31 Ağustos 2015 Pazartesi

Samsun Yazın Sanatının Işıldayan Yıldız Kazım Memiç Ve 30 Ağustos

Samsun tam anlamı ile sanat ve sanatçı tarlasıdır. Edebiyat, şiir, Türk Sanat ve Türk Halk müziği, karikatür, tiyatro dalında Türkiye’ye mal olmuş çok sayıda Samsunlu ünlü isim vardır. Bunların tamamını buraya alma imkânım olmadığı için marka olmuş bazı isimlere değinerek bugünün konusuna geçmek istiyorum.

Karikatür de Bedri Koraman, ney üstadı da olan ve hiciv içerikli şiirleri ile tanınan Neyzen Tevfik, Türk Sanat Müziğine sayısız eserler kazandırmış ve iki yıl üst üste yılın şairi seçilmiş olan Cemal Safi, Tiyatro oyun yazarı ve tiyatro sanatçısı Ferhan Şensoy, Siyaset, sosyal yaşam, hukuk, din ve laiklik konularında kitapları olan ünlü hukukçu Ali Fuat Başgil, şarkı sözleri yazan ve besteleyen Orhan Gencebay, şair ve oyun yazarı Vedat Türkali bunlardan sadece bir kaçıdır.

Bunların yanında onlar kadar öne çıkmamış çok önemli yerel sanat adamlarımız da vardır. Örneğin, Uğur Dede, Zekeriya Çavuşoğlu, İsmet Tahtacıoğlu, Şahin Çangal, Taner Çağlayan, , Masal yazarı olarak ünlenen Cemalettin Kavaklıgil ve İbrahim Coşar’ı sayabiliriz. Bugün ki yazım da söz edeceğim de bunlardan birisi olan KAZIM MEMİÇ’ DİR.

Öğretmen okulu ve Gazi Eğitim Enstitüsü’nü bitirdikten sonra Türkçe öğretmeni olarak Anadolu’nun birçok köyünde ve Köy Enstitülerinde öğretmenlik yaptıktan sonra Samsun 100. Yıl Lisesinden emekli olmuştur.

Sonra ki yıllarda özel dershanelerde ders vererek çocuklarımızın eğitim yaşamına çok önemli destekler sağlamıştır.

Kendisini şiir yazımına adayan Sayın Memiç, şiirlerini “Bir Nefes Yaşamak“, “Ötede Kanatsız Kuşlar Gibiydik”, Umutlar Güneşi Eritti”, “Işık Atatürk” ve bugün söz edeceğim son kitabı olan “Bir Sevdadır Türkiye’de” Topladı.

Çok sayıda dergide ve gazetede yazıları yayınlandı. Halen ADD, Samsun Kültür Sanat Derneklerinin yayınladığı dergilerin yazı işleri sorumluluğunu sürdürmektedir.

Add, Sasat, Samsun Kültür Sanat Ve Sed Derneklerinin De aktif Üyesidir.

Kendi ifadesi ile Çağdaş düşünceyi, yaşam felsefesi olarak görmekte ve Yurt- Ulus kavramlarını evrenselliğe taşırken, yolları ATATÜRK KAVŞAĞINDA BULUŞANLARLA aydınlığa ulaşılacağına inanmaktadır. Sayın Memiç, son haftalarda hemen hergün gündemle ilgili dizelerle sosyal medyayı da çok iyi kullandığını göstermiştir.

Son yayınlanan şiir kitabı olan “Bir Sevdadır Türkiye” de, Anadolu’nun işgal altında olduğu 1915’ li yıllardan başlayarak 1950 de çok partili demokrasi uygulamasına ve günümüzün Türkiye’sin de yaşananlara kadar geçen süreci şiirsel dizelerle çok güzel anlatmaktadır. 

Bu kitabı okurken, keşke bütün çocuklarımız bu kitabı okuma olanağı bulsa diye düşündüm. Çünkü Cumhuriyet dönemin de ülkem adına tespit ettiğim ve çok önemsediğim iki eksiğimiz oldu.

Bunlardan ilki, dünyada hiçbir ülkenin yapmadığı bir yanlışı yaparak halkımızı Arapçaya mahkûm edip, ana dilinden dinini öğrenmesini ve uygulamasını sağlamadık. Böylece dininin içeriğini tam bilemeyen istismara açık bir toplum yarattık.

İkinci yanlışımız ise, bu toprakları düşmandan temizleyerek bize son vatan toprağında özgürce yaşama olanağı veren Mustafa Kemal Atatürk’ü gerçek yönleri ve yaptığı devrimlerle yeterince anlatamamış olmamızdır.

Sonuçta dini kitabı Kuran’ın içeriğini tam bilmeyen, Büyük Nutuk’tan haberi olmayan bir kuşak yarattık.

Bugün ülke olarak yaşadığımız sorunların temelinde bu iki eksiğimizin yattığı kanısındayım.

İşte bugün söz ettiğim Kazım Memiç’in son şiir kitabı “Bir Sevdadır Türkiye”, Cumhuriyet Tarihinde yaşananları çok güzel anlatmaktadır.

Neredeyse genç nüfusunun tamamını, Anadolu topraklarını düşmandan temizlemek için Kurtuluş Savaşı’n da şehit veren bu ulus, bugün de gencecik asker ve polislerimizi Amerika’nın bölgemizde ki çıkarları uğruna yarattığı PKK, Deaş ve İşid’in kan gölüne çevirdiği Güneydoğu’da ki çete savaşlarında şehit veriyoruz.

Ve köşe yazımı yazdığım Pazar günü, 30 Ağustos Zaferi’nin 93. Yılını kutlamamız gerekiyordu.

Ne var ki, son yıllarda moda olduğu gibi bu kez de son günlerde şehit olan asker ve polislerimiz bahane edilerek onların ağabeylerinin canları pahasına kazandıkları Kurtuluş Savaşı Zaferi’nin 93. Yılı kutlamalarına yasak geliyordu.

Tüm bu anlaşılmaz çelişkilerin yaşandığı bir dönemde, Sayın Kazım Memiç’in dizeleri umutlarımızı yeşertiyor.

Sizleri O’nun “30 Ağustos” Şiiri ile başbaşa bırakıyor ve tüm Ulusumuzun şanlı 30 Ağustos Zaferini kutluyorum.

İyi haftalar…

30 AĞUSTOS
26 Ağustos Afyon’da bir kıvılcım
Dokuz Eylül’de biter zulüm, Ulusal acım
Dörtyüz kilometreyi süpürerek ordumuz
Onbir günde İzmir’e ulaştı gururumuz
Emperyalizmin eli utkularla kırıldı.
Yakılan köylerimiz yüreklerle sarıldı.
Yanan İzmir’imizde Ay Yıldız dalgalandı.
Efeler düze indi - Ulusum sevdalandı
Otuz Ağustoslarda açılır yollarımız
MUSTAFA KEMAL’LERLE buluşur kollarımız
30 Ağustos Türk’ ün utku günüdür tanı
Bu şehitler bıraktı bize aziz Vatanı
Yüreklerle gönüller dolup taşıyor bugün
ATATÜRK içimizde coşup yaşıyor bugün
30 Ağustos günü ülkemizin gururu
ATATÜRK’LE yaşamak ulusumun onuru,
Mutluluğum sonsuzdur özgürlüğü bileli
Senin yolun MUSTAFA’M yolların en güzeli..
/KAZIM MEMİÇ

/Sadi SUBAŞI
31.08.2015
http://www.hedefhalk.com/samsun-yazin-sanatinin-isildayan-yildiz-kazim-memic-ve-30-agustos-603709yy.htm

29 Ağustos 2015 Cumartesi

2015-2016 Sanat Sezonuna Girerken Galeri Sorunu

2015-2016 sanat sezonuna girerken Samsun hala bırakın uluslararası ölçekte bir galeri salonuna sahip olmayı, daha kaybettiği galerilerini geri kazanamadı. Eski Askeri Hastane deki Şimdi bir ayakkabı firması olarak kullanılan galeri mesela... Gerek mevki olarak gerekse sanatçıların makul bedel ödeyerek rahatça sergi açabildikleri bir mekândı. O kapandıktan sonra açılan Bölge İdare Mahkemesi nin bodrum katındaki, Galeri yapılmış eski zindanları bile arar olduk. Yeni AVM’lerin dükkân içlerini buna mukabil gösterenler ya dalga geçiyor ya da bu işi gerçekten bilmiyorlar.  Ulaşılabilir olması, Merkezde yer alması, Olabilecek en ucuz tutarla kiralanabilir olması, Eserlerin makul ölçülerde sergilenmesine müsait olması, En azından sosyolojisi gelişmekte olan şehirlerde önceliktir.

En ilgisiz insana bile görünebilir olması En ilgisiz ayaklara bile gezdirilebilir mesafede olması oldukça önemlidir. Bilmemek ayıp değil elbette ama bu konuda yetkinmiş gibi rahatça bilmişlik taslamak da Samsun un makus talihi olsa gerek. Bir ressamın Bir heykeltıraşın Bir karikatüristin Ya da fotoğraf sanatçısının Kendini ifade edebildikleri yegâne mekân, galeri salonlarıdır. Eserlerini Sanatlarını orada halka açarlar. Orada buldukları ya da bulacakları iltifatla marifetleri kovalarlar. Orada kendileri olur, orada var olmanın ayrıcalığını yaşamak isterler.

Sanatçı kimlikler oralarda fark edilir. Diğerleriyle aranda adeta galeri bir ülke sınırına dönüşür. Sanat, sanat eserleri ve sanatçı konusunda maalesef öncelikli talepleri olan toplum değiliz. İnanç ve değerlerin etkisinden daha çok ekonomik nedenler sorunun temel kaynağıdır. Öncelikli ihtiyaçlar konusunda tatmin olmamış kitleler başka ilgi alanları oluşturamaz elbette.

Bu çerçevede sanat, sanat eserleri ve sanatçı olsa da olur olmasa da olur mantığında bir ilgisizliği toplumumuzda çok rahat gözlemleyebilmektesiniz. Buna politik duruşları sanatçı duruşunun önüne geçmişleri eklediğinizde de karşılıklı bir tepkime, makûs talihin acı veren haline dönüşmektedir. Kendinden uzakta adeta kendine aykırı bir konuşlanma öne çıkmaktadır. Çoğu zaman düşmanlığa varan ayrışma ve ötekileştirme de. Hakarete varan sosyal ayrışmalar vesaire vesaire…

Samsun’u; ulusal hatta uluslararası bir marka yapmak gayreti içindeler olanlar, Samsun un sanat, sanat eseri ve sanatçı konusunda ayrı ayrı öncelikli duyarlılıklar oluşturmak zorundadırlar. Sanatı, sanat eserini ve sanatçıyı halka;halkı da onlara yakınlaştırmak başka kimin görevi olabilir ki? Samsun un bir değil merkezde 3 galeri salonuna ihtiyacı vardır. Ve en önemlisi uluslararası nitelikte özel bir galeri salonu olmaması, Samsun için eksikliğin çok ötesindedir. Güzel günlere uyanın. Sağlıcakla kalın efendim.

/Uğur DEDE
29.08.2015

25 Ağustos 2015 Salı

Samsun'u Bir İngiliz Mimardan Öğrendim

Londra'da yaşayan bir mimar dostum telefon etti "bir İngiliz mimar meslektaşım Türkiye'de gelişen kentler ile ilgili bir araştırma için geliyor,lütfen Samsun'a geldiğinde ilgilenirmisin" diye peşinden de hınzırca bir kahkaha attı "kafa dengidir her yola uyar" diye buna sevindim zira İngiliz gavurunu bilirim soğuk nevale gibidirler aç karnına hiç çekilmezler ama dostumun ricası başım gözüm üzredir,Hava alanında konuğu karşılamaya gittim dış hatlar peronunun önünde elimde Micchella Cowrand yazılı dövizle bekliyorum tüm yolcular çıkıp gitti bizimkinden ses soluk yok " arkadaşıma mahcup olacağım küçücük hava alanında bir "gavura" sahip çıkamadım" diye hayıflanırken elinde kocaman bir çanta ile bir afet-i devran cins-ü latif gülümseyerek bana doğru geliyor ki sanırsınız Holwood platolarından bir start,buz mavisi gözlerini kırparak elini uzattı "Hello mıster Biçer,"hayatımda çok güzel kadın gördüm bir çokları ile halvet oldum ama bu yaşta böylesi bir cins-ü latif ile karşılaşmadım desem inanın"Tezgahtar düzeyi İngilizcemile kafa göz yararak hoş beş ettikten sonra konuğumu "gezi planını yarın uygularız önerisi ile otele dinlenin ve yerleşsin diyerek Şehrimizin bende çok güzel anıları olan güzide oteli VİDİNLİ oteline yerleştirdim.

Ertesi sabah birlikte kahvaltı yapıp şehri gezmeye çıktık ben doğma büyüme Samsunlu olmakla övünürüm ama o andan itibaren öğrendim ki Samsun'u hiç bilmiyormuşum Güzeller güzeli mimarımın mihmandarlığında bunu utanarak öğrenmiş oldum. Bu utanç bana yeter.

Konuğum öyle hazırlıklı öyle planlı gelmiş ki iki gün içinde Samsunu yeniden keşfettim, benim bildiğim Samsun "Çiftlik caddesi, mecidiye, Gazi parkı bir iki kıytırık müze müsveddesi, bir kaç tanede ilgisiz ve bilgisiz eller tarafından restore edilmekte aslını unutmuş cami bir de meşhur kilise..."

Ama ben hep misafirimi yeni açılan medarı iftiharımız AVM’ lere ve Toki sitelerine, Atakum sahiline doğu ve batı parka yönlendiriyorum ki İngiliz gavurları(!) görsün bizim de şehir planlamacılığında hiç te kendilerinden aşağı kalmadığımızı. Hele batı parkta ki balık lokantalarında raki-balık muhabbeti yapıp üstüne birde Amazon heykelinde Törkiş kahve içirebilsem akşam kandili Vidinli'de söndürürüz planları yapmaktayım.

İlk gün misafirimin mihmandarlığında Samsun şehir merkezinde ki Rum ve Ermeni hemşehrilerimizin apartmanlaştıramadığımız konakları inceledik, misafirimizin kaldığı otelin neredeyse karşısına düşen Mcdonalds binası meğer cumhuriyet döneminden önce Avusturya Macaristan konsolosluğuymuş, az ilerisi ise yıllarca annelerimizin, teyze ve komşularımızın çalıştığı eskiden Fransızlara ait olan Reji tütün fabrikası var, belki de yapılabilecek en kötü şey yapılmış alışveriş merkezine dönüştürülmüş, reji kompleksine aitmiş gibi duran bizim zamanlarımızın askeri hastanesinin şimdi ayakkabı satılan binasına bakarak iç geçiren misafirim ahhh, polihron oteli ahhh sende kalmak vardı ya bu gece diyerek bana bilmediğim bir şeyi daha öğretecekti, polihron oteli zamanın en iyi otellerinden,resepsiyondakileri,n 5 -6 yabancı dil bildiği söyleniyor polihronun anlamı yunanca iyi yıllar demek, otelde yüz yıl önce bile olsa kahve altı alabiliyor, banyo yapabiliyorsunuz, üzgün gözlerle binayı süzüp, istiklal caddesinin girişine doğru yönleniyoruz, misafirim yine rahat durmuyor geçmişe ait bir haritayı inceleyip duruyor şehir kütüphanesinin önünde durarak burası Osmanlı döneminde mükemmel eğitim veren Fransız kolejiydi diyor, aman Allah’ım daha neler duyacağız diyorum içimden, yan yana beton yığınlarının inşa edildiği, yeşilin neredeyse hiç olmadığı istiklal caddesine giriyoruz, evet kilise caddesine geldik diyor bizimkisi, her adımda bir yaş daha alıyordum sanki, kilise caddesi de nereden çıkmıştı, yavaş yavaş ilerlerken eskiden cumhuriyet ilkokulu olan günümüzün sosyal bilimler lisesinin önünde durmuştuk, anlaşılan yine yeni bir şeyler öğrenecektim, burası dedi bir zamanlar Cineklion Rum kolejiydi, sağında bulunan 23 nisan ilköğretim okulunun olduğu yerde de Karadeniz’in en büyük kilisesi olan Aya Triada vardı, şimdi dursaydı samsun turistten geçilmezdi, o turistlerin kalabileceği yer sorunu da yıkılan tarihi evlere sahip çıkılarak butik otellerle çözülür, şehrin tarihi yapısı hiç bozulmazdı, maalesef şehircilik ve tarih konusunda çok kötüsünüz bunun zararını ileride daha iyi anlayacaksınız diyordu, misafirimin kalacağı günler çok sınırlı olduğu için gezimizde hiç vakit kaybetmek istemiyorduk, Aya triadayı geçtikten sonra az ilerideki muhteşem konağı gördüğünde sevinmişti, hah işte keşke bütün tarihi konakları böyle koruyabilseydiniz,, gerçektende bir zamanlar samsunun en ünlü bankeri Borluoğlunun konağı göz dolduruyordu, eliyle işaret ederek karşıdaki binayı görüyor musun işte bu bine 1922 yılına kadar Rum işadamlarına ait şehir kulübü , sanırım şimdilerde de aynı işlevi görüyor, büyük bir yangın geçirdiğini öğrendim aslına göre restorasyon yapılmamış, tarihi bir yapı gibi durmuyor, az ileride geçmişte yine bir Rum aileye ait olup mübadele sonrası yıldız sinemasının sahibi olan Tarhanlarında oturduğu elmas hanım konağını görüyoruz, Burger king olarak tarihi bilgilerle değil yiyecekle doyuran bir yer olmuş,öğlen olmak üzere misafirim yani mihmandarım acıkmıştır, yemek yiyeceğimiz yeri dikkatli seçmeliyim diye düşünüyorum, çarşambalılar derneğine ait restoran bize uyar, tarihi bir mekan, bulunduğu yer geçmişteki samsunu azda olsa yansıtıyor çevrede hatırı sayılır eski konaklar var, sokağa sanat sokağı diyorlar, misafirim burayı çok seviyor, dikkatli bir çalışmaya burası çok daha iyi hale getirilebilir, gelenler tarihe bir yolculuğa çıkarılabilir diyor, sohbete yemekte devam ederiz diyorum, hayatımda bu kadar fotoğraf çeken birini hiç görmedim ona yemekte fotoğraf çekmeyi yasaklıyorum gezerken çok acıkmışız yemekte öğleden sonrası için planını anlatıyor, yeni rotamızın Tekkeköy olduğunu öğreniyor, ve çok şaşırıyorum, küçücük bir yer orada ne göreceğiz ki?

Çaresiz yola koyuluyoruz, eskiden adının Ökse olduğunu söyledİği Kutlukent’e varıyoruz, orada Kelkaya köyünün yolunu soruyoruz adını beğenmediklerinden olsa gerek asimilasyon kokan bir isim vermişler Altınkaya olmuş yeni adı, gerek ökse, gerek Altınkaya, gerekse Tekkeköy’ün çoğu köyü yerinden yurdundan edilmiş insanlarla dolu, 30 ocak 1923 te onlara sormadan atılan imzalarla yurtlarından çıkarılmışlar, çevre halkı onlara muhacir diyor, bu adı hiç sevmiyorlar, kendi adlandırmaları ise mübadil, neyse Kelkaya köyünde mihmandarımın aradığı kilise yolun hemen kenarında, dışarıdan bakıldığında çatısı hariç çok zarar görmüş gibi görünmese de, içeri girdiğimizde oh mu god ve aman aynı anlama gelen aman tanrım sesleri birbirine karışıyor, sanki kilisenin ortasına bir meteor düşmüş o derecede bir çukur var, anlamamak için kör olmak lazım , hayalperest defineciler kilisenin içinde define aramışlar, perşembedeki Yason kilisesinin küçük bir benzeri olan kiliseyi daha önce hiç görmemiştim ülkem ve halkım için ilk kez bu kadar utandığımı hissediyorum, bu bir barbarlık ve tarih katliamıydı, buruk bir şekilde oradan ayrılarak Tekkeköy’ün Antyeri köyüne doğru yola çıktık, serde merak yeni yeni başlıyordu. burada ne antı yapılmıştı acaba onu bari öğrenebilirdim halkımdan, mübadil milleti meraklı nede olsa Tekkeköy’ün içinde hemen bir tanesini bularak soruma cevap aradım ne antı be agam, bizimkiler buraya geldiğinde köyün adı Andırya imiş, ona benzesin diye adını yaptılar Antyeri, en doğrusunu yine bizim meraklı hatundan öğrenecektim, köyün adı Andreandon, Andrea, Yunanca yiğit, kahraman , er kişi anlamına geliyormuş Andon eki ise Türkçedeki ler lar ekinin karşılığı, aynı zamanda Andrea, İsa’nın havarilerinden birinin adı, köyde kilisenin halen durduğunu elindeki notlara bakarak söyleyen yol arkadaşımla birlikte köye doğru hareket ediyoruz yaklaşık beş dakika sonra çok güzel bir köyün içindeyiz, kiliseyi hemen tarif ediyorlar elimizle koymuş gibi buluyoruz, az önceki hüsran yerini büyük bir sevince bırakıyor, çan kuleleri de dahil olmak üzere aya Andrea kilisesi sapasağlam duruyor iyi bir restorasyonla turizme kazandırılabilir durumda, bahçesi çiçekler yerine diken ve ısırganlarla dolu çevresini gezerken çok zorlanıyoruz, buraya yerleşen mübadiller burayı yakın zamanlara kadar cami olarak kullanmışlar, içinde bazı değişiklikler yapsalar da özgün hali halen duruyor, yine bol bol fotoğraflar alıyoruz, vaktimiz gittikçe daralıyor civarda gideceğimiz bir yer daha varmış, adını ancak tabelalardan biliyorum, Tekkeköy mağaralarını çok duysam da çoğu Samsunlu gibi bende gidip görmedim, Tekkeköy’ün merkezine tekrar inerek yalnızca bir iki dakika içinde mağaraların olduğu bölgeye varıyoruz, bir anda Kapadokya da olduğumuz hissine kapılıyorum bu bir şakamı yoksa rüyamı, onlarca mağara bir anda karşımıza çıkıyor, biraz ilerledikten sonra antik merdivenlerin bulunduğu kale kalıntılarına varıyoruz, bu güzelim tarihi alanda orada yaşayanlardan ve bizden başka kimse olmaması beni şaşırtıyor, oyun oynayan çocuklardan ileride bir müze olduğunu öğreniyoruz, Chp’nin meraklı belediye başkanı Hayati Tekin hiç bOş durmamış, müzedeki eserlerin çoğu imitasyonda olsa oradaki bilgilerden bölgede palelitik çağlardan itibaren 14.000 yıldır yaşam olduğunu öğreniyoruz, o devirlere ait insan figürleri bahçenin her yanında var, adeta canlıymış görüntüsü verilmiş, buraya daha önce nasıl gelmemişim bilmiyorum, ya yeterince tanıtılmamış yada merak yok, mağaralar zarar görmesin diye girmek tehlikeli ve yasaktır tabelasına riayet ediyor, misafirimin dinlenebilmesi için kalacağı otele doğru hareket ediyoruz , gece için çok düşünmeme rağmen tarihi mekana sahip bir restoran bulamıyorum, Karadeniz’in lezzetli balıklarını tattırıp milli içkimizi ikram edebileceğim bir mekan yok, çaresiz, Baruthane sahilindeki, balıkçı restoranlarından birine gideceğiz, 3 saat sonra mihmandarımı kaldığı otelden alıp Baruthane sahiline doğru yollanıyorum, yemekteki konumuz belli oluyor, Amisos antik kenti bu geceki konumuz.

1-ENETE, 2-AMİSENE, 3-AMİSSA, 4-SİNUWA, 5-AMİSOS, 6-PİRE, 7-POMPEİPOLİS, 8-SİMİSSO, 9-CANİK, 10-İSAMİSUS, 11-SAMSOUN, 12-SAMSOUNTA, gibi Samsunun tarihte taşıdığı isimlerden başlıyorum öğrenmeye, aslında diyor Amisos kentini hiç bilmiyorsunuz diyor, başta tütün olmak üzere, kereste, kendir ve siyah havyar gibi ürünlerin bölgeden alınıp kendi ülkeleri ve başka ülkelere satılabilmesi ve konjoktürel siyasi hesaplardan dolayı 1850’li yıllardan itibaren açılan konsolosluklar ticari ve siyasi çalışmalarının dışında Amisos antik kenti buluntularını da kendi ülkelerinin müzelerine göndermişler, bu konsoloslukların sayısı çoğu kaynakta 13 tanedir, ABD, Almanya, Fransa, Belçika, İtalya, İspanya, ve İngiltere gibi ülkelerin müzelerinde Amisos antik kentine ait tarihi eserler sergilenmektedir, Amisos antik kenti en büyük zararı, kentin kendi idarecilerinden gördüğü gibi, devlet politikası gereği, ABD emrine verilen Amisos kentinin bulunduğu alan ABD askerleri tarafından talan edilmiş bilinçsiz yapılan kazılarda şehrin muhteşem sayılabilecek mozaikleri, sütunları, nekropol gibi yapıları parçalanmış neredeyse, ayrıca binlerce Amisos sikkesi ABD askerleri tarafından kaçırılmış, epey bir kısmı da internetteki, mezat firmalarında satılmakta, ben bu topraklara yabancı bile olsam önce insanım , bunlar insanlık mirasıdır, yazık olmuş Samsuna ve gelecek nesillere, neler söylüyordu mihmandarım, içtiğim içki değil anlattıkları beni sarhoş etmişti, yarın Amisos antik kenti olarak götürebileceğim tek yer Amisos kral mezarlarıydı , her nasılsa iki tanesini kurtarabilmiştik, diğerleri yerli ve yabancı defineciler tarafından soyulmuştu,

Sabah Amisos kral mezarlarını ve Fransızlar tarafından yapılan bir zamanların Ceneviz limanında bulunan Baruthanedeki Feneri ziyaret edeceğiz bakalım sevgili mihmandarım fener için neler söyleyecek

/Recep YILMAZ - Cemil BİÇER
25.08.2015
http://www.carsambatv.com/koseyazilari/cemil-bicer/samsunu-bir-ingiliz-mimardan-ogrendim

24 Ağustos 2015 Pazartesi

Canik’te Mevsim Normalleri

Canik Belediyesi Atakum’un yardımına koştu.. Canik Belediye Başkanı Genç geride bıraktığı stresli bir aydan sonra basının karşısına ilçesindeki açıları dindirmiş ve yaraları sarmış bir başkan olarak oturdu.. Meşe Tesislerinde basına verdiği iftarın ardından yaptığı açıklamada özellikle üzerinde durdu ki, Belediyelerin dere ıslah etmek gibi görevleri yok; Böyle bir görevi kendine biçerse, yasa ve hukuk önünde sorumlu hale gelir.

Başkan Genç, temmuz ayında ilçesinde yaşanan afetin ardından yaraların sarıldığını söyledi ve ekledi, “Atakum ilçesinde yaşanan selde mağdur olan vatandaşlarımızın da yardımına koştuk. Atakum İlçe Başkanımız ile birlikte Atakum’da selden zarar gören bölgeleri dolaştık. Belediye olarak araçlarımız ile selin etkisinin bir an önce atılması için bölgeye anında yardım elini uzattık”

Genç devam ediyor, "Yapılması gereken tek şey, dereleri doğru ıslah edeceksiniz ve dereleri denize bağlayacaksınız. Bağladıktan sonra bu sıkıntıları çekmezsiniz. Bunu yapmak zorundayız. Bunu yapacak da iki kurum var. Bu kurumlarda kimlerin sorumlu olduğu 5216 sayılı Büyükşehir Belediye Yasası ile aşikârdır.

Anayasa'da da DSİ'nin yetkisi ortadadır. Suyla alakalı iki kurumun yetkili olduğunun bilinmesi gerekiyor. Üçüncü bir kurum yoktur. İlçe belediyelerinin dereleri ıslah etme gibi bir görevi bulunmuyor. Böyle bir görevi kendine biçerse, yasa ve hukuk önünde sorumlu hale gelir. Bunlara felaket de dememek lazım çünkü kendi eksikliklerimizden dolayı sıkıntı çekiyoruz."

Osman Genç’i sıkıntı ve stresi üzerinden atmış olarak gördüm.. Dediği gibi 100 yıllık yağışın tahribatı maddi ve manevi olarak kolay kolay atılmaz tabi ki.. Ama Başkan edindiği bu tecrübe ile Canik İlçesi’nde bu ve benzeri bir afetin bu kadar şiddetli yaşanmaması –yaşanılabilir-, sonuçlarının bu kadar yıkıcı olmaması için elinden geleni yapacaktır..

Çok kısa bi zamanda, Yerel ve merkezi hükümetin bütün yetkililerini ve bütün imkanlarını Canik’e sevk ederek selin tahrip ettiği bölgelere kalıcı, somut ve kesin neşteri vuracak, dereleri deniz ile buluşturacaktır.. Zaman kaybetmeden.. Allah bir daha böylesi bir felaketi, sadece Canik’te değil şehrimizin, ülkemizin ve dünyamızın hiçbir yerinde göstermez İnşallah.. Çünkü, ateş düştüğü yeri yakıyor ve başına gelmeyenler film seyreder gibi seyrediyor..
İlçede her şey denilebilir ki, mevsim normallerine dönmüş durumda..

/Ali KORKMAZ

23 Ağustos 2015 Pazar

AKSA Gelemen’i de Verecek mi…

Aksa mobil santralini sökmüş. Pek sevindim. Zehir kusan bacaların birinden kurtulduk. Geriye kaldı 1 - 2 - 3….. Üüüff amma da çok bunlar yahu. Say say bitmiyor. Yenileri de yolda. O bir avuç direnen insan olmasa ya, zehir kusan bacaların biri - ikisi daha gelecek. Fırsat kolluyorlar.

Terme direniyor. Fatsa halkı, siyanürle yavaş yavaş zehirlenip ölmemek için altın madeninin kapısında bekliyor. ‘’Zehir çukurunuzu alın başka yere taşıyın’’ diyerek nöbet tutuyorlar. Bir gurup iyi yürekli insan, Samistal Yaylası’nı da gözünü para hırsı bürümüş işgalcilere karşı korumaya çalışıyor. Her yeri kuruttular, şimdi de endemik bitkilerin yetiştiği güzelim Karadeniz yaylalarına göz diktiler.

Dün, Hedef Halk’ın manşetlerinde bir iyi bir kötü haber daha vardı. Önce iyi haberi vereyim. OMV de gidecekmiş. Kötü haber de şu: Yeşilyurt fabrikasının bahçesinde kömür deposu kuruyormuş. Kömür depolarından kurtulduğumuzu zannederken gelen bu haber biraz canımızı sıktı aslında. Ama biz yine de iyi haberi yorumlayalım. Mobil Santrallerden birisi Samsun’u terk etmiş. Ki; Samsun’a 13 - 14 yıl önce bir davet üzerine gelmişlerdi.  Biri halen burada ve sürekli kapasite arttırıyor. Yener Cabbar’ın tabiriyle söyleyeyim. Çaktırmadan santral döşüyor adamlar.

Bu mobil santraller Samsun halkının direnciyle karşılaşınca bir süre çalıştırılmamıştı biliyorsunuz. Ama minareyi çalan, her zaman buna kılıf uyduruyor. O da öyle oldu. Çalıştırılmadıkları her gün için devlet bu santrallerin sahiplerine tazminat ödemek zorunda kaldı. Bakır fabrikası öyle gitti. Gelemen de. Şeytanın avukatlığını yapıp sorsam şimdi. ‘’Aksa Gelemen’i de geri verecek mi?’’ diye.

Bana dönüp ‘’Arı kovanına neden çomak sokuyorsun?’’ diyen birileri olur mu? Sahiden bunu merak ediyorum. Aksa, Samsun’u kirletmekten vazgeçtiğine göre, Gelemen’den de vazgeçer mi? Zor bir ihtimal. Ama geri verse ne iyi olurdu. Değil mi?

/Ragıp GÖKER
23.08.2015

20 Ağustos 2015 Perşembe

Denizin Temizlenmesi

İzmirli, dünya güzeli bir kızı sevmiş oğlum. Önceki hafta sonu Büyükşehir Belediyesi tarafından işletilen Anakent Sosyal Tesisleri’nde onların düğününü yaptık. Düğün için gelen dünürlerim ve onlarla gelen misafirlerim Samsun’u ilk kez gördüler. Düğün telaşımıza rağmen fırsat buldukça Samsun’u gezdirdiğim misafirlerimin şehrimizi çok beğendiklerini söylemeliyim. İtiraf etmeliyim ki,  bütün aksaklıklara ve çirkinleştirme çabalarına rağmen bu şehri seven biri olarak, yaşadığım bu yerlerin ilk defa gören birileri tarafından beğenilmesi ruhumu okşadı.

Atakum’a bayıldılar mesela. Ama Atakum'u İncesu’ya kadar gösterdim. Kokudan daha ileriye gidemedim. Allah vergisi kumsalımızın insan eliyle yok edilmesiyle ilgili olan yerleri gösteremedim. Yüreğim o çirkinliği göstermeye el vermedi. Ki; Eskişehir Büyükşehir Belediyesinin Porsuk kenarına taşıma kumla yapay plaj yaptığı gerçeği bütün ülke tarafından bilinirken, bizim doğa harikası ince kumdan oluşmuş kumsalımızın kayalarla örtülerek insan eliyle yok ediliyor olmasını göstermedim. Misafirlerimin affına sığınırım ama hile yaptım yani. Düğün akşamı misafirlerimden İzmirli Mehmet Yeşil, Anakent Sosyal Tesisleri’ndeki gölü göstererek ‘’Ragıp bey, bak sana yazılacak bir konu’’ diyerek gölde birikmiş yosunları ve göle atılmış çöpleri gösterdi. Pek üzerinde durmadım önce.

Ve fakat. Gölde birikmiş yosun kümeleri ve çöp kalıntıları gerçekten kötü bir görüntü oluşturmuştu.
Konuyu o an için geçiştirdim. Ama mesela Kurupelit’teki marina alanında ve daha birçok yerde ki, hemen hemen hepsi plaj özellikli yerlerdi, yosun birikintilerini görünce birilerinin görevini ihmal ettiğini anladım. Büyükşehir ‘’Samsun’u görmek herkesin hakkı’’ sloganıyla, şehrin bütününü görmemiş hemşerilerimizin yanı sıra ziyaretçilerimize Samsın'u gezdiriyorlar. Bunun için bir harcama yapılıyordur. O çirkinlikleri görenlerin hafızalarında Samsunla ilgili güzel görüntülerin bir anda silindiğini zannediyorum. Büyükşehir, Atakum sahilinin birçok yerinde kumsalı temizleyerek güzel bir iş yapmış. Bir de denizi temiz tutabilseler. Fena mı olur.

/Ragıp GÖKER
20.08.2015

19 Ağustos 2015 Çarşamba

Açılamadan Yıkıldılar

Soyadını tam olarak hatırlayamadım ama adı Hamit’ti galiba. Yıkılan genel evlerin yerine, Kirazlık’ta yenilerini yapmıştı. Samsun Genel Ev’i bugün Merkez Camii olarak bilinen yerdeydi. Şimdi Bulvar AVM olarak hizmet veren sigara fabrikasının hemen karşısındaydı yani. Kemal Vehbi Gül’ün Samsun Belediye Başkanı olduğu ve ‘Efsane Başkan’ olarak anıldığı yıllarda Samsun Genel Ev’lerinin de bulunduğu o adadaki bütün yapılar yıkılarak 1975 yılından itibaren o alanda İslam Diyanet Sitesi ve Merkez Camii yaptırılmıştı.

Şehrin içinde bir genel evin bulunması iyi bir şey değildi elbet. Genel evlerin bir ihtiyaç olduğunu savunanların olmasına rağmen, şehrin ortasında böyle bir yapının olması kabul edilebilir bir görüntü değildi. Günümüzde bu gibi hizmetleri veren bütün yapılar şehirlerin merkezinden uzak yerlerde kuruluyor. Ki; Doğrusu da budur. O gibi mekânlara hiç ihtiyaç duyulmasa keşke. Dedim ya bazıları bunu ihtiyaç olarak görüyor. O müteahhit dünyanın parasını harcayarak kirazlıktaki o yapıları tamamladı.

Ve fakat. Evler açılamadı.Hiç kullanılamayan binalar da zamanla birer harabeye dönüştü. Dün metruk hale gelen o yapıların yıkıldığını öğrendiğimde hafızamda ‘Genel Ev’ tartışmalarının yapıldığı o yıllar canlandı. Üzerinden yaklaşık 32,33 sene geçti. O tarihlerde Türk Haberler Ajansı (THA)’da çalışıyordum.

Şehir merkezinde fuhuş hadislerinin arttığından şikayet eden bir gurup evlerin açılamasını istiyordu. Bir basın toplantısı sırasında Kemal Vehbi Gül’e ‘’Genel evler açılacak mı?’’  diye sordum. Vehbi Bey, sözünü esirgemeyen ve aklına geleni söyleyen bir siyasetçiydi. Bu soruma da ‘’Ben kendime kerhaneci Başkan dedirtmem’’ diye cevap vermişti. Kendisine ‘’Kerhaneci Başkan’’ dedirtmemek için mi bilmem ama Vehbi Beyden sonra görev yapan hiçbir belediye başkanı, o evlerin açılmasına onay verecek o karara imza atmadı. Bir devir de böylece kapanmış oldu.

/Ragıp GÖKER
19.08.2015

18 Ağustos 2015 Salı

Fener Plajı Ve ‘O’ Otelin Plajı

Fener Plajı, Samsun Limanı yapılmadan önce de ‘Deniz Hamamı’ olarak bilinen ülkemizdeki en eski karma plajlardandır. Liman yapılınca orası uzun yıllar boyunca DLH personeli ve onların yakınları tarafından kullanıldı. Tıpkı DSİ ve karayolları kampları gibi. O Karayolları kampı ki, havuzundan yararlanmak ve plaj keyfi yapmak için bizi oraya sokabilecek imtiyazlı kişileri arardık. Torpil isterdik yani. Yaklaşık 5-6 yıl önce Büyükşehir Belediyesi Mert ve Bandırma plajlarından sonra imtiyazlı kişilerin gidebildiği Fener’deki o plajı da bir halk plajı olarak düzenlediğinde buna çok sevindiğimi hatırlıyorum. Kişi başı 4 liralık bir giriş ücreti ile açılmıştı Fener Plajı. Giriş ücretinin kademeli olarak arttırıldığını ve son olarak10 lira olarak belirlendiğini biliyorum.

Akşam olduğunda plajda düğün törenleri de yapılıyordu. O otel plajın hemen yanına kurulunca, plaj önce düğün törenlerine kapandı. Sonra da erkeklere. Samsun’da kadınlar için özel bir plajın olmasını aslında öncelikle iki kız kardeşim ve onların kızları için isterim. Zira kız kardeşlerim gibi bu konuda hassasiyeti olan çok sayıda kadının varlığını biliyorum. Fener Plajı’nın Büyükşehir Belediyesi tarafından 15 Ağustos tarihi itibariyle sadece kadınlara özel bir plaj olarak düzenleme kararının, örtülü hanımları korumak ve onlara plaj hizmeti vermek amacıyla alındığına inanmadım. Bu karara hep şüpheyle baktım. Bu kararı o otel açılmadan önce almış olsalardı belki anlardım ama kimse kusura bakmasın bu karara biraz şüphe ile yaklaşıyorum.

Dün sabah o oteli arayarak ‘Plajınız var mı?’’ diye sordum. O otelin bir plajı varmış ve otel müşterilerinin yanı sıra halka da açıkmış. Ama otel müşterisi olmayanlar tıpkı bir zamanlar Büyük Otelin havuzu gibi fenerdeki o otelin plajına ücret ödeyerek giriyorlarmış. Fener plajının giriş ücreti10 lirayken otelin plajı 55 lira, biraz daha pahalı yani. Acaba bizim plaj, "Haksız rekabet var" gibi şikayetlerin kurbanı mı oldu.

Doğrusu ya bu da aklıma gelmiyor değil hani. Biliyorsunuz o otel müşteri almaya bu yıl başladı. Plajı da haliyle bu yıl ilk kez halka açılmış oldu. Otelin açılmasıyla birlikten fener plajının düğün organizasyonlarına kapanmasını anlayışla karşıladım aslında. Öyle ya, işadamına milyonluk yatırım yaptırılmış, otelin hemen yanı başında davullu zurnalı bir avam düğünü istenmeyebilir. Amenna. Ama bun ardından plajın halkın tamamına kapanması biraz kafamı karıştırdı.

Mert plajı var mesela ve bir de Bandırma plajı. Bu iki plajda, Fener Plajı kadar ilgi görmüyordu. Ve pekala o iki plajdan biri kadınlarımıza özel plaj olarak düzenlenebilirdi. Ama otelin plajı herkese açıkken yanı başındaki fener plajının kadınlar plajı olarak düzenlenmesi kararı bende daha farklı bir amaç taşıdığı şüphesi uyandırdı.

/Ragıp GÖKER
18.08.2015

Kentler ve Meydanlar


TDK’nın Türkçe sözlüğünde meydanın tanımlarından biri “Fırsat, imkân veya vakit.” Bir diğeri de “yarışma, eğlence veya karşılaşma yeri” olarak geçmektedir.

Mimarlar Odası Antalya Şubesi’nin 21-23 Mayıs 2010 tarihleri arasında gerçekleştireceği “Uluslararası Genç Mimarlar Buluşması” kapsamında düzenlenen “2023 Yılında Kentin Etkileşim Alanları: Meydanlar” Yarışması’nın teması, şu şekilde detaylandırılıyor:

“Meydanlar, insanların kullandığı ilk kamusal alanlardandır. Tarihsel süreçte üstlendikleri farklı işlevlerle kentsel yaşamın önemli bir parçası olmuşlardır. Meydanlar kentte sürekli yaşayan nüfusun ve kenti geçici bir süre için ziyaret eden kişilerin birbirleriyle ve paylaştıkları kent ile ilişki kurmasını sağlar. Tüm kent halkına eşit kullanım olanağı sağlayan bu alanlar çeşitli etkinlikler için ortak bir platform oluşturur.”

Oysa kent meydanları bu tanımlamaların çok üstünde bir işlevi olan yerlerdir. Benim ilk aklıma gelen işlevi meydanlar “kentliye aidiyetini” hatırlatır. Kentli davranışları bu meydanlarda üretilerek insanı birey olmanın yanında “kentli insan” konumuna yükseltir.

Meydanlar, kentin sokak ve caddelerinden farklı olarak kentin merkezi olma özelliği nedeniyle sosyal yaşamın daha fazla yansıtıldığı alanlardır. Kültür ve sanattan yoksun, duyarsız kent meydanları olsa olsa binaların çevrelediği, estetikten yoksun kişiliksiz alanlardır ve orada yaşayanlar da bir kentli değil, bilinçsiz bir kalabalıktır.

Kent meydanları o kentin gerçek kimliğini yansıtır. Kentliye saygı duyulan ülkelerdeki meydanlarda kültüre ve sanata önem verilir. Bizler meydanları sadece mitinglerin yapıldığı alanlar olarak algılasak da aslında işlevleri sadece bu değil tabi. Bir yerin sadece fotoğrafı yerine oradaki etkinlikleri de yansıtabilirsek zannederim bir kenti daha iyi anlatabiliriz.


Çeşitli kültür merkezlerimizdeki etkinliklerden yetişebildiklerimizi sizlerle paylaşırken Samsun Cumhuriyet Meydanında yaşananları da sizlerle paylaşmak istiyoruz.

8/5/2010
/Çetin KOŞAR
http://wowturkey.com/forum/viewtopic.php?p=1643637#1643637







17 Ağustos 2015 Pazartesi

250 Samsunlu Ve Hikayemiz

300 Sprtalı'nın hikayesini bilir misiniz? Heredot'un anlatımıyla antik Yunanistan'da şehir devletlerinden biri olan Sparta'nın kralı Leonidas'ın sadece 300 askeriyle, 250 bin kişilik Pers ordusuna karşı koyma hikayesidir '300 Spartalı'. Samsunspor yönetimi yeni sezona başlarken 10 bin kombine bilet satmayı hedeflemişti. Hafta içinde kulüpten yapılan bir açıklamaya göre epi topu sadece 250 kombine satılmış. Bu sayı maç gününe kadar 300'e ulaştı mı bilmiyorum ama TFF 1. Lig, bu yıl her zamankinden daha zorlu geçecek gibi. Süper Lig yarışında son düzlükte geçildiğimiz Antalya, sezona 14 bin kombine satışıyla başlarken, bize ise Fuat Köktaş'ın bağışladığı 150 bin liraya sevinmek kalıyor. Fuat Kötaş'a teşekkür edelim elbette.

Ve fakat. Neden Fuat Bey gibi iyi insanların sayısı artmıyor diye de üzülelim. "Fuat Bey de çekerse elini eteğini nice olur halimiz" diye de kendimize soralım. Oysa bu şehirde para ve itibar sahiplerinin sayısı hiç te az değildir, yüzlercesini bir çırpıda sayarım size. İşte bu da bizim hikayemiz. Altınordu maçı taze bir başlangiç olması bakımından önemli elbette. Yüzde 80'i yenilenmiş takımımızın. Maçın hemen başında gelen kırmızı kart ve ardından gelen penaltı gölleriyle kazanarak moral bulduk. Sezon başladı hayırlısıyla. Yenmekte var yenilmekte.

Sportif başarı da önemli elbet. Takımımız kazandığında sevineceğiz, kaybettiğinde üzüleceğiz. Ama önemli olan kalıcı başarıya ulaşmaktır. Bunun yolu da kulübümüzü güçlendirmekten geçer. Yöneticilerimize güvenelim ama daha önemlisi bu ortamı yaratalım. Bu hikayede sevinen taraf hep biz olalım istiyorum yani.

/Ragıp GÖKER
17.08.2015

8 Ağustos 2015 Cumartesi

Sıradaki Hançer “Pontus Soykırımı” Yalanı

Taraflara dikkat edin, fark edeceksiniz; Türkiye’ye düşmanlığını göstermiş bütün odakların Türkiye’deki adamları, Türkiye’deki odakları bellidir. PKK ile Kürdistan hayali, Ermeni Soykırım Yalanı ile Ermeni ideali için çeşitli etkinlikler adı altında birleşenler hep aynı odaklar, hep aynı taraftaki insanlardır. 

Hiç kuşkunuz olmasın aynı odak ve toplulukları sıradaki Pontus soykırım yalanı ile Pontus idealine hizmette de göreceğiz. Pek yakın zamanda yeni sorunumuzda da sahne alacaklarından emin olun. Eski ama tazelenmiş yeni bir hançer,   “Pontus Soykırımı” yalanı. Çok daha ciddi ve derin yapılı olarak ha patladı ha patlayacak. Onun için meseleyi en baştan ele alarak başlarsak sanırım yerinde olacaktır.

Malumunuz olduğu üzere Pontus, deniz anlamına gelir. Hamit Pehlivanlı Hoca, eski çağda Greklerin Karadeniz’e “Deniz” manasında “Pontus” dediklerini, Karadeniz’in güney sahillerine de aynı ismi verdiklerini ve bölge sakinlerine de Pontuslu denildiğini nakleder.

İlk Pontus Krallığı M.Ö. 301 yılında Pers Satrapı’nın oğlu Mithridates I tarafından “Pontus Krallığı” olarak kurulmuş, son kralları Mithridates VI Evpator zamanında devletin sınırları en geniş seviyesine ulaşmıştır. Kralın yayılmacı siyaseti sonucu Ege adalarına hatta Yunanistan’a kadar geçmesi, Roma ile Pontus Devleti’ni karşı karşıya getirmiş. General Pompey komutasındaki Roma orduları M.Ö. 66’da Pontus ordusunu bozguna uğratarak, bu devlete son vermiştir. Pontus toprakları paylaştırılarak krallık tamamen ortadan kaldırılmıştır. (M.S. 64 veya 63)

Pehlivanlı Hoca devamla tarihî Pontus Devleti’nin mirasına sahip çıkmak isteyen ve 19. yy sonlarından itibaren yeniden diriltilmeye çalışılan Pontus Devleti’nin veya Pontusluların bugünkü iddia sahipleriyle alakasını sorgular. Pontusluların, Yunanlıların iddia ettiği gibi Yunanlılıkla, Helenlikle ilgisi var mıydı? Varsa ne derecedir? Bu soruların cevabını Stefanos Yerasimos’tan nakleder.  “… bunların büyük bölümü Ortodoks Hristiyan idiler, yani Ermeni değildiler. Ama o dönemde Ortodoksların Yunanlı olduklarını söylemek güçtür… Bu Ortodoks Hristiyan nüfus kilise ile yeni burjuvazinin birlikte yürüttükleri çabaların etkisi altına girecek ve kökeni ne olursa olsun Anadolu’da yaşayan Türkçe ya da Rumca konuşan bütün Ortodoks Hristiyanlar gibi Yunan ulusuna ait olma duygusunu benimsemeye başlayacaktır.”

Hayali her zaman yaşatılan Pontusculuk, Osmanlı İmparatorluğu nun hızla çöktüğü yıllarda bünyesindeki çeşitli Hristiyan azınlıklar gibi, Karadeniz Bölgesi’ndeki Rumlar da Pontus Devleti ni yeniden kurma çalışmaları olarak harekete geçer.  Merzifon daki Amerikan Koleji öğretim ve idare kurulunun çalışmalarıyla 1904 te Pontus Derneği kurulur. Çalışmalarını artırarak kısa zamanda Anadolu da yaygın bir örgüt haline gelir. Mukaddes Anadolu Rum Cemiyeti adıyla, terörü öne alan ikinci bir dernek daha kurulur.

1920 yılında Pontus çetelerinin tehlikesi karşısında merkez ordusu kurulduktan sonra, koleje yapılan bir baskında, Pontus haritaları ve buranın Yunanistan a katılmasına ait çeşitli kitaplar ele geçirilir. Durum, kolejin Amerikalı yöneticisi White ın yazdığı bir mektubun ele geçmesiyle açıkça anlaşılır. Mektupta Müslümanlık, Türklerin liderliğinde, Hristiyanlığın en büyük düşmanı olarak gösteriliyor ve Türkiye nin parçalanmasının amaçlandığı ortaya çıkıyordu. Bastırdıkları haritalarda, merkezi Samsun olmak üzere Batum dan İnebolu ya ve Kastamonu, Çankırı, Yozgat, Sivas, Tokat, Amasya, Çorum, Gümüşhane ve Erzincan ı içine alan topraklar üzerinde Pontus Devleti kurmak istedikleri açıkça ortadaydı. Yunan Megalo İdea sının genişliği ve Anadolu için ifade ettiği tehlike açıkça ortadaydı, bir yandan Ege Bölgesi ni, diğer yandan Doğu Karadeniz i ele geçirmeye çalışıyordu.

1921-1922 yılları arasında 1 milyon 200 bin kadar Rumun mübadele kapsamına alınarak Yunanistan’a gönderilmesini ‘sözde soykırım’ olarak nitelendiren Yunanistan, geçtiğimiz yıllarda Selanik’te açtığı sözde Pontus Soykırım Anıtı’nı inşa etti ve hiç boş durmadı.  Son 30 yıldır dünyanın her tarafında sözde Pontus ideolojisini güçlendirmeye çalışan Yunanistan, bu ideolojiyi yaymak ve güçlendirmek amacıyla bugüne kadar 179 adet dernek ve vakıf kurulmasını sağladı. Yunanistan istihbarat kuruluşu ve diğer güvenlik bölümleri dünyanın belli başlı ülkelerinde kurdurulan Pontus dernek ve vakıflarının sayısı her geçen yıl artış gösteriyor. Halen Yunanistan’da toplam 102 Pontus ideolojisi üzerine dernek ve vakıf bulunurken, bu sayı Almanya’da 31, ABD’de 27, Kanada’da 11, Avustralya’da 3, Gürcistan’da 2, İsviçre, İsveç ve Yeni Zelanda’da 1’er dernek ve vakıf tespit edilmiştir. 1916-1923 tarihleri arasında Doğu Karadeniz Bölgesi’nde yaşayan 700 bin Rum’un 350 bininin Türkler tarafından öldürüldüğü ve göçe zorlandığı iddiası ile Yunanistan Parlamentosu 24 Şubat 1999 tarihinde almış olduğu bir kararla 19 Mayıs tarihini “Soykırımı Anma Günü” olarak kabul etmiş ve birçok ülke parlamentosunda girişmelerde bulunmuştur. Birkaç yıl öncede bu girişimleri sonuç vermiş ve Avustralya’nın altı eyaletinden biri olan Güney Avustralya Parlamentosu’nun hem alt hem de üst kanatlarından ayrı ayrı geçen kararda, Türkiye 1915-1923 yılları arasında sadece “Ermeni soykırımı” yapmakla suçlanmamış, ayrıca, “Pontus, Süryani ve Küçük Asya’daki diğer azınlıklarla” ilgili tüm yaşananlar, çatışmalar, ölümler, hepsi “soykırım” olarak ilan edilivermiştir. Brüksel ve Paris de sıradadır.

Güzel günlere uyanın… Sağlıcakla kalın efendim.

/Uğur DEDE
08.08.2015

3 Ağustos 2015 Pazartesi

Çarşamba Yazıları, Körpedir Kuzuları

Çoğu zaman kişiler, karşısında bulunan sevdikleri insanlara sevgilerini belli etmezler. Bu genelde psikolojik bir tavır olmasına rağmen, çoğu zaman kişileri şımartmamak, bu sevginin zaten var olduğunu bilmesi ile bağlarının kuvvetli olmasını sağlayacak girişimleri bırakmaması içindir. Bunu manen hisseden ve sevildiğini bilen kişiler karşısındakilerin onlara vereceği kararlara, yanlışta olsa yaratılacak problemlere, kızılan anlara veya bağrış kıyamet geçen zamana aldırış etmez. Çünkü bilirler ki; bu kızmaların, bu kızgınlıkların hepsi onların iyiliği içindir. Bu yüzden seven kişi, sevdiğine zulüm ediyormuş gibi görünür.

Benim Çarşamba'ya olan sevgim de biraz marazidir, eleştirilerimde ondan beklentilerimin yüksek olmasının yarattığı düş kırıklığının payı olsa gerek, yoksa coğrafi olarak cezbedici bir konumu vardır sevgili ilçemin. Köyde(şimdilerde: Çarşambanın mahallesi oldu ama benim gözümde ve gönlümde hala köy olarak kalacaktır) bahçeme sığınan yaralı bir köpek uzun bir tedavi sonucu iyileşti ve dokuz adet birbirinden güzel yavru yaptı.
  
Bahçemde böyle bir sokak köpeğini(hem de dişi, hem de gebe) barındırdığım için tüm komşularımla kanlı bıçaklı oldum."efendim üç ay sonra ben Samsuna gidince bu köpekler ne olacakmış?"çoluk, çocuğa zarar verirlerse bana bunun hesabını sorarlarmış" en çok üzüldüğüm ise "solcular hep böyle olurlar,Allahın sahip çıkmadığına sahip çıkarlar" dedikoduları oldu. Adım neredeyse "İT ÇOBANI" olacak. Köy kahvesinde toplantı yapıp soruna açıklık kazandırmak istedim. Sonuç bildirgesi:

1:)kapıma sığınan düşmanım bile olsa geri çevirmem. Kaldı ki köpekler düşmanım değil, konuklarım
2:)Köpekler insanoğlunun evcilleştirdiği ilk canlıdır ve kadim dostudur. Dostluk vefa gerektirir.
3:)Köpek dostlarımın çevreye verdikleri her zarar kuruşu kuruşuna tanzim edilecektir.
4:)Dostlarımın her birinin adı vardır, bundan sonra onlardan bahsedilirken isimleri kullanılacaktır.
5:)kasti olarak dostlarıma fiili veya sözlü şiddet gösterenler kim olduğuna bakılmaksızın misli ile cevap bulacaklardır.
6:)Belediye başganı enişteniz, benim köpeklerimle derdi olan başgan eniştesine başvursun.

İkram edilen çayı bardağı ile kahvenin ortasına boca edip eve döndüm. Aslında bilseler bu dostlarım onlardan misli ile soylular benden önce kucaklayıp baş tacı yaparlar, her biri pırlanta GOLDEN ROTWEİLER. Köy imamları gibi yine gameti uzattım, konunun aslından uzaklaştım. Diyeceğim koskoca Çarşamba’da köpek maması satan bir bakkal, eczane, baytar ofisi, market bulamadım.

Bazı parametreler vardır kalitenin göstergesidir. Uzun uzun sosyolojik analizler yapmaya gerek yoktur bir coğrafyanın ne olduğu konusunda bir köpek maması bile yeter. Oysa 80’li 90’lı yıllarda Çarşamba’da kedi ve köpek maması üretimi ve ihracatı yapan fabrika vardı. HASBİ MENTEŞOĞLU (Nam-ı diğer Hasbi ağa) ruhuna rahmet, kim ne derse desin bir fenomendi ÇARŞAMBA için. Nereden nereye geldiğimizin ilginç bir göstergesi. Haaa, unutmadan sorayım şu anlı şanlı AVM ‘nizin adı neydi sahi?

/Cemil BİÇER
03.08.2015