4 Aralık 2013 Çarşamba

Karadeniz’de Kaç Holding Var?

Neden Batılı ülkelerde şirketler nesiller boyu devam eder de bizde üçüncü nesile bile gelmeden dağılır gider? Neden ülkemizin dört bir tarafından holdingler dünyayı kolaçan ederken Karadeniz’de bunlara pek rastlanmaz? Neden Karadenizli babanın kurduğu ticarethâne daha ikinci nesile gelmeden tuz-buz olur? Önce, geçen hafta gazetelerde yer alan bir habere göz atalım:

ABD’nin ilk hazır giyim mağazası Brooks Brothers İstanbul’da ilk mağazasını açmış. Abraham Lincoln’den Obama’ya kadar hemen hemen bütün ABD başkanları bu mağazadan giyinirmiş. Hollwood yıldızlarının da markası olarak bilinen bu hazır giyim mağazası 1800’lü yılların başından beri faaliyet gösteriyormuş. Yani iki yüz yıldır faaliyetini sürdüren ve hala popülaritesi koruyan, dünyanın sayılı zenginlerinin de (bizde Rahmi Koç) tercihi olan bir markadan bahsediyoruz. Gömlek fiyatlarının 300 liradan başladığı bir mağazadan.

Bir şirket iki yüz yılı aşkın bir süredir güvenirliğini ve kalitesini nasıl korur? Bu haberi okuyunca ülkemizde iki yüz yıldır faaliyeti sürdüren acaba kaç şirket vardır diye düşündüm. Cevabını bulamadım.  Süreklilik, Marka ve Güç. Sürekli devlet yıkıp devlet kurmakla maruf olan milletimiz, şirket yıkıp şirket kurmakla da bir hayli mahir olsa gerek!

Hakikaten ülkemizde acaba yüz yıldan beri satışlarını sürdüren bir ticarethane var mıdır? Herhalde bir Hacı Bekir lokumcusu ile Hacı Şakir sabunları var. Gerçi bu sabun firmamız da bir ABD şirketi olan Colgate’e satılmış. Bu ortamda şu soruyu sormak elzemdir: Neden bizde de yüz yıl, iki yüz yıl devam eden dünya çapında şirketler yok? Neden Batılı toplumlarda, hatta Japonya gibi doğulu toplumlarda böylesi şirketler var da bizde yok!

Devlet olarak istikrarsız yapımızdan dolayı mı, insanımızın plansızlığından dolayı mı, nesillerin birbirine güvensizliğinden mi? Bugün ülkemizde Koç Holding, Eczacıbaşı Holding, Sabancı Holding dışında babadan oğula üçüncü neslin idaresinde dünya çapında bir şirketimiz yok! Bunlar da daha yüz yıl bile olmadı. (Ülker henüz ikinci nesilde)

Onlarda da parçalanmalar, ayrılmalar, evlatlar arası kavgalar görülmüyor değil! Samsun merkezli bir Metro Holdingimiz vardı. Geçen hafta Akasyam Haber’in bir haberine göre bu holdingde bir kardeş diğerini mahkeme vermiş. Neden daha ikinci nesile bile intikal etmeden kavgalar başlar?

Bugün Türkiye’den veya hemen her şehrimizden dünyaya bir marka armağan etme çabalarımız var.
Bu haleti ruhiye ve vücudiye ile bu mümkün mü?

Karadeniz ve Şirketleşme  
Gerçi Anadolu kaplanları adı verilen ve İstanbul dışında faaliyet gösteren şirketlerimizden devasa holdingler doğduğu bir gerçek. Eskiden bunlar da yoktu. Fakat bu şirketlerin henüz kurucu başkanları hayattalar ve gelecekleri hakkında bir şey bilmiyoruz. Temennimiz, inşallah nesiller boyu devam ederler. İç Anadolu’da bazı bölgelerde (Kırşehir, Konya, Kayseri vb.) gezerken pek çok Holding levhası dikkatimi çekmişti.

Sonra aklıma Karadeniz şehirleri geldi: Rize, Trabzon, Giresun, Ordu, Samsun... (genelde Orta ve Doğu Karadeniz’i kastediyorum.) Bütün bu şehirlerden gözlerimin önüne bir tane bile holding levhası ilişmedi. En basit Samsun’a bakalım. Etrafı bir kolaçan edelim. Kaç tane “bilmem ne Holding” yazısı görebilirsiniz? Yok mu? Var da biz mi görmüyoruz?

İç Anadolu bölgesinde bu kadar yoğun olan ve dünya çapında ticaret yapan şirketler varken neden bizim bölgemizde bunlara pek rastlanmaz? (Yeşilyurt hariç. Gerçi o da henüz kurucu babalarla.) Fakirliğimizden mi, iş bilmezliğimizden mi, ticaret kabiliyetimizin olmazlığından, azlığından mı?
Dağlar, Yalnız Evler ve Yalnız İnsanlar. Hâlbuki İstanbul’da hangi taşı kaldırsanız bir Karadenizli tüccarla karşılaşırsınız!

Özellikle Rizeli ve Trabzonlu hemşerilerimizle. Bunlar fevkalade çalışkan, azimli, gayretli, ticaretin ruhunu okumuş, hiç resmi tahsili olmamasına rağmen satış tekniklerinde şeytana pabucu ters giydirecek kadar mâhir insanlardır. Fakat hemen daima yalnızdırlar. Bırakın ortakları, çocuklarıyla bile iş yap(a)mazlar. Kendilerinden başka kimseye güvenleri yoktur. Yalnızlığı severler. Kendilerine olan itimatları en üst seviyededir.  Rize’nin, Trabzon’un köylerine bir bakın. Her dağın başında bir ev vardır. En yakın komşu karşı tepededir. Toplu olarak bir arada yaşamak mümkün değil midir?

Coğrafya, geçim ve ekim alanlarının azlığı buna müsaade etmiyor belli ki. Kendine olan öz güvenin hat safhada oluşu, ötekine olan şüphenin derecesini de belirler. Bu yüzdendir ki; Karadenizli tüccar yalnız doğar, yalnız büyür ve yalnız ölür! Genellikle baba ölünce şirket dağılır! Baba hayattayken bütün zorlukları göğüsleyen, inanılmaz bir hızla büyüyüp genişleyen ve insana kısa zamanda dünyayı tutacağı vehmi veren bir sistem vardır! Ama bir de bakarsınız; kurucu babanın hayatında fevkalade işleyen bu sistem, babanın ölümüyle daha ikinci nesilde tarumar olur!

Çocukları ticaretle uğraşacaksa babasıyla olmak yerine kendi iş yerini açmayı yeğler. Kardeşler iş yapacaksa hemen kendi ocağını, şirketini kurmaya başlar! Türk gibi başlayıp, Alman gibi devam edip, İngiliz gibi bitirememede midir sorun? “Küçük olsun, benim olsun” düşüncesi “azıcık aşım, kaygısız başım”la el ele verir ve onları büyümekten, bir marka yaratmaktan, ticari bir güç olmaktan, dünyaya açılmaktan alıkor! “Bir elin nesi var iki elin sesi var” atasözü bunların kitabında yoktur.

Özgüvenin yüksekliği ve ötekine duyulan kuşkunun keskinliği her türlü profesyonelliği de devre dışı bırakır! Böyle olmayan yok mudur? Tabii ki vardır! Ama olgular üzerine konuşuyoruz. Neden bizlerden ülke çapında, hatta dünyaya hitap eden büyük holdingler çıkmaz?

Neden ilk nesilde birlik beraberlik sağlanıp baba oğullar güçlerini birleştirerek nesiller boyu sürecek bir ticaretin temellerini atamaz? “Padişahlar ölünce, şehzadeleri taht kavgasına başlar” cümlesinin ezeli hakikati midir bizi bu kavgalara, ayrışmalara sürükleyen? Düşününce aklıma başka bir şey gelmiyor!

Bugün diğer bölgelerimizin bir de Samsun veya genelde Karadenizlimizin ticari faaliyetlerine, holdinglerine, yarattıkları markalara, dünya piyasasında tuttukları alanlara bakalım ve bunlar üzerine kafa yoralım: Yerimiz neresidir, orası olmak zorunda mıdır ve niye orasıdır?

04 Aralık 2013
/Dursun Ali TÖKEL

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder