Türk Ocakları; Türkiye’nin, bir “ münevverler
hareketi” olarak başlayan ve aynı şekilde devam eden ilk sivil kuruluşudur.
93 Harbi’ni tâkip eden ve Balkan fâcialarının
yaşandığı dönemlerde, Osmanlı Cihân Devleti’ne yapılmakta olan ihânetlere karşı
bir zarûret hâlini alan bu “ kaynaşma “ hareketinin, ilk defa 25 Aralık 1908’de
Necip Âsım ve Veled Çelebi öncülüğünde kurulan Türk Derneği ile temeli atılmış;
bilâhare, 11 Mayıs 1911’de “190 Tıbbiyeli Türk Evlâdı” imzasıyla bir mektup
kaleme alınarak, bu mektup zamanın Türkçü münevverlerine yollanmıştır. Yapılan
istişâri toplantı sonunda, Dr. Fuat Sâbit Bey’in teklifiyle,kurulacak cemiyetin
adı “ Türk Ocağı “ olarak kararlaştırılarak, 1912 yılında “Türk Ocakları”
fiilen faaliyete geçmiştir.
Mehmet Emin Yurdakul, Ahmet Ferit Tek, Ağaoğlu
Ahmet, Dr. Fuat Sâbit, Akçuraoğlu Yusuf ve
Mehmet Ali Tevfik, Türk Ocağı’nın ilk kurucu heyetini teşkil ederler.
Millî Mücâdele döneminde, bazı zorluklar sebebiyle
faaliyet gösterememelerine rağmen, 1922’den sonra yurdun her tarafında yeniden
açılan Türk Ocakları’nın sayısı, 1927’de 260’a ve üye sayısı da 30.000’e ulaşmıştır.
1931’de millî kuruluşların güç birliği gerekçesiyle kapatılan Türk Ocakları,
1949’da yeniden açılmıştır. Ancak; 12 Eylül 1980 ihtilâliyle bütün derneklerin
kapatılması sonucu tekrar kapatılmış olmasına rağmen, 1986 yılında, devlet
erkânının da katılımıyla tekrar hizmete başlamıştır.
Türk Ocakları’nın târihî ehemmiyetini, en güzel
Mehmet Âkif’te buluruz: Zîrâ: “ Yakın dostu merhum Hasan Basri Çantay’ın bir
hâtırası bu bahsi çok güzel açmaktadır:
-Evet, ona tam bir İslâm şâiri diyebiliriz. Kuvvetli,
îmânlı, ateşli bir İslâm şâiri, fakat Türk dâimâ başta kalmak şartiyle. Dört
lisanı edebiyatıyla bilen Âkif, Türk olarak yazdı, Türk olarak düşündü, Türk
olarak yaşadı ve nihâyet Türk olarak öldü.
Âkif’in bir vakasını hatırlarım: İlk millî kaynaşma
ve savaşlarda üstâd Balıkesir’e gelmişti. Onun samimî arkadaşlarından biri
Gönen’e teşkilât yapmaya gitmişti. Avdetinde o arkadaş dedi ki:
-(…) ler Türklere cefâ ediyor, millî teşkilâtı
boğmaya çalışıyorlar.
Âkif’in o zaman hiç düşünmeden, kükreyerek verdiği
cevap şudur;
-Orada bir Türk Ocağı açınız, mücâdele ediniz! “
(Bknz: Mehmet Âkif, Ahmet Kabaklı,Türk Edebiyatı Vakfı Yayını, İstanbul 1987,
sy.10)
Samsun Türk Ocağı da önemli bir halka olarak, 1913
yılında faaliyete geçmiştir. O da, tıpkı, diğer Türk Ocakları gibi, geçirdiği
zamanların zorluklarıyla boğuşmuş, pek çok sıkıntılar yaşamış ve bugünlere
ulaşmıştır.
Birinci Dünya Savaşı sırasında, Ruslar’ın
T(ı)rabzon’u işgalinden dolayı Samsun’a hicret eden ve Millî Mücâdele
döneminde, Hançerli Câmii’nde vaazlar veren, Samsun Müdafaa-yı Hukuk Cemiyeti
başta olmak üzere, bir çok dernek kurarak ve onlarda vazîfe görerek 10 Ocak
1934 yılında da Samsun Belediye Başkanı seçilen Hasan Umur (1880- 1977), Samsun
hakkında yazdığı iki kitaptan biri olan “ Samsun’da On Beş Sene” isimli
kitabında “ Samsun’da Türk Ocağı” başlıklı yazısında şunları söyler:
“ Türk Ocağı idare heyetinde çalıştım. İtiraf
edeyim ki, Samsunda Türk Ocağı, ismine ve gayesine uygun bir şekilde beklenilen
başarıları sağlayamamıştır. Evet, idare heyetinde bulunduğum senelerde, Türk
Ocağının faaliyeti, binasını boyatmak, tezyin etmek ve konferanslar verdirmeye
münhasır kalmıştır. Bunlar Türk Ocağının yüklendiği vazifeleri lâyıkı veçhile
ifası suretinde kabul edilemez. Zamana uygun bir nümune köyü düzenlemekliğimiz
hususunda ileri sürdüğüm fikre taraftar bulamadım. Tarihe karışan Türk Ocakları
arasında, Samsun Türk Ocağı da zikredilebilecek bir müessese olduğunu
kaydederken uykuda olan vatandaşları uyandırmak istemiş olduğunu, fakat, buna
muvaffak olamadığını ve yahut ümit edildiği kadar muvaffak olamadığını da ilâve
edelim. “ ( Bknz: Samsunda On Beş Sene, Hasan Umur, Güven Basımevi, İstanbul
1947, sy. 46 )
Bu satırları okuyanların, o günlerin Türkiye’si ve
Samsun’u hakkında bilgi sahibi olmaları bakımından, Hasan Umur ile Âdil Pasin
tarafından müşterek olarak yazılan” Samsun’da Müdafaayı Hukuk” adlı kitaptan
kısa bir bölüm sunmayı – ibret teşkil etmesi bakımından- zarûrî görüyorum.
İşte o bölüm: “Birinci Umumî Harpten mağlûp çıktık.
Galip olan İtilâf devletlerile bir mütareke imza edildi. Fakat bu mütarekenin
hükümleri hilâfına olarak memleketimizin bir çok yerleri bu devletlerin
askerleri tarafından işgal edildi. Halkına zulum ve hakaretler yapılmağa
başlandı. Bu meyanda Samsun’a da İtilâf devletlerinin asker ve zabitleri
çıkmıştı. Bir yandan da Rum Metropoliti Yermanos tarafından idare edilen
Pontoscu Rum eşkiyasının Türk köylerini basıp yakmaları, kadın ve çocuk,
ihtiyar genç Türk köylülerini feci şekillerde öldürdükleri görülüyordu. İçin
için ağlıyan bütün Türkler gibi Samsun halkı da fevkalâde bir yes, nevmidî ve
heyecan içinde bulunuyordu.” (Bknz:
Samsun’da Müdafaayı Hukuk, Hasan Umur-Âdil Pasin, Tan Matbaası, 1944, sy. 4)
(Merhûm) Hasan Umur Hoca, dikkat edilirse görülür
ki, o dönemde hizmet yapmadık demiyor,kendisinin de içersinde bulunduğu Türk
Ocağı gibi bir kuruluşun – zamanın şartları ne olursa olsun- “ yüklendiği
vazifeleri lâyıkı veçhile” yerine getiremediğini de bir nefs muhasebesi olarak
dile getiriyor. Vatan ve millet sevdâsını görüyor musunuz!..Memleketin her
tarafı ateş çemberinde, herkes ölümle burun buruna, O ise,
yaptığını/yaptıklarını yeterli bulmuyor.
Devamı Yarın.
/M.Halistin
KUKUL
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder