26 Ocak 2012 Perşembe

Hocaya Şartlı Evet

Samsunspor'un iş bilmez yönetimi, güç bela gönderdikleri çakma antrenörden sonra yerine getirmeyi düşündüğü hoca ile Petkoviç'te olduğu gibi teslimiyetçi bir sözleşme daha mı yapacak? Yoksa, " Kardeşim bak, puanımız ve ligdeki yerimiz belli. Elimizdeki futbolcu kadrosu da bu. Almak istersen, aşırıya kaçmamak kaydıyla, yani fazla para harcatmadan iki bilemedin üç oyuncu alabilirsin. Bu takımı ligde tutacabileceğine inanıyorsan at imzanı. Sana şu kadar para, sezon sonunda da kümede kalırsan şu kadar daha prim. Yok düşerse takım aldığın parayı geri ödersin. Var mısın yok musun?" diyecek kudrette mi olacak ?...

Tıpkı, geçtiğimiz sezon Konyaspor'un, Yılmaz Vural'a dediği gibi.. "Küme düşersek bir kuruş yok, düşmezsek 1 trilyon lira ananın ak sütü gibi sana helal olsun" Vual bu teklife "evet" deyip, göreve geldi... Sonuçta başarısız oldu, Konya kümeye gitti, Vural da parayı alamadı...

Bence, dışarıdan bir hocanın gelmesine de gerek yok... Samsunspor kendi öz kaynaklarını kullanmalı... Burak gibi, Mehmet Ali Çınar gibi, Hakkı Bayrak gibi isimler elinin altındaysa, pencerenin dışına bakmaya hacet yok... Bu takıma teknik direktör değil, futbolculara kaybettikleri moral motivasyonu, öz güveni geri getirecek mental anlamda tedavi uygulayabilecek isme ihtiyaç var.....

KEŞKE HAKLI ÇIKMASAYDIM...

Hayatta megolomanlıkla işim olmadı, ters gelir şahsiyetime... Ancak, böyle bir zamanda istemeden de olsa "Ben demiştim" e geliyor konu... Petkoviç'in hoca olmadığını yazarken, futbol bilgisi iki puanlık sistemde stop eden futbol ulemaları şeytanın avukatlığına soyunup acımasızca eliştiriyorlardı... Zaman haklı çıkardı beni...

Şimdi hepsi arkama dizilip benimle yatıp kalkıp, secde ediyorlar... Çarpık, gereksiz, transferlerde de uyarılarda bulunmama rağmen, kimse takmadı beni... Uğur Boral, örneğinde olduğu gibi... Çocuk sakat, faydalı olamaz dedim, işte sonuç... Diğer takımlar ara transferde nokta atışı yaptı... Aldıklarını direk oynatıyorlar, takımlarına katkıları ise ortada...

Ya Samsunspor?  Sezon başında olduğu gibi ara transfer de de sınıfta kaldılar, tam bir fiyasko örneği sergilediler... Samsun'a para sayma makinesiyle gelenlerden başka ne beklenebilirdi ki? Bunlara inanıp dinleyenlere artık lafım yok... Ah keşkem diyesim var, Haksız olsaydım da takım bu hale gelmeseydi...

26 Ocak 2012 Perşembe
/Resul AKÇAY

25 Ocak 2012 Çarşamba

Samsun Geç Uyandı

Samsunspor'un en önemli rakibi, adeta kabusuydu... Gelişi, getirilişi bu külübe yapılan en büyük kötülüktü... Ne bir mesleki onuru, ne de şahsi gurur sahibiydi... Başarısızlığını görmesine rağmen asla kabullenmedi... Kendisini başımıza bela edenlerden aldığı sonsuz destek ile şımarık zengin çocuğu gibi davrandı... Aleyhine yazılar yazanları, tezahuratta bulunanları, konuşanları kısaca eleştiri sahiplerini hep " ti "ye aldı... Her maç sonrası yeni bir masal dinletti biz kuzucuklara... Yediğimizi, uyuttuğunu zannetti...

Bizler yazdıkça, "gönderin şu hoca müsvettesini" dedikçe birileri inat yaparcasına görevde tuttu... Başkan dahil herkes arkasında durdu... Sonunda kıçına tekme vuruldu... Artık Samsunspor'un belalısı değil... Bu takım küme düşerse en büyük vebali sırtında taşıyan biri olarak anılacak, başkanı gibi, menajeri gibi, yöneticisi gibi... El birliğiyle uçurumun kenarına getirdiler koca Samsunspor'u... 5 yılda küllerinden var olan takımın bir üfleyişle tozunu attırdılar...

Şimdi yeni bir kurtarıcı aranıyor... Ayaklarına çuvalla para dökülerek... Filmin sonunu hep birlikte göreceğiz... Getirdiği futbolculardan bilmişliğimiz var marifetini... Büyük menajerin heybesinden hangi isim çıkacak? Pazara kalmaz çıkartılar ortaya... Atı alanın üsküdarı boyladığı bir vakitte... Bekleyip duruyoruz elinde sihirli değnek olan yüce insanı !

Neyse geçelim bunları da maça gelelim... Petkoviç belasından kurtulan takımın ilk sınavından nasıl bir sonuçla çıkacağı merak ediliyordu... Tıpkı yeni hocanın isminin ne olacağı sorusunun yanıtının aranması gibi... Orduspor maçının kahramanlarından Fink'in yokluğu, Uğur'un sakatlığı, Zenke'nin eksikliği handikaptı... Ev sahibi ekibinin formsuzluğu lehte olan bir durumdu, sürmesini temenni etmek dudaklardan düşmeyen dua idi...

Manisaspor, on dakika boyunca topa bütünüyle sahip çıktı... Samsunspor topu gördüğünde meşin yuvarlak filelerle çoktan buluşmuştu... Devre bitimine kadar oyun orta sahada kördüğüm olmuş, her iki takım da topa işkence çektirme görevini üstlenmişti... İkinci yarıya her iki tarafta üzerlerindeki miskinlik tozlarını silkinerek çıktı...  Serkan'ın oyuna girişiyle canlanan Samsunspor rakip kaleyi abluka altına aldı... Saç, baş yolan pozisyonlar bozuk para gibi harcandı... Ev sahibi ekip Isac ile yakaladığı pozisyonu değerlendiremeyip farkı açamayınca cezayı Kemal kesti ve takımının ege deplasmanından eli boş geçmesini önledi... Kazanılan bir puana mı sevinirsiniz ? Yoksa kaybedilen iki puana mı? Varın bu sorunun yanıtını siz verin...

25 Ocak 2012 Çarşamba
/Resul AKÇAY

23 Ocak 2012 Pazartesi

Kentlilik Bilinci Ve Kent Yöneticilerinin Yaklaşımı..

Samsun’un sorunları konuşulurken gelmiş geçmiş bütün kent yöneticileri ve sivil toplum kuruluşlarının görüş birliğine vardığı konu, “Samsun da yaşayanların birlik ruhunu oluşturamadığı” konusudur. Samsun’da ki bu birlikteliği sağlaması gerekenler, sanki onlar değilmiş gibi her buldukları fırsatta Samsun’un bu eksiğini gündeme getirirler. Bu konuda ciddi ve samimi çaba harcayan kuruluş olarak sadece kuruluş amacı ve felsefesi de bu olan SAM-SEV’İ gösterebiliriz. Ancak geçmişte SAM-SEV’İN de bu yönde ki her türlü çabasının önüne setler çekilmiştir. Hem de üzülerek söylemek gerekirse, bunu yapanlar da bu eksiklikten yakınan yerel yöneticiler ve bazı sivil toplum kuruluşları olmuştur.

Şimdi size geçtiğimiz günlerde 19 Mayıs Üniversitesi’nden Yrd. Doç. Dr Ahmet Mutlu tarafından büyük bir çaba ile hazırlanmış “METROPOL KENT SAMSUN’DA KENTLİLİK BİLİNCİ ARAŞTIRMA PROJESİ” sunumundan söz etmek istiyorum. Konu son derece önemli ve Samsunluların çok ihtiyacı olan bir araştırmaydı. Doğal olarak Samsun gibi Metropol bir kenti yöneten yöneticiler ve sivil toplum kuruluşlarının yönetim kadrolarının salonu doldurduğunu ve sunumu büyük bir ilgi ile izleyip sorularla sempozyuma zenginlik kazandırdıklarını düşünüyorsunuzdur. Heyhat! Böylesine bir fırsat, her şeyi en iyi bildiklerini ve bilimsel verilerle donatılmış bir araştırmadan bir şeyler öğrenebilmelerine bundan önceki benzer sempozyumlarda olduğu gibi ihtiyaçları olmadığını düşünen yerel yöneticilerimiz tarafından izlemeye ve dinlemeye değer görülmemiştir.

2007 yılı başlarında Samsun’da yaşanan büyük sel felaketi sonrası, Ağustos 2007 tarihinde Mimarlar Odası Samsun Şubesi tarafından çeşitli üniversitelerden gelen şehircilik uzmanlarının katılımı ile bir “Sel Sempozyumu” düzenlenmişti. Samsun’un yedi dere üzerinde kurulduğu ve bunun yarattığı sel sorunlarının haritalarla anlatıldığı bu sempozyumu da, hiçbir kent yöneticisi ve kamu görevlisi ilgiye değer bulmamıştı. 2008 de Elektrik Mühendisleri Odası Samsun Şubesi tarafından düzenlenen Karadeniz Bölgesi Enerji Sempozyumu ve 2009 da düzenlenen “Samsun Enerji Dağıtım Trafoları” konulu sempozyumuna da hiçbir kent yöneticimiz ve kamu yöneticisi katılmamıştı. Hem bir kentin yönetiminden sorumlu olacaksınız, hem de kentte dayanışma ve birliktelik olmamasından yakınacaksınız, sonra da bu konuda yapılan hiçbir bilimsel toplantıya katılmayacaksınız, bu nasıl açıklanabilir bilemiyorum. Bu nedenle, Samsun’da Kentlik Bilinci Araştırması sunumuna katılarak sunumu izleyen Valimiz Sayın Hüseyin Aksoy’u ve Atakum Belediye Başkanı Sayın Metin Burma’yı duyarlılıkları için kutluyor ve bir Samsunlu olarak kendilerine teşekkür ediyorum.

Sunumu izleyen sivil toplum kuruluşlarından SAM-SEV ve katılımcı diğer bir kaç kuruluşa da aynı duygularla teşekkür ediyorum. Şimdi sizlerle bu önemli bilimsel sunumdan bazı alıntıları paylaşacağım. Sanırım sizler de bu tespitler dahi, bu toplantıyı izlemek ve sorular sorabilmek için yeterliydi diye düşüneceksiniz. İşte araştırma projesinin sonuç bildirgesinden bazı alıntılar;

--Kentleşme iki yönlü işleyen bir süreçtir. Bir yönüyle uygarlaştırıcı etki yaratırken, bir yönüyle de geleneksel kültürel değerleri ve yaşam tarzını aşındırmaktadır.

--Kentleşmenin yarattığı sosyo-kültürel sorunlar, uygarlaşma işlevinin yavaş seyretmesi ve buna karşılık, aşınan (Geleneksel) kültürel değerlerin yerine ikame edilecek alternatif değerler konulamamasından kaynaklanır. Bu boyutu nedeniyle, aslında kentlileşme kolay gerçekleşen bir süreç değildir. Çünkü birey kentte yaşamaya başladığı andan itibaren önceki yaşamının bir parçası olan bazı tutum ve davranışlarını terk edip, yenilerini benimsemek zorundadır. Bu ise, sosyo-psikolojik ve kültürel bakımdan kolay değildir. Nitekim ülkemizde kentleşmenin hızlı olmasına karşılık, kentlileşmenin yavaş seyrettiği görülmektedir.

--Bu olumsuzlukları gidermek üzere Bursa Büyükşehir Belediye Başkanlığı, Eskişehir Tepebaşı Belediye Başkanlığı, İzmir Karşıyaka Belediye Başkanlığı yörelerine özel projeler üreterek kentlilik bilincini geliştirmeye özen göstermişlerdir.

--Yapılan bir araştırmada, ulaşılan sonuçlardan birisi de; Samsun’un Karadeniz Bölgesinin en gelişmiş ili olma özelliğini taşıması nedeniyle 1980-1990 arasında yoğun bir göçle karşı karşıya kalmasıdır. Bir başka sonuca göre de Samsun, tarihsel olaylar ve 1980 sonrası aldığı göçler sonucu kozmopolit bir nüfus yapısına sahiptir.

-- Bu yapının da etkisi ile Samsun’da ki kentlilik bilinci düşük veya iyimser değerlendirmeyle orta düzeydedir.

-- Çok değişik konularda sorular yöneltilerek yapılan sorgulamalar sonunda, “kentsel sorunlara duyarlılık ve farkındalık” kapsamında ki kente özgü tutum ve davranışlar bakımından kentlilik bilincinin düşük olduğu anlaşılmaktadır. Buna karşılık kentlilik bilincinin, kent (Samsun) aidiyeti, kenti
(Samsun’u) sahiplenme gibi Samsun ile doğrudan ilgili ya da bireylerin gündelik yaşamlarını doğrudan etkileyen durumlarda orta ve yüksek düzeyde olduğu ortaya çıkmaktadır.

--Kente özgü tutum ve davranış düzeyinin düşük, Samsunluluk bilincinin orta ve kent sorunlarına duyarlılığın yüksek düzeyde oluşu, Samsun’da ki bazı sosyo-kültürel çelişkileri ortaya koymaktadır.

--Samsun’un göçlere bağlı olarak kozmopolit bir yapıda oluşu, bir yandan kente özgü tutum ve davranışların gelişmesini olumsuz etkilemekte, bir yandan da Samsunluluk bilincinin oluşmasını güçleştirmektedir.

-- Gerek göç yolu ile Samsun’a gelenlerin, gerekse doğma büyüme Samsunlu olanların kent kültürünün evrensel ( Kente özgü tutum ve davranışları) konusunda ki eksiklikleri, Samsun’da bir arada yaşama ruhunu güçlendirecek ortak bir duyarlılığın gelişmesini yavaşlatmaktadır.

--Doğma büyüme Samsunlu olanlarla farklı yörelerden gelenlerin kentsel alanda kente özgü ortak nitelikli tutum ve davranışlar konusunda “ortak bir dil” geliştirememiş olması nedeniyle, tarafların iletişim dili Samsun üzerinden değil “kendi kentleri üzerinden” kurulmaktadır. Bunun bir göstergesi olarak, Samsun’da araçlar da sıklıkla “Bize her yer Trabzon” yazılarına karşılık, “ Samsun her yer değil şehr-i Samsun veya Ondokuzmayıs kenti Samsun” yazıları görülmektedir. Bu, ortak bir mekânda ( Samsun), kent kültürünü Samsun’a ait referansla değil, kentte yaşayanların kendi kentlerine ait referansla kurmak istemelerinin dışa vurumu olarak değerlendirebilir.

--Bu yapı, kentin kozmopolit yapısının kültürel zenginliğe ve potansiyele dönüşmesine değil, siyasi, sosyal ve kültürel kutuplaşmaya ve kısırlığa yol açmaktadır. Samsun’da bu yapının kutuplaşmaya değil sinerji ye dönüştürülmesi kaçınılmazdır. Bunun için de “üzerinde anlaşılmış bir kent kültürünün” yaratılması gereklidir. O nedenle, Samsun’da yaşayan ve kendilerini farklı kent kimlikleriyle ifade etmeyi tercih edenlerle, kendilerini Samsun’la ifade edenlerin ( Kent yöneticileri, kanaat önderleri, siyasetçiler, iş adamları, akademisyenler vd.), bir araya gelip, uzlaşı ve sonuç odaklı toplantılar yapacakları bir “ Samsun Kent Kültürü Platformunu” oluşturmalıdır.
--Samsun doğumlu olanların kentlilik bilinci, Samsunlu olmayanlara göre daha yüksektir. Çünkü Samsunluların kentlilik bilinci, “Samsunluluk bilinci” ile desteklenirken, Samsunlu olmayanlar da böyle bir desteğin olmadığı açıktır. Oysa Samsun’da kentsel yaşam kalitesini geliştirmenin yolu, hem Samsunlu olanların, hem de Samsunlu olmayanların kentlilik bilinçlerinin birbirine paralel veya yüksek düzeyli olmasını sağlamaktan geçmektedir.

SONUÇ:
Samsun’da ki örgün eğitim ve yüksek öğretimin her kademesinde, çeşitli kamu kurum ve kuruluşları ile özellikle yerel yönetim personelinde, sivil toplum kuruluşları, muhtarlıklar, din görevlileri vd. arasında kentlilik bilincini geliştirici eğitim ve seminer programları, projeler ve bazı etkinlikler düzenlenmesi yapmalıdır. Özellikle de, yerel yönetimlerin “kent kimliğini” geliştirmeye yönelik politikalara ağırlık vermesi ve bu bağlamda kentin tarihi, somut veya somut olmayan kültürü, eski eserleri, çağdaş değerleri, doğal ve estetik değerlerini belirlemeleri ve geliştirmeleri, kent müzeleri kurmaları gereklidir. Bu kentin ortak sorunları konusuna duyarlılık göstermeden, bu kentte ortak akıl ve birlikteliğin sağlanması için bir şeyler yapmadan, bu kentin iyi yönetildiğini kimse iddia edemez.
Samsun’u yönetenlerin ve yönetmeye talip olacakların bu konuda gereken hassasiyeti göstermesini beklemekte tüm Samsunluların ortak beklentisidir. İyi haftalar…

/Sadi SUBAŞI
23 Ocak 2012

22 Ocak 2012 Pazar

Umuda Yolculuk

Haticeden ziyade, neticenin konuşulacağı, alınacak üç puanın iki takım için de büyük önem arz ettiği bir gerçekte de 6 puanlık maçtı... Puan sıralamasındaki son üç takım ile üzerindekilerinin arasındaki mesafenin artmaması için artık sadece kazanmak yeterli olmuyor... Rakiplerinin de puan kaybetmesi gerek... Ancak bugünkü zamanda böyle bir şeyin olduğunu söylemek mümkün değil... Yaşanmakta olan can pazarında herkes kazanmanın peşinde...

Karadeniz Derbisine Samsunspor damgasını vuran taraf oldu... Tribünlerden yükselen sese sahada yanıt verildi... "Bizler inandık sizde inanın, bizim için bu maçı alın" Görev alan her isim inancını, yüreğini ortaya koydu... Kazanmaktan başka alternatiflerinin olmadığının bilincindeydiler...

Yenilerden Uğur Boral ve Serkan kenara çekilmişti... Valdemiro haftalar sonra formasına kavuşmuş, endamını göstermişti... İyi de oynadı... Savunmada dikkatli, koordineli ve hatasızdı...


Fink'in liderliğindeki orta saha etkili oyun sergileyince rakibe karşı üstünlük kuruldu... Kanatlar iyi kullanıldı, uzaktan kale şut yağmuruna tutultu... Tam da bu anlarda gol geldi... 20 dakika boyunca tilki gibi savunmanın arasında gezinen Gekas, Yenal'ın mükemmel ortasında topla buluştu savunmanın da hatasından yararlanarak takımını öne geçiren gole imza koydu...

Golden sonra konuk ekip beraberlik için gelir, bunaltır diye düşündük, ama yanıldık... Komşunun diri Samsunspor karşısında etkisizliğini görünce maçın kalan dakikalarının rahat geçmesi içten bile değildi...

Buna rağmen Petkoviç'in ödlekliğini bir kez daha gördük... Skoru korumak adına savunmayı yaptığı değişikliklerle çoğaltmaya gitmesi akla ziyan bir hamleydi... Zaten bu adamdan olumlu bir şey beklemek fazla hayalcilik olurdu...

Ekigo'nun şık çalımlarla Gekas'a attırdığı ikinci gol skoru belirlemeye yetti... Şurası bir gerçek ki Gekas, eğer iyi beslenirse atacağı gollerle Samsunspor'u bu kaos dolu ortamdan çıkarabilecek yetenekte...

Kırmızı beyazlı ekip dokuz maç sonra üç puanı bir arada görebildi... Ligde kalma adına yaptığı umuda yolculuğu sürdürdü... Şüphesiz yakalanacak galibiyet serisi, rakiplerin puan kayıplarıyla desteklenebilirse güzel şeyler olabilir...

22 Ocak 2012 Pazar
/Resul AKÇAY

20 Ocak 2012 Cuma

Sevgiyle Yaşatmak

Dile pek de kolay geliyor… Ama tam 23 yıl geçmiş aradan… Türk Futbol tarihinin en kara günü olarak anımsadığımız 20 Ocak 1989’un bir sen-i devriyesi daha geldi… Bugün yine Nuri Asan hocamızın, Asım Özkan abimizin mezarlarını ziyaret edip dualar okuyacağız… Rahmet dileklerimizi Girne Karaoğlanoğlu mezarlığında yatan Mete Adanır’a, Yugoslavya’da ki Zoran Tomiç’e, Zonguldak’ta ki Muzafferimize de göndereceğiz…

Onlar Samsunspor’un başarısı için mücadele edip, formasını terletip, uğruna canlarını veren insanlardı… Ya biz ? Geride kalanlar… Her 20 Ocak gelip çattığında anmaktan başka bir şey yapmadığımız bizler… Bu beş futbol şehidimiz için ne yaptık başka ?

Zonguldaklı, Muzaffer Badalığolu’nu bir parka adını vererek yaşatıyor… Kıbrıslı, Girne ile Lapta arasındaki en önemli caddeye “Mete Adanır Caddesi” diyerek vefasını göstermiş…

Samsunspor Tesislerinin girişindeki totem’de küçük puntolarla yazılı Nuri Asan adını güçlükle okuyabilirsiniz…
Zamanın İlkadım Belediye Başkanı Necmi Akkoyunlu’nun sayesinde Liman mahallesindeki gençlik parkının her iki girişinde dikili olan tahta panoda görme şansınız olur…

Kazanın gerçekleştiği Havza çıkışındaki yerde bir anıt yapılması kulüp eski başkanlarından Sezgin Gümüş’ ün güzel ve de bir o kadar da anlamlı fikriydi, ancak hayata geçirilemedi…

Nuri Asan, Mete Adanır, Muzaffer Badalığolu, Zoran Tomiç, Asım Özkan’ın isimlerini bir caddeye, bir sokağa, bir parka verilseydi, kıyamet mi kopardı ?

Bu konuda benim Samsunspor yönetimine nacizane bir önerim olsun… 19 Mayıs Stadı’nın giriş kapılarına bu kardeşlerimizin isimlerini ve resimlerini bir tabelaya yazarak koyalım…  Hiç değilse bunu yapalım…  Zor bir şey olmasa gerek…

20 Ocak 2012 Cuma
/Resul AKÇAY


Cumhuriyeti Kuran Kadrolara, Neden Kızılıyor?

Son günlerde ülkemizin kuruluşunda emeği olan kadrolara kızgınlığın arttığını,bu kızgınlıkların dozunun kaçırıldığını, hatta onları unutturmak istercesine yapılanların arttığını,üzülerek izliyoruz. Sanki Ülkenin bütün sorunlarını çözdük de, sıra bu ülkeyi kurtuluş savaşına hazırlayan ve kurtuluş savaşından başarı ile çıkmasını sağlayan kadrolara mı geldi? Mustafa Kemal ve arkadaşlarına kızmaya ve küfretmeye, onların eksiklerini anlatmaya mı geldi?

Onlara kızacağımıza,
. Bu ülkede yıllarca iktidar olup ta, Yoksulluğu yenemeyenlere kızalım,
. İşsizliği yok edemeyenlere kızalım,
. Tam bağımsız bir ülke olmamızı engelleyen geri kafalara kızalım,
. Güzel dinimizi siyasete alet edenlere kızalım.
. Yurttaşlığı kulluğa döndürmeye çalışanlara kızalım.

Dünyanın hiçbir ülkesinde o ülkenin kuruluşunda emeği olanlara kin duyulmaz, küfredilmez. Bizim ülkemizde de ne hikmettir, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına sistemli bir biçimde, kızgınlık ve öfke körüklenmektedir. Bu ülkenin kuruluşunda ve kurtuluşunda görev alan Atatürk ve arkadaşları, bu gün yaşadığımız bu güzel ülkemizi, düşman işgalinden kurtarmışlar, bu gün onurla ifade ettiğimiz, değerleri ile bizi kulluktan yurttaşlığa geçmemizi sağlayan Cumhuriyeti bizlere hediye etmişler, emanet etmişlerdir. Bu kadrolara duyulan kini ve öfkeyi anlamak mümkün değil.

Mustafa Kemal’e kızması gerekenler emperyalistlerdir, Anadolu topraklarını işgal etme iştahları kursaklarında kalanlardır. Bu kızgınlığın yurt içinden olması, gerçekten düşündürücü ve üzücüdür. Orta doğunun karanlıklarından, çağdaş dünyanın onurlu bir üyesi yaptığı, Türk ulusunun, Atatürk ve silah arkadaşlarına minnet duyduklarını, onlara saygı duyduklarını biliyoruz. Atatürk ve Silah arkadaşlarını kavrayamayan bir avuç çapulcunun da iştahlarının kursaklarında kalacağını bilmelerini istiyoruz. Kurtuluş mücadelesini veren, Cumhuriyetin kuruluşunu sağlayan, Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının hiç eksikleri yok mu? Var tabi. O günkü olanaklarla o kadroların yaptıkları hatalar ve eksikler, bu günün olanaklarına sahip siyasilerin yaptıkları yanlışların yanında, hata olarak görülemez bile…

Ne yapmış Cumhuriyeti kuran ve bizlere hediye eden Atatürk ve arkadaşları?
. Bu toprakları emperyalist güçlere yem etmemişler.
. Demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti olmamızın temellerini atmışlar.
. Bu ulusu kulluktan kurtarmış, yurttaşlık kimliğine kavuşturmuşlar.
. Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir demişler.
. Türk milleti zekidir, çalışkandır demişler.
. Bu millete tam bağımsızlık yakışır demişler.
. Modern dünyanın onurlu bir ulusu olmamızın temellerini atmışlar.
. Yurtta sulh cihanda sulh demişler,
. Çocuklara ve gençlere bayram hediye eden istisna bir devlet adamlığının örneğini göstermişler.
. 23 Nisanlarda, dünyanın her ülkesinden çocukları ağırlayan, onlara geleceğin büyükleri olduklarında dost olmalarını öğütleyen bayramları hediye etmişler.

Kötümü etmişler?

/Tekin AKIN
20 Ocak 2012

18 Ocak 2012 Çarşamba

Bir Kent Ancak Böyle Katledilebilir

Samsun'daki bazı yöneticilerde bir gariplik var gibi geliyor bana. Asıl gariplik ise 'yapılan tuhaf işler kime danışılıyor kim olur veriyor' onda aslında. Şimdi Derebahçe Mahallesi'nde bir istinat duvarı yapılıyor. Şekliyle istinat duvarı ama benzerlerini görmek için 'yıllar öncesindeki doğu ve batı Almanya'ya bakmak lazım. Berlin duvarı gibi yani. Hani Doğu ve Batı Almanya'yı bölen duvar misali. 

Kenti ikiye bölen 3,5 kilometre uzunluğunda ve 2,5 metre yüksekliğinde iki yönlü duvar, ne zaman yapıldı, ne zaman kararı alındı, kim buna olur verdi, şehir planlamacıları odalar niye hiç sesini çıkarmadı ayrı konu. Ama asıl gerekçesi oldukça ilginç. Neymiş, tren daha hızlı yük taşıyacakmış ve vatandaşın an güvenliği için gerekliymiş. Peki ne oldu şimdi. Vatandaş tamam anlaşıldı rayların etrafını saran duvarlardan içeri giremeyecek, ama kent ikiye bölündü. 

Kentin doğusunda yük trenleri nedeniyle kent ikiye bölündü, kentin merkez ve batısında ise hafif raylı sistem geçiyor diye ikiye ayrıldı. Alt yaka, üst yaka. Sanki Samsun'un çok geniş bir yerleşim alanı varmışcasına bu bölünmelerle kent adeta bulmacaya döndü. Araç geçişleri nereden olacak, nasıl olacak belli değil. Git ray boyunca bulursan kavşak dönersin.  Ya yayalar. Tam bir kabus yaşıyor. Ne tarafa baksa metrelerce yol. Sonra bir üst geçit bulacak ta geçecek. Bu kararlar alınırken halk nerede, konuya ne kadar hakim bunu soran yok. Duvarlar yapılıyor, binlerce lira harcanıyor, sonrasında ucubeler ortaya çıkınca da 'biz yaptık oldu' deniliyor.

Bir de bunlar yapılırken kılıf uydurulmuş. 'Vatandaşın can güvenliği için'. Milleti iyice 'saf yerine koydular'. Sanki bile bile insanlar trenin önüne atlayacak. Eğer siz kent içinde doğru yerlere üst geçitler, doğru yerlere kavşaklar yaparsanız ve uyarılarınız da yeterliyse, kimse canını sokakta bulmadı, atlamaz o trenin önüne. Hafif raylı sistem bir tarafa bırakın, o yük treninin hızlı gidecek, vatandaşın can güvenliği konusu çok komik. Koca bir kent göz göre göre katlediliyor. O bölgede yaşayanlar duvarlar arasına mahkum ediliyor. Hem de yerine bir alternatif üretmeden. 

Samsun'da öyle şeyler yapılıyor ki; mesela en şaşırdığım olaylardan biri de limandan Samsun merkezine gelirken, Büyükşehir Belediyesi'ne çıkan yolun 'bir anda yok olmasıdır'. Düşünebiliyor musunuz, şehrin içine girebildiğiniz bir yol birden bitiyor, önünüze bir benzinlik geliyor ve siz orayı geçip, eski yola girmeniz için cambazlık yapmanız gerekiyor. Sonra da bu kenti yönettiğini sananlar ortaya çıkıyor, bazı yerleşim alanlarını 'kentsel dönüşüm adına' düzenleme yapacağız diye, teneke mahallesine benzetiyor. O teneke mahallesine çıkan eski yola ne oldu desen, oradaki çarpık yerleşimi de 'kentsel dönüşüm' diye yutturmaya kalkacaklar.

Raylı geliyor, çek tel örgüleri. Yük treni hızlanıyor çek duvarları. Benzinlik yapılacak kes yolu ver başka koldan..
Canik'e viyadük yap, kentin içini beton yığınına çevir. Çok katlı otellere izin ver. Tarihi Saathane'yi yık, betona dönüştür. Ne olacak sonra. Biz yaptık oldu. Neden; Vatandaşın can güvenliği, kentsel dönüşüm falan filan. Vatandaşa sordunuz mu?

Gerek yok. Onlar tel örgünü, betonun etrafından dolaşır. Canını koruyoruz ya, az yürüsünler, biraz daha spor yapmış olurlar. Zorunlu 'sağlık turları' yani. Yollar yürümekle, dolaşmakla aşınmaz. Saathane esnafı gibi yapın siz de.. Dilekçeyle olmuyor, filmini çekin. Adını da 'Beton Samsun'da eve gitmenin yolları' koyun..

Ama az bekleyin. Hem yük trenleri için yapılan istinat duvarları bitsin hem de 48 kilometreye ulaşacak Raylı'nın güzergahı tamamlansın. Ondan sonra daha iyi çekim olur.. Yönetmene de gerek yok. Kendiniz çekin, kendiniz oynayın. Ama senaryo kısmına da bugünün yöneticilerini yazarsınız..
/A.Yener CABBAR
18.01.2012 

16 Ocak 2012 Pazartesi

Yerel Basın Kurtarılmış Bölge Mi?

Samsun’un yerel basınında, hiçbir köşe yazarında ve hiçbir manşetlik haberde 19 Mayıs kutlamalarının İtalyan faşizminin etkilerinden kurtarılmasının gerekliliğine yönelik bir yorum, bir ifade, bir emare görülmüyor.. Bu durumun belki de bütün şehirlerde böyle olduğunu düşünebiliriz.. Kalemi eline alan, AK Parti’nin hem genel ve hem de Samsun’daki icraatları hakkında ‘memleketi sattırmayız!’ ünlemiyle canhıraş vatan müdafaasına girişiyor.. 

Mesele bodoslama karşı çıkmak ve yobazca mevzi müdafaası olduğu için Atatürkçülük ile Onun işaret etmiş olduğu muasır medeniyetler seviyesi arasında bir türlü doğru ve olağan bir paralellik kuramıyorlar.. Hala, ‘Ne mutlu Türküm diyene’ seviyesinden dünyayı okumaya ve anlamlandırmaya çalışıyorlar..  Osmanlı’da 72 buçuk milletin nasıl bir uyum içinde yaşadığı ve ulus devlet zihniyetinin ‘Birlik Ruhu’nun damarını nasıl kestiğini düşünmüyorlar, düşünmek istemiyorlar.. Düşünseler dahi bahsetmiş olduğumuz saiklerden dolayı kafaları basmıyor..

Biz, söylemek şöyle dursun hatırlatmaya yeltendiğimizde ise ya Amerikancı oluyoruz ya da Şeriatçı… Sahip oldukları yani belleklerinde evvel ahir var olan ve refleks haline gelen ve dahi ulusalcı kanatın dolduruşlarıyla hareket alanı bulmakta zorlanmayan AK Parti nefretlerini hükümetin her icraatında ortaya dökmek için hiç ama hiçbir fırsatı kaçırmıyorlar.. Bir de açıktan ‘Gelişmeler iyi ve fakat bunu Tayyip Erdoğan yaptığı için kötü’ diyenler bile var.. 

Son olarak 19 Mayıs gösterilerinin statlarda değil de okullarda yapılmasına yönelik Milli Eğitim Bakanlığı’nın yayınlamış olduğu genelgeyle ortaya çıkan toz duman ile bu durum bir kez daha belirginleşmiş oldu.. Ortaya çıkan toz dumandan görebildiğimiz kadarıyla; bizim yerel basında bir tane eli kalem tutan vicdan sahibi demiyor ki, “Hükümetin yayınlamış olduğu bu genelge ile despotik ve faşist uygulamalar son bulmuş oluyor.. Doğru bir uygulamadır.”

“Hükümetin milli bayramların kutlanmasını kaldırarak, milli değerlerimize, cumhuriyetin kazanımlarına, laikliğin biriktirdiklerine…” diye başlayarak kurulan cümleler, sağda ve solda yani yelpazenin neresinde olursa olsun tek yekun bir birliktelik ve uyum içerisinde ‘bir zihniyet değişiminin’ ne de zor gerçekleşmekte olduğunu gösteriyor bizlere..

Ya da yerel medya arasında da “Taraf” gibi bir kar makinesinin gerekli olduğunu.. Yerel basının AK Partili kişi ve kurumlar tarafından desteklenenlerinde de durum böyle olduğu için yereldeki ‘Ergenekon’ uzantılarının nerede nasıl hayat bulduğunu da görmüş oluyoruz böylelikle..

AK Parti’nin oluşan veya oluşmakta hayat tarzını yerelde bütün kılcallara taşımakla yükümlü olduğunu düşündüğümüz yerel yönetimlerin ve başındakilerin dahi ulusalcı zihniyetler tarafından kuşatılmış olduklarını görmek zor olmasa gerek..

16 Ocak 2012
/Recep YAZGAN

7 Ocak 2012 Cumartesi

İlkel Bir Aidiyetin Sloganları

Yaşam, öylesine geçip giden günlerin, birbirini takip ederek oluşturduğu bir zaman yumağından örülmüş, örneksiz, ilmeksiz, desensiz, şekilsiz ve renksiz bir hırka değildir üzerimizde duran. Şüphesiz hayatımızda böyle renksiz ve desensiz anlar vardır. Bize ait olan, bizi biz yapan unsurların birinden veya birkaçından mahrum olduğumuz anlardır onlar. Ailemiz, mahallemiz, yaşadığımız şehir, ülkemiz, eşimiz dostumuz, arkadaşlarımız sosyal aidiyetlerimizi oluşturur. Mensup olduğumuz din, etrafında kümelendiğimiz fikirler, sahip olduğumuz inançlar, ecdadımızdan tevarüs eden eserler ve adına medeniyet denilen soyut ve somut mirasın tümü dini ve kültürel aidiyetlerimizdir.

Sosyal aidiyetlerimizden yoksun olmamız ya da yanlış aidiyetler kurmamız kişisel olarak mutsuz eder bizleri. Desensiz ve renksiz hayatlarımız olur. Bu durum, toplumun geneline şamil olmaz çoğu zaman ve diğer üyelerin desteğiyle giderilebilir, geçici bir durumdur. Ancak aidiyet sorunu, dini ve/veya kültürel mirasla ilgili ise, toplumun tümünü etkileyeceğinden sosyal hayatın kendisine münhasır desenlerini ve renklerini tahrip edici olacaktır. Toplumun dini aidiyetinde olan bir sorun, o toplumun birliği ve dirliği için ciddi bir tehlikedir. Aynı dine mensup olan ama farklı yorumları ve anlayışları bayraklaştıran kişilerden müteşekkil bir toplum, farklı dinlere mensup olduğu halde bir arada yaşayabilen topluluklardan daha şanssızdır. Çünkü “bana göre böyledir” tavrı inanç haline dönüşünce toplum ayrışmaya başlamıştır.

Şehirlerin de aidiyetleri vardır. İçinde yaşayan insanların aidiyetleriyle şehrin aidiyeti doğal olarak aynı olmalıdır. Bu bağlamda Samsun nereye aittir? Bu konuda teorik ve bir türlü bitmeyen tartışmalara girme hevesinde değilim. Ancak şehirde yaşayan insanların kendi aidiyetlerini belirlerken başvuracakları referanslar, bir başka aidiyete tepki olarak belirlendiğinde kendileri olmaktan, onlara ait olmaktan çıkmış olmuyor mu? “Burası her yer değil Şehri Samsun” ifadesi bize şehrin hangi tarihi ve kültürel kökleriyle ilgili çağrışımlar yapıyor dersiniz.

Ama hemen herkes başka bir ilkel sloganı anımsayabiliyor. “Bize her yer Trabzon” Şehrine sahip çıktığını sanarak üretmiş olduğun bir slogan sana başka bir şehri hatırlatıyorsa, bir sorunla karşı karşıyasın demektir. Bütün bu ilkel sloganlara ve karşı üretimlere gerek yok bu çağda. Küresel kimlikten, dünya vatandaşlığından bahisle kendini ortaya koymalısın ki; Japonya’dan kalkıp Van’a gelen, tanımadığı, hiç görmediği, dili ayrı, kültürü ayrı Miyazaki’nin, enkaz altında kalmış bir insanı çıkarma çabasını ve bu topraklarda enkaz altında kalmasını anlayabilesin ve o ilkel ve bir o kadar tehlikeli karşı sloganlardan kurtulabilesin.

Şehrin desenini ve çağdaşlığını belirleyen bir başka tasarruf ta; bu şehri yönetenlerin yaptıklarıdır. Bu iş biraz, yaşadığınız topluma ve onun değerlerine saygı duyma işidir. Hiçbir gerçekliği olmayan. Ne bilimsel ne de tarihi belgelere ve bulgulara dayanmayan, tamamen Yunan mitolojilerinin çağ dışı örneklerinden yola çıkarak Samsuna desen olarak “Amazonları” layık görmek, en hafifinden bu şehre ve bu şehirde yaşayan bilim insanlarına ve Müslüman halka saygısızlıktır.

Bu şehirde beş vakit minaresinden azan okunan “Büyük Camii” nin karşısındaki raylı sistem durağına “Opera” durağı ismini vermek, bu şehrin nereye ve neye ait kılınmak istendiği konusunu, hep gündemde tutacaktır. Olmayan bir kültürü bu şehre desen haline getirmek ve bunu yaparken şehrin aidiyetleriyle oynamak bu toplumun ve şehrin geleceğine ipotek koymaktır. Biraz saygı ile bu doku uyuşmazlığı giderilebilir. Tarihe saygı. Üniversitede bu işin ilmini yapan bilim insanlarına saygı. Bu şehirde yaşayan insanların değerlerine saygı. Geçmişe ve tarihe saygı. “Bir bilene sorun” düsturuna saygı.  

07 Ocak 2012
/İbrahim ÖZBİLGİN

Şükür ve Samsun

Bizi yaratana yeterince şükrediyor muyuz? Gözlerimiz görmese gördüğümüz güzellikleri nasıl algılarız hiç düşündük mü? Ya da kendimizi gözleri görmeyen birinin yerine hiç koyduk mu? Ya da görme engelli birine göz olmaya çalıştık mı? Ya da tekerlekli sandalyeyle yaşamını sürdüren birini anlamaya çalıştık mı? Onlara ne konuda, nasıl yardımcı oluruz diye düşündük mü? Bu insanlar evlerinde çıkıp istedikleri yere rahatça gidebilecek fiziki altyapının olup olmadığını, engellilerin ihtiyaçlarını giderebileceği bir sosyal alanları, ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir tuvaletleri var mı yok mu diye düşündük mü?  Şayet yoksa böyle bir çalışma yapılması için yetkililerden bir talepte bulunduk mu?

Üç dört yıl önce görme engelliler koşu müsabakaları Samsun’da yapılmıştı. O gün içinde bulunduğum Saadet Partisi’nin il başkanı bir grupla ilgilenmemiz için bizi görevlendirmişti. İki gün bütün faaliyetlerine katıldık. Orada onları biraz olsun anlama imkânı bulduk.. Ne yapıyorlar, nasıl yapıyorlar, hayattan beklentileri ne, ne kadar küçük şeylerle mutlu olabiliyorlar ve onları en çok nelerin üzdüğünü dinledik, öğrendik, bir görme engelli kardeşimiz dedi ki, “Siz hiç bir yerden çıkınca gözlerinizi kapatıp yüz metre yürümeyi denediniz mi?”

Hani şu araçlar park etmesin, ya da araçlar sokağa girmesin diye yetkililerin bir nevi mecburiyetten koydukları dubaların bizleri nasıl engellediğini o zaman anlarsınız. Bu toplumun yüzde onuna yakını engeli (kalanı da engelli adayı) bu düşünüldüğünde çok ciddi bir oran ve çok zor şartlarda yaşama mücadelesi veriyorlar. Bu ülkenin engelsizlerinin bu ülkenin engellileri için daha fazla şey yapması gerektiğini düşünüyoruz.  Bu konuda hepimizin sorumluluğu var. Şükretmenin bir yolu da budur diye düşünüyoruz. Ama yeterince şükrettiğimizi söyleyemeyiz.

Tıpkı iki ovası olan Bafra ve Çarşamba’nın şehrimizde olup ta bir kısmımızın bunun kıymetini bilmeyişi gibi. Biz bu şehirde yaşadığımız için çok şanslı olduğunu düşünenlerdeniz. Ama bu şehirde yaşayanların şehrin kıymetini bilme ya da şehrin nimetlerini kullanma ve ülkeyle hatta dünyayla paylaşma noktasında gereğinin yapılmadığını düşünüyoruz. Örneğin Çarşamba ve Bafra ovalarının gereği gibi yatırımları yapılsa, sulama, teknoloji, verimlilik analizi gibi bu iki ovanın ülkemizin gıda ihtiyacının karşılayabileceği iddia ediliyor. Bunu iddia edenlerde bilimsel verilere ya da iyi uygulanmış örneklere bakarak iddia ediyorlar..

O zaman şu ortaya çıkıyor; Yaratan dünyayı yaratırken bazı bölgelerdeki nimetlerle bazılarını farklı yaratmış.. Bir bölgede olmayan ürün ücreti mukabilinde olan yerden temin edilecek (buna petrolde dahil) insanlara sorumluluk yüklüyor..

Peki, biz bize verilmiş nimetleri yeterince verimliliğe dönüştüre biliyor muyuz? Hayır! Neden? Çünkü tembeliz, hazırcıyız, sorumluluklarımızı bilmiyoruz, doğru yatırım yapamıyoruz, hasbelkader bu ovaların üzerinde yaşıyor olmamız bizim onun sahibi olduğumuz ve istediğimiz gibi tasarruf kullanma hakkını bize vermediğini düşünüyoruz. Önce şehrimizde, sonra ülkemizde , sonra da dünyada yaşayan insanlara karşı sorumluluklarımızın olduğunu düşünüyoruz..

Uzmanların önümüzdeki yıllarda su ve gıdanın insanlara yetmeyeceğini iddia ediyor olmaları durumun vahametini sanırız ortaya koyuyordur. Ülkemizin kıymetini bilelim, Samsunumuzun kıymetini bilelim.. Ovalarımızın, denizimizin, demir yolu ulaşımının ,hava yolu ulaşımının,deniz yolu ulaşımının, kara yolu ulaşımının, nüfusumuzun ve yetişmiş iş gücümüzün kıymetini bilelim, yetişmemiş olanlarında yetişmesi için elbirliğiyle gayret edelim.. Her türlü güzelliğe sahip bir şehirde yaşıyor olduğumuz için şükredelim..
Samsun’un güzelliklerinin farkına varalım. Bir gün, ailecek Ürgüp’ e gitmiştik.. Eşim ve çocuklar bir konağı ziyarete gitti.. Biz bir çay bahçesinde oturmuş etrafı seyrediyorduk. Çay bahçesinde görevli onsekizli yaşlarda bir kız çocuğu bir isteğim olup olmadığını sordu biz de manzaraya bakarak ‘Daha ne isteyebiliriz ki şu güzelliğe bakar mısınız?’ dedik. Kız çocuğu nereli olduğumuzu sordu ‘Samsun’ dedik döndü dağlara baktı; ‘Abi, buranın neresi güzel her taraf dağ, taş, bir de Samsun’dan gelmişsin’ dedi..

Düşündük bize belki kısa süreli ziyaretler olduğu için güzel geliyor gerçekten. Güzelde oradakiler farklı düşünebiliyor.. Evet, Samsun hem yeşili hem de deniziyle ve konumuyla ayrıcalıklı bir şehir.. Bunun kıymetini bilip ona göre hareket edelim. Esen kalın

07 Ocak 2012
/Adnan ÖZ

1 Ocak 2012 Pazar

Samsun’un 2012 Ajandası

Samsun’un 2012 yılı için büyük beklentileri, büyük projeleri olsun.. Bölgesinin parlayan yıldızı olsun.. Çıtayı yüksek tutalım.. Kaybedilen konum ve statüsünü yeniden kazanmakla kalmasın daha yüksek hedeflerin, ümitlerin bir yılı olsun 2012..

Mesela; ASKON Türkiye’nin 2023 hedeflerinde yer alan ‘Uçak Sanayi’ni’ 19 Mayıs İlçesinde kurulmasını istiyor.. Burada yer alan Sivil Havacılık Yüksek Okulu çevresinde Tekel Tütün depolarının kampüse dahil edilerek  büyük bir alan oluşturulması ve gerekli alt ve üst yapı hazırlıkları tamamlanarak Türkiye’nin  kendi uçağını üretmesini ve üretim yerinin de samsun olmasını istiyor ASKON..  Uçuk gibi ama olabilir, olsun yani..

Gençlik ve Spor Bakanı Suat Kılıç, gece yarısı yurt baskınlarından ve Twitt’lerinden arta kalan zamanlarında Samsun’a ilgi duysun.. Ya da bakanlığını Twitter’den Sorumlu Devlet Bakanlığı olarak değiştirsin..

Canik Belediye Başkanı Osman Genç, Giresun, Ordu, Sinop, Amasya’yı hatta Çorum’u Samsun’un yani Canik Sancağının sınırları içerisinde görülmesi gerektiğini söylüyor.. Yetmez, Trabzon’u da dahil edelim.. Böylece ‘Bize harbiden her yer Trabzon’ olsun..   Hatta doğusuyla batısıyla bütün Karadeniz Bölgesi Canik Sancağının yani  Canik Beyler Beyi Osman Genç’in olsun..  

Atakum Belediye Başkanı Metin Burma, AK Parti İl Başkanı ile bir milletvekili kendisin eleştirince kağıda kaleme sarılarak Atakumlulara bir mektup yazmış.. 40 Bin tane çoğaltıp mektubu her kese yollamış.. Ne yazdı, neden şikayet etti bilmiyorum ama gazetelere verdiği beyanda belirttiği  ‘AXB2’ formülüne bir açılım getirdi mi diye merak ediyorum.. Burmayı Nobel’e aday gösterelim.. Belki İzafiyet Teoremi’ ile ilgili bir şeyler söylemeye çalışıyordur da biz anlamıyoruzdur.. Albert Ainstein’ın formülüne yeni bir alçılım olabilir, heba olmasın.. Gerçi onun gibi bir sosyal demokrat olan Erdal İnönü de Fizikçiydi ve onun da değerini bilememiştik biz. Nankör biz..

Osman Genç’in büyükşehir Belediye Başkanlığı hevesi yeni değil.. ‘Bir Samsun Sevdalısı’ Cemal Yılmaz Demir’in de Büyükşehir’e aday olacağı konuşulmaya başlandı kulislerde. Bir isim daha var; Bayındırlık ve İskan eski Bakanı Mustafa Demir.. O da köy köy dolaşarak adaylık turlarına başlamış durumda.. Bu isimlerden birisinin Samsun Büyükşehir Belediye Başkanı olabilmesi için kırmadan dökmeden bir formül üzerinde çalışalım;   Birisi büyükşehir, diğerini sekreter ve diğerini de küçükşehir başkanı olsun..  Hangisi hangisine olur bilemiyorum.. Anlaşabilirler mi? Zor gibi..

Büyükşehir Belediye Başkanımız Yusuf Ziya Yılmaz da ilçe ilçe dolaşmaya başladı.. Bu demektir ki, yarıştan kopmayacak ve belediye başkan adaylığını sürekli gündeme tutarak hedefini ise bakanlık olarak masaya koyacak son düzlükte..  Yusuf Ziya Bey Samsun’dan sorumlu Devlet Bakanı olsun..

SAGEM diye bir dermek var Samsun’da.. Dernek Başkan Yardımcılığını yürütüyorum.. SAGEM, Samsun’un en temel meselelerine temas ederek gündem oluşturmaya ve dikkat çekmeye çalışıyor.. Her Çarşamba yeni bir konu ve konuk ile toplanarak, problem çözmekten ziyade problemi fark ettirerek çözüme katkı sağlamak çaba sarf ediyor.  Samsun’da yanlış giden şeylere dur diyebilmek ve dur diyebileceklerin dikkatini çekmek için çalışıyor.. Dolayısıyla eleştirilerinin merkezinde ve gündeminde sürekli Büyükşehir Belediyesi olduğu için eleştiri alıyor; İlk toplantımızda, Büyükşehir Belediyesi’nin yanlışlarının biri ve en önemlisi olan Amazon safsatasına tarihi gerçekleri gözler önüne çıkararak büyük bir tokat indirdik. İkinci toplantımızda Saathane Projesi’nin muhataplarını konuşturduk.  Daha sonra Samsun eski Belediye Başkanı  Vehbi Gül’ü misafir ettik.. Büyükşehir Belediyesi’nin yanlışları üzerine genel bir değerlendirme yaptı Vehbi Gül..

Bizim hedef, çaba ve düşüncemiz Samsun’un geneli üzerine bir fikir alanı oluşturmak.. Yanlış olan, bilinmeyen unutulan, unutulmaması gereken değerlerimiz üzerinde bir kamuoyu oluşturmaya çalışmak.. Mesela unutulan tarihi ahşap camilerimizi konuştuk geçen hafta.. Batı Parkta Red Kit var, Daltonlar var da neden kendi tarihimizden bir şeyler yok diye sorduk.. Önümüzdeki Çarşamba günü Adem Bektaş Atakum’u anlatacak..

01 Ocak 2012
/Recep YAZGAN

Samsunda Var, Samsun İçin Al!

“Samsunda var, Samsun için al” kampanyasının başından beri içinde ve destekçisi olmuştuk. Samsun STO önderliğinde gerçekleşen projenin başlama ana sebeplerinden biri zincir marketlerin yerli üreticilerden istediği raf parasıydı. Yerli üreticinin neredeyse satılan üründen para alamayacak bir de üste para verecek pozisyonu vardı.

İkincisiyse; Samsun’da yaşayanların Samsun’da üretilen ürünlerden haberdar olmadığı ve Samsun’da üretilen ürünlerden tüketimi artırabilirsek Samsun ekonomisine ve istihdamına katkıları düşünülerek yapılmış projeydi.. Samsun ekonomisine ve istihdamına katkısı olacağı kesindi başta Samsun Ticaret Odası’nın önderliğinde bütün belediyeler ve sivil toplum örgütlerinin desteğiyle çok güzel Samsun adına çok sevindirici bir çalışma oldu. Şehrin tüm dinamiklerinin şehir için bir araya gelmesi belki ilk defa oluyordu. Süreci hepimiz biliyoruz güzel bir kampanya oldu.

Samsunumuzda çok şey üretildiğini bunlardan birçoğumuzun haberinin olmadığını ve bu ürünleri dünyanın yarısından fazlasına ihraç ettiğimizi öğrendik ve gurur duyduk. Bizler gittiğimiz her markette - özellikle zincir marketlerde- raflarda yerli ürün ve yerel gazete soruyoruz. Kampanya çalışmasının tamamlandığını düşünüyorduk, hayatımızın çok yoğun çalışmalar içermesinden dolayı fazla TV izleme şansımız olmuyor.

Önceki gün gündüz kuşağında programın tekrarı olduğu; sunuculuğunu Sayın Sinan Sallabaş’ın yaptığı üretici birkaç firma yetkilisi ve ödüle layık görülmüş bir hanımefendinin katıldığı bir program gördük. Anladığımız kadarıyla programın formatı; AKS TV ekibi çat kapı yapıp evde Samsun logolu ürün soruyorlar.

Evinde en çok Samsun logolu ürün bulunan hanıma programda ödül veriliyor. Program bitene kadar izledik çok hoşumuza gitti. Kampanyanın devam ettiriliyor olması sevindirici. Bu programın devamının Samsun’da üretilen ürünlerin tüketimine çok katkısı olacağını düşünüyoruz. İnsanımız bu tür ödüllü uygulamaları seviyor, bu programın finansmanına hem ticaret odasının hem de logo hakkı kazanan 34 firmanın destek vererek programın daha çok izlenmesi ve gündeme taşınması gerekiyor.

AKS TV ekibine ve Sayın Sinan Sallabaş beye böyle bir program yaptıkları için teşekkür ediyoruz. Ayrıca hem kendi firmalarına hem de Samsunumuza sahip çıktıkları ve böyle bir programı finanse ettikleri için Samsun Ticaret Odasına ve üretici firma yetkililerine teşekkür ediyor, çalışmalarında başarılar diliyoruz. Her şey insan için, her şey Samsunumuz için her şey ülkemiz için 2012’nin insanımıza huzur, mutluluk, güven, helal kazanç ve bereket getirmesi dileğiyle…
Esen kalın

01 Ocak 2012
/Adnan ÖZ