektörden daha pahalı, BB yol kenarlarını ücretli otopark yapıyor. Yargı durduruyor.

Kamu hastaneleri eleman ve kaynak yokluğundan hizmet vermekte zorlanırken, özel sektöre özel imkanlar sağlanıyor.

Samsun'da konut satışları azaldı: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)  verilerine göre; kendisine ait evi satmak zorunda kalanlar dahil, her dönem bir öncekinden daha az konut satılıyor.

Barajlar ve santraller yeterli katma değer ürettiği ve  Ordu, Amasya, Tokat, Çorum ve Sinoplu mudiler, paralarını Samsun’da bankaya yatırdığı için, Samsun’un teşvik değerlendirilmesinde puanı yükseliyor, teşvik kapsamına girmesine engel oluyor. Teşvik gelmeyince temiz yatırım  gelmiyor. Ama, sahipsizlik yüzünden kirli yatırım da engellenemiyor.

Nüfus değil; hizmet kaydıyla Samsun’lu olunur. Yukardaki sorunların çözümünde rol almayıp, sorunun parçası olanların nerenin nüfusuna kayıtlı olduğunun ne önemi olur.

Nüfus değil; hizmet kaydıyla Samsun’lu olunur. Aşağıdaki sorunların çözümünde rol almayıp, sorunun parçası olanların nerenin nüfusuna kayıtlı olduğunun ne önemi olur.

/Mehmet AKSOY
10.03.2016

9 Mart 2016 Çarşamba

Çarşambalı Olmak

Çarşamba; orta Karadeniz’in en büyük ve ekonomisi en dinamik kasabasıdır. Heterojen bir demografik özelliği vardır. Saray kaçkını ve sürgünü başıbozuk mütekayyid saraylı, Gürcüler, Çerkesler ve Osmanlı reayasının zapturap altına alınamayan ahalisinden oluşur,bu manada nev-i şahsına münhasır bir kasabadır. Bu girift demografi süreç içersin de birbiri ile hem hal olarak özgün bir prototip yaratmıştır biz buna kendi aramızda kısaca "ÇARŞAMBALI" deriz.

Çarşambalı olmak bir statü göstergesidir bizim için, kendimize özgü bir diyalektimiz (üstdil) vardır. Dünyanın neresinde olursanız olun "neri gidisiz la dölle ?"tarzı bir söz duysanız bilin ve emin olun o Çarşambalıdır. Genetik deformenin sonucu olsa gerek, zapt-ı rapt altına pek gelemeyiz bu nedenle disipline pek uyamayız bu anarşist ruhlu olduğumuz anlamına da gelmez kendi içimizde İsveç saati gibi tıkır tıkır çalışan bir iç disiplinimiz vardır. tıpkı kaba saba görünüşümüz altında gizlediğimiz romantik bir yanımız gibi sevecen, merhametli ve dost canlısı insanlarızdır.

Şovalye kültüründen gelen bir kısım ahalimiz olmasına rağmen "Düello" kültürünü içselleştiremedik, kromozomlarımızda bulunan baskın Osmanlı-Bizans geninden olsa gerek "pusu kurmayı" pek severiz ve bu konuda oldukça mahir sayılırız. Gurmelerin dikkatini çekecek yemeli içmeli soframız ve tarz oluşturacak bir melbusat kültürümüz yoktur, dedik ya nev-i şahsına münhasır bir "cins" oluştururuz bu alemde. Elazığlı urgancılardan aparttığımız "sabuk" dediğimiz bir ayakkabımız vardır bir de İngiliz aristokratlarından kopyalama kilot-pantolumuz ön plandadır.

Topraklarımız birinci sınıf tarım arazisidir ki Osmanlı donanması kadırgalarının en sağlam urganları ve yelken bezleri Çarşamba kendirinden, kenevirinden elde edilirdi, tabii tohumlarından da ruha şifa cismane deva taam elde ettiğimiz de bir sosyal realite. Konuyu yine minvalinden kaydırdık, amacım 11 Mart 1983 yılında Yugoslavya’nın başkenti Belgrat'ta ermeni terör örgütü ASALA tarafından şehit edilen Çarşambalı BALKARZADE CELAL BEYİN oğlu Diplomat büyükelçi Galip BALKAR üstüne bir yazı yazmaktı
***

Birçoğunuzun "O DA KİM YAHU ?" dediğinizi duyar gibiyim, boş verin Şehit diplomat Galip BALKAR'ı ben size bir soru sorayım; yaşı kemale ermiş her çarşambalının anılarında unutulmaz yeri olan yıkılıp gasp edilen kasaba stadyumumuzu yerine yapılan AVM' nin adı neydi?

