-Meto senin ne işin var burda?
-Ananın haberi
varmı?
-Amuca, dedim.
-Babamlar kaçmak istemiyorlar.
-Bende sizinle geleyim ne
olur...!! Amucam elimi tuttu.
-Hadi yürü, dedi. Köprüye geldiğimizde halen
yağmur yağıyordu. Köprü çok kalabalıktı herkes bir koşturmaca içindeydi. Hiç
görmediğim kadar polis ve bekçi vardı. Arabaların köprüden geçmesine izin
vermiyorlardı. Minibüs muavinlerinin sesleri bağırtıların arasında birbirine
karışıyordu. Biz amucamın cocuğu ile sımsıkı amcamın çeketine tutunuyorduk.
Yürümeye devam ettik... İki katlı bahçeli bir evin
önüne geldik. İçeri girdik. Kapıyı güzel bir kadın açtı, bizi içeri aldı.
Islanan çamaşırlarımızı verdikleriyle değiştirdik. Sıcak corbamızı içtikten
sonra yere serilen yorganların üzerine uzandık. Amucam -Ben Alileri almaya
gidiyorum, dedi. Dışarı çıktı. Uzandım... Babam anam kardeşlerim ne
yapıyorlardı. Ah şu babam, çok dik kafalı idi. "Niye bizimle gelmedi
ki" diye düşünürken uyuyakaldım...
Sabah anamın sesi ile uyandım. Ohhh be hepimiz
kurtulmuştuk. Oya abla bize kahvaltı hazırladı. İlk defa çay, peynir, zeytin ve
reçelli bir kahvaltı yiyordum. Babam kardeşlerimi Çiftlik Mahallesi'ndeki
halamın evine bıraktı. Babam, anam ve ben Teneke Mahallesi'ne döndük. Bütün
sokaklar yerler evler sapsarı bir çamurla kaplanmıştı. Güneş ışıkları her yeri
altın gibi parlatıyordu. Çamur içindeki insanlar evlerini temizliyor selle
dağılan eşyalarını topluyorlardı. Bazen eşyalar yüzünden tartışıyorlardı.
Kavgaya kadar varan bağrışmalar oluyordu. Evimize geldik. Evimizin sokak duvarı
yıkılmıştı. İceri girdik duvardaki çamur izleri boyumdan fazla sel sularının
yükseldiğini gösteriyordu. Yataklarımız çamurun içinde sokağa taşmıştı.
Babamlar mahalleden çıktıktan yarım saat sonra sel
suları mahalleye dalmıştı. Çinto dedem oğullarının tüm ısrarlarına rahmen evini
terketmemişti. Kör gaconun yolundan kabaran sel suları dalga halinde bizim evin
duvarına çarpmıştı. Evdeki dedem evin arkasından gençlerin yardımı ile Sabrinin
kahvesinin terasına çıkarılmıştı. Terasta seli izleyen aileler suların dalga
gibi mahalleyi sardığını ve çayırlığa doğru yayıldığını anlatıyordu. Pek çok
evin duvarı çatısı yıkılmıştı. Zaten külübe evler ince duvar ve teneke
çatılardan oluşuyordu. Şükür can kaybı yoktu...
Babam evin içindeki suları boşaltıken anam sokağa
dağılan kap kaçağı arayıp topluyordu. İki tahta kaşık, alüminyum bir tencere
iki sahan, selde parçalanmış bir hasır. Tüm eşyamız buydu. Babam çamur içindeki
iki yatak ve yorganı ırmak kenarına taşıdı. -Sevim sen çamaşırları al,
yatakları yorganları yıka, dedi babam. Babam evin önüne biraz çamur içine saman
koydu. Dağılan tuğlalarla duvarı örmeye başladı. Birazdan Çinto dedem geldi.
Babama yardım etmeye başladı...
Ben arkadaşlarımla ırmak kenarına gittim. Irmak
hertarafı silmiş süpürmüştü Tertemiz çakılların arasından ırmak pırıl pırıl
parlayarak akıyordu. Kenarda ateşlerin üzerindeki kazan ve tenekelerde
çamaşırlar kaynatılıyordu. Yıkanan çamaşırlar ırmak kenarındaki çalılıkların
üzerine serilerek kurutuluyordu. Çalılıklar rengarenk bir görüntü
oluşturuyordu. Anam - Metin, dedi. -Gel bu pamukların yanında dur, dedi. İçi ot
dolu yatağımız boşalmıştı. Artık bu otlar kullanılamazdı. Annem diğer yataktan
boşalttığı pamukları yıkamış, taşların üzerine sermişti. O temizliğe devam
ediyordu. Hava kararırken evimizi yerleştiriyorduk. Sokakta dağıtılan yardım
paketinden aldığımız ekmek makarna va helva paketinden ekmeğimize helva koyarak
karnımızı doyurduk. Tahtaların üzerine serilen yatağımıza uzandım. Bir günde
kocaman bir selin yaralarını sarmıştık...
/Metin
ÖZBASKICI
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder