30 Aralık 2011 Cuma

‘Vali kolaycılığa mı kaçıyor’ gerçekten..

Gazi Devlet Hastanesi’nde çalışırlarken işten çıkarılan üç işçi ‘Vali sözünü tut’ pankartı açmışlar. Vali de yardımcı olmaya çalıştığını ama yeterli gel(e)mediğini söyleyerek, işçilere; Türkiye’nin bir hukuk ülkesi olduğunu hatırlatmış ve ‘Yargıya gitmelerini’ salık vermiş.

Tam böyle mi oldu bilemiyoruz ama iddia bu. Haliyle, konuyu kendisine dert edinen bir köşe yazarımız da ‘Bunun böyle olduğunu ve ülkenin hukuk ülkesi olduğunu söylemeyen, bilmeyen yok. Daha doğrusu işin içinden çıkamayan herkesin başvurduğu bir kolaycılık aslında!’ diyerek sözüm ona basmış çalımı valiye. Vali ‘top nerede?’ derken bakmış ki skorboard değişmiş!

Şimdi biz de merak ettik. Uzlaşamayan iki taraftan mağdur olan tarafa ‘Hukuka gitme hakkınız var, yargıya başvurun’ diyen validen bundan daha fazla ne bekleyebilir kamuoyu? Yani vali, iş akdi feshedilmiş o arkadaşlar için ‘yetki ve sınırları dahilinde’ daha başka ne yapabilir? İlgili şirketi arayıp, ‘Düzeltin lan bu işi, mağdur olmasın bu çocuklar’ mı demelidir? Ya da işçileri çağırıp, ‘Sen şurada, sen şurada işe başla’ mı?

Sahi, bu tür konularda vali işin neresine kadar gidebilir? Başka bir bakış açısı olarak; Gazetecilik dediğiniz, sırf ‘kalem benim elimde, yazarım ha!’ diyerek yürütmenin korkutulacağı ve sindirileceği bir meslek midir, gerçekten? Muhalif olmak tamam, eleştirmek tamam ama yürütme ehlinin insanlara yardımcı olma gayretine de en asgarisinden biraz saygı! ‘Hukuk neden lazım’, biliyor musunuz hem? Hukuk, bu ülkede yaşanan değişimlerden herkes faydalanabilsin diye var. Kamuoyuna mal olmuş bu tür sıkıntılarda ‘valiyi göreve çağıran zihniyet’ kendi işine baksın, kamuoyuna mal olsun ya da olmasın herkes kanun önünde hakkını arayabilsin, diye var hukuk.
Hem de o eski ‘dost ahbap’ ilişkileriyle değil. Garibana umut veren haliyle.. Başka ne için vardır hukuk? Bu tür tribünlere oynama sevdalısı kalemlerin gazına gelerek kendilerini sağa sola zincirleyenlere, ‘Talepleriniz imkânsız olmayabilir. Kendinizi zincirlemeden önce yargıya anlatın meramınızı’ demek için belki de. ‘Haklı olduğunuzu düşünüyorsanız, önce hukuki yollardan halletmeye çalışın’ algısı yerleşsin diye belki de.

Devletin yürütme organı ile yargı organının ayrı ayrı sorumlulukları olduğu ve bırakın valiyi cumhurbaşkanı olsa ‘yargı’nın yetki alanına kimsenin girmemesi gerektiği -artık- bilinsin diye belki de. Tabi biz millet olarak alışığız, ‘en tepedekinin’ hukuki ya da değil her meseleyi çözümlemesine. Haksızlığa düştüğümüzde ‘yargı’ tercihimiz olmaz bizim. Hemen araya hatırı sayılır birilerini koyma telaşına gireriz.

Bu arkadaşlar da malum buna alışkın. Kendi çözüm usulleri geliyor akıllarına. ‘Hukuk’ deyince; ‘Hukuktan kime, neye çözüm bekleyeceğiz ki?’ diyebiliyorlar. ‘Hukuka davet’ kolaycılıkmış. Hadi ya!. Eeeee, başka?

30 Aralık 2011
/Sırrı AÇIKGÖZ

28 Aralık 2011 Çarşamba

Kent Konseyleri Çalıştayı'nın Ardından

17-18 Aralık'ta Atakum Kent Konseyi'nin ev sahipliğini yaptığı Türkiye Kent Konseyleri Atakum Çalıştayı'nı geride bıraktık. Türkiye'nin dört bir yanından kent konseylerinin yüzlerce yöneticisinin katıldığı bu buluşma; kendi alanında şimdiye kadar yapılanların en üst düzeyde olanıydı. Bu bağlamda yapılan etkinliği diğerleriyle kıyasladığımızda platformun giderek güçlendiğini ve kapsamının genişlediğini söylemek yerinde olur.   Bir sonraki buluşmada eminim daha fazla kent konseyinden daha fazla katılımla sürecin devam ettiğini gözlemleyeceğiz.

Çalıştayın Türkiye geneli, Karadeniz Bölgesi ve Samsun yerelinde pek çok önemli ve güncel soruna değinmesinin yanında belki de en önemli çıktısı "kent konseylerinin toplumun ve yöneticilerin dikkatini ve ilgisini çekmeye başlamasıdır."  Bu önemlidir. Çünkü kent konseyleri, toplum ve yönetim arasında duran ve her iki tarafı olabildiğince birbirine yakınlaştırmaya çalışan bağımsız yapılanmalardır. Doğal olarak her iki tarafın ilgisini çekebilmek kendi görevini daha iyi yapabilmek adına önemli bir aşamadır.
            
Atakum'da yapılan Kent Konseyleri Çalıştayı, Türkiye'nin dört bir yanından gelen kent konseylerinin yöneticilerinin yanı sıra; iktidar ve muhalefetteki partilerin yöneticilerinin, kamu yöneticilerinin, farklı siyasal partilerden belediye başkanlarının, tüm demokratik kitle örgütlerinin yönetici ya da temsilcilerinin "zorunlu kalmadan"  "davete icap" ettiği bir etkinlik olmuştur. Samsun'daki bürokratların ve siyasilerin daha geniş katılımlarını ilerleyen dönemlerde tabii ki bekliyoruz. "Bürokrasiyle değil, daha çok demokrasiyle yönetildiğimizde" bu da olacaktır.

Çalıştayda sonuçları ve çıktıları değerlendirdiğimizde kent konseylerine, yöneticilere ve kamuoyuna ilişkin ilkeler ve mesajlar ortaya konulmuştur.  Bunlardan bence en önemlileri:

"Kent Konseylerinin bağımsız kişiliklerinin korunmasına özen gösterilmesine,  siyasi partilerin ya da belediye başkanlarının kullanabilecekleri arka bahçeler olarak algılanmasına yol açabilecek eylem ve yaklaşımlardan özenle uzak durulması gerektiği…"

"Kent Konseyleri yalnızca yerel yönetimleri ilgilendiren çalışma alanları ile kendilerini sınırlamak yerine yaşam alanlarımızın bütününü kapsayan çevreden,  enerji üretimine, belediye hizmetlerinden, sağlık, eğitim gibi kamusal hizmetlerin sunumuna kadar bütün alanları takip etmesi, memnuniyetsizliklerin ve aksaklıkların ortaya çıkarılmasında, kamunun ikaz edilmesinden başlayarak ortak tepkinin örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi konusunda görev alacaktır."
 
Emek veren herkese içten teşekkürler. Yola devam.
28.12.2011
/Dr Murat ERKAN

26 Aralık 2011 Pazartesi

Raylı’da Bilinmeyenler Ve Gizlenenler

Yerel Yönetim seçimlerine iki yıldan az bir süre kala Hafif Raylı Sistem Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz tarafından kent gündemine taşındı. Bu taşıma sebepsiz değil; Başkan yeniden aday olmayı düşünüyor. Önümüzdeki dönem işi her zamankinden daha da zor ve rakipleri geçen dönemlerden çok daha zorlu da olsa Başkan Yılmaz dördüncü kez adaylık yoluna çıkacak; aslında çoktan çıktı bile. Siyaset kulislerinde iki üç ay kadar önce AK Parti yönetimi ve meclis grubuna “1999 seçimlerinden çok daha iddialıyım, bunu aklınızdan çıkarmayın” dediği konuşuluyor.

Başkan Yılmaz Hafif Raylı Sistem Projesini geçmiş seçimlerde son derece başarılı bir şekilde kullandı. Hayali fotoğraflar ve gerçekleşmeyecek hedeflerle doldurulmuş seçim afişleri kentin her yanını süsledi; gazete sayfalarını kapladı ve halk propaganda bombardımanı altında binmediği ve bilmediği bir sisteme “çağdaşlık ve uygarlık” adına oy verdi.

Raylı Sistem bir taşıma aracı olarak artık biliniyor. Ancak sistemin mali durumu tam bir muamma; bu konuda neredeyse hemen hiçbir şey bilinmiyor. Kaça mal olduğu meçhul; elimizde 120 milyon avro rakamı var ama bu bilgi de net ve tam değil. Kullanılan dış kredi miktarı 115 milyon avro. Projenin en az yüzde onunun öz kaynaklarla karşılanması şartı vardı; bu rakam şimdiye kadar ne birileri tarafından soruldu ve sorgulandı ne de belediye tarafından açıklandı. Kullanılan kredinin bir de faizi var; o da bilinmeyenlerden. Bu kredinin bir kısmı Avrupa Yatırım Bankası’ndan, bir kısmı da Uzakdoğu’dan alındı; bunu belediyenin internet sitesinden biliyoruz ama faiz miktarını dolayısıyla da bu sistemin bu kente toplamda kaça mal olduğunu bilmiyoruz, bilemiyoruz.

Bu kadar da değil; bu sistem zarar ediyor; soruluyor ama Başkan ve yardımcıları bir türlü ne kadar zarar ettiğini açıklamaya yanaşmıyorlar. Hatta zaman zaman yanıltıcı açıklamalar yapıyorlar. Son açıklamaları da bu türden baştan savma ve yanıltıcı.

İnsanlar sistemin maliyetini ve kente getirdiği mali yükü soruyor, insanlar işletme zararını merak ediyor, Başkan çağdaşlıktan dem vuruyor. Başkan günlük yolcu sayısını verirken de bir ince kelime oyunu yapıyor ve genel günleri es geçip “bazı özel günlerde 60 bin yolcuya ulaşmakla” övünüyor. Kavramların alt üst olduğu basın camiasından kimi meslektaşlarımız da haberi “özel gün” kelimelerini atarak sanki her gün 60 bin yolcu taşınıyormuş gibi veriyorlar.

Ben başladığı günden beri Raylı Sistem Projesini hep sorguladım ve kafama takılan her soruyu lafı hiç evelemeden gevelemeden, evirip çevirmeden sordum; sormaya da devam edeceğim. Çünkü ben gazeteciyim ve gazetecilik sormak ve sorgulamakla başlar; halk adına, ülke adına, kent ve kentli adına, hak ve hakikat adına sormak ve sorgulamakla başlar.

Net sorular soracağım ve ne yazık ki gelmeyeceğini bile bile yine de net cevaplar bekleyeceğim. İşte o sorular:

1-  Raylı sistem için ne kadar öz kaynak kullanıldı, ne kadar kredi alındı, ne kadar istimlak bedeli ödendi ya da istimlak bedeli yerine kaç imar değişikliği yapılarak kaç kişiye kaç metrekare inşaat imkanı bir başka deyişle artı değer yaratıldı?

2- Raylı sistem hizmete girdiği 2010 Eylül’ünden bu yana toplam kaç yolcu taşıdı; bunun günlük ortalaması kaç kişiye tekabül ediyor?      
3-  Başladığı günden bu güne toplam geliri nedir, toplam gideri nedir?
4-  Raylı Sisteme 2010’da yapılan sınavla kaç kişi alındı şu anda kaç kişi çalışıyor?

Sorulması gereken sorular bunlardan ibaret değil ama bunlar en önemlisi. Mutlaka cevaplandırılması ve o cevapların halkın bilgisine sunulması gereken hususlar. Gazetecilerin, sivil toplum örgütlerinin, ilçe belediyelerinin, belediye meclis üyelerinin, muhalefet partisi yöneticilerinin ve hepsinden de ötesi bu kent halkının sorması ve yanıtlarını alması gereken sorular.

26.12.2011
/Osman KARA

24 Aralık 2011 Cumartesi

Kemal Vehbi Gül boşa konuşmaz…


Kemal Vehbi Gül denilince bir değil bin kez düşüneceksin. Hırslı, inançlı,  azimli, tuttuğunu koparan, bildiğini yapan, mücadeleci, taviz vermeyen, yanlışa yanlış, doğruya doğru diyen, boyun eğmeyen, adından söz ettiren, kendine güvenen, yaptıklarıyla örnek olan efsane bir isim. O boşa konuşmaz. Konuştu mu yerinde konuşur. Çekincesi, affı olmaz.

Dün Haber Gazetesi'nde yer alan haberi okuyunca, Kemal Vehbi Gül'e katılmamak mümkün değildi. Ne diyor sayın Gül? Büyükşehir Belediye Başkanı Yusuf Ziya Yılmaz şehrin imkanlarını çarçur etti. sistem yakında iflas edecek. Raylı sistemin kazandıkları faizleri ödemeye yetmez. Yusuf  Ziya Yılmaz halka eziyet ediyor. Bizim projelere sahip çıkıp reklam yapıyor. Samsun'u her geçen yıl geriye götürüyor. Kemal Vehbi Gül daha mı ne diyor?  ‘Benim dönemimde Samsun nüfus olarak Türkiye'nin altıncı, ekonomik olarak da beşinci il'i idi. Şimdi ise Çorum bile Samsun'u geçti. Sayısız hizmetlere karşın borçsuz bir belediye idi.'
               
Ya şimdi? Sadece raylı sistem nedeniyle 130 milyon Avro borç var. Faizler hariç. Gül'ün iddiasına bakılırsa raylı sistemi iflas eden Ankara'dan sonra Samsun'da da kaçınılmaz. Kemal Vehbi Gül açık ve net böyle iddialarda bulunurken, Yusuf Ziya Yılmaz sessiz mi kalacak? Haliyle kalmadı da. ‘Atakum Raylı sistem ile büyüyor' iddiasında bulundu. Sadece bu mu? Son üç yılda Atakum'a 10 bin konut yapıldığını belirtiyor. ‘Bu 10 bin konutu Büyükşehir mi yaptı?' diyesim geliyor ve yapıldıysa, yapılmaya devam ediyorsa Büyükşehir mi, yoksa Atakum Belediyesi mi övünsün? diye sorasım geliyor.
              
Bu arada büyüyen, gelişen Samsun nasıl oluyor da 36'nci sırada. Kemal Vehbi Gül'ün 5'inci sıradaki Samsun'u na ne oldu?  Yusuf Ziya Yılmaz'ın vaz geçemediği sloganı ‘Sizin için'. Bize 5'incilikten 36'incilik mi reva görüldü? de Kemal Vehbi Gül'e hak verme? Ne dersiniz?


Samsun'un Delileri!

Ondokuz Mayıs Üniversitesi Eğitim Fakültesi Fransızca Bölümü Öğrencileri öyle sanıyorum ki akıllıca çıktıkları yollarda sorunlar yaşamış olacaklar ki, olaya farklı bir boyutla yaklaşarak etkinliklerde bulunmaya çalışıyor. Kendilerine buldukları isim ‘Samsun'un Delileri'. Böyle delilerimiz varken, akıllıya ihtiyaç duyulur mu? Asla.
                
Adımız deli olsa da bu kente bir şeyler verebilme adına bir şeyler yapalım. Bakın Samsun'un delileri ne yapmış? Kitap okuma alışkanlığına dikkat çekmek için Cumhuriyet Meydanı'nda ‘Kitap okuma' etkinliği düzenledi. Bizim deliler okudukları kitapları Taflan Yalı Ticaret Meslek Lisesi'ne bağışladı. Delice mi, akıllıca mı? Böyle deliliğe can kurban. Ne dersiniz?               
/Avni DEMİR 
24.12.2011

22 Aralık 2011 Perşembe

Şehre Müftü Geldi

“İşleri dinimiz, dinleri işimiz gibi.”  İstiklal Marşı müellifi merhum Akif’in Almanya izlenimlerini aktarırken söylediği yukarıdaki cümle Almanların iş disiplinini ne kadar önemsediklerini,  nasıl bir iş ahlakına sahip olduklarını anlatırken, bizim dinimizi nasıl yaşadığımız hakkında da ipuçları sunmakta.

Mensup olduğumuz İslam Dini, doğru anlaşılıp hakkıyla uygulandığında, müntesiplerine ebedi hayatı nimetler içerisinde yaşamayı vaat ederken, dünya hayatında da müreffeh ve izzet sahibi, şerefli insanların oluşturduğu bir toplum, cemaat, vatan ve insanca yaşanabilir bir dünya hedefini önümüze koymaktadır.

İslam coğrafyasında yaşanan, katliamları, açlıkları, yoksulluğu, geri kalmışlığı, zulümleri, yine aynı coğrafyada yaşanan israfı, lüksü, Karunluğu, adaletsizlikleri görünce, İslam’ın hedefleriyle müntesiplerinin arasında derin bir uçurumun farkına varıyoruz.

Türkiye özelinde yaşanan bu tür sorunların temelinde, bilgisizlik ve ilgi eksikliği ön plana çıkıyor. Müslüman, mensubu olduğu din hakkında asgari bilgilerden oluşan “ilmi-hal” bilgisinden dahi yoksun. Din ile ilgili algı yanlışlıklarını burada mevzubahis dahi etmiyoruz.

Liyakat, din hizmeti veren kurum için hayati öneme haizken, birebir cemaatle temas halinde olan “İmam ve Hatiplerin” ne kadar yeterli oldukları ortada. Din adına ortalıkta gezinen hurafelerin, bu görevliler tarafından bertaraf edilmesini beklemek, cemaati eğitmelerini, bilgilendirmelerini ummak muhal. Aynı yetersizlik, ufuksuzluk diyanet işlerini üstlenen kurumun, Vaiz, Müftü ve diğer kadrolarında da olunca, ümitvar olmak için elimizde hiçbir sebep kalmıyor.

Samsun için bu durum biraz farklı şimdi. Çünkü şehre atanan müftünün ilmi kariyeri, kişiliği, daha şimdiden, Şehirde bir sinerji oluşturdu. Hayrettin Öztürk, Kendisini ziyarete gelen sivil toplum kuruluşlarıyla gerçekleşen  görüşmelerde yaptığı açıklamalarda ve deklare ettiği hedeflerinde farklı bir müftü profili çiziyor.

Din hizmetlerinde en büyük eksiklik olan “din görevlilerinin eğitimi” konusunda yapılacak çalışmalar, bunlardan biri. Diğeri ise, kadınları ibadethanelerden uzak tutan yanlış algıyı yıkacak “kadınları camiye davet eden ve camilerin fiziki şartlarını onların kullanabilecekleri hale getireceklerini duyuran” açıklamaları. Umuyoruz ki yeniden Camileri; Allah’a ibadet edilen, huzur ve huşu duyulan, bir an evvel kaçıp gidilecek değil, oturulası, dünyanın bin bir türlü meşgalesinden uzaklaşılıp, ruhların dinginleştiği, inananların birbirlerinin dertleriyle hemdert olduğu, buluşma yerleri haline, yani asli fonksiyonlarını icra eden mabetlere dönüştürürüz.

Namazları; Bizi olgunlaştıran, günlük hayatımızda bize yapışan çirkinliklerden arındıran, “kötülüklerden alıkoyan”,  ruhumuzu, ait olduğu yaratıcıya, bedenimiz vasıtasıyla, her daim temiz olarak sunabileceğimizi deklare etmeye aracı olan bir eylem, kul olduğumuzu bize hatırlatan ve kul olarak kalacağımıza söz verdiğimiz günde beş kez bize sunulan değerli bir imkân olarak görürüz.

“Nihayet şehre bir müftü geldi” dedirtecek icraatlarını bekliyor ve Sayın Hayrettin(Dinin iyiliği) Öztürk’e başarılar diliyorum.

22 Aralık 2011
/İbrahim ÖZBİLGİN

19 Aralık 2011 Pazartesi

Atakum’u Himaye Etme Pozisyonu

Atakum’u himaye etme pozisyonu: Bilinçaltı Kodlarda ‘Sağlam’lık ve Olayları Birbirine Bağlama Yeteneği. İnsanlar kendilerine yöneltilen eleştirilere karşılık savunma stratejileri geliştirir ve uygulamaya koyarlar ki, bu gayet normaldir. Öyle ya, her eleştiri cevapsız mı kalacak? Ancak köşesine ‘kaptan’ sıfatını uygun görüp, ‘duayen’ edasıyla yazma gayreti içerisine girenler, gerek eleştirirken, gerekse eleştirileri savuşturmaya çalışırken çok dikkatli olmalılar, kanaatindeyim (!)

Neden mi yazdık bunları? Son dönemde hem basının hem de kamuoyunun malumu olduğu üzere, Büyükşehir’in savunuculuğuna soyunan yayın organı ‘neyi nasıl savunacağını ve neye nasıl saldıracağını’ şaşırdı! Son olarak, gazetenin ‘duayen’i öyle bir cümle kurdu ki; nasıl yorumlayacağımızı şaşırdık! Cümle aynen şöyle:

“… Seçim döneminde Büyükşehir Belediyesi ve özellikle Yusuf Ziya Yılmaz ile gösterdikleri uyum çerçevesinde bölgesindeki yatırımlar için hep işleri kolaylaştıran taraf oldu…”

Metin Burma’dan bahsediyor burada. Yazar, Burma’yı tanıdığını ve gelecek yatırımların önüne engel olma düşüncesinde olmadığını söylemeye çalıştığı bölümde kaleme alıyor yukarıdaki cümleyi. Herhangi bir yazıdan cımbızla bir bölümü alarak yargıya varmak doğru değildir, biliriz. Ancak bu bölüm yazının tümünden bağımsız olduğu ve başlı başına bir yargı taşıdığı için özel olarak ele alınabilir.

Bir ara bilgi geçelim: Bahse konu köşe yazarının Büyükşehir Belediyesi ve özellikle Yusuf Ziya Yılmaz’a yakınlığını bilmeyen yoktur. Malum epeyce destek de almışlardır kendilerinden. Öyle az buz bir destekten bahsetmiyoruz tabii.. Hele ki manevi destek tarafı bizi hiç bağlamıyor. Buradan hareketle ve genel olarak, söz konusu yazarın düşüncelerini sadece kendi fikirleri olarak değerlendir(e)miyor, ‘Basın milletin müşterek sesidir’ genel şiarının, ‘Büyükşehir’in Payı’ olarak yorumlamak durumunda kalıyoruz kendilerini ve seslenişlerini.

Hal böyleyken ilgili köşe yazarının ‘bak ben vatandaşın yanındayım’ sosuna bulanmış, ‘falanca kişilerin kazancı çok zoruma gidiyor’ cümleleri ne kadar ‘sağlam’ zemine oturmaktadır, bilen söylesin. Sanki bütün imkanlarını sadece ve sadece kendilerine sunan zihniyetin, adaletli davrandığı iddia edilebilirmiş gibi.. Sanki belirli bir kesime angaje olanların ‘vatandaşın sesi’ olabilme hakkı varmış gibi.. Sanki sair ilişkilerle gönüllü boyunduruk altına yatanların ‘özgür basın’ sloganı atmalarının bir kıymet-i harbiyesi olabilirmiş gibi.. Ve sanki bu devasa paradoksu kimse fark etmeyecekmiş gibi, hareket etmek de neyin nesi?

Tüm bunlar apaçık ortada iken, bilumum ‘kamu zevatı’na sıcak yapma gayreti de güdük kalmıyor mu fazlasıyla? Her neyse.. Dönelim asıl mevzuya.. Ne demişti köşesinde yazar: ‘Seçim döneminde Büyükşehir Belediyesi ve özellikle Yusuf Ziya Yılmaz ile gösterdikleri uyum çerçevesinde bölgesindeki yatırımlar için hep işleri kolaylaştıran taraf oldu.’

İlk bakışta fark edilemeyebilecek bir ayrıntı belki de. Ama Hazret, ‘seçim dönemi’ diyor, farkında iseniz.. Seçim döneminde uyum içerisinde olanlardan biri A partisinin adayı, diğeri B partisinin. Her ne kadar A partisinden aday olan büyük kardeşle, yine A partisinden aday olan küçük kardeşin ‘kangrene dönmüş’ problemleri vardı ise de, bu durum A partisinin büyük adayıyla, B partisinin küçük adayı arasında uyum sağlamalı mı? Bu durum, ‘siyaset ahlakı’na sığar mı? Sığarsa nasıl sığar, açıklayınız..

Sizin bu iddialarınıza o dönemin A partisinin büyük adayı, şimdinin Başkanı ne demektedir? Bu düşünceyi desteklemekte ve ‘Evet, öyle oldu’ mu demektedir, yoksa -özellikle bu yazı yayınlandıktan sonra- yazıyı redakte etmeyen görevlilerine fırça mı atacaktır? Ez cümle, bu yazı bir ‘Adem Bektaş’ı nasıl yedik ama’ yazısı mıdır?

Ötesinde, B partisinde durum ne alemdedir? Oranın da bu tür ‘siyasi ahlaka mugayir uyum’lara tepkisi olacak mıdır? Yoksa ‘bu şarkı eski bir şarkı, olan oldu’ mu demektedir?
***

Bu camiada ‘ötüşken kuş’lar hiç bitmez..  Bu vesile ile basın camiasında son dönem ‘ötüşken kuş’  vazifesini yüklenenlere selam olsun..

19 Aralık 2011
/Sırrı AÇIKGÖZ

14 Aralık 2011 Çarşamba

Samsun' un Yeni Müftüsü

Samsun'da gelip geçmiş 40 yılı aşkın ömür aralığımızda bir çok bürokratla birlikte  müftüleri  de tanıdık. Eski adı, " Hademe-i Hayrat(hayra hizmet edenler)"'ın yeni adı ise  "Din Görevliliği" olan  ve dini hizmetleri  yürütmekle görevli kişilerin  başı olan müftülük, toplumumuzda en hassas  ve önemli  görevlerden  birisidir. Bu görevin hassasiyeti  "din" gibi , insanların  asla vazgeçemediği   bir inanç sisteminin  sahiplerine  hizmet; önemi ise bu hizmetin toplumun her yaş ve kademesine  doğrudan verilmiş olmasıdır. Bu anlamda müftülük görevi , hizmet alanı itibariyle  son derece önemli  bir görevdir. Tayin öncesinde bazı spekülasyonlara baş vuruldu ise de sonuçta bu hizmet makamı genç, dinamik, hizmet ve Kur'an ehli bir akademisyen olan  Yrd. Doç.Dr. Hayreddin Öztürk  Bey'e nasip oldu.
                 
Hayreddin Bey Samsun'da gerek  halk ve gerekse Din Görevlileri  bazında  nabzı en güzel şekilde tutabilecek hocalardandır. Hiçbir beklentisi olmayanların,  şahsına yönelik hüsnü zanlarıyla birlikte sevgi ve duaları O'nun hizmet aşkının sürdürülebilirliğini sağlayacağına inanıyoruz. İslam'ı n ve kültürümüzün  simgesi hizmetleri tabana yayacağına, hizmet alanı itibariyle de  imamlarımızı minberden, vaizlerimizi de kürsülerden sokağa indireceğine inanıyoruz. Samsun ve Türkiye bu hizmet anlayışına muhtaç ve layık olduğunu düşünüyoruz.
                 
Hayreddin Hocanın üstlendiği görev, ağır olduğu kadar aynı zamanda onurlu bir görevdir. Külfetine göre  rabbimin nimet vereceğine inandığımız bu görevi Samsun'umuza  hayırlar getirmesini  ve  kendilerine de başarılar  diliyorum.

Selam ve sevgi ile
                 
NOT: Samsun'un manevi onur projesi Mehmet Akif  Ersoy ANADOLU İmam-Hatip Lisesi'nin yapımı için verdiği sözden dolayı şahsım ve  dernek yöneticilerim  adına teşekkür ediyoruz. Allah izin verirse ayrı bir yazıda bu konuya tekrar döneceğiz.

14.12.2011
/H. Mustafa GENÇ

13 Aralık 2011 Salı

Samsun'un Tarihini Ve Kimliğini Aramak!

Tarih, geçmişten geleceğe uzanan bir hafıza dizinidir. Bir milletin ya da kentin geleceği onun tarihinde kodlanmıştır. Aksi halde genleriyle oynanmış meyveye dönüşür. Bu anlamda Türkiye'de yakın tarihimizden günümüze kadar devam eden bazı zorlamalarla karşı karşıyayız. Samsun' da bunun en bariz örneklerinden birisi fuhşun, ahlaksızlığın ve putperestliğin sembolü Amazon heykelidir.
                
Amazon heykeli, Samsunluların alınteri ve emeklerinin ürünü ile kültürlerine ve tarihlerine yapılmış en büyük saldırılardan birisidir. Samsunlular er-geç tarihlerini ve kimliklerini rayına oturtacaklardır. Suyu mecrasından başka yerlere akıtmak isteyenler yanıldıklarını göreceklerdir. Nitekim geçen hafta Çarşamba günü SAGEM' DE OMÜ öğretim üyelerinden Cafer Sadık Yaran Bey'in yaptığı konuşma bu rayın çizgisini gösterir durumdaydı. Yaran Hoca'nın konuşmasında " Samsun Mevlevihanesi'nin de olduğu, dünyada bilinen 45 Mevlevihane bulunduğunu, Tokat'ın iç bölgede değerlendirilmesi durumunda Karadeniz Bölgesi'ndeki tek Mevlevihane ‘nin Samsun'da hizmet verdiğini" belirtti.
                
16.Yüzyılın ikinci yarısından itibaren Samsun'un arka planında Mevleviliğin kurumsallaşması fevkalade önemlidir. Hatta "Birinci Dünya Savaşı sırasına Şama'a giden gönüllü Mevlevi alayına,  Samsun Mevlevihanesi Şeyhi Hacı Mehmet Emin Efendi 38 kişi ile katılmış olması da" önemlidir.
                
Cumhuriyet meydanı ile Site Camii arasında daha önce var olan Mevlevihane' nin sembolik de olsa inşaasını inanç ve kültür türizmi açısından önemli olacağına inanıyoruz. Bu tür bir çalışmayı yapan değerli hocamız Cafer Sadık Yaran Hocamıza ve bunu Samsun halkına intikal ettiren ve paylaşan SAGEM YÖNETİCİLERİNE HALKIMIZ, ECDADIMIZ VE TARİHİMİZ ADINA TEŞEKKÜR EDİYORUZ.

Selam ve sevgi ile… 
 13.12.2011
/H. Mustafa GENÇ

Rantlar Ve Aklar

Büyükşehir Belediye Meclisi'nde yine bir tartışma... Hem de en sertinden... 'Otur yerine', 'Terbiyesiz' sözlerinin ağızlardan çıktığı... Ve tartışanların ikisi de AKP'li!
***

Daha önce de oldu... Kelimeler aynı olmasa da...  Benzer ifadeler ya da tavırlarla... Ama... AKP'lilerin bir bölümünün karşı çıktığı her madde...  Yine Başkan Yılmaz'ın istediği gibi çıktı. Yani Başkan Yılmaz'ın istediği, Vekili Turan Çakır'ın hararetle savunduğu şeydir! Çoğu zaman da parmak hesabını iyi yapan Başkan Yılmaz... O meclislere bile gelmez!
***

Meclis aritmetiğine bakınca;  AKP'lilerin bir bölümünün karşı çıktığı istekler... Buram buram rant kokan imar isteklerinin meclisten geçmeyeceği düşünülür... Ama öyle değildir! Bölünen AKP’lilerin yerine devreye hemen diğerleri girer!  Kimi CHP'li olur... Kimi MHP'li! Kimi de meclise katılmayarak verir desteğini...  Yani...  Yılmaz ne isterse o olur! AKP'lilere rağmen!
***

Gazeteler yazar, çizer...  Kimi zaman akraba rantlarını... Kimi zaman, oluşan ranttan... Verilen imarla milyonlarına milyon ekleyenlerden bunun karşılığında ne alındığını sorgulamaz kimse... Meclis üyeleri biliyordur...  Ama onlar da ser verir, sır vermez!
***

İşte bu otel imarı için de aynısı geçerli... 6 kat 7 kata çıkarılınca ortaya kocaman bir rant çıkacak? Bu rant karşılığında o otelin sahipleri, bu kente ne verecek? Ya da kent yerine, kime ne verecek? Bunu sorgulayan var mı?  Ya da bunu sorgulamadan, bu tür isteklere 'Evet' demenin ahlakı... Öyleyse...  Kamuoyunda bu tür sorular, inandırıcı yanıtlar bulmadan... Partisinin başında Ak bulunsa da, bulunmasa da...  Birilerinin 'ak' olduğuna kanat getirmek de zor oluyor!

13.12.2011
/Erdem EROL

12 Aralık 2011 Pazartesi

Canik'te AB Hibe Projeleri Finali

Son yıllarda AB Hibe Programları kapsamında eğitim amaçlı üretilen projeler, gittikçe artmaktadır. Bu programların temelinde maddi kaygılar var gibi gözükse bile amaç olarak eğitimi iyileştirme vardır.

Geçtiğimiz perşembe günü Canik Kültür Merkezi'nde Canik Milli Eğitim Müdürlüğü'ne bağlı 100.Yıl İ.Ö, Kocatepe ve Hacı Nacipli İ.Ö okullarının yaklaşık 220.000 Avro tutarındaki AB Hibe Programı çevresinde üretilmiş üç projenin kapanış töreni yapılmıştır. Törende konuşmacılardan Canik İlçe Milli Eğitim Md. Haluk Melekoğlu Bey, "AB Hibe Projelerinden Canik İlçesi'nin eğitimine 400 bin Avro sağlandığını, bu konuda birinci olduklarını, iyileştirmede ve okullaşmada yüksek bir trend yakaladıklarını" ifade ederken İl Milli Eğitim Müdür Yrd. Alican Usta Beyin ise, "Samsun Milli Eğitimi'nin toplamda iki milyon Avro'yu aşkın projelerden kaynak sağladığını" belirtmiştir.
           
Canik İlçe Kaymakamı Abdullah Kalkan Bey ise "Söz konusu projelerde bizi ilgilendiren para yönü değil, bizi asıl ilgilendiren şeyin ilçe eğitimine ve çocuklarımıza sağladığı yarardır" derken aslında konunun bam teline de basmış oluyordu. İnsanlar bazen, "Her şey paraya tavakkuf eder" derler ya! Bu da böyle bir şey…
           
Eğitimin tüm alanlarında yapılacak yatırımların iki önemli boyutu olduğunu hepimiz biliriz: Bunlardan biri manevi, diğeri ise maddidir. Bunlardan herhangi birine yapılacak yatırım, diğerine de yardımcı olur. Eğitim dünyamızda gerek AB Hibe Programları ile gerekse "Bu Benim Eserim" ve "TÜBİTAK" projelerinin benimsenmesi fevkalade önemli ve ileri bir adım kabul ediyoruz. Çünkü bu projelerde sosyalleşme, özgüven, dayanışma ve üretim vardır.
           
Bu konuda İlkadım Milli Eğitim'in şampiyonluğunu, Canik'in de yüksek trendini takdire şayan bir çalışma olarak değerlendiriyoruz. Tüm öğretmen ve öğrencilerimize başarı dileklerimizle selam ve sevgiler…

12.12.2011
/H. Mustafa GENÇ

9 Aralık 2011 Cuma

Rakamlarla Samsun

Biliyorum şimdi bize yine "felaket tellalı" damgasını yapıştıracaklar ama siyasetçiler ve onların her sözünü desteklemeyi meslek ve geçim kapısı edinmişler ne derlerse desinler; rakamlar aksini söylüyor; bu kent büyümüyor küçülüyor, ileriye değil geriye, iyiye değil kötüye gidiyor. Rakamlar, siyasetçilerin nurlu ufuklara kanat açmış Samsun'u yerine birçok alanda kendisini ileriye taşıyamayan yorgun ve maalesef; Türkiye genelinde geçmişe oranla gerileyen ya da geride kalan bir Samsun'u işaret ediyor. Üstelik bu rakamlar genel merkezin demeçlerini makaslayarak yayınlamaktan kent gerçeklerine ve sorunlarına vakit ayıramayan muhalif siyasetçiler ve az sayıdaki gazetecilerin değil bu kentin akşamdan sabaha nurlu ufuklara kanatlandığını söyleyenlerin derlediği/derlettiği rakamlar. İşte rakamların dilinden çarpıcı başlıklar ve herkesin uykusunu kaçıracak acı gerçeklerden bazıları:

-Samsun'un nüfus artışı(%0.2) Türkiye ortalamasının(%1.6) çok altındadır. İlimiz net göç vermektedir. Samsun'un şehir nüfusu oranı % 65.2 ile Türkiye ortalamasının altındadır.

 -Samsun'un ilçeleri arasında ciddi ekonomik gelişmişlik farkları vardır. DPT "İlçelerin         Sosyoekonomik Gelişmişlik Sıralaması Araştırması (2004)" raporuna göre 10 ilçemizin gelişmişlik endeksi (-) eksidir. Türkiye'deki 872 ilçe arasında son sıralarda (6. grupta) üç ilçemiz bulunmaktadır. Asarcık 796,  Ayvacık 789, Salıpazarı 761. sıradadır. Birinci gelişmişlik grubunda yer alan ilçemiz bulunmamaktadır.

-Samsun'da kişi başına ihracat ve ithalat rakamları, Türkiye ortalamasının çok altındadır. 2010 yılında Türkiye'deki kişi başına ihracat 1.546 dolar iken Samsun'da 220 dolardır. Yine 2010 yılında kişi başına ithalat 2.517 dolar iken Samsun'da kişi başına ithalat 489 dolar kadardır.

-Samsun'un mevduat payı çok düşük ve azalmakta, toplam kredi stoku(banka borcu) ise sürekli artmaktadır. 2010 yılında Samsun kişi başına mevduat miktarında 2.121 dolar ile Türkiye 35.si, kişi başına kredi stok miktarında ise 2.266 dolar ile Türkiye 28'incisi durumundadır.

-Samsun'un hem protestolu senet sayısı bakımından hem de protestolu senet tutarı bakımından Türkiye sıralaması sürekli yükselmekte ve payı artmaktadır.

-Samsun kişi başına toplam elektrik tüketimi ve kişi başına sanayi elektrik tüketiminde Türkiye ortalamasının altında bulunmaktadır. Samsun hem toplam elektrik tüketiminde hem sanayi elektrik tüketiminde 20. sırada yer almaktadır.

-Samsun il geneli, ilçeleri ve köyleriyle birlikte göçmektedir. 17 ilçesinden sadece 3'ü göç alırken 14'ü sürekli göç vermektedir. Samsun'un eksi göç sıralaması yükseliyor. 2008- 2009 yılında eksi %0.57 olan net göç hızı 2009- 2010 yılında eksi %7.48'e yükselmiştir.

 -Samsun'un toplam gayrısafi yurtiçi hasıla payı sürekli düşmektedir.

-Samsun'da kişi başına özel otomobil sayısı Türkiye ortalamasının çok altındadır, Samsun, Türkiye sıralamasında ancak 43. sırada yer bulabilmektedir.   

Bunlar can sıkıcı ifadelerdir ama ne yazık ki gerçektir ve kentteki olumsuz göstergeler sadece bunlardan ibaret değildir; daha da uzar bu liste. Bu kent üzerine konuşanlar, halk bu kentin geleceğiyle ilgili beyanlarda bulunanlar önce bu gerçekleri öğrenmek sonra bunları halka da açıklamak ve ancak ondan sonra neyi nasıl yapıp da Samsun'u kentler arasında yarışta üst sıralara çıkaracaklarını açıklamak zorundadırlar. Gerisi hayal alıp hayal satmaktır ve bu kentin zamanını boşa harcatmaktır.

09.12.2011
/Osman KARA

1 Aralık 2011 Perşembe

Şişmanlayan Samsun


"Samsun'u hep kabuğunu kırmış bir şehir olarak görüyoruz ama aslında Samsun sanayicilik alanında kabuğunu kırabilmiş bir şehir değil...  Samsun sanayicisinin çok problemleri var... Samsun sanayicisinin önünde engeller var... Yıllarca biz Samsun sanayicisinin önündeki en büyük engeli derecelendirmeyle ölçmüştük... İşte en son teşvikte üçüncü sınıf bölge yapıldı... Teşvikle yattık, teşvikle kalktık... Samsun sanayisini hep teşvik kapsamında değerlendirdik... Samsun büyüyen şehirlerden biri ama sanayisi büyüyemiyor... Samsun ölçeğinde Malatya ve Denizli var gibi... Gaziantep ve Kayseri'yi Samsun ölçeğinde artık göremiyoruz. Onlar artık çıtalarını yükselttiler. Malatya ve Denizli sanayisi de Samsun'un çok önüne geçmeye başladı."
 ***
Devam ediyor... "Samsun o kırılma noktasını gerçekleştiremedi... Bunun belki çok fazla sebebi vardır... Samsun sanayicisinin önündeki en büyük engel, Samsun'un siyasetçileri değil... amsun sanayicisinin önündeki engel, Samsun sanayicisinin kendisi." Neden diye sorası geliyor insanın değil mi? Yanıtlıyor adeta: "Sanayiciler arasında bir diyalog yok, kontak yok, birleşme yok, büyüme yok, yardımlaşma yok... Büyüyen sanayilerde, yeni Antep'e gidin, Kayseri'ye gidin sanayici arasında müthiş bir birliktelik var. Bizde bu yok... Sanayiciler bir araya gelmiyor.  Samsun bir ticaret şehridir, doğrudur ama... Ticaret şehri olmak demek, sanayinizin hiç olmaması anlamına gelmez."
***
Kim diyor bunu? Gazete55'e verdiği röportajda, AK Parti Samsun eski Milletvekili ve Samsun Gıda A.Ş. Yönetim Kurulu Başkanı Fatih Öztürk! Eeee... E'si şu: Kent olarak büyümek ayrı bir şey. Kentin oturduğu yüzölçümü genişletip, yeni binalar dikip, eksik ve yetersiz sosyal donatılarla bezeyip... Her köşe başına alış veriş merkezleri dikmekle Samsun gelişmiyor, büyümüyor! O büyümeye ancak şişmanlıyor diyebilirsiniz!
***

Yani... Samsun'u çağ atlattık diyenler eski bir milletvekilinin tespitlerini bir kez daha okusun! Sonra son 10 yılda Samsun'da kaç fabrikanın temelinin atıldığını... Kaçının kapısına kilit takıldığının hesabını yapsın! Ondan sonra... Samsun'un geliştiğine ya da şişmanladığına karar kılsın!

01.12.2011
/Erdem EROL 

30 Kasım 2011 Çarşamba

Samsun Bahtsız Bir Şehir

Hazırlayan : Erdem Erol
Samsun Tabip Odası Başkanı Cem Şahan, ‘Sağlık Kenti Samsun’un röntgenini çekti. Şahan, sağlık sisteminden, özel hastanelerin işlevine,  sağlık sektörünün sorunlarından, Samsun’daki şiddet ve yapılması gerekenlerine kadar bir çok konuda, Gazetemiz Yazıişleri Koordinatörü Erdem Erol’un sorularını yanıtladı. İşte o sorular ve yanıtları:

GAZETE 55: Samsun merkez de 300 tane ebe ve hemşire fazlalığından söz ediliyor, bu arada Bafra ve Terme'de doğum uzmanı eksikliği çekildiği ve bu açığın Samsun'dan geçici görevlendirmelerle çözümlenmeye çalışıldığı görülüyor. Samsun kenti Samsun diyoruz ama sizin de konuyla ilgili çok sık 'Samsun sağlıkta kötüye gidiyor' diye açıklamalarınız var. Şuan Samsun'un sağlıktaki durumu nedir?

ŞAHAN: Türkiye'de sağlıkta dönüşüm projesi diye bir proje uygulanıyor. 6 yıldır Samsun'da bu projenin iz düşümleri başladı. Bunlardan birincisi; birinci basamak sağlık hizmetlerinin aile hekimliği sürecine gitmesi. Bu 2007 yılında Samsun'da uygulanmaya başladı. İkinci basamak sağlık hizmetlerinin kamu hastane hizmetlerine dönüştürülmesi Ekim ayında geçecek. Bir de Üniversite hastanesindeki gelişmeler var. Konunun birinci bölümü hekim ve sağlık çalışanı istihdamı ve bunun Samsun'daki yetersizliği. Biz tabi kamucu sağlık hizmetini öneriyoruz. Özellikle birinci basamak sağlık hizmetlerinin kamusal elden yürütülmesini istiyoruz. Türkiye'deki hekim istihdam sayısı üzerinden son 2-3 yıldır bir proje geliştiriliyor. Sağlık Bakanlığı son 3 yıldır Türk Tabipler birliği ile yaptığı her toplantıda, hekim sayısının yetersiz olduğunu gündeme getiriyor. Türkiye'de şuanda Sağlık Bakanlığı verilerine göre 109 bin hekim var. Türkiye'de TTB'nin verilerine göre 107 bin hekim var. Bu konu sürekli sağlık alanının boş bir parçasıymış gibi gösteriliyor. Türkiye'deki hekim sayısının OCC’ye ortalaması olarak alınırsa, Türkiye'deki hekim sayısının düşüklüğü kabul edilebilir. Fakat bu konu çok gündeme gelince 17 halk sağlığı profesörü, TTB'ne bağlı 11 Odanın desteğiyle bir rapor yayınladık. Bu rapora göre Türkiye'nin 256 tane bağımsız değişken ve 196 tane örnek model incelendiğinde Türkiye'de hekim istihdam sorunu yok. Türkiye'de olması gereken hekim sayısı, bu bağımsız değişkenlerle, dünya ortalaması, dünya sağlık göstergeleri incelendiğinde, Türkiye'de hekim istihdam sorunun, hemşire ve yardımcı sağlık personeli sorunundan bağımsız olmadığını ve buna göre Türkiye'de yeterli hekim sayısının 113-114 bin olduğunu görüyoruz. Fakat hekim istihdam sorunu üzerinden bir polemik geliştiriliyor. Türkiye'de en büyük sorun hekimlerin eşit dağılımı açısından var. Sayın Bakanın göreve başladığı ilk TTB kurulunda, doğu ve güneydoğu Anadolu’daki hekim sorunuyla ilgili TTB Başkanı şöyle bir teklifte bulunmuştu: bu bölgedeki hekim istihdam sayısı 1300 olarak bulunmuştu, bunun 650'si pratisyen, 650'si uzman hekim eksikliğiydi. Biz 1300 kişi oraya gidelim, 2 yıl çalışır, yine aynı yerlerimize döneriz diye teklifte bulunmuştuk. Tabi onlar bu modeli çok uygun görmemişlerdi.

Aslında mesele şu, Sağlıkta dönüşüm projesi hizmetleri kentlerde toplamaya çalışmaktadır. Hekim ve ebe istihdamı açısından kent, kır oranında çok büyük sorunlar var. Şimdi Samsun'a döndüğümüzde, burada şöyle bir süreç geliştiriliyor. Samsun'da gerçekten hekim istihdamı bizim tam 3 yıl önce söylediğimiz gibi kırsalda azalıyor. Mesela Vezirköprü'nün nüfusu 120 bin, Sağlık Bakanlığı'nın YÖK'le hazırladığı raporuna göre, belirlenen standartlar var. Bu standartlara göre baktığımızda; Vezirköprü'nün nüfusu Samsun nüfusunun 10'da biri. Hekim istihdamına baktığımızda, tabi il merkezinde normalin 5 katı olması gerektiği gibi kriterler de var ama Vezirköprü'deki hekim istihdamı olması gereken rakamların çok gerisinde. Yani sonuç olarak Çarşamba'da, Terme'de, Bafra'da hekim sayısı müthiş derecede azalıyor. bu sağlıkta dönüşüm projesinin bir yapılandırmasıdır. Kırsal alandan hekimi çekip, aynı okullardaki taşımalı eğitim gibi hastaların merkezlere getirilmesidir. 1985-90 Türkiye'sinde 37 tane sağlık evi, 7-8 tane sağlık ocağıyla bir Vezirköprü ilçesi düşünün, bir de bugün merkezde 10 hekimle, 10 ebe hemşireyle hizmet verildiğini düşünün. Böyle bir tablo var. Ebe Sistemi Yok Ediliyor

Geçen ay Samsun için yapılan geçici görevlendirmeleri aldım. Geçici görevlendirmeler birinci basamakta, aile hekimliği projesi dışındaki birinci basamakta büyük hak kayıpları var, hem hekim hakları açısından hem de hasta hakları açısından. Çarşamba'da acil servislerde pratisyen hekimler çalışıyor. Bu kamu hastanelerinin acil servislerinde çalışan pratisyen hekimlerin sayısı artık insani olarak kabul edilemeyecek durumda. Bu azlık nedeniyle buradaki hekimler izin yapamıyorlar.

Mehmet Aydın Devlet Hastanesi'nden bir örek verecek olursak, son dönüşüm projesiyle birlikte bir yılda 33 tane uzman hekim kamudan ayrıldı. Kamu hastanelerinden özele tabi ki bir geçiş olacak ama merkezdeki hekim potansiyelini artırıyorsunuz. Sağlık projesiyle birlikte, Dünya Sağlık örgütünün de yıllardan beri söylediği bir şeydi; Orada diyor ki; birinci basamak sağlık hizmetlerinde birinci rol ebe ve hemşiredir. Türkiye'de şimdi özellikle ebelik sistemi yok ediliyor. Türkiye'nin aile sağlığı planlaması taşeronlaşmaya doğru gidiyor. Mesela Aile Sağlığı Planlamasında (AÇSAP) 37 tane hekim görevliydi. Şuanda 3 hekim görevli. Bunun iz düşümü ise Anne ölüm oranlarındaki artıştır. Bir Amerikan Üniversitesinin yaptığı araştırmada diyor ki; 270 tane değişken arasında refahın en önemli göstergelerini ortaya 2 tane bağımsız değişken öne çıkıyor. "Bir ülkede anne ölüm oranları yüksekse bu ülkede refah yoktur. İkincisi ise gelir dağılımının eşitliği göstergesi. Gelir dağılım eşitliği katsayısı sıfıra yakın ülkelerde refah vardır" diyor. Şimdi biz ebelik sistemini Samsun'da yok ediyoruz. Samsun'da birinci basamakta rahim içi araç takılmıyor. Eğer Aile Sağlığı Hekiminizin yanındaki eleman sertifikası olan ebeyse ve gönüllüyse taktırabilirsiniz. Eskiden Sağlık ocaklarında bir tane aile sağlığı bölümü oluyordu ve burada 1-2 tane sertifikalı ebe oluyordu ve her gün 4-5 tane rahim içi araç takıyorlardı.

Gelinen nokta şu, sistemin zaten ebeye ihtiyacı kalmıyor. Bu sistem hekim üzerinden bir şey üretmeye çalışıyor ve bu merkezi yoğunluğu artırıyor. Hizmeti merkeze taşımayı amaçlıyor çünkü pazarlaması kolay. Şimdi Vezirköprü'ye bir özel hastane kursanız pazarlaması çok zor olur. Onun için merkezi ve büyük ilçeler üzerinde, hekim istihdamı yaratıcı ucuz işgücü amaçlı bir yapılanma var. Samsun’un Durumu  İçler Acısı

Mesela Üniversite hastanesi açısından baktığınızda da, yardımcı personel ve hemşire açısından Samsun içler açısı durumda, çok yetersiz. Özellikle yoğun bakım servislerinde müthiş bir hemşire açığı var. Bunun acilen bir şekilde kapatılması gerekiyor, çünkü bu sağlık hizmetini direk etkileyen bir şey. Çünkü 24 saat nöbet tutturamazsınız. Samsun'da sağlık algısı üzerinde bir sorun var, hekim istihdamı açısından bir eşitsizlik var. Geçen ay 47-49'dur geçici hekim görevlendirmesi, 2008 yılında yüzde 17'dir. Bazen ironik geçici görevlendirmeler var. Hizmetin bütünlüğü açısında bir sorun var.


GAZETE 55: Peki bu geçici görevlendirmelerde bir adalet var mı?

ŞAHAN: Bu hep polemik yaratılıyor. Şimdi hekim olarak bir yerde bir sağlık hizmeti ihtiyacı varsa, hekimin oraya gitmesi ettiği yemin gereğidir. Samsun'da kırsal boştur. İlçeler hep geçici görevlendirmelerle hizmet vermektedir. Aciller, adli tıp işlemleri falan hep geçici görevlendirmeler üzerindedir. Bir kere norm kadro, personel dağılım cetveli üzerinden fazlası olan üzerinden gönderebilirsiniz. Norm kadro fazlası olmayan bir yerden gönderemezsiniz. Ama tabi son yaşanan olay vardır: Giresun devlet Hastanesi'ne, yalnız orada yaşanan sel felaketinden önce, Giresun Sağlık Müdürlüğü, Karadeniz'deki illerin hepsine bir yazı gönderiyor ve iki tane çocuk hastalıkları uzmanı istiyor. Bu olaydan 10 gün önce de biz oda olarak Samsun çocuk Hastanesi'ndeki kadro yetersizliğini belirten, artık buradaki iş yükünün kaldırılamaz olduğunu belirten bir yazı gönderdik. Bakanlığın da her yıl her hastanede ne kadar kadro olacağını gösteren, Personel dağıtım Cetveli var. Burada Çocuk hastanesinde kaç tane uzman olacağını gösteriyor. Samsun çocuk hastanesinde bu cetveldeki rakamdan daha az sayıda çocuk uzmanı var. Bu çocuk uzmanı sayısının yetersiz olduğu halde çocuk uzmanı Giresun'a gönderildi. Geçici görev sırf buradaki sağlık hizmetlerinin durmasına neden oluyor, buradan hizmet alan hastaların da mağdur olmalarına neden oluyor. Zaman zaman kendi içinde de bir hukuku olması yaratılan, ancak temel olarak hukuksuz olan ve halk yararına olmayan uygulamalar var. Yani bu kararları verenlerin sağlık yönetim bilgisinin biraz fazla olması gerekir. Sağlık Bakanlığı, patoloji laboratuvarı olmayan ilçe hastanelerine patoloji uzmanı gönderiyor. Benim bildiğim bir radyoloji uzmanı var, 8 yıldır hastane hastane geziyor. Çünkü radyolojisi olmayan bir hastaneye görevlendirilmiş. Yani Samsun'da 2008 yılında en az bir ay geçici görevlendirme yapılmış uzman sayısı yüzde 17.


GAZETE55: Birinci basamak sağlık hizmeti tam olarak oturtuldu mu, burada büyük sorunlar olduğunu zaman zaman sizlerden işitiyoruz. Nedir durum?

ŞAHAN: Birinci basamak sağlık hizmetlerinin iki ayağı olacaktı. Yasa böyle diyordu. Birinci ayağı Aile Hekimliği projesi, ikincisi de Toplum sağlığı Merkezleri. Samsun'da 18 tane Toplum Sağlığı Merkezi (TSM) olması gerekiyor. TSM'leri çevre üzerinden, aşılama üzerinden sağlık ocaklarının yapacağı işi onlar yapacaktı. Mesela her ildeki her TSM'ye 5'er tane hekim düşecekti. Bunlar okul sağlığı çalışmaları yapacaktı, 19'uncu madde de "her ay çevredeki okulları ziyaret eder rapor hazırlar" diyor. Biz o zaman 1040 tane ilköğretim okuluna yazdık. 158 tanesinden cevap geldi, 2'si hariç hiç birinde bu çalışmalar yapılmamıştı. sonra bu okullara 'Siz bunu nasıl gönderebilirsiniz?' diye soruşturma açmaya başladılar. Samsun'un en çok kaybettiği konu Toplum sağlığı Merkezleri'nin oluşturamamasıdır. Tekkeköy'de 5 olması gereken TSM sayısı 3, ilçelerde tamamen oluşturulmadı, sağlık grup başkanları üzerinden bu işlem yürütülüyor. TSM'ler oluşturulmamış, AÇSAP'ları kapanmış, Okul sağlığı çalışmaları yapılmamış... Mesela geçen yıl çıkan Sağlık bakanlığı ile Milli Eğitim Bakanlığı'nın yaptığı beyaz bayrak uygulaması var. Bir gün beyaz bayrak verilen okullarda iki gün sonra 37 tane öğrencisi kantindeki yiyeceklerden zehirlenmişti. Yani projelerin gerçekliliği üzerinde bir sorun var, denetimi üzerinde bir sorun var. Samsunda birinci basamak hizmetler bu yasayla sürdürülmek isteniyorsa, TSM'lerin oluşturulması gerekiyor.

Etkin olarak oluşturulmalı. Şuan TSM'ler ilçelerde sanal, sağlık grup başkanları sadece yazışmaları yapıyor. Merkez de de birer ikişer hekim üzerinden yürütülmeye çalışılıyor. Birçok görev bilinçli olarak yerine getirilmiyor. Sadece Tekkeköy'de iyi çalışmalar yapmaya başladılar o da sadece hekimin özverisinden kaynaklanıyor.  Zaten aile hekimliği projesi zihinsel olarak çökmüştür. Bir süre önce gazetelere yansıdı, Atakum'daki iki mahalle muhtarı sağlık ocaklarımızı istiyoruz diye açıklama yaptı. Çünkü, oradaki sağlık ocağı gitti, oradaki aile hekimleri kendileri yer aldılar ve orada hizmet vermeye başladılar. Yasada da var, sen kendi muayenehaneni açıp numaranı alıp aile hekimliği yapabiliyorsun. Samsun'da böyle 7 tane hekim var. Böyle bir birinci basamak organizasyonu olur mu? Sonuçta ne oluyor, birinci basamağı iyi organize etmezsek, ikinci basamak üzerinden sağlık hizmeti yürütülmeye çalışılıyor. AÇSAP'ları katıyorsunuz, spiral taktırmıyorsunuz herkes hastaneye koşuyor. Hastanelerde de bu iş 5 hekim üzerinden yürürken bir hekime düştü, 10 ebe üzerinden yürürken bir ebeye düştü. O zaman ikinci basamağa kaydırıyorsunuz ya da özel hastanelere gönderiyorsunuz.

Aşılarda ne yapıyorsunuz. Bir kamunun verdiği aşılar var, bir de özel aşılar var. Geçen yıl Samsun’da 17 bin doğum oldu. Nüfusuna göre özel aşı satışlarının en yoğun olduğu beşinci il Samsun. Bu özel atışı bize bu hizmetin bize birinci basamakta verilmediğini gösteriyor. Verem aşısı, BCG açısı satılmaz. Samsun'da 17 bin doğum olduysa 17 bine yakın ya da 17 binin üzerinde verem aşısı kullanılması gerekir. Ama bu rakam 12 binlerde.

Samsun ve Türkiye için şöyle bir gerçek var. Dünya'da, sağlığın gelişmişliği, dünya Sağlık puanı denilen bir şey var. Dünya Sağlık puanı 37 tane parametreyle hesaplanıyor ve her yıl Dünya Sağlık Örgütü tarafından yayınlanıyor. Yayınlanmadan önce de Dünya Tabipler Birliği'nin alt komisyonları tarafından da kontrol ediliyor ve yayınlanıyor. Bu sizin dünyadaki sağlık alanındaki durumunuzu gösteriyor. 2002'de 32'nci sırada olan Sağlığa 5,5 milyar TL harcayan, 2008'de de 42 milyar TL harcayan ve 94'üncü sırada olan bir Türkiye var. Bunun içinde Samsun'a ne düştüyse, onu alan bir Samsun var.


GAZETE55: Anlattıklarınıza bakılınca; birinci basamak hizmetleri itibariyle Samsun'da yaşayan insanların sağlığı 'Allah'a emanet' gibi görünüyor?

ŞAHAN: Ben şu haksızlığı yapmak istemiyorum. Türkiye'de bir yerde başarı veya başarısızlık, sistemin başarı veya başarısızlığı üzerinden yürümüyor. Birinci basamakta bu süreç hekim özverisinin daha gerekli olduğu bir sürece götürdü bizi. Hastaları sahiplenme süreci biraz daha hızlandı. Allah'a emanet lafı biraz haksızlık oluyor gibi geliyor. Sistem itibariyle, birinci basamakta mevcut veriler, gelinen nokta, beş yıldır birinci basamakta kendi amacını gerçekleştirememiş bir pilot yasa ki, dünyanın hiç bir yerinde 3-5 yıllık bir pilot yasa olmaz. İsrafı önlemek için durdurulan bir birinci basamak, israf olduğu devlet tarafından kabul edilen bir birinci basamakla karşı karşıyayız. Şuanda ki durumu, sağlık çalışanın özverisi üzerinden yürüyen bir birinci basamak hizmeti olarak özetleyebiliriz.


GAZETE 55: Tüm uygulamalar çerçevesinde baktığımızda, Sağlığın Samsun'da iyi yönetildiğinden bahsedebilir miyiz?

ŞAHAN: Bunu kişisel bazda algılamak çok doğru olmaz. Şimdi sağlık yönetimi içinde halk sağlıkçılarının bulunduğu, epidemiyologların bulunduğu sağlık yönetimi konusunda iktisadi bilgi ve birikimi olan doktoraların olduğu bir sağlık yönetimi süreci, dünya sağlık örgütü tarafından önerilen bir sistemdir. Türkiye'de yalnızca kurumlarda değil, liyakat sisteminin, kadrolaşma sisteminin geldiği nokta belli. Hani Samsun'a özel bir şey söylenin bir şeyi yok. Dünyada sağlığın nasıl yönetilebileceği, kimler tarafından yönetileceği, hangi kriterlere, hangi liyakatlere göre yönetileceği, halk sağlığı, epidemiyoloji, kriz, afet çalışmaları, birinci basamak sağlık hizmetlerinin durumunu, ikinci basamak sağlık hizmetlerinin durumu bir takım sertifikasyon uygulamaları üzerinden yönetilmekte. Umut ederiz ki Türkiye'de de bunlar üzerinden yürütülür.


GAZETE 55: Özel hastaneler çığ gibi büyüyor ve kamu hastanelerinin işlevine göz dikti. Bir de kamu hastanelerinin taşeronlaşması var. Tüm bunların sağlığa ve sağlık çalışanlarına etkisi hangi boyutta?

ŞAHAN: Samsun'da 35 tane hekimi ayrılmış bir Mehmet Aydın Devlet Hastanesi, eğitim hastanesi olmuş. Bu süreçte hiç bir hukuksal sürece uyulmamış, şef atamalarını kendi koydukları kriterlere hiç uymadan, yönetmelik yayınlayıp bir gün sonra atama yaparak oluşturulmuş eğitim hastanesi var. İlin ikinci basamak sağlık hizmetlerinin yüzde 47 veya 48'ini üreten bir hastaneyi parçalıyorsunuz. 20-30 yıldır hizmet veren hekimleri bir şekilde baskı unsuru uygulayarak oradan ayırıyorsunuz. Bafra'da 3. devlet hastanesini açacağım diye halkı 15 yıldır oyalıyorsunuz, eldekini de çıkarıyorsunuz, Kızılırmak Devlet Hastanesi'ni kapatıyorsunuz, bir hastane kalıyor. Tıp merkezlerini kapatmışınız, ilçelerdeki sağlık ocaklarını birleştirmişiniz. samsun için tablo şudur, merkezde ve Bafra'da ikinci basamak sağlık hizmetlerinin hakikaten yükünü çeken bir özel hastane gerçeği var. Samsun'un sağlıktaki yükünü özel hastaneler çekiyor. Özel hastanelerin en önemli sıkıntısı hekim emeğini ucuzlatması. Hükümetin 2010- 2014 sağlık strateji raporu var. Bunu kamuoyuna açıklamadılar, Antalya'da açıkladılar. Sağlık Bakanlığı bu raporda -ben 2014'e kadar kamu hastane işletmeciliğinden çekiliyorum- diyor. Resmi belgedir bu. Net bir şekilde ifade ediliyor. Ekimde zaten görüşülecek yasa tasarısı var. Kamu Hastane işletmeciliği yasa tasarısı denilen tasarısı. İçinde sadece tam gün bölümü öne çıkarıldı. Ama bu psikolojik , siyasi kazanım gibi görüldü. bu tasarı geçtiği an, hastaneler 5 gruba ayrılıyor. ABC grubu hastaneler kendi aralarında işletme haline getiriliyor. D grubu hastanelere sağlık bakanlığı uyarı veriyor, E hastaneler sağlık bakanlığına kalıyor. Türkiye'de 17 tane E grubu hastane var. Bunlardan birisi de Bafra Kızılırmak Devlet Hastanesiydi. Burayı kapattılar, diğerlerini de kapatacaklar.


GAZETE 55: 2014'e geldiğimizde bu hastaneler net olarak ne olacak yani?

ŞAHAN: Sağlık Bakanlığı şuanda Kamu hastaneleri özerk bir yapıda zaten. Kamu hastanelerinde görev yapanların şuan maliyeden gelen bir maaşları var, bir de performans sistemi içinde, hastanenin kendi kazançları üzerinden hesaplanan ücretleri alıyorlar. Yani zaten şuan özerk yapıları var hastanelerin. bu işletme yapısı birlik halinde güçlendirilecek ve Sağlık Bakanlığı sadece denetleyici olacak ve atamalarını yapacak. Zaten şu anda da böyle. Sağlık Bakanlığı zaten hiç bir zaman ödenti göndermiyor, hastanelerin de kendi yağında kavrulması içinde bir birlik oluşturulacak. Kamusal sağlık hizmeti tamamen bitecek.


GAZETE 55: OMÜ'de yeni dönemde neler oluyor?

ŞAHAN: Türkiye'de tıp eğitimi, hekimlerin iş gücünü artırmak ya da emeği ucuzlatmak yönünden bakılarak sistem oluşturuluyor. Biz ise Türkiye'deki hekim sayısının yeterli olduğunu kalitenin yükseltilmesi gerektiğini savunuyoruz. Birinci basamağa yönelik hekimliğe öncelik verilmesi, saha çalışmalarını artırıcı, hastalıkların yüzde 95'ini önleyici, çevreye duyarlı, çevre bilimini bilen bir tıp eğitiminden, geldiğimiz nokta hızlı bir hekim yetiştirmek noktasıdır. Şuanda Türkiye'de 66 tane tıp fakültesi var. bu rakam Avrupa’da birinci. Son 3 yılda açılan tıp fakültesi sayısı 22. Çünkü tıp fakültesi açmak poliklinik açmaktan çok daha kolay. Bütün illerde tıp fakültesi var. Hollanda'da 4 tane tıp fakültesi var. Bakanlığın strateji raporunda var, 2013 yılında her yıl 13 bin tane Tıp öğrencisi alınması hedefi var. Niye, ucuz iş gücü yetiştirmek için. Öyle tıp fakülteleri var ki; binası yok ve başka bir binası olmayan eğitimi olmayan tıp fakültesinde eğitim yaptırılıyor gibi gösteriliyor. O tıp fakültesi de onun merkeze, eğitim verilen fakültelere gönderiyor. Dünya Sağlık Örgütü'nün kriterlerinde bir tıp fakültesinin eğitim vermesi için geçmesi gereken sürenin 15 yıl olduğunu belirtir. Çünkü siz çok yönlü düşünebilecek bir hekim yetiştireceksiniz. Tıp eğitimi çok boyutlu bir eğitim olarak değil de, yalnızca meslek lisesi eğitimi gibi hızlı, meslek edindirebilecek bir eğitime gidiyor. OMÜ'de tıp eğitimi açısından, 2000-2008 arasında bir takım alanlarda, bir takım branşlarda yüksek verimlilikle çalışan, tıp yayınları açısından atak yapmış bir eğitim modeli, öğrenci sayısı hemen hemen sabit olan, çok önemli olan tıp eğitimi ana bilim dalını kurmuş olan bir OMÜ var. Yeni OMÜ'yü gözlemliyoruz, buna bizim katkımız ne olabilir diye bakıyoruz. Yaşadığımız tek konu; bir rotasyon işi vardı. Bu kadar çok tıp fakültesi olunca, planlama da yapılmadığı için bir çok öğretim üyesine gerek oldu. Buna çare olarak da rotasyonla görevlendirme bir şey geldi yönetenlerin akıllarına. 1 Ağustos'ta başlayacaktı sonra biz dava açtık. bursa Tabip Odası, Türk Tabipler birliği ve Samsun tabip Odası olarak dava açtık. Rotasyonların tıp eğitiminin ilkesel kriterleri içerisinde mümkün olmadığını dile getirdik. Haziran ayında Danıştay bunu hukuka aykırı bularak, durdurdu. Danıştay kararından önce YÖK üniversitelere bir yazı yazarak, isimlerin bildirilmesini istedi. Samsun'dan 7 isim vardı. Danıştay kararı açıklanınca, YÖK gönüllülük usulüne göre, bildirdiğiniz listedeki arkadaşlara sorun, gitmek istemeyen varsa onları bize bildirin diye bir yazı daha yazdı. Dikkat edin, gitmek isteyenleri değil, gitmek istemeyenleri bize bildirin diye bir yazı yazdı. 3 üniversite öğretim üyelerine gitmek istiyor musunuz diye sordu, diğerleri sormak gereğini bile duymadı. OMÜ de, bu arkadaşlara gitmek isteyen var mı diye sormadı ama bu arkadaşları direk görevlendirdi. O 7 isimden gitmek istemediğini beyan eden 3 kişiye görevlendirme yapıldı, Bu demokrasi adına, üniversite adına, Samsun adına üzüntü verici bir olaydı. Biz anında devreye girdik ve idare mahkemesine dava açtık 3 gün içinde durdurma kararı çıktı. Rotasyon konusunda sergilenen tavır hani uzlaşmacı bir tavır olmadı. Çünkü rotasyon işi mahkemeye yansımadan biz rektör yardımcısını ziyaret ederek durumu anlattık, hukuksal olmayan rotasyonla ilgili işlemlerin gözlerinden kaçtığını söyledik. Onların bu işi düzeltmesini beklerken onlar aynen devam etti.


GAZETE 55: Akademik alanda ve anlamda nasıl değerlendirebiliriz?

ŞAHAN: Türkiye'deki en önemli sorunlarından birisi de temiz akademik bilginin artık üretilmemesi. Temiz akademik bilgi maalesef tıpta da yeterince üretilmiyor. Tıpta bugün çalışmaların çoğuna baktığınız zaman ilaç endüstrisine katkı sağlamaya çalışan çalışmalar. Hani akademik makale ve çalışmaların yayınlandığı dergiyi takip ediyorum, son 20 yılda akademik tıp durma noktasında. Yeni bir bilgi üretilmiyor. Tıp ileri ama geçmişte 20 üretiyorsa şimdi 2 bilgi üretiliyor. Böyle bir tıkanıklık da var. Hani üniversitelerde böyle bir yapılanma da yok.


GAZETE 55: Bir de şiddet var.  Samsun’daki şiddeti nasıl değerlendiriyorsunuz?

ŞAHAN: Türkiye'de şuan yoksulluğun arttığı bir süreç yaşanıyor. İşsizliğin arttığı, aile ilişkilerinin azaldığı, toplumsal ilişkilerin çürümeye yüz tuttuğu bir süreç. bu süreçlerin karşısında çok doğal olarak, sosyolojik ve psikolojik karşılığı olarak bir şiddet üretimi var. Yüksek oranda şiddet ortaya çıkarıyor bu süreç. TBMM şiddeti araştırma komisyonu kurdu ve 12 ilde 17 parametreyle daha çok gençlerde olmak üzere araştırıyor bu işi. 17 parametrenin 9'unda Samsun Türkiye'de birinci. Bu haber basına yansıdıktan sonra gazetelerde Valiliğin şiddet komisyonunu topladığı haberi yer aldı basında. Kısa süre sonra bakıyoruz ki, o komisyonun çalışması bitmiş. Süreklilik yok. 10 kez yazıldı, hala bizim okul bahçelerindeki arabaları kaldıramadılar.

Krizler üzerinde yapılan çalışmalarda ortaya çıkan raporlarda, "Kriz dönemlerinde intihar olguları artar" diyor. Türkiye'de kriz yaşanıyor, intihar olgularını azaltıcı hiç bir çalışma yapılmıyor. Türkiye'de ilk kriz çıktığında biz hemen bir çalışma yaptık. En azından bir hat oluşturulsun, Dünya Sağlık örgütünün konuyla ilgili önerileri var, bunlar yapılabilir, diye önerilerde bulunduk. Kimse önerilerimizi dikkate almadı. 5 ayda intihar olaylarında ölüm 21 idi, Ağustos ayında 35'e çıktı. Batman'da 4-5 yıl önce 11 tane ölüm vardı, bir sürü soruşturma başlatıldı. Biz önerilerimizi il hıfzıssıhha kuruluna, sağlık bakanlığına gönderdik ama hiç kimse dikkate almadı. Kamusal yönetimde bir sorunu tanımlamama diye bir olay var. Türkiye'de ve Samsun'da çok ciddi bir intihar girişimleri var, intiharlar var. Bunlarda bir iç şiddetin bir göstergesi. Şehirde zaten bir şiddet süreci var. Buna karşı ilin bir takım kamusal dinamikleri var, ruh sağlığı hastanesi, halk sağlığı uzmanları... Tüm bunlar konuyla ilgili seferber edilebilir. Ancak hiç kimse umursamıyor. Sadi Subaşı sürekli söylüyordu önceleri yadırgıyordum. Bu şehir gerçekten sahipsizmiş. Biz oda olarak konuyla ilgili uzmanların, akademik uzmanların görüşlerini de alarak bir rapor sunuyoruz, bunu yok sayıyorlar. Vezirköprü'deki iki kız çocuğunun intihar olayı vardı. Olayı incelemeye sağlık müdürlüğü bile gitmedi. Yalnızca, öğretmenler bir fotoğraf çekti, gazetelere gönderdi. Şimdi o konunun üzerinde ciddiyetle durulması gerekiyordu. Valilik ve Sağlık Müdürlüğü konuyu tüm boyutlarıyla ele almalıydı. Ama es geçildi.

Şiddet Samsun için önemli bir konu ve sayılarda son derece yüksek. Uyuşturucu olayları, şiddet olayları Samsun için önemli bir sorun. Sağlık çalışanları ve hekimlere karşı şiddet de bunların bir parçası. tabi şiddet artınca çekinik tıp ortaya çıkıyor. Yani zarar geleceğini düşündüğü an hekimlik özverisini sınırlayıp daha çok sevk yöntemine başvurmadır. Yani birilerinin övünmesine rağmen Türkiye'de poliklinik sayısının artmasının altında yatan neden budur. Samsun'da şiddetin artmasının en büyük nedeni yoksulluk ve işsizlik. Bu da döngü olarak sürüyor. Samsun birçok konuda bahtsız bir şehir.

29 Kasım 2011 Salı

Hızlı Tren

İktidar 2023 projesi yaptı... O tarihe kadar iktidarda kalacaklarından eminler ki yaptılar. Buna nasıl emin oldukları ayrı bir yazı konusu... Ancak burada 2023 yılına kadar yapılacak projelerin içinde, Samsun – Çorum - Ankara hattı veya hızlı tren hattı yok. Buraya kadar ne iktidarın, ne de muhalefetin diyeceği bir şey yok!
***
Peki tartışma nerede başlıyor...İktidar mensuplarının açıklamalarıyla... Önce Bakan Suat Kılıç'ın Bakan Binali Yıldırım'ın yanında, "Sayın Bakanımız bir yıldır gizli ve derinden bir çalışma yapıyor. Samsun-Çorum-Ankara demiryolu hattı. 170 km hat ile Samsun-Ankara demiryolu 900 km'den 400 km'ye inecek" dedi... Ardından AK Parti İl Başkanı Çetinkaya, "Ankara'da hızlı tren hattını takibe gidiyoruz" sözleriyle... Muhalefet de buna sert çıktı... "Hayal satıyorlar!" diyerek.
***

Burada bir anlaşmazlık var... İktidar mensupları "Projeye aldırdık. Yapımına başlıyoruz!" demiyor ki... Projenin 2023 programına alınması için çaba sarfettiğini söylüyor... Alınabilir mi? Evet! Alınmayabilir mi? Elbette!
***

Ama sözlerde uzlaşılan tek kelime ise 'hayal'... AK Partililer bir hayalin peşinden gidiyor... Olmasa bile olması için çaba sarfetmekten kim ne kaybedebilir ki? Bu memleket olmayacak şeyleri 'olmuş' gibi söyleyen siyasetçileri görmedi mi? Daha kazma vurulmamış tersanelerden gemileri denize indirenleri alkışlamadı mı? Eeeee... Gerek Bakan Suat Kılıç'ın, gerekse il başkanı Çetinkaya'nın sözlerinde yanlış yok gibi... Onlar, kendileri gibi birçok Samsunlunun kurduğu bir hayalin peşinde koşuyor... Olur ya da olmaz!
***

Böyle bir çalışma Samsun için gerekli mi? Bence olmazsa olmaz! Hatta sadece bu da değil, Samsun-Mersin arasında yeni bir demiryolu projesinin de peşinden koşulmalı... Hatta... İstanbul'dan Hopa'ya kadar bir başka Karadeniz demiryolu için şimdiden çalışma başlatılmalı... Çünkü böyle bir çalışma yapmanın kimsenin zararı olmaz... Mevcut iktidar başaramazsa... Sonrasında geleceklerden isteyecek hizmet taleplerimiz olur!
***

Yani... Ortada daha seçim yok iken yapılan çalışmaları eleştirmek yerine... "Bu çalışmayı destekliyoruz... Biz de takipçisi olacağız... İnşallah hayal ve vaat olarak kalmaz" diyerek takip etmek... Daha başta karşı olmak gibi bir duruş içine girmekten dahi iyi değil midir?

29.11.2011
/Erdem EROL