Bu günlük bu kadar hepinize I LOVE YOU ÇARŞAMBALI hemşehrilerim.

/Cemil BİÇER
09.03.2016

7 Mart 2016 Pazartesi

Samsun'da Havalar Kötü

Yaklaşık on gündür Hedef Halk'taki hava kirliliği haberlerini ve köşe yazılarını okurken bir Samsunlu olarak dehşete düşüyorum. Gazete konuyu gündemde tutmak için harıl harıl çalışıyor. Ustalar Yener Cabbar,  Ragıp Göker ve İsmail Başaran hayatımızı resmen tehdit eden bu duruma bir önlem alınması için günlerdir yazılarıyla adeta bas bas bağırıyorlar. Yazıyı yazdığım tarih itibari ile yetkililerden gelen tek somut gelişme ise Valiliğin perşembe günü yaptığı açıklama. Özetle gereken kontrollerin yapıldığını gerekli önlemlerin alındığını söylüyor Valilik. Yalnız, açıklamada geçen cümlelerden biri şöyle:

Bölgede bulunan ve sülfürik asit üretimi yapan bir işletmeye Çevre İzin Lisans Yönetmeliği kapsamında izinsiz faaliyet göstermesinden dolayı idari yaptırım uygulanarak faaliyet durdurulmuştur. Söz konusu tesisin Bakanlığımızdan Geçici Faaliyet Belgesi alması üzerine tesis faaliyete geçmiştir.

Hayır yanlış okumadınız. Koskoca bir şehrin koskoca bir işletmesi ayan beyan izinsiz faaliyet gösteriyormuş! Mişli geçmiş yazıyorum çünkü olayın farkına yeni vardı Valilik!  Çok şeyler diyesim geliyor ama bu şehirde yetkilisel olarak öyle şeyler yaşandı ki bu zamana kadar, bu kez en azından gerekli inceleme yapıl"mış" küçük tefek bazı yaptırımlar uygulan"mış" diye şükrediyor insan. Yani, sadece "Tesislerin yanından geçerken korna ıslık vs. çalın" da denilebilirdi! Onu da geçtim en azından haberleri muhatap alıp bir açıklama yapma gereği duydu Valilik. Fakat çok sayın Golfperver başkanımız Yezeye'den hala çıt yok. Gerçi onun başı kalabalık bu aralar. Havayla mavayla uğraşacak zamanı yoktur. Neyse.

Elbette önlem alması ve gerekli yaptırımı uygulaması gerekenler şehrin yetkilileridir. Ancak şehrin havasını bizzat soluyan ve bu kirlilikten doğrudan etkilenen bizler de bu sorunun birinci derece muhataplarıyız. Peki ne yapılabilir? Hava kalitesi izleme istasyonları web sitesinde ( http://www.havaizleme.gov.tr ) saatlik hava değerlerini kendi gözlerinizle sayısal verilerle görüp inceleyebilir bu bilgileri çevrenizle paylaşabilirsiniz. Ne kadar çok kişi işin takipçisi olursa o kadar faydalı olur diye düşünüyorum. Ancak göreceklerinize hazırlıklı olun.

Özellikle son bir ayda SO2 yani kükürtdioksit oranındaki sınır ihlalleri inanılır gibi değil. Hatta valiliğin açıklamasından sonra bile ulusal sınırı 440 mikrogram olan S02 miktarı 05.03.2016 tarihinde saat 10:00'da 1240 12:00'de 592 13:00'te 1438 ve 14:00'de 510 mikrogram olmak üzere toplam dört kez ihlal edilmiş. İşin başka bir acı tarafı da şu. Bu hava kirliliğinden şikayet süreci Tekkeköy Belediye Başkanı Togar'ın isyanı ile başlamış gibi görünse de olayın çok daha öncesi var. "Samsun hava kirliliği" diye gugıllayın göreceksiniz.

2007 yılında bir gazetede yayınlanan haberde ÖMÜ eski rektörü Ferit Bernay özellikle sanayi bölgesi Tekkeköy'deki kirliliğin insan sağlığı için tehlikeli boyutlara ulaştığını söylüyor. Yine Hedef Halk'ta geçtiğimiz yılın başında yayınlanan haberde ÇMO Genel Başkanı Baran Bozoğlu da Samsun'daki hava kirliliği sınır ihlallerinden bahsediyor.

Yani bu demektir ki onlarca uyarıya rağmen o günlerden bu yana bir adım dahi atılmamış. Üstelik kendisinin ezelden çevreci! olduğunu söyleyen, koskoca iktidar partisinin çevre şehir ve kültürden sorumlu genel başkan yardımcısı şehrimizin vekiliyken. Ne diyelim. Sayın yetkililerin havası yerinde olabilir ama biz Samsun olarak hiç ama hiç havamızda değiliz! Saygılar!

/Emre SEVEN
07.03.2016
http://www.hedefhalk.com/samsunda-havalar-kotu-604839yy.htm

Kirletilmesine Göz Yumulan Bir Kentle Hava Atılamaz..

Samsun ile ilgili olumlu veya olumsuz bir şeyler söylemeden önce Samsun’un sahip olduğu artılarını ve de eksilerini görmek gerekir. Bu hesabı yaptığımızda söylenmesi gereken ilk şey ise, Tanrı’nın Samsun’ a çok cömert davrandığı gerçeğidir.

Tarih boyunca insanlar yaşam alanı olarak akarsulara yakın, çevresi ile ulaşım kolaylığı olan yerleri seçmiştir. Çünkü toplumların gelişmesinin ve ekonomik yönden güçlenmesinin en önemli aracı, su ve ulaşım yolları olmuştur.

Samsun, dünyanın en ucuz ulaşım yolu olarak kabul edilen deniz kıyısın da yer almanın yanında, iki tarafından Karadeniz’e dökülen iki de büyük nehre sahiptir.

Karadeniz Bölgesinin Anadolu’ya açılan en önemli kapısı da Samsun’dur. Cumhuriyet döneminden sonra yenilenmemesine rağmen Karadeniz Bölgesini Anadolu’ya bağlayan demiryolu yanında, kara ve havayolu taşımacılığı ile birlikte Samsun dört ulaşım yoluna da sahiptir.

İşte Tanrı’nın sağladığı bu avantaj ile Samsun tarihler boyunca dünyanın en önemli ticari kentlerinden birisi haline gelirken, çeşitli medeniyetlere de ev sahipliği yapmıştır. Samsun yakın zamana kadar bu ticari ve kültürel zenginliğin etkisi ile sosyal, ticari ve kültürel yönden Türkiye’nin lider kentlerinden birisi olmuştur.

Türkiye’nin en önemli akarsularından olan Yeşilırmak ve Kızılırmak Samsun’un iki tarafından Karadeniz’e dökülürken, Anadolu’nun içlerinden getirdikleri zengin alüvyonlarla Samsun’un iki tarafında ülkemizin en verimli iki ovası olan Bafra ve Çarşamba Ovalarını oluşturmuştur.

Samsun, sahip olduğu böylesine zengin ve bereketli coğrafya sayesinde, tarım alanında dünyanın en önemli ekonomik getirisi olan tütün ve fındık üretiminin de merkezi haline gelmişti.

Samsun bu artılarının yanında, Cumhuriyet tarihimizin en önemli misyonuna da sahiptir.

Osmanlı İmparatorluğu’nun dağılması sonrası elde kalan son vatan toprağı Anadolu’yu işgalden temizlemek üzere Mustafa Kemal önderliğinde başlatılan Milli Mücadelenin ilk adımının Samsun’da atılması da, Samsun’a “19 Mayıs” Gibi çok önemli tarihi bir misyon kazandırmıştır.

Samsun, bu kazanımları ile Cumhuriyet sonrası dönemlerde Türkiye’nin önde gelen ilk 6-7 kentinden birisi oluyordu .

Üzülerek söylemek gerekirse böylesine olumlu özelliklere sahip olan Samsun, son yıllarda hemen her alanda büyük bir çöküş yaşamış ve ekonomik gelişmiş iller sıralamasında 34-35. Sıralara gerilerken, yaşanabilir kentler, eğitim ve sosyal yaşam seviyesi sıralamalarında da tepetaklak olmuştur.

Ancak,  Önceki yıllarda bizden çok gerilerde olan kentler hızla kalkınırken, Samsun’un gerileyerek bu illerin çok arkasında kalması kabul edilebilir bir durum değildir.
***

Kirlilikte Rekor Kıran Samsun.

Samsun, bugün yukarıda altını çizdiğim sorunlardan çok daha büyük bir tehlike ile karşı karşıya bulunmaktadır

2000 Yılı başlarında elektrik üretimini artırmak adına kurgulanan ve adına kanser santralleri denen Mobil Santrallerden birisinin, birçok ilden kovulduktan sonra Samsun’a davet edilmesi ile başlayan termik santraller zinciri, artık Samsun’u yaşanamaz kent haline getirmeye başlamıştır.

2000 li yılların başında benim de öncülerinden olduğum Sivil Toplum Kuruluşlarının oluşturduğu Çevre Birlikteliği ’nin direnişi ve Baro Başkanlığı’nın açtığı dava sonrası, Danıştay Mobil Santrali’n ruhsatını iptal etmişti.

Bu ilk Termik Santralin yapımına kentin o günlerde muhalefette olan AKP’ nin Samsun Milletvekilleri de karşı çıkarken, kentimizi yönetenlerin sessizliği dikkat çekiyordu. Ancak, 2002 de AKP’ nin iktidara gelmesi ile AKP’ nin Samsun Milletvekilleri de sessizliğe gömülüyordu.

Samsun’un her konuda ki sahipsizliğini keşfeden fırsatçılar, ülkemizin geleceği olan Çarşamba ve Terme Ovasını enerji koridoru olarak ilan ediyor ve peş peşe doğalgaz ve kömürle çalışacak termik santralleri sıralıyorlardı.

Adeta kent yönetimleri ve temsilcileri tarafından korunan bu santrallerin bacalarından çıkan zehirli gazlar, bir anda Tekkeköy ve Terme başta olmak üzere Samsun’u Türkiye’nin en kirli ili haline getiriyordu.

Bu acı gerçek, geçtiğimiz hafta içerisinde Çevre Bakanlığı’nın resmi sayfasında ki kirlilik sıralamasının en başında yer almıştı.

Bu korkutucu gerçek, Tekkeköy Belediye Başkanı Sayın Hasan Togar tarafından yapılan açıklamaların, Hedef Halk Gazetesi tarafından manşete çekilmesi ile ortaya çıkıyordu.

İşin düşündürücü bir yanı da, bu haber ile birlikte bu santrallerden bazılarının yapımından kent yöneticilerinin dahi haberinin olmadığının öğrenilmesiydi.

İşin bir başka düşündürücü yanı da, bu kentte yayınlanan diğer hiçbir yayın organının da bu haberin yer almamış olmasıdır.

Olaya bu açıdan bakınca, toplumun sağlığını ve çocuklarımızın geleceği olan bu ovaları ciddi şekilde tehdit eden bu kirliliğin üzerine giden Tekkeköy Belediye Başkanı Sayın Hasan Togar’ı ve Sayın Yener Cabbar önderliğinde ki Hedef Halk Gazetesi’ni, üstlendikleri cesur ve toplumsal sorumluluk görevleri nedeniyle kutluyorum.

Hedef Halk Gazetesi’nin hafta boyu sürdürdüğü yayından sonra duruma Samsun Valisi Sayın İbrahim Şahin’ in el koyması ile bölgede ki kirlilik verilerinin düşürülmesi amacıyla bu santrallerin bazıları bakıma alınıyor, bazıları da kapasite düşürüyordu.

Bu önlemlerin sonucu değiştirmekten uzak ve sadece kamuoyunda oluşan tepkinin düşürülmesine yönelik olduğu da bir gerçektir.

Bu konunun kökten çözümü için başta Tekkeköylüler olmak üzere tüm Samsunluların sağlıklı yaşamlarının sağlanması ve tarım alanlarının korunması adına, bu santraller bu ovadan çıkartılmalıdır.

Bu kirlilik üreten santrallere daha fazla göz yummak veya geçici tedbirlerle geçiştirmek bu kente ihanettir.

Bu kirlilik nedeniyle yaşamını kaybedecek insanlarımızın ve bir zamanlar, “Ne atsan biter” Denilen ovalarımızın yok olmasının vebali, Halktan aldıkları oylarla Samsun ve ilçelerini yönetenlerle, TBMM’ de Samsun’u temsil eden tüm milletvekillerimizin omuzlarında olacaktır.

Kirlilik oranının en üst seviyeye çıkması ve bu santrallerin tartışılmaya başlaması ile nasıl olduğunu hala tam olarak anlayamadığım şekilde, bu santrallerden Samsunspor’a maddi kaynak sağlanması konusunun konuşulması dahi, tam anlamı ile bir rüşvet olayıdır. Bunu hiçbir Samsunspor Yöneticisinin kabul etmesi mümkün değildir.

Samsunspor Divan Kurulu Başkanı olarak ben debırakın bunun konuşulmasını, düşünülmüş olmasını dahi Samsunspor’a ve Samsunluya yapılacak en büyük hakaret sayarım.

Bu santrallerin kendilerini yöre halkına kabul ettirebilmek üzere uyguladıkları en büyük senaryo, yöreden çok sayıda işçi alacaklarını ve “Sosyal Sorumluluk Projesi” Adıyla orada okul yapacaklarını söylemeleridir.

Nitekim Terme’de OMV’ nin yaptığı termik santrale karşı çıkışlarda aynı yöntemlerle frenlenmiş ve yanılmıyorsam orada bir okul da yapılmıştı.

Samsun tüm gücüyle bu kirliliğe odaklanmalı ve ilk Mobil Santral konusunda ki birliktelik oluşturulmalı ve başta Tekkeköy olmak üzere Samsun bu belalardan kurtarılmalıdır.

Filtreler takılarak sorunun giderileceği iddialarıyla Samsunlunun ikna edilmesi olanaksızdır.

Yıllar önce 550 Km. Uzaklıkta ki Murgul’dan bakır madeni taşınarak işlenmesi için Devlet tarafından Samsun’da kurulan Bakır ve Azot Fabrikalarının taktıkları filtrelere rağmen, ovayı nasıl kirlettiğini ve bu fabrikaları zarar ettirecek boyutta tazminatlar ödendiği henüz unutulmadı.

Sonuç olarak söylemek gerekirse, Samsun’un hızla gerilemesinin de, Samsunluyu kanser riski ile başbaşa bırakan kirliliğin de nedeni, “BU KENTİN SAHİPSİZ BIRAKILMIŞ” Olmasıdır.

Bu büyük günahın ilk sorumluları, son kırk yılda bu kenti yöneten belediye başkanları ve bu kenti temsil etmek üzere seçilen milletvekilleridir.

Sonra da, seçtiği belediye başkanlarını ve milletvekillerini sorgulamayı öğrenemeyen Samsun Halkıdır.

Umarım, Hedef Halk Gazetesi’nin yaktığı bu ateş, bir milat olur ve yöneteni, temsil edeni ve onları seçen halkı ile tüm Samsunlu, “ Yeter artık” Diyerek yanlışa karşı durma gücünü gösterir.

Bunların yapılamadığı ve bu sahipsizliğin sürdüğü bir kentte, hiç kimsenin, “Bu kenti Avrupa kenti yapıyoruz” şeklinde iddialı sözler söylemeye hakkı olamaz.

Doğası kişisel çıkarlar adına kirletilmeyen, insanları kansere mahkum edilmeyen, çağdaş ve sorunları azaltılmış bir kentte yaşamak dileğiyle iyi haftalar..

/Sadi SUBAŞI
07.03.2